TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ NİN TOPLUMSAL VE KURUMSAL DÖNÜŞÜMÜYLE İLGİLİ TEORİLER., BÖLÜM 1
Onur Dikmeci*1
*1 Harp Akademileri Komutanlığı, Haliç Üniversitesi Mezunlar ve Mensuplar Platformu Genel Başkanı,
onur.dikmeci@gamail.com,
dikmecionur.blogspot.com
Özet
Güvenliğin bireysellik sınırlarını aşıp toplumsallaşmasıyla birlikte oluşan ordular, klasik güvenlik anlayışının yeniden tanımlanmasıyla sistemlerini değiştirmişler dir.
Modernist ordular eskisine göre daha hareketli, küçük ve profesyonel olmalarının yanı sıra askeri ve toplumsal kültürlerinin doğrultusunda iç yapılarında yeni düzenlemeleri gerçekleştirmişlerdir. Türkiye’de ise sivil asker ilişkilerinin dönüşümüyle özellikle Milli Güvenlik Kurulu, Askeri Mahkemeler ve Jandarma Genel Komutanlığı hususlarında farklılıklar gerçekleştirilmiştir.
Bu çalışmada Silahlı Kuvvetlerdeki önemli gelişmelere değinilmekle birlikte postmodern güvenlik konseptine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplumsal ve kurumsal yapısıyla ilgili ne gibi düzenlemelerin yapılması gerektiği
vurgulanarak kimliğini kaybetmeyen fakat modernize edilen Silahlı Kuvvetler tahayyulü üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ
Tarihin her döneminde güvenlik insanlar için en gerekli ihtiyaç olmuştur. Bu bağlamda insanları ve toplumları etkileyen çevresel veya diğer toplumlardan kaynaklanan tehditler hep var olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Binlerce yıllar evvelinde güvenlik ihtiyaçlarını ekseriyetle bireysel karşılayan insanlar zamanla güven ihtiyaçlarını karşılamak çatışmaları önlemek ya da yönetmek ve tüm bunların yol açabileceği zararlardan korunmak için kişisel koruma refleksleri ile yetinmeyerek, klan, aile düzeninden toplumlaşma sürecine ulaştıkça, kişisel korunmanın yanı sıra toplumsal korunma için de değişik kurumlar oluşturma
yoluna gitmişlerdir. Çatışmayı önleyerek dışarıdan gelecek tehdidi ortadan kaldıracak ve düzeni sağlayacak olan kurumsal yapılar, tarihi insanlık tarihi kadar eski olan askeri kurumları oluşturmuştur.(Erendor, 2015: 15-16)
1648 yılında imzalan Westfalya anlaşması ile ulusal devletler inşa edilmeye başlanmış devletlerin algıladıkları tehdide yeterli olacak sürekli bir ordunun bulundurulması devletlerin öncelikli gayretlerinden biri olmuştur.(Yılmaz, 2009: 60)
Fransız ihtilâli ile teşekkül edilen yurttaş ordular, 19. yüzyılda Prusya modeliyle profesyonel subay ve askeri okulların yer aldığı askeri kültür kavramına
evrilmiş tir.
Türklerde coğrafyaları gereği her daim tehdit altında bulunduklarından binlerce yıl evvelinden askerlik ve ordu kurumunu oluşturmuş kendilerine özgü harp teknikleriyle uzun yıllar muvaffak olmuşlardır. Harp galibiyetlerinin kesilmeye
başladığı 17. yüzyılda Karlofça anlaşmasıyla ilk toprak kaybı yaşanmış, 1768-1774 savaşı sonunda ise Kırım’ın kaybedilmesi(Özdağ, 2013: 35) devlet ve halk nezdinde büyük tedirginlik yaratmıştır. Ordunun öncelikli kurum olduğu devlet
geleneğinde başarısızlıklar askeri zafiyetlere yorulmuş ve askeri ıslahatın yegane kurtuluş olabileceği düşüncesi özellikle devlet erkanında belirmiştir. III.Selim zamanında başlanılan fakat yetersiz kalan askeri ıslahatlarda ağırlığını hissettiren ilk ekol Fransız ekolü olmuştur. Sultan Mecid zamanında Fransa’dan orduya muallimler getirilmiş harp okullarında Fransızca dersler
açılmıştır.(Karabekir, 2001: 199)
Ağırlıklı olarak ise II. Abdülhamit ile 1908’den sonra İttihat Ve Terakki’nin esas aldıkları Prusya modeli olmuştur.
Osmanlı-Rus savaşındaki ağır yenilgiden sonra Albay Otto August Kahler başkanlığındaki yeni Prusya askeri heyeti 1882’de Türkiye’ye gelerek çalışmalara başlamıştır. Kaehler’in 1885’te ölümünden sonra heyetin başkanlığını General
Comlar Freiherr von der Goltz üstlenmiştir. Bu dönemlerde harp okullarında Fransız eğitim sistemi terk edilerek yerlerine Berlin harp okulu sistemi kabul edilmiştir.(Özcan, 2010: 179)
Türk Harp Okullarındaki Alman ekolü Cumhuriyet’in ilk döneminde de sürmüş Alman subaylar askeri okullarda görev yapmaya devam etmişlerdir.
Karabekir, Kasım 1940’taki TBMM konuşmasında Alman talimnamelerinden alıntılar yaparak bu talimnamelerin manevi yönünü vurgulamış (Karabekir, 1994: 242) ve bu sistemi örnek bir model olarak sunmuştur. 1940’ların ortalarından itibaren Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla tercihini Batı
ittifakından yana kullanan Türkiye’de bu konsept Türk Ordusu’nda da hissedilmiş ve Fransa modelinden sonra uygulanan Prusya sistemi de terk edilerek Amerikan modeli benimsenmiştir. 1943’ten itibaren Harp Akademilerinde Amerikalı uzmanlar Türkiye’de ilk kez görevlendirilmiş, Amerikan Askeri Yardım Kurulu 1948’den itibaren sınıf okullarında eğitim programları düzenlemiştir.(Güvenç, 2010: 261-265) Birçok subay ve astsubayda Amerikan silah ve malzemelerinin kullanımını öğrenmek için ABD ve Batı Almanya’da kurslara katılmıştır. Soğuk savaş konseptine göre düzenlenen güvenlik algısı gereğince Amerikan
talimnamelerinden aynen tercüme edilen Sahra talimnameleri oluşturulmuştur.(Yılmaz, 2014: 164)
Türkiye’nin 1952’de Nato’ya katılmasıyla Silahlı Kuvvetlerin anlayış ve teşkilatı Nato esaslarına uygun hale getirilmiştir. O tarihten itibaren Türkiye’de
faaliyete geçen Amerikan üsleri ve ikili antlaşmalar bazı çevrelerde tartışma konusu olarak Ordu’nun bağımsızlığını yitirdiği dile getirilmiştir. Fakat 1969’da 55 adet ikili antlaşma tek bir antlaşma altında toplanarak, Türkiye’de ki üslerin mülkiyetinin Türkiye’de bulunduğu ve Türk askerinin denetimine tabi olduğu hükmünü içermekteydi.(Yılmaz, 2014: 173)
Askeri gelenekte, Kara Hava Deniz ve Jandarma’yı ifade eden Ordu kavramı yerine kurumsal ifade için 4 Ocak 1961 tarihinde kabul edilen 211 sayılı iç hizmet kanunu ile Türk Silahlı Kuvvetleri adı kullanılmaya başlanmış(Akaya, 2006: 7) ve bugüne değin intikal etmiştir.
TSK, kurumsal yapısında 1993 yılında gerçekleştirdiği yenilikle önemli bir değişikliğe imza atmış Soğuk Savaşın bittiği düzende konvansiyonel tehditten düşük yoğunluklu harp algısını belirleyip Özel Kuvvetler Komutanlığını var etmiştir. TSK 2007’den itibaren milli talimnamelerini yazmaya başlamış bulunmaktadır. Silahlı Kuvvetler Osmanlı Devleti zamanından itibaren
gerektiğinde bir denetim mekanizması olarak devreye girerek kimilerine göre bir vesayet mercii misyonunu üstlenirken bazı çevrelere göre ise tıkanan siyasi mekanizmanın açılmasında sorumluluk üstlenen bir kurum olarak yorumlanmış tır.
Türk ordusunun tarihsel mirasının ise üç ana öğesi olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, Osmanlının büyüklük döneminden itibaren ordunun neredeyse bütün devletle bütünleşmesi. İkincisi 19.yüzyılın reform hareketlerinden itibaren Subayların Batı tekniklerinin benimsenmesine dayalı yeni aydınlanmanın öncüleri olduklarına dair inanç. Üçüncüsü Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren ordu görevinin kışlalarla sınırlı olması gerektiği ancak devlet güvenliğinin tehlikeye düşmesi halinde açıkça siyasete müdahale edebildiği şeklinde yeni bir geleneği miras aldığıdır.(Hale, 2014: 34) Son yıllarda özellikle 1999 Helsinki zirvesinin
getirdiği Avrupa ile bütünleşme isteğinin doğmasından itibaren sivil asker ilişkilerinde birtakım toplumsal ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Fakat sivil asker ilişkilerinin tepeden inmeci ve zoraki düzenlenmesi ile global güvenlik politikalarının özümsenememesi, halen profesyonel ordu yapısı, Genelkurmay’ın durumu, askeri eğitim kurumları gibi başlıklarda ne gibi reformların yapılmasının tasarlandığı? sorularını yanıtsız bırakmaktadır. Özellikle son yıllarda yasal düzenlemelerin gerçekleştirildiği ve kurumsal düzenlemeler içermesinin yanında toplumsal yönüde ağırlıklı bulunan Milli Güvenlik Kurulu, Askeri Mahkemeler, Jandarma Genel Komutanlığının idari durumu meseleleri ençok tartışılan başlıklardan olmuştur.
Milli Güvenlik Kurulu
Milli Güvenlik Kurulu’nun Türkiye’de ilk defa 1961 Anayasası ile tesis edildiği gibi doğru olmayan bir bilgi mevcuttur. MGK adı ve bugüne değin uzanan istikrarlı yapısıyla 1961 Anayasası’nın ürünü de olsa MGK benzeri oluşumlar Türk siyasi tarihinde görülmektedir. Maliyenin para dağıtımına hakim olmak birinci planda ordu ihtiyaçlarının karşılanması konusunda idari mekanizma üzerinde yetkiler kullanarak cephenin etkin bir şekilde desteklenmesini sağlamak için 14 Ocak 1922’de Harp Encümeni Komisyonu kurulmuştu. Komisyon Başkomutan’ın emrinde ve Başkomutan’a karşı sorumlu bir kuruldu. Bu komisyon bugünün Milli Güvenlik Kurulu’nun çekirdeği olarak görülmektedir. Yine 1933 yılında hayata geçirilen Yüksek Müdafaa Meclisi; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile Bakanlar Kurulu üyelerinden oluşmaktaydı.(Öztürk ve Yurteri, 2011: 19-21) 31 Mart 1949 tarihinde kabul edilen bir kanunla ise Milli Savunma Yüksek Kurulu hayata geçirildi. Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan kurulda, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile Başbakan’ın önerisiyle hükümetçe seçilecek Bakanlardan oluşmaktaydı.(Koçak, 2015: 40) 1961 Anayasası ile Milli Güvenlik Kurulu adında asker ve sivillerden oluşan bir yapı hayata geçirildi.
Cumhurbaşkanı Başkanlığındaki kurul, kuvvet komutanları, Başbakan, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlarından oluşmakta hükümete temel görüşler bildireceği belirtilmekteydi.( Aydın ve Taşkın, 2014: 92) 1982 Anayasası ile de MGK’nın ağırlığı arttırıldı sekreterliği güçlendirildi ve kurula Jandarma Genel Komutanıda dahil edildi. Bugüne baktığımızda MGK Türkiye’de asker sivil ilişkileri bakımından en çok tartışılan konulardan biri olmuş kurulun toptan kaldırılmasını savunanlar olduğu gibi son yıllarda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerle kurulun özellikle sekreterliğinin işlevini kaybettiği yönünde eleştiriler öne sürülmüştür. Milli Güvenlik Kurulu ile alakalı teorilere değinmeden evvel Dünya’da MGK emsali yapıların bulunup bulunmadığı ile iç yapıları hakkında hususlara değinmek yerinde olacaktır. Pek çok ülkede Milli Güvenlik kurulları bulunmakla beraber bu kurulların isimleri, üye sayıları ile üye dağılımları güvenlik paradigmalarına göre değişiklik gösterse de amaçsal benzerlikleri söz konusudur. Güvenlik ile alakalı her hususun görüşüldüğü kurullar genellikle bağımsız bir erk’ten ziyade
askerlerin askeri konularda sivilleri bilgilendirdiği ve topyekün ulusal güvenlik meselelerinin görüşüldüğü bir oluşum mahiyetindedirler. Almanya’da Savunma Bakanının başkanlığını yürüttüğü Federal Güvenlik konseyine Maliye Bakanı da
üyeyken, Belçika’da Savunma Konseyine Maliye ve Ekonomi Bakanları da dahildirler. İtalya’da Savunma Yüksek Kurulu adı verilen yapıda üyeler arasında Hazine, Ticaret ve Sanayi Bakanları da mevcuttur. Yunanistan’da sekreteryasının General tarafından yürütüldüğü kurulun kararlarını Bakanlar Kurulu uygulamak zorundadır.(Balcı, 2000: 250-251) Polonya’da Devlet Savunma Konseyi denilen Konsey hem danışma hem de bir karar organıdır. Ulusal güvenliği ilgilendiren konularda temel ilkeleri belirleyebilmekte ve kararlar alabilmektedir. Alınan kararlar Bakanlar Kurulu tarafından uygulanır.(Yılmaz, 2006: 725)
Türkiye’de MGK’nın tarihi geçmişi, gerçekleştirilen düzenlemeler ve dünya genelindeki örnekler dikkate alındığında MGK ile alakalı noksanları ve gelecek tahayyulünü önermeler ile bütüncül bir perspektifte sunabilmemiz mümkündür. Öncelikle, Türkiye’de sivil asker ilişkilerinin yanlış yorumlanması ve uygulanması ile alakalı noksanlıklar göze çarpmaktadır. MGK niteliğinden ziyade nicel düzlemde değerlendirilmiş ve sivil asker dağılımı bağlamında sivillerin sayısının çoğaltılması temel güvenlik hususu olarak görülmüştür. Bir başka deyişle gerçekçi olmayan bir yaklaşım neticesinde sivillerin sayısını arttırmak adına dünyada eşi görülmemiş bir uygulamayla kurula Başbakan Yardımcıları dahil edilmiştir. Bu durum, Bakanlık müsteşarları ile Komutan yardımcılarının da kurula dahil edilebilme gibi gayrı ciddi tasarılara pekala zemin hazırlayabilir. İlk olarak kuruldaki Başbakan Yardımcılarının varlıkları sona erdirilmelidir.
Ekonominin müstakil bir istihbarat ve güvenlik branşı olarak kullanıldığı günümüzde Başbakan Yardımcıları yerine, Ekonomi Bakanı ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı gibi müstesna bir kurumla önemli hava ve deniz birimlerinin bağlı bulunduğu Ulaştırma Bakanı kurula dahil edilmelidir. Kuruluşu ve
günümüzdeki konumu itibariyle de, dış istihbarattan sorumlu olması gereken Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarının da kurulda yer alması gerekmektedir. Bunun dışında Güvenlik Müsteşarına da2 kurulda yer verilmeli, Türkiye’nin özellikle komşu ülkelerinde yaşanan karışıklıkların orta ve uzun vadede son bulmasının mümkün olamayacağı aleni belli olduğundan kurul iki ayda bir yerine eskisi gibi ayda bir toplanmalıdır. Kurul hiçbir surette yaptırım mercii ve siviller ile askerlerin güç gösterilerine kalkıştıkları vesayet organı olarak kullanılmamalı alınan kararlarda partisel politikaların yansıtılmamasına dikkat edilmelidir.
MGK sekreteri askerlerden seçilebileceği gibi günümüzdeki uygulamasıyla sivillerden de seçilebilmelidir. Fakat MGK gibi müstesna bir kurumun sekreterliğine hiçbir güvenlik çalışması bulunmayan mülki idare kadrosundan bir Vali atanmamalı dır. MGK sekreterliğine atanacak sivil şahıslarda eğitsel ve kişisel üstün nitelikler aranmalı, dünyayı tanıyan ve dünyadaki güvenlik politikalarına hakim büyükelçiler, akademisyenler veya güvenlik-strateji konularında doktora tezleri, bireysel çalışmaları bulunan kamu görevlileri gibi şahsiyetler belirlenmelidir.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder