11 Eylül 2019 Çarşamba

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 3

Yüzellilikler Meselesi, BÖLÜM 3





Bu bilgilerden sonra, risaleye hangi ölçüde önem atfedilebileceğini anlayabilmek için öncelikle “ Kimdir Mesud Fâni? ” diye sormamız yararlı olacaktır. 

Bu soruyu, 150.likler listesinde 27 numarada31 yer alan bir siyasi mülteci, 1919–1922 yılları arasına karşılık eden bağımsızlık mücadelesine destek vermemiş, muhalefet etmiş oldukları gerekçesiyle 1924 yılında çıkarılan listede yer almış, öncelikle yaklaşık 600 kadarlık kişiyi kapsayan; ancak daha sonra TBMM tarafından sayıları 150.ye indirilmiş istenmeyen kişilerden (persona non gratae) biri, 1889–1979 yılları arasında yaşamış bir kişi olarak yanıtlayabiliriz. 

Burada konuyu detaylandırmak için üç kaynak kullanılabilir. Bu kaynaklardan ilki, Mesud Fâni.nin de çalıştığı, mandater rejim döneminde Antakya.daki önemli kültür kurumları arasında yer alan Antakya Lisesi ne32  Odaklanan (Antakya Sultanisi, Lycée d.Antioche) yayımlanmamış bir tez çalışmasıdır. İkinci bir kaynak İlhami Soysal.ın eseridir. Bu alandaki üçüncü kaynak Kamil Erdeha nın eseridir. Aşağıda öncelikle Erdeha ve Soysal.ın eserlerine atıflar yapılmıştır. Alanındaki boşluğu dolduran eserler arasında öncelikli yere sahip olmalarından ötürü seçilen eserlerin son kısımlarında yer alan portre tanıtımı bölümleri bu 
açıdan oldukça önem taşımaktadırlar. Bu konuda iki biyografiden öncelikle Erdeha.nın eserindeki versiyon şöyle alıntılınabilir: 

1889 da Adana.da doğdu. Hukuk eğitimi gördü. Hukuk mektebinden sınıf 
arkadaşı Burhan Felek.e göre “24 ayar ateşin zekâlı” bir kişiydi. Ne var ki hiç bir 
inanç taşımıyordu. Bugün ak dediğine kara diyen ve bununla övünen bir karaktere sahipti. Mersin.de yargıçlık, Cebel-i Bereket 33  (Osmaniye) de mutasarrıflık yaptı. 
Bu son görevinde iken Milli Mücadeleye karşı çıktı ve Adana yı işgal eden Fransız ordusuyla işbirliği yaptı. Yüzelli Kişilik Liste.ye alındığını öğrenince (burada tarihsel anlatının neden sonuç ilişkisini kurarken ki sadeleştiriciliğine dikkat çekilebilir) Paris.e giderek hukuk felsefe dallarında yüksek lisans ve doktora çalışmalarında bulundu. 1938 yılına kadar ağabeyinin edebiyat öğretmenliği yaptığı Antakya Lisesinde felsefe okuttu. Aftan sonra aynı yerde avukatlığa başladı. Son yıllarını İstanbul.da geçirdi ve 15 Kasım 1979.da burada vefat etti. 34 Erdeha.nın biyografik notlarında Burhan Felek.e atıf da bulunmaktadır. Burhan Felek e atfedilen sözlerin ayrıntılandırılması, her ne kadar subjektif görünseler de, okuma derinliği açısından yararlı olabilir: 

Benim hukuk mektebinde geçenlerde Antakya.da vefat ettiği.35 haberini aldığım Mesut Fâni adında 24 ayar ateşîn zekâlı bir arkadaşım vardı. Bu çocuğun 
bence kusuru, fakat hakikatte bugünkü atmosfere nazaran meziyeti, muayyen bir fikri ve meşrebi yoktu. Bugün ak dediğine yarın rahatlıkla kara derdi. 
Ben de buna kızar, kendisine: 

---Mesut, senin gibi bir adam bu oynaklığı nasıl yapar? diye sitem ettiğim zaman soğukkanlılıkla ve gülerek cevap verirdi: 

--- Burhan kardaşım (Adanalı idi bu büyük Fâni ailesi). Asıl olan benim. Üst tarafı gecelik gönlü gibidir. Her gün değiştirebilirim. 
Adanada kimbilir aile ocağından neleri kurtarmak için Fransızlarla işbirliği yaptığını düşmanları haber verdiler. 

150 liklerden olarak yurtdışına sürüldü. Parise gitti. Orada galiba Sorbonneda hukuk tahsili yaptı ve 150 likler affedilince memlekete döndü. 
Bir daha politikaya karışmadı. İstanbul a nadiren gelirdi. Antakya da avukatlık ederek geçindi gitti.36 

Yine Soysalın eserinde şu satırlara rastlanmaktadır: 

Ailesi sonradan Bilgili soyadını aldı, Cebelibereket Mutasarrıfı sabıkı (Adana –Antakya, 1980). Süleymaniye Kerküklü Fânizadeler ailesinin yedi oğlundan 
biri. Hürriyet ve İtilaf yanlısı olarak ulusal direnişe karşı çıktı. Fransızlar tarafından mutasarrıf atandı. 150.likler listesine alındı, Suriye.ye gitti. 
Orada yanlış yaptığını kabul ederek Cumhuriyet yönetimini savunmaya başladı. 1938 affında yurda döndü. Antakya.da avukatlık yaptı.37 

Biyografi kategorisinde son bir örnekle, Galioğlu.nun çalışmasına yer verilebilir: 

Lise Felsefe öğretmeni olan Mesud Fâni, hem Türkiye vatandaşlığından hem de ülkeden çıkarılan 150.liklerdendir. 1 Aralık 1933 tarihinde Antakya Lisesi.nde 
göreve başladı. 16.7.1938 tarihinde yüzelliliklerle ilgili af kanununun yürürlüğe girmesinden sonra 1 Kasım 1938 tarihinde Liseden ayrılarak Türkiye.ye gitti. 
Daha sonra Antakya.ya tekrar dönen Mesut Fâni Bey, 1970 li yıllara kadar Hatayda avukatlık yaptı. Mesut Fâni Bilgili.nin, Kürtlerle ilgili bir doktora tezi, 1939 yılında yayınladığı „ Manda İdaresinde: Hatay Kültür Hayatı. ve „ 5 Temmuz Hatay ın Kurtuluş Günü. adlı eserleri vardır.38 

Yine ilgili diğer bir çalışma da, Tarihe Tanıklık Edenler adlı eserde yer alan, kitabı yayıma hazırlayan Arı İnan.ın (A.İ.) Hatay Devleti Meclisinde İskenderun Milletvekili olarak görev yapmış Hamdi Selçuk.la (H.S.) yaptığı röportajdır. 
Bu röportajda da Mesud Fâniyle ilgili tanıtıcı bilgilere rastlanmaktadır. Arı İnan.ın, Hamdi Selçuk.la yaptığı röportajda ilgili şu satırlar geçmektedir: 

A.İ : İsmi ne idi bu lisenin? 
H.S : Antakya Lisesi. Tedrisatı Türkçe, Fransızca da öğreniyorlardı. 
        Tümüyle Türk Lisesi idi, Çünkü ekseriyet Türktü. 
A.İ : Tabii hocalar da Türktü değil mi? 
H.S. : Hocaların bir kısmı oraya kaçan yüzellilikler. 
A.İ : Yüzellilikler bu lisede öğretmenlik mi yapıyorlar? 
H.S. : Öğretmenlik yapıyorlardı. 
A.İ. : İsim hatırlıyor musunuz? 
H.S. : Bir isim. Mesud Fâni. Felsefe okutuyordu. Sorbonne.dan mezundu. 

 Fransızların Adana ve havalisini işgali sırasında Cebel-i Bereket Mutasarrıflığı yapmış. 
Bunlar bunun tersine Fransa.dan vazife aldıkları için veya o temayüllü 
oldukları için yüzellilik listeye giriyorlar ve Türkiye.ye gelemiyorlar. Gelemeyince de Türkiyeye maarifçi olarak hizmet ediyorlar. Türkçü olarak da devam ediyorlar. Fransızlığı bırakıyorlar.39 

Yukarıdaki biyografik tanıtım notlarından yola çıkılarak belirtmek gerekir ki, Fâni, 150.liklerin resmi tarih yazınında yer alış biçimleri nedeniyle çoğunlukla “vatana ihanet” yaftalamasıyla ele alınmış isimlerdendir. Bu haliyle, Fâni denildiğinde, yukarıda adı zikredilen Bölükbaşı.dan bahsedildiğinde, kardeşi, Ali İlmi.den ya da diğer kardeşinden (Adanalı Zeynelabidin) bahsedildiğinde de, (kısa–sığ) genel tarih okumaları açısından belleklerde bir hain tipolojisi uyanacağını varsaymamız pek de yanlış olmasa gerektir. Fakat, Mesud Fâni.yi biyografik bir inceleme kapsamında ele almak istediğimizde değerlendirmemiz gereken kıstaslar söz konusu sığlığı aşabilmelidir. Fâni son dönem Osmanlı 
İmparatorluğu Cebel-i Bereket (Osmaniye) mülki amiri olarak, yürütülen mücadeleye destek vermek konusunda tereddütler geçirmiş, milli mücadelenin atanmışlar–seçilmişler arasındaki, bütünüyle homojen sayılamayacak, kategorik ayrışması sürecinde Fransız işgal kuvvetlerinin bürokratik telkinleriyle Osmanlı siyasal merkezine yakın bir politik duruş sergilemiştir. 

Fâni, bu haliyle 150.likler adıyla anılan, af kapsamı dışında bırakılmış kişiler, mülki amirler kategorisinde adı zikredilen isimler arasında yer almıştır. Bu sırada yine bir başka kaynaktan, Yüzellilikler konusu hakkında Kürtlerin sosyal, kültürel ve politik tarihine ilişkin araştırmalarıyla tanınmış Mehmet Bayrak.ın bir makalesinden de yararlanılabilir.40 
Bu makaleden de görüleceği üzere, Fânizade.ler olarak anılan, listede (Adanalı Zeynelabidin de dâhil edilirse 41) karşımıza üç üyesi çıkan aile hakkında yeterli bilgiye sahip olunamadığı, aile fertlerinin çoğunlukla tarih sahnesinin arka planında kalmaya mahkûm edilmiş kişiler olarak yaşadıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Ali İlmi ve Mesud Fâni kardeşler 1938 yılında çıkarılan 150.liklerin affedilmesini öngören kanunla birlikte Türkiye.ye dönmüşlerdir. 

Türkiye.ye dönene kadar geçen Antakya yıllarında iki isim de manda rejimi altındaki Antakya.da faaliyet gösteren önemli kültür ve eğitim kurumları arasında yer alan Antakya Lisesi.nde (branş sırasıyla edebiyat ve felsefe alanlarında) öğretmen olarak çalışmışlardır. Bu veri azlığı Fâni.nin salt bir 150.lik olarak anılmaya devam edilmesinde etkili olsa gerektir. Fakat veri azlığından kaynaklanan tüm zorluklara rağmen, Fâni.yi 150.likler listesindeki rolüyle sınırlı tutmayarak milli mücadele dönemi tarih yazımı ve erken cumhuriyet dönemi tarih yazımlarında az da olsa bilinen bir figür haline getiren bir eserinden  bahsedilebilir. Bu eser rejim siyasal sadakat söylem ve pratiği açısından da önemli bir örnek teşkil eden, yukarıda da atıf yapılmış bulunan risalesidir. 

Dolayısıyla söyleyebiliriz ki, Fâni.yi risalesini anmaksızın, salt bir 150lik yaftalamasıyla yetinerek tarih yazımının bir parçası haline getirmek, tarihsel 
olgunun objektif bir biçimde ortaya konulması açısından muharip bir karakter de ortaya koyacak, tarihsel olguyu bağlamları arasındaki geçişkenliği atlayarak ya da yok sayarak değerlendirmek yanlışına neden olacaktır. 

Bu bilgiler ışığında değerlendirildiğinde Fâni, Antakyada geçirdiği sürgün yıllarının ardından, milli mücadele yürütücü kadrosu önderi, TC ilk Cumhurreisi 
Mustafa Kemal Atatürk ün girişimleriyle çıkarılan Af Kanunundan yararlanmak gayesiyle, Redd–i Miras sürecinin ılımlılaştığı ve Hatayın Türkiyeye iltihakı 
yönünde diplomatik ve sair teşebbüslerin gündem teşkil ettiği bir siyasal konjonktürde rejim yönetim ve ilkelerine siyasal sadakat duyduğunu somutlamak amacıyla bir risale hazırlamaya koyulmuştur. 

4. Fânizade Mesud ve Meşhur (?) Risalesi 

Başlıktan da görüleceği üzere “Meşhur mu?” diye sormamız yararlı olabilir. Fânizade Mesud, yaklaşık 1935–1939 arası siyasal konjonktürde, sadakat açısından lüzumlu gördüğü düşünülebilecek bir saikle Atatürk’ün Hayat Felsefesi adlı eserini neşretmiştir. Ancak Fani ismine karşılık bu neşriyattan çok defa bahsedilmediği, eserin Fani.nin isminin gerisinde unutulmaya bırakıldığı görülmektedir.42 Bu duruma işaret etmesi açısından yukarıda anılan 
Mehmet Bayrak.ın makalesi hatırlanabilir.43 

Risalenin hemen her yerinde, söz konusu sadakatin ne ölçüde önemsendiğini 
somutlayan tuhaf, kaygılı bir takım cümlelerle karşılaşırız. Esasında bu içsel methiyeci, dışsal yergici söylem sorunsalı bağlamında değerlendirilebilecek sözler, dönem siyasal konjonktüründe yüksek oranda tartışılır, içsel düzlem karşılıklarıyla değerleri yüksek sözler olmaları bakımından tarihsel nitelik taşımaktadırlar. 

Fâni, eserinin hemen girişinde “dünya zindanı”na on beş yıl boyunca mahkûm 
edilmişlikten ve “vatan cenneti”nden mahrûm bırakılmışlığından bahsetmiştir. Fâni.nin eserinde karşımıza çıkan, kendi tez çalışmasından da yansıyan, ilginç bir ayrıntı sadakat ispatı arayışının henüz Hatay Meselesinin ivmelendiği bir siyasal konjonktür öncesine, cumhuriyetin onuncu yılında (1933) neşrettiği akıllara rejim yönetici odaklarının himayesinde başlanmış ve tamamlanmış olabileceği fikrini düşüren fakat aynı zamanda belgeyle somutlanması zorunluluğu bulunan yabancı dillerde Kürt etnik kimliği ve Kürtçe üzerine yapılan, rejimin benimsediği Türk Tarih Tezine aykırılık teşkil eden çalışmalara yanıt olması amacıyla bir tez hazırlamasına kadar geriye gittiği yönündeki ifşasıdır: 

Şimdi bütün Türk dünyasını sevinç içinde coşturan bu muhteşem eserinin44 
onuncu yıl dönümünü de, Paris.te yazdığım Fransızca bir kitapta kutlamıştım. Uzun tetebbülerden (araştırma, tetkik) sonra bastırdığım bu üç yüz sayfalık tez, Kürt ihtilal teşkilatlarının yabancı dillerle yaptıkları yalan yanlış neşriyat karşısında hakkın bağıran bir sesi oldu. Şahsına, yüksek eserine, isnat ve iftiralarda bulunan alçakları ilmin açık dilile susturdum; hayatlarile oynamak istedikleri zavallı Kürtlerin Orta Asya dan gelen Türk kollarından başka bir şey olmadıklarını en ciddi vesikalara dayanarak fikir âlemine ilan ettim.45 

Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki, Fani, rejim yönetici odakları nezdinde siyasal sadakatini ortaya koymak amacını belirli ölçüde kurumsallaştırmış, bu çabalarını daha ziyade yayıncılık faaliyetleri ölçeğinde ortaya koymak istemiştir. 
Fâni.nin eseri bu yönüyle, 150.likler diye anılan, siyasi tarih yazınında milli mücadele ve rejim karşıtları olarak lanse edilenlerin yekpare bir yapıyı arz etmediklerini ortaya koyması kadar, rejimin Türk Tarih tezi uzamında ülkedeki çok etnisiteli, çok dilli demografiye ilişkin tasavvurları doğrultusundaki araçsallaştırıcı tavrına içkin metotları ortaya koyması bakımından da incelemeye değer bulunmaktadır. 

Fâni yle ilgili söyleyeceğimiz sözlerden birisini de iki 150 liğin mektuplaşmalarını ortaya koyan önemli bir çalışmadan alıntılayabiliriz. 
Kardeşi Ali İlmi.nin, Sevr Muahede sine imza koyan heyette yer alan, öncelikle söz konusu heyette yer aldığı için istenmeyen şahsiyet/diplomat (persona non grata) listesine giren, eski Şuray–ı Devlet Reisi, muallim Rıza Tevfik le yazışmaları arasında yer verilmiş bulunan, Atatürk ün Hayat Felsefesi adlı eserinin yayımlandığı sıralarda Rıza Tevfik.e eserinden bahsetmek üzere kaleme aldığı (25 Kânun–ı evvel (Aralık) 1938 tarihli) Mektupta Fânizade Mesud, yazıya konu olan risalesini yayınlama gayesini şöyle ortaya koymuştur: 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder