23 Eylül 2019 Pazartesi

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ: GEÇMİŞİ, YAPISI, GELECEĞİ VE FAALİYETLERİ, BÖLÜM 2

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ: GEÇMİŞİ, YAPISI, GELECEĞİ VE FAALİYETLERİ, BÖLÜM 2




 Tüm bunlar yaşanırken 1995 yılında TSK, Kuzey Irak’taki PKK kamplarına Çelik Harekatı adıyla sınır ötesi bir harekat başlattı. Bu operasyona tam 35.000 Türk 
askeri katıldı. PKK bu operasyonlarda da büyük darbe aldı ve Kuzey Irak’taki üs merkezlerine geri çekildi. Genelkurmay Başkanlığı tarafından harekat sonrası yapılan açıklamada 555’i ölü olmak üzere 568 teröristin ele geçirildiği açıklandı.12 
Bir diğer mesele, bu dönemde PKK ve KDP arasındaki mücadeledir. KDP, PKK’nın da KYB’nin de özellikle bu zaman aralığında ortak düşmanı olmuştur. Kuzey Irak’ta PKK ve KDP arasındaki güç mücadelesi kapsamında 1990’ların başında PKK, sayı, ateş gücü ve mühimmat olarak KDP’ye karşı üstün geliyordu. Fakat 1990’ların sonuna doğru ibre tersine döndü. 1995’e gelindiğinde ise PKK, KDP’den Erbil’deki Kürt Parlamentosu’nda temsil hakkı istedi. Ancak bu isteği reddedildi ve çatışmalar başladı. Örgüt bu çatışmalarda da büyük zayiatlar verdi. 

 1996 yılı içerisinde ise örgüt, terörizm metotları içerisine yeni bir uygulama sokmuştur. Bu dönemde ilk defa intihar eylemlerine girişilmiştir. PKK’nın ilk intihar saldırısı 30 Haziran 1996’da Tunceli’de düzenlenen bayrak töreni sırasında olmuştur ve bu terörist saldırıda 8 asker şehit olmuş ve 29 asker de yaralanmıştır.13 

Bu süreçten itibaren örgütün intihar eylemlerini seçmesinin arkasında yatan sebep de, büyük güç kaybı ve ele geçirmek istediği bölgelerdeki etki alanını hızla kaybetmesi olmuştur. 
Bunda yine Türk ordusunun caydırıcılığı, emir-komuta zincirindeki sıkıntıların ortadan kalkması, “alan hakimiyeti” konsepti, korucuların askeri birliklerle operasyona katılması, lojistiğin ve ordu envanterinin gelişmesi gibi unsurlar etkili olmuştur. 

 1998’e gelindiğinde ise terör örgütü birçok kanattan darbe almıştır. Bu darbelerden biri örgütün üst düzey isimlerinden Şemdin Sakık ve kardeşinin Kuzey Irak’ta bir operasyon sırasında yakalanması ve Türkiye’ye getirilmesi olmuştur. Bu yıl içerisinde köy ve karakol baskınları azalmıştır. Her şeyden önemlisi PKK, Kuzey Irak’ta tekrardan yaralarını sarmayı hedeflerken, Barzani’den sonra Talabani’nin KYB’si de PKK’ya meydan okumaya başlamıştır. Terör örgütünün bu kötü gidişatı karşısında Öcalan, 1 Eylül 1998 yılında Dünya Barış Günü’nü de bahane ederek bir ateşkes ilan ettiğini duyurmuştur. 
1998 yılı bittiğinde ise bölge halkının devlete olan güveninin arttığı ve örgüte olan desteğinin hemen hemen bittiği gözlemlenmiştir. 

Tüm bu olan bitenlerle birlikte PKK elebaşı Öcalan’ın uzun yıllar Suriye’de barınması sonucu Türkiye artık bu tarihlerde Suriye’yi sıkıştırmaya başlamıştır. 
Bu zaman aralığında Suriye’yi destekleyen ve Türkiye’ye tehdit savuran açıklamalar da geliyordu. Libya Devlet Başkanı Kaddafi ve Suudi Arabistan Kralı’nın kardeşi Suriye’nin arkasında olduklarını belirtiyorlardı. 

Daha sonra Birleşmiş Milletler’deki 12 Arap ülkesinin temsilcileri Suriye’yi desteklediklerini ve Suriye’nin yanında olacaklarını açıklıyorlardı. Buna karşın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Rusya ve Yunanistan da desteklerini esirgemiyorlar dı.14  Türkiye’nin kurduğu baskılarla Öcalan en sonunda Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Buradan Moskova’ya kaçan PKK’nın elebaşı daha sonrasında sahte bir pasaportla İtalya’ya kaçtı fakat İtalyan polisleri tarafından gözaltına alındı. Ancak, bir takım siyasi girişimler sonucunda Öcalan’ın iade talebine İtalyan hükümeti olumlu bir yanıt vermedi.15 

Bu nedenle 1999 yılı PKK için çok önemli bir yıldır. Çünkü bu tarihte Abdullah Öcalan Kenya’nın başkenti Nairobi’den yakalanarak Türkiye’ye getirilmiştir. 
Önce Şemdin Sakık’ın, sonra Abdullah Öcalan’ın yakalanması örgüt kadrolarında büyük bir şoka ve motivasyon kaybına yol açmıştır. 

 Öcalan’ın yargılanma sürecine 1999 yılı içersinde İmralı’da oluşturulan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) başlandı. Yargılamalar süresince de örgüt birçok eyleme imza attı. İdam kararı çıkması ihtimaline karşı gözdağı verme amaçlı saldırılar toplumda korku uyandırabilmek ve olası bir idam kararını engellemeye yönelikti. 
Ancak bu noktada kamuoyunun beklentisi yönünde oybirliği ile alınan kararla idam cezası çıktı. Bu karardan sonra PKK özellikle şehirlerde ve metropollerde 
ayaklanmalar çıkarma gayreti içerisine girdi. Bu yönde de beklentileri boşa çıkan örgüt, Öcalan’ın çağrısıyla süresiz ateşkes ilan etmiştir. Öcalan bu çağrıda örgütün Türkiye’yi terk etmesini ve silahlı mücadeleyi bırakmasını da emretmiş tir. Bu süreç içerisinde örgüt militanlarındaki moral bozukluğu had safhaya ulaşmış ve teslim olmalar çoğalmıştır. Aynı zamanda PKK bu dönemde ana üssünü Kandil’e taşımıştır. 

 PKK böyle bir ortamda Ocak 2000’de Kuzey Irak’ta yedinci kongresini yaptı ve silahlı mücadele yerine siyasi mücadele stratejisi üzerinde karar kıldı.16 Bu kararın arkasındaki en güçlü unsur, Öcalan’ın idam edileceği endişesiyle, PKK için uluslararası arenayı terörist örgüt imajından vazgeçirme çabası olmuştur. 

Bu kongrede alınan kararlarla ARGK, HPG’ye (Halk Savunma Gücü) dönüştürülmüş tür. ERNK ise YNK’ya (Demokratik Halk Birlikleri) dönüştürülmüştür ve Öcalan yeniden oybirliğiyle başkan seçilmiştir. 

2002 Sonrası ve Günümüz 

Nisan 2002’de sekizinci kongresine giden PKK, isim değişikliğiyle ismini KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiştir. Ve 11 Eylül 
saldırıları ile dünya konjonktürünün değişmesi, diğer terör örgütlerini etkilediği gibi PKK’yı da büyük ölçüde etkilemiştir. Bu çerçevede PKK/KADEK içinde siyasal harekete dönüşüm ve kendini öyle lanse etme çabaları sürmüştür. Bunu en iyi, PKK/KADEK’in sekizinci kongrede Kürt kimliğinin tanınması, idamın kaldırılması, genel af ve Öcalan’a özgürlük gibi taleplerinin yanında, asıl hedefe siyasal mücadele ile ulaşılacağı vurgusu göstermektedir. 

Ancak olası bir müdahale ve operasyon durumunda HPG’nin devreye gireceğini vurgulaması da, PKK’nın bu konuda samimiyetsizliğini ortaya koymaktadır. 

 20 Mart 2003 tarihinde İkinci Körfez Savaşı’nın, diğer adıyla Irak işgalinin ABD öncülüğünde başlamasıyla Ortadoğu’da ve bilakis Kuzey Irak’ta yine dengeler 
altüst olmuştur. CIA bizzat 2002’de Irak işgalinin altyapısını oluşturma çabası kapsamında, Irak’ın kuzeyinde cephe örgütlenmesini Kürt gruplar üzerinden 
hazırlamıştır. Ve zamanla Irak ordusu dağılmış ve Nisan 2003’te Bağdat işgal edilmiştir. Burada değişen dengeler yine terör örgütü PKK lehine olmuştur. 

2005 yılında Irak’ta yeni bir anayasanın yapılması süreci ile Irak, federal bir devlet olarak tanımlanmıştır. Sonuç olarak Kuzey Irak’ta anayasal hukuki zeminle Bölgesel Kürt Yönetimi ilan edilmiştir. 

 2003 yılında dönemin hükümeti tarafından sunulan ve 25 Şubat 2003’te TBMM Genel Kurulu’nda yeterli çoğunluk sağlanamadığı için kabul görmeyen 1 Mart 
Tezkeresi döneme damga vurmuş bir diğer hadisedir. Tezkere eğer kabul edilseydi, sadece koalisyon güçleri Türk hava sahasından yararlanmayacaktı. 
Türkiye de Kuzey Irak’a girecekti ve bu konuda masada söz sahibi olmaya hak kazanacaktı. Tıpkı bugün Suriye’de geç kalınmış Fırat Kalkanı Harekatı’nda olduğu gibi. 
Netice olarak, tüm bu gelişmelerle yine terör örgütü PKK büyük bir zayiat almaktan kurtulmuş oldu denilebilir. Ancak bu tarihten itibaren PKK’nın aleyhine olan, Bölgesel Kürt Yönetimi oluşumunun PKK’yı Kuzey Irak’tan dışlanmaya itme olasılığı olmuştur. 

 Terör örgütü PKK, 2003 yılı içerisinde yaptığı dokuzuncu kongrede yine isim değişikliğine giderek KADEK’in ismini KONGRA GEL (Kürdistan Halk Kongresi) 
olarak değiştirmiştir.17 PKK bu çerçevede yine, terör örgütü imajından kurtulma çabaları kapsamında silahlı mücadelesini sözde meşru savunma olarak belirlemiştir. 
Dahası 2004 yılında PKK’nın Kandil Dağı’nda yaptığı onuncu kongresinin hemen akabinde, 1 Haziran 2004’te ateşkesin sona erdirileceği açıklanmış ve HPG tarafından meşru savunma savaşı başlatılacağı duyurulmuştur. 

 Tüm bu olanlar gösteriyor ki PKK, “Uzun Süreli Gerilla/Halk Savaşı” konsepti içersinde bir hedefe ulaşamamış ve büyük ölçüde başarısız olmuştur. Doğal olarak taktik ve strateji anlayışını ideolojik bir kılıfla zaman içerisinde değiştirmiş ve süslemiştir. Bu da 2005 yılında Öcalan’ın talimatıyla yeni bir örgütlenmeye 
gidilmesiyle olmuştur. Bu yeni örgütlenmenin adı KKK (Kürdistan Demokratik Konfederalizmi) olmuştur.

Bunun arkasında yatan düşünce ise Amerikalı Anarşist Murray Bookchin’in fikirlerinin teröristbaşı Öcalan’da bir ilgi uyandırmasıdır. Demokratik Konfederalizm ve Liberter Sosyalizm olarak ortaya çıkan bu yaklaşım, 
hegemonya veya diğer küresel güçler bağlamında “böl-parçala-yönet” stratejisinin bir temel ayağı olarak tezahür etmektedir. 

 Bu gelişmeler ışığında 2004’te PKK, imajını değiştirmeye yönelik çabalar kapsamında TAK’ı (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) kurmuştur. Her ne kadar PKK’dan ayrı, bağımsız bir örgüt olduğu sıklıkla ifade edilse de bu doğru değildir. Çünkü TAK sözde bağımsız, ama gerçekte Kandil’e ve Murat Karayılan’a bağlı bir örgüttür. 
PKK’nın politik imajını bozacak tüm işlerini TAK’a ihale ettiği bilinmektedir. Murat Karayılan’ın daha sonraki zamanlarda TAK’ın terör eylemlerini savunması ve ölen teröristler için “kahraman şehitlerimiz” açıklamasını yapması bunların birer göstergesidir.18 

 Bu süre zarfında çatı bir yapılanma olarak 17 Mayıs 2005 tarihinde KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) kurulmuştur. Bu çatı yapılanma, Ortadoğu ve 
Avrupa'dan 213 üst düzey örgüt yöneticisinin katılımı ile kabul edilen "KCK sözleşmesi" ile kurulmuştur. Bu sözleşme sadece PKK’yı değil aynı zamanda PYD (Suriye kolu), PJAK (İran kolu) ve PÇDK’yı (Irak kolu) da kapsıyor. 

Sözleşmede KCK, toplumcu demokratik konfederal bir yapı olarak tanımlanmıştır.19 Yani KCK Öcalan’ın demokratik konfederalizm ideolojisi temelinde kurulmuş ve KKK’nın yerini almıştır. Bu çatı yapılanma bilindiği gibi 2009 ve 2010’da düzenlenen geniş çaplı tutuklama dalgalarıyla Türk kamuoyunun gündemine girdi. Yalnız, gündemde her ne kadar PKK’nın “şehir yapılanması” olarak yer almış olsa da bu doğru değildir. 

19 Mart 2012 tarihli KCK davası iddianamesinde “KCK yapılanmasının her bir ülkede (Türkiye, Suriye, İran ve Irak) birleşik bağımsız Kürdistan’ın yapılanma zeminini oluşturma görevini üstlendiği, yürüttüğü faaliyetlerini önce özerk bir yapılanma, nihai olarak da Kürdistan isimli, dört ülkenin topraklarının içerisinde olduğu bir devlet yapılanmasını hedeflediği” iddia ediliyor. KCK, Öcalan’ın ideolojisi göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu’da sorunların çözümü için bir model ve ulus devlete bir alternatif olarak önerilmiştir. Bu neticede bölgede faaliyet gösteren PKK terör örgütünün uzantılarının üstünde bir yürütme erki olarak oluşturulmuş bir yapıdır. Bir diğer önemli husus KCK davasının iddianamelerinde de yer alan Öcalan’ın dört ayaklı paradigmasıdır ve bunun en önemli ayağı “Demokratik Toplum Kongresi” (DTK) olmuştur. Diğer ayaklar Kent Meclisleri, Demokratik Siyaset Akademisi ve Kooperatifler Hareketi olmuştur. 20 

 2009 yılı itibariyle terörle mücadelede ve hükümet politikaları bazında çok farklı bir döneme girilmiştir. Her şey İmralı’da Abdullah Öcalan’ın ‘barış için yol haritası’ hazırladığını duyurmasıyla başlamış ve ardından dönemin başbakanı önce Kürt sorununu dillendirerek daha sonradan “çözüm süreci” ile devam edecek olan Kürt açılımını başlattığını duyurmuştur. Bu çerçevede örgüt üyelerinin bazılarının kısmi aftan yararlanması, yerleşim yerlerindeki Türkçe isimlerin Kürtçeleştirilmesi, TRT Şeş’in açılması ve yerel yönetimlere dayalı genişletilmiş haklar, yapılan düzenlemeler arasındaydı. Bundan önce de PKK 13 Nisan 2009’da bir ateşkes ilan etmişti. 

Bu karar KCK tarafından alınmıştı ve örgüt artık “meşru savunma” yapacağını deklare etmişti. 
Tüm bunlar olurken bir yandan araya Habur süreci girdi. Kürt açılımı denilen bu süreçte, Irak’taki Kandil ve Mahmur kamplarından, aralarında örgüt üyelerinin de bulunduğu 34 kişi Türkiye’ye giriş yaptı.21 Kendilerini ‘Barış Grubu’ olarak adlandıran bu teröristler daha sonrasında çeşitli talep ve bildiriler okudular. Bu süreç içerisinde devletin, çeşitli kanallar aracılığıyla terör örgütüyle görüştüğü de biliniyor. 
Aynı zamanda bu dönemde örgütün yurt dışındaki unsurları bu sorunu uluslararası arenaya taşımada gayret gösteriyordu. Bu dönem aralığında yurt dışında terör örgütünün propaganda ve kışkırtma faaliyetleri devam ederken, yurt içinde hem örgüt mensupları hem de örgütün siyasi uzantıları tarafından devlete karşı çeşitli tehditler savuruluyordu. 

    Örneğin, Murat Karayılan, “Bundan sonra PKK’nın eylemlerinin artarak devam edeceğini ve tek çözümün demokratik özerklik olduğunu” beyan ediyordu. 
Daha sonrasında yine Karayılan BBC’ye verdiği bir röportajda, “PKK’nın Birleşmiş Milletler gözetiminde silah bırakabileceğini, bunun için Türkiye’nin ateşkes 
ilan ederek PKK’nın şartlarını da kabul etmesinin gerektiğini” alenen söylüyordu. 

 Örgütün üst düzey yöneticilerinin deyimiyle artık 2010 yılı diyalog sürecinden müzakere sürecine geçişin aşamasıydı. Bölücü terörizmin meşrulaşma ve siyasallaşma çabaları bir yandan devam ederken, 2011 yılına girildiğinde bölgesel dengeler ve asimetrik tehditler Türkiye’nin güvenlik algısını ve kaygısını büyük ölçüde etkilemeye devam ediyordu. Bu kapsamda 2011 yılının Mart ayında, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de bir iç savaş başladı. Domino etkisi göstererek yayılan bu gelişmeler bağlamında Suriye’de savaş hala devam etmektedir. Bu yaşananların sonucunda PKK’nın da, Kuzey Suriye örgütlenmesi, yani PYD ve YPG ortaya çıkmıştır. 

 2011 yılının bir diğer, belki de en önemli gelişmesi Norveç başkenti Oslo’da yapılan, devlet görevlileri ile terör örgütü temsilcilerinin, üçüncü bir aracı/hakem ülke eşliğinde yaptıkları müzakerelerin ses kayıtlarının internet ortamına düşmesiydi. PKK’ya yakınlığıyla bilinen Dicle Haber Ajansı’nın yayımladığı bu ses kayıtları ve bunların yazılı metne dönüştürülmüş hali Türkiye’nin gündemini büyük ölçüde sarsmış bir hadisedir. 

 2012 yılında ise PYD/YPG’nin, Suriye’nin kuzeyinin denetimini ele geçirmeye başlamasıyla terörle mücadele farklı bir boyut kazanmıştır. Bu süre zarfında 
PYD/YPG Ayn El Arap’ı yani Kobani’yi ele geçirmiş, daha sonrasında Afrin ve Derik’e de yerleşmiştir. Hemen akabinde Suriye rejim güçlerinin bölgeden 
çekilmesiyle PYD, Kobani, Afrin ve Cizre kantonlarını kapsayan bölgede özerklik ilan ettiğini duyurmuştur. Diğer yandan bu dönemde ilk defa “çözüm süreci” ifadesi kullanılmış ve müzakerelerin devam ettiği bu süreçte, 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da düzenlenen Nevruz mitinginde Öcalan’ın mektubu okunmuştur. Öcalan, PKK’nın silahlı militanlarının yurtdışına çıkması çağrısında bulunmuştur.22 

Ardından Murat Karayılan, Öcalan’ın çağrısına uyacaklarını belirtmiş ve 21 Mart’tan itibaren PKK’nın ateşkes ilan ettiği duyurulmuştur. 

Ancak PKK her ne kadar ateşkes ilan ettiğini duyursa da bu böyle olmamıştır. 
Örgüt bu süreç içerisinde şehirlerde gençlik yapılanması ve sözde asayiş birimi olan YDG-H’yi kurmuştur. 
Bunun yanında silah ve mühimmat depolama faaliyetlerini sürdürmüştür. Yurtiçindeki bu gelişmelere bakıldığında, 2013 yılından beri devam eden ateşkesin 22 Temmuz 2015 yılında Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memurunun şehit edilmesiyle sona erdiği bilinmektedir.23 

Aynı zamanda bu tarih çözüm sürecinin de sona erdiği tarihtir. 

Değerlendirme ve Sonuç 

PKK’nın izlediği yöntemin Mao Zedong’un ‘Uzun Süreli Devrimci Halk Savaşı’ olduğunu belirtmiştik. Bunların da kendi içerisinde üç aşamadan oluştuğunu 
vurguladık. Bu açıdan PKK’nın hiçbir zaman bu yöntemin ilk safhası olan stratejik savunmadan çıkamadığı söylenebilir. Hatta bu aşamayı bile zaman zaman tam olarak karşıladığı söylenemez. Çünkü PKK hiçbir zaman devlet güçleriyle baş edebilecek konuma gelememiştir. Bunda kırk seneye yakın zaman zarfında devletin verdiği kayıplara oranla terör örgütünün verdiği oranları kıyasladığımızda görüyoruz. PKK, kurulduğundan beri aşağı yukarı 30.000 militanını kaybetmiştir. 

Ancak bir dönem, yani çözüm süreci olarak nitelendirdiğimiz 2010-2015 yılları arası, operasyonların durduğu dönemde ve PKK’nın başta belirttiğimiz gibi Botan denen bölgede alan hakimiyeti kurması, kırsaldan şehirlere yayılması planlanan isyanın YDG-H gibi temel aktörlerini yaratma çabası, silah ve mühimmat depolaması ile stratejik denge aşamasına geçtiğini görüyoruz. KCK ile “parti-ordu-cephe” üçlemesinin dışında örgütün anayasal bir zemin kurma çabası ve bu çatı yapılanmanın bir yürütme erki olarak hayata geçirilmeye çalışılması da bir diğer unsurdur. PKK burada, Öcalan’ın demokratik konfederalizm dediği ideolojiden hareketle böyle bir çatı örgütü kurmuştur. Ve ABD’nin de Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, kendi hegemonyası altında birleşik bir Kürdistan yaratma çabası olduğu göz önüne alındığında, KCK davası iddianamesinde de yer aldığı gibi, dört ülkede (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) özerklik amaçlayan bu çatı yapılanmanın hangi çıkarlara hizmet ettiği ve amacının ne olduğu aşikardır. 

 Terör örgütünü ilk kuran isimlere bakıldığında ise hepsinin 68 kuşağından olduğunu ve buradan hareketle o dönemin modası olan sol görüşü benimsediği 
bilinmektedir. Ancak PKK’nın ideolojisinin marksist-leninist ideoloji olmadığı, maoist bir örgüt olduğu, örgütün bizzat etnik milliyetçiliği de barındırmasından hareketle böyle bir sonuca varılmalıdır. Çünkü PKK, marksizmin enternasyonalist yorumundan ziyade Mao’nun milliyetçi sosyalizmine yakın durmuş ve şehirlerden ziyade dağlarda, kırsal bölgelerde örgütlenmeyi hedeflemiştir. Ancak zamanla, PKK da, değişen dünya dengelerine ve siyasi konjonktüre uyma yolunu seçmiş ve ABD’nin desteğini alma adına kendi ideolojisini değiştirmiştir. Burası çok önemlidir. Çünkü PKK’nın Maoist savaş metotlarını benimsemesinin dışında, çatı ideolojisini “liberteryen sosyalizm”e kaydırarak uluslararası topluma kendisini şirin gösterme ve tanıtma çabası kapsamında ideolojik değişim öngörülmüştür. 

 PKK’nın yıllardır geri adım atmadığı temel istekleri Öcalan’a özgürlük ve demokratik özerklik olmuştur. Ancak bölgedeki son gelişmelerle artık, PKK tüm 
dikkatini ve odağını Kuzey Irak’ta Sincar’a çevirmiştir. Çünkü PKK, Irak’ta ve Türkiye’de artık bir varoluş mücadelesi yürütmektedir. Bu açıdan terör örgütü, son zamanlarda Türkiye’de yürütülen büyük operasyonlarla çok büyük darbe almıştır. 
Kandil’de de aynı şekilde varlığını yitirme tehlikesine girmiştir. Buradan hareketle Sincar’da örgüt, yeni bir Kandil yaratma arzusu içine girmiş ve orada cephe açma faaliyetlerine soyunmuştur. Bir diğer önemli nokta, Suriye’nin kuzeyinde YPG ve SDG saflarında savaşan PKK’lı teröristlerin Fırat’ın doğusu ve batısında bir koridor oluşturma çabalarıdır. Emperyalizme karşı savaştığını söyleyen ve kendisiyle büyük ölçüde çelişen PKK/PYD terörünün, ABD ve Rusya’nın himayesinde El Bab’ın doğusu ve Menbiç’in batısındaki köyleri Esad rejiminin sınır muhafızlarına teslim etmesi ve Batı ile koordineli hareket etmesi gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husustur. Buradan da anlaşılıyor ki, sonuç olarak özerklik ve Kürdistan’ı yaratma girişimleri doğal bir süreç olmaktan öte yapay bir süreçtir. 

Son zamanlar, bölgede bu süreç, ABD ve Rusya’nın da bizzat kendi eliyle ve İran’ın tutumuyla, terör örgütlerinin militanlarının eğitilmesi ve onlara üs tahsis 
edilmesiyle açık bir şekilde yürümektedir. 

Suriye’de zaten PYD/YPG terör örgütünün uluslararası askeri ve siyasi aktörlerle işbirliği yapma ölçüsünde uluslararası toplumun gözünde meşru bir aktör olarak 
sivrildiğine dünya şahit olmaktadır. 

 Tüm bunlardan yola çıkarak terör örgütleri ile müzakerenin gelişmekte olan ülkelerde ve üçüncü dünya ülkelerinde çözüm esaslı yürümediği bilinmelidir. Netice olarak terör örgütlerinin ve bilakis PKK’nın zora dayalı taleplerinin hiç değişmediği de bilinmektedir ve görülmektedir. Son zamanlar Kolombiya’da FARC ile yürütülen müzakerenin sonucunda varılan anlaşmanın olduğu örneğe bakılırsa, bu sürecin de sıkıntılı bir hal aldığı gözlemleniyor. FARC’ın çekildiği alanlara tekrardan çetelerin yerleştirilmesi ve orada insan hakları savunucularının katledilmeleri, terör örgütleriyle müzakerenin sonuçlarını göstermekle kalmayıp, aralarında ‘barış’ olarak lanse edilen bu sürecin nasıl karşılıklı dayatmalarla yürüdüğü, FARC’ın izlediği komplolardan bilinmektedir. 

 Türkiye’de çözüm sürecinin sona ermesiyle ortaya çıkan sonuç ise, hükümet politikasından devlet politikasına dönüştürülmeye çalışılan bu sürecin içinde, sorunun öznesindeki bir yapının terör örgütü olması ve bu örgütün talepleri, kuruluş amacı ve arkasında olan güçlerin gözardı edilmesiyle doğrudan ilişkilidir. 

Buradan hareketle örgütün kendisini Kürt meselesinin öznesi haline getirme çabası kapsamında, bölgede halk desteğini zaman içinde kaybetmesiyle bir özne olmaktan uzak kalmıştır. 

Dahası bunda ideolojik amaçlar da doğrudan etkilidir. Çünkü en kaba ve basit tabirle ideoloji karın doyurmamaktadır ve her şeyden önce PKK, silahı ve terörü yöntem olarak belirlemiş bölücü bir terör örgütüdür. 

Bu nedenle temsil ettiği herhangi bir kitle yoktur ve hiçbir zaman olmamıştır. Zaman zaman siyasi arayışlar içerisine giren örgütün daha sonradan kendi özünde ve hamurunda yer alan terör vasıtalarını kullanması, zaten terörist bir organizasyonun varoluşsal sebebiyle de paralellik gösterir. 

Unutulmamalıdır ki Terör, PKK’nın Varlık sebebidir. 

 DİPNOTLAR;

1 Dr.Nihat Ali Özcan, “PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yönetimi”, ASAM Yayını, 1999. 
2 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”, İletişim Yay. 
3 Engin Alan, “Terör-PKK, 40 Yıllık İhanet”, Bilgi Yayınevi (Ekim, 2016). 
4 Manaz, A., “Türkiye’ye Yönelik Terör Odakları”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005. 
5 Charountaki, M., “The Kurds and US Foreign Policy: International Relations in the Middle East Since 1945”, Routledge Studies in Middle Eastern Politics, October 2010. 
6 http://www.sonsayfa.com/Haberler/Gundem/1984-yilinda-Eruhta-ne-oldu-121631.html 
7 Engin Alan, “Terör-PKK, 40 Yıllık İhanet”, Bilgi Yayınevi (Ekim, 2016), s.23. 
8 Gunter, M., “Historical Dictionary of the Kurds”, Press; 2 Edition (November 4, 2010). 
9 TBMM 17.Dönem Tutanakları 
10 Türkmen Töreli, “PKK Terör Örgütü: Tarihsel ve Siyasal Gelişim Süreci Bakımından İncelenmesi; 1978-1998”, SDÜ, Doktora Tezi. 
11 Özcan, N.A. (12.09.2016). “Yeni Dönem PKK ile Mücadeleye Dair Notlar-2”. www.milliyet.com. 
12 http://www.trthaber.com/haber/turkiye/celik-harekati-13589.html 
13 “İntihar Eyleminde Önce ‘Yemin Töreni’ “. Milliyet, 3 Temmuz 1996. 
14 Hasan Kundakçı, “Güneydoğu’da Unutulmayanlar”, Alfa Yay. 2004. 
15 Doğan, G., “Stratejik Müttefiklikten Uluslararası Terörizme”, IQ Yay. (2007), s.109. 
16 Martin, L., Keridis, D. “The Future of Turkish Foreign Policy”, MIT Press., January 2004. 
17 Charountaki, M., “The Kurds and US Foreign Policy: International Relations in the Middle East Since 1945”, 
Routledge Studies in Middle Eastern Politics, October 2010. 
18 BBC Türkçe, “Türkiye’de Son Dönemde Çok Sayıda Saldırı Üstlenen TAK Kimdir?”, 20 Aralık 2016. 
19 Çiçek, Nevzat. “KCK’ya Gelene Kadar PKK”. Timeturk, 25 Aralık 2009. 
20 Fikret Bila, 08.12.2010. “Öcalan’ın Dört Ayaklı Paradigması”, milliyet. 
21 Anadolu Ajansı, 10.10.2015. “PKK’nın ‘Sözde Ateşkes’ Aldatmacası”. 
22 http://www.cnnturk.com/2013/guncel/03/21/ocalanin.nevruz.mesaji/701058.0/index.html 
23 http://www.haberturk.com/gundem/haber/1106043-sanliurfada-2-polis-sehit-oldu 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder