14 Kasım 2020 Cumartesi

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 2

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 2


Emperyalizmin Kürt Kartı, İhsan Şerif Kaymaz,Kürt sorunu,emperyalizm,İngiltere,İsrail,Irak,Türkiye,ABD,Suriye,



   Savaştan önce emperyalizmin bölgesel silahı Ermenilerdi. 

Fakat savaştan sonra tehcir nedeniyle Doğu Anadolu’da Ermeni kalmamıştı. 
Kafkasya’daki Ermenistan devleti ise Sovyet etki alanı içine girmeye adaydı. 
Bu nedenle Batı emperyalizmi “Ermeni kartı”nı yitirmişti. 

  Onun yerini alacak en uygun aday Kürtlerdi. Bu düşünceyle ve yukarıdaki görüşler ışığında İngilizlerin daha 1918 yılı sonlarından başlayarak hem Kürtleri kazanmak, hem de bu yolla istismara son derece açık olan Kürt aşiretlerini bölgenin ana güçleri olan İranlılara, Araplara ve özellikle Türklere karşı bir silah haline getirmek için yoğun bir çaba içine girdiklerini görüyoruz. Öncelikle, kendi denetimleri altında bulunan Kuzey Irak’taki Kürt aşiret şeflerini maaşa bağladılar. Bölgeyi ve Kürtleri çok iyi tanıyan siyasi istihbarat görevlileri aracılığıyla onlarla 
iyi ilişkiler kurdular. “Kürtçe”yi ortak bir yazılı dil haline getirmeye çalıştılar. 
Kürtçe eğitim veren okullar açtılar, Kürtçe gazeteler yayınladılar. Ne de olsa 
başka halkları birbirlerine karşı kışkırtıp kullanmak konusunda uzmandılar; 
yüzlerce yıllık çok zengin bir emperyalist deneyimleri ve birikimleri vardı. Kuzey 
Irak’ta dönemin en güçlü Kürt aşireti olan Berzenci aşiretinin şefi Şeyh Mahmut liderliğinde merkezi Süleymaniye olan özerk bir “Kürdistan” kurulmasını  sağladılar.  
Bu bir aşiretler konfederasyonu idi. Bu özerk “Kürdistan”ın sınırlarının Noel’in önerisine uygun olarak Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürtlerin yaşadığı toprakları da içine alacak şekilde genişletilmesi, böylece süreç içinde İngiliz güdümünde bir “Büyük Kürdistan” yaratılması amaçlanıyordu. 

Bu tasarıyı yaşama geçirecek ön hazırlıkları yapmak üzere, Binbaşı E. 
W. C. Noel 1919 yılı başlarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gönderildi ve 
onun aracılığıyla bölgedeki Kürt aşiret şefleriyle bağlantı kuruldu. Aşiretlerin 
Türklerden uzaklaşarak İngiliz tarafına geçirilmesi için büyük uğraş verildi. Bu 
amaçla onlara, Ermeni tehciri sırasında yaptıklarının hesabının sorulmayacağı 
güvencesi verildi. Ayrıca, Kürtler üzerinde etkili olabileceği düşünülen önde gelen Kürt lider ve entelektüelleriyle de bağlantı kuruldu. İstanbul’daki Kürdistan Teali Cemiyeti lideri Seyit Abdülkadir, 19. yüzyılın efsane Kürt lideri Ubeydullah’ın soyundan gelen Seyit Taha, Milli aşiretinin lideri ve Hamidiye alaylarının efsane ismi İbrahim Paşa’nın oğlu Şeyh Mahmut, Paris’teki Kürt delegasyonunun başı olan Şerif Paşa, Bedirhanlar ve Babanzadeler ile ilişki içine girildi. 

Ancak İngilizlerin “Kürdistan” hesapları, daha 1919 yılı bitmeden tam 
bir fiyaskoyla sonuçlandı. Kuzey Irak’ta Şeyh Mahmut liderliğinde kurulan 
özerk yapının işlevsel olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Çünkü hiçbir Kürt aşireti 
Şeyh Mahmut’un emrine girmek istemiyor, Şeyh Mahmut da yönetime 
kendi aşiret mensuplarını getiriyor, onları kayırıyordu. Özerk aşiretler konfederasyonunun uygulanamayacağını anlayan Bağdat’taki İngiliz yönetimi Şeyh Mahmut’un yetkilerini kısmak istedi. O da, Mayıs 1919’da İngiliz yönetimine 
karşı ayaklandı. Haziran ayında İngiliz güçleri ve onlarla birlikte hareket eden 
Kürt aşiretleri, Şeyh Mahmut’a bağlı Berzenci aşireti savaşçılarını yenilgiye 
uğrattılar. Ağır yaralı olarak ele geçirilen Şeyh Mahmut Bağdat’ta yargılanıp 
ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak daha sonra cezası 10 yıl sürgün olarak hafifletildi 
ve sürgün cezasını çekmek üzere Hindistan’a gönderildi.19 Vilâyetin kuzeyinde de 1919 yılı boyunca sürekli ayaklanma halinde bulunan Kürtler, İngiliz işgal yönetimi için ciddi bir sorun oluşturdular. Birçok İngiliz istihbarat görevlisi ve çok sayıda imparatorluk askeri ayaklanmacılarca öldürüldü.20 

Noel’in Anadolu’da Kürtleri kazanmaya yönelik çalışmaları 1919 Eylülüne 
dek sürdü. Bu tarihte yaşanan “Ali Galip olayı” Noel’in Anadolu’daki fesat misyonunu sona erdirdi. İstanbul hükümeti tarafından Sivas Kongresi’ni 
basmakla görevlendirilen Ali Galip, yanında Bedirhan ailesinin önde gelenleri 
ve Binbaşı Noel olduğu halde Malatya’ya gelmişti. Kurulan tezgâha göre, 
buradaki Kürt aşiretleri kullanılarak Kongre basılacak, Mustafa Kemal Paşa 
ve yanındakiler tutuklanıp İstanbul’a gönderilecekti. Fakat komployu önceden 
öğrenen Mustafa Kemal Paşa’nın aldığı karşı önlemler sayesinde girişim 
başarısız oldu ve komplocular Halep’e kaçtılar. Noel de onlarla birlikte kaçtı. 
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği, Ali Galip’in görevinden bilgileri olmadığını 
ve Binbaşı Noel’in onun yanında bulunmasının “talihsiz bir rastlantı olduğunu” öne sürdü.21 Elbette buna kimse inanmadı. İngilizler, büyük umut bağladıkları Kürt liderlerinin hiçbirisinin Kürtler üzerinde etkisi olmadığını da kısa süre içinde fark ettiler. Bu durumda, İngiliz güdümünde özerk bir “Kürdistan” devleti ya da aşiretler konfederasyonu kurmak düşüncesini bir kenara bırakmak zorunda kaldılar. Musul vilâyeti içindeki Kürt bölgelerini doğrudan Bağdat’taki merkeze bağlayarak İngiliz istihbarat subayıları eliyle yönetmeye başladılar. Anadolu’dan ise bütünüyle çekildiler. İngiltere’nin Anadolu’daki “Kürdistan” serüveni sona erdi. 
İngilizleri “Kürdistan” hesabını terk etmeye zorlayan başka nedenler de vardı. Birincisi, Fransa, bölgede İngiliz güdümünde bir “Kürdistan” oluşumunu kendi çıkarlarına aykırı buluyor ve karşı çıkıyordu.22 İkincisi, Amerikan Senatosu, 
Versailles Antlaşması’nı onaylamamıştı. Bu aynı zamanda, Başkan Wilson’un, 
Doğu Anadolu’da kurulması öngörülen Ermenistan devletinin mandat sorumluluğu nun üstlenilmesi yönündeki politikasının da reddi anlamına geliyordu ve Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti kurulması olasılığını bütünüyle ortadan kaldırıyordu. Üçüncüsü, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kuvayı Milliye hareketi güçlenmiş ve Anadolu’nun işgal altında olmayan tüm bölgelerinde denetimi sağlamıştı. İtilaf Devletleri’nin elinde Anadolu’daki Türk ulusçularını alt edebilecek büyüklükte bir askeri güç yoktu. Dördüncüsü, Türk ulusçularının artan baskısı altında bunalan Fransa, Kilikya’dan çekilmenin yollarını arıyordu. Bu amaçla George Picot’yu Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Sivas’a göndermişti. Fransızların Kilikya’dan çekilmeleri, Doğu Anadolu ile İtilaf güçleri arasındaki bağlantının bütünüyle kesilmesi demekti. Beşincisi, Sovyet Kızıl-ordusunun hızla Güney Kafkasya’ya doğru ilerlemesi karşısında, İngilizler bölgedeki tüm birliklerini geri çekmeye hazırlanıyorlardı. Kızıl-ordu ile Türk ulusçuları birleştiğinde, İtilaf güçlerinin bölgedeki varlıkları bütünüyle son bulacaktı. 

Sonuç olarak, 1919 yılı bitmeden, İtilaf Devletleri’nin “Ermenistan” ve 
“Kürdistan” hayalleri, onlar açısından tam bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. 
Ama o güne dek verilmiş sözler, kamuoyuna yapılmış açıklamalar vardı. Bunlardan bir anda geri dönülemezdi. O yüzden Sevr Antlaşması metnine şeklen 
“Ermenistan” ve “Kürdistan” ile ilgili hükümler konuldu. 
Ama bunların gerçekleşme şansı olmadığını herkes biliyordu.23 
3. Haşimi Hanedanı Yönetimindeki Irak’ta “Kürt Sorunu” ve  Siyonistlerin Kürtlerle Bağlantı Kurmaları (1921-1958) Ağustos 1921’de Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a, 50 yıl önce Mithat Paşa tarafından yaptırılmış olan Bağdat Sarayı’nda İngiliz Yüksek Komiseri Percy Cox tarafından taç giydirilmesiyle “Irak” adı verilen devlet kuruldu. Yeni devlet, Osmanlı İmparatorluğu’nun Basra, Bağdat ve Musul vilâyetlerinden oluşuyordu. 

Fakat Musul’un ve burada yaşayan Kürtlerin statüsü uzun süre belirsizliğini 
korudu. Ankara hükümeti, vilâyette yaşayan Türk ve Kürt nüfusunu İngiliz işgal 
yönetimine karşı ayaklandırarak Musul’u Türkiye’ye bağlamak için çeşitli 
yollar denedi. Bu amaçla 1921 yılında bölgeye bir askeri birlik gönderdi. 
Bu askeri birlik, özellikle 1922’de milis yarbayı Özdemir Bey’in vilâyete gelmesinden sonra önemli başarılar elde etti. Daha önce Antep direnişini başarıyla örgütlemiş olan Özdemir Bey, Revandiz’e yerleşti ve 1922 Ağustosunda kendisini destekleyen Kürt aşiretlerinin yardımıyla Britanya imparatorluk güçlerini 
yenilgiye uğratarak vilâyetin kuzeydoğu bölümünü işgalcilerden bütünüyle 
temizledi.24 Bunun üzerine İngilizler, Milletler Cemiyeti’ni devreye soktular. 
Cemiyetin 1922 Ekiminde usulen aldığı bir kararla Irak, Musul vilâyetini de 
içerecek biçimde İngiltere’nin mandat yönetimi altına kondu. Türkiye, Milletler 
Cemiyeti kararını tanımadı. İngilizler, Özdemir Bey’in gücünü kırabilmek 
için Hindistan’a sürgüne gönderdikleri Şeyh Mahmut’u geri getirerek Süleymaniye 
Valisi yaptılar. Böylece, Özdemir Bey’i destekleyen Kürt aşiretlerinin 
önemlice bir bölümünün onun yanından ayrılarak Şeyh Mahmut’un safına 
geçmesini sağladılar. Aşiretler arası ilişkilerin son derece kaypak ve güvenilmez 
zemininde bir süre konumunu muhafaza etmeye çalışan Özdemir Bey, 
İngilizlerin 1923 yılının Nisan – Mayıs aylarında düzenlediği bir karşı saldırı 
sonunda birliği ile birlikte Musul vilâyetinden çekilmek zorunda kaldı. İngilizler, 
bir süre sonra, artık işlerine yaramayan Şeyh Mahmut’u da tasfiye ederek 
vilâyetin tamamında denetimi yeniden kurdular.25 Bundan sonra, Türkiye 
ile İngiltere arasındaki Musul savaşımı siyasi/diplomatik zeminde sürecek ve 
uluslararası petrol lobisinin isteği doğrultusunda hareket eden Milletler Cemiyeti 
Konseyi’nin Musul vilâyetini İngiliz mandatsı altındaki Irak’a bağlaması 
ile sonuçlanacaktır. Bu karar, bir dizi siyasi ve diplomatik tezgâhın ve Doğu 
Anadolu’da kışkırtılan Kürt ayaklanmalarının ardından 1925 yılı sonunda alınacaktır. 

İçeride köklü toplumsal/siyasal devrimler yapmaya hazırlanan ve bunun 
için de barışçı bir ortama gereksinim duyan Türkiye, 1926 yılının Haziran 
ayında İngiltere ve Irak ile Ankara’da imzaladığı üçlü bir antlaşma ile Konsey 
kararını tanıyacaktır.26 İngiliz emperyalizminin Anadolu Kürtleri üzerindeki 
oyunları 1930’ların başına değin sürecek ve bu dönemde Doğu ve Güneydoğu 
Anadolu’da bir dizi Kürt ayaklanması yaşanacaktır. Ancak 1930’ların başında 
Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi ile Avrupa kıtası üzerine savaş bulutları 
yerleşecek ve bu koşullar altında Türkiye’ye gereksinimi olduğunu değerlendiren 
İngiltere, Kürtleri kışkırtmaktan vazgeçecektir. Kışkırtmaların durma-
sıyla birlikte, Türkiye’deki Kürt ayaklanmaları bıçakla kesilir gibi kesilecektir. 
Bundan sonra 50 yılı aşkın bir süre Türkiye’de Kürt sorunu yaşanmayacak, 
Soğuk Savaş’ın biteceğinin anlaşılması üzerine, 1980’lerin ortalarına doğru 
Türkiye’ye duyduğu gereksinimin azalacağını değerlendiren Batı emperyalizmi, 
“Kürt kartı”nı yeniden açacaktır. 

Musul’u Irak’a bağlayan Milletler Cemiyeti kararında, İngiltere, vilâyette 
yaşayan Kürtleri koruyacak yönetsel önlemleri alarak, Konsey’e sunmaya davet 
ediliyordu. Gerçi İngiltere’nin bu davete uyup uymadığını denetleyecek bir 
mekanizma yoktu; ama zaten bölgeye yönelik uzun vadeli hedefleri Kürt kimliğini 
olabildiğince geliştirip, bunu diğer bölge halklarına karşı bir silah olarak 
kullanacak olan İngiltere, bu doğrultuda elinden geleni yaptı. 1924’te Şeyh 
Mahmut’un tasfiye edilmesinden sonra Berzenci aşiretinin Kuzey Irak’taki etkisi kırıldı. 
Bundan sonra Barzan aşireti ön plana çıkmaya başladı. Barzan aşireti, 1920’lerin başında İngilizlerle Türkler arasında yaşanan Musul’un geleceğine ilişkin savaşım da Türklerle ve Özdemir Bey’le birlikte hareket etmişti. 
Bu yüzden İngilizler tarafından tutulmuyordu. İngilizler, vilâyeti işgal ettiklerinden 
beri sürekli olarak kendileriyle birlikte hareket eden Caf ve Talabani aşiretlerini destekliyorlardı. Buna karşın Barzan aşireti, özellikle Molla Mustafa Barzani’nin aşiretin başına geçmesinden sonra Kuzey Irak’taki etkisini büyük ölçüde arttırdı. Şeyh Mahmut gibi, Molla Mustafa Barzani de merkezî yönetimle uzlaşmaya yatkın değildi. 1932 yılında İngiltere’nin Irak üzerindeki mandat yönetiminin kâğıt üzerinde son bulmasıyla birlikte, Barzan aşireti 
Bağdat’taki merkezî Irak yönetimi ne karşı ayaklandı. Ayaklanma Irak Ordusu tarafından İngilizlerin de yardımıyla bastırıldı ve Molla Mustafa Barzani evinde göz hapsine alındı. 

İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkede İngiliz karşıtlığının artması ve Başbakan Raşid Ali’nin Almanya ile bağlantı kurması üzerine, İngilizler Mayıs 1941’de Irak’ı ikinci kez işgal ettiler. Aynı yıl, Almanya Sovyetler Birliği’ne saldırınca, İngiliz ve Sovyet güçleri güvenlik gerekçesiyle İran’ı da işgal ettiler. 

Bağdat ve Tahran’daki merkezî yönetimlerin etkilerini yitirmesinden yararlanan 
Kürtler, hem Irak’ta, hem de İran’da ayaklandılar. İran’daki Kürtler Mehabad 
Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurduklarını ilan ettiler. Bu, Moskova’nın desteği ile kurulmuş bir devletti. Sovyet yönetiminin amacı, Kürtleri kullanarak bölgesel etkinliğini arttırmaktı. İran Kürtleri ile birlikte hareket eden ve Mehabad Cumhuriyeti’nin bir benzerini Kuzey Irak’ta kurmayı amaçlayan Molla Mustafa Barzani, İran Kürdistan Demokratik Partisi’ni kendisine örnek alarak, 1946’da Irak Kürdistan Demokratik Partisi’ni (IKDP) kurdu. İkinci Dünya Savaşı bitince, İran ve Irak’taki işgal de sona erdi ve siyasal otoritesini yeniden kazanan Tahran yönetimi, 1947’de düzenlediği bir askeri operasyonla Mehabad Cumhuriyeti’nin varlığına son verdi. İran’da bulunan Molla Mustafa Barzani, Sovyetler Birliği’ne kaçarak bu ülkeden siyasal sığınma hakkı istedi.27 

1948 yılı, Ortadoğu’nun tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte, Birleşmiş 
Milletler kararıyla Filistin toprakları üzerinde İsrail adıyla bir Yahudi devleti kurulmuştur. Aslında bu, Batılıların, Yahudilere “vaat edilmiş topraklar” 
üzerinde bir yurt verme sözünü içeren 1917 tarihli Balfour Bildirisi ile başlatılan 
sürecin son aşamasıydı. Holocaustun28 Yahudi halkına karşı dünya çapında bir acıma ve sempati duygusu yaratmış olmasından yararlanılarak, 1917’de verilen söz yaşama geçirilmiştir. İsrail’in kurulması, günümüze dek sürecek ve bölgeyi sürekli bir savaş ortamına, büyük sıkıntı ve acılara sokacak bir süreci başlatmıştır. Arap toprakları üzerinde, Batı emperyalizminin uzantısı olarak gördükleri bir Yahudi devletinin kurulmasını hazmedemeyen Arap devletlerinin İsrail’e saldırması ile başlayan Arap-İsrail savaşı günümüzde halen sürmektedir. 

Arap-İsrail savaşında İsrail’in temel stratejisini “peripheral strategy” (=çevresel 
strateji) denilen bir anlayış oluşturur. Bu stratejinin temelleri, İsrail devleti 
kurulmadan çok önce atılmıştı. Tam adı, “theory of allied periphery”(=müttefik 
çevre kuramı) olan stratejinin ilkeleri daha 1930’lu yıllarda David Ben Gurion 
tarafından saptanmıştı. İsrail kurulunca devlet başkanı olan Ben Gurion, stratejiyi 
geliştirdi. Buna göre İsrail, Arap ülkelerini çevreleyen Türkiye, İran ve 
Etiyopya ile stratejik ilişkiler kurmalıydı. Ayrıca, bu strateji içinde Kürtlere de 
çok önemli bir yer veriliyordu. Çünkü İsrail’in iki önemli düşmanı olan Suriye 
ve Irak’ta önemli bir Kürt nüfus yaşıyordu. Suriye ve özellikle Irak’a yönelik 
yıkıcı faaliyetlerin en etkili aracı, bu ülkelerdeki Kürtlerin kışkırtılmasıydı. Bu 
amaçla Siyonist liderler, daha 1930’lu yıllarda Kürtlerle bağlantı kurmuşlardı. 
Siyonist gizli servisinde görevli Haham Shilia, Hebrew Okulu’nda okuyan bir 
öğrenci kimliğiyle geldiği Bağdat’ta bir ajan ağı kurmuş ve Kürtlerin yaşadığı 
Kuzey Irak’ın dağlık bölgeleriyle gizli bağlantı sağlamıştı. Yahudilerin Kürtlere 
duydukları ilginin bir nedeni de, “vaat edilmiş ülke” saydıkları toprakların, 
Kürtlerin yaşadığı toprakları yakından ilgilendiriyor olmasıydı. Siyonist lider 
Theodor Hertzl, 1904 yılında “Vaat edilmiş ülke”nin “Mısır’dan Fırat’a kadar 
uzandığını” söylemişti. İsrail devletinin kuruluşunun ele alındığı Birleşmiş 
Milletlerin 9 Ocak 1947 tarihli bir komite oturumunda ise Haham Fischmann, 
“vaat edilmiş ülkenin Nil ile Fırat ırmakları arasında yer aldığını” belirten bir 
rapor sunmuştu.29 ( Harita-1) 

Irak genelinde, ülke nüfusuna oranları % 4’ü bulan önemli bir Yahudi 
azınlık yaşıyordu. Bunlar, Kuzey Irak’taki Kürtlerle bağlantı kurmak ve 
onları kışkırtmak için önemli bir rol üstleniyorlardı. M.Ö. 722 yılında Asur 
Krallığı’nın Yahudi Krallığı’nı yıktığı ve Filistin’de yaşayan Yahudilerin bir 
bölümünü Mezopotamya ve Medya’ya götürdüğü İncil’de yazmaktadır. Babil Kralı 
II. Nabukadnezzar’ın Asurluları yenilgiye uğratmasından sonra, Babil’e (Bağdat) 
önemli sayıda Yahudinin yerleştirildiği bilinmektedir. Irak’taki Yahudi varlığı, İlkçağlardaki bu nüfus hareketlerinden kaynaklanmaktaydı. Asurlular 
tarafından Kuzey Irak’a yerleştirilen Yahudilerin sayısı, Yahudi hahamların yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri sonucunda artmıştı. Ancak bu sayı, Irak’tan 
Filistin’e Yahudi göçleri nedeniyle 1930’larda azalmaya başladı. 1932’de 
Irak’taki İngiliz mandat yönetiminin son bulması, ertesi yıl Almanya’da Hitler’in 
iktidara gelmesi ve buna bağlı olarak yükselen Nazi etkisi, Yahudi düşmanlığını 
ve Yahudiler üzerindeki baskıları arttırdı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce 
binlerce Yahudi Filistin’e göç etti. 20. yüzyılın ortalarında, yani İsrail devleti 
kurulduğu zaman, Kuzey Irak’taki Yahudi varlığı 25-30 bin civarında tahmin 
ediliyordu ve bu sayının önemli bir bölümü Zaho kasabasında yaşıyordu. 
Bağdat’ta ise, aynı tarihlerde 130 bin civarında Yahudi’nin bulunduğu hesaplanıyordu. 

Arap-İsrail savaşı başlayınca, Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler, daha da artan baskılar karşısında bu ülkeleri kitlesel olarak terk etmeye başladılar. 1948 ile 1952 yılları arasında Irak’tan Filistin’e gidenlerin toplam sayısı 150 bine yaklaşıyordu. Bunlardan 113 bini, İsrail’in, Bağdat’a kurduğu hava köprüsü ile 1950 Mayısından 1951 Aralığına kadar hava yoluyla Filistin’e taşınmıştı.30 Kuzey Irak’taki Yahudiler, çoğunlukla Türkiye üzerinden Filistin’e kaçtılar. Irak kaynaklarına göre bunların toplam sayısı 22.618 kişiydi. Sonuçta, Irak’ta yalnızca 5 bin civarında Yahudi kaldı. Bunlar da çoğunlukla büyük servet sahibi olanlardı. Servetlerini yitirmemek için birçoğu din değiştirerek Müslüman olmayı seçti. Yahudilerin Irak’taki varlığının son bulması, İsrail’in Kuzey Irak Kürtleri üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerinin zayıflaması sonucunu doğurdu. 31 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder