8 Nisan 2016 Cuma

EMPATİ MİADINI DOLDURDU MU?


EMPATİ  MİADINI DOLDURDU MU?




YAZAN; Banu ARSLAN
Türkiye Analist Derğisi  
2015 Ekim


Bir süre önce bir yerel gazete geçti elime: “Artık gidin!” diyordu manşetinde Kürtlere ve Suriyelilere seslenerek. Yöreye mevsimlik tarım işçisi statüsünde geçici olarak gelen Kürtlerin artık kalıcı oldukları ve giderek arttıkları belirtiliyordu yazının devamında. Suriyelileri ise ücret ödemeden faydalandıkları hastanelerde uzun kuyruklara neden olmakla, parasını ödemeden kullandıkları elektrik ve su ile vergisini ödeyen vatandaşların sırtına yük olmakla suçluyordu aynı yazı…

Eski bir komşuma rastladım tesadüfen: “Siz taşındınız, kurtuldunuz keşke biz de gidebilsek. Apartmana Suriyeliler doldu!” diyordu yeni komşularından veryansın ederek.

Bir gazete haberi ilişti bugün gözüme: “Macaristan’da polisten kaçan göçmenleri görüntüleyen bir kameraman, kucağında oğlunu taşıyan bir babaya çelme takarak yere düşürdü. Yere düşen baba ve oğul polis tarafından gözaltına alındı…”

Bu düşündürücü örnekleri ortak ya da birbirine benzer kılan birçok şeyden bahsedilebilir kuşkusuz. Bunlardan bir tanesi de ‘empati eksikliği’ olarak değerlendirilebilir.

Empati ve toplumsal dayanışma

Empati genel olarak insanın kendisini bir başkasının yerine koyabilmesi, onun duygularını, istek ve ihtiyaçlarını anlayabilmesi anlamına gelir ve bu yönüyle de toplumsal barışı ve dayanışmayı pekiştiren bir yanı vardır empatik düşünebilmenin. Söz gelimi toplumda çeşitli biçimlerde ortaya çıkan şiddete karşı bir panzehir gibidir empati. Çünkü kendisini karşısındakinin yerine koyabilen insan onun canını yaktığı, ona zarar verdiği takdirde karşısındakinin yaşayabileceklerini hissedebilir ve ona şiddet uygulayamaz. Ancak bu duygusunu maskeleyerek şiddet eylemini gerçekleştirebilir. Empati aynı zamanda kutuplaşma ve dünyanın ‘biz ve diğerleri’ üzerine kurulu ikilemler üzerinden yorumlanması karşısında toplumsal dayanışmayı geliştirmek adına güçlü bir araç olabilir. Empatinin olduğu yerde sorunlarla baş etmenin yolu olarak günah keçileri yaratılmaz. Çünkü karşısındaki ile empati kurabilen insanlar, kendinden farklı olduğunu düşündüğü insanlarda insanlığın ortak değerleri paydasında kendinden çok şey bulabilir. Empati aynı zamanda desteğe ihtiyacı olan ‘diğerleri’ne elini uzatmanın, onların yaşadıkları sıkıntıları hissederek onlara destek olmanın da itici gücü olabilir.

Sığınmacı sorununun bugün ortaya çıkmadığı, bugüne dek pek çok insanın Avrupa ülkelerine geçebilmek için yollarda can verdikleri bilinen bir gerçek olmasına rağmen, Suriyeli Aylan’ın Bodrum sahillerinde cansız yatarken çekilen fotoğrafının Türkiye’de ve dünyada büyük yankı uyandırmasının çeşitli nedenleri var kuşkusuz. Onun küçük bir çocuk olması kadar çoğumuzun bir çocuğa sahip olması değil midir fotoğrafın bizler için bu kadar can yakıcı olmasının bir nedeni? Ona baktıkça yatağında uyuyan kendi çocuğumuz gelmiyor mu gözümüzün önüne? “Bizimkinin de lacivert bir pantolonu ve kırmızı tişörtü var” diyor bir arkadaşım…Söyleyecek sözü yok elbette…

Peki, neden bazı insanlar ile empati kurabiliyoruz da ‘diğerleri’ ile empati kuramıyoruz? Ne engel oluyor onlarla empati kurmamıza ya da bu duygumuzu yitirmemize? Bize benzer ya da yakın olanlarla, ortak bir noktamız olduğunu düşündüğümüz insanlarla daha kolay empati kurabiliyoruz. Bu nedenle homojen toplumlarda empati, güven gibi sosyal sermaye bileşenlerinin daha kolay yeşerme ihtimali genel bir kabuldür. Bunlar aynı zamanda toplumsal kaynaşmayı da besler. Çok kültürlü, çok sesli, heterojen günümüz toplumlarında ise dayanışmanın, kaynaşmanın nasıl sürekli hâle geleceği, çatışmaların nasıl engelleneceği, toplumsal barışın ve huzurun nasıl tesis edileceği bir soru ve sorun olarak karşımıza çıkıyor. 

Empati kurabilen bir toplum olabilmek

Bugün ülkemizde can yakıcı şekilde yaşanan çatışmaların ve sorunların nasıl çözüleceğine dair karar vericiler düzeyinde üretilecek masa başı çözümler var elbette. Ancak bu sorunlara toplumsal düzeyde çözümlerin üretilebilmesi için daha geniş boyutlu ve kapsamlı çabalara ihtiyaç olduğu aşikar. Toplumda empatiyi geliştirmek bu yolda atılacak olumlu adımları pekiştirebilir. Çünkü empati öğrenilebilir, öğretilebilir. Bugün empati kurabilen bir toplum hâline gelebilmek sorunu, sadece Türkiye için değil İkinci Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir sığınmacı krizi ile karşı karşıya olan Avrupa toplumları için de geçerli.

Peki, bu nasıl gerçekleşecek?

Kısaca bir başkasının bakış açısını anlayabilme kapasitesi olarak tanımlanabilecek bilişsel empatinin geliştirilebilmesinde ‘diğerleri’ olarak kabul edilen gruplara karşı oluşan ‘tehdit’ ve ‘korku’ya ilişkin algının düşürülebilmesi çok önemli bir adım. Bu noktada tarafların hayatlarını karşı tarafa anlatmaları, her iki tarafın da deneyimlerini birbirine aktarması ve birbirlerini dinlemeleri empati üzerine kurulu diyaloğun gelişebilmesi bakımından yapıcı rol oynar. Böylesi bir diyalogun belli oranlarda da olsa geliştirilebiliyor olması, tarafların birbirine olan önyargısını azaltıcı bir etki yapacağından taraflar karşılarındakilerin, aslında düşündüklerinden daha az farklı olduğunu göreceklerdir. Dahası, dünyayı karşı tarafın gözleriyle görmeye başladığı zaman onun varlığından duyulan endişe ve tehdit algısı da azalacak, diyalog ve empatik düşüncenin karşılıklı olarak birbirini güçlendirdiği bir iletişim sürecine girmenin de önü açılabilecektir.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki çözüme gidebilmek için karşılıklı olarak birbirine bağımlı oldukları işleri bir arada yapmaları insanlarda empatik düşünebilmeyi geliştiriyor. Dolayısıyla karşı tarafın da isteği ve çabası olmaksızın çözüme gidilemeyeceğini bilmek kendi adımlarını bu bilinçle atmayı beraberinde getirebilir.

Toplumda empati duygusunun güçlendirilebilmesi için umutların, korkuların paylaşılması ve ortak çözümler aranması kadar bu doğrultuda yaşanmış olumlu pratiklerin öne çıkarılması da birlikteliği güçlendirecektir. Bugün ülkemizde yaşanan çatışma ortamının Türkler ve Kürtler arasında olumlu ilişkilerin inşa edilmesine engel olmaması herkesin temennisi. Ancak yaşanan her bir olay sadece basın arşivlerinde ve kitaplarda değil toplumun hafızasında da kalacak. Bu noktada karşılıklı ilişkilerde olumlu pratiklerin öne çıkarılması daha da fazla önem kazanıyor.

 2011 yılında yaşanan Van depremi bu konuda olumlu bir örnektir. 7,2 büyüklüğündeki depremin ardından ülkenin her yanından Van’a destek ve yardım yağmış; valilikler, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları depremin yaralarını sarmak için seferber olmuştu. Türk, Kürt demeden ortak insani değerlerde buluşarak yıkılmışlığın yarattığı acıları, korkuları paylaşabilmişti ülkede yaşayan pek çok insan.  Bundan tam dört yıl sonraysa Hopa’da bir sel felaketi yaşandı. Yaşanan felaketin acılarını hafifletebilmek için AFAD bölgeye uzman ekiplerini gönderdi, Genelkurmay’a ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ait hava araçları Hopa’ya sevk edildi. Rize ve Trabzon’daki AKUT görevlileri kurtarma çalışmalarına katılmak üzere bölgeye gitti. Ancak yapılan yardım çalışmaları ve Hopa halkına verilen bu destek içinde iki tanesi sadece Hopa halkı değil, ülkemizin içinden geçmekte olduğu süreç için de farklı bir anlam taşıyordu: Diyarbakır ve Ağrı Belediyelerinden Hopa’ya gelen destek mesajları. Bu olumlu paylaşımları unutmamak, onları öne çıkararak bu doğrultuda yürümek kuşkusuz empatinin inşasında da olumlu rol oynayacaktır.

Sonuç olarak etnik, kültürel, siyasi, dinî vb. birçok bakımdan farklılıkları barındıran günümüz toplumlarında empatinin miadını doldurduğunu söyleyemeyiz. Mesele, bu yeni ilişkilere bağlı olarak gelişen yeni iletişim kalıpları ve değerler içerisinde empatinin nasıl inşa edilebileceği ve ne tarz etkileri olacağıdır. Bu soru ülkemiz için de geçerli ve güncel bir sorudur. 


http://www.analistdergisi.com/sayi/2015/10/empati-miadini-doldurdu-mu


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder