21 Aralık 2015 Pazartesi

Huzurlarınızda “İyiniyetli Kürtler”






Huzurlarınızda “İyiniyetli Kürtler”



Gökçe Fırat,
03.04.2006


Türk medyasının 22 Mart 2006 manşetleri

Türk medyasının 22 Mart 2006 manşetleriABD’nin Büyük Kıskaç operasyonu

Türk medyası “nevruzda korkulan olmadı” manşetleri ile çıktığının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden, bölücü örgüt yandaşları Diyarbakır’da ayaklandı. Hakkari’de başlayan, ardından Diyarbakır’da sahnelenen ayaklanma provaları Siirt, Batman, Van ve Urfa’ya sıçradı.

Peki ne olmuştu da nevruzda “sağduyulu” davranan masum Kürt halkı birden ayaklanmıştı!

Olayları elbette bir hafta ile değerlendirmemek gerekir. Çünkü son bir haftada yaşadığımız gelişmeler, belirli bir senaryonun zamanı geldiğinde uygulamaya sokulan aşamalarıdır. Herşey plan dahilinde gelişmektedir!

Olayların başlangıç noktası neredeyse bir yıl önceye gitmektedir. Geçtiğimiz yılın Nisan aylarında ABD AKP’nin hizadan çıkma ve İran ve Suriye’ye yönelik operasyonlara karşı çıkma ihtimalini gözönünde bulundurarak hem AKP’yi kıstırma hem de AKP’ye alternatif yaratma “eylem planı”nı yürürlüğe koydu. Bu artık bir senaryo değil, planlanmış eylemler örgütleme anlamı taşıyordu.

Planın bir tarafında AKP’ye karşı Amerikancı bir darbe planlaması vardı. Nitekim bunun ön görüşmeleri yapılmış, belli yerlere mesajlar iletilmişti. Bizim basınımızda daha bu ay çıkmaya başlayan ve AKP’ye karşı “laik Türk ordusu”na yönelik ABD değerlendirmelerini TÜRKSOLU okurları bu sütunda 23 Mayıs 2005 tarihli yazımızda okumuşlardı.




 Fakat AKP’nin kıstırılması, hele hele ordu tehdidiyle kıstırılması için, ordunun da kıstırılması gerekmekteydi. Bunun içinse PKK devreye sokulacaktı.

O tarihlerde ABD, bölgeye yönelik yeni bir işgal harekatı öncesi öncü operasyon yapma talimatı verdi. Hemen ardından Suriye’de Kamışlı’da bir deneme ile İran’da hâlâ devam eden İran ordusu ile PKK arasındaki çatışmalar başladı.

PKK’nın bölgesel görevinde Türkiye’ye düşecek bir pay da vardı. Türkiye’ye özellikle de orduya, beni destekleyin yoksa PKK’yı harekete geçiririm mesajı verildi. Yine bu sütunda 1 Ağustos 2005 tarihinde çıkan yazımızda ABD’nin Sivas ve Gazi türü bir operasyon planladığını, bunun için PKK’ya görev verdiğini yazdık.

PKK’nın ABD misyonunu yerine getirmesi içinse uygun bir örgütsel amaç belirlendi. PKK temel yönelim olarak “Apo’yu özgürleştirme” hedefini belirledi. Hapisteki Apo’nun özgürleştirilmesi mahkeme yoluyla olamayacağına göre, bu özgürleştirmeyi sağlayacak bir eylem stratejisi olmalıydı. Bunun yolu ise Apo için sokağa dökülecek bir halk hareketi idi.

Ancak PKK ve Apo’nun rahat hareket edebilmesi içinse Kürt bölücülüğüne karşı duyarlı kesimlerin dikkatinin başka noktaya yöneltilmesi gerekiyordu. Bunun içinse Barzani kullanıldı. Türk milliyetçi kesimine verilen asıl tehlike Barzani, zaten Apo hapiste, bir gücü yok mesajları ile birlikte, “sınır çindeki ayaklanma hazırlığı” gözlerden saklanılarak asla girişilemeyecek bir “sınır ötesi”ne gözler çevrildi.

Bu süre zarfında hazırlıklarını tamamlayan ABD düğmeye bastı ve hem orduya, hem AKP’ye yönelik büyük kıskaç hareketini başlattı.

“İyiniyetli Kürtler” Nevruz’da Öcalan’a özgürlük sloganları ile meydanlardaydı. Türk basını ise uykuda. Tertipler, provokasyonlar ve ayaklanmalar dönemi


“İyiniyetli Kürtler” Nevruz’da Öcalan’a özgürlük sloganları ile meydanlardaydı. Türk basını ise uykuda.


İlk büyük tertip Şemdinli’ydi. Şemdinli’de doğrudan ABD’ye bağlı tezgah uygulamaya konuldu. Burada ABD’ye bağlı bir merkez eylemi yönetti. Bir yanda PKK komitesi, diğer tarafta ise Türk devleti içine sızmış, ABD kontrgerilla örgütlenmesine bağlı ve PKK ile doğrudan bağlantılı bir ekip vardı. Bu ekibin sağladığı istahbaratla hareket eden PKK jandarmaya yönelik büyük operasyonu başlattı.

Şemdinli’yi anlamadan hiçbir yere varamayız. Şemdinli’nin arkasında Türk ordusunu arayan, jandarmayı arayan, milliyetçileri arayan ya da Barzani’yi, İngiltere’yi vs arayan teoriler sonuçta tertipleyen kuvveti gözlerden saklamaktadır.

Ancak tertipçiler, devleti güçsüz gördükleri, arkalarını sağlam gördükleri için fazla cesur davrandılar. Şemdinli dosyasına giren ve kanıt olduğu iddia edilen bilgi ve belgeler, olayın arkasında açık bir “devlet içine sızma”nın olduğunu gösteriyordu. Bununsa faili üç kurumda olabilirdi; jandarma, emniyet ya da MİT!

Operasyonun hedefi jandarma olduğuna göre, aslında baskına uğrayan jandarma, kendisini pusuya düşen kuvvetleri görmüş oluyordu. Jandarmanın farkına vardığı gerçek belli kesimleri yaklaşan PKK ayaklanması ve ABD müdahalesine karşı uyandırabilirdi.

Bunun için Şemdinle’de tertip düzenleyen ancak tertibi açığa çıkan güçler bu defa daha büyük bir tertiple yeniden orduya meydan okudular. Nevruz bunun silahsız gösterisiydi, Diyarbakır olayları ise gerekirse silahla ve halkı da işin içine katarak olayların iyice büyütüleceği mesajıydı.

Bu bölücü gösteride Türk tarafını rahatsız eden görüntü. Kaynak Hürriyet gazetesi.


 Bu bölücü gösteride Türk tarafını rahatsız eden görüntü. Kaynak Hürriyet gazetesi. Uluslararası operasyonun üç gücü Olay görüldüğü üzere uluslararası boyutları olan büyük bir operasyondur. O halde dar bir çerçeve içerisinde kalarak çözmek imkânsızdır. Operasyona katılan kuvvetlerin tümüne karşı aynı anda önlem alınmazsa operasyon büyüyerek devam edecektir. Bu ise, tertip, provokasyon ve ayaklanmaların devamının gelmesidir.

O halde operasyona katılan kuvvetleri ve temel hedeflerini belirleyerek işe başlıyabiliriz.

1- Operasyonun kumandası ABD’dedir. ABD’nin amacı ise Ortadoğu’da girişeceği İran ve Suriye operasyonları öncesinde Türkiye’yi en azından tarafsız bırakmak ya da kendisine destek olmaya ikna etmektir.

Fakat ABD’nin bir de uzun vadeli bir planı vardır ki, Türkiye bu planda tıpkı İran ve Suriye gibi hedeftir, işgal edilecek ülkedir.

Bu noktada PKK önem kazanmaktadır. PKK’yı önemsemeyen tüm görüşler kaçınılmaz bir şekilde PKK’yı güçlendirmektedir. PKK önemlidir çünkü ABD bölgedeki üç ülkede birden PKK’yı kullanarak eylem örgütlemektedir. Ama daha da önemlisi PKK, ABD’nin Türkiye’ye yönelik operasyonunda en önemli destekçi ve gerekçedir. Bu nedenle ABD ile PKK arasında bir kader birliği sözkonusudur.

2- PKK açısından bakıldığında kendi kaderini ABD’ye teslim eden bu örgüt, rakip Kürt gruplarının da etkin olma ihtimaline karşın var gücüyle ABD’ye hizmet etmektedir.

PKK’nın stratejisi bellidir. Temel hedef olarak “Apo’nun serbest bırakılması ve PKK’nın yasallaştırılması” belirlenmiştir. Bu ise Türkiye’nin “terörsüz bir PKK”ya razı edilmesi demektir. Son dönemde Kürt aydın girişimi, Kürt konferansı vs etkinlikler kamuoyunun “silahsız PKK”ya hazırlanması içindir. Böylesi bir strateji aynı zamanda ABD tarafından da desteklenmektedir. ABD, PKK’dan bir özgürlük hareketi yaratmak istemektedir.

3- Türk devleti içindeki kontrgerilla merkezi ise doğrudan ABD’ye bağlı bir Ortadoğu haritası için çalışmaktadır. Özellikle Emniyet içinde yuvalanan bu ekip köken itibarıyle Kürtlerden oluşmaktadır. Özellikle de Said-i Kürdi etkisi gözlenmektedir. Bu ekip, AKP içinde çalışmaktadır ama aslında AKP’yi de aşan bir planın piyonlarıdır.

 PKK yayın organı gibi çalışan Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır olayları sonrası manşeti. İç sayfalarda da olaylar isyan, serhıldan ve alyaklanma olarak adlandırılıyor.İyi Kürt diye diye...



PKK yayın organı gibi çalışan Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır olayları sonrası manşeti. İç sayfalarda da olaylar isyan, serhıldan ve alyaklanma olarak adlandırılıyor.



Peki operasyon nasıl işlemektedir?

Operasyonun son aşamasına, yani ayaklanmaya odaklanırsak bir sonuç alamayız. Ayaklanmanın zemini nasıl hazırlanmıştır onu tespit edersek yol alabiliriz.

Ayaklanma demek örgütü aşan bir durumdur. Hiçbir zaman bir terör örgütü kendi militanları ile ayaklanma başlatmaz. Aksine ayaklanma örgütün kendi militan gücünü hedef yapmadan halkı harekete geçirdiği durumdur. Çoğunlukla düne kadar masum halk gözü ile bakılanlar bir bakmışsınız ellerinde terör örgütü liderinin resimleri, molotoflar, silahlarla sokağa dökülmüş ve devlete saldırıyor!

Peki bu nasıl olur?

Bu sorunun cevabı çok basittir. Eğer bir devlet kendi eli ile bir bölgede yaşayan vatandaşlarının aslında Türk olmadığını, ayrı dilleri olduğunu, ayrı kültürleri olduğunu ve elbette bunun sonucunda bazı “ayrıcalıklı hakları” olduğunu kabul ederse, o halk da bir adım daha atarak bağımsız olmayı düşünecektir.

Geçtiğimz yaz sonunda bu köşede başlayan ve iki ay süren bir yazı dizisi yayınlamıştık. Orada temel bir tespitimiz vardı: “Kürt varsa sorun var” diyorduk. Kimi insanlar ama “iyi niyetli Kürtler de var” “tüm Kürtleri dışlamıyalım” gibi saf yorumlarla bizi eleştiriyorlardı.

Peki ne diyorduk o dönemki değerlendirmemizde:

“ O halde, “iyi Kürt”le “kötü Kürt” arasında ayrım yapmanın pek bir anlamı kalmamaktadır. İnsanların iyi niyeti, tarihsel olayların belirli akışını durdurmaz. Tarihsel akışa ancak kapılır gider. O nedenle aklı başında devletler, tek tek bireylerle, örgütlerle değil, tarihsel yasalarla ilgilenirler. Yarın devletin başına iş açacak bir talep, en iyi niyetli ve sadık bir kişi tarafından bile söylense buna engel olmak, gidişatı durdurabilir.

Ancak bugün gidişat, maalesef, durdurulamaz bir aşamaya gelmiştir. Çünkü yaklaşık 20 yıldır bir silahlı Kürt terörü yaşıyoruz. Bu yirmi yıl içinde, kabul etsek de etmesek de, bölücü Kürtçüler, kendilerine uygun bir millet yarattılar. Bu, kendi diline, kültürüne, “önderliğine” sahip çıkan bir milli topluluktur. Bu topluluğun yaratıldığını görmezden gelerek hiçbir yere varamayız!

Sokağa çıktığımızda, henüz beş altı yaşındaki Kürt çocuklarının “Benim önderim Atatürk değil Apo” dediğini görüyoruz. Bu, artık Kürt milli kimliğinin, doğar doğmaz benimsendiğini göstermektedir. Bugün beş yaşındaki zararsız, masum çocuk, yarın belki de bir terörist olacaktır.

O nedenle her Kürt Kürtçü değil anlayışı bir yerden sonra sarpa sarmaktadır. Doğru, her Kürt bugün için Kürtçü değildir. Ancak ben bölücü değilim, ama Kürdüm diyen, istese de istemese de, Türk ulus devletinin temelini dinamitlemektedir.

Türk kimliğini yıkarak, bölücü Kürtçülüğün pasif destekçisi konumundadır. Zaten her mücadele sadece aktif savaşçılarla değil, aynı zamanda daha kalabalık pasif destekçilerle verilebilir. Bugünün pasif destekçileri ise o mücadelenin ihtiyat kuvvetidir. Kimileri kabul etmese bile, ben Kürdüm diyen herkes, potansiyel bir PKK’lıdır.

  '' O nedenle en iyi Kürt, ben Türküm diyen Kürttür...”

Son Nevruz ve Diyarbakır olayları, sadece yukardaki satırların doğrulanmasıdır. Türk devleti kendi eliyle önce Kürt yaratmış, ardından o Kürtler PKK’lı olmuş ve devlete karşı ayaklanmışlardır!


Terör örgütünün ikinci adamı Murat Karayılan ise aynı gazeteye verdiği röpdrtajda Nevruz sonrası dönemi şöyle açıklıyor: “Artık Kürdistan’da hiçkimse Başkan Apo’yu sahiplenişi gizlememelidir. Özellikle Türkiye’de anayasal çerçevede düşünce özgürlüğü bağlamında her Kürt Başkan Apo’yu kendilerine önder olarak gördüğünü her yerde rahatlıkla söylemelidir.” Ve hemen ardından da “PKK terör örgütü değildir” diyen Hakkari Belediye Başkanını tebrik ediyor!


Terör örgütünün ikinci adamı Murat Karayılan ise aynı gazeteye verdiği röpdrtajda Nevruz sonrası dönemi şöyle açıklıyor: “Artık Kürdistan’da hiçkimse Başkan Apo’yu sahiplenişi gizlememelidir. Özellikle Türkiye’de anayasal çerçevede düşünce özgürlüğü bağlamında her Kürt Başkan Apo’yu kendilerine önder olarak gördüğünü her yerde rahatlıkla söylemelidir.” Ve hemen ardından da “PKK terör örgütü değildir” diyen Hakkari Belediye Başkanını tebrik ediyor!PKK terör örgütü değil, terörü kullanan bölücü bir örgüt

O halde AB’ye uyum adı altında başlayan, Türkiyelilik, çok kültürlülük, azınlık hakları türü açılımların demokrasi getirmediğini, tam tersine ayaklanmaya yol açtığını görüyoruz. Yani AB’cilerin, gizli açık Kürtçülerin, daha fazla özgürlük daha fazla bütünleşme ve birlik getirir teorileri uygulamada çökmüştür. Özgür bırakılan kitle tümüyle PKK’nın kontrolüne girmektedir.

Son nevruz gösterilerinin bilançosunu bir çıkaralım. Kaç ilde, kaç ilçede, kaç gösteri düzenlenmiştir, bu eylemlere kaç kişi katılmıştır?

Korkunç bir gerçek belki, ama gerçek: 2 milyon!

Demek ki kendi elimizle PKK’yı destekleyecek 2 milyon “iyi niyetli Kürt” yaratmışız! Buyrun şimdi o “iyiniyetli Kürtler”e derdinizi anlatın anlatabilirseniz!

Kaldı ki devletin kendi eliyle düştüğü “PKK belediyeleri” tuzağını da ortaya bir kez daha koyalım. Koskoca Türkiye’de, DEHAP demenin PKK demek olduğunu, bu adamlara verilecek her oyun bölünme getireceğini bir tek biz savunduk. Şimdi tüm Türkiye şaşkın şaşkın bu belediye başkanlarını izliyor!

İzliyor diyoruz çünkü gerçekten izliyoruz. Bugün Türkiye’nin 56 belediye başkanı doğrudan PKK’ya bağlıdır, açıktan ayaklanma örgütlemektedir, ama öyle bir devlet vardır ki sadece izlemektedir!

O halde PKK stratejik hedefine ulaşmak üzeredir. Neydi hedef: PKK’yı yasalaştırmak. DEHAP’lı ya da yeni adıyla DTP’li belediye başkanları nezdinde zaten bu yasallaşma adımı atılmaktadır. Türkiye’yi yöneten iktidar terörsüz bir PKK için PKK’ya razıdır.

Bugün öyle bir ülkede yaşıyoruz ki terörle mücadele etmesi gereken emniyet kuvvetleri içinde bile PKK’nın silah bırakmasının ve yasal zemine geçmesinin Kürt sorununu çözeceğini, hem de açıktan savunanlar bulunmaktadır!

Oysa PKK bir terör örgütü değildir, PKK terörü bir yöntem olarak benimseyen bölücü bir örgüttür. Terör dünyanın her yerinde zaten yasaktır ve kabullenilemez de. Ama sorun da bizim açımızdan tam buradadır: O halde terör uygulamayan bölücülüğe izin mi vereceğiz? Bu ülkede, bu ülkenin bölünmesini isteyen bir örgüt kurulabilecek mi? Bunun yasal düzenlemesi de yapılacak mı?

Şunun için soruyoruz, öyle bir niyetiniz varsa bilelim de, bizler de bağımsız bir Türk devleti kurmak için çalışalım!

Maalesef Türkiye’de insanlar, bölücülüğü bir tehdit olarak görmekten vazgeçmişlerdir. Oysa yaşanan olaylar göstermektedir ki, terörden uzak duran DTP gibi bölücü bir Kürt örgütü, yeri geldiğinde hemen terör uygulayan bir örgüte dönüşüvermektedir. O halde Türkiye’nin yapması gereken ilk iş bölücülüğü yasaklamaktır. Bunun içinse anayasayı işletmeniz gerekir ki bu ülkenin Başbakanı o anayasaya karşıdır. Kendisini Türk değil Türkiyeli olarak görmektedir. Oysa anayasamıza göre Türkiye’de Türk’ten başka bir millet bulunmamaktadır.

Garip bir durumu tespiti ama Türkiye’nin gerek ABD’ye, gerekse PKK’ya karşı mücadele ederken yapması gereken ilk şey kendi anayasasını uygulamasıdır. Türkiye’da bugüne kadar bir ulus yaratıldı ise, bir bütünlük yaratıldı ise unutmıyalım ki bu daha fazla özgürlük, çok kültürlülük, çok dillilikle değil, bu anayasa ile yaratıldı.

15 yıl önce ne olmuştu?

Kimileri ise hala saf saf soruyor. 15 yıl sonra Diyarbakır’a asker girdi diye! Bir sorun kendinize askerin Diyarbakır’da olmadığı bir 15 yılda demek ki devlete karşı ayaklanacak bir “iyiniyetli Kürt halkı” yaratılmış! O halde sorun askerin şehirde olması değil olmamasıymış!

Hatırlarsak 1991’de de PKK benzer bir ayaklanma girişiminde bulunmuştu yine Diyarbakır’da. O dönemin HEP İl Başkanı’nın cenaze töreninde başlamıştı yine olaylar. Çünkü cinazeler ayaklanmanın başlangıç noktası olur hep.

Peki o 91 ayaklanma girişiminin sonunda ne oldu dersiniz? Devlet şehirdeydi ve ayaklanmayı bastırdı. Hem de kanla bastırdı. Çünkü elde silah devlete karşı ayaklanan ve kendisinin özgürlük militanı olduğunu iddia eden biri, o yolda ölmeyi de göze alabilmelidir. Şimdikiler gibi hem ayaklanırım hem de devlet bana dokunmasın türü bir zihniyet yeni yeni görülüyor!

Ayaklananı yere sermek devletin hakkıdır.

O gün PKK’nın bitişinin başlangıcıydı. Oysa PKK o gün orada devletle boy ölçüşecek kadar güçlü olduğunu düşünüyordu. Yanıldı. Yanılgısının bedelini silahlı gücünün büyük kısmını yitirerek ödedi.

O günden bugüne geldik.

Şimdi devlet idarecileri, güvenlik kuvvetlerine emir veriyorlar, ayaklanmacılara müdahale etmeyin diye. Kurşunlanmıyacağını bilen “iyiniyetli Kürtler” de doğal olarak dağılmıyor ve daha fazla yakıp yıkıyorlar!

Sağduyu mu dediniz

Peki bu gerçeklerden sonra ne olacak derseniz...

ABD ve PKK stratejisi sağlam adımlarla ilerlerken Türkiye bu stratejinin kaybeden tarafı olacaktır. Çünkü Türklükten, üniter yapıdan taviz veren taraf bu savaşta kaybeder. Farkındaysanız Kürtler, “bizim de kırmızı çizgilerimiz var” diyerek, ne milli kimliklerinden, ne de “büyük Kürdistan”dan taviz vermiyorlar.

O halde başa dönelim ve operasyonu yürüten ABD tarafına bakalım.

ABD kıskaç operasyonu için bu tür ayaklanmalara başvuracak ve Türk devletine teslim olma çağrısı yapacaktır. Diyarbakır olayları bu bakımdan aslında ABD’nin “Kurtlar Vadisi” filmine cevabıdır! ABD Türkiye’yi iç savaşla tehdit etmektedir.

İç savaş tehdidine karşı Türk tarafı aynı tehdide aynı yöntemle cevap vermezse kaybeder: Ayaklanan “iyiniyetli Kürtlere”, iki milyon kişi oldukları oysa bu devlet için sokağa dökülecek bir 60 milyon Türk olduğunu hatırlatılmalıdır!

İşte bu noktada Amerikancı partilerden yükselecek, “kardeş kavgasına” karşı “sağduyuya” çağıran açıklamaları okuyacaksınız muhtemelen.

Ne diyelim, sağduyu içinde bölünüyor ve ülkemizde çıkan ayaklanmayı sağduyu içinde televizyondan izliyoruz...

http://www.turksolu.com.tr/104/basyazi104.htm


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder