8 Nisan 2016 Cuma

2011’DE TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ: REALİTENİN SOĞUK YÜZÜ



2011’DE TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ: REALİTENİN SOĞUK YÜZÜ


YAZANHabibe ÖZDAL

Kapak Konusu 
2012 Ocak 
ANALİST DERGİSİ 2012


RESİM  KOY; REALİTENİN SOĞUK YÜZÜ TÜRKİYE RUSYA İLİŞKİLERİ

Türkiye-Rusya ilişkilerinde 2000’lerin ortasında başlayan ve bugüne dek devam eden ‘iyimser’ hava bazı bölgesel ve küresel gelişmeler nedeniyle oldukça dağıldı. Tarihte ‘hiç olmadığı kadar iyi olan’ ilişkilerin bazı sınırlarının olduğu farklı örnek olaylar vesilesiyle görünür hale geldi. Uzun bir geçmişi olan Kıbrıs sorunu ile geçtiğimiz yıl beklenmeyen bir şekilde patlak veren Arap Baharının ortak noktası, Türk-Rus ilişkilerini değerlendirirken bazı reel faktörleri hatırda tutma gereğini gösteriyor olmalarıdır.


Kuzey komşumuz ile olan ilişkiler genellikle iki kutuplu dünyanın düşünsel mirası çerçevesinde değerlendirildiğinden Moskova ile işbirliği önerisine şüpheyle bakılır. “Tarih boyunca savaşmış iki eski imparatorluk” söylemine bir de Soğuk Savaş yıllarının gerginliği eklendiğinde 2000’li yılların ilk yarısında Rusya Federasyonu ile kurulan ‘yeni düzeyli ilişki’ bir başarı hikâyesi olarak sunuldu. Ancak bu durumu aşırı uçlara taşımamak gerekir. Zira mevcut ekonomik ilişkilerin asimetrik yapısının yanı sıra siyasi ilişkilerin güvenlik alanına hapsolması ilişkilere doğal bir sınır çiziyor.


Ekonomi penceresinden bakıldığında enerjinin ağırlığının hissedildiği ikili ticari ilişkilerin hızla geliştiği görülüyor. Öyle ki 2008 yılında küresel finansal krizden hemen önce iki ülkenin ticaret hacmi 38 milyar doları buldu. 2010 yılı verilerine göre Rusya Türkiye’nin ikinci büyük ticaret ortağı iken Türkiye Rusya’nın beşinci büyük ihracat ortağı. Önümüzdeki beş yıllık dönemde 100 milyar dolarlık bir ticaret hacmi hedefleniyor. Ancak Türkiye’nin Rusya’dan temel olarak enerji ithal etmesine karşılık Türkiye’nin ihracatında sebze-meyve ve tekstil ürünleri başı çekiyor. 2010 yılında 26,2 milyar dolar olacak ticaret hacmine karşılık, Türkiye’nin Rusya ile ticaretinde ihracatın ithalatı karşılama oranı yalnızca yüzde 21. Bu oranın AB ile olan ticarette yüzde 90 düzeyinde seyrettiğini hatırlatmak gerekir. Bu nedenle ekonomik ilişkilerin asimetrik yapısı, uzun dönemde Türkiye açısından sürdürülebilir olmayan bir özellik taşıyor.

Ticari ilişkilerin temel itici güç olması nedeniyle, ekonomide yoğunlaşan etkileşimin uzun dönemde siyasi ilişkilere de ‘yayılma etkisi’ göstereceği fikri yaygın. Ne var ki ekonominin siyasette sorun çözücü bir araç olabilmesi için ülkeler arasındaki güvenlik endişelerinin giderilmesi gerekiyor. Oysa hâlihazırda Türkiye ile Rusya arasında hem iş birliği hem de rekabetin bulunduğu bir ‘siyasi düalizm’ söz konusu. Öyle ki Türk karar alıcılar açısından Rusya, bölgesel istikrarın sağlanması ve sürdürülmesinde en önemli aktörlerden biri olarak değerlendirilirken Rus siyaset yapıcıları arasındaki etkin bir kesime göre Türkiye, ezeli bir rakip. Diğer taraftan bölgesel ve küresel gelişmelerin değerlendirilmesindeki paradigma farklılıkları da siyasi ilişkilerin önündeki en önemli handikap. 2011 yılında söz konusu durumun pek çok örneğini görmek mümkün oldu.

Siyasi ilişkilerin krizlerle imtihanı


Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan halk ayaklanmalarını Ankara ve Moskova taban tabana zıt perspektiflerden değerlendiriyor. Rusya kendi iç siyasal yapısındaki sorunlar nedeniyle halk ayaklanmalarını ülkelerin iç meseleleri olarak görme eğiliminde. Dahası Esed rejiminin demokratik talepler doğrultusunda ya da uluslararası müdahale ile devrilmesi ihtimali Moskova açısından kabul edilebilir değil. Türkiye’nin dış politikada öncelikleri ve Suriye örneğinde takındığı tavır ise Batı’ya paralel ve demokratik hareketlerin desteklenmesi yönünde. Dış politika araçları açısından da Rusya’nın daha ziyade askeri tedbirleri ön plana çıkararak ‘sert güç’ unsurlarına başvurduğunu, Türkiye’nin ise ‘yumuşak güç’ ile farklı diyalog kanalları arayışında olduğu görülüyor.


Ekonomik ilişkilerin siyasi sorunlarının çözümünü kolaylaştıracağı varsayımının henüz Türk-Rus ilişkilerine uyarlanamayacak olduğunu gösteren bir diğer gelişme iki ay önce Kıbrıs konusunda yaşandı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Akdeniz’de sondaj çalışmalarına başlamasına karşılık Türkiye’nin Koca Piri Reis gemisini Akdeniz’e göndermesini takiben Rusya, tek uçak gemisi Amiral Kuznetsov’u Akdeniz’e tatbikat yapmak üzere gönderdi. Dahası aynı dönemde Rus Dışişleri Bakanı Lavrov Rusya’nın Güney Kıbrıs’ın kalkanı olduğunu belirterek Rus denizaltılarının Güney Kıbrıs’ın güvenliği için bölgede olduğunu hatırlattı. Rum Kesimi’nin ‘kayıtsız şartsız’ destekçisi durumundaki Rusya’nın bu taktiksel adımında Türkiye ile ilişkilerin gözetildiğini söylemek pek mümkün değil. Aksine çok aktörlü kriz dönemlerinde Rusya, kendi pozisyonunu kuvvetlendirmenin yolunu ararken, zaman zaman Türkiye’nin bölgesel etkinliğinin artmasına karşı olan rahatsızlığını da böylesi politik adımlarla dengelemeye çalışıyor.

Son olarak NATO’nun Avrupa’ya konumlandırmayı planladığı füze kalkanı sistemi, Rusya’nın Türkiye’yi de içine alan bir tehdit söylemine başvurmasına kaynaklık etti. Türkiye’nin söz konusu proje çerçevesinde yer alması NATO üyeliği zeminine oturuyor. Bu bağlamda Moskova Ankara’yı NATO’dan bağımsız olarak ülkesel anlamda hedef almıyor ancak diplomatik ziyaretler söz konusu olduğunda Ankara-Moskova ilişkilerini ‘stratejik ortaklık’ olarak değerlendiren Türk basınında “Rusya füzelerini Türkiye’ye çevirdi” manşetlerini görmek pek tutarlı değil.


Tarihsel süreçte karşılaştırmalı şekilde incelendiğinde Türk-Rus ilişkilerinde gelinen aşama yadsınamayacak ölçüde. Ancak Türkiye’de özellikle 2000’lerin ortasından bu yana siyaset yapıcıların ikili ilişkileri ‘çok boyutlu ortaklık’ olarak nitelendirme eğilimi gelinen noktada fazlaca iyimser kalıyor. Zira ekonomideki asimetrik karşılıklı bağımlılık uzun vadede Türk ekonomisi açısından sürdürülebilir değil. Diğer taraftan yoğunlaşan ticari ilişkilerin siyasi sorunların çözümü ve ortak dış politika oluşturulmasında itici güç olabilmesinin önünde Rus karar alıcıların, bölgesel ve küresel meselelerde aktif rol oynayan Türkiye’yi potansiyel rakip olarak değerlendirmesi var. Dahası Ankara ve Moskova’nın uluslararası sistem okumaları da oldukça farklılaşıyor. Türkiye uluslararası alandaki etkinliğini yumuşak güç unsurlarına dayandırıyor. Kendisini çok kutuplu sistemdeki kutuplardan biri olarak gören Rusya ise‘büyük güç politikası’ izliyor. Rus dış politikasının araçları daha ziyade askeri güç ve enerjinin silah olarak kullanılması gibi sert güç unsurlarına dayanınca, Ankara-Moskova hattında ilişkiler doğal sınırlarına indirgeniyor.

http://www.analistdergisi.com/sayi/2012/01/2011-de-turkiye-rusya-iliskileri-realitenin-soguk-yuzu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder