1 Eylül 2019 Pazar

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 2

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 2



Tarihsel Düşmanlık.,


Tarihsel düşmanlıkta iki temel unsur vardır. Ebeveynlerin nesilden nesile aktardığı duygusal unsur ve bireysel öykü unsuru bireyin ve toplumun bilinç dışında iç içe geçmiştir. Bunun temelinde seçilmiş travmalar vardır. Çözümlenmeyen travma sonraki kuşaklara aktarılarak çözüm gelecek kuşaklara devredilir. Travmanın tasarımları çözümlenmeden aktarıldıkça, gerçeklikle olan bağlantısını kaybetmeye başlar. 

Tarihi düşmanlık geçmiş tarihsel olayların duygusal etkileriyle birlikte bireyinbilinç dışında oluşan içsel tasarımlar olarak tanımlanır. Örneğin İstanbul’un fethedilmesi tarihi bir olaydır. Ancak bu tarihi olayın duygusal boyutu yaşanan büyük kayba bağlı Yunanlılarda yas ve bunun hazmedilememesi sonucu Türklere duyulan öfke ve düşmanlık duygularıdır. Bu duygular kendilerini Bizans’ın kalıntısı olarak gören Yunanlıların bilinçdışındaki içsel tasarımlarıdır.7 Tarihi düşmanlıklar insanların grup oluşumunda çok özel bir işlev görür. Tarihi düşmanlıklar bize ait olan ile olmayan grubu tanıyıp belirlememize yardımcı olur. Bir başka deyişle “düşman” ya da “öteki” sayesinde “biz” duygusu güçlenerek gelişmektedir. Herkes kendi grubunu daha akıllı, zeki, nazik, becerikli, çekici ve hep daha iyi görür. Diğer grup ise hep olumsuz algılanır. Bütün bu değer yargılarının kaynağı tarihi düşmanlıklarda, düşmanlığın nasıl toplumda işlendiği, yeniden inşa edildiği ve algılandığında görülür. 

Grup liderleri grubun bütünlüğünü güçlendirmek istediğinde bu tarihi düşmanlıkları yeniden canlandırarak harekete geçirir. Bunun en tipik örneğini 1988 yılında Slobodan Miloseviç eski Yugoslavya’da sergilemiştir. Bu dönemde Miloseviç henüz devlet görevlisi bir komünist bürokrat iken nüfusun çoğunluğu Arnavut Müslüman olan Kosova’ya gider. Orada küçük bir azınlık olan Sırplar’ın sorunlarını dinler. Gece yarısına kadar dertlerini dinledikten sonra Osmanlı’nın 1389 yılındaki Kosova Meydan Savaşı’nın tarihsel acısını sanki yeni olmuş bir olay gibi anımsatırcasına Sırplar’ın bu zulümden kurtarılacağını ifade eder. Alınan bir kararla 599 yıl önce savaşta ölen Sırp Prens Lazarus’un sözde kemikleri mezardan çıkarılıp bir tabuta konur ve bir yıl süreyle Kosova Savaşı’nın yenilgisinin intikamını almak üzere Yugoslavya’daki Sırp köylerinde bu tabut dolaştırılır. Kosova Savaşı’nın altıyüzüncü anma yılı olan 1989’da Yugoslavya iç savaşı patlamıştır.8 

Burada Vamık Volkan’ın belirttiği gibi Miloseviç’in kişisel travmaları ve mağdurluğunun Sırpların travmalarıyla özdeşleştirerek toplumsal mağduriyetin abartılı olarak yaşanmasına liderlik ettiği görülmektedir.9 Bu örnekte görüldüğü gibi grup lideri tarihi bir acıya dayanan düşmanlığı canlandırıp tetikleyerek büyük bir iç savaş ve katliamlara neden olmuştur. Kendilerini mağdur edilmiş olarak algılayan Sırplar, liderlerinin etkisiyle mağdur eden bir duruma girmişlerdir. 


Mağduriyet 

İçten gelen ruhsal bir durum olarak mağduriyet tanımlaması belki de en zor olan kavramdır. Çünkü bu durum davranışlarla kendini görünür biçimde ortaya 
koymaktadır. Mağduriyet dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlendirilmesidir. Keza mağduriyet veya mağdurluk çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir. 

Mağduriyetteki kurban etme olayı muhtemelen insanlık tarihinin çok ilkel köklerinden kaynaklanmaktadır. Kurban etme ritüelleri insanlık kabileler halinde 
yaşamaya başladığından beri vardır. Bu ritüeller sayesinde insanlar rahatlar sakinleşir ve hatta Tanrıyla bir temas halinde olma ve bütünleşme hissini yaşarlar Tanrıya yakın olurlar. Bunun sonucunda mağduriyet ilkel kabilelerde kolektif suçluluk yoluyla kolektif kaynaşmayı (kohezyonu) temsil eden bir ritüel olur. Böylece mağduriyet ve buna bağlı olarak gelişen ritüeller aşırı rahatsız edici suçluluk duygularına karşı bir savunma süreci haline gelir.10 

Mağduriyet, günah keçisi olma düzeyinden çok ağır fiziksel şiddete varan tarzda bir eylem yelpazesi içinde ortaya çıkabilir. Böylece mağduriyet psikolojik ya da fiziksel saldırganlık sonucu veyahut her iki biçimde olabilir. Mağduriyette dış çevresel gerçekler psikolojik yaşamın biçimlenmesinde önemli rol oynar. Çevre 
gerçekleri ile içsel psikolojik gerçekler sürekli bir etkileşim halindedir. İstismar ve ihmal sonucu işkence duyguları içinde olduğunu yaşayan çocuklar kendilerine bu duyguları yaşatanlarla özdeşim yaparlar. Kendileri de büyüdüklerinde aynı şeyleri başkalarına uygularlar. Mağduriyet psikolojisi içindeki kişiler ayrıca dış gerçekliği kendi içsel süreçlerine göre düzenlemek için ya dış gerçeklikleri çarpıtarak yaşantılarlar ya da kendi iç süreçlerine uygun bir dış dünyada yaşamayı seçerler. Böylece sürekli olarak “örseleyenin” olduğu bir dünyada sıkışıp kalırlar. 

Jeanne Knutson 1989’da şöyle demiştir: “Mağduriyet terörün içinde doğar, nadiren bazı kritik politik olaylarla oluşur. Bu patlayıcı duygular ve inançların bir 
karışımıdır.”11 

Şiddet ve terörizmi yaratan ve uzun süre devamını sağlayan ortam ve sebepler nedir? Gruplar neden kavga etmek gerektiğini hissederler? 

Bireyler yaşamlarının ölümcül bir biçimde tehdit edildiğini ve bunun yalnızca bir iki kez değil sürekli olarak yaşandığını ve gelecekte de yaşanacağına inanıyorlarsa kavga ederler. Bu inanç mutlaka onlara bir şey yapılmış olduğundan kaynaklanmayabilir. Belki de kendilerinin belli bir etnik grubun içinde doğmuş olmasının talihsizlik duygusu içinde oldukları için de böyle düşünürler. Böyle bir grup onlara böyle bir kimlikvermektedir. Örneğin şu anda yaşamakta olan Yunanlılar 1453’te İstanbul’un kaybedildiğini yaşamamışlardır. Ancak onların atalarının yaşamış olduğu acılar ve buna bağlı mağduriyet efsaneleştirilerek, nesilden nesile aktarılarak devam ettirilmiş ve sanki halen acı yaşanıyor duygusu gelişmiştir. Burada zaman çökmesi denen bir psikolojik kavram söz konusudur. Yüzlerce hatta bazen binlerce yıl önce yaşanan 
bir travma ve acı sanki şimdi olmuş gibi bir duygu ile yaşanabilmektedir. Benzer yaşantıyı Şii Müslümanların yüzyıllar önce Hz Ali’nin öldürülmesi sonucu 
yaşanmış olan acıyı, her yıl ritüellerle tekrar etmelerinde görebiliriz.12 Keza aşiret hayatı yaşayan bazı topluluklarda yüzlerce yıl devam eden kan davaları da yaşanmış mağduriyetlerin bir sonucudur. Ermeni diasporası atalarının yaşadığı travma ve mağduriyeti kendileri yaşamış gibi canlı tutmakta ve önemli bir kimlik iddiası olarak sürdürmektedir. Kimlik üzerinden yaşanan acılar ve mağduriyetler o toplumun tümüne kolaylıkla yayılır. Kimliğe yönelik olmayan diğer acılar ve mağduriyetlerde olduğu gibi ateş yalnız düştüğü yeri yakmaz. 

Mağdurluk Psikolojisi 

Mağdurluk bireysel ve kollektif etnik aklın bir durumudur. 

Mağdurluk, bir grup içinde üyelerin kendilik değerleri bireysel güvenlik duygularını oluşturan geleneksel yapıları, dıştakiler yani diğer grup tarafından agresif ya da politik şiddetle tahrip edildiğinde gelişir. 

Mağdurlukta en az üç unsurdan söz etmek gerekir. Bunlar: 

1. Kişisel yaşantıdan kaynaklanan (Fiziksel veya Psikolojik Şiddet) . 
2. Mağdur bireyin ya da mağdur grubun hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir şiddete maruz kalma durumu, burada kurban olan kişi hukuk ve insan 
haklarının ihlal edildiğini bilir. Yine mağdur olan şunu da bilir ki insanların çoğu kendisinin böyle bir muameleyi hak etmediğinin farkındadır. 
3. Karşıt grubun sürekli tehdidi altında olan mağdurlar kendi içlerinde yok olma tehlikesini yaşarlar. 

Mağdurların benliğinde yer etmiş onların tahrip olan yaşamının anlamı ve güvenliğindeki ilkel inançlarını tamir edecek herhangi bir psişik mekanizma ya da bir dış olayın olmaması kendi içlerinde oluşan öfkenin kaynağını oluşturur. Bu nedenle kişi hiçbir zaman kendi mağdur kimliğini silemez. Mağdur kendisine yapılan ilk saldırıdan sonra hep tetiktedir. Zaman içinde durum değişse ve tehdit durumu azalsa bile mağdurun korkusu eski şiddetini yitirmekle birlikte yine de 
devam eder. Çünkü bireyin kişisel güvenliğiyle veya yaşamını devam ettirmesi ile ilgili ilkel temel inanç ve güven sarsılmış ve yıkılmıştır. Mağdur aynı anda hem geçmiş için yas tutar hem de gelecek için korkar. Temelde gelecek kaygısı oldukça yoğundur. Mağdur olan grup kendi acısının kaybının yasını tutamadığı gibi karşısındaki grubun yaralanmalarıyla ilgili olarak da yas tutma kapasitesinden yoksundur. 

Bunun sonucu olarak mağdurlar diğer mağdurları mütemadiyen tekrarlayan bir döngü içinde nesilden nesile geçecek şekilde öldürüp durmaktadırlar. Örneğin İsrail’in Gazze’den fırlatılan roketlere gösterdiği aşırı duyarlılıkta aynı acıyı tekrar yaşamak istememesi ile ilgili psikolojinin rol oynadığını söyleyebiliriz. 

“Never again” ifadesi bunun özeti sayılabilir. Burada pasif olanın daha kolaylıkla kurban olarak seçileceğine ilişkin içsel duygusal algı ve bilgi etkilidir. Politik 
şiddetin doğuşundaki inanç şudur: Bireyin ya da grubun sürekli kendini savunması gelecekte benliğe bir başka deyişle kimliğe yönelik saldırı tehditlerini engellemeyi amaçlar. 

Bireysel mağdurluk ve bu psikolojik temel üzerine gelişen terörizm, genelde o mağdurluğa neden olan bir şiddet ya da travma sonucunda ortaya çıkar. Bireylerin yaşadığı bu tür şiddet hareketleri kişisel güvenlik duygusunun kaybına neden olmaktadır. 

Birey daha ileride ortaya çıkabilecek şiddeti önlemek için sürekli bir savunma gereksinimi duyar. Bireyde işleyen bu süreç bilinçdışıdır. Güvenlik 
duygusunun kaybına ya da zedenlenmesine bağlı olarak bireyler, kendileri için güvenli sığınaklar arayabilir veya onları mağdur edenleri cezalandıracak ve mağdur edecek örgütlere ve yapılanmalara katılabilirler. İsrail’in Filistinlileri yerlerinden yurtlarından çıkararak mülteci durumuna getirmesi, Filistinlilerin büyük trajedisi olmuştur. Filistinliler bu mağduriyete karşı şiddetle karşılık veren örgütlenmeler oluşturdular. Onların terörist olarak görülmesi dahi çok travmatik olabilir. Bir çok terörist yaşadığı bir mağduriyet sonucu, örneğin gözaltına alındığında şiddete maruz kalma, işkence görme ya da sözel tacize uğrama sonucu kendisi de şiddete başvurmaya karar vermiştir. Artık mazlum birey zulmeden birey olmuştur. Nitekim Hitler’in katliamıyla mazlum olan Yahudiler şimdi Filistinlileri mazlum duruma getirirken kendileri zulmeden konumuna gelmiştir. Teröristin diğer bir etnik ya da ideolojik grubu öç alınacak nesneler olarak seçmesinde grup özdeşiminin baskısı (seçilmiş zaferler ve travmaları yaşama), tarihsel süreçler (etnik veya ulusal çadırın sonlanması gibi) rol oynamaktadır. Bazı durumlarda ise mağdur edilecek kişiyi ve kurbanı seçmede geçmiş yaşantılarının etkisiyle teröristin kişisel tercihleriön plana geçmektedir. Örneğin kendi babası ya da ailesiyle travmatik yaşantısı olan bir kimse babasıyla savaşmak yerine grupta düşman ile savaşmayı yeğler. Bazı kimseler için güvenilir insan ilişkileri tahrip olmuştur. 

Kronik olarak mağdur edilen kişi ya bir çeşit donmuş pasivite veya duygusuz pasivite durumuna çekilir Kıbrıslı Türklerde olduğu gibi- ya da başka bir regressif ve ilkel davranış biçimleri geliştirir. Bu nedenle teröristler dehumanizasyonun etkisiyle cinayetlerini çok vahşice gerçekleştirebilmektedir. Kıbrısta 1960’lı yıllarda Türklerin Rumlar tarafından katledilmeleri, evlerinden sürülüp kapalı bölgelerde (enclave) yaşamak zorunda bırakılmaları büyük bir travma ve mağduriyet oluşturmuştur. Kıbrıs Türk halkı o dönemde kafeslerde muhabbet kuşu yetiştirerek acılarını dindirmeye çalışmıştır.13 

Mağduriyet ve Dehumanizasyon 

Dehumanizasyon içsel bir psikolojik süreç olarak bir grubun üyelerinin diğer grubun üyelerini insandan aşağıda hatta insan türü dışında bir yaratık olarak görmek olarak tanımlanır. Bu zihinsel mekanizma, düşmanımızı bir vahşi yaratık, canavar olarak görmemizi sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Karşı tarafın 
insanlığı benimsenmez, kabul edilmez ve stereotipik olarak diğerleri ürkütücü, rahatsız edici bir makine veya değersiz insanlık dışı bir ürün olarak görülür. Mağdur kişi veya gruplar onları mağdur edenleri insanlıktan çıkararak her çeşit şiddeti uygular hale gelirler. Dehumanizasyon yaşanan mağduriyetin üstesinden gelebilmenin farklı bir boyutu sayılabilir. Dehumanizasyon sonucunda kişiler bir anlamda, yaptıkları eylemlerden suçluluk duymaksızın kendilerinde bir hak görme davranışı sergileyebilirler.14 

Dehumanizasyonda acı veren veya kabul edilemeyen içsel durumlara karşı bir savunma manevrası olarak kullanılır. Aşırı rahatsızlık veren tarihsel utançlar, dayanılmaz derecede yaşanan tarihsel şiddetler dehumanizasyona yol açar. Bireyler için tarihsel utançlar çocukluk dönemlerinde yaşanan travmalardır. Bunlar ihmal, istismar, sevgisizlik, şiddet, ensest ve tecavüz gibi durumlardır. Bu travmalar sonucu bireysel mağdurluklar oluşur. 

Toplumlar için tarihsel utanç yaratan travmalar savaşlardaki yenilgiler, işgaller, tecavüzler, işkenceler, zorunlu göçler, terörist saldırılar, adaletsizlikler, aşağılanmalar gibi durumlar olup bunlar toplumda ağır ve unutulmaz mağdurluklara neden olurlar. Bütün bu tarihsel travmalar sonucunda toplum kendini aşağılanmış ve insanlık dışına itilmiş olarak algılayabilir. Bu şekilde aşağılanma, horlanma, değersizlik ve insanlık dışı olma duygularına dayanmak çok güçtür. Bu olumsuz acı veren duygulardan kurtulmak için dışlaştırma ve yansıtma mekanizmaları kulla-nılarak rahatlamaya çalışılır. Bunun sonucunda bu duygular başkaları yani ötekiolarak algılanan topluluklara mal edilir. Örneğin Hristiyan Avrupa ülkelerinde Müslüman Türklere karşı yaşanan öfke, öç alma, aşağılama, insanlık dışı yaratık ve daha aşağı görme duyguları ve yerleşmiş ön yargıların kökeninde Müslüman Türkler tarafından onlara karşı yapılan savaşlar ve ülkelerinin Osmanlı egemenliğine girmesine bağlı yaşanan utanç duyguları ve mağdur edilmiş oldukları duygularıyla bağlantılı tarihsel düşmanlık ve Türkleri insanlık dışı görme anlayışı yatmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’ya iş göçü nedeniyle giden Türkler, Hıristiyan Avrupalıların bilinçdışında yerleşmiş olan olumsuz Müslüman Osmanlı-Türk imajının yeniden canlanmasına ve Türklere yönelik olumsuzluk ifade eden söylemlerin tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur. Onların bu tavırları ve ön yargıları ise Türklerde mağduriyet yaratmaktadır.15 

Özellikle son birkaç yıldır Avrupa’da yaşayan ekonomik krizin faturası göçmen karşıtı söylemler geliştiren sağ ve sol partilerin politik stratejilerinde ön sırada yer almıştır. Hatta Lüksemburg Başbakanı Yunanistan’daki ekonomik krizin faturasını Osmanlı’ya mal etmiştir.16 Avrupa Birliği Burada en çok Türkler hedef haline gelirken önemli mağdurlukların yaşanmasına neden olmuştur. 

Bir yerde mağdur olduğunu düşünen büyük gruplar diğer gruplara yönelik bu duyguları aracılığıyla hem öç almakta hem de kendi yaşadıkları acıyı onlara yaşatmaktadırlar. 

Bunun en tipik örneğini İsrail’de görmek mümkündür. Hitlerin katliamıyla mağdur olan Yahudiler empati kurmak yerine Filistinlilere yaşattıklarıyla 
onları mağdur duruma sokmaktadırlar. Yahudiler bu anlamda geçmişte yaşadıkları edilgen durumu tersine çevirerek, geçmiş travmalarını tekrarlayıcı bir biçimde kontrol etmeye çalışmaktadırlar. Bu durum bireysel olarak travma yaşamış bir çocuğun travmasını tekrarlayıcı olarak oyunlarla kontrol etmesine benzetilebilir. 

Grupta Mağdurluk ve Kendilik Duygusu 

Çatışma içindeki ulusal veya etnik grupların psikodinamiğini anlayıp sistematik bir organizasyon yapabilmemiz için self (kendilik) duygusunun çocuklukta nasıl 
geliştiğine bakmamız gerekir. Self (kendilik) hissi ve duygusu çocukta doğumu müteakip onun anne ve babasıyla kurduğu ilişkiyle oluşup gelişmeye başlar. Gelişim sürecinde iyi ve kötü yaşantılar aynı zamanda ancak birbirine paralel giden iki doğrultuda gelişir. Erken bebeklik döneminden itibaren hoşlanmadığımız, beğenmediğimiz tüm düşünce, his ve dürtüleri dışımızdakilere atfeder ve onları dışlarız. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder