23 Eylül 2019 Pazartesi

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ: GEÇMİŞİ, YAPISI, GELECEĞİ VE FAALİYETLERİ, BÖLÜM 1

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ: GEÇMİŞİ, YAPISI, GELECEĞİ VE FAALİYETLERİ, BÖLÜM 1




ANALİZ 
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ: GEÇMİŞİ, YAPISI, GELECEĞİ VE FAALİYETLERİ 
ALPARSLAN ULUHAN 
Nisan 2017 


İÇİNDEKİLER 

• ARKA PLAN 4 
• KURULUŞ 5 
• 1980 İLE 1990 ARASI DÖNEM 7 
• 1990 İLE 2002 ARASI DÖNEM 9 
• 2002 SONRASI VE GÜNÜMÜZ 12 
• DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 16 



ÖZET 

Büyük ölçüde Kuzey Irak ve Türkiye’nin Güneydoğusu’nda faaliyet gösteren PKK (Kürdistan İşçi Partisi) terör örgütünün kuruluş öncesi dönemini, kuruluşunu ve 
sonraki yaşanan gelişmeleri konu alan bu çalışmada PKK’nın geçmişten geleceğe yol haritasının ve faaliyetlerinin kapsamlı bir analizi yapılacaktır. 
PKK’nın oluşumunu da tetikleyen faktörler bilhassa önem taşımaktadır. Özellikle bu süreç ve sonrasında örgütün yaşadığı değişimler ve bu değişimleri etkileyen olaylar da mercek altına alınmıştır. 

Arka Plan 

Ondokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde, 1826-1828 İran-Rus Savaşı sonucunda yapılan Türkmençay Antlaşması ile İran’da Ermeni ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu topraklar Rus egemenliği altına girmiştir. Rusların Basra Körfezi’ne ve Akdeniz’e, yani sıcak denizlere inme hayallerinin belki de ilk adımları bu tarihte ve bu tarihten sonra yaşanan gelişmelerle olmuştur. Bu kapsamda Kürtlerin yaşadığı topraklar her zaman Rusya’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı olmuştur. Buradan hareketle de Kürtler 19.yüzyıldan itibaren Rusların doğal müttefiki haline gelmiştir. İran-Rus savaşından yaklaşık yarım asır sonra 93 Harbi, yani 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olmuş ve Ermeni çeteleri isyanlara teşvik edilmeye başlanmıştır. 20.yüzyılın başlarında ise Rus yetkililer İran ve bizzat Osmanlı’ya karşı Kürt kartını kullanabilmek için İtalyan Katolik misyoneri Maurizio Garzoni’den sonra ilk Kürdoloji çalışmalarını başlatmışlardır. 

Aynı zamanda bu dönemde Kürtler etnik milliyetçiliğe rağbet etmemişler ve Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı İmparatorluğu’na sadık kalmışlardır. 
Ancak Musul Sorunu döneminde ortaya çıkan ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde emperyalizmin bizzat kullandığı Kürt hareketleri ile Anadolu ne kadar isyanlara sahne olsa da milli birlik ve beraberlik ruhu bozulmamıştır. Daha sonrasında Türkiye’de özgürlükçü ortamda gelişen sol akımların ve bu akımların yanın da Kürtçülük hareketinin, 27 Mayıs 1961 Darbesi’nin ardından kabul edilen 1961 Anayasası’nın yarattığı özgürlük ortamında doğduğu söylenebilir. 
Tüm bunlarla beraber yurt içinde doğudan batıya gelişen göç dalgası ve doğu batı arasındaki ekonomik ve sosyokültürel farklılıklar, doğudan gelen gençleri siyasetle tanıştırmıştır. 
Musa Anter, Yaşar Kaya, Tarık Ziya Ekinci ve Faik Bucak gibi isimler ise Kürtçülüğün fikirsel zeminini oluşturmuştur. Musa Anter’in çıkarttığı ve doğunun geri kalmışlığını konu alan “İleri Yurt” gazetesi buna bir örnektir. Sonrasında Kürt hareketinin temsilcileri o dönemde yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) bünyesinde aktif siyaset hayatına dahil oldular. 

 Sait Elçi’nin kurduğu Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP), öğrencilerin oluşturduğu Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO), Kemal Burkay’ın öncülük ettiği Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP) gibi hareketler PKK oluşumunun birnevi düşünsel ardılıydı. Fakat bunlar içinde DDKO ayrı bir önem teşkil etmektedir. Bunun nedeni ise DDKO’nun Ankara’dan sonra Güneydoğu’da şubeler açarak yayılması ve gençleri bu hareketin üzerine çekmesidir. Bilindiği gibi 1969’da kurulan DDKO, 12 Mart 1971 Muhtırası ile yasadışı örgütlere karşı başlatılan mücadele kapsamında büyük yara aldı ve Abdullah Öcalan ile birlikte birçok DDKO elemanı tutuklandı. 

Öcalan bu süreç içerisinde 7 ay cezaevinde yattı. Sonuç olarak DDKO, 70’li yıllardan itibaren, ideolojik olarak gençleri örgütlemiş ve bu minvalde bir kitle yaratmıştır.1 

   Bunun dışında 1960’ların sonunda TİP önderliğinde Diyarbakır, Silvan, Batman, Siverek, Erzurum, Ağrı, Tunceli ve Ankara’da doğu mitingleri düzenlendi. 

Böylelikle sosyalist ve ilk Kürt sol hareketleri bu mitinglerle yurt genelinde kendisini gösterdi ve taraftar topladı. 

1974 yılında Ankara’da kurulan “Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği” nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Öcalan, öğrencilik yıllarında da silahlı mücadeleyle çözüm fikrini savunarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde faaliyet alanları kurdu ve PKK’nın temellerini bu şekilde attı. 

Bunda da DDKO’nun çok büyük bir etkisi oldu. 1977’nin sonlarında ise Öcalan’ın “Kürdistan Devriminin Yolu” başlıklı yazısı PKK’nın ideolojik esaslarını belirledi. 
Dahası PKK’nın kurucuları bu yazıyı parti programı olarak kabul ettiler. 

Sonrasında Merkez Komite seçildi ve PKK’nın kuruluşu bu komitenin yapacağı toplantıda gerçekleşti.2 


Kuruluş 

PKK’nın kuruluşu olarak nitelendirdiğimiz “Kürdistan Devrimcileri” olarak bilinen ismin “Kürdistan İşçi Partisi” (Partiye Karkeren Kürdistan) şeklinde değiştirilmesi,  27 Kasım 1978’de Diyarbakır Lice İlçesi’nin Fis Köyü’nde toplanan PKK’nın kurucuları ile, Birinci Kongre yani Kuruluş Kongresi’nde gerçekleşti. 
PKK bu tarihte ve bu kongrede kuruldu. 
Bu toplantıda yapılan görevlendirmelerle, 
Abdullah Öcalan Parti Genel Sekreteri, 
Cemil Bayık Genel Sekreter Yardımcısı, 
Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş ve Baki Karaer Örgütlenme Komitesi Üyesi, 
Mehmet Karasungur Askeri Sorumlu ve 
Mazlum Doğan Basın Yayın Sorumlusu oldu. 

PKK, Marksist-Leninist görüşü benimseyerek yola çıkan, bağımsız Kürt devleti kurmayı amaçlayan, mücadele yöntemi olarak da “Devrimci Halk Savaşı”nı esas alan bölücü bir örgüt olarak böyle kurulmuştur.3 Her ne kadar PKK, marksist görüşü benimseyerek yola çıkmış olsa da pratikte ve düşüncede aslında maoist bir örgütlenme olarak kendisini gösterir. Bunun dayanağı ve nedeni Mao Zedong’un marksizme getirdiği üç yeni yaklaşımın PKK’da tezahür etmesidir. 

Bu Üç yaklaşım şunlardır: 

1) Marx’ın proleterya vurgusuna karşılık Mao’nun köylü sınıfını devrimin öncüsü olarak sayması ve “köylü sosyalizmi”ni geliştirmesi. 
2) Şehir merkezlerinde yapılanma temelli değil, kırsal kesimde ve dağlarda örgütlenmenin olması. 
3) Marksizmin ve leninizmin temelinde yer alan enternasyonalist (uluslararasıcı) yaklaşım yerine, milliyetçi sosyalizmin ortaya çıkması. 

 Buradan hareketle, Mao’nun “Uzatılmış Gerilla Savaşı Doktrini”, PKK’nın temel savaş stratejisi olmuştur. Mao, Çin Devrim pratiği üzerine yazdığı birçok eser ve 
makalede bunun altyapısını kurmuştur. Bu stratejiye göre ilk amaç işçi-köylü kitlelerine dayandırılacak savaşın kırsaldan başlamasıdır. Ve sonrasında savaş, süreç içerisinde geliştirilecek, yani gerilla ordusundan düzenli ordu savaşına kadar yaygınlaştırılacak ve kurtarılmış bölgeler yaratılacaktır. Dağdaki savaşın yanı sıra, örgüt vasıtasıyla yerleşim yerlerindeki halkın örgütlenmesi bir sonraki hedeftir. 
Uygun zaman, fırsat ve koşullar oluşması durumunda ise “kırsala dayalı şehir savaşı” stratejisi uygulanarak ülke genelinde ayaklanma başlatılacak ve bölgedeki güvenlik güçleri yenilgiye uğratılarak bölgeyi terke zorlanacaktır. Bölgede tam kontrol ve hakimiyet sağlandıktan sonra da amaçlanan siyasi neticeye ulaşılacaktır. 

Kısacası, “Devrimci Halk Savaşı” stratejisi sırayla üç aşama öngörüyor: Stratejik Savunma, Stratejik Denge ve Stratejik Taarruz. 

1. Stratejik Savunma 

Bu aşamanın öncelikli hedefi bölge halkını örgütlemek ve terörist militanların sayısını artırmaktır. Bu aşamada kontrolün zayıf olduğu ya da hiç olmadığı kırsal ve dağlık kesimlerde kurtarılmış bölgeler oluşturmak, halktan sempatizan ve milisler kazanmak, uluslararası arenada örgütün varlığını tanıtma çabaları öncelik taşımaktadır. 
Silahlı propaganda ve gerillaların eğitilmesi aşaması da yine stratejik savunma safhasına dahildir. 
Bu aşama, bir terörist örgütün dışarıdan gelecek olan müdahalelere en hassas olduğu dönemdir. 
Bu nedenle örgüt adına yapılan hataların neredeyse telafisi yoktur denilebilir. 
Stratejik savunma topyekun savunmayı barındırmaz. Taktiksel anlamda saldırı, stratejik anlamda savunma ile devlet güçleriyle baş edebilecek konuma gelmek 
asıl hedeftir. 

2. Stratejik Denge 

Stratejik denge, kurtarılmış bölgeleri genişletme ve buralarda alan hakimiyeti sağlama ve zamana yayılmış saldırılarla devlet güçlerini uzun süreli bir yıpratma savaşına zorlama aşamasıdır. Yine bu safhada gelecekte düzenli ordu kurma hedefi kapsamında silah ve malzeme toplamak, teçhizat toplamak asıl amaçtır. Stratejik denge aynı zamanda halktan azami desteği sağlayarak “parti-ordu-cephe” üçlemesini yaratmayı amaçlar. Kitleleri, boykot, genel grev ve işgal gibi eylemlere hazırlamak, silahlı faaliyetler, tahrik edici söylemler yine bu aşamada yaygın olan faaliyetlerdendir. 

3. Stratejik Taarruz 

Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin son safhasıdır. Bu safhada açık taarruz taktikleriyle şehirleri ele geçirmek ve bu şehirlerdeki her türlü devlet otoritesinin 
yapısını çökertmek temel amaçtır. Bu son safhada gerilladan düzenli orduya geçilmiş ve teşkilatlanma tamamlanmıştır. Stratejik taarruz aynı zamanda karşı tarafa, yıllarca süren bir savaşın siyasi ve ekonomik yükünü bırakarak, örgütün kendi tabanındaki nefretin azami ölçüde çoğalmasını buna ilave eden ve psikolojik bir üstünlük kurarak bunu siyasi zaferle taçlandırmayı amaçlayan safhadır. 

1980 ile 1990 Arası Dönem 

Bu tarih aralığı yani bu dönem PKK terör örgütü açısından ülke geneli ve bölgedeki gelişmelerin genellikle örgüt lehine olduğu zaman dilimidir. 
Hem 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başlayan Türkiye’deki karanlık süreç, hem de 1980-1988 İran-Irak savaşı bunun en önemli örneğidir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin akabinde, Türkiye’de bulunan çok sayıda Kürt vatandaşı yurt dışına kaçmıştır ve bunlardan Suriye’ye giden kitleler Filistin’deki eğitim kamplarına katılmıştır. Bir bölümü de Avrupa’ya iltica etmiştir. Geride kalanların birçoğu ise Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde bulunuyordu. 

PKK da bu dönemde militanlarını yurt dışına dağıttı ve 12 Eylül’den kısa bir süre önce Suriye’de Şam’a yerleşen Abdullah Öcalan, Hafız Esad’ın ve Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın himayesi altında örgütü yönetmeye başladı. Aynı zamanda PKK ve ASALA arasındaki işbirliği de gözlerden kaçmıyordu ve 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan’ın Sidon kentinde bu iki örgüt ortak bir basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’ye karşı bir bildiri yayınladılar. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırıldı.4 

 Bu süreç içerisinde özellikle Diyarbakır Askeri Cezaevi’nden çıkanların kitlesel olarak PKK terör örgütüne katıldığı gerçeğiyle beraber Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’da PKK’ya verdiği Bekaa Vadisi’ndeki kampların, PKK’nın ilk silahlı eğitim kampı olması dikkat çekicidir. 

Örgütün birinci konferansı bu bölgede örgüte tahsis edilen Helve Kampı’nda yapılmıştır. 

1981 yılında Suriye’nin de kontrolünde yapılan bu konferansta silahlı eylemler için yapılacak hazırlıklar karara bağlandı ve ardından Kuzey Irak bu tarihte ana üs olarak belirlendi.5 Bu noktada Kuzey Irak’ın Türkiye’ye yakınlığı ve arazi koşulları göz önünde bulundurularak bu neticeye varıldı. Bu netice üzerinde Hafız Esad rejiminin ve KDP (Kürdistan Demokratik Partisi)’nin etkisi oldu. 

 Tüm bu olanlarla birlikte iç dinamikler bazında 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi önemli rol oynarken, dışarıda, 1980’de Irak’ın başlattığı bir operasyonla kıvılcımlanan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı da PKK için kritik bir gelişme idi. Bu savaş, zamanla Irak ordusunun baskı ve operasyonlarıyla dağılan Barzani güçlerini İran’a çekilmeye zorladı ve burada oluşan güç boşluğundan yararlanan PKK, Barzani güçlerinden kalan silah ve mühimmatı da sahiplendi. Aynı zamanda örgüt, Barzani güçlerinin yanında İran’a gitmeyen peşmergeleri devşirdi ve en önemlisi de, PKK bu zaman diliminde finansal kaynak ve lojistik imkanlarının temelini attı. Unutulmamalıdır ki, bir terör örgütü için finans, her zaman şah damarı niteliğindedir ve terör örgütleri ile finans akışı arasındaki bağlantı terör örgütlerinin eylemlerinin sürdürülebilirliği, daha da ötesi varlığını sürdürebilmesi açısından hayati bir önem taşımaktadır. Bu noktadan hareketle PKK, bu zaman aralığında kendi lehine olan fırsatları da kullanarak ayakta kalmış ve terör eylemi hazırlıklarını sürdürmüştür. 

 PKK ikinci kongresini 1982 yılında Suriye’de gerçekleştirmiştir ve bu kongrede Kuzey Irak’tan Türkiye’ye sızma eylemlerinin gizli planları ve dahası silahlı terör 
eylemlerinin altyapısı oluşturulmuştur. 15 Ağustos 1984 ise PKK terör örgütünün devlete karşı ilk silahlı eylemini gerçekleştirdiği tarih olarak biliniyor. Ancak örgütün ilk eylemi 1979 yılında Şanlıurfa Adalet Partisi Milletvekili Mehmet Celal Bucak’a karşı yapılmıştır. 15 Ağustos 1984 saldırısı ise Öcalan’ın emriyle Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerinde askeri lojman ve karakollara baskın, bombalı ve silahlı saldırı ile gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıda 1 asker şehit düşmüş ve 3 sivil ile 9 asker yaralanmıştır. Jandarma birliğine ait çok sayıda mühimmat, silah ve malzeme örgüt tarafından gasp edilmiştir. Teröristler tarafından ilçe meydanı ve cami minarelerinde propaganda yapılmıştır. PKK, daha sonraları bu tarihi “diriliş bayramı” ve “ilk kurşun günü” olarak ilan etti.6 

 Stratejisinin bir ayağını “zamanlama, mekan ve güç” üçlemesine oturtan PKK için en önemli jeopolitik nokta ve alan hakimiyetinin kurulması gereken yer “Botan” olarak adlandırılan bölgedir. PKK’nın temel gayesi siyasi mücadelenin yanında kurtarılmış bölgeler oluşturarak bu bölgede hakimiyet kurmaktır. Botan, Şırnak’ın Cizre ilçesini merkez alan, Hakkari ve Siirt illerini de kapsayan bir bölgedir. Bunun dışında Botan bölgesinin bir diğer önemi, PKK’nın süreç içerisinde iyice yerleştiği ve üs bölgesi haline getirdiği, Kuzey Irak’taki Sinat-Haftanin-Metina-Zap-Avaşin Basyan-Hakurk-Kandil bölgelerine komşu olmasından kaynaklanmaktadır.7 

 PKK, 1986 yılında Suriye’de Şam rejiminin himayesi altında üçüncü kongresini yapmış ve terör eylemlerinin yelpazesini bu dönemde geniş alana yaymıştır. 
Bu kongrede HRK (Kürdistan Kurtuluş Birliği) lağvedilerek yerine PKK’ya bağlı milis gücü ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) ve ona bağlı ERNK (Kürdistan Halk Kurtuluş Cephesi) kuruldu.8 

Bu dönemde hedefler özenle seçiliyordu. Bu hedeflerin merkezinde özellikle köy koruculuğunu kabul eden köyler vardı. 

Örgüt aynı zamanda komşu ülkelerin de desteğiyle dağlık-kırsal ve kentsel alanlarda ve askeri cezaevlerinde örgütlenmeye çalışıyordu. 

Öbür taraftan köy koruculuğu sistemi hızlıca gelişiyor ve PKK’nın eleman teminine ve örgütlenmesine önemli bir tehdit oluşturuyordu. 
1987 yılında belli başlı Güneydoğu illerinde olağanüstü halin ilan edilmesiyle terörle mücadelede yeni bir dönem başladı.9 

Bunların yanı sıra PKK’nın ordulaşma çabaları doğrultusunda militan sayısındaki artışı sağlamak için üçüncü kongrede Öcalan’ın talimatı doğrultusunda askerlik 
yasası ilan edildi ve bölgedeki gençler Kuzey Irak kamplarına zorla götürüldü ve orada eğitildiler. 

1990 ile 2002 Arası Dönem 

1990 yılına gelindiğinde terör örgütü, hedeflerini, bölgedeki mühendis, öğretmen ve daha çok sivili katletmeye yöneltti. 
Siyasallaşma kapsamında da önemli adımlar atıldı. 
Öcalan’ın talimatı doğrultusunda 1991 seçimleri için Halkın Emek Partisi’nin (HEP) desteklenmesi ve propagandası gündemdeydi. 
1990 yılının bahar aylarında ise PKK Lübnan’da ikinci konferansını gerçekleştirdi. PKK yanlısı kitlesel gösterilerin yapıldığı günlerin hemen akabinde bu konferansın gerçekleştirilmesi ve kitlesel boyutlu gösterilerin tırmandırılması gibi kararların alınması konferansın önemli niteliklerindendir.10 
Örgütün siyasallaşma çabaları ile bu konferansın atmosferi ve teması da birbirleriyle doğru orantılıdır denilebilir. 
PKK, basın yayın çalışmalarına da hız katma adına o dönemde Özgür Halk ve Dilan gibi dergiler çıkarmıştır. 

Bunda bizzat örgütün 1990’ların sonunda hazırladığı Şehir Talimnamesi* etkili olmuştur. 
*Savaş Metodlarını düzenleyen bir tür doküman. 

Aynı zamanda PKK ikinci konferansı ile büyük ölçüde içerik ve eylem kararları açısından benzer olan dördüncü kongresini aynı yıl içinde Kuzey Irak’ın Haftanin 
kampında gerçekleştirmiştir. 

 Bu dönem aralığının başında ve PKK için de çok önemli sonuçlar doğuran hadise, 2 Ağustos 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle ateşlenen ve ABD 
öncülüğünde 40 civarı ülkenin Irak’a karşı başlattığı hava operasyonlarıyla meydana gelen Birinci Körfez Savaşı’dır. 1991 yılının başlarında koalisyon güçlerince Irak’a karşı başlatılan harekat Irak’ın Kuveyt’i terk etmesiyle ve Birleşmiş Milletler’in meseleye el atmasıyla sonuçlandı. Netice olarak Irak’ın güç kaybetmesiyle yine Kuzey Irak’ta meydana gelen güç boşluğundan büyük ölçüde yararlanan PKK terör örgütü buraya daha çok mevzilendi. Burada boşalan alanlara PKK’nın yerleşmesiyle kuzeyden çekilen Irak ordusunun ardından kalan silahlara da örgüt tarafından el konuldu. PKK bu dönemde olağanüstü miktarda silah ve mühimmat elde etti. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak, bir dizi ayaklanma ve isyanla karşı karşıya kaldığında Kuzey Irak’ta başlayan Kürt isyanına karşı harekete geçen Saddam rejimi de böylelikle PKK’nın da istismar ettiği Kürt sorununun uluslararası arenaya taşınmasına yol açtı. 

 PKK artık halkın desteğini masum sivil vatandaşları öldürerek ve onları korkutarak elde edemeyeceğini anlayınca daha çok güvenlik güçlerini ve karakolları hedefine aldı. 1992 yılına gelindiğinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) terörle mücadelede yeni bir konsept belirledi. “Alan hakimiyeti” dediğimiz bu askeri strateji asker sayısının çokluğu üzerine kuruldu. Çok sayıda asker bölgeye yerleştirildi ve kritik güzergahlar tutuldu.11 

Oluşturulan bu yeni strateji doğrultusunda TSK, Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik büyük çaplı operasyonlar başlattı. PKK büyük bir hata yaparak düzenli ordu anlayışıyla karşılık vermeye kalkışınca örgüt çok büyük zayiatlar verdi. Terör örgütü daha sonradan bu kayıpları telafi etmek adına Kuzey Irak’taki kamplara dönmeyi ve toparlanmayı planlıyordu. Bu nedenle Öcalan 1993 
yılında “taktik ateşkes” ilan etti. Ancak PKK’nın aynı yıl içerisinde Bingöl’de 33 eri şehit etmesiyle ateşkes de bitmiş oldu. 

 1993 yılındaki büyük kayıplardan sonra 1994 yılında PKK, Suriye’de üçüncü konferansını düzenledi. Bunun sonucunda militan sayısının artırılması ve “saha 
komutanlıkları” kurulması konusunda karar kılındı. Mayınlama, pusu, karakollara ve köylere baskın ile askerler dışında siviller de hedef alındı. 1995 yılına girildiğinde ise beşinci kongre için Kuzey Irak’ın Haftanin kampı seçildi. PKK’nın beşinci kongre bildirisi diğerlerine oranla çok daha çarpıcı ve adeta örgütün kendi içinde itiraflarda bulunduğu bir içeriğe sahiptir. İdeolojik olarak örgüt içinde yapılan kavgalar, bu kavgaların 1980’li yılların ortalarında doruk noktasına ulaşması ve en önemlisi 1992 yılında TSK’nın terör örgütü PKK’ya karşı büyük başarıya imza attığı ve PKK’nın ‘Güney Savaşı’ olarak adlandırdığı büyük yenilgisi sonrasında kendi içinde büyük çözülmelere gittiği, bu kongre dokümanlarında yer almaktadır. Bu kararlar aynı şekilde manifesto niteliğindedir. Bunun nedeni ‘ulusallaşma’ ibaresi altında Kürtçülüğe ideolojik esas olarak yer verilmesi ve ‘ordulaşma’ kapsamında yeni birliklere ve taktiklere yer verilmesidir. Alınan kararlar doğrultusunda en az 60.000 kişilik bir ulusal ordu yaratılması ve ulusal ordulaşmanın kalan safhalarının tamamlanması öngörülmüştür. Devamında Kuzey Irak’ta “Kürdistan Demokratik Ulusal Birliği” adı altında yeni bir cephe örgütlenmesine gidildi. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder