1 Eylül 2019 Pazar

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 3

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 3




   Onlara göre ekonomi politik, ekonomik kategorileri ve olguları nasıl doğal gerçeklikler olarak alıyor idiyse, sosyolojik-pozitivizm de toplumsal olguları 
doğrudan gözleme açık olan yönleriyle, yani göründükleri halleriyle inceleme konusu yapıyor ve bu olguların tarihsel olarak kurulmuş gerçeklikler olduğunu 
göz ardı ediyordu 51. Frankfurt Okulu nun eleştirel teorisinin ayırt edici özelliği, mevcut işbölümü sistemi ile bu sistemin hizmet ettiği, gizlediği ya da 
maskelediği toplumsal çıkarları sorgulamaya tâbi tutmasıdır. Bir teorinin eleştirel olması, onun muhalif ve sorgulayıcı bir analiz yöntemine dayandığı anlamına gelir. Eleştirel teori, sosyal ilişkilere içkin olan ideolojik yanılsamaları ortaya çıkarmayı ve sosyal gerçekliğe ilişkin yanlış açıklamalar ortaya koyan teorileri eleştirel bir analize tâbi tutmayı amaçlar. Bu teorinin diğer bir özelliği ise, kendi kendisi üzerinde düşünebilmesi (self-refleksivite) ve kendi kendisinin farkında olmasıdır. Başka bir söyleyişle o, hem toplumun tarihsel gelişimi içindeki köklerinin hem de toplumsal dönüşümde oynadığı rolün farkındadır 52. 

Frankfurt Okulu düşünürlerinin eleştirdikleri konuları genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz: Okulun ilk nesil üyeleri, klasik Marksizmin birçok konuda günümüz toplumlarını açıklamakta yetersiz kaldığını belirtmişlerdir. Marksizmde kullanılan altyapı-üstyapı kavramlarının artık iç içe geçtiğini, yani ekonomi ile politikanın bütünleştiğini öne sürmüşler ve ekonomi yaklaşımının yetersiz kaldığını iddia etmişlerdir. Onların dışarıda bıraktıkları kültür öğeleri ve Bolşevik radikalizmi diğer eleştiri konuları olmuştur. Kapitalizm eleştirisinin temelinde ise kültür endüstrisi kavramı yatmaktadır. 

Buna göre; kapitalist güçler popüler kültürü, yani radyo, televizyon, kitap, magazin, gazeteleri, popüler müziği meydana getiren tüm faaliyet ve 
düzenlemelerle, kültürel organizasyonları standartlaştırarak kendi egemenliğini pekiştirirler. Kısacası; tek tip ve üretmeyip tüketen bireyler yetişirler. 
Moderniteyi de, aklı dogmalardan kurtarmaya çalışırken, asıl aklın kendisini dogmaya dönüştürdüğü yönünde eleştirmişlerdir ki bu iki eleştirel düşünce 
daha sonra postmodernizm teorisine kaynaklık etmiştir 53. Dünyaya olgular ve şey ler dünyası olarak bakan Pozitivist teoriye göre; belirli olay ve olguları 
açıklamak için duyu-veri kullanılarak tümevarımsal yöntemle yasalara ulaşılır ve bu yasalar sosyal dünyayı açıklardı. Frankfurt düşünürleri ise insana ve 
doğaya ait bilgilerin bu denli şey leştirilmesine ve bilginin tekelleşmesine şiddetle karşı çıkmışlardır 54. Realizmin uluslararası sistemi bir devletlerarası 
sistem olarak algılaması ve güvenlik konusunu merkeze alan çözümlere gitmesi ile bu çözümlemelerde güç ve çıkar ı en esaslı unsurlar olarak ön plana 
çıkarmasına tepki göstermişlerdir. 
Yapının ve davranışın nasıl ortaya çıktığı konusunda çalışmalarının odak noktası, realizm gibi insanların değiştiremeyeceği kanunlar yapmak değil, yapıların altında kalanları özgürleştirmek amacında olmuşlardır 55. 
Yine realizm ve neorealizm gibi teorilerin zengin Batılı devletlerin çıkarlarına hizmet eden mevcut durumu koruma amaçlı olarak üretildiğini düşünen birçok eleştiri teorisyeni mevcuttur 56. 

Eleştirel Kurama göre gücün üç boyutu vardır: 

Birinci boyut, açıkça, başka bir devleti istenilen yöne sevk etmek için uygulanan üzerinde güç, 

İkinci boyut, güçlü tarafın gündemleri belirlediği, göze açıkça çarpmadan uygulanan; daha edilgen, fakat örgütleyici bir yönü olan gizli güç, 

Üçüncü boyut, maddi yönleri ile belirli özendirme ve sınırlandırma sistemleri oluşturarak, tarafların ilişkilerini koşullandıran yapısal güç tür 57. 

Bütün uluslararası ilişki teorilerinin belirli siyasi amaçları haklı çıkarmak veya desteklemek amacıyla oluşturulduğunu belirtmişlerdir. 

Ayrıca, eleştirel teorisyenler insanların daha serbest bırakılması gerektiğini ve devletlerin tek görevinin hizmetlerin ve bireylerinin güvenliğini sağlamak 
olduğunu savunmuşlardır. Kendi içerisinde de ciddi görüş ayrılıkları bulunması, siyasi baskılar, takım çalışmasından ziyade bireysel çabaları tercih etmeleri gibi sebepler yüzünden eleştirdikleri kuramı sarsmışlar ancak yerine alternatif gösterememişlerdir. Dolayısıyla ne bağımsız bir anlayış olarak kabul görmüşler, ne de eleştirdikleri sistemin içine dâhil edilmişlerdir. Uluslararası ilişkiler konusundaki katkıları da bu tartışmayla yakından ilgilidir. 

Onların devlet anlayışlarında, tek fonksiyon güvenliği sağlamaktır. Ancak bunun nasıl olacağına hiç değinmemişlerdir. Bu belki de en önemli eksiklikleri olmuştur. Liberalizm ve Güvenlik Liberalizm, bir ideoloji olarak özellikle İngiltere ve ABD de 18. ve 19. yüzyıl siyasal ve ekonomik düşünce tarihinde etkili olmuştur. Klasik liberal düşünce, eşitlik, rasyonellik, özgürlük ve mülkiyet kavramları üzerine inşa edilmiştir. 

Liberalizm akımının öncüsü John Locke ( ) tur. Daha sonra da David Hume, Adam Smith, Montesquieu, Voltaire ve Kant bu akımın gelişmesinde önemli 
rol oynamışlardır. Liberalizm, aydınlanma çağı ( ) düşünürlerinin temel felsefelerini oluşturmuştur. Yukarıda da adını saydığımız düşünürler aydınlanma 
yoluyla insanın özgürleşeceğine inanmaktaydılar. Politik alandaki bu özgürlük anlayışı kısa sürede ekonomik alanda da etkisini göstermiştir 58. 

Liberalizm, Batı Avrupa da ortaçağ düzeninin çözülmesiyle doğmuştur. Ortaçağ düzeni, Roma İmparatorluğunun yıkılışıyla oluşan otoritelerin kendi alanlarında hâkim olduğu, kilisece tanımlanmış uhrevi ve hemen hemen dünyevi alanlarda, nüfuzunu rakipsizce gerçekleştirdiği ve kilisenin kutsadığı imparatorun diğer otoritelerce tanındığı bir düzendir. Bu düzen, papa, imparator ve yerel güçlerin karşılıklı bağımlılığına dayanmaktadır. Kilise, diğerlerinin otorite ve iktidarlarının meşruiyet kaynağı olarak dinsel ilkeler sunan aşkın güçtür. Dinsel meşruiyet bu dönem iktidar söylemlerinin temelidir 59. 

Liberalizm teorisinde insan mükemmel bir varlık olarak tanımlanmıştır. 

Bu mükemmelliğin gelişmesi için demokrasinin ve sürekli bir gelişme anlayışının gerekliği olduğu savunulmuştur 60. 

Liberaller savaşı uluslararası ilişkilerin doğal bir gereği olarak gören realistlere karşıdırlar. Liberallere göre ilişkiler savaşla değil işbirliği ile dengelenmelidir. 
Liberaller için de askeri güç önemlidir ancak realistler kadar ön planda değildir. Liberaller, uluslararası ilişkilerde aktör olarak yalnızca devleti görmemektedirler. 
Çok uluslu şirketler, ulus aşan sivil toplum kuruluşları ve uluslararası organizasyonlar da aktörler listesine dâhil edilmektedir. 

Bu kapsamda devlet sadece çıkarları peşinde koşan kendi içinde bir bütün veya birleşmiş aktör değil, ona yön veren kendi çıkarları peşindeki bürokratik organizasyonların toplamıdır 61. 

Liberal düşünceye göre, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi bireylerin zenginleşmesini teşvik etmektedir. Ticaret, insanlığın birbirine bağımlı 
hale gelmesiyle savaş ve çatışmanın maliyetinin artmasına yol açtığı gibi barış, refah ve adaletin sağlanmasına yönelik uluslararası işbirliğinin ortaya 
çıkmasını da kolaylaştırmaktadır. Liberal devlet anlayışına göre, devlet ve birey arasında benzerlikler bulunmaktadır. Onlara göre tüm bireyler eşit olarak 
yaratılmıştır ve doğuştan gelen özgürlük, yaşama, mutlu olma gibi hakları vardır. Devletin var olma sebebi bireylerin bu haklarını korumaktır. 

Devlet de bireyler gibi var olma, bağımsızlık, çıkarlarını koruma gibi haklara sahiptir 62. Liberaller askeri gücü göz ardı etmemiş ancak ekonomik gücün 
ön plana çıkmasını sağlamışlardır. O dönemde gelişen iktisat bilimi de buna destek olmuştur. Liberal düşünce sisteminde güvenlik kavramı ülke toprakları nın savunulması ve ülkenin bekasının sağlanmasına yönelik yürütülen askeri faaliyetlerden daha fazlasını ifade etmektedir. İki kutuplu dünya düzeninin yerini çok kutuplu dengeler sistemine bırakmasıyla güç kavramı ve dolayısıyla güvenlik olgusu yeniden yorumlanmış; kapsamları genişletilmiştir. 

Bu kapsamda; mevcut askeri boyutun yanı sıra siyasi, ekonomik, sosyal ve teknolojik boyutlar önem kazanmıştır. Liberalizm, bu yeni dünya düzeninde 
güç dengesini, geniş özgürlükler yelpazesinde ve ekonomik yapılanmada bulmaktadır. Bu bağlamda gelecekteki yeni güvenlik ortamı ülkelerin küresel 
terörizm ile mücadele etme, demokratikleşme ve ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirmelerine bağlı olacaktır. 

Kopenhag Ekolü ve Güvenlik 

Berlin Duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği nin parçalanması, etnik ve ülke içi karışıklıklar gibi sosyo-politik olayların etkilemesiyle beraber güvenlik 
çalışmalarının içinde neorealistlerin güvenlik kavramsallaştırmasının, tehdit içerikleri ve insan yaşamının devamlılığı konusunda yeterince geniş olup 
olmadığıyla ilgili tartışmalar ortaya çıkmıştır. 
Neorealistlere göre, ayrıcalıklara sahip olan devlet, bireysel, toplumsal ve hatta insanlığın tamamını kapsayan seviyede önem ihtiva eden insan güvenliğiyle 
ilgili problemlerin belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır. 

Bu dönemde ortaya çıkan Kopenhag Ekolü, erken dönem çalışmalarında dar veya geniş güvenlik kapsamı konusundaki tartışmalarla ilgili olarak artan 
memnuniyetsizliğini ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerdeki çalışmalarında ise Ekol, güvenlik ortamını önceden belirlenmiş olarak değerlendirdiklerinden ötürü neorealistlerin ve genişlemeden yana olanların güvenlik konusundaki tavırlarını çözüm bulamayan tarzda nitelendirmiştir. 

Bu şartlar altında Kopenhag Ekolü güvenliğe yönelik sistematik bir çalışma yapmayı uygun görmüş ve güvenlik konusunu daha sosyal ve daha kapsamlı 
olabilecek şekilde genişletmeye çalışmıştır. 

Kopenhag Ekolü, Kopenhag ın Çatışma ve Barış Araştırma Enstitüsü (Conflict and Peace Research Institute) nde ortaya çıkmış ve Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Wilde gibi akademisyenlerin yazılarıyla temsil edilmiştir. Kopenhag Ekolü özellikle güvenlikleştirme ve normalleştirme fikirlerinden yola çıkarak güvenlik kavramının yeniden düşünülmesine yönelik sağlam bir iskelet geliştirmiştir. Ekol, güvenlik kavramının genişletilmesinde ve bir konunun nasıl güvenlikleştirileceği veya normalleştirileceği analizlerine çatı oluşturması bakımından önemli rol oynamıştır. 

Bu çalışma, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte güvenliğe yönelik görüşlerin yeniden kavramlaştırılmasının ve güvenlik çalışmaları gündeminin 
yeniden tanımlanmasının bir parçasıdır. 

Kopenhag Ekolü, güvenliği incelerken üç kavram üzerine odaklanmıştır: Güvenliğin boyutları (sectors), bölgesel güvenlik alanları (regional security complexes) ve güvenlikleştirme (securitization). Bu ekolün temsilcileri güvenliğin beş boyutu olduğunu iddia etmektedirler. 

Bunlar: Askeri güvenlik, çevresel güvenlik, ekonomik güvenlik, sosyal güvenlik ve siyasi güvenliktir 63. Ekole göre güvenliği sadece askeri boyutta düşünmek 
dar kapsamlı olacaktır. Dolayısıyla diğer boyutların da göz önüne alınması gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Buzan ve Weaver 64, günümüz dünyasında 
topyekûn bir güvenlik algılaması yapılmaması gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre dünya, coğrafi olarak bölgelere ayrılmalı ve bölgesel güvenlik alanları 
oluşturularak çalışmalar yapılmalıdır. Her bölge için risk ve tehdit algılamaları farklı olacak, bunun sonucunda alınacak önlemler de değişecektir. 

Güvenlikleştirme kavramı ise bu ekolün belki de en dikkat çeken odak noktasıdır. Güvenlik meseleleri ele alınırken kullanılan kavramlardan biri olan 
güvenlikleştirme, normal bir meselenin varoluşsal tehdit unsuru olarak yansıtılarak bir güvenlik sorunu haline getirilmesi sürecini ifade eder. 
Barry Buzan ve Ole Waever a göre, bir konunun güvenlik meselesi haline gelebilmesi için bir siyasi aktör, bu aktörün söylem yoluyla ve varoluşsal bir tehdide referans vererek konuyu güvenlikleştirmesi ve aynı zamanda bu konunun hedef kitle tarafından da varoluşsal bir tehdit olarak algılanması gerekir. 

Bu anlamda güvenlikleştirme için özneler arası bir süreç diyebiliriz. 

Öte yandan güvenlikleştirme, siyasallaştırma sürecinin aşırı bir versiyonu olarak da dikkat çekmektedir. Bunun nedeni, normal bir konunun önce kamu 
politikasına dâhil edilerek, yani siyasallaştırılarak ve sonrasında varoluşsal tehdit unsuru olarak temsil edilerek güvenlikli olmasıdır. 
Tehdit, kimlik inşa sürecinin bir parçasıdır. Bu anlamda tehditler toplumsal ve siyasal süreçlerde kurgulanan, öznel değerlendirmelerin etkili olduğu bir 
yapım sürecinin ürünleridir 65. Kopenhag Ekolü güvenlik çalışmalarına teorik bir taslak hazırlama konusunu öncelikli olarak ele alırken, ampirik çalışmalara 
yeteri kadar önem vermemektedir. Bazı eylemler bireyleri tehdidin var olduğu konusunda ikna etmekte başarı sağlarken, bazılarının ise neden başarısız 
olduğu konusuna yönelik soruların deneysel olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca bazı konular tehdit olarak nitelendirilirken diğerlerinin neden değerlendirilmediğinin de analiz edilmesi doğru olacaktır. Diğer bir açıdan Kopenhag Ekolü düşünürleri, olağanüstü tedbirlerin politik etkinliğinin 
değerlendirilmesine ve bunların istemeden de olsa sebep olabileceği sonuçlara yönelik yeterli ilgiyi göstermemişlerdir. 

Güvenliğin mantığıyla ilgili olarak sistematik bir araştırma yapan Kopenhag Ekolü, güvenliğin asli fonksiyonunun nasıl işlediği konusunda bilgiler vermektedir. 
Kopenhag Ekolü, geleneksel güvenlik çalışmalarının ve onların askeri güvenliğe olan odaklanmalarının ötesinde, güvenliğe yönelik çok boyutlu bir yaklaşım 
benimsemiştir. Bunun yanı sıra, güvenliği askeri konuların dışına genişletmek suretiyle güvenlik çalışmalarını devlet dışı aktörleri de içerecek şekilde 
derinleştirmiştir. Güvenlik tanımının aşırı genişletilmesiyle birlikte, her şeyin bir güvenlik sorunu olarak algılanması riski ortaya çıkmaktadır. 
Kavramsal olarak genişletilmiş bir güvenlik tanımı, belirsizliklere, kavramsal ve analitik uyumsuzluklara yol açabilir. 
Başka bir söyleyişle, güvenliğin yeniden tanımlanması ve genişletilmesinin yeni kavramsal araçların geliştirilmesiyle eşlemesine ihtiyacı vardır. 
Her uluslararası teori gibi eleştirilen yönleri ve eksik tarafları olsa da Kopenhag Ekolü, sistematik, mukayeseli ve uyumlu bir güvenlik analizinin yapılması 
olasılığını arttırmaktadır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder