murat karayılan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
murat karayılan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2016 Cumartesi

PKK HAKKARİDE AMACINA ULAŞTIMI.



PKK  HAKKARİDE AMACINA ULAŞTIMI.



PKK Stratejik Denge Dönemine Tekrar Geri Döndüğünü mü Düşünüyor?

Yazar: Zeynep Ece Ünsal

2011 yılı kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanarak kamu oyuna sunulan raporda, PKK'nın en çok vur-kaç taktiği uyguladığı ve eylemlerini de çoğunlukla Hakkari ve Şırnak illerinde gerçekleştirdiği ortaya çıkmaktadır.[1] Bu taktik kapsamında PKK bir saldırı düzenlediği zaman özellikle hava unsurlarının gelmesiyle o bölgeden kaçarak cephe gerisi olarak nitelendirilen bölgeye ( başta Kuzey Irak olmak üzere diğer sınır bölgelerindeki PKK kampları) geçmekteydi. Ancak, 2012 yılı Temmuz ayından bu güne kadarki süreçte PKK'ya yönelik tartışmalar, terör örgütünün son dönem saldırıları ve örgüt üyelerinin kendi iletişim kaynakları aracılığıyla yaptıkları açıklamalar tek bir başlık üzerinde birleşmektedir; örgüt Temmuz-Eylül 2012 sürecinde Hakkari/Şemdinli kırsalında klasik gerilla savaş tekniği olan vur-kaç stratejisinden, kızıl kurtarılmış bölge kurmak ve kent ayaklanmasına zemin hazırlayarak, TSK'yı meskun mahal çatışmasına zorlamak amacı ile vur-kal stratejisine geçmiştir.

Bu çerçevede bu strateji değişikliği sürecinin incelenmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bir çok terör örgütü gibi gerilla savaşı tekniklerini uygulamaya çalışan PKK da, Mao'nun "Uzun Süreli Halk Savaşı"nın üç aşaması olan stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarından geçen bir çatışma sürecini benimsemiştir. Bu stratejiye göre, silahlı mücadelenin yapılacağı bölgenin özellikleri önem arz etmektedir. Bölge, köylülüğün yoğun olduğu, devlet egemenliğinin tamamen etkin olamadığı bir alan olmalıdır. En önemli amaç ise bölge halkını bir şekilde ikna etmektir. Devletin etkisinin az olduğu bu bölgede uygulanacak şiddetin etkisiyle, hem halk devletten uzaklaştırılabilecek hem de devlet bölgeye yönelik bilgi akışını kaybedecek, adım adım kırsal bölgeler örgütün kontrolüne geçecektir. Sonuçta ise örgüt kendisine her türlü yiyecek, barınma, silah temini sağlayabileceği güvenli bölgeler oluşturabilecektir[2].

Uzun süreli halk savaşının ikinci aşaması olan "stratejik denge" aşamasında bir yandan uluslararası konjektürdeki değişimler beklenip, diğer yandan da direnme gücünü arttırmak için zaman kazanılmaktadır[3]. Sonrasında ise alan hakimiyeti hedefi ortaya çıkmaktadır. Üs bölgeleri olmadan düşman hatları gerisinde gerillanın bu savaşı sürdürmesinin olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenleMao, üs bölgeleri kurulmasını önermektedir.[4] Silahlı mücadele geliştikçe üst bölgeleri birleştirilerek "kurtarılmış bölge"ler kurulacaktır. Örgüt egemenliğindeki bu kurtarılmış bölgeler "kızıl kurtarılmış bölge"ler olarak adlandırılmaktadır.[5] PKK da kuruluşundan bu yana ideolojik, örgütsel yapı ve eylemleri açısından Mao'nun "Uzun Süreli Halk Savaşı" stratejisini benimsemiştir. Mao'nun stratejisinin ilk evresi olan stratejik savunmada, PKK'nın Türk ordusuna karşı savunma durumunda olması, stratejik dengede örgütün yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirmeye başlaması ve stratejik saldırıda da Türk ordusunun savunmaya itmesi planlanmaktadır[6].

PKK'nın yan kuruluşu DTK 14 Temmuz 2011'de Diyarbakır'da demokratik özerklik ilan etmiştir. Demokratik özerkliğin uygulanması için PKK/DTK tarafından Hakkâri ili ve çevresi pilot uygulama alanı olarak seçilmiştir. Demokratik özerklik, PKK'nın 1988'de ilan ettiği "Botan'ın Fethi" ve 1991-92'de ilan ettiği "Botan-Bahdinan Savaş Hükümeti" planlarında olduğu gibi terör örgütünün belirli coğrafyalardan TSK'yı çekilmeye zorlayarak alan hakimiyetini " kızıl kurtarılmış bölge " tanımlaması ile oluşturmasını hedeflemektedir.

PKK'da içinden geçtiğimiz bu günkü süreçte, Hakkari/Şemdinli'de vur-kal stratejisi izlerken, Şemdinli üçgeninde "kurtarılmış bölge" kurmak amacı ile alan hakimiyeti kurmaya da çalışmaktadır. Esasen AKP Hükümetinin uzun bir süreden buyana TSK'ye ve Jandarma Genel Komutanlığına bağlı birlik ve karakollardan operasyon değil, birlik, kışla ve karakol korumasınıtalep etmesi, Türk güvenlik güçlerinin alan hakimiyetini terk ederek, birliklerine çekilmeleri, PKK'ya alanda rahat hareket etme ve alanı domine etme imkanı vermiştir. Ayrıca, yaz ayları itibariyle, PKK'nın gerçekleştirmiş olduğu eylemlerin sıklığı ve bu eylemler sonrasında gerçekleştirilen operasyonlar kapsamında etkisiz hale getirilen teröristlerin sayıları (Genel Kurmay Başkanlığınca yapılan açıklamada son beş ay içerisinde 373 teröristin etkisiz hale getirilmiştir.[7])göz önüne alındığında örgütün eylemlerinden sonra cephe gerisi diye nitelendirdiği Kuzey Irak'taki kamp bölgelerine kaçmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle örgütün son yıllarda uyguladığı vur-kaç taktiğinden-diğer bir ifadeyle herhangi bir eylemi gerçekleştirip cephe gerisine kaçma stratejisinden- vazgeçerek vur-kal taktiği uygulamaya başladığı görülmektedir. Aslında bu değişim süreci ve PKK'nın n planları Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın son iki yıl içinde bölgeye yönelik yayınları arasında sıklıkla rastlanılan bir bir konu olmaktadır. Özdağ'a göre; "…PKK'nın planlı operasyonları Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi Hakkari'de de devam etmekteydi. Bu şartlar altında PKK, önce Hakkari kırsalında da girişim üstünlüğünü tamamen ele geçirdi. Sonra ilçelerden başlayarak yerleşim yerlerinde güvenlik güçlerine yönelik suikastlere başladı. Yüksekova'da yol ortasında infaz edilen askerler, Hakkari'de mağazada infaz edilen polisler. PKK'nın bu politikasının amacı, güvenlik güçlerini kışla ve karakollarına itme ve orada kuşatmayı hedeflemekteydi. Hakkari kırsalında yapılan eylemler sonrasında olay yerine giden askerleri konvoylara yönelik mayınlı saldırılar ile de asker ve polis şehir merkezlerinde hareketsiz kalmaya yönlendirilmek istenmiştir[8]…"

Yukarıda da belirtildiği gibi, PKK'nın bu stratejisi aslında yeni bir uygulama değildir. PKK'nın 1991/1992'de bu stratejiyi uygulamaya çalıştığı ve sonucunda da ağır kayılar verdiği bilinmektedir. Ancak bu strateji zaten bir nevi intihar eylemi gibi değerlendirilebilinmekte dir.[9] Burada amaç öncelikle saldırının yapıldığı bölgede kalarak güvenlik güçlerini üzerine çekmektir. Ayrıca bölgedeki halkın arasına karışmak suretiyle, zaman zaman güvenlik güçlerini yanlış hedeflere yönlendirmeye sebep olmaktadırlar. Güvenlik güçlerinin operasyon yapma alanlarını kısıtlayan örgüt bu sayede arasına karıştığı halkın gözünde de devletin ve devletin kuvvetlerinin güçsüz bir duruma düşmesini sağlamayı da hedeflemektedir.Devlet ile karşı karşıya kalan halk arasında ayaklanma gerçekleştirmeye çalışan örgüt bu yolla kurtarılmış bölgelerini ilan etmeyi planlamaktadır. Bu eylemler Mao'nun "Uzun Süreli Halk Savaşı"nın aşamalarının geçmişte olduğu gibi yeniden uygulanmaya konulma çabası ile açıklanabilmektedir.Örneğin; 19 Ağustos 1992 tarihinde benzeri olaylar Şırnak'ta yaşanmış, 1 hafta süren çatışmalar ile PKK'ya ciddi kayıplar verdirilmiştir. Ayrıca bu eski taktiklerin yeniden uygulanması sürecinde uluslararası arenada yaşanan gelişmelerinde(son dönemde Suriye'de yaşananlar ve bölgenin istikrarsızlaşması) etkisi ve PKK'ya hareket imkanı sağlayabilecek boşluklar yarattığı da ortaya çıkmaktadır.[10]

Murat Karayılan'ın yaptığı açıklamalarında da örgütün özellikle Hakkari ili Şemdinli ilçesinde taktik değiştirdiği ve hatta bölgede belirli bir alanı hakimiyeti altına aldığı iddiası ortaya çıkmaktadır.[11] Ancak bu taktik değiştirme süreci içinde PKK bölgede kaldığı için ciddi kayıplar vermekte ve örgüte yeni eleman arayışına girmektedir.Kamuoyuna yansıyan son haberlere göre ise PKK özellikle Mahmur Kampı[12]'ndan gençleri zorla örgüte katmak için kampta yaşayan ailelere baskı yapmaktadır.[13]

Sonuç

DTK 14 Temmuz 2011'de Diyarbakır'da demokratik özerklik ilan etmiştir. Demokratik özerkliğin uygulanması için pilot bölge seçilen Hakkâri ili ve çevresinde, bu kavramı yaşama geçirmek adına PKK eski stratejilerini yeniden uygulamaya başlamıştır. Özellikle Temmuz 2012 tarihinden bu yana eylemlerinin sıklığını ve şiddetini arttıran PKK, bölgeden ayrılmayarak da, hem devletin, güvenlik güçlerinin ve halkın moralini bozmayı, hem de bu sayede bölgede kurtarılmış bölgeler oluşturmayı hedeflemektedir. Çünkü terörün asıl hedefi kamuoyunu yıldırmaktır ve devletin, güvenlik güçlerinin ve halkın moralini bozarak bu hedefe ulaşan örgüt, kendini güvensiz hisseden halk arasında ayaklanma yaratmaya çalışmaktadır. Böylece de güvenlik güçleri sivil halka karşı güç kullanma durumunda bırakılarak hata yapmaya zorlanacaktır. Daha önceden de uygulanmaya çalışılmış olan bu stratejinin yeniden gündeme gelmesinin sebebi ise son dönemde Suriye'de yaşanan gelişmelerdir. PKK'nın amacı Suriye'de olanlar burada da oluyor imajı vermeye çalışarak, uluslararası kamuoyunun dikkatini üzerine çekmektir. Son dönemde gerçekleşen saldırılar ve değişen stratejilerin tek hedefi bu imaj için gerekli ortamı hazırlamaktır.


[1] PKK'nın Kalleş Taktiği: Vur-Kaç, 18 Mayıs 2012,http://www.turkmemur.net/haber-PKKn305n-Kalle351-Takti287i-Vur-Ka231-69730/,Erişim Tarihi 10 Eylül 2012.

[2]ZEDUNG,Mao. Seçme Eserler Cilt 2, Eriş Yayınları, 2005, s.92-95.

[3]ZEDUNG,Mao. Seçme Eserler Cilt 2, Eriş Yayınları, 2005, s.78.

[4]ZEDUNG,Mao. Seçme Eserler Cilt 2, Eriş Yayınları, 2005, s.89-91.

[5]ZEDUNG,Mao. Seçme Eserler Cilt 2, Eriş Yayınları, 2005, s.91.

[6]ÖZDAĞ, Ümit. Türk Ordusu PKK'yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK'ya Nasıl Teslim Oluyor? Askeri Galibiyetten, Siyasi Mağlubiyete, Ankara: Kripto Yayınları,2010,s.43.

[7] Genelkurmay:5 Ayda 373 Terörist Öldürüldü, 88 Şehit Verildi, 10 Eylül 2012, http://gundem.milliyet.com.tr/genelkurmay-5-ayda-373-terorist-olduruldu-88-sehit-verildi/gundem/gundemdetay/10.09.2012/1594180/default.htm, Erişim Terihi: 11 Eylül 2012.

[8] ÖZDAĞ, Ümit. Türkiye'nin Bittiği İl Hakkari, 2 Kasım 2011, http://www.21yyte.org/tr/yazi6356-Turkiyenin_Bittigi_Il_Hakkari.html , Erişim Tarihi: 3 Kasım 2011.

[9] PKK Nasıl Bitecek ?,http://www.gazete2023.com/haber/18575/emre-uslu-pkknin-nasil-bitecegini-siraladi.html , Erişim Tarihi: 15 Eylül 2012

[10]YAYMAN, Hüseyin. Şemdinli'de Neler Oluyor, 2 Ağustos 2012,http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21125308.asp, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2012

[11] PKK'nın Yeni Taktiği: Vur-Kal,5 Ağustos 2012, http://www.guncel-haber.com/4409050/haber-pkk-nin-yeni-taktigi-vur-kal/ , Erişim Tarihi: 5 Eylül 2012.

[12] Mahmur Kampı 1998'de BM tarafından kurulmuş ancak Türkiye her fırsatta ve platformda kampın örgüt tarafından kullanıldığını ve bu nedenle kapatılması gerektiğiniaçıklamaktadır.

[13]PKK Her Aileden Bir Kişi İstedi, 9 Eylül 2012, http://www.ensonhaber.com/pkk-her-aileden-bir-kisi-istedi-2012-09-09.html, Erişim Tarihi: 9 Eylül 2012.

http://www.21yyte.org/ sitesinden 26.03.2016 tarihinde yazdırılmıştır


http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/6757

***


21 Aralık 2015 Pazartesi

Huzurlarınızda “İyiniyetli Kürtler”






Huzurlarınızda “İyiniyetli Kürtler”



Gökçe Fırat,
03.04.2006


Türk medyasının 22 Mart 2006 manşetleri

Türk medyasının 22 Mart 2006 manşetleriABD’nin Büyük Kıskaç operasyonu

Türk medyası “nevruzda korkulan olmadı” manşetleri ile çıktığının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden, bölücü örgüt yandaşları Diyarbakır’da ayaklandı. Hakkari’de başlayan, ardından Diyarbakır’da sahnelenen ayaklanma provaları Siirt, Batman, Van ve Urfa’ya sıçradı.

Peki ne olmuştu da nevruzda “sağduyulu” davranan masum Kürt halkı birden ayaklanmıştı!

Olayları elbette bir hafta ile değerlendirmemek gerekir. Çünkü son bir haftada yaşadığımız gelişmeler, belirli bir senaryonun zamanı geldiğinde uygulamaya sokulan aşamalarıdır. Herşey plan dahilinde gelişmektedir!

Olayların başlangıç noktası neredeyse bir yıl önceye gitmektedir. Geçtiğimiz yılın Nisan aylarında ABD AKP’nin hizadan çıkma ve İran ve Suriye’ye yönelik operasyonlara karşı çıkma ihtimalini gözönünde bulundurarak hem AKP’yi kıstırma hem de AKP’ye alternatif yaratma “eylem planı”nı yürürlüğe koydu. Bu artık bir senaryo değil, planlanmış eylemler örgütleme anlamı taşıyordu.

Planın bir tarafında AKP’ye karşı Amerikancı bir darbe planlaması vardı. Nitekim bunun ön görüşmeleri yapılmış, belli yerlere mesajlar iletilmişti. Bizim basınımızda daha bu ay çıkmaya başlayan ve AKP’ye karşı “laik Türk ordusu”na yönelik ABD değerlendirmelerini TÜRKSOLU okurları bu sütunda 23 Mayıs 2005 tarihli yazımızda okumuşlardı.




 Fakat AKP’nin kıstırılması, hele hele ordu tehdidiyle kıstırılması için, ordunun da kıstırılması gerekmekteydi. Bunun içinse PKK devreye sokulacaktı.

O tarihlerde ABD, bölgeye yönelik yeni bir işgal harekatı öncesi öncü operasyon yapma talimatı verdi. Hemen ardından Suriye’de Kamışlı’da bir deneme ile İran’da hâlâ devam eden İran ordusu ile PKK arasındaki çatışmalar başladı.

PKK’nın bölgesel görevinde Türkiye’ye düşecek bir pay da vardı. Türkiye’ye özellikle de orduya, beni destekleyin yoksa PKK’yı harekete geçiririm mesajı verildi. Yine bu sütunda 1 Ağustos 2005 tarihinde çıkan yazımızda ABD’nin Sivas ve Gazi türü bir operasyon planladığını, bunun için PKK’ya görev verdiğini yazdık.

PKK’nın ABD misyonunu yerine getirmesi içinse uygun bir örgütsel amaç belirlendi. PKK temel yönelim olarak “Apo’yu özgürleştirme” hedefini belirledi. Hapisteki Apo’nun özgürleştirilmesi mahkeme yoluyla olamayacağına göre, bu özgürleştirmeyi sağlayacak bir eylem stratejisi olmalıydı. Bunun yolu ise Apo için sokağa dökülecek bir halk hareketi idi.

Ancak PKK ve Apo’nun rahat hareket edebilmesi içinse Kürt bölücülüğüne karşı duyarlı kesimlerin dikkatinin başka noktaya yöneltilmesi gerekiyordu. Bunun içinse Barzani kullanıldı. Türk milliyetçi kesimine verilen asıl tehlike Barzani, zaten Apo hapiste, bir gücü yok mesajları ile birlikte, “sınır çindeki ayaklanma hazırlığı” gözlerden saklanılarak asla girişilemeyecek bir “sınır ötesi”ne gözler çevrildi.

Bu süre zarfında hazırlıklarını tamamlayan ABD düğmeye bastı ve hem orduya, hem AKP’ye yönelik büyük kıskaç hareketini başlattı.

“İyiniyetli Kürtler” Nevruz’da Öcalan’a özgürlük sloganları ile meydanlardaydı. Türk basını ise uykuda. Tertipler, provokasyonlar ve ayaklanmalar dönemi


“İyiniyetli Kürtler” Nevruz’da Öcalan’a özgürlük sloganları ile meydanlardaydı. Türk basını ise uykuda.


İlk büyük tertip Şemdinli’ydi. Şemdinli’de doğrudan ABD’ye bağlı tezgah uygulamaya konuldu. Burada ABD’ye bağlı bir merkez eylemi yönetti. Bir yanda PKK komitesi, diğer tarafta ise Türk devleti içine sızmış, ABD kontrgerilla örgütlenmesine bağlı ve PKK ile doğrudan bağlantılı bir ekip vardı. Bu ekibin sağladığı istahbaratla hareket eden PKK jandarmaya yönelik büyük operasyonu başlattı.

Şemdinli’yi anlamadan hiçbir yere varamayız. Şemdinli’nin arkasında Türk ordusunu arayan, jandarmayı arayan, milliyetçileri arayan ya da Barzani’yi, İngiltere’yi vs arayan teoriler sonuçta tertipleyen kuvveti gözlerden saklamaktadır.

Ancak tertipçiler, devleti güçsüz gördükleri, arkalarını sağlam gördükleri için fazla cesur davrandılar. Şemdinli dosyasına giren ve kanıt olduğu iddia edilen bilgi ve belgeler, olayın arkasında açık bir “devlet içine sızma”nın olduğunu gösteriyordu. Bununsa faili üç kurumda olabilirdi; jandarma, emniyet ya da MİT!

Operasyonun hedefi jandarma olduğuna göre, aslında baskına uğrayan jandarma, kendisini pusuya düşen kuvvetleri görmüş oluyordu. Jandarmanın farkına vardığı gerçek belli kesimleri yaklaşan PKK ayaklanması ve ABD müdahalesine karşı uyandırabilirdi.

Bunun için Şemdinle’de tertip düzenleyen ancak tertibi açığa çıkan güçler bu defa daha büyük bir tertiple yeniden orduya meydan okudular. Nevruz bunun silahsız gösterisiydi, Diyarbakır olayları ise gerekirse silahla ve halkı da işin içine katarak olayların iyice büyütüleceği mesajıydı.

Bu bölücü gösteride Türk tarafını rahatsız eden görüntü. Kaynak Hürriyet gazetesi.


 Bu bölücü gösteride Türk tarafını rahatsız eden görüntü. Kaynak Hürriyet gazetesi. Uluslararası operasyonun üç gücü Olay görüldüğü üzere uluslararası boyutları olan büyük bir operasyondur. O halde dar bir çerçeve içerisinde kalarak çözmek imkânsızdır. Operasyona katılan kuvvetlerin tümüne karşı aynı anda önlem alınmazsa operasyon büyüyerek devam edecektir. Bu ise, tertip, provokasyon ve ayaklanmaların devamının gelmesidir.

O halde operasyona katılan kuvvetleri ve temel hedeflerini belirleyerek işe başlıyabiliriz.

1- Operasyonun kumandası ABD’dedir. ABD’nin amacı ise Ortadoğu’da girişeceği İran ve Suriye operasyonları öncesinde Türkiye’yi en azından tarafsız bırakmak ya da kendisine destek olmaya ikna etmektir.

Fakat ABD’nin bir de uzun vadeli bir planı vardır ki, Türkiye bu planda tıpkı İran ve Suriye gibi hedeftir, işgal edilecek ülkedir.

Bu noktada PKK önem kazanmaktadır. PKK’yı önemsemeyen tüm görüşler kaçınılmaz bir şekilde PKK’yı güçlendirmektedir. PKK önemlidir çünkü ABD bölgedeki üç ülkede birden PKK’yı kullanarak eylem örgütlemektedir. Ama daha da önemlisi PKK, ABD’nin Türkiye’ye yönelik operasyonunda en önemli destekçi ve gerekçedir. Bu nedenle ABD ile PKK arasında bir kader birliği sözkonusudur.

2- PKK açısından bakıldığında kendi kaderini ABD’ye teslim eden bu örgüt, rakip Kürt gruplarının da etkin olma ihtimaline karşın var gücüyle ABD’ye hizmet etmektedir.

PKK’nın stratejisi bellidir. Temel hedef olarak “Apo’nun serbest bırakılması ve PKK’nın yasallaştırılması” belirlenmiştir. Bu ise Türkiye’nin “terörsüz bir PKK”ya razı edilmesi demektir. Son dönemde Kürt aydın girişimi, Kürt konferansı vs etkinlikler kamuoyunun “silahsız PKK”ya hazırlanması içindir. Böylesi bir strateji aynı zamanda ABD tarafından da desteklenmektedir. ABD, PKK’dan bir özgürlük hareketi yaratmak istemektedir.

3- Türk devleti içindeki kontrgerilla merkezi ise doğrudan ABD’ye bağlı bir Ortadoğu haritası için çalışmaktadır. Özellikle Emniyet içinde yuvalanan bu ekip köken itibarıyle Kürtlerden oluşmaktadır. Özellikle de Said-i Kürdi etkisi gözlenmektedir. Bu ekip, AKP içinde çalışmaktadır ama aslında AKP’yi de aşan bir planın piyonlarıdır.

 PKK yayın organı gibi çalışan Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır olayları sonrası manşeti. İç sayfalarda da olaylar isyan, serhıldan ve alyaklanma olarak adlandırılıyor.İyi Kürt diye diye...



PKK yayın organı gibi çalışan Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır olayları sonrası manşeti. İç sayfalarda da olaylar isyan, serhıldan ve alyaklanma olarak adlandırılıyor.



Peki operasyon nasıl işlemektedir?

Operasyonun son aşamasına, yani ayaklanmaya odaklanırsak bir sonuç alamayız. Ayaklanmanın zemini nasıl hazırlanmıştır onu tespit edersek yol alabiliriz.

Ayaklanma demek örgütü aşan bir durumdur. Hiçbir zaman bir terör örgütü kendi militanları ile ayaklanma başlatmaz. Aksine ayaklanma örgütün kendi militan gücünü hedef yapmadan halkı harekete geçirdiği durumdur. Çoğunlukla düne kadar masum halk gözü ile bakılanlar bir bakmışsınız ellerinde terör örgütü liderinin resimleri, molotoflar, silahlarla sokağa dökülmüş ve devlete saldırıyor!

Peki bu nasıl olur?

Bu sorunun cevabı çok basittir. Eğer bir devlet kendi eli ile bir bölgede yaşayan vatandaşlarının aslında Türk olmadığını, ayrı dilleri olduğunu, ayrı kültürleri olduğunu ve elbette bunun sonucunda bazı “ayrıcalıklı hakları” olduğunu kabul ederse, o halk da bir adım daha atarak bağımsız olmayı düşünecektir.

Geçtiğimz yaz sonunda bu köşede başlayan ve iki ay süren bir yazı dizisi yayınlamıştık. Orada temel bir tespitimiz vardı: “Kürt varsa sorun var” diyorduk. Kimi insanlar ama “iyi niyetli Kürtler de var” “tüm Kürtleri dışlamıyalım” gibi saf yorumlarla bizi eleştiriyorlardı.

Peki ne diyorduk o dönemki değerlendirmemizde:

“ O halde, “iyi Kürt”le “kötü Kürt” arasında ayrım yapmanın pek bir anlamı kalmamaktadır. İnsanların iyi niyeti, tarihsel olayların belirli akışını durdurmaz. Tarihsel akışa ancak kapılır gider. O nedenle aklı başında devletler, tek tek bireylerle, örgütlerle değil, tarihsel yasalarla ilgilenirler. Yarın devletin başına iş açacak bir talep, en iyi niyetli ve sadık bir kişi tarafından bile söylense buna engel olmak, gidişatı durdurabilir.

Ancak bugün gidişat, maalesef, durdurulamaz bir aşamaya gelmiştir. Çünkü yaklaşık 20 yıldır bir silahlı Kürt terörü yaşıyoruz. Bu yirmi yıl içinde, kabul etsek de etmesek de, bölücü Kürtçüler, kendilerine uygun bir millet yarattılar. Bu, kendi diline, kültürüne, “önderliğine” sahip çıkan bir milli topluluktur. Bu topluluğun yaratıldığını görmezden gelerek hiçbir yere varamayız!

Sokağa çıktığımızda, henüz beş altı yaşındaki Kürt çocuklarının “Benim önderim Atatürk değil Apo” dediğini görüyoruz. Bu, artık Kürt milli kimliğinin, doğar doğmaz benimsendiğini göstermektedir. Bugün beş yaşındaki zararsız, masum çocuk, yarın belki de bir terörist olacaktır.

O nedenle her Kürt Kürtçü değil anlayışı bir yerden sonra sarpa sarmaktadır. Doğru, her Kürt bugün için Kürtçü değildir. Ancak ben bölücü değilim, ama Kürdüm diyen, istese de istemese de, Türk ulus devletinin temelini dinamitlemektedir.

Türk kimliğini yıkarak, bölücü Kürtçülüğün pasif destekçisi konumundadır. Zaten her mücadele sadece aktif savaşçılarla değil, aynı zamanda daha kalabalık pasif destekçilerle verilebilir. Bugünün pasif destekçileri ise o mücadelenin ihtiyat kuvvetidir. Kimileri kabul etmese bile, ben Kürdüm diyen herkes, potansiyel bir PKK’lıdır.

  '' O nedenle en iyi Kürt, ben Türküm diyen Kürttür...”

Son Nevruz ve Diyarbakır olayları, sadece yukardaki satırların doğrulanmasıdır. Türk devleti kendi eliyle önce Kürt yaratmış, ardından o Kürtler PKK’lı olmuş ve devlete karşı ayaklanmışlardır!


Terör örgütünün ikinci adamı Murat Karayılan ise aynı gazeteye verdiği röpdrtajda Nevruz sonrası dönemi şöyle açıklıyor: “Artık Kürdistan’da hiçkimse Başkan Apo’yu sahiplenişi gizlememelidir. Özellikle Türkiye’de anayasal çerçevede düşünce özgürlüğü bağlamında her Kürt Başkan Apo’yu kendilerine önder olarak gördüğünü her yerde rahatlıkla söylemelidir.” Ve hemen ardından da “PKK terör örgütü değildir” diyen Hakkari Belediye Başkanını tebrik ediyor!


Terör örgütünün ikinci adamı Murat Karayılan ise aynı gazeteye verdiği röpdrtajda Nevruz sonrası dönemi şöyle açıklıyor: “Artık Kürdistan’da hiçkimse Başkan Apo’yu sahiplenişi gizlememelidir. Özellikle Türkiye’de anayasal çerçevede düşünce özgürlüğü bağlamında her Kürt Başkan Apo’yu kendilerine önder olarak gördüğünü her yerde rahatlıkla söylemelidir.” Ve hemen ardından da “PKK terör örgütü değildir” diyen Hakkari Belediye Başkanını tebrik ediyor!PKK terör örgütü değil, terörü kullanan bölücü bir örgüt

O halde AB’ye uyum adı altında başlayan, Türkiyelilik, çok kültürlülük, azınlık hakları türü açılımların demokrasi getirmediğini, tam tersine ayaklanmaya yol açtığını görüyoruz. Yani AB’cilerin, gizli açık Kürtçülerin, daha fazla özgürlük daha fazla bütünleşme ve birlik getirir teorileri uygulamada çökmüştür. Özgür bırakılan kitle tümüyle PKK’nın kontrolüne girmektedir.

Son nevruz gösterilerinin bilançosunu bir çıkaralım. Kaç ilde, kaç ilçede, kaç gösteri düzenlenmiştir, bu eylemlere kaç kişi katılmıştır?

Korkunç bir gerçek belki, ama gerçek: 2 milyon!

Demek ki kendi elimizle PKK’yı destekleyecek 2 milyon “iyi niyetli Kürt” yaratmışız! Buyrun şimdi o “iyiniyetli Kürtler”e derdinizi anlatın anlatabilirseniz!

Kaldı ki devletin kendi eliyle düştüğü “PKK belediyeleri” tuzağını da ortaya bir kez daha koyalım. Koskoca Türkiye’de, DEHAP demenin PKK demek olduğunu, bu adamlara verilecek her oyun bölünme getireceğini bir tek biz savunduk. Şimdi tüm Türkiye şaşkın şaşkın bu belediye başkanlarını izliyor!

İzliyor diyoruz çünkü gerçekten izliyoruz. Bugün Türkiye’nin 56 belediye başkanı doğrudan PKK’ya bağlıdır, açıktan ayaklanma örgütlemektedir, ama öyle bir devlet vardır ki sadece izlemektedir!

O halde PKK stratejik hedefine ulaşmak üzeredir. Neydi hedef: PKK’yı yasalaştırmak. DEHAP’lı ya da yeni adıyla DTP’li belediye başkanları nezdinde zaten bu yasallaşma adımı atılmaktadır. Türkiye’yi yöneten iktidar terörsüz bir PKK için PKK’ya razıdır.

Bugün öyle bir ülkede yaşıyoruz ki terörle mücadele etmesi gereken emniyet kuvvetleri içinde bile PKK’nın silah bırakmasının ve yasal zemine geçmesinin Kürt sorununu çözeceğini, hem de açıktan savunanlar bulunmaktadır!

Oysa PKK bir terör örgütü değildir, PKK terörü bir yöntem olarak benimseyen bölücü bir örgüttür. Terör dünyanın her yerinde zaten yasaktır ve kabullenilemez de. Ama sorun da bizim açımızdan tam buradadır: O halde terör uygulamayan bölücülüğe izin mi vereceğiz? Bu ülkede, bu ülkenin bölünmesini isteyen bir örgüt kurulabilecek mi? Bunun yasal düzenlemesi de yapılacak mı?

Şunun için soruyoruz, öyle bir niyetiniz varsa bilelim de, bizler de bağımsız bir Türk devleti kurmak için çalışalım!

Maalesef Türkiye’de insanlar, bölücülüğü bir tehdit olarak görmekten vazgeçmişlerdir. Oysa yaşanan olaylar göstermektedir ki, terörden uzak duran DTP gibi bölücü bir Kürt örgütü, yeri geldiğinde hemen terör uygulayan bir örgüte dönüşüvermektedir. O halde Türkiye’nin yapması gereken ilk iş bölücülüğü yasaklamaktır. Bunun içinse anayasayı işletmeniz gerekir ki bu ülkenin Başbakanı o anayasaya karşıdır. Kendisini Türk değil Türkiyeli olarak görmektedir. Oysa anayasamıza göre Türkiye’de Türk’ten başka bir millet bulunmamaktadır.

Garip bir durumu tespiti ama Türkiye’nin gerek ABD’ye, gerekse PKK’ya karşı mücadele ederken yapması gereken ilk şey kendi anayasasını uygulamasıdır. Türkiye’da bugüne kadar bir ulus yaratıldı ise, bir bütünlük yaratıldı ise unutmıyalım ki bu daha fazla özgürlük, çok kültürlülük, çok dillilikle değil, bu anayasa ile yaratıldı.

15 yıl önce ne olmuştu?

Kimileri ise hala saf saf soruyor. 15 yıl sonra Diyarbakır’a asker girdi diye! Bir sorun kendinize askerin Diyarbakır’da olmadığı bir 15 yılda demek ki devlete karşı ayaklanacak bir “iyiniyetli Kürt halkı” yaratılmış! O halde sorun askerin şehirde olması değil olmamasıymış!

Hatırlarsak 1991’de de PKK benzer bir ayaklanma girişiminde bulunmuştu yine Diyarbakır’da. O dönemin HEP İl Başkanı’nın cenaze töreninde başlamıştı yine olaylar. Çünkü cinazeler ayaklanmanın başlangıç noktası olur hep.

Peki o 91 ayaklanma girişiminin sonunda ne oldu dersiniz? Devlet şehirdeydi ve ayaklanmayı bastırdı. Hem de kanla bastırdı. Çünkü elde silah devlete karşı ayaklanan ve kendisinin özgürlük militanı olduğunu iddia eden biri, o yolda ölmeyi de göze alabilmelidir. Şimdikiler gibi hem ayaklanırım hem de devlet bana dokunmasın türü bir zihniyet yeni yeni görülüyor!

Ayaklananı yere sermek devletin hakkıdır.

O gün PKK’nın bitişinin başlangıcıydı. Oysa PKK o gün orada devletle boy ölçüşecek kadar güçlü olduğunu düşünüyordu. Yanıldı. Yanılgısının bedelini silahlı gücünün büyük kısmını yitirerek ödedi.

O günden bugüne geldik.

Şimdi devlet idarecileri, güvenlik kuvvetlerine emir veriyorlar, ayaklanmacılara müdahale etmeyin diye. Kurşunlanmıyacağını bilen “iyiniyetli Kürtler” de doğal olarak dağılmıyor ve daha fazla yakıp yıkıyorlar!

Sağduyu mu dediniz

Peki bu gerçeklerden sonra ne olacak derseniz...

ABD ve PKK stratejisi sağlam adımlarla ilerlerken Türkiye bu stratejinin kaybeden tarafı olacaktır. Çünkü Türklükten, üniter yapıdan taviz veren taraf bu savaşta kaybeder. Farkındaysanız Kürtler, “bizim de kırmızı çizgilerimiz var” diyerek, ne milli kimliklerinden, ne de “büyük Kürdistan”dan taviz vermiyorlar.

O halde başa dönelim ve operasyonu yürüten ABD tarafına bakalım.

ABD kıskaç operasyonu için bu tür ayaklanmalara başvuracak ve Türk devletine teslim olma çağrısı yapacaktır. Diyarbakır olayları bu bakımdan aslında ABD’nin “Kurtlar Vadisi” filmine cevabıdır! ABD Türkiye’yi iç savaşla tehdit etmektedir.

İç savaş tehdidine karşı Türk tarafı aynı tehdide aynı yöntemle cevap vermezse kaybeder: Ayaklanan “iyiniyetli Kürtlere”, iki milyon kişi oldukları oysa bu devlet için sokağa dökülecek bir 60 milyon Türk olduğunu hatırlatılmalıdır!

İşte bu noktada Amerikancı partilerden yükselecek, “kardeş kavgasına” karşı “sağduyuya” çağıran açıklamaları okuyacaksınız muhtemelen.

Ne diyelim, sağduyu içinde bölünüyor ve ülkemizde çıkan ayaklanmayı sağduyu içinde televizyondan izliyoruz...

http://www.turksolu.com.tr/104/basyazi104.htm


..