1911 YILI MECLİSİ MEBUSANDA ORTADOĞU OSMANLI TARIŞMALARI., BÖLÜM 1
IV. ORTADOĞU’DA SİYASET VE TOPLUM KONGRESİ – TAM METİN KİTAPÇIĞI
IV. Middle East Congress on Politics and Society
Sakarya 10-12 October 2018
IV. Ortadoğu’da Siyaset ve Toplum Kongresi
Sakarya 10-12 Ekim 2018
www.middleeastcongress.org
Editörler
Doç. Dr. İsmail Ediz
Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım Turan
Arş. Gör. Enes Ayaşlı
Arş. Gör. Talha İsmail Duman
Telif hakları yasası gereği izinsiz basılması ve çoğaltılması yasaktır.
ISBN: 978-605-69009-0-7
SAKARYA - 2018
BİLİM KURULU
Abdullah Al-Arian – Georgetown University – Doha
Abdullah Baabood – Qatar University
Ahmet Uysal – Istanbul University
Anoush Ehteshami – Durham University
Burhanettin Duran – SETA, Ibn Khaldun University
Emad Shahin – Georgetown University
Haoues Taguia – Al Jazeera Center For Studies
Heba Raouf Ezzat – Ibn Khaldun University
Homeira Moshirzadeh – University of Tehran
Katerina Dalacoura – London Economy School
Kemal İnat – Sakarya University
Mohamed El Moctar Shinqiti – Hamad Bin Khalifa University
Nurşin Ateşoğlu Güney – Yildiz Technical University
Osman A. Hassan – University of Warwick
Özcan Hıdır – Istanbul Sabahattin Zaim University
Robert Mason – The American University in Cairo
Rory Miller – Georgetown University in Qatar
Steven Wright – Hamad Bin Khalifa University
Youssef Choueiri – Doha Enstitute
1911 YILINDA MECLİS-İ MEBUSAN’DA GERÇEKLEŞEN SİYONİZM TARTIŞMALARI: TARTIŞMA SÖYLEMLERİNİN İNCELENMESİ VE BİR
BAĞLAM ÖNERİSİ
Selim Sezer
Dr., Faculty Member, İstanbul Gedik University
selim.sezer@gedik.edu.tr
Özet;
Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı, 1911 yılının Mart ve Mayıs aylarında iki kez “Siyonizm” temalı tartışmalara tanık oldu.
Tartışmalardan ilki Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey tarafından açılmış, burada soyut ve zayıf bir Siyonizm tanımı yapılmış ve Filistin’deki somut
süreçlerden bahsedilmemişti. Mayıs ayında ise Siyonizm konusu, farklı şehirlerden ve eğilimlerden Arap mebuslar tarafından gündeme getirilmiş ve Yahudi göçlerinin yerel Arap nüfusu üzerindeki etkileri de konuşulmuştu.
Bu makalede söz konusu iki tartışmayı Meclis-i Mebusan kayıtlarından aktarılırken, aynı zamanda konunun Meclis kürsüsüne hangi sebeplerle taşındığını da irdelenmektedir. Nitekim mevcut literatürde bu konuyu ele alan az sayıdaki çalışma içinde, Meclis’teki Siyonizm tartışmalarını Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudi sorununun ortaya çıkışı bağlamında ele alanlar olduğu gibi, söz konusu tartışmaları aynı dönemde Filistin bölgesinde gerçekleşen toprak transferleri ve bunun ortaya çıkardığı tepkilerle ilişkilendiren çalışmalar da mevcuttur. Makalede, literatürdeki bu farklı bağlamsallaştırma girişimleri ele alınırken, bir sentezin ya da alternatif bir okumanın mümkün olup olmadığı da tartışılmaktadır.
1. Giriş
“Ortadoğu” olarak adlandırılan bölgenin 20. yüzyıldaki siyasal konfigürasyonu nun, I. Dünya Savaşı esnasında vuku bulmuş üç önemli gelişme temelinde şekillendiğini yahut en azından, bu üç gelişmenin söz konusu konfigürasyonun şekillenmesinde birinci derecede etkili olduğunu ileri sürmek mümkündür:
1916 yılında imzalanan gizli Sykes-Picot Antlaşması, aynı yıl başlayan Şerif Hüseyin İsyanı (Arap/Hicaz İsyanı) ve 2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu. Sonuncusu, Britanya hükümeti tarafından Dünya Siyonist Örgütü’ne verilmiş bir sözdü: Muğlak bir dille yazılmış olan ve hangi ihtiyacın ürünü olduğu tartışmaya açık olan metin, Britanya’nın Filistin’de Yahudiler için bir “ulusal yuva” kurulmasına yardım edeceğini belirtiyordu.
Böylelikle Britanya, 1948 yılında İsrail Devleti’nin ilan edilmesine giden sürecin temelini oluşturan Yahudi göçlerinin teşvikini resmi bir politika haline getiriyordu.1
Ne var ki Filistin’e yönelik Yahudi/Siyonist göçleri, ilk defa Balfour Deklarasyonu’yla birlikte başlamadığı gibi, Siyonist projenin amaçları ve yaratması beklenen sonuçlar da kamuoyunda çok daha erken tarihlerde tartışılır hale gelmişti. Bu tartışmaların gerçekleştiği yerlerden biri de İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca– özellikle 1908-1912 arasındaki birinci devrede– farklı eğilimlerin temsil edildiği Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ydı. Bu makalede,
1911 yılının Mart ve Mayıs aylarında Meclis-i Mebusan’da gerçekleşen “Siyonizm” temalı iki tartışma ele alınacaktır. Makalenin ilk kısmında, tartışmaların kendisine odaklanılacak ve tartışma söylemleri analiz edilecektir. İkinci kısmında ise mevcut literatürde bu konuyu ele alan bazı çalışmaların, tartışmaların bağlamı hakkında sunduğu önermeler incelenecek, karşılaştırılacak ve en sonunda da yazarın kendi bağlam önerisi sunulacaktır.
Meclis-i Mebusan’daki tartışmaların aktarılmasında, birincil kaynak olan Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi’nden (MMZC) yararlanılmıştır. İkinci kısımda ise bir tür “literatür eleştirisine” girişildiğinden, yalnızca bu konuyu irdeleyen bazı ikincil kaynaklar kullanılmış, bir başka deyişle, birincil kaynaklara dayalı geniş bir tarihsel arka plan sunma girişiminden uzak durulmuştur. Diğer yandan, tartışmanın yaşandığı dönemde sahada vuku bulan gelişmelerin ve İstanbul ve Arap kamuoyundaki tartışmaların daha detaylı şekilde inceleneceği, kapsamlı tarih çalışmalarına girişilmesinin halen bir ihtiyaç olduğu görünmektedir.
2. Tartışma Söylemleri
2.1. Birinci Tartışma (1 Mart 1911)
Meclis-i Mebusan’daki Siyonizm temalı ilk tartışma, 16 Şubat 1326/1 Mart 1911
tarihinde gerçekleşmiştir. Tartışmayı açan kişi bir Arap mebus değil, Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey’dir. Bütçe görüşmelerinin yapıldığı söz konusu oturumda, muhalif mebuslar, genel olarak hükümete ve özel olarak Maliye Nazırı Cavid Bey’e yönelik pek çok eleştiri dillendirmiştir. Bu tartışmaların ortasında söz alan İsmail Hakkı Bey, konuşmasına hükümetin dış borç alımlarından söz ederek başlamış ve konuyu Siyonizm’e getirmiştir. Borç (“istikraz”) meselesinin yer yer mali bir mesele, yer yer siyasi bir mesele olarak ele alındığını söyleyen Gümülcine Mebusu, ilk tartışmayı bu bağlantıyı kurarak başlatmıştır:
İstikraz meselesinin ehemmiyeti, yalnız bir mesele-i maliye gibi telakki olunmasında yahut bir mesele-i siyasiye gibi telakki olunmasında değildir. İstikraz meselesinde, asıl bizi ehemmiyetli bir noktaya sevk edecek başka bir cihet mevcuttur. Bu da bizim istikrazımızı ve bu istikraz meselesini fena yollara getirip nihayet bir netice-i muzırraya isal eden bir istikraz meselesiyle kendini gösteren Siyonist âmâli
meselesidir.2
Makale boyunca, metin akışının dışına çıkılarak yapılan doğrudan alıntılarda orijinal Osmanlı Türkçesi ifadeler korunmuş, metin akışı içinde yapılan alıntılarda ise genellikle kullanılan ifadelerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarına yer verilmiştir.
İsmail Hakkı Bey, bu tabiri kullandıktan sonra Siyonizm’in ne olduğunu ve kapsamını açıklama ihtiyacı duymuştur. Buna göre Siyonistlik, bütün Musevileri içine alan bir olgu olmadığı gibi, bütün Osmanlı Musevilerini içine alan bir olgu da değildir. Bundan ziyade, “bazı zararlı siyasi amaçlar peşinde koşan ve çoğunlukla bazı Avrupa ülkelerinin bazı kısımlarında yaşayan” kişilere ait bir olgudur. Gümülcine Mebusu, Siyonizm’in tanımını ise “Arz-ı Filistin'de Şattülarap vadisinde Küdüs-i Şerif ve havalisinde”, mümkün mertebe yabancı Musevilerin sayısını çoğaltarak ve orada nüfusun çokluğundan yararlanarak bir “hükümet-i İsrailiye teşkil etmek” olarak tanımlamaktadır.3
Hakkı Bey konuşmasında, bu amacı güden Siyonist Cemiyeti’nin yalnızca o dönemde değil, Meşrutiyet’ten önce de amaçları doğrultusunda faaliyetler yürüttüğünün ve bunu açık bir şekilde ortaya koyduğunun altını çizmiştir. Bu doğrultuda Siyonistler, Kudüs, Hayfa ve Şam dolaylarında araziler istimlak etmek istemiş, daha sonra bu arazilere Avrupa’dan göç edecek Yahudileri yerleştirmek istemiş, hatta bunun için kırmızı pasaport usulünü çıkarmış ve
bu kırmızı pasaportlarla bölgeye yerleşmeye çalışmışlardı.4 Tartışmayı alevlendiren bir nokta ise Hakkı Bey’in, Siyonist Cemiyeti’nin Berlin’de aldığı söylenen bazı kararların tercümesini okuması oldu:
Türkiye'nin teşebbüsümüze en münasip görünen havalisi şunlardır: Şattülarap, Suriye, Filistin. Musevi nüfusunu bir suret-i makulede tevsi, teksir etmek kaziyesi ise son derece haiz-i ehemmiyet görünüyor. Devlet-i Osmaniye Musevi muhacirlerine kapılarını küşâde bulundurduğu takdirde makamât-ı âliyyeyi işgal etmekte bulunan hem-mezheplerimiz bütün nüfuzlarını Hükümeti Osmaniye'nin siyasî ve iktisadî tealisi için sarf edeceklerdir. Bu suretle Devleti Aliyye’ye emin ve haiz-i nüfuz ittifaklar yolu açılacaktır.5
İsmail Hakkı Bey ayrıca, “gayet fettan adamlar” olarak tanımladığı Siyonistlerin
Osmanlı’yı zor duruma düşürerek borçlandırmak yoluyla kendi göç amaçları için zemin oluşturmaya çalıştığını savunuyordu.
Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey’in konuşmasının ardından Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa yanıt vermek üzere söz almıştır. Hakkı Bey’in bu sözleriyle, Osmanlı’ya dostça hizmet eden kişileri töhmet altında bıraktığını söyleyen Sadrazam, “Eğer memleketimizde, devleti hakikaten böyle bir Devlet-i İsrailiye şekline dökecek hata-yı azimecâri oluyor [büyük hatalar yapılıyor] da bizim gözümüz görmüyorsa, biz dünyanın en ahmak adamları oluruz” sözleriyle, Siyonist projelerin ciddiye alınır tarafının da olmadığını savunmaktadır.6 İbrahim Hakkı Paşa ayrıca, hükümet tarafından Osmanlı Musevilerinin “birkaç Siyonist budalanın, birkaç mecnunun, Musevilerin de mecnun addettikleri birkaç ahmağın” hayali fikirlerine iştirak ettiklerinin kabul edildiğinin düşünülmemesi için meselenin yeterince açık bir şekilde ortaya konulması taraftarıydı. Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey ise yeniden söz aldığında, Siyonist projenin “hayal” olduğu konusunda hemfikir olduğunu, ancak ciddiye alınması gerektiğini söyleyerek, Osmanlı’ya borç verecek bankaların Siyonistlerin etkisi altında olduğu iddiasını yinelemiştir.7
Bu ilk tartışmada, Siyonistlerin Filistin’den toprak alması ve bölgeye yerleşmesi
konusuna kısmen değinilmiş olsa da, bunun yerli Arap nüfus üzerindeki etkisine
değinilmemiş, bunun yerine bu göç ve toprak alımlarının Osmanlı için yaratacağı
mahzurlardan söz edilmiştir. Daha önemlisi, İsmail Hakkı Bey’in argüman ve iddiaları, genel bir hükümet eleştirisinin parçası olarak dillendiriliyor ve mevcut hükümetin Siyonistlerle işbirliği içinde olduğu (ya da en azından buna açık olduğu) anlamına gelebilecek ithamlarda bulunuluyordu. Ayrıca bu tartışmanın bütçe görüşmeleri esnasında ve Maliye Nazırı Cavid Bey’in programı ele alınırken yapıldığı düşünüldüğünde ve Cavid Bey’in Selanikli bir “dönme”/Sabetaycı olduğu dikkate alındığında tüm bu çıkışlar zımnen, Cavid Bey’i bir Yahudi / Siyonist komplosunun parçası olmakla suçlamak anlamına da geliyordu.
2.2. İkinci Tartışma (16 Mayıs 1911)
Bu ilk tartışmadan iki buçuk ay sonra Meclis-i Mebusan, yine Dahiliye bütçesi
görüşmeleri esnasında, bir kez daha Siyonizm temalı tartışmalara sahne oldu. Bu kez tartışmayı açan ve sürdürenler Şam ve Kudüs’ten gelen Arap mebuslardı ve vurgular farklıydı.
Söz konusu tartışma, Kudüs Mebusu Ruhi el Halidi Bey’in kürsüye çıkarak, “dahiliye bütçesini kabul ve tasdik etmeden önce bir dahili meseleden bahsetmek istediğini” söylemesiyle ve maksadının hükümetin Siyonizm’in girişimleri karşısındaki vaziyetini anlamak olduğunu ifade etmesiyle başladı. Özellikle öğrenmek istediği şey, Yahudi göçmenlerin Filistin’e yerleşmesi ve burada arazi satın almaları yasak olduğu halde bu yerleşimlerin nasıl gerçekleşebildiği, göç eden kişilerin arazileri, mezraları, köyleri nasıl satın
alabildikleri idi.8
Ruhi el-Halidi, yaptığı konuşmada tepkilerinin genel olarak Yahudilere yönelik
olmadığını birkaç kez vurgulama ihtiyacı duymuştur. Osmanlı tebaası olan Musevilerin çoğunluğunun, bilhassa da Sefaradların Siyonist olmadığını söyleyen Ruhi Bey, kendisinin anti-Siyonist olduğunun, ancak antisemitist olmadığının altını çizmiş ve kürsüde yalnızca Müslümanların ve Hıristiyanların değil, aynı zamanda Yahudilerin de mebusu sıfatıyla konuştuğunu söylemiştir. Ruhi Bey ayrıca pek çok Osmanlı Yahudisinin de Siyonizm’e karşı faaliyet içinde olduğunu ifade etmiş ve bu doğrultuda, İzmir Musevi Esnaf Cemiyeti gibi kurumlardan mebuslara gönderilen, kendilerinin Siyonizm’e karşı olduğunun ifade edildiği
bazı telgrafları okumuştur.9
Antisemitizmin en çok Doğu Avrupa’da, hususen de Rusya, Lehistan, Romanya ve Galiçya’da geliştiğini ve Siyonizm’i doğurduğunu söyleyen Kudüs Mebusu, konuşmasının devamında, yer yer Tevrat’tan da alıntılar yaparak ve Theodor Herzl gibi kurucu isimlerden söz ederek, Siyonizm’in tarihsel gelişimini ve hedeflerini anlatmıştır.
Daha sonra Kudüs ve Filistin’deki mevcut duruma değinen Ruhi el-Halidi Bey, göçlerle birlikte Kudüs’te bulunan Yahudilerin sayısının 80-90 bine kadar çıktığını, Müslümanların sayısının 8-9 bine kadar indiğini, dahası, gelen kişilerin Osmanlı tabiiyetine de geçmediğini, çoğunluğunun Rusya ya da Avusturya tabiiyetinde olduğunu ve hatta bazı kasabaların kendi kendini idare ettiğini,
buralarda devletin jandarmasının, zaptiyesinin, idarecisinin bulunmadığını söylemiştir 10
Ruhi el-Halidi Bey’in arkasından, bir diğer Kudüs Mebusu olan Said el-Hüseyni Bey kürsüye çıktı. Kudüs Sancağı’nda Yahudi göçmenlerin 100 bin dönümden fazla arazi aldığını, geçmişte bu tür faaliyetlere izin vermeyen kararlar alındığını, ancak arazi alımlarının gerçekleşmeye devam ettiğini söyleyen Said Bey’e göre, bunda merkezi hükümetin ve yerel yönetimin kusuru vardı. Ruhi Bey’le aynı noktaya işaret ederek, ancak biraz daha yüksek bir rakam vererek Kudüs’teki Yahudi nüfusunun 100 bini geçtiğini ve bu kişilerin çoğunun Osmanlı tebaası da olmadığını söyleyen Said Bey’e göre “artık Arz-ı Filistin’in Yahudi almaya tahammülü yok”tu ve bundan böyle Osmanlı’ya göç etmek isteyen Yahudilerin
ülkenin başka yerlerine gitmesi gerekiyordu. Bunu söylerken genel bir Yahudi karşıtı söylem üretmekten uzak duran Said Bey, tersine, Yahudilerin/Musevilerin çalışkan ve faydalı bir toplum olduğunu, ancak sayıca yeterince kalabalık hale geldikleri için Filistin’e değil, başka bölgelere gitmeleri gerektiğini söylüyordu:
Museviler gayet çalışkan, zeki, muktesit bir kavimdir. Ziraatte, sanatta, fevkalade müterakkidirler. Kudüs-i Şerif Sancağı’nda icat ve tesis eyledikleri mekâtib-i ilmiyye ve ziraiyye ve sınaiyyeden hem kendileri ve hem memleket ahalisi[nin] az çok istifade ettiği inkar olunamaz. Binaenaleyh, memalik-i sairedenbilad-ı Osmaniyye’ye duhulleri şartı ile Arz-ı Filistin’den gayri vilayetlere çünkü dediğim gibi Arz-ı Filistin’de mevcut olan miktarı kafidir vilayetin alabildiği miktara göre müteferrikan muhacirlerin kabul ve tescilinde hiçbir mahzur yoktur.11
İki Arap mebusun konuşması, bazı tepkilerle de karşılaştı. İzmir Mebusu Nesim
Mazliyah Efendi, Siyonizm meselesinin doğru anlaşılması, hükümete zarar veriyorsa elbette engellenmesi gerektiğini savunuyor, ancak konunun kamuoyunda abartıldığını, örneğin Selanik’te çıkan bazı gazetelerin finansmanını bile Siyonistlerin yaptığının iddia edildiğini söylüyordu. Önceki tartışmaya benzer şekilde, Siyonizm meselesinin ciddiyetinden şüphe duyulması gerektiğini söyleyen Nesim Efendi, Arap mebuslara, bir “Hükümet-i Museviyye”
kurulmasına yüzde bir de olsa ihtimal verip vermediklerini sormuştur.12
Arkasından söz alan Erzurum Mebusu Ohannes Vartkes Efendi ise, daha güçlü, ancak farklı bir noktaya işaret eden bir eleştiri getirmiştir. Meclis binasında bunların konuşulması durumunda dışarıda bulunan “cahil ahali”nin, yanlarında bir Yahudi gördükleri zaman hain muamelesi yapacağını söyleyen Erzurum Mebusu, “Ben Ermeni bir evlat olduğum için söylüyorum, benim başıma gelen hallerin Yahudilerin de başına gelmesinden korkarım” dedikten sonra, iki gayrimüslim cemaat arasında paralellik kurmanın ötesinde, meselenin ucunun doğrudan Ermenilere dokunacağını da savundu: “Yarın eğer Arz-ı Filistin’de yahut başka yerde iğtişaş [karışıklık] olursa, en ziyade Ermeni’nin başını keserler”.13
Ohannes Efendi de tıpkı Nesim Efendi gibi, Siyonizm’in zararlarının olup olmadığının hükümet tarafından araştırılması gerektiğini, bu kadar tartışmanın yeterli olduğunu söylemiştir. Bundan sonra bir süre Meclis’teki tartışma, ülkenin farklı yerlerinde Ermenilere karşı gerçekleşen saldırı iddialarıyla devam etmiştir. Fakat bir süre sonra, üçüncü bir Arap mebusun söz almasıyla yeniden Siyonizm tartışmalarına dönüldü.
Bu kez söz alan kişi, 1911 başlarında yapılan ara seçimle Şam Mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a giren, eski Nasıra Kaymakamı Şükrü el-Aseli Bey (meclis tutanaklarında geçen ismiyle Hasan Şükrü Bey) idi. Kürsüden, Theodor Herzl’in ve önde gelen Siyonistlerin fotoğraflarını göstererek Siyonizm’in gelişiminden bahseden Şükrü Bey, aşağıda söz edileceği üzere yakın zamanda Siyonizm’in faaliyetlerini deneyimlemiş biri olarak, Dünya Siyonist Teşkilatı’nın Filistin’in pek çok şehir ve kasabasında -Kudüs, Halilürrahman, Ramle, Yafa, Taberiyye, Zamarin, Hayfa ve Safed’de- şubelerinin olduğunu söylemiştir. Yahudilerin
bölgeye yerleşmede nasıl bir yol izlediğini anlatan Şükrü Bey, önemli bir nokta olarak, göçmenlerin silah kaçakçılarından silah temin ettiklerini de söylemiş ve bayramlarda Osmanlı sancağı yerine “mavi renkte, orta yerinde bir Mühr-ü Süleyman bulunan” Siyonist sancağı çektiklerini anlatmıştır. Şam Mebusu, hükümetin de bütün bunları yalnızca seyrettiğini ifade etmiştir14
Şükrü el-Aseli Bey’e göre Siyonizm’in amacı “yalnızca Arz-ı Filistin’de değil,
Suriye’de ve hatta Irak’a doğru bir hükümet-i Yahudiyye-i azime teşkil etmek”ti. Kendisi bunun bir hayal olduğu kanaatindeydi, ancak pratikte somut karşılığı vardı: “(…) Fakat bir mesele-i mühimme var. Yalnız orada bulunan araziyi aldıktan sonra bizim ahaliyi mahvediyorlar.”15
Şükrü Bey son olarak, Yahudi göçmenlerin Filistin’de iskan edilmemesi için bir kanun çıkarılmasını istedi. Sonrasında mebuslar, bu meselenin artık kapatılmasını istedi. Bir başka deyişle, Mart ayındaki tartışmaya kıyasla çok daha uzun ve ayrıntılı bir tartışma yapılmıştı, ancak üç Arap mebus, Meclis’in geri kalanının desteğini alamamış, hatta yeterince ilgisini bile çekememişti.
Mayıs ayındaki ikinci tartışma, uzunluk ve detay dışında, ilk tartışmaya göre başka önemli farklar da taşıyordu. Her şeyden önce bu kez tartışmayı yürütenler Arap mebuslardı; bunlardan ikisi Kudüs’ten geliyordu, üçüncüsü ise yakın zamana kadar Nasıra’da görev yapmıştı. Bunun belki de doğal bir sonucu olarak, ilk tartışmadan farklı olarak bu kez sahadaki gelişmelere ve göç ve arazi alımlarının yerel nüfus üzerindeki etkilerine değinilmiştir. Ayrıca Mart ayındaki tartışmada genel olarak Osmanlı devletinin Yahudi göçmenlere kapısını açması eleştiri konusu yapılırken, Mayıs ayındaki ikinci tartışmada Yahudilerin ülkeye gelişinin kendisine tepki gösterilmemiştir. Buna karşın gelen itirazlar, Mart’taki tartışmayla benzer bir çerçevede kalmıştır. Tam da bu sebeple, bazı araştırmacılar her iki tartışmayı benzer, hatta ortak bir bağlam içinde ele almayı tercih etmiş, ancak kuşkusuz bunu yaparak, önemli bir boyutu göz ardı etmiştir. Aşağıdaki ikinci kısmında, tartışmaların bağlamını irdelerken ilk olarak bu yaklaşımdan hareket edeceğiz.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder