Devlet-Toplum Kıskacında “Sokak Hayvanları”
ÖZEL NOTUM;
HAYVAN SEVERLER DEN VE BELEDİYE BAŞKANLARINDAN RİCAM..
1- BÖLGENİZDE Kİ HAYVAN SEVERLER İ VEYA DERNEĞİ VARSA YÖNETİCİLERİNİ.BİR ARAYA GETİRİNİZ..YER TAHSİS EDİNİZ..BAKIM TEMİZLİK GIDA İHTİYAÇLARINI DA KARŞILAMALARI KOŞULUYLA.. BELEDİYE BAŞKANLARI OLARAK YER TAHSİSİYLE YAPINIZ..
2- YEREL YÖNETİMLER DAHİLİNDE HER BELEDİYEDE VETERİNER HEKİM MAKAMI VARDIR..VETERİNER DENETİMİ VE HASTALANAN HAYVANLARA BAKIMI DA GARANTİ EDİN..
3- 1 AY ANKET YAPIN NE DERNEKTEN GELEN OLUR..,!!!! NEDE HAYVAN SEVERLER DEN!!!
GELENDE BAHANE BULMAYA YEREL YÖNETİMİ ELEŞTİRMEYE GELİR.. VEYA ÇOCUKLARINI SEVİNDİRMEYE GELİR.. ( ÇOCUKLARI BU HAFTA HAYVANAT BAHÇESİNE GÖTÜRDÜM DİYEBİLMEK İÇİN...!!!
4- ÖNCELİĞİMİZ TOPLUMUN ORTAK KULLANIM ALANLARI OLAN CADDE SOKAKLARIMIZ DA İNSAN SAĞLIĞIMI.. HAYVAN SAĞLIĞIMI? BUNA BİR KARAR VERELİM? ( KALDIRIMLARDA YÜRÜNMÜYOR ARTIK.HAYVAN PİSLİĞİNDEN..
5- BİLHASSA KEDİ TÜYÜ KÖPEK TÜYÜ TENEFFÜS YOLUYLA ÇOCUKLARDA CİĞERLERE GİTTİĞİ ANDA HASTA OLMASI İLERİ YAŞLARDA AKCİĞER KANSERİNE KADAR TOL AÇABİLİYOR..
6- HAYVAN BAKIMI MALİYETİ YÜKSEK BİR HOBİ.., ONA YAPILACAK MASRAFI YOKSUL ÇOCUKLARA.., ŞEHİT AİLESİ ÇOCUKLARINA HARCANSA TÜRK GENÇLİĞİNİN VE İHTİYAÇ SAHİBİNİN OKUMASI TOPLUMA YARARLI HALE GETİRİLMESİ NE KATKI VERİLMESİ DAHA BÜYÜK SEVAP OLMAZ MI?
SAYGIYLA VE KAYGIYLA
Abdullah Onay
11 Ocak 2019
Kayseri Hacılar’da “köpeklerin saldırısı” sonucu
bir gencin ölmesinin ardından, alışılageldiği üzere, hayvan hakları savunucuları
ve hayvan severler suçlandı.[1] Bir hayvan hakları savunucusunun bu ölüm karşısında
duyarsız olabileceğini sanmıyorum. Ancak, türcülük eleştirisi karşısında mevcut
paradigmayı korumaya kalkanlar, refleks olarak hemen bu mizantropi (insan
düşmanlığı) yaftalamasını yapıyorlar. Feminist hareket de uzun dönem, erkek
düşmanlığı ile suçlanmıştı.
Acılı ailenin tepkilerini anlayabiliriz, ateş
düştüğü yeri yakar. Genç bir insanın ölümü üzücü. Ama cenazede “hayvan
hakları”ndan bahseden müftüye tepki gösteren cemaati müsliminden epey kişinin de
bu acı olayda masum olmadığını da söylemek durumundayız; onlara düşen payı da
belirteceğim aşağıda.
Köpekler saldırır mı? Evet saldırır. İnsan
köpekler için bir “tabu” olmasına, insan öldürmeye yönelik güdüleri olmamasına
rağmen (yoksa köpek saldırıları sonucu her gün ölüm haberleri duyardık,
özellikle kırsal bölgelerde) insan eli değdiğinde bu mümkün olabiliyor.[2] Ama burada tartışılması gereken saldırırlar
mı / saldırmazlar mı olmaması gerekir. Bizatihi bu sorunun kaynağındaki insanı
tartışmalıyız.
Gelelim Hacılar olayına. Bu “sokak hayvanları”nın
“sorun”laştırıldığı ne ilk ne de kuvvetle muhtemel son olay olacaktır. Çünkü bu
“sorun”un bütün aktörleri / bileşenleri bu “sorun”un çözümünden değil, devamından
yanadır. Hiçbir zaman “sokak hayvanları” diye adlandırdıkları canlıların
karıncalar gibi topraktan mı çıktığı, gökten mi düştüğü, kaynağının ne olduğu
sorusuna cevap vermeyecekler dir. Bakalım bu aktörlere.[3]
Devlet
Devletin sokak hayvanları “sorun”unu çözmeye
yönelik ilk girişimi, 1911 yılında 60-70 bin köpeğin İstanbul’dan toplatılıp,
Hayırsızada’ya atılması ile başlar. Köpekler açlık ve susuzluktan, birbirlerini
parçalayarak ölürler. Ama yine de “sorun” çözülmemiş olacak ki, bir süre sonra
İstanbul Belediye Reisi olan Cemil Topuzlu, anılarında 30 bin köpeği yavaş yavaş
imha ettirdiğini yazmakta sakınca görmez.[4]
Bu tür türkırımları, 2000’lerde Hayvanları Koruma
Kanunu çıkana kadar sürer. Yasa öncesinde imha işleri, belediye görevlilerince
sokak ortalarında aleni biçimde, zehirleyerek veya tüfekle vurarak yapılırdı.
Kimi zaman bazı belediyeler kuduz bahanesi ile çoluk çocuk dahil olmak üzere
halkı, üç-beş kuruş vererek kedi-köpek avına çıkartırdı. Yine hatırlamakta fayda
var: Örneğin 12 Eylül gibi büyük acılara yol açmış bir dönemde, belediye
başkanlığına tayin olunan Abdullah Tırtıl ve ardından gelenler döneminde
katliama hız verildi. “İstanbul Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü’nün 1984
yılı kayıtlarına göre üç yıl içinde 88.153 köpek ve 3089 kedi öldürülmüş”tür.
Seçimle birlikte belediye başkanı olan Bedrettin Dalan da bu türkırımları ile
adını bu utanç verici karanlık tarihe büyük harflerle yazdırmıştır.[5]
İBB
Kısırkaya toplama kampı,
1990’ ların ortalarında açılan, hayvan severlere
ölümü gösterip, sıtmaya razı eden barınaklar yasa gereği hızla yayılır. Artık
“İmhalar” ya barınaklarda ya da geceleri sokaklarda, gizlice yapılır.
Hayvan sever kitlenin büyümesi, tepkilerin artması belediyeleri dolaylı ölüm
yollarına sevk eder. Toplatılan köpekler, diğer belediye sınırlarına ya da
ormanlara atılır. Yoğun kısırlaştırmalar da başlamıştır. (Tabii ki bu
anlattıklarımız bazı büyük şehirlerdeki seyirdir, taşrada ve küçük yerlerde,
nüfus kontrolü, ya resmî görevlilerce ya halk tarafından dişi köpeklerin ortalık
yerde vurulması ile gerçekleşmeye uzun süre devam etmiş, epey yerde de devam
etmektedir.) Yasaya göre belediyeler artık veteriner istihdam etmek zorundadır.
Ama bu hizmet de “imha”da kullanılır çoğu zamanlar. Şimdi bu resmî kurumların
Hacılar olayındaki tavırlarına bakalım.
Hacılar’da Devlet-Belediye
Hacılar Belediye Başkanı Bilal Özdoğan olay
sonrası şu açıklamayı yapıyor:
"Çocuklarımıza saldıran
köpek sayısıyla ilgili net bir bilgi ulaşmadı. Belediyemiz başıboş köpekleri
düzenli olarak topluyor, Büyükşehir barınağına ulaştırıyor. Ama çok anlık bir
mesele. (…) Düzenli işlem yapmamıza rağmen ilçemizin merkeze çok yakın olması
nedeniyle bırakılan köpekler olduğunu görüyoruz. Şikayet üzerine sürekli
toplamalar var. Bu bölgede de dün 5 köpek alınmış, kayıtlarımızda var. Gün
içerisinde de 170 köpek Büyükşehir barınağına teslim edilmiş durumda."[6]
Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin açıklaması ise
şöyle:
“Büyükşehir Belediyesi
olarak her konuda olduğu gibi sokak hayvanları konusunda da kanun ve
yönetmelikler çerçevesinde hassasiyetle üzerimize düşeni yapmaktayız. Büyükşehir
Belediyesi’nin bazı sosyal medya hesaplarında iddia edildiği gibi köpek toplama
gibi bir görevi ve uygulaması yoktur. Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri
tarafından toplanan köpekleri bünyesinde oluşturduğu Köpek Barınma Evi’ne
tutanakla kabul ederek bu köpeklerin veteriner hekimler tarafından
muayenelerinin yapılmasını sağlar, hastalık ve saldırganlık açısından
tespitlerini yaptırır. 10 günlük süre içerisinde de temiz çıkan köpekler,
kısırlaştırma ve mikro çip uygulaması yapılarak sahiplendirilir,
sahiplendirilemeyen köpekler ise tekrar teslim eden ilçe belediyesine tutanakla
iade edilir.”
Görüldüğü gibi belediyeler ezberlerini
sürdürüyorlar, düzenli olarak toplama yapıp, barınaklara doldurduklarını asli
görevlerini yerine getirmenin huzuru ile dile getiriyorlar.
Gelelim devlet erkânına. Hacılar kaymakamı öfkeli
ve iddialı. Mevcut koruma yasasına kızıyor, elinin kolunun bağlandığını
düşünüyor:
"Barınakla yapmakla o iş
olmuyor, barınağa götürülen köpekler buraya bırakılıyor. Hayvanlarsa, serbest
yaşam hakkı tanıyor kanun. Bizim yapacağımız o kanunla ilgili mecliste gereğinin
yapılmasını sağlamak. Burada belediyenin kusuru yok. Belediyede şikayet edilen
memur bu konuda gereğini yapmadıysa biz yarın gereğini yapacağız. Yarından
itibaren Valimizin de desteklerini alarak bizzat bu işi 1 ay içinde çözeceğim.
Şubatta bu sorunları çözmüş olarak karşınıza çıkacağım."
Hacılar
toplama.,
Nerede o eski zamanlar, yasanın falan olmadığı.
Şimdi zorunlu olarak sözünü yerine getirip “imha”yı gizlice yapmak durumunda!
Oysa bu “sorun”un bir tarihi olduğunun farkında değil. Seneye yerine/yerlerine
bir başka kaymakam geldiğinde meydana gelecek bir olayda benzer demeci
vereceğine iddiaya girebiliriz. Yasaları suçlu buluyor, yasaların bunu eskiden
olduğu gibi aleni yapmasına izin vermeyip, zorluk çıkarmasından şikâyetçi. Ne
soruna dair bir ilgisi ne de bilgisi var!
Peki Vali Şehmus Günaydın desteğe hazır mı? Her
daim duyduğumuz resmî açıklamayı yaptığına göre hazır:
"Bu konuda hemen adli ve
idari soruşturmalar başlatıldı. Bu olayın bütün yönleriyle araştırılması için
gerek cumhuriyet başsavcılığımızca, gerek milli eğitim müdürlüğümüz gerekse
kaymakamlığımızca. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, en ince detayına kadar gerekli
soruşturma yapılacak. Bu konuda suçu, ihmali olan kim varsa adli ve idari
işlemler yapılacak, bundan kimsenin şüphesi olmasın.”[7]
Velhasıl devlet-belediyeler, bugün de yüz yıldır
bildiğimizden farklı bir hareket içinde olmayacak! Ülkede ne kadar soğan
üretildiğini kimler tarafından depolandığını bilen devlet, köpeklerin kimler
tarafından çiftliklerde üretildiğini, kimler tarafından alınıp-satıldığını,
takas edildiğini, “sahip”lendirildiğini, barınaklara doldurulduğunu, sokaklara,
parklara bırakıldığını, vb. bilmiyor; ya da doğrusu bilmezden geliyor![8] Bu konuda toplum tarafından zorlanmayacağını da biliyor.
Sorunun kaynağı olmak konusunda toplumla olan ortaklığını bozmak istemiyor.
İBB'nin
kendi broşüründen
Ayrıca “çalışıyor” görünmesine de vesile oluyor,
övünebiliyor icraatlarıyla. Mesela nüfusun dörtte birini idare eden, bu alanda
da uzak ara önde olan İBB, kısırlaştırma sektöründeki rekoltelerinden gururla
bahsedebiliyor, devasa barınaklar inşa ediyor.[9]
Ya Toplum!
İnsan-köpek ilişkisi, toplumsal değişimlere ayak
uydurarak/uydurmayarak sürüp gidiyor. Kırsal kesimde bekçilik görevinde istihdam
edilen köpekler, Doğan Kuban’ın söylediği gibi şehirlere köylülerce
getirilmiyor, şehir tarihi kadar eskiler.[10] Ama her toplumsal değişim onların durumunu zora sokuyor.
Önceleri mahallelerde yaşayıp giderlerken, zamanla küçük cinsler üst sınıf
evlerde “süs” olarak bulundurulmaya başlıyor. Nüfus artıyor, orta sınıflar
büyüyor, kedi-köpek edinme katlanarak artıyor. Kedi-köpek merakı da büyüyor.
Çocuklar istiyor, karne hediyesi olarak, oyuncak olarak alınıyor, sevgilisine
doğum günü hediyesi oluyor, evlere hapsediliyor, yazlıklarda eğlence oluyor.
Villalarda, işyerlerinde ise bekçilik işlerinde istihdam ediliyorlar.
Ancak bu artışla paralel sokaklara, parklara ya
da barınaklara atılıyorlar, yazlık yerlerde geride bırakılıyorlar. Çünkü bahane,
mazeret çok: Çocuğu yurtdışına okumaya gidiyor, kızı doğum yapıyor, çocuklara
hastalık bulaşır diye korkuyor, yazlık evde oluyor da kışlıkta olmuyor, tülleri
tırmalıyor, yere işiyor, tüyleriyle başa çıkılamıyor, tüyü kist yapıyor,
veteriner masraflarına para yetişmiyor, elini tırmalıyor/ısırıyor, sürekli
seyahat etmek zorunda kalıyor, evleniyor eşi istemiyor, alerjisi çıkıyor ve
benzeri akla hayale gelmedik bahanelerle hayvanlar oraya buraya terk ediliyor.
Bu o kadar doğal görülüyor ki, kimse bu yaptığında bir tuhaflık görmüyor.
Hayvanların yaşam mücadelelerine destek olan herkesin bildiği yüzlerce örnek
vardır bildiği (ben sayabilirim mesela böyle yüzlerce örnek!).
Kısa geçiyorum, toplumda “pet modası” arttıkça,
“sahiplenme” arttıkça, sokağa atılan, barınağa tıkılan dağlara taşlara atılan
hayvan sayısı da aynı oranda artıyor. Bu ayrıca toplumda sık sık ortaya çıkan
sokak hayvanlarından şikâyetlerdeki ikiyüzlülüğe de yol açıyor. Sorunun
gerçekten çözülmesi konusunda devletten-belediyelerden şikâyetçi olamıyorlar,
talepleri hep toplatılmaları yönünde oluyor. Ama biliyorlar ki, kendileri olmasa
bile eşleri-dostları evcil hayvanlarını sokağa atmışlardır. Bunun unutulmasında
fayda vardır. Yukarıda bahsettiğim gibi Hacılar’daki cenaze namazında müftüyü
protesto eden cemaatin içinde de bunu yapanlar illaki vardır. Ama toplum sokağa
atmayı, barınağa teslim etmeyi o derece hakkı olarak görüyor ki, aynen çöpünü
kapıya bıraktığından farklı görmüyor. Bir farkı var, vicdanı da pırıl pırıl
kalsın diyenler, “daha iyi yaşar” dediği bir bölgeye götürüp atıyor.
Sektörün Büyüyen Ekonomisi Ve
Rantçılar
Bütün bu gelişmelerle birlikte gitgide büyüyen
bir pet ekonomisi çıkıyor ortaya; pet mağazaları, küçük-büyük üreticiler,
internet satıcıları, ithalatçılar, mamacılar, aşıcılar, kısırlaştırmacılar,
veterinerler, pet aksesuarları, güzellik yarışmaları, köpek dövüşleri vb… Milyon
dolarlık cirolardan söz ediliyor artık. Popüler kültür ikonları illaki kedisi
köpeği ile poz veriyor medyaya, bu alana yaptıkları bağışlar ile reklamlarını
yapıyorlar.
Elbette bu kadar hızlı büyüyen bir sektör,
fırsatçılar için de iştah açan bir rant kapısına dönüşüyor. Hayvansever
kılığında birçok kişi sektöre hücum ediyor. Sürekli yardımlar toplanıyor,
kampanyalar yapılıyor. Bu işten ciddi gelirler elde edenler ortaya çıkıyor.
Zaman zaman bazıları deşifre oluyor, ama boşlukları hissedilmiyor, yerlerini hep
birileri dolduruyor. Ekonominin genelinde var olan kayıtdışılık, bu alanda da
var, hatta fazlasıyla var! O kadar ki, bunları gayet iyi bilenler bile
kabulleniyor, normal görmeye başlıyor.
Bütün bu çark içinde kedi ve köpekler, hakları
olan birer canlı değil, meta olarak varlar. Ayrıca ekonomik rakamlar içinde bir
kalem olarak doğrudan yer almaları sınırlı. Katma değerleri, mamadan,
veterinerlik hizmetlerinden, ilaçtan, lüks tüketimden vesaireden geliyor. Ama
küresel ekonominin bildik yasaları burada işlemiyor. Çünkü kedi köpek ucuz bir
meta. Dünya ekonomisinde metaların fiyatları birbirine yakın hale gelirken,
Türkiye’de kedi-köpeğin fiyatı Batı standartlarının çok uzağında kalıyor. Ki
çoğunun sefil olmasını da unutmayalım. Nasıl ki, fiyatı düşen, mesela sebzeler,
imha ediliyorsa, o derece değersizler.
Geldik Hayvan severlere
Yukarıda saydığımız aktörler, “ Sokak Hayvanları”nın makûs kaderini değiştirme ihtimalleri ve talepleri olmayanlar,
tersine çıkarları gereği pastanın büyümesinden memnunlar, ne kadar çok üretilir,
tüketilirse kazançları artıyor; geriye kalıyor, hayvan severler, hayvan hakları
savunucuları.
Buradaki en büyük sorun hayvan sever kitlesinin de
büyük bir bölümünün bu işleyişin sonucunda atılan kedi-köpeğin sokaklarda
yaşamasını “doğal” kabul ediyor olması. Bu yüzen bütün mücadelesini, enerjisini
bu sistemi sürdürmeye harcıyor. Oysa referans verdiği geçmiş, bütün değişimler
sonucu tamamen değişti, değişmeye devam ediyor. Kentin hakimi otomobiller;
otobanlar, caddeler, geçitler, köprüler… İnsanlar eski mahallelerden
gökdelenlere taşındı. Yani kedilerin, köpeklerin de yaşayabildiği eski küçük
sokaklar, bahçeler kalmadı artık. Ayrıca ülkemizde büyük kentlerde toplumun
sokak ile ilişkisi bir aidiyet ilişkisi içermez, kendisini sokağın bir parçası
olarak görmez. Nitekim kamuya ait meydanlarımız da pek yoktur. Devlet oldum
olası toplaşmaların olacağı kamusal mekânlar dan hazzetmemiş tir. Sokaklar pek
tekin görülmez yani. Peki o halde, niye bildik bileli topluma kapatılmış bu kent
sokaklarında yaşamaya hayvanları mahkum ediyoruz? Bu haliyle, bu kentlerde
kedilerin, köpeklerin sokaklarda yaşayabileceğini iddia edenler, kısa süreliğine
de olsa sokaklarda yaşamayı düşünürler mi acaba?
Neticede, kedi-köpek için sistem tüketim
sloganındaki gibi, “kullan at” şeklinde işliyor, birileri alıyor sonra terk
ediyor, belediyeler öldürmez ise, toplayıp barınaklara, ormanlara atıyor.
Birileri de korumaya, “sahip”lendirmeye, besleme ye çalışıyor. Kısır döngü sürüp
gidiyor. Ömrü ortalama 15 yıl olan bu canlılar, ortalama bir yılı tamamlamadan
hastalıktan, arabaların altında ezilmekten, açlıktan ölüyor. Resmî kurumların
kaydı olmuyor, ama hayvan severin de kaydı yok. Kedi ve köpek olarak varlar, tek
tek birey olarak yoklar, hep kediler, köpekler oluyor civarında; biri ölüyor,
öbürü geliyor (hepsini tek tek ismen çağıran beslemeci-koruyucuları tenzih
ediyorum).
Hayvan severlerin, bu terk edilen hayvanların
yaşamaları için verdiği mücadele araçları, bir noktadan sonra amaca dönüşüyor.
Barınakçılar, kısırlaştırmacılar, sahiplendirmeciler, mama dağıtıcıları vb.
kendilerini bu çözüm araçlarına adamış bir hale geliyor. Diğer taraftan “kendini
adamış” insan profilleri oluşuyor, bir üstünlük halesiyle herkese tepeden bakan,
bir “kendini yücelten” insan olma hali. Üstelik öyle böyle değil; insanüstü çabalarla
fedakârlık destanları yazılıyor, zahmetli ve yıpratıcı bu sektörlerde enerjiler
tükeniyor. Evet yorucu, ama çaresizlikten ezberin kolaycılığına da sığınılıyor.
Haliyle çözümler üzerine bir şey duymak istenmiyor.
Çaresiz miyiz?
Olmamamız gerekiyor. Saydığım kesimlerin, bu
“kurulu düzeni”n yüz yıl daha sürmesinden bir kayıpları yok, tersine çıkarları
var. Ama bizler, hayvan hakları savunucuları, sokaktaki bu canlıların “kader”ine
isyan etmeliyiz öncelikle.
Öncelikli hedefimiz bu kadar kolay, kayıtsız
kuyutsuz sokaklara atılmalarını engellemek olmalı. Satın alan, değiştiren, eşe
dosta dağıtan, sokağa, parka, üniversite bahçelerine, dağa, bayıra, Adalara,
Moda’lara bırakan… bunların hepsinin takibi gerekiyor. Devletin-belediyelerin
karşısına bu taleple dikilmeliyiz. Bir meta olmalarını sorunlaştırmalıyız;
mesela yeni yasa tasarısında da bunda ısrar ediliyor, hâlâ malı zarara uğramış
sahipler üzerinden cezalandırma formülleri aranıyor!
Elbette halihazırda sokaktaki canlıların yaşam
mücadelelerini sürdürmelerine destek olmaya sonuna kadar devam edelim. Ama her
şeyden önce her sokaktaki canlıları kayıt altına alalım, bir “kedi”, “köpek”
olarak değil, kimlikleri ile var olabilsinler. (Çipleme gibi bir yöntem var
mesela, ve belediyelerce göstermelik olarak kullanılıyor.) Hangileri ölüyorlar,
kalıyorlar, bilinsin hep. Kimilerinin kullandığı tabirle “kimsesiz hayvan”
kalmasın. Olabildiğince hepsinin koruyucusu, hamisi olsun.
Ama bunu sadece bildiğimiz yollarla yapmayalım,
mesela yollara mamalar dökerek olmasın bu. Beslenme odakları, barınma odakları,
vb. bunları hep daha iyiye doğru geliştirelim. Çöplerde tuvalet kâğıtlarına
bulaşmış, bozuk yemek artıklarını yemesinler. Yani sokakları onların daha iyi
yaşamaları için değiştirebiliyor muyuz, yollarını arayalım. Bu değişiklikleri
yapabiliyorsak, zaten o sokaklar bizler için de daha iyi daha yaşanılası yerler
olacaktır mutlaka.
Bu işten rant elde edenlerle de mücadele edelim.
Ayrıca sınırsız sorumsuzluktaki, “iyi niyetli”, üstelik bazıları da
“hayvansever” olan hayvanlarını terk edenlerin, oraya buraya taşıyanların yol
açtıkları bu sorun karşısında hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta dolaşmalarına da
tepki gösterelim.
Tüm bunları ve daha kimbilir neleri, ancak
örgütlü olarak, geniş ağlar içinde yapabiliriz. Çünkü, evi su basmış, kovayla
sular boşaltılmaya çalışılıyor ama vanayı kapatmayı kimse düşünmüyor, belki de
istemiyor.
Bu durumu değiştiremezsek, daha kimbilir kaç yüz bin kedi köpek
kısırlaştırılacak, kaydı kuydu olmadan ölüp gidecek; reklam ve tanıtım
filmlerinde o sevimli halleriyle, gerçek tersyüz edilerek sömürülmeye devam
edecekler ve kimbilir kaç kuşak da ellerinde mama poşetleri kendisini kahrederek
yaşayıp gidecek!
Velhasıl Mehmet Özer’in ölümünden sadece köpekler
sorumlu değil, hemen herkes oradaydı. Bu trajedi sona ersin artık. Ne kediler,
köpekler ölsün ne de Mehmet Özerler…
[1] Eleştiri ve önerileri için Mine Yıldırım’a teşekkür ederim.
[2] Saldırganlık eğitimi verilen köpekler, bekçi olarak
yetiştirilen köpekler, güvenlik teşkilatlarının istihdam ettiği köpekler,
özellikle koruma bölgelerine girildiğinde ölüme sebebiyet verebilirler. Ayrıca
birçok köpek türü, melezleştirmeler yoluyla daha güçlü, daha saldırgan
olabilecek tarzda üretilmişlerdir, bunu da unutmayalım. Dünyada istatistiklere
girmiş, ölümlü saldırı olayı var epeyce. Sokak köpekleri ise tehdit
edilmedikleri sürece, kolay kolay saldırmazlar.
[3] Bunların hepsi ayrı ayrı uzun yazıların konusu, burada kısa
geçmek zorundayım.
[4] Bu katliamların tarihi için, Ümit Sinan Topçuoğlu’nun
İstanbul ve Sokak Köpekleri (2010) kitabına bakılabilir. Ayrıca bkz. https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2017/06/03/istanbulun-sokak-kopekleri-icin-karanlik-bir-yuzyil/
[5] Ümit Sinan Topçuoğlu, a.g.e.
[6] Aynı belediyenin, bir hafta önce donmak üzere olan beş köpek
yavrusunu kurtarma haberi ile medyada göründüğünü not edelim.
[7] Hep şüphemiz var. Örneğin internet taramasında karşımıza
çıkan, geçen sene Kayseri Sarıoğlan’da köpek dövüştürenlere bir operasyon
yapıldığı haberlerini okuruz. Bayağı katılımı olan bir organizasyon üstelik. Bu
kişilere para cezası vermenin dışında bir işlem yapılmış mı, tekrar köpek
edinmişler mi? Bu ve başka dövüşler devam ediyor mu?
[8] Bir tanesi en azından sorunun bir kısmına dair çok doğru
şeyler söyledi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna, yönetime
atandığında, “Pet shoplarda köpek satışının yasaklanması lazım. Ayrıca bir
hayvanın satışının, bir emtia gibi satışının çok doğru olmadığını düşünüyorum.
İnsani değil. Hayvan bir meta değil ki, kalem, kitap, ayakkabı değil ki. Hayvan,
o da bir canlı. Onu köleleştiriyorsun. Onun öyle satılmaması lazım." Ama icraata
geçince, daha büyük bir barınak yapıp, sokağa atmayın, barınağa getirin deyip
bildik ezbere dönüverdi.
[9] Örneğin İBB 2008-2107 arası 120 bin kısırlaştırma yaptığıyla
övünüyor. Akıbeti meçhul yüz binlerce hayvan demek bu. Kısırlaştı, sonra ne oldu
bilinmiyor! Epey önce İBB sitesinde 2004 ve 2011 tarihleri arasında; 39 bin 372
kısırlaştırma yapıldığı bilgisi vardı, şu anda erişilemiyor. Bir de ilçe
belediyelerini eklerseniz, akıl almaz rakamlar çıkıyor ortaya.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder