1 Eylül 2019 Pazar

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 2

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 2



Güvenlik Tüm İnsanlıkla doğrudan ilişkilidir. 

Karacasulu 20 da Güvenlik çalışmalarının kapsamının genişlemesinde küreselleşmenin etkisinin büyük olduğunu belirtmiştir. 

Uluslararası İlişkiler Teorileri ve Güvenlik Algılamaları 

   Uluslararası ilişkiler alanındaki teorik çalışmalar oldukça eskilere gitmekte ve birçok yazar uluslararası ilişkilerin miladı olarak Aristo ve Eflatun u 
işaret etmektedir. 
Bu çerçevede klasikler arasına girmiş olan Yunan bilim adamlarından Thucydides in Pelopenezya Savaşları Tarihi isimli çalışması ve Machiavelli nin 
Prens isimli yapıtı bu alanda yapılmış çalışmaların ilk örnekleri olarak sayılmaktadır. 
Bu alanda yapılan çalışmalar 1914 yılına kadar genellikle diplomasi ve uluslararası hukuk üzerine yapılmıştır 21. Uluslararası ilişkilerin akademik bir disiplin haline gelmesi 1919 yılında Galler Aberystwyth Üniversitesi nde bir bölüm olarak açılması ile mümkün olmuştur 22. 

   Uluslararası ilişkiler alanında ilk kuramsal yaklaşım, Batı düşünce tarzı içinde Anglo-Sakson geleneğin ürünü olan liberalizmin bir yansıması olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında on yıl kadar egemen bir görüş olarak kabul edilen idealizmdir. 

Ancak idealizm bir uluslararası ilişkiler teorisi olmaktan ziyade bir idealler demeti olarak uluslararası ilişkilerin nasıl yapılanması gerektiği sorusuna cevap 
aramıştır.23

   Birinci Dünya Savaşından kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı nın çıkması idealizmin sorgulanmasına ve realizmin ön plana çıkmasına neden olmuştur 24. 
Birinci Dünya Savaşı sonrası idealizmin çerçevesinde kurulan ve barışı savunan Milletler Cemiyeti İkinci Dünya Savaşı nı engelleyememiş ve idealizmin yeterli 
olmadığı görülmüştür. 

Realizm Teorisi ve Güvenlik 

Uluslararası ilişkiler disiplinine ilişkin teorik yaklaşımlardan birisi olan Realizm, kökenleri Thucydides e kadar uzanan ve sonrasında Niccolo Machiavelli, 
Thomas Hobbes tarafından sürdürülen bir fikir akımı olarak yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuştur. 
Ancak realizmin uluslararası ilişkiler alanında ilk özgün kullanımı Hans J. Morgenthau ile başlamış ve ulusal çıkar, güç ve uluslararası politika gibi kavramlar uluslararası sistemi açıklamada kullanılan terimler haline gelmiştir 25. Realizm, temel olarak uluslararası ilişkileri; aktörlerin devletlerden ibaret olduğu, devletlerin rasyonel davranarak çıkarlarını maksimize edecek politikalar ürettikleri ve bu ilişkilerin de bir güç dengesi içerisinde gerçekleştiği varsayımına dayanmaktadır 26. Devletin tek ve bütüncül bir aktör olduğunu varsayan realistler devlet içi dinamikleri göz ardı etmektedirler. Askeri konulara öncelik veren realistlere göre uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavram, güç kavramıdır. Uluslararası ilişkilerde meydana gelen aksaklıklar ve anlaşmazlıkları gidermede en etkili yöntem güç kullanımıdır. 27 Realist görüş, devletler üzerinde büyük güç ve otoritenin bulunmaması sebebiyle uluslararası ortamı anarşik bulur 28. Realistler bu yapı içerisinde her devletin kendi güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu dolayısıyla her devletin kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini ileri sürmektedirler 29. Realist görüş, siyasal alanın sosyal hayatın diğer yönlerinden bağımsız olduğu varsayımından hareket etmektedir 30. 

Dolayısıyla realistler sadece askeri ve siyasi konulara ağırlık vermişler, ekonomi, kültür, çevre ve sosyal konulara uzak kalmışlardır. 

  Realizm, İnsan unsurunu diğer teorilerden farklı bir boyutta ele almaktadır. Realistler insanı, kötü, çıkarcı, saldırgan ve günahkâr olarak görmekte ve 
ilişkilerinde gücü ön plana alan olumsuz bir doğaya sahip olduğunu düşünmektedirler 31. Shimko 32 da benzer bir şekilde insanın kötü ruhlu, hırslı ve açgözlü olduğu görüşündedir. İnsanın doğasına olan kötümser yaklaşımı, güce olan vurgusu ve devletlerarası ilişkilerde ahlaki değerlere daha az yer vermesi nedeniyle Thucydides, realist geleneğin ilk düşünürü olarak kabul edilmektedir 33. Thomas Hobbes ise Leviathan isimli eserinde, insanların doğal durumda kendilerini barış içinde yaşatacak yaygın bir otoriteden yoksun olduklarını ve savaş ihtimalinin her zaman var olduğunu belirtmektedir 34. 

Realizme göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku, kuşku, güvensizlik, güvenlik ikilemi, itibar ve çıkar gibi unsurlardır. Özellikle de korku ve bunun sonucu oluşan güvenlik ikilemi devletleri karşı karşıya getiren en önemli unsurlardır. Ayrıca realistler kendilerine düşman gördükleri devletlerin büyümesine ve güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşmayı meşru saymaktadırlar 35. Realistler işbirliği konusunda karamsar olduklarından uluslararası güvenliğin ancak güçlerin dengelenmesiyle sağlanabileceğini düşünmektedirler. Bu düşünceye göre güçlü devletler denge kurmaya çalışmalıdır ancak hegemonik bir ülkenin kontrolü dışında başarılı bir işbirliği olasılığı çok azdır. Realistler işbirliğini engelleyen en önemli etkenin başka ülkenin kazancının diğerinden fazla olması (relative gains) endişesi olarak görmektedirler. Bununla birlikte uluslararası örgütlerin kurulması da bu işbirliğini geliştirmeye yardımcı olmayacaktır. 

Çünkü bu örgütlerin tarafların çıkarlarına hizmet ettiği varsayılmaktadır 36. Yöntem açısından baktığımızda realist teoriyi benimseyenlerin betimleme 
özelliğinden ziyade genelleme ve yararlılık özelliklerine önem verdikleri görülmektedir. Realistler bir teoriyi oluşturan varsayımların doğru olup olmadığını tartışmanın yanlış olduğunu savunurlar. Onlara göre önemli olan varsayımların gerçek dünyada sınanıp sınanmayacağı dır 37. 
Realizm teorisi, uluslararası ilişkilerin ana gündemini ulusal güvenlik konularının oluşturduğunu savunmaktadır. Ulusal güvenliği sağlayabilecek ve uluslararası 
sistemi düzenleyebilecek temel unsur daha önce de belirtildiği üzere güçtür 38. Uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde belki de en çok rağbet göreni olan 
realizme yönelik eleştiriler de bulunmaktadır. Devlet dışındaki tüm aktörleri bir bakıma yok sayması bu teorinin kısıtlayıcı yanını ortaya koymaktadır. 
Ayrıca tüm ilişkileri güç ekseni etrafında değerlendirerek politika üretiminin sadece çıkar esasına dayandığı varsayımı da uluslararası ilişkilerin tek bir ölçüt 
üzerinden gerçekleştiğini düşünmekle eş anlamlı olacaktır. Bu da sağlıklı sonuçlar elde etmeye engel teşkil edecektir. Savaş sona erdikten sonra 
ABD hegemonyasındaki uluslararası sistemde artık realizmin döneminin kapandığı düşünülmesine rağmen, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD nin önce Afganistan ardından Irak a yönelik güç kullanımı, Rusya nın Gürcistan a müdahalesi aslında realizm teorisinin her dönem moda olabileceğini bizlere yeniden göstermiştir. 

Her ne kadar devletler arası ilişkilerde karşılıklı etkileşim ve bağımlılık gün geçtikçe artış gösterse de, dün olduğu gibi bugün de devletlerin, çıkarları söz 
konusu olduğunda savaşa başvurmakta tereddüt etmeyecekleri, gelecekte de güçlü devletlerin uluslararası ortamı kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmek isteyeceklerini söylemek uygun olacaktır. Neorealizm Teorisi ve Güvenlik Uluslararası ilişkiler alanında önde gelen teorilerden biri olan neorealizm, 1970 li yılların sonuna doğru ortaya çıkmıştır. Realizmin sorgulanmaya ve eleştirilmeye başlanması, neorealizmin doğmasına neden olmuştur. Neorealizmin en ünlü temsilcisi Kenneth N. Waltz tır. Kendisi de bir realist olan Waltz, 1979 da basılan Theory of International Politics adlı çalışmasında ilginç fikirler ortaya koymakta ve o güne kadar bir sonuç olarak bakılan ve anarşik bir ortam olarak görülen uluslararası yapının devletlerin davranışlarını sınırladığını söylemekte; ayrıca güç kavramına yeni anlamlar yüklemektedir 39. Uluslararası politikanın temel aktörünün devlet olarak görülmesi, devletlerin üniter yapılar olarak değerlendirilmesi, devletlerin ve devlet adamlarının rasyonel davrandıklarının varsayılması, devletlerin kendi çıkarları için bencilce hareket ettiklerinin kabul edilmesi, hem realizmin hem de neorealizmin ortak varsayımları ve özellikleridir 40. 

Farklı ideoloji ve farklı siyasi yapılara sahip devletler bazı şartlar altında benzer şekillerde davranmaktadırlar. Waltz a göre bunun nedeni uluslararası yapının 
farklı bir yapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Ulusal yapı ile uluslararası yapı kendilerini oluşturan sistemler bakımından tamamen farklıdır. 

Dolayısıyla benzer davranışların sebebi yapı kavramında saklıdır 41. Neorealistler bilimsel metodolojiyi kullanarak uluslararası sistem ve yapıya odaklanarak normativizmden uzaklaşırlar 42. Neorealizme göre uluslararası sistemde temel birimler devletlerdir ve uluslararası politika devlet merkezlidir. 
Devletler için sadece önemli olan kendi ulusal çıkarlarıdır. Bu sebepten uluslararası alanda çıkar çatışması vardır. Neorealizme göre bu çıkar çatışmasından dolayı uluslararası politikada anarşi hâkimdir 43. Bu anarşik sistemde devletler varlıklarını devam ettirebilmeleri için güvenliklerini düşünmek zorundadırlar. 

Bu noktada devreye devletlerin imkânları yani güçleri girmektedir. Anarşik yapıda devletleri hedefleri doğrultusunda farklı kılan amaçları değil, sahip oldukları imkânları yani güçleridir. Güç, realizmde olduğu gibi neorealizmde de temel unsurdur. Ancak algılamalar bakımından ikisi arasında fark bulunmakta dır. 

Realizmden farklı olarak neorealizmde güç, kendi başına bir amaç değil, devletlerin bekalarını sürdürebilmek ve güvenliğe sahip olmak için kullandıkları 
bir araçtır 44. Ana endişe kaynağı güç kavramından güvenlik kavramına geçmiştir. Neorealizm, uluslararası çatışmaları ve savaşları analiz ederken belirgin bir şekilde yapı ve sistem üzerinde odaklanmaktadır. Özellikle uluslararası ortamın anarşik olmasının devletlerde güvensizliğe yol açtığı belirtilmektedir. 

Savaş ve çatışma kavramları ise güvenlik ikilemi kavramı ile açıklanmaktadır 45. Güvenlik ikilemi kavramı, bir devletin başka bir devletten tehdit algılayıp 
silahlanması durumunda buna karşın tehdit algılanan devletin de aynı şekilde cevap vermesini ifade etmektedir. Bu durumda her iki devlet de birbirine 
karşı silahlanmış, bu sonuç her iki devlet için de hem ekonomik hem de askeri bakımdan büyük bir külfet yaratmıştır. Üstelik silahlanma, algılanan tehdidi 
yok etmemiş, aksine tehdit algılanan devletin de silahlanmasına yol açmıştır. 

Bu durumun yarattığı ikilem uluslararası ilişkiler terminolojisinde güvenlik ikilemi (security dilemma) olarak anılmaktadır.46. 

Forde 47 ye göre realizm ile neorealizm arasındaki farklarından biri de şudur; neorealizmde insan doğası faktörü göz ardı edilip uluslararası yapıya öncelikli 
bir rol tanınmıştır. Realizmde ise uluslararası yapı ve insan doğası faktörleri bir arada düşünülmüştür. Neorealizme göre kendi çıkarını düşünen ve rasyonel 
davrandıkları varsayılan devletler nisbi kazanca göre hareket ettiklerinden, bir işbirliğine gidildiğinde kim daha fazla kazanacak sorusunu sorarlar. 
Bunun nedeni de sistemin anarşik yapısı ve güç dağılımıdır. Zaten birbirlerine güvenmeyen ve yalnızca çıkarlarını düşünen bencil devletler uzun vadeli 
işbirliğine gidememektedirler. Ancak kısa süreli işbirlikleri söz konusudur. Tarih içindeki savaşlar, barışlar, anlaşmalar ve ittifaklar neorealist bir perspektiften 
incelendiği zaman, en önemli gayenin devletin bekası olduğu görülmektedir. Bu perspektife göre devletler birbirlerini potansiyel tehdit olarak görmektedirler. 
Bu sebepten güvenliklerini düşünmek zorundadırlar. Çıkar çatışması olduğundan işbirliğine yanaşmamaktadırlar. Ancak çıkarlar doğrultusunda kısa süreli 
kolektif savunma mümkün olmaktadır. Devletler güvenliklerini sağlamak adına güce başvurmaktadırlar. Neorealizme göre devletler güçlerini, güvenliklerini 
sağlayana kadar maksimize etmelidirler. Bu bakış açısına göre güç amaç değil araç olmalıdır. Bu noktada neorealistler klasik realistlerden ayrılmaktadırlar. 
Çünkü klasik realistler gücü amaç olarak görmekte ve sürekli güçlenme isteği duymaktadırlar. Güç ve güvenlik arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. 
Eleştirel Teori ve Güvenlik Eleştirel teori, Frankfurt Okulu düşünürleri tarafından oluşturulmuştur li yıllarda ortaya çıkan Frankfurt Okulu esas itibariyle anti-bolşevik bir radikalizm ve eleştirel bir Marksizm ile ilişkilendirilebilir. Bundan dolayı onların ürettikleri eleştirel teori, Neo- Marksizm ya da Batı Marksizmi gibi isimlerle de anılmıştır. Okulun önde gelen ilk nesil isimleri olarak kurucusu Max Horkheimer ın dışında, Friedrich Pollock, Theodor Odorno, Herbert Marcuse; 2. Dünya Savaşı ndan sonra ortaya çıkan ikinci nesil düşünürlerinden ise Jurgen Habermas (halen hayattaki en önemli temsilcisi olarak kabul edilmektedir) ön plana çıkmaktadır. Eleştirel teorinin ilk ve en kapsamlı tanımını Frankfurt Okulu nun kurucularından Max Horkheimer ın 1937 tarihli Geleneksel ve Eleştirel Teori başlıklı makalesinde bulmaktayız. Horkheimer a göre eleştirel teori, sadece toplumu anlamaya ve açıklamaya odaklı geleneksel teorinin yerine, toplumu bir bütün olarak görüp eleştiren, değiştiren ve baskıdan kurtarıp özgürleştiren bir sosyal teoridir 48. Başlangıçtaki amaç, bir dogmaya dönüştüğü düşünülen Marksizmi özüne döndürmek ve felsefeyle ilişkisini kurmaktı 49. Frankfurt Okulu nun eleştirel teorisini, esas itibariyle bir ideoloji eleştirisi olarak tanımlamak mümkündür. 

Okulun ideoloji eleştirisi, Marx ın ekonomi-politik eleştirisinden türetilmiştir. Doğa üzerinde tesis edilen bilimsel-teknik rasyonalitenin topluma uygulanması sonucunda bilim, Adorno ve Horkheimer a göre, ideoloji haline gelir 50. Marx ın ekonomi-politik eleştirisi, aslında bilim maskesine bürünmüş bir ideolojinin eleştirisiydi ve bu eleştiri Frankfurt Okulu düşünürlerinin metodoloji konusundaki yaklaşımlarına temel oluşturmaktaydı. Bu düşünürlerin yaptığı şey, bir bakıma, Marx ın ekonomi-politik eleştirisini sosyolojik-pozitivizmin eleştirisine uyarlamaktan ibaretti. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder