1 Eylül 2019 Pazar

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER., BÖLÜM 1

GENİŞ GRUP KİMLİĞİ VE BARIŞ SAĞLAMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER.,  BÖLÜM 1 


Geniş Grup Kimliği ve Barış Sağlama Üzerine Bazı Düşünceler, 
Vamık VOLKAN,* DLFAPA, FACPsa 




*Prof. Dr., Virginia Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi, Amerikan Psikiyatri Cemiyeti Üyesi, Amerikan Psikanaliz Cemiyeti Üyesi. 
* Çeviren: Dr. Bilge Bilgin, Arş. Gör. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13 
Vamık VOLKAN 

Özet: Türkiye’de başlıca iki geniş grup kimliği krizi mevcuttur. İlk kimlik meselesi son birkaç on yıldır modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk ve takipçilerinin algıladığı ve geliştirdiği ‘Türklük’ kavramını değiştirmeye yeltenen ve içine dini unsurlar sokmaya zorlayan bir düşünceye karşılık gelmektedir. 

İkinci geniş grup kimliği meselesi ise etnik olandır. 1984’ten beri PKK’nın terörist eylemleri ve karşılığında Türk hükümetinin askeri operasyonları ile on binlerce Türk vatandaşı, Türkler ve Kürtler, hayatını kaybetmektedir. Şu an Türkiye’de birçoğu barışçıl vatandaşlar olan milyonlarca Kürt, hayatlarının her günü etnik kimliklerinin farkındalığını yaşamaktadırlar. Etnik Türkler ise tekrarlayan trajik olaylar nedeniyle ve ülkede ‘Kürt sorunu’ olarak bilinen etnik meseleye her gün maruz kaldıklarından, etnik kimliklerinin farkındalığını her gün yaşamaktadır. 

Ben bu makalede Türkiye’deki geniş kimlik meselelerine odaklanmayacağım. Bunun yerine ‘geniş grup kimliği’ psikolojisini, onun paylaşılan narsisizmini, yarattığı ‘psikolojik sınır’ı, ‘öteki’ ile ilişkili ağır travmalara etkisini, ulusal veuluslararası meselelerdeki rolünü ve karşıt grupların barış içinde yaşamasına engel teşkil etmesini ele alacağım. Bu ele alışın Türk sorunlarıyla baş etmede işe yarar olacağını umuyorum. 

Geniş grup kimliğini, çoğunluğu birbirini hiç görmeyecek ve hiç tanımayacak olsa bile geniş grup kimliğinin aynılık hissini paylaşan onbinlerce ya da milyonlarca 
insan için kullanıyorum. Bir geniş grup kimliği; ortak başlangıç mitleri ve gerçeklerinin, tarihi devamlılıkların, coğrafik gerçeklerin ve paylaşılan diğer dille ilişkili, toplumsal, dini, kültürel ve politik faktörlerin sonucu olarak oluşur. Günlük yaşantıda bizler, ortak yönümüzü belirtmek için‘ biz Bedeviyiz, biz Litvanyalı Yahudileriz, biz Kürtüz, biz Slavız, biz Sünni Müslümanlarız, biz Taliban Kardeşleriz, biz Komünistiz’ gibi kimlikleri kullanarak sözler sarf ediyoruz. Yine de bu özetteki basit geniş grup kimliği tanımı, konunun politik, ekonomik, yasal veaskeri girişimleri geliştirmek üzerindeki gücünü ve bu girişimler karşı anlamsız dirençler oluşturmakta etkisini anlatmak için yeterli değildir. 

Filistinlilerin Taşları: Geniş grup kimliğinin ‘keşfi’ 

1932 yılında Kıbrıs’ta doğduğumda bu Akdeniz adası İngiliz Kolonisiydi. Onlu yaşlarımdan önce ailem başkent Lefkoşa’da Türkler ve Rumların yaşadığı bölgelerin tam bitiştiği yerde yaşardı. Evimizin yanında Rum bir aile oturuyordu. Benden biraz küçük bir kız çocukları vardı. Evlerimizin bahçesi çamurdan yapılmış briketlerle ayrılıyordu. Büyüyüp boyum uzadıkça onu yan bahçeden görebiliyordum. İlk defa nerede tanıştığımızı hatırlamıyorum; fakat evlerimizin önünde karşılaşırdık. 

Caddedeki arabaları ve bisikletleri işaret ederek Türkçelerini ona söylerdim. O da bana Yunancalarını söylerdi. Kısa bir süre sonra ergenliğe ulaştığımızda Kıbrıs’taki Türk veYunan geniş grubu arasında yapılacak evlilikleri ensest gibi şiddetle yasaklayan kültürel kalıplar gibi nedenlerle bizim buluşmamız sona erdi. Çocukluğumda bunu fark etmemiştim; ancak somut şekilde geniş grup kimliğinin insanları nasıl ayırdığını tecrübe etmiştim. 

Çocukluk yıllarımda beni geniş grup kimliğinin insanlar vetoplumlar üzerindeki etkisine maruz bırakan başka olaylar da vardı. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı 
Rumların her ikisi de, benim çocuk aklımın tam olarak anlayamayacağı, adanın sınırları dışından gelen tehlikeye engel olma konusuyla takıntılı bir şekilde uğraşıyorlardı. 

Nazilerin 1941 yılında bir başka Akdeniz adası olan Girit adasına hava istilasından sonra, bir sonraki saldırı hedefi Kıbrıs’tan başkası değildi. Bahçemize sığınaklar kazdık, bazı durumlarda orada kalabilmek için. Bazen yağmurlu gecelerde, gecenin ortasında siren sesleriyle uyandırılırdık. Yiyecek sınırlıydı, bayat ve lezzetsiz ekmekleri yemeye zorlanırdık, bize gaz maskesi takmayı öğretmişlerdi. Sokaklarda yürüyen başları sarıklı, uzun sakallı Hintli askerleri dikkatimi çekerdi. 

Okulun bahçesinde diğer çocuklarla oynarken bir İtalyan savaş uçağının vuruşuna tanık oldum. Denilebilirdi ki çocukluğum Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Runların İngiliz hâkimiyeti altında Alman ve İtalyanların dış düşman olduğu bir ortamda geçti. Nazi Almanlarının Yahudileri öldürdüğünü duydum; ancak hiçbir Yahudiylekarşılaşmamıştım. Özetle, onlu yaşlarımdan önce bazıları çok korkunç olan olaylara maruz kaldım ve bunlar yukarıda bahsettiğim geniş grup kimliğiyle ilişkiliydi. 

Eminim çocukluğumda yaşadıklarım, bir psikanalist olarak 35 yıldır dünyadaki ‘öteki’lerin neden olduğu travmatik olaylarla ilişkili, barış içinde yaşamak üzere 
gayri resmi toplantılarda düşman grupları bir araya getirdiğim projeleri gerçekleştirmemde önemli rol oynamıştır.1.1984’te Amerikan Psikiyatri Derneği’nin sponsorluğunda yapılan, itibarlı İsrailli, Filistinli ve Mısırlı kişileri bir araya getiren interdisipliner Amerikan takımının başkanı oldum. O sene İsviçre’de toplandığımızda, geniş grup kimliğinin uluslararası ilişkilerdeki merkezi rolünü tamamen anladım. Bu toplantının ilk gününde, küçük bir grupta sağ tarafında Gazze’den gelen Filistinli bir psikiyatristin oturduğu, iyi tanınan emekli bir asker olan General Shlomo Gazit’in solunda oturuyordum. Bir anda Filistinli psikiyatrist Gazze Şeridi için ilk kez görevlendirilen İsrailli generale dönüp şöyle dedi: “Siz, Araplarla ilişkilerde adil olan Gazze’den sorumlu ilk ve son İsrailli generalsiniz. Ben İsrail ablukası altında yaşamayı bir parça bile sevmiyorum. Bir insan olarak, size saygı duyuyorum. Sizin görev süreniz dolduktan sonra yeni İsrailli komutanlardan hiç biri bize sizin davrandığınız gibi adil davranmadı.” Filistinli konuştukça duygulandı. Sağ elini pantolonun cebine soktu. Ben kumaşın altından parmağının telaşlı hareketini görebiliyordum. O anda ben şiddetle Gazze ablukasının başındaki ilk komutan olan İsrailli generalin yanında oturmanın Filistinli’de, biz psikanalistlerin ‘kastrasyon kaygısı’ olarak nitelendirdiğimiz şeyi tetiklediğini ve kastre olmadığından emin olmak için cinsel organına dokunduğu nu düşündüm. Ancak; Filistinli doktor neredeyse bağırıyordu ve şu sözleri sarfetti: “Ben buna sahip olduğum sürece, siz benim Filistinli kimliğimi benden alamayacaksınız.” O anda bahsettiği şeyin pantolonunun cebindeki bir şey olduğu belliydi; ancak benim bu nesnenin ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. 

Daha sonra tüm hikâyeyi öğrendim: Bahsettiği şey üzerinde Filistin bayrağı renklerinin boyalı olduğu bir küçük taş parçasıymış. Filistinli psikiyatrist bunu 
bana hiç direk olarak göstermediği halde, bana onu tarif etti ve Gazze’deki birçok Filistinli’nin böyle bir taşa sahip olduğunu söyledi. Onun için çok anlam taşıyordu ve onun güvenliğini hissettiriyordu. Bu taşı yanında tutmak ona diğer Filistinlilerle bir olduğu hissini somut olarak hissettiriyordu. Politik kargaşa vepaylaşılan aşağılanma sırasında, bu küçük boyalı taşlar Filistinlilerin sembolik olarak etnik kimliklerinin dışlaştırılan özelliklerini depolayan bir paylaşılmış rezervuar halini almıştı. Bu rezervuarlarla İsrailliler görmeden güvenli ve gizli şekilde etnik kimlik hislerini saklayabilmişler. Benim geniş grup kimliği olgusunu psikolojik açıdan incelememi ve bunun nasıl geniş gruplar arasında temel bir unsur olduğu konusuna dikkatimi yönlendiren olay bu Filistinli psikiyatrist ile emekli İsrailli general arasındaki bu etkileşim oldu. Savaşlar, savaş benzeri durumlar, terör, diplomatik çabalar, paylaşılan yas, ve paylaşılan kayıplar ve kazançlar hep geniş grup kimliği adı altında ortaya çıkar. Bu psikolojik köken; politik, ekonomik, yasal, tarihi ve etik gerçek dünya sorunlarının arkasına saklanmaya çalışsa da geçerlidir. 

Birey Kimliği 

Sigmund Freud ve ilk psikanalistler ‘kimlik’ kavramına nadiren değinmişlerdir. Psikanalitik ‘kimlik’ kavramını geliştiren esas olarak Erik Erikson olmuştur. Birey 
üzerinden ‘kimlik’ kavramını “bir kişideki kalıcı aynılık... [ve] bir kişinin diğerleri ile ilişkideki paylaşımındaki devamlılık” olarak tarif etmiştir.2 Günlük yaşantıda, 
yetişkinler sosyal ya da profesyonel statüyle ilişkili olarak kimliklerinin çok sayıda tavır ve davranışını gösterirler; bir kişi aynı anda anne, baba, doktor, marangoz ya da sportif ya da yaratıcı aktivitelerden hoşlanan biri gibi davranabilir. 

Bu taraflar kabaca Erikson’un tanımına uymaktadır; ancak bir kişinin sürdürülen aynılığının içsel duyusunu tam olarak yansıtmamaktadır. Bir kişinin sosyal ya da kariyer kimliği tehdit altındaysa, kişi kaygıya kapılabilir ya da kapılmayabilir. Bazı durumlarda bu kaygı şiddetli olabilir; ama öte yandan örneğin meslek ya da bir spor kulübü üyeliğini değiştirmeye benzemeksizin ciddi psikolojik problemlere neden olabilir. Diğer taraftan, aniden kontrolünü yitirip gerçeği değerlendirmesi bozulan bir yetişkini ele alalım. Böyle bir kişinin özgün kişiliği parçalara bölünür ve kişi dehşete kapılıp bir yıldızın patlayıp milyonlarca parçaya bölünmesi gibi bir his deneyimleyebilir.
3 Bu kişinin deneyimi kişinin kaybetmekten korktuğu çekirdek kimliğini tarif etmeye yardımcı olur ve onu diğer hafif sosyal ya da profesyonel kimliklerden 
ayırır. Kişi kendini koruyamadığında ve kendi çekirdek kimliğini kaybettiğini gördüğü zamanlarda bu psikolojik ölüm gibi bir his yaratır. Erikson’un kimlik hakkında kişideki içsel kalıcı aynılık derken çekirdek kimlikten söz ettiğine inanıyorum. 

Son birkaç on yıldır yeni doğanın bilimsel gözlemleri, çocuk-anne/bakımveren ilişkilerinin çocuğun zihnindeki rolünü açıklamıştır4ve bize yeni doğan beyninin 
birkaç onyıl önce düşündüğümüzden çok daha aktif olduğunu göstermiştir. Robert Emde 5 yeni doğan zihninin evrimi üzerine yaptığı araştırmada ‘biz-lik’ ve grupilişkili davranış için var olan bir potansiyel olduğunu öne sürmektedir. Paul Bloom 6 bizim erken çocukluktan itibaren neden ve neyi sevdiğimizi venasıl kendi cinsimize meyilli olduğumuzu ifade etmiştir. Daha 3 aylık bir bebeğin kendi ırkından birinin yüzünü daha çekici bulduğunu ve küçük çocukların kendi grubundan yetişkin insanlarla aynı renkte ve stilde giyinmeye çalıştığını hatırlatmıştır. Ancak bir yeni doğanın çevresi ebeveynleri, kardeşleri, akrabaları, ve diğer bakım verenlerden oluştuğundan ‘biz-lik’ kapsamı geniş grup kimliğinin çok belirgin bir boyutunu içermemektedir. Bir yenidoğan ve çok küçük bir çocuk, Erik Erikson’un7 tabiriyle kabile kültürüne bağlanana, milliyetçilik, etnik, dini ya da politik bir ideolojiye ilişkilenene kadar bir ‘genellemeci’dir, bunun ardından öznel olarak bir geniş gruba aidiyet deneyimi oluşur. 

‘Genellemeci’ olmaktan, Geniş grup kimliği geliştirmeye. 

Yeni doğanın üstesinden gelmesi gereken birçok işten birisi de kendisini psikolojik olarak bakım verenden ayırması ve diğerleriyle arasındaki farkı duyum samasıdır. 

Diğer bir görevi ise kendisini memnun eden annesi (ya da bakım vereni) ile kendisine engel olan annesinin aynı kişi olduğunu ve takiben sevilen vegeri 
çevrilen bebeğin de tek bir kişi olduğunu fark etmektir. Yeni doğan karşıtlıkları onarmayı başarmalı ve kendisini diğerlerinden ayırma kabiliyetini geliştirmelidir.8 
Yeni doğanların bilimsel incelemelerinin öncülerinden biri olan Daniel Stern9, bize yeni doğanların günde dört ila altı kez beslendiğini hatırlatmaktadır. Her beslenme deneyimi farklı derecelerde mutluluk yaratır. Çocuk büyüdükçe, bir anlamda, bu değişik deneyimler ‘iyi’ ve ‘kötü’ olarak kategorize edilir. Sevmek ve engellemek, aynı zamanda sevilmek ve engellenmek de bu deneyimlerle bağlantılı görünen kişilerle ilişkilendirilir ve birleştirme fonksiyonu etkin bir şekilde tamamlanana kadar bu kişileri de benzer şekilde ayırır. Çocuğun birleştirmiş olduğu ve aynı zamanda ayrıştırmış olduğu, öznel olarak duyumsadığı kendiliği, çocuğun kişisel kimliğidir. Eğer çocuk, biyolojik ya da çevresel etmenler nedeniyle birleştirme işini tam olarak başaramamış ve kendisini psikolojik olarak diğerlerinden ayıramamış ise, bireyin kimliği, yetişkinlikte, ayrılmış hatta parçalı ve stabil olmayan şekilde kalır. 

Daha önce 10 geliştirdiğim bir teoriye göre, çocuklar büyürken, özellikle de en yoğun şekilde kendi parçalanmış (hala entegre edemediği) yanlarını bir araya getirdikleri sırada, benim sabit ve kalıcı dışsallaştırma ları için “paylaşılan rezervuarlar” olarak adlandırdığım çevrelerindeki hedefler yetişkinler tarafından 
çocuklara sağlanır. Bu hedefler yetişkinler tarafından desteklenen ve korunan çoğunlukla da cansız nesnelerden oluşmaktadır. Bu kalıcı vesabit dışsallaştırmalar çocuğa geri dönmez ve çocuktaki ‘biz-lik’ ve aynı zamanda ‘diğerleri’ kavramını somut olarak başlatırlar. Bu işlem daha sonra büyüyen çocuğun klan, etniklik, milliyet ve diğer geniş grup etiketleri gibi kavramların daha sofistike bir biçimde anlaşılmasıyla birleşir. 

Benim teorimin uygulamasını örneklemek için, Kıbrıs’ı düşünelim. Kanlı olayların arkasından 1974’te iki ayrı politik oluşum haline gelen, bu süreye kadar yüzyıllarca Türklerin ve Rumların yan yana yaşadığı bir yerdi Kıbrıs. Rum çiftçiler çoğunlukla domuz yetiştirirlerdi. Türk çocuklar da Rum çocuklar gibi çiftlik hayvanlarına meraklıdır ve bir Türk çocuğun gidip bir domuz yavrusuna dokunup sevmek istediğini hayal edin. Türk çocuğun annesi ya da etrafındaki önemli bir 
kişi çocuğun domuz yavrusuyla oynamasına şiddetle karşı çıkar; çünkü Müslüman Türkler için domuz ‘kirli’dir. Böylelikle Türk çocuk için domuz sadece Rumlara ait bir şey gibi veTürkler’in geniş grubuna ait değil şeklinde algılanır. Bundan sonra Türk çocuk kalıcı şekilde dışlayacağı ya da entegre edemediği ‘kötü’ kendilik ve nesne imajları için bir rezervuar bulmuş olur. Müslüman Türkler domuz eti yemediğinden, somut olarak domuz imajının içine atılan, dışlanan şeyler tekrar içe alınmaz. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder