26 Ocak 2017 Perşembe

ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ BÖLÜM 2




ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ BÖLÜM 2


Bugün için, dünya hâkimeyetine yönelen, dolayısıyla enerji havzalarını, deniz ticaret yollarını denetim altında tutmaya çalışan devlet ABD dir. 

Zaten Basra Körfezinin önemi, ABD çıkarlarının tüm dünya ölçeğinde tek ve hâkim belirleyici durumuna geldiği dönemden itibaren, stratejik olarak artmıştır. ABD nin bölgeye olan ilgisi, başta petrol zenginliğinden kaynaklanmakla birlikte esas olarak, petrolün kontrol ve güvenliğini sağlamak, Arap ülkelerinde daha önce yapılmak istendiği gibi, bölgeye yerleşen Amerikan Şirketleri aleyhine millileştirilme yapılmasını engellemek; dost olmayan bölgesel güçlerin (Irak, İran ve bazen de Suudi Arabistan) hâkimiyetinin önüne geçmek; bölge dışı egemen olabilecek güçlerin (Rusya, Avrupa Birliği, Japonya ve Çin) çıkarlarını baltalamak ve üzerindeki kendi payını reddettiği terörizmi kontrol etme iddiasını sürdürmek için, Basra Körfezini kontrol altında tutmaya yöneliktir. 

Üstelik ABD, kendi hegemonyasını sürdürme çabasında özellikle Avrupalı ve Japon rakiplerine karşı üç belirleyici avantaja sahip olduğunu gayet iyi anlamış durumdadır: Yerkürenin doğal kaynaklarını denetliyor olmak, askeri bir tekel ve kapitalizmin ideolojik egemenliğini ifade etmek için kullanılılan “ Anglo- Sakson ” kültürün etkisi. Bu üç avantajın sistematik bir biçimde kullanılışı, ABD.nin Orta Doğu petrolü üzerinde askeri denetim kurmak için gösterdiği çabaları aydınlatmaktadır.20 

Zaten bu bölge, hegemon devletlere imtiyaz vererek güvenliğini sağlama yolunda ilişki geliştirmenin önemli örneklerini sergilemiştir. Örneğin, İran Şahı 1901.de lüks harcamalarını yabancılara verdiği imtiyazlarla karşılama yoluna gitmiş ve bu doğrultuda Rusyanın etkisi altında bulunan beş kuzey ili 
hariç, İrandaki tüm petrol imtiyazları, toplam kârın yüzde 6.sı karşılığında, bir İngiliz vatandaşı olan William Knox D.Arcy.ye verilmiştir. İran.da petrolün 
varlığının 1908.de kesinlik kazanmasıyla birlikte, 1909.da kurulan Anglo Iranian Oil Company.nin hisselerinin yüzde 51.ini 1914.te alan İngiliz hükümeti, Şirket üzerinde ve dolayısıyla da İran petrolleri üzerinde denetim sahibi olmuştur. Petrol imtiyazıyla dünya hâkimiyetine yönelen güçlerle ilişkiler ve güvenlik sağlama yolu, Basra Körfezi ülkelerince yoğun olarak uygulanmıştır. 

Elbette, tarih boyunca Doğu ve Batı arasındaki eşitsiz ilişki biçimleri bağlamında, hegemon devletler kadar söz konusu hegemonyayı kabul eden (ya da tabi olan) ülkelerin koşul ve seçimleri de ortaya çıkan sonuçlar hususunda belirleyici olmuştur. Bu bağlamda, genelde Basra Körfezi - özelde ise bu bölgede yer alan petrol zengini Arap monarşileri - her dönemde “uzun vadede çıkarları farklılaşmaya mâhkum, uzlaşmaz iki efendinin kölesi olarak kalmıştır”21. 

Çok uzun dönem belki hâlâ Batı.nın kolonizasyon hedefinin nesnesi olan Körfez ülkeleri, genel olarak bu kolonizasyon çabalarına belirgin bir direnç gösterememiştir. Edward Said e göre, deniz aşırı tahakküm konusunda büyük ölçüde karşı çıkılmamış ve caydırılmamış bir iradeden söz edilmektedir. 

Örneğin, “19. yüzyılın sonlarında Batı daki sömürgeci lobilerin entrika ya da halk desteği yoluyla ulusu, toprak için daha çok kapışmaya ve yerlileri emperyal güçlerin hizmetine daha çok koşmaya doğru itmesi, süreci durdurma ya da baskılama yönünde pek az çaba görülmesi, bizi etkilemiş olmalıdır.”22 

Arap monarşilerinin aradığı “ Efendi ” bugün için ABD.dir. Körfez ülkelerinin aşırı muhafazakâr yöneticileri, hiçbir zaman için sorgulamayı düşünmedikleri belki de varlıklarının garantisi olarak gördükleri liberal küreselleşmenin ve ABD.nin hegemonyacı taleplerinin iletişim kanalları gibi hareket etmişlerdir. Bu hükümetler, özellikle 1990-1991 Körfez Savaşı nın sonrasında, bölgede ABD nin askeri varlığının sürekli hale gelmesinin ardından, ABD nin yarı protektorası haline gelmişlerdir.23 

Çünkü söz konusu monarşiler, sahip oldukları ekonomik güce rağmen; sahip olamadıkları güvenlik ihtiyacından dünya sisteminde aktif ajanlar olarak 
değil sisteme tek yanlı uyarlanan pasif ajanlar olarak var olmalarından dolayı, varlıklarını koruyabilmek için din, dil, ırk birlikleri olan ülkelere karşı bile  
başta ABD olmak üzere, pek çok ülkeyle işbirliği yapmışlardır. Maalesef bu işbirliği, tam anlamıyla ikiyüzlü politikaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. 
1967 yılındaki “ Altı Gün Savaşları ”nda bile, Körfez ülkelerinin güvenliklerini sağlama yönündeki çabaları, bu tür politikaların örneklerini ortaya koymuştur. 
Örneğin Ürdün, savaş sonrasında, bir yandan bölge ülkelerinden destek almaya çalışırken bir yandan da bölgede tehlike oluşturabilecek ülkelere karşı Batı ile 
işbirliği yoluna gitmiştir. Bu ve benzeri yönelimleri tüm Körfez ülkeleri, koşulları bağlamında defalarca gerçekleştirmiştir. 

Bu duruma ilişkin örnekler, “hegemon devletin” değişimine bağlı olan bazı ufak tefek değişikliklerle, sürekli anlatılmaya çalışılmıştır. Kimine göre, iki efendiden biri ABD, diğeri Suudi Arabistan; kimine göre ise biri ABD diğeri ise İran dır. Ya da 20. yüzyılın ortalarına dek ABD nin yerinde İngiltere oturmaktadır. Aktörler değişse bile, yaklaşım özü itibariyle değişmemekte ve Körfez.deki Arap monarşilerinin iki güç arasında sıkışmışlığını örneklemektedir. 

Elbette bu “iki güç arasında sıkışmışlık durumu”, aslında bir tür bağımlılığı hecelemekte dir. Körfezin petrol zengini monarşileri için bu bağımlılığın nedeni, coğrafi sınırlar ve ekonomik açıdan istikrar ve güvenliklerini koruma ihtiyacıdır. Çeşitli ödünler vererek, iş birliği yaptığı ülkeler ile ilişki biçim ve dönemleri de, bu durumu belgeler niteliktedir. Çünkü, bir ülkenin ekonomik gelişmesi ve güvenliğinin sürdürülebilirliği hususundaki risk tahmin ve tayini, o ülkenin varlığını ve gelişme çizgisini koruma ve sürdürmesinde son derece önemlidir. Orta Doğu gibi fiili ve ekonomik çıkar çatışmalarının şiddetli biçimde yaşandığı bir coğrafyada, bu önem çok daha kritik bir boyut kazanmaktadır. Körfez monarşileri de, dünya enerji kaynaklarındaki büyük payına rağmen bölgenin içinde bulunduğu ve potansiyel çatışma durumundan dolayı- dahil oldukları, coğrafi ve ekonomik risk tahminlerine ilişkin olumsuz tabloyu alt edebilmek için, bir çeşit “ Koruma Şemsiyesine ” ihtiyaç duymaktadırlar. Bu koruma, ilgili ülkeleri, büyük enerji tüketicileri ve yatırımcıları için çekici hale getirmekte ve kendi coğrafyalarındaki daha güçlü ülkelerle ilişkilerinde, ellerini var olma 
koşullarını güçlendirebilmektedir. 

Bu bağlamda, Körfez ülkelerinin, bölgedeki büyük devletlerin aksine, kendi güvenliklerini sağlayamayacak ölçüdeki askeri ve nüfus yapıları, onları, 
ABD ile güvenlik temelli ilişkilere itmiştir. ABD.nin de yukarıda anlattığımız çıkarları doğrultusunda bölge güvenliğini şansa bırakmama yönündeki kararlı 
tutumu dikkate değerdir. ABD, bu güvenlik iş birliği anlaşmalarını, büyük ölçüde kendisine üstlerini açan Körfez ülkelerinde askeri güç bulundurma 
yönünde yapmaktadır. Zaten bu coğrafyada var olmaya çalışan ABD için işbirliği yoluna gitmek isteyen Körfez devletlerinin güvenliği ve bu nedenle bu 
devletlerle ilişkilerin geliştirilmesi her zaman büyük önem taşımıştır. 

Özetle, Arap ülkeleri içinde özellikle halkını maddi olarak doyuran Körfez Emirliklerinde, artık kendi güçlerine dayanarak direnmeyi içeren Pan-
Arap oluşum ve gelişmelerden söz etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü, “ tarihin bu sayfası çoktan kapanmıştır. Arap ülkeleri ne yerel devletler olarak 
ne de bütün bir Pan-Arap varlığı olarak bundan böyle kendi projelerine sahip değildirler.” 24 Bundan böyle bu ülkelerdeki tüm gelişmeler, eleştirel ve 
araştırmacı bir bakış açısıyla hegemon devletler ile aralarındaki çıkar ilişkilerinin belirleyiciliği dikkate alınarak okunmalıdır. 


2.2 Körfez Ülkelerinin Batılı Çıkarlara Uygun Ekonomi-Politik Koşulları 

Basra Körfezi genel olarak geleneksel hanedanlık rejimlerinin hüküm sürdüğü ya da en iyi ihtimalle parlamenter sisteme geçilmiş olsa da tam anlamıyla demokratikleşme, demokratik politikalar üretme, demokratik katılım ve bağımsızlık konusunda gerekli açılımları sağlayamayan; demokrasinin 
gelişimi için gerekli toplumsal ve kültürel altyapının yeterli olmadığı ülkelerden oluşmaktadır. Burada yer yer modern demokratik devletlerden söz edebiliyorsak da Basra Körfezi.nde, geleneksel hanedanlık rejimiyle yönetilen ve demokratik leşmeden uzak devletlerin ağırlıkta olduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin, bölgenin en modern ülkesi olarak kabul edebileceğimiz İranın, seçilmiş bir parlamentosu ve devlet başkanı bulunmasına rağmen tüm denetim dinsel bürokrasinin elindedir. Bunun dışındaki Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Umman.da ise, tamamen veraset yoluyla el değiştiren hanedanlık rejimi ( krallık ya da emirlik ) hâkimdir. 

Otokrasi, Fransızca “ Monarchie ” kelimesinden gelen, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu ve söz konusu devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurduğu yönetim biçimini ifade eden bir yönetim biçimi olan Monarşinin, bir çeşitidir. Fakat monarşinin aksine yönetim her zaman miras yoluyla kalmamakta, kişi tarafından ele geçirilmektedir. 

Zaten genel olarak, Arap dünyasında yer alan devletlerin neredeyse tamamının demokratik yapısından söz etmek mümkün değildir. Bu bölgede hâkim iktidar tipi otokrasi. ya da otokratik monarşidir. Bu yönetim biçiminde, devlet iktidarı, kişisel iktidarla eş anlamlı olmaktadır. Körfez deki iktidarların bir diğer özelliği ise, Vahabi tarzı din kurumuyla bütünleşmiş bir monarşiyle yönetilmeleridir. Bu bağlamda yargı kurumu da dâhil olmak üzere tüm güçler, dini geleneklere göre düzenlenmiştir. 

Bu durum, İslamiyet ile anılan söz konusu devletlerin siyasi İslama dayalı anlayışlarına da uygundur. Çünkü siyasi İslam, direnme yerine teslimiyeti savunan ve toplumun özgürlükleri çerçevesinde, kendi geleceğini tayin hakkını yadsıyan yapısıyla, bu yönetim biçimleriyle uyumludur. 

“Körfez devletlerinin de hemen hepsinde, otoriter yönetimler işbaşında bulunmaktadır. Bunlardan Suudi Arabistan ve İran arasında belirgin farklılıklar 
bulunmakla beraber, siyasal rejimlerinin İslama dayandığını iddia eden bu devletler dini, halk üzerinde bir baskı ve onları yönetme aracı olarak 
kullanmakta dırlar… Siyasal yapıları mutlak monarşiden meşruti monarşiye yaklaşan ama genelde otoriter görünümlerini koruyan Körfez ülkeleri 
ekonomik açıdan karma ekonominin hüküm sürdüğü, özel mülkiyete izin veren, özel sektörü ve yabancı sermayeyi teşvik eden ekonomik yapılara 
sahiptirler… İhracat gelirleri temelde petrole (bütçe gelirlerinin yüzde 80.ini, milli gelirlerinin yüzde 30.unu oluşturmakta) ikinci olarak da doğal gaza 
dayanan bu ülkeler, petrol dışı sektörleri geliştirerek ekonomilerini çeGitlendirmeye çalışmaktadırlar.”25 

Özellikle din, bu bölgede önemli bir siyasi ajandır. Bölgede yaşayan halkların hemen hepsinin Müslüman olması, dini, toplumsal dayanışmayı sağlamak ve halkın yönetime sadakatini devam ettirmek amacıyla kullanılan bir araç haline dönüştürmekte; kabile toplumunda siyasal itaatin vücut bulma biçiminin hiyerarşik olması da, Körfezde.deki siyasal istikrarın var oluşunun önemli bir nedeni olarak görülmektedir. 

Bu ülkelerde, ekonomik liberalizm ve serbest piyasa ekonomisine geçiş, demokratikleşmeden daha hızlı gerçekleşmiş, bu konuda epey mesafe 
alınmıştır. Bölgede, özel mülkiyet sınırlanmadığı ve özel girişimcilik engellenmediği gibi, yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için ek tedbirlere de 
başvurulmaktadır. Bunlardan özellikle Bahreyn ve Katar, dünyanın en önemli bankacılık ve finans merkezleri arasında yer almaktadır.26 

Ekonomik güçlerine bağlı olarak, Basra Körfezi ülkelerinde yaşayan Arapların durumu, genel Arap dünyasından oldukça farklı ve ayrıcalıklıdır. 

Ekonomik ve teknolojik olarak son derece iyi koşullara sahiptirler. Örneğin, CIA Factbook.un 2008 verilerine göre, Kuzey Afrika ülkesi Cezayir de kişi 
başına düşen GSYGH 7,000 dolar veya Yemen.de 2,400 dolar iken; Basra Körfezi ülkesi Katar.da 103,500 dolar, Kuveyt.te 57,400 dolar, Umman'da 
20,200 dolar, Bahreyn.de 37,200 dolar, BAE'nde ise 40,000 ve Suudi Arabistan.da 20,700 dolardır.27 

“Körfezde bulunan devletler esas olarak bir bütün halinde Müslüman devletler olarak bilinmekle beraber, bu devletler arasında var olan mezhep ayrılıkları, ideolojik sorunlar, sınır sorunları, tarihsel ve psikolojik sorunlar, ülkelerin politik önceliklerinin farklı olması ve farklı politik tercihlere sahip olmaları ayrıca Batılı ülkelerle birebir ilişkileri, bu ülkelerin güçlü bir birlik oluşturmamalarına ve bölgeyi ilgilendiren pek çok uluslararası sorun karşısında, birlikte hareket edememelerine neden olmaktadır.”28 

Özetle “ Bölgenin yakın tarihinde denenen birleşme istekleri, farklı aşiretlerin menfaat kavgalarından öteye gidememiştir.”29 

Çoğu 18. yüzyılda kurulmuş hanedanlıklara dayanan Körfez monarşilerinin, geçmişten günümüze hâlâ varlıklarını sürdürmelerinde etkili olan olgular: İngiliz emperyalizminin çıkarları (bugün için de ABD emperyalizminin çıkarları), II. Dünya Savaşı sonrasında artan zenginlikleri ve hamilere sağlanan petrol imtiyazlarıdır. Batı nın çıkarları doğrultusunda gelişmelere gebe koşulları destekler nitelikteki bu olgular, yeni ve daha görkemli açılımlarla hala sürmektedir. Bu açılımların en nezih örneklerini veren Körfez Monarşilerinden biri de, son dönemlerde adını Türkiye de yaptığı yatırımlar ve resmi ziyaretler bağlamında sıkça duyduğumuz Katar dır. 

3. Katar’ın Körfez’in Jeopolitik Çıkmazından Büyükler Ligine Uzanan Yolu 

3.1 Katar’ın Coğrafi, Tarihsel ve Ekonomi-Politik Koşulları 

Katar, (Abu Dabi, Dubai, garja, Acman, Ümmül Kayvan, Füceyre ve Ra’s el-Hayma adlı yedi Emirliğin oluşturduğu) BirleGik Arap Emirlikleri adı altında birleşmeyi tercih etmeyip, bu yapılanmanın dışında kalan iki Basra Körfezi Emirliğinden (Katar ve Bahreyn) biridir. Ülke coğrafi olarak iki Kıbrıs adası büyüklüğündedir (Belçika nın yüzölçümünün üçte biri; Türkiye nin yüzölçümünün yetmişte biri kadar.) ve Suudi Arabistan.dan Basra Körfezi ne uzanan 11,437 km2.lik bir alana sahiptir. 

Körfez ülkelerinin Bahreyn den sonra diğer bir küçük ülkesi olan ve 1971.de İngiltere.nin bölgeden çekilmesiyle bağımsızlığını kazanan Katar Devleti (State of Qatar veya Dawlat Al Qatar), Basra Körfezi.nin batı kıyısında bir yarımada üzerinde bulunmaktadır. Kuzeyden Basra Körfezi, güneyden ise, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleriyle çevrili olan Katar.da, 824,789 (Temmuz 2008) dolayındaki nüfusun % 70.ini yabancılar oluşturmakta ve iş gücünün de % 90.ı yabancılardan meydana gelmektedir. Nüfusun sadece 200 bin dolayındaki kısmı Katar vatandaşıdır. Katar halkının çoğunluğu Vahabi olmakla beraber, ülkede % 25 dolayında gii yaşamaktadır.30 



Tablo-3: Katar’da Etnik Grup Oranları31 

Katar Devleti nin resmi dini İslam dır ve ülkenin birincil yasama kaynağı Şeriattır. Suudi Arabistan.da olduğu gibi, Vahabi inançlara zorunlu, 
katı biçimde; çoğu resmi uygulamada bağlı kalmamaktadır. Gayrimüslimlerin dinini yayması illegal olmasına rağmen, ibadet özgürlüğü anayasal güvence 
altındadır. “Katar, aralarında Dr. Yusuf Al Qaradawi.nin de bulunduğu birkaç muhafazakâr İslami ruhbana ev sahipliği yapmaktadır. Kasım 2005.te Emir, 
Anglikan Kilisesi ne 7 milyon dolarlık inşaat için arsa bağışlamış; inşaat, 2006 Nisan.ında başlamıştır. Bu kilise ve diğer 3 kilisenin daha 2009 da 
tamamlanması beklenmektedir. Katar 2002 Kasım ında da Vatikan la diplomatik ilişki kurmuştur.”32 

Resmi dili Arapça olan ülkede İngilizce, eğitim dili ve günlük kullanım dili olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Ülkede toplam nüfusun % 89.u okur yazardır ve işsizlik oranı sadece %0.7.dir. “Katar.da bulunan arkeolojik kalıntılar, M.Ö. 4000 yılında yaşanmış bir yer olduğunu göstermektedir. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus, denizci Kenaniler in Katar ın ana halkı olduğunu belirtmiştir. 33 Ayrıca coğrafya tutkunu Makedon Kral Ptolemynin, M.S. 2. yüzyılda hazırlanan dünyanın en eski haritası olan- haritasında, ülke “ Katara ” olarak belirtilmiş ve adının o zamanlarda orada yaşayan ve çok önemli ticari limanları olan “ Zubara ” lılar dan aldığına inanılmıştır.34 

Katar, Hz. Ebu Bekir döneminde İslam topraklarına katılmıştır. Emeviler döneminde bazı ayaklanmalara şahit olan ve zaman zaman bağımsız 
yönetimlerce idare edilen Katar'a 899'da Karmatiler hâkim olmuşlardır. Karmatiler in hâkimiyeti 1058'deki halk ayaklanmasına kadar sürmüştür. 

Bundan sonra bölge, yerel kabile şeyhlerinin yönetiminde kalmıştır. 1520'de Katar'ı Portekizliler işgal etmiş, ancak Portekizliler çok fazla kalmamıGlar ve 
onların çekilmesinden sonra, Beni Halid Kabilesi bölgeye hükmetmeye başlamıştır. 1766'da Utub Kabilesi.nin El Halife ailesi mensupları Katar'a 
yerleşmiş; burada inci avcılığı ve ticaretiyle uğraşmaya başlamış ve 1783'te de burada bir bölgesel yönetim oluşturmuşlardır.35 Böylece, 1870.lere kadar 
Katar.ın denetimi 1783.te Bahreyn i denetimlerine alan Al Halife (Al Khalifa) hanedanının elinde bulunmuştur.36 Katar.da en önemli hegemon devletler 
Osmanlı ve İngiltere olmuştur. Biraz daha ayrıntıya girersek: “1871'de bölge Osmanlı Devleti'ne tabi olmuş, Türk askeri birliği Katar'da 1915'e kadar 
kalmıştır.”37 

Katar ın 1916'da imzalanan bir anlaşmayla İngilizlere tabi hale geldiği dönemdeki şeyhi, geyh Abdullah bin Jassim Al Thani' dir. İngilizler, 1970 
yılında Katar'dan askerlerini çekmişler ve 3 Eylül 1971 tarihinde yerli yönetici geyh Ahmed bin Ali Al Thani.ye emirlik unvanı verilmiştir. Katarın 
“bağımsız” bir konuma erişmesinden sonra, 22 gubat 1972 tarihinde geyh Khalifa bin Hamad Al Thani emirliğe getirilmiştir. Katar yönetimi, büyük 
ölçüde Körfez ülkelerinin genel yönetim biçimine uygunluk göstermektedir. 

Tüm Körfez monarşileri ve halkları için geçerli olan ve Edward Said in dillendirdiği koşullar, Katar için de şöyle olmuştur: “Bağımsızlığını yeni 
kazanmış ulusun tüm heyecanına, gayretine karşın, orta sınıfın zayıflığı, altyapının ve bilgi birikiminin eksikliği, uluslararası baskılar, arzu edilen büyük 
atılımın gerçekleştirilmesini engellemiş; aslında, pek çok şey, bu arada özellikle sosyal yapı aşağı yukarı aynı kalmıştır. Sıradan insanların hayal kırıklığı, yeni yönetimin otoriteryen tedbirleriyle kontrol altına alınmıştır. Bu arada, liderin saygınlığı da yavaş yavaş bir kült biçimine dönüşmeye başlamış tır. Sonunda, sömürgeci gücün kovulmasıyla kazanılan bağımsızlık, pek çok alandaki başarısızlıklarla ağır ağır “uzaktan kumanda” bir sömürgeciliğe geçiş yapmıştır ve yakın geçmişte devamlılık göstermektedir. Eski kolonyal güç, artık fiziki anlamıyla orada olmasa da, iktidarını büyük ölçüde tekrar kurmuştur.”38 Katar ın politik koşullarıyla ilgili olarak ise şunlar söylenebilir: Katar, mutlak monarşi ile yönetilen bir Emirliktir. Emir geyh Hamad bin Khalifa Al Thani 27 Haziran 1995 yılında, kansız bir darbe ile babasının yerine yönetime gelmiştir. Bütün güç (devlet başkanlığı, savunma bakanlığı ve başkomutanlık ünvanları) Emir'in elinde olup, başbakanlık (Hamad bin Jasim bin Jabor Al Thani ) gibi pozisyonlarda da hükümran aileden kimseler görev yapmaktadır. Al Thani ailesi yaklaşık 5 bin kişiden oluşan büyük bir ailedir. Devlet başkanlığının babadan oğula geçtiği sistemde, sık sık egemenlik mücadeleleri yaşanmaktadır, bugünkü Emir.in tahta çıkışı da, böyle bir mücadele sonunda gerçekleşmiştir. 



Tablo-4: KATAR DEVLETİ’NİN EMİRLERİ 39 


Daha önce belirttiğimiz üzere, Katarın hükümranlık sistemi tartışmaya açık olarak, Emir in erkek çocuklarına veraset yoluyla geçmektedir. Şeyh, iki 
büyük oğlu daha olmasına rağmen, 1996'da Prens Jassem'i veliaht göstermiştir. Ancak 2003 Ağustos unda üçüncü oğlu olan Jassem bin Hamad Al Thani yi 
kendi varisi olarak tanımlamaktan vazgeçmiştir. Bugün Emir, dördüncü oğlu Tamim bin Hamad Al Thani yi Katar Monarşisinin varisi olarak tanımlamaktadır. Özetle, bugün rejimin veliaht prensi geyh Tamim bin Hamad Al Thani dir. 

Ülkedeki diğer yönetim mekanizmaları ise Şöyle şekillenmiştir: Emir tarafından atanan kabine idari işleri yürütmektedir. 1970.den bu yana yürürlükte olan Anayasa yerine, 29 Nisan 2003 tarihinde referandum ile onaylanan ve 9 Haziran 2005.te yürürlüğe giren yeni Anayasaya göre, yönetim gücünün bir kısmı 45 sandalyelik Danışma Meclisi ne devredilmiştir. Yine yeni Anayasaya göre, yasama organı Al Shura adı verilen Danışma Meclisidir. (Advisory Council ya da Majlis Al Shura ) Danışma Meclisi üyelerinin 3.te 2.sini halkın seçmesi, geri kalanı ise Emirin ataması öngörülmüştür. Ancak bunun, uygulamada izlerini görmek mümkün değildir. 

Tüm bu anlatımlardan da görüldüğü üzere, yasama ve yürütme faaliyetleri Emir fermanına bağlı olmakla birlikte, halkın siyasal katılımı sembolik bir belediye seçiminden öteye gidememiştir. Ülkede, siyasi parti ya da siyasi baskı gruplarından söz edilemez. Zaten son derece apolitik olan Katar halkının da, tarih boyunca siyasal katılım konusunda bir mücadelesi olmamıştır. 

Ülkenin ekonomik koşulları ise siyasal gelişiminin çok ötesinde bir gelişme çizgisi takip etmiştir. Katar, pek çok açıdan “küçük” ama potansiyeli çok büyük bir ülkedir. Önce İngiltere nin şimdilerde de ABD.nin buradan uzaklaşmak istememelerinin sebebi de budur. 

Aslında geçmişte yarımada, inci dışında gözle görünür çok az doğal kaynağa sahiptir ve 18. yüzyıl ortalarına gelindiğinde burası dünyanın en verimli inci üretim merkezlerinden biridir. Nadir bulunduklarından doğal incilerin fiyatı da yüksektir. Ama yine de, Katar halkının geliri çok azdır. 1930.larda Japonlar daha ucuza kültür incisi üretmenin yolunu bulunca ülkenin doğal inci endüstrisi de çökmüştür. Petrol rezervlerinin işletilmeye başlanacağı 1949 yılına kadar Katarlılar da, diğer Körfez ülkeleri gibi sadece balıkçılık ve denizcilikle geçimini sağlamaktadır. Ama petrolün işletilmeye başlanmasıyla, ekonomik yaşam düzeyi tamamen değişmiştir. Ülke, 1971 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra, petrol ve doğal gaz gelirlerini demir-çelik ve petro-kimya gibi değişik sanayi alanlarında yatırıma dönüştürmeyi başarmıştır. 

Otoyolları, Hava alanları, iletişim ağı ve büyük iş merkezleriyle modern bir görünüm kazanan ülke, kişi başına düşen milli gelir oranıyla dünyadaki en 
zengin ülkelerin başında gelmektedir.”40 Tarım, Katar'ın GSYGH'nın yüzde 0,2'sini sağlamaktadır. Ülke iklimi ve kıt su kaynakları, bu sektörün gelişmesini 
önlemektedir. Resmi raporlara göre, Katar'ın toplam alanının sadece yüzde 0,7'si ekilebilir niteliktedir. Tarım üretimini teşvik etmek amacıyla ekilebilir 
alanların tamamı devlete aittir. 

Bununla birlikte, “ 1939 da, Katar için çok daha kazançlı olan petrol keşfedilmiş tir ve hâlâ yeni petrol sahaları bulunmaktadır. Katar ın kuzeydoğu kıyısı açıklarında dünyanın petrol sahalarının dışında yer alan en büyük doğal gaz rezervi yatmaktadır. Bu rezervin hacmini kavramak epeyce güçtür: Katar.ın yarısı kadar bir alanı kaplamakta ve 225 milyon metreküplük ( 2009 verilerine göre yaklaşık 891 trilyon kübik feetlik 41) doğal gaz içermektedir ki bu, ABD.deki tüm evleri, bir asırdan fazla ısıtmaya yetecek bir miktardır. Hızla sanayi imarına açılan bu doğal gaz sahası, Katar.ı, dünyanın en büyük enerji 
tedarikçisi konumuna taşıyıp birkaç yıl içinde de, kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu ülke haline getirmiştir.”42 

Aslında Katar.ın petrol rezervleri diğer Körfez ülkelerine göre son derece sınırlıdır. “ Petrol rezervleri 150 milyar varil civarında olup, rezervlerinin bu üretim hızıyla üç yüz yıldan fazla bir ömrü olduğu hesaplanmaktadır.”43 OPEC tarafından hazırlanan 2008 Kasım ayı “Aylık Petrol Pazar Raporu” na göre: Katar.ın 13 OPEC ülkesi içinde, günlük petrol üretim oranı (milyon varil bazında) yüzde 0.84.tür. Aynı oran Suudi Arabistan için ise yüzde 9.22.dir.44 Görüldüğü gibi, dünya petrol rezervleri içindeki payı %1.in altında olan ülkenin asıl enerji zenginliği ise, 891 trilyon kübik feet dolayında olduğu tahmin edilen doğal gazdır. Katar, dünyada yüzde 14.3.lük oranıyla, Rusya ve İran dan sonra en büyük 3. doğal gaz rezerv oranına sahip olmasıyla ekonomik geleceği için umut vadetmektedir. 

Ülkenin, doğal gaz ve petrol gelirleriyle her yıl artı veren hazinesi, kamusal hizmetlerin, Katar halkına ücretsiz olarak verilmesinde ve halkın sosyal refahının arttırılmasında kullanılmaktadır. Doğal gaz zenginliği Katar halkını muazzam bir refah düzeyine ulaştırmıştır. Katarın 2008 yılı GSYGH (satın alma gücü paritesi) 85.35 milyar dolar, kişi başına düşen GSYGH 103,500 dolardır. IMF tahminlerini yanıltmayarak, 2008 yılında Katar, dünyanın en zengin ülkesi unvanını kişi başına düşen GSYGH sı 81 bin 100 dolar olan Lüksemburg dan devralmıştır.45 Tüm bu ekonomik veriler özellikle doğal gaz zenginliği bağlamında Katar, her dönemde Batılı hegemon güçlerin ilgisine mazhar olmuş; bu bölgenin bugün için  en “ küçük ” ama en “ önemli ” ülkelerinden biridir. 

3.2 Katar’ın ABD ile İlişkileri 

Bilindiği gibi ABD, Katar ın da içinde bulunduğu bu coğrafyayı, kendisini en yüksek derecede garantörü olarak addettiği dünya kapitalist düzenini tehdit edebilecek bir “fırtına bölgesi” olarak görmektedir. Bu nedenle, Washington.un bu coğrafyada giriştiği müdahalelerin ardı arkası kesilmemektedir. ABD nin (özellikle iç muhalif dinamikleri destekleyerek) hükümet devirme, darbeler, ekonomik ve mali baskı kurma ve doğrudan ya da dolaylı askeri müdahaleyle el atmadığı tek bir bölge bile yoktur.46 

Katar.da da, ABD.nin desteğini aldığı iddia edilen ve iktidara gelişinden itibaren bu ülkeyle son derece yakın ilişkiler geliştiren, hatta topraklarını ABD.nin üs yerleşimine açan geyh Hamad bin Khalifa Al Thani.nin, 1995.te babası Khalifa bin Hamad Al Thani.yi iktidardan uzaklaştırarak, ülkenin yeni Emiri olması ve geyh Hamad bin Khalifa.nın iktidara gelmesinden sonra, ülkede, Batı tipi modernleşme yolunda göreceli adımlar atıldığı iddiası, bu tip iktidar yapılanmalarına bir örnektir. Bu bağlamda Katar da, ABD nin, kendi gücünün kesintiye uğramaksızın devamı açısından yapmaya çalıştığı, bu coğrafyada, “ kendisine dost olarak tanımladığı aslında zayıf, denetlenebilir ve her zaman iş birliğine açık yönetimler kurulması ” Şeklindeki hedefinin hayata geçme biçimlerinden sadece biri olarak kabul edilebilir. 

Katar, diğer Körfez ülkelerinde olduğu gibi birkaç noktada dışa bağımlı bir ülkedir. Eğitimli iş gücü, enerji yataklarının işletilmesi, altyapı yatırımları 
için gerekli teknolojinin temini, enerji dağıtımı için gerekli pazarın oluşturulması ve en önemlisi de güvenliğinin sağlanması bu bağımlılık noktalarıdır. Bunun nedeni de, coğrafi konumundan kaynaklanan sorunlar ve ülkenin her açıdan “ küçük ” yapısıdır. 

Körfez İşbirliği Konseyi nin en ayrıksı öğrencisi ve Suudi Arabistan ın Bahreyn i de kıskanan sadık kardeşi olan Katar ın politikası, içinden çıkılmaz bir şekilde hep bu bağımlılık noktalarına dayanan jeopolitik sınırlamalara bağlı olmuştur.47 Bu nedenle de Katar, diğer Körfez ülkelerinde olduğu gibi, tarih boyunca güçlü bir ülkenin güvenlik koruması altında var olmuştur. 1968 de İngiltere.nin bölgeden çekileceğini açıklamasından sonra Körfez deki dengesiz güç yapılarının belirginleşmesiyle birlikte, söz konusu korunma ihtiyacı bir kez daha gündeme gelmiştir. Çünkü bölgedeki Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerin mezhepsel birlikleri v.b. üzerinden Körfez monarşilerine yönelik hak iddiası belirginleşmiş tir. 

Bu dönemlerden itibaren Katar da kendi bağımsızlığını korumak ve güvenliğini sağlayabilmek için, kendi için tehdit oluşturan ülkelere ve onu koruyan hamilerine cömert davranarak denge sağlamaya çalışmaktadır. 

Özetle, Körfez ülkelerinin coğrafi sınırlar ve ekonomik açıdan istikrar ve güvenliklerini koruma ihtiyacından kaynaklanan  aslında bir tür bağımlılığı 
heceleyen iki güç arasındaki sıkışmışlık durumu, en açık biçimde Katar da vücut bulmakta, ülkenin tüm politik açılımlarında bunun izleri görülmektedir. 

Bu bağlamda Katar.da, zenginliklerine rağmen nüfusları ve daha düşük seviyedeki gelişmişlik düzeyleriyle bağımsızlıklarını yitirmemek için, ödün 
vermek, daha tehditkâr olan devletlere karşı ittifak yapmak ya da yabancı bir koruyucu aramak gibi üç temel strateji geliştiren bir Körfez Arap monarşisidir. 
Bu stratejilerin hepsini yeri geldikçe kullanmış olmakla birlikte, bugün hâkim olan strateji, yabancı bir koruyucunun hamiliğine sığınmaktır. Katar.ın, kendi 
güvenliklerini sağlayamayacak ölçüdeki askeri ve nüfus yapısı ülkeyi, önce bölgesel güçlerle (İran, Suudi Arabistan) uzlaşmazlıktan kaçınan ilişkilere, 
ardından da ABD ile güvenlik ve elbette politik temelli temaslara itmiştir. 

“Küçük Körfez Emirliği (Katar), ilk kez 1991 Körfez Savaşından bu yana, kendisinin ne kadar zayıf olduğunu fark etmiştir. Irakın Kuveyti ilhakı, 
Katar.ın Suudi egemenliği kâbusunu hatırlamasına neden olmuştur. 1990.ların başında iki ülke arasında yaşanan sınır olayları, Katar Emiri.ni, ülkesinin bir 
koruyucuya ihtiyaç duyduğuna ikna etmede etkili olmuştur. İki ülke arasındaki ittifak, on yıllık bir sürede sağlamlaştırılmış ve Dohada ABD Merkez 
Komutanlığı nın inşasıyla doruğa çıkmıştır.”48 “ Katar Emiri Şeyh Khalifa bin Hamad Al Thani yi 1995 te tahttan indiren kansız darbede de, darbeyi yapan 
Veliaht Prens ile belirsiz ilişkileri olduğu ifade edilen ABD yönetiminin etkisi olduğu iddia edilmektedir.”49 

Bu anlatımı güçlendirebilmek için Katar ve ABD arasındaki ilişkilere, ABD nin ülkedeki güç ve belirleyiciliğine bakmakta yarar vardır. Temel olarak 
Katar, bölgedeki komşularıyla olan gerginlikleri, ABD ve Avrupa ile stratejik ilişkiler kurarak dengeleyen bir ülkedir. ABD ise, bu gaz ve petrol ülkesini 
bölgedeki en önemli noktalarda biri olarak görmektedir. ABD Büyükelçiliği, Katar.da 1973.te kurulmuş ancak iki ülkenin güvenlik anlaşmaları, 1987-1988 
Tanker Savaşına; sıkı güvenlik anlaşmaları ise, 1991 Körfez Savaşına dek olgunlaşmamıştır. 

Katar 1991 Körfez Savaşında Koalisyon Güçlerine ülkesinde çalışma izni vermiş; Ocak 1991.de de, Katar zırhlı kuvvetleri ilgili güçlere, Suudi Arabistanın Kafji kentinde, bir Irak saldırısını püskürtme konusunda yardım etmiştir. 22 Haziran 1992.de, hava ve deniz tesislerini açmak için ABD ile savunma işbirliği anlaşması imzalanarak, hâlâ devam eden sıkı askeri işler koordinasyonu dönemi başlatılmıştır. Haziran 1993.te ise, İngiltere ile bir güvenlik anlaşması imzalanmıştır. Yine bu dönemde Katar, ABD.nin - 8 Ekim 1994 ve 15 Aralık 1994 arasında Irak ın Kuveyt sınırına hareketine karşılık olarak yürüttüğü askeri operasyon olan- “Uyanık Savaşçı (Vigilant Warrior) Operasyonu”nda, ABD ile uçaklarının harekete geçeceği hava üssü ve maddi destek sağlayacağına dair anlaşma yapmıştır. Eylül 1994 te ABD Doha da bir askeri irtibat ofisi açmıştır. ABD Haziran 1995 te de –henüz yönetimi ele geçiren-Şeyh Hamad ı acilen tanımış ve bu zamandan itibaren Katar.ın savunma işbirliğinin yanı sıra siyasi, ekonomik ve eğitim reformlarını memnuniyetle karşılamıştır. 

Bu bağlamda, Mart 2005.te Katar, ABD ile bir ABD askeri mekanize tugayının ağır ekipmanlarının (110.un üzerinde M-1A2 tankının) ülkede önceden konumlandırılması ve 4 bin vasıtasıyla tüm destek kuvvetleri tümenine ev sahipliği yapacağına dair anlaşmaya varmıştır. Bu geniş kapsamlı anlaşma, Nisan 1996.da, ABD Savunma Bakanı William Perry.nin ziyareti sırasında imzalanmıştır.50 Üstelik bu anlaşmalar, sadece fiili savaş dönemleriyle sınırlı kalmamıştır. Katar ordusunun hava ve deniz kuvvetleri ABD ile ortak tatbikatları sürdürmektedir. 

Özetle, Katar ile ABD arasındaki savunma ilişkileri son 15 yılı aşkın süredir-Katarlı yetkililer zaman zaman ABD.nin Körfezdeki askeri operasyonlarını eleştirseler de  savunma işbirliği tatbikatları, yerleşik donanım ve üs anlaşmalarını da içerecek şekilde gelişmiştir. Katarın başkenti Doha nın 
güneyinde bulunan El Udeyd hava üssü ABD.nin Afganistan ve Irak operasyonlarında lojistik, komutanlık ve merkez üssüdür. Es Sayliyya ise, 
ABD.nin dünyadaki en büyük askeri teçhizat merkezi olarak hizmet vermiştir. Katar 1990.larda El Udeyd Hava Üssünü 1 trilyon doların üzerinde yatırımla 
inşa etmiştir. O dönemde, Katar ın kendine ait bir hava kuvveti bulunmamakta dır. Nisan 2003.te, ABD nin Orta Doğu Savaş  Hava Operasyon Merkezi, Suudi Arabistan daki Prens Sultan Hava Üssünden, Katar.ın El Udeyd Hava Üssüne taşınmıştır. Katar buraya  yeni bir hava operasyon kumanda merkezini de içerecek şekilde  ABD kuvvetlerine, tesisleri inşa etmek ve kalitesini yükseltmek için 400 milyon dolar katkıda bulunmuştur. 2003.ten 2007 mali yılına kadar Kongre, ABD nin Katar daki inşa faaliyetleri için 126 milyon dolarlık bütçe tahsis etmiştir. Milli Savunma Yetki Kanunu, 2008 mali yılında, Katar daki özel operasyon tesisleri ve yeni bir hava üssü inşaatı için 81.7 milyon dolar harcama izni vermiştir. 51 

Ayrıca, Katarda hükümran ailenin üyelerinin de dahil olduğu kişilerce, terörist gruplara destek sağlandığı iddiaları; zamanla, Katar.ın terörle mücadele 
(karşı terör) girişimleri; ABD silahlı kuvvetlerine uzun dönemli ev sahipliği ve sürmekte olan Irak Operasyonu, Afganistan ve global terörizme karşı savaşında 
destek vaatleriyle dengelenmiştir. Bugün, Katar-ABD ilişkileri son derece sıkı ve samimidir. Eylül 2005.ten bu yana, Katar, Katrina Kasırgasına 100 milyon 
dolar bağışlamıştır. ABD Katara, yerel güvenlik güçlerinin gelişmesi için limitli karşı terör yardımı sağlamıştır. Export-Import Bank (İhracat ve İthalat 
Bankası), Katar.da 1996.dan beri süren doğal gaz geliştirme projelerini desteklemek için 2 milyar dolar borç güvencesi vermiştir. 

Katar.ın ABD.ye yönelik tavizleri bununla da sınırlı kalmamakta, bölgedeki pek çok ülkenin cesaret edemediği ancak ABD.nin övgülerine mazhar olan eylemleri dikkat çekmektedir. Arap ülkelerinin, Filistin sorunundan kaynaklanan katı tutumuna rağmen; İsrail ile yaptığı enerji anlaşmaları, 1996.da İsrailin Doha.da ticari bir temsilcilik kurmasına izin vermesi, İsrail ile diplomatik ilişkilerini sürdürmesi, 2008.de ülkede kilise açılmasına izin verilmesi, bölgedeki “ Demokratikleşme ” sürecine dâhil olma yolunda 2003 yılında yürürlüğe giren anayasa ve belediye seçimleri, bölgede ABD.nin ayrıcalıklı müttefiği olma yolunda atılmış adımlardan sadece birkaçıdır. Bir diğer örneğe göre ise, gubat 2003.te Doha da gerçekleştirilen İslam Konferansı Örgütü Zirvesinde, Katar diplomasisinin tepedeki ismi geyh Hamed Bin Cesim, üye devletleri, “ Irakın birliği ve toprak bütünlüğünü etkileyebilecek herhangi bir eylemden kaçınmaya” çağırırken; birkaç kilometre uzakta, Katarın ABD.ye açtığı El Udeyd ve Es Sayliyyadaki üsler, ABD Merkez Komutanlığı tarafından Irak işgali için kullanılmıştır ve hâlâ kullanılmaktadır. 

3.3 Katar’ın ABD ile ilişkileri Bağlamında Büyükler Ligine Uzanan Yolu 

Bölgesel çıkarları büyük ölçüde uzlaşmaz nitelikte olan Katar ve ABD.nin, tamamıyla olumlu ilişkiler sürdürmeleri, son derece ikiyüzlü politikalar geliştirmeleriyle mümkün olmuştur. Ve Katar.ın bugün tüm dünyayı dolaşan adı, söz konusu politikaların sonucudur. Çünkü Katar için güvenliğini sağlama yolunda, bu bölgede bir dengenin sağlanması konusunda, hamilere sağlanan imkânlar yeterli değildir. Tartının diğer kefesinde, asırlar boyunca ötekileştirilmiş veya kendisini ( Emperyalist Batı ) “ ötekisi ” üzerinden inşa etmiş bir Arap halkı ve kendini bu halkın hakları üzerinden var etmiş, bölgenin güçlü devletleri (İran, Suudi Arabistan, bir dönem Irak gibi) vardır. Asırlara dayanan otokratik rejimler bağlamında, öfke ve talepleri büyük ölçüde dizginlenmiş, köreltilmiş bu halkın ve devletlerin kontrol altında tutulması için tatmin edilmesi; kendilerini üzerinden ürettikleri “ötekiler”in, canlı tutulması gerekmektedir. 

Bu bağlamda, Katarın da dahil olduğu otokratik iktidarlar, emperyalist saldırganlığa karGı direnebildikleri ya da en azından halklarına (Arap ve Müslüman coğrafyasına) 
direndikleri izlenimini verebildikleri ve bütün halkın olmasa bile, halkın büyük bölümünün maddi yaşam koşullarında gözle görülür 
bir iyileşme sağlayabildikleri zaman, kesinlikle popüler hale gelmektedirler. Otokratik iktidarlar meşruiyetlerini… (moderniteye ve emperyalizm 
bağlamında Batı’ya direnebildikleri izlenimi verebilmelerine dayanan) bu geleneğe borçludur.52 Bu konudaki dengeleyici mekanizmalar, bir yandan 
Batılı ülkelere ciddi taviz veren anlaşmalar yaparken, diğer yandan pan-Arap terör örgütlerine destek olmaktan; çeşitli kurumsal yapılarıyla –özellikle 
medyalarıyla- söylem düzeyinde bu dengeyi sağlıyormuş izlenimi yaratmaya dek, geniş bir yelpazede uygulamaya konmaktadır. 

Örneğin Katarın ABD ile güvenlik-işbirliği çalışmaları neredeyse hiç gündeme gelmezken; El Cezire televizyonu, Kanalı finanse eden Katar Devletinin ( Amerikan yanlısı ) iç ve dış politikası ile (Amerikan karşıtı) medya stratejisi arasındaki ciddi bir çelişkinin ifadesi olmasına rağmen pan-Arap, ABD karşıtı olarak kazandığı ünüyle Katar.ın sembolü haline gelmiştir.Ya da ABD.nin Körfez.deki en önemli müttefiki Katarın, ABD.nin peşine düşerek 
Orta Doğu.da pek çok ülkenin işgaline giriştiği terör suçlularıyla bağlantısı defalarca gündeme gelmiştir. 

11 Eylül Komisyon Raporu ve eski ABD hükümet yetkililerine göre, Katarın hükümran ailesinin üyesi ve şu anki İç işleri Bakanı geyh Abdullah 
bin Khalid Al Thani 1990.larda, 11 Eylül saldırılarının beyni olarak kabul edilen intihar pilotu Khalid Shaikh Mohammed.i de içerecek şekilde, El Kaide 
liderlerine güvenli barınak ve yardım sağlamıştır. Eski ABD yetkililerinin ifadeleri ve ABD.nin sızan hükümet raporlarında, 1990.ların ortalarında, Usame Bin Ladinin, daha sonra Dini Bağış ve İslami İşler Bakanlığını yapan geyh Abdullah bin Khalid.in misafiri olarak, iki kez Doha.yı ziyaret ettiği belirtilmektedir. 10 Ağustos 1996 daki Doha ziyareti sırasında, Bin Ladin, Suudi Arabistan.daki patlayıcı hareketi ve Dammam, Dharan, and Khobardaki ABD ve İngiltere.ye karşı operasyon hedefleri konusunda görüşmüştür. Bir başka söylentiye göre ise, geyh Abdullah bin Khalid 1990 ların başında, Afgnistandaki Sovyet karşıtı savaş için, düzinelerce sözde “ Afgan-Arap ” eski askeri Katara getirmiş ve bunların kurduğu yetiştirme merkezlerinde, yaşayıp çalışmasını sağlamıştır. Tüm bu iddialara rağmen, Emir, Nisan 2007.de Shaikh Abdullah bin Khalid.i tekrar İçişleri Bakanı olarak atamıştır.53 Yine benzer bir iddiaya göre, 1996 Ocak ayında, FBI yetkilileri Khalid Shaikh Mohammed.i yakalama şansını, Katarın yüksek rütbeli üyelerinin Mohammedi, yaklaşan baskına karşı uyarmaları ve kaçmasına izin vermeleri nedeniyle kaçırmıştır. 

Katarın önde gelenlerinin terörizme potansiyel desteğine dair bir diğer bağlantı ise, El Kaide örgütünün öldürülen lideri Ebu Musab Zerkavi (Abu Musab Al Zarqawi) ile ilgilidir. 11 Eylül sonrasında, Zerkavinin Katar dan transit geçiş yaptığı, güvenli bir evden yararlandığı ve Al Thani ailesinin üyeleri tarafından finansal destek aldığı iddia edilmektedir. 54 Katarın terörizme desteği konusunda kurulan bir diğer bağlantı ise, Saddam Hüseyinin ailesiyle ilgilidir. Saddam Hüseyinin eşi Sajida Khayrallah Tilfa ve kızı Hala, söylentiye göre hâlen Eski Başbakan Yardımcısı Shaikh Mohammed bin Khalifa Al Thaninin davetlisi olarak geldikleri Katarda yaşamaktadır. Diğer yandan, İnterpolün Saddam Hüseyin'in Ürdün'e kaçan büyük kızı Raghad ile Katar'da gizlendiği sanılan eşi Sajida için uluslararası tutuklama emri bulunmaktadır. 

Konuyla ilgili son bağlantı, Katar.ın Hamas desteğine gönderme yapmaktadır. Katar, Ocak 2006.dan Ocak 2008.e dek “Hamas.a 50 milyon dolar ödemiş; Hamas yetkililerine çok sayıda müzakere ve görüşmeler için ev sahipliği yapmıştır. Ekim.de Katar yönetimi, Filistin.deki gruplar arasında sorunları çözmek ve kaçırılan İsrail askeri, Gilad Shalit.ın serbest bırakılması için başarısız bir mekik diplomasisi yürütmüştür. Hatta, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Ekim 2006.da Doha.daki demokrasi konferansına katılım davetini Hamas temsilcilerinin de katıldığı gerekçesiyle reddetmiş; konferansa alt kıdemli bir dış işleri yetkilisi katılmıştır. gubat 2007.de İsrail Başbakan Yardımcısı Dohayı ziyaret etmiş ve Emirin, İsrail.in Hamas ile direk görüşme teklifini reddetmiştir. 55 Bu bağlantılar listesi uzayıp gitmektedir. Dolayısıyla, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, Katar.ın, “ küçük ” bir Körfez ülkesi olarak bölgesel varlığını koruyabilmesi için sürdürdüğü çabalar, kanımızca “ Katar ” adını her gördüğümüz yeri daha dikkatli okumamız gerekliliğine vurgu yapan, 
son derece şüpheli politikaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. 

Özetle, bugün Katar.ın stratejik tercih ve tutumlarını belirleyen, 3 temel faktör vardır: 

1) Suudi Arabistan Krallığının gölgesinden çıkma konusundaki gayretli arzusu ( ki bu arzu, bölgenin güçlü devletlerinin karşısında ayakta durabilmek ve güvenliğini sağlayabilme mücadelesine işaret etmektedir.) 

2) 1994- 1999 arasında yönetim tarafından bastırılan bir gii isyanının darmadağın ettiği Bahreyn.in feci deneyimi ki bu deneyim bölgenin 
her açıdan “ Küçük ” ülkelerine güvenlik ihtiyacını gündeme getirmiştir.) 

3) Washingtonu memnun etme ve açıklık ve demokratik reform çağrısına yanıt verme isteği (ki bu istek Katar.ın tüm stratejik açılımlarının kaynağıdır). 
Dolayısıyla, Katar ile yakınlaşma talep ve yönelimlerine ilişkin tüm karar ve beklentiler bu faktörler doğrultusunda okunmalı, değerlendirilmelidir. Bu 
bağlamın dışında bir okuma yetersizdir, boştur. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Katar özelinde bu önemli coğrafyaya ( Basra Körfezine ) ilişkin tüm okumalarda, bakılması gereken esas nokta, Orta Doğu.da “küçük” ama “ önemli ” olabilmenin nasıl ve hangi koşullarda mümkün olduğudur. Bu sorulara verilecek yanıt, bizi daha doğru okumalara götürecektir. 
Öncelikle Katar bizim gündemimize yeni girmiş gibi görünmekle birlikte  yeni ortaya çıkmış, zenginliğinin farkına yeni varılmış veya bu coğrafyada emperyalist güçlerle ilişkileri yeni gündeme gelmiş bir ülke değildir. “ Önemi ”, Coğrafi, askeri ve toplumsal büyüklüğüyle orantısız bir güce sahip olması, Irak.tan sonraki en büyük Amerikan askeri varlığının Katar sınırları içinde bulunması ya da Amerikan Merkez Komutanlığı (CENTCOM) olarak anılan üste 20 bin askerin bulunması gerçeğiyle yakından ilişkilidir. Yukarıda da uzunca bahsettiğimiz ilişkileri bağlamında, Katarın “küçük” ama “önemli” olma yolundaki ilerleyişi, ABD çıkarları ve Orta Doğu bölgesine yönelik politikaları belirlenimlidir. 

Bilindiği gibi 11 Eylül.den bu yana ABD ile Orta Doğu arasındaki ilişki yeni bir aşamaya girmiştir: Bu bölgedeki, İslami ülke ve hareketleri iyi ve 
kötü, radikal ve ılımlı, geleneksel ve modern olarak ikiye ayırmak, birinciyi bastırıp ikincisiyle yardımlaşır görünmek yeni bölgesel politikanın bir 
açılımıdır. Örneğin, bir yandan ABD Dış İşleri Bakanlığı İranda “ Seçilmeyen ” kanadın insan hakları ihlalleri konusunda on altı sayfalık rapor yayınlamakta; 
öte yandan Beyaz Sarayın “ İslamşinas ” uzmanları yeni bir Hatemi aramaktadır. Bir yandan Pakistan ve Afganistan dağları Bin Ladinın öldürülmesi için alt üst edilmekte; öte yandan Afganistan halkının başına İslami Luye Curga musallat edilmektedir. Bir yandan Irakın kuzeyinde Ensar ül İslamın üsleri yerle bir edilmekte; molla Muktada Sadrın peşine düşürülmekte; öte yandan Aetüllah Hekim ile Sistani.ye göz kulak olmaktadır. 56 

Bu bağlamda ABD.nin yakın geçmişte, bölgedeki tüm fiiliyatları ve Katar.la ilişkileri ile bu ilişkilerin yüklediği misyonla ortaya çıkan “Katar” olgusu, bu ikili siyasetin tezahürleridir. 

DİPNOTLAR;

1 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004, s.9. 
2 Adem Ayten, “Orta Doğu Jeopolitiği”, Avrasya Dosyası, 2003-Kış, Sayı:5, s.85. 
3 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Gstanbul, Küre Yayınları, 2002, s.129. 
4 “World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates”, PennWell Corporation, Oil & Gas Journal, Vol. 106.48, 03.03.2009, (Çevrimiçi), 
http://www.eia.doe.gov/emeu/international /reserves.html,  Erişim Tarihi: 05 Mayıs 2009. 
5 Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, s. 27. 
6 Sedat Laçiner, “Orta Doğu Diye Bir Yer Var mı?”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Dergisi, t.y., s. 153. 
7 Tayyar Arı, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, Alfa Yayınları, İstanbul, 1999, s.10. 
8 Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, s.27. 
9 Ibid., s. 102. 
10 Ibid., s. 141. 
11 Arı, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, s. 6. 
12 Abdülkadir Gerçeksever, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul, IQ Yayıncılık, 2005, s. 70. 
13 “Crude Oil Reserves 1980-2009”, www.eia.doe.gov/pub/international/iealf/ crudeoilreserves.xls, Energy Information Administration, Erişim Tarihi: 29 Nisan 2009. 
14 “Crude Oil Reserves 1980-2009”, (Çevrimiçi),
www.eia.doe.gov/pub/international/iealf/crudeoil reserves.xls, Energy Information Administration, Erişim Tarihi: 29 Nisan 2009. 
15 gener Üşümzsoy, “ Basra Körfezinin Petrol Açısından Vazgeçilmezliği ” Türksolu, 29.05.2006, (Çevrimiçi), 
http://www.turksolu.org/108/usumezsoy108.htm,  Erişim Tarihi: 15 30 Ağustos 2008. 
16 Gerçeksever, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, s. 74. 
17 “World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates”, PennWell Corporation, Oil & Gas Journal, Vol. 106.48, 03.03.2009, (Çevrimiçi), 
http://www.eia.doe.gov/emeu/international /reserves.html, Erişim Tarihi: 05 Mayıs 2009. 
18 Gerçeksever, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, s. 35. 
19 “ World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates ”, PennWell Corporation, Oil & Gas Journal, Vol. 106.48, 03.03.2009, (Çevrimiçi), 
http://www.eia.doe.gov/emeu/ international/reserves.html, Erişim Tarihi: 05 Mayıs 2009. 
20 Samir Amin; Ali El Kenz, Avrupa ve Arap Dünyası, Çev. Kemal Ülker, İstanbul, Versus Yayınları, 2006, s.70. 
21 Muhammed El-Uvifi, “İktidarsız Nüfuz: El Cezire ve Arap Kamu Alanı”, El Cezire Olayı: Yeni Arap Medyası Üzerine Eleştirel Perspektifler, İstanbul, 
Versus Yayınları, 2006, s.88. 
22 Edward W. Said,, Kültür ve Emperyalizm, Çev. Necmiye Alpay, Hil Yayınları, İstanbul, 2004, s. 284. 
23 Amin, El Kenz, Avrupa ve Arap Dünyası, s. 171. 
24 Amin, El Kenz, Avrupa ve Arap Dünyası, s. 59. . 
25 Arı, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, s. 87. 
26 Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, s. 29. 
27 “Greater Middle East:Managing Change in Troubled Times?”, CIA Factbook 2008, (Çevrimiçi), www.odci.gov/cia/ publications/factbook, Erişim Tarihi: 17 Nisan 2009. 
28 Arı, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, s. 13. 
29 Barry Rubin, “Jeopolitik ve Orta Doğu”, Avrasya Dosyası, 2002, Cilt:8, Sayı:4, s. 41. 
30 Lenore G. Martin, The Unstable Gulf: Threats From Within, Lexington, Lexington Books, 1984, p. 81. 
31 “Qatar”, CIA World Factbook, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/qa.html, Erişim Tarihi: 13 Aralık 2008. 
32 Christopher M. Blanchard, “Qatar: Background and U.S. Relations”, CRS Report for Congress, Congressional Research Service,2008, p. 4. 
33 Qatar Cultural Book, DAGOC- Doha Asian Games Organizing Committee Press, 2006, p. 7. 
34 Hilary Bainbridge, Marhaba: Qatar’s Premier İnformation Guide, Winter 2007-2008, p. 11. 
35 Samir A. Azam, Everything Qatar: Your Comprehensive Guide To The Heart Of The Arabian Gulf, Department of Gnformation and Research Ministry 
of Foreign Affairs Press, 2007, p. 14. 
36 Jawad Al Arayed, A Line in The Sea, California, North Atlantic Books, 2003, p. 125. 
37 Zekeriya Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı İngiliz Çekişmesi-Katar’da Osmanlılar (1871-1916), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004, s.2. 
38 Kaan Durukan, “Doğu-Batı İkilemi”ne Dört BakıG, Montesquieu, Fanon, Galeano, Said, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004, s. 69. 
39“Qatar”, 21.08.2008, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/ geos /qa.html#Govt, Erişim Tarihi: 03 Eylül 2008. 
40 Ömer Turan, Tarihin Başladığı Nokta: Orta Doğu, Gstanbul, AK-KA Yayıncılık, 2002, s. 318. 
41 “World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates”, PennWell Corporation, Oil & Gas Journal, Vol. 106.48, 03.03.2009, (Çevrimiçi), 
http://www.eia.doe.gov/emeu/international /reserves.html, Erişim Tarihi: 05 Mayıs 2009. 
42 Mary Anne Weaver, “ Yukarıdan Gelen Devrim ”, National Geographic, Mart-2003. 
43 Asım Çalış, “Katar Raporu”, Ankara, GGEME- Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi Yayını, 2008, s. 2. 
44 “OPEC Monthly Oil Market Report”, November 2008, (Çevrimiçi), 
http://www.opec.org/home/Monthly%20Oil%20Market%20Reports/2008/pdf/MR112008.pdf,     Erişim Tarihi: 13 Aralık 2008. 
45 “Qatar”, CIA World Factbook, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/print/qa.html, Erişim Tarihi: 29 Nisan 2009. 
46 Amin, El Kenz, Avrupa ve Arap Dünyası, s.74. 
47 Olivier Da Lage, “El Cezire.nin Politikası ya da Doha.nın Diplomasisi”, El Cezire Olayı: Yeni Arap Medyası Üzerine Eleştirel Perspektifler, 
İstanbul, Versus Yayınları, 2006, s.60. 
48 El-Uvifi, El Cezire Olayı: Yeni Arap Medyası Üzerine Eleştirel Perspektifler, s. 80. 
49 Bkz. Robert Baer, Sleeping with the Devil: How Washington Sold our Soul for Saudi Crude, New York: Crown Publishers, 2003. 
50 Anthony H. Cordesman, Bahrain, Oman, Qatar and The UAE: Challenges of Security, Boulder, Colorado, Westview Press, 1997, p. 226. 
51 Blanchard, CRS Report for Congress, p. 10. 
52 Amin, El Kenz, Avrupa ve Arap Dünyası, s. 7. 
53 Baer, Sleeping With The Devil: How Washington Sold Our Soul For Saudi Crude, p. 195. 
54 Blanchard, CRS Report for Congress, p. 12. 
55 Ibid., p. 14. 
56 Mohsen Ebrahimi, “ Irak Gelişmeleri Bağlamında islam Cumhuriyeti-ABD ilişkileri”, (Çevrimiçi), 
http://www.wpiran.org/WPITurkish/yeniyayinlar/irakmoh3.htm, 20 Nisan 2004. 
57 “ Katar Temaslarını ABD Üssü Yönlendirecek ”, Sol: Günlük Gazete, (Çevrimiçi), http://arsiv.sol.org.tr/index.php?yazino=30184, 14 Nisan 2008. 


Bilindiği gibi, “ABD, bu coğrafyayla güvenlik maskesi altındaki hegemonik ilişkilerine on yıllar önce başlamıştır. İlişkiler insanı rahatsız edecek, bölgeye ilişkin hassasiyetleri bulunanların midesini bulandıracak ölçüde girift ve Şüpheli dir. Dolayısıyla, bugün, bu coğrafyadaki başta Katar olmak üzere Körfez Emirlikleriyle tesis edilmesi planlanan ilişkiler, bu ülkelerin ötesinde ABD ile ilişki anlamını taşımaktadır. Çünkü, Katar, bölgedeki ABD politikasının en önemli bileşenlerinden biridir.” 57 Dolayısıyla ülkemizin Katar (ve benzeri Körfez Emirlikleri) ile ilişkilerinin hükumetin siyasal tutumunun tezahürü olarak kabul edilen- Arap-İslam coğrafyasına yaklaşmakla ya da Körfez sermayesini ülkemize akıtmakla sınırlı olarak okunması, yersiz ve yetersizdir. Başta ABD olmak üzere tüm dünya, bu coğrafyanın petrol ve doğal gaz zenginliklerini ve stratejik konumunun farkına varalı hatta bu konumdan yararlanmaya başlayalı çok olmuştur. Özetle, akademik dünyada, medya organlarımızın yaptığı gibi, keşif edilmişi yeniden keşfetmiş gibi davranma lüksümüz yoktur. 

Bugün, Körfez ile ilişki demek, ABD ile ilişki demektir. 

Kaynakça 

Al Arayed, Jawad, A Line in The Sea, California, North Atlantic Books, 2003. 
Amin, Samir; El Kenz, Ali, Avrupa ve Arap Dünyası, Çev. Kemal Ülker, Gstanbul, Versus Yayınları, 2006. 
Arı, Tayyar, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Gstanbul, Alfa Yayınları, 2004. 
Arı,Tayyar, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, Alfa Yayınları, Gstanbul, 1999. 
Ayten, Adem, “Orta Doğu Jeopolitiği”, Avrasya Dosyası, 2003-KıG, Sayı:5. 
Azam, Samir A., Everything Qatar: Your Comprehensive Guide To The Heart Of The Arabian Gulf, Department of Gnformation and Research Ministry of 
         Foreign Affairs Press, 2007. 
Baer, Robert, Sleeping with the Devil: How Washington Sold our Soul for Saudi Crude, New York: Crown Publishers, 2003. 
Bainbridge, Hilary, Marhaba: Qatar’s Premier İnformation Guide, Winter 2007-2008. 
Blanchard, Christopher M., “Qatar: Background and U.S. Relations”, CRS Report for Congress, 
Congressional Research Service,2008. 
Çalış, Asım, “Katar Raporu”, Ankara, GGEME- BaGbakanlık DıG Ticaret MüsteGarlığı Ghracatı 
GeliGtirme Etüd Merkezi Yayını, 2008. 
Cordesman,Anthony H., Bahrain, Oman, Qatar and The UAE: Challenges of Security, Boulder, 
Colorado, Westview Press, 1997. 
Da Lage, Olivier, “El Cezire.nin Politikası ya da Doha.nın Diplomasisi”, El Cezire Olayı: Yeni Arap Medyası Üzerine Eleştirel Perspektifler, Gstanbul, 
             Versus Yayınları, 2006, ss. 59-77. 
Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre Yayınları, 2002. 
Durukan, Kaan, “Doğu-Batı İkilemi”ne Dört Bakış, Montesquieu, Fanon, Galeano, Said, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004. 
Ebrahimi, Mohsen, “Irak Gelişmeleri Bağlamında İslam Cumhuriyeti-ABD İlişkileri”, (Çevrimiçi), 
http://www.wpiran.org/WPITurkish/yeniyayinlar/irakmoh3.htm, 20 Nisan 2004. 
El-Uvifi, Muhammed, “İktidarsız Nüfuz: El Cezire ve Arap Kamu Alanı”, El Cezire Olayı: Yeni Arap Medyası Üzerine Eleştirel Perspektifler, 
           İstanbul, Versus Yayınları, 2006, ss. 77-91. 
Gerçeksever, Abdülkadir, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul, IQ Yayıncılık, 2005. 
Kurşun, Zekeriya, Basra Körfezi’nde Osmanlı İngiliz Çekişmesi-Katar’da Osmanlılar (1871-1916), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004, s.2. 
Laçiner,Sedat, “ Orta Doğu Diye Bir Yer Var mı? ”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Dergisi, t.y. 
Martin,Lenore G., The Unstable Gulf: Threats From Within, Lexington, Lexington Books, 1984. 
Rubin,Barry “Jeopolitik ve Orta Doğu”, Avrasya Dosyası, 2002, Cilt:8, Sayı:4. 
Said, W. Edward, Kültür ve Emperyalizm, Çev. Necmiye Alpay, Hil Yayınları, İstanbul, 2004. 
Turan, Ömer, Tarihin Başladığı Nokta: Orta Doğu, İstanbul, AK-KA Yayıncılık, 2002,. 
Üşümzsoy, Şener, “ Basra Körfezi nin Petrol Açısından Vazgeçilmezliği ” Türksolu, 29.05.2006, 
(Çevrimiçi), http://www.turksolu.org/108/usumezsoy108.htm, Erişim Tarihi: 30 Ağustos 2008. 
Weaver, Mary Anne, “ Yukarıdan Gelen Devrim ”, National Geographic, Mart-2003. “Crude Oil Reserves 1980-2009”, (Çevrimiçi), 
          www.eia.doe.gov/pub/international/iealf/crudeoilreserves.xls, Energy Information Administration, Erişim Tarihi: 29 Nisan 2009. 
“Greater Middle East:Managing Change in Troubled Times?”, CIA Factbook 2008, (Çevrimiçi), 
www.odci.gov/cia/ publications/factbook, Erişim Tarihi: 17 Nisan 2009. 
“OPEC Monthly Oil Market Report”, November 2008, (Çevrimiçi), 
          http://www.opec.org/home/Monthly%20Oil%20Market%20Reports/2008/pdf/MR112008.pdf, Erişim Tarihi: 13 Aralık 2008. 
Qatar Cultural Book, DAGOC- Doha Asian Games Organizing Committee Press, 2006. 
“Qatar”, CIA World Factbook, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/print/qa.html, Erişim Tarihi: 29 Nisan 2009. 
“Qatar”, 21.08.2008, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/ geos/qa.html#Govt, Erişim Tarihi: 03 Eylül 2008. 
“Qatar”, CIA World Factbook, (Çevrimiçi), https.//www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/qa.html, Erişim Tarihi: 13 Aralık 2008. 
“World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates”, PennWell Corporation,Oil & Gas Journal, Vol. 106.48, 03.03.2009, (Çevrimiçi), 
          http://www.eia.doe.gov/emeu/international/reserves. html, Erişim Tarihi: 05 Mayıs 2009. 

****

ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ BÖLÜM 1



 ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ 
BÖLÜM 1


Dr. Burcu KAYA ERDEM. 
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi. 
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 4, Sayı 1, 2009 


Özet

Katar bizim ülke gündemimize yeni girmiş gibi görünmekle birlikte “ Önemi ” ve zenginliğinin yeni farkına varılmış bir ülke değildir. Körfez’de yer alan diğer 
Emirlikler gibi, onun da kazandığı “ Önem ” coğrafi, askeri ve toplumsal büyüklüğüyle orantısız bir güce sahip oluşu ve bu orantısızlığın maskeledikleri  ile ilgilidir. Bu bağlamda, Körfez bölgesindeki gelişme ve ilişkilere ışık tutmak ve bu coğrafyaya ait ülkelerle ilişkilerimizi, haber metinlerinde yer alanın ötesinde bir bakışla okuyabilmek önem taşımaktadır. Çünkü, kanımızca, Katar’ın “ Küçük ” ama “ önemli ” olma yolundaki ilerleyişi, Orta Doğu bölgesine yönelik emperyalist politikalar konusunda ciddi ipuçları vermektedir. Dolayısıyla, karmaşık bir ilişkiler yumağına dönüşen bu coğrafyada, Türkiye ile ilişkilendirilen hiçbir gelişmede de, sıradan ve yüzeysel bir okumayla yetinilemez. Bu makale de, ilgili kabul bağlamında, Katar’ın Orta Doğu coğrafyasında “ küçük ” ama “ önemli ” bir ülke olma yolundaki – Orta Doğu’ya yönelik güncel emperyalist politikaları daha doğru okuyabilmeye yönelik veriler sunan- adımlarını, net olarak görebilmek; böylece de, Orta Doğu’nun kalbi sayılan Körfez coğrafyasına ilişkin bilinmezleri ortaya koyabilmek için hazırlanmıştır. 
Anahtar Kelimeler: Körfez, Katar, Orta Doğu, ABD,


Giriş

Türkiye.de 2008 yılının ilk aylarından itibaren Basra Körfezinin küçük ülkesi Katar.ın adını medya yoluyla çok sık duyar olduk. Medyaya yansıyan Katara ilişkin haberler, genel olarak, ilgili ülkenin ithalat yaptığımız ülkeler içinde ilk 40 a bile girmediği halde, sayısız üst düzey ziyaret gerçekleştirilmesinin anlamının ve amacının ne olduğunu sorgulamaya yönelirken; Katarın Orta Doğu coğrafyasındaki pek çok bilinmeze ışık tutacak bir örnek olarak önemi göz ardı edilerek, açımlanmaya muhtaç olarak bırakılmıştır. İlgili kabul bağlamında, Katarın Orta Doğu coğrafyasında “ Küçük ” ama “ Önemli ” bir ülke olma yolundaki – Orta Doğunun jeopolitik çıkmazını doğru okuyabilmeye yönelik önemli veriler sunan adımlarını, net olarak görebilmek; böylece de, Orta Doğu coğrafyasına ilişkin bilinmezleri ve/veya az bilinenleri daha net ortaya koyabilmeye yönelik çaba göstermek bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Çünkü Katarın dünyada kazandığı coğrafi, askeri ve toplumsal gücü ile orantısız etki gücü göz ardı edilerek, sadece Türkiye ile ilişkilerinin anlam ve boyutuna ilişkin olarak yürütülen tartışmalar bile, ilgili ülkenin ekonomi-politik ve toplumsal açıdan daha derin ve ayrıntılı okunmasını zaruri kılmaktadır. Basra Körfezi emirliği Katarın, Ekonomik, Kültürel, Toplumsal ve Politik koşul ve açılımlarını ayrıntılı olarak ortaya koyacak bir çalışma, en azından, bu güne dek haber metinleri üzerinden sürdürülen, “ Körfez açılımı bağlamında neden Katarın seçildiği, bunun amaç ve sonuçlarının ne olacağı” sorularına daha net yanıtlar bulmamızı sağlayacaktır. Ve kanımızca, bunun çok ötesinde, Orta Doğu coğrafyası içindeki yeri yeterince açımlanmamış olan Körfez Emirliklerinin sessiz sedasız geldikleri nokta, bu noktaya ilerleyiş süreçlerinde yanlarında ve/vaya karşılarında olan güçler, hedefleri ve bu hedefe ulaşma yolundaki kazanç ve kayıpları ve elbette nihayetinde, söz konusu kazanç ve kayıpların Batılı hegemonik güçler dolayısıyla Orta Doğu için ne ifade ettiğini ortaya koyacaktır. 


1. Orta Doğu’nun Merkezi: Basra Körfezi 

Orta Doğu Nedir? Neresidir? 

Orta Doğu hem coğrafi hem siyasi olarak, “ Pek çok bilinmezlerin, karmaşık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yaşanan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin, tam olarak kavranmadığı için bazılarınca kaynayan kazan, bazılarınca bataklık olarak tanımlanan, bazılarına göre istikrarsızlığın ve geri kalmışlığın bazılarına göre petrolün ve zenginliğin merkezi olan, üzerine çok şey söylenen ama çok 
az şey bilinen bir Coğrafyanın”  ifadesidir. 

“…En dar Şekliyle Mısırdan İrana uzanan Nil ve Mezopotamya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fastan Pakistana kadar yayılan bölge için kullanılan “ Orta Doğu ” kavramı, kadim insanlık birikimi, medeniyet aidiyeti ve jeokültürel havza olarak İslam kimliğini, jeoekonomik kaynak alanı olarak petrolü, fizik coğrafya olarak kurak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olrak Avrasyayı çevreleyen Rimland (Kenar Kuşak/ Deniz Hâkimiyet Teorisi) kuşağının merkez hattını çağrıştıracak unsurlarla anılagelmiştir.”2 Orta Doğunun onlarca, hatta yüzlerce tanımı yapılmıştır. Hangi tanım dikkate alınırsa alınsın, Orta Doğu.dan söz edildiğinde, daha ziyade dinsel anlamda Müslümanların, etnik anlamda ise Türk, Arap ve Farsların çoğunluğu oluşturduğu bölge anlatılmaya çalışılmaktadır. 

Orta Doğu, bir kavram olarak ilk kez Amiral A. Thayer Mahan tarafından Arabistan ve Hint Yarımadaları arasında kalan ve deniz stratejileri için önem taşıyan bölge için kullanılmıştır. Günümüzde, Basra Körfezi merkezli olan bu bölgenin tanımlanması fiziki özelliklerinden ziyade stratejik özelliklerine dayanmaktadır.3 Bir başka deyişle, Orta Doğu bölgesi, zenginliğiyle dünyanın geri kalanı için, çıkmazları aşma yolunda hep yeni bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve mücadele edilmeye değer görülmüştür. Bu bağlamda, dünya tarihine yön veren ve “ Doğu-Batı İkilemi ” ne dair olan tüm gelişmeler bu bölgede vuku bulmuştur. 

Çünkü, öncelikle bu bölge, dinsel ve tarihsel köklerin dışında, dünya petrol rezervlerinin yüzde 55.5.ini ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 41.ini barındırmakta dır.4 

Dahası, jeopolitik açıdan son derece kritik bir noktadadır. 

Örneğin “ Mahana göre, bir dünya imparatoru olmak için, önemli deniz ticaret yollarına hakim olmak gerektiğine göre, Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi ve Babel Mendep Boğazı, Süveyş Körfezi ve Cebeli Tarık Boğazı bu bölgede yer almakta dır. Bu bölgede egemenlik kurmayı başaran bir devletin dünya gücü olması sorgulanamaz dır. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, sonra Birleşik Krallık, Soğuk Savaş döneminde ise bölgeyi doğrudan ve dolaylı etkileri altına alan ABD ve SSCB, bu sayede dünya gücü olmuşlardır.”5 

Günümüz ve dünyanın yeni hegemon gücü açısından bir değerlendirme yapmak gerekirse, Orta Doğu, Üçlü Grubun (ABD, Avrupa ve Japonya) ekonomisi için yaşamsal öneme sahip olan olağanüstü petrol zenginliği nedeniyle, dünya jeopolitiğinde ve ABD nin hegemonik askeri jeo stratejisinde, her zaman için özel bir yere sahip olmuş ve bundan sonra da sahip olmaya devam edecektir. Oysa “ Gerçekte, Orta Doğu diye bir bölge yoktur. Orta Doğu ne Doğunun ortasıdır ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adıdır. Orta Doğu „ Çıkar bölgesine verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölge de genişletilmektedir. ” 6 

1.1 Basra Körfezi’nin Orta Doğu’daki Yeri ve Önemi 

Doğu.nun her anlamda kalbi olan Orta Doğu, hiç kuşku yok ki, hem jeopolitik hem de jeoekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgesidir. Orta Doğu nasıl dünyanın jeopolitik ve jeoekonomik Merkeziyse, Basra Körfezi de hem fiili hem de teorik olarak Orta Doğunun merkezidir. 

Basra Körfezi, esas itibariyle Hint Okyanusu.nun 970 km. uzunluğundaki uzantısından oluşan ve Arap Yarımadası.nın doğusu ile İranın güney batısı arasında kalan 240.000 km2 (88.800 deniz mil) lik alanıdır. Kuzeybatıda şatt-ül Araptan güneydoğuda Hürmüz Boğazı ile Umman Körfezine kadar 615 mil uzunluğundadır. Orta Doğunun hassas açılımı olan Körfez; Nüfuz olarak bölgedeki en baskın ülke olan İran ile diğer yedi Arap Devleti: Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman tarafından çevrilmiş durumdaki yaklaşık 5 milyon km2. lik bir alanı ifade etmektedir. Bölgede 118 milyon dolayında nüfus yaşamaktadır. Kuzeyi Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Ermenistan, Azerbaycan ve Türkmenistan; doğusu Afganistan; batısı Kızıldeniz; Güneyi ise Arap Denizi ve Hint Okyanusu ile çevrili olan bölge, sanayileşme açısından geri olmanın yanında, genelde kurak olduğundan tarım için elverişli topraklara da sahip olmamakla beraber, petrol en önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır. 

Gerek coğrafi yapısı gerekse dünya petrol rezervinin yaklaşık % 55.5.ine varan petrol kaynakları ile (Orta Doğu) Basra Körfezi stratejik önemini korumaya 
devam etmektedir. Başta sanayileşmiş Batı ülkeleri olmak üzere, genel olarak dünya ekonomisinin petrole bağımlılığı dikkate alındığında, uluslararası 
politika açısından bölgenin incelemeye değer bir alan olduğu ortaya çıkmaktadır.7 

Basra Körfezi Orta Doğu ile Afrika, Hindistan ve Çin arasında önemli bir ticaret yolu ve pek çok dinin doğduğu coğrafya olarak, ticari ve dini hareketlerle karakterize olmuş bir bölgedir. Modern dönem öncesinde, bölge insanları geçimlerini büyük ölçüde inci avcılığı, balıkçılık ve uzak yol ticareti ile sağlamıştır. Orta Doğunun birçok yerinde olduğu gibi, Körfez halkları da, aşiretler olarak organize olmuş ve aşiretlerin tutumları ülkelerin sosyo-politik 
yapılanmasında belirleyici olmuştur. Körfez Devletleri.nin altı tanesi (Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri) ancak 
20. yüzyılda bağımsızlıklarını elde etmiştir ve sadece İran ile Ummanın bağımsız olarak eski bir tarihi olduğundan söz edilebilir. 

Basra Körfezi bölgesi, tarih boyunca stratejik konumu ve yeraltı zenginlikleri nedeniyle, önemli güçlerin mücadele alanı olmuştur. 

Bu güçlerden en Önemlileri, Portekizliler, Osmanlılar, İngilizler ve  günümüzde Amerikalılardır. 

Yani, Batı.nın bu bölgeye hâkim olma çabaları çok eskilere dayanmaktadır. Osmanlı.nın 16. yüzyıldan itibaren bölgede var olan hâkimiyeti, bütünüyle 
Birinci Dünya Savaşı ile son bulmuştur. 

Bölge için bir dönüm noktası olarak kabul edilebilecek bu dönemle birlikte, bölge bütünüyle Batı (İngiliz) protektorası haline gelmiş, Batılı çıkarlara çok daha uygun bir yapıya kavuşma yolunda politikalar başlamıştır. Söz konusu dönemde, Türklerin bölgeden tasfiyesi için desteklenen “ Arap Milliyetçiliği ” gelişmiştir; 
bölgedeki fiiliyatlar için, İngilterenin, hem Yahudilerin hem Arapların hem de ABD nin desteğini almaya dönük çabaları, ortaya parçalı bir bölge yapısı çıkarmıştır. 

Özetle, “ Osmanlı İmparatorluğunun bölgeden ayrılması, Batılı güçler için yeni bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve bölgeyi egemenlikleri altına alarak emperyalist amaçlarına uygun şekilde yapılandırmışlardır.”8  

Örneğin, İngilterenin bölgeye yerleşmek için aradığı fırsatı ona Ras el-Haymada üstlenen korsanlar, bir İngiliz subayının karısını kaçırarak vermişlerdir. 

Bu bahaneyle bölgeye 1809.da ilk İngiliz savaş gemilerini göndererek, bölgeyi işgal eden İngiltere, diğer Emirlikleri de denetim altına almasıyla sonuçlanacak 
ilk anlaşmayı (BAE.nden) Ra.s el Hayma Emirliğiyle imzalamıştır. 
Bu yapılan anlaşma 1820 yılında diğer altı Emirlikle de yapılmış ve böylece Körfezde İngiliz koruyuculuğu (protektorası) başlamıştır. 9 

Körfezde İngiliz varlığı genel olarak, Bahreyn, Kuveyt, Katar gibi aynı toprakları ve kültürü paylaşmalarına rağmen birbirinden ayrılmış küçük ülkelerle yapılan, İngiliz hükümetine bağlılık anlaşmaları bağlamında gerçekleşmiştir. Bu anlaşma çerçevesinde bölge ülkeleri, İngiliz hükümetinin onayı olmadan hiçbir hükümetle anlaşma yapmamayı, onlara toprak vermemeyi veya ipotek etmemeyi taahhüt etmişlerdir. Bölge ülkelerini İngiliz protektorası haline getiren bu anlaşma, 1861 ve 1892.de Bahreyn ile, 1899.da Kuveyt ile ve 1916.da Katar ile yapılmıştır. 

Bu parçalı yapı Batının amacına o denli uygundur ki, İngilterenin bölgeden İkinci Dünya Savaşından sonra çekilmiş olmasına rağmen, bölge ülkeleri aralarındaki rekabet dolayısıyla, Batı tarafından rahatlıkla yönetilebilecek ülkeler olma özelliklerini sürdürmüşlerdir. Batının yeni politikası, Fromkine göre, İngiliz egemenliğine imkân sağlayacak; parçalanmışlığından dolayı son derece zayıf ve birbirine yaslanamayan monarşilerden oluşan bir yapıdır. Bu yapı, günümüzde bile devam etmektedir. 

Söz konusu dönemde, Batının vaatleriyle Şekillenen yapıda, bölge halklarının Batı lehine tercihleri (Osmanlı ve Halife.ye karşı emperyalist güçleri desteklemeleri) de son derece belirleyici olmuştur. Örneğin, 23 Mayıs 1918.de Arap Milliyetçileri Komitesi.nin Osmanlı karşısında İngiltere ile işbirliğine yönelik kararları içeren protokolü, bu durumun kanıtlarından biridir. İngiltere Birinci Dünya Savaşı sırasında, Orta Doğu.da hâkimiyeti için pek çok devletin desteğini almak üzere, hepsine birbiriyle çelişen vaatlerde bulunmuş, ancak bu durumun sonunda en çok bölge halkları mağdur olmuştur. Orta Doğu topraklarını Osmanlıdan ayıran devletler, self determinasyon ilkesi bir tarafa, savaş sırasında verdikleri bağımsızlık sözünü de unutarak, manda formülüyle bölgedeki emperyalist uygulamalarını sürekli kılmışlardır. Hatta, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi.ne konu olan bir hükümle (12. madde), manda uygulaması hükme bağlanmıştır. Buna göre, “son savaşın sonucu olarak daha önce kendilerini yöneten devletlerin egemenliğinden çıkmış ve henüz çağdaş dünyanın güç koşullarında kendi kendine ayakta duramayacak halkların gelişimi için medeniyetin kutsal vasiliğinin oluşturulması ilke olarak kabul edilmiştir. ”10 

Batının ilgili bölgedeki hâkimiyet ini meşrulaştıran bu maddenin içerdiği söylem, geçmişte var olan ve günümüze dek de süren (gelişmemiş-uygarlaşmamış) Doğu - (uygarlaştırma ajanı) Batı anlayışına denk düşmektedir. 


A. Orta Doğu’nun Jeopolitik Çıkmazında Basra Körfezi Ülkeleri 

2.1 Jeopolitik Çıkmazın Basra Körfezi’nde Belirlediği Koşullar: 

Batılı Çıkarlar ve Varolma Mücadelesi 

1970.lerin başına kadar Basra Körfezine ilişkin hegemon devletlerin bakış ve politikaları, genel olarak, Orta Doğu politikasının bir parçası olarak sürmüştür. Ancak özellikle, 1971.de İngilterenin bölgeden çekilmesiyle, ABD, bölge ile ilişkilere çıkarları bağlamında özel bir önem atfetmiştir. 

“İngilterenin 1971.de bölgeden tamamen çekilmesiyle beraber, İran, Irak ve Suudi Arabistan hemen hemen eşit güce sahip devletler olarak sistemin temel aktörleri durumuna gelmişlerdir. Bu devletler özellikle 1970 lerde petrol fiyatlarındaki hızlı artıştan sağladıkları gelirlerle, kapasitelerini önemli ölçüde 
arttırmışlardır.”11 

Bilindiği gibi, özellikle 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi.yle birlikte enerji kaynakları önem kazanmış; enerji kaynaklarına sahip olma, taşıma güzergâhlarını denetim altında tutma yoluyla yön verilebilen enerji politika ve stratejileri, uluslararası politikaların oluşumunda son derece belirleyici olmuştur. Çünkü, ülkelerin varlıklarını sürdürebilmelerinin temel koşulu, refah düzeyini, ulusal ve uluslar arası enerji kaynaklarını denetim altında tutmayı başararak sürdürülebilir kılmaktır. Bu durumda, enerji kaynaklarının yoğunlaştığı bölgeler, temel hedef haline gelmiştir. 

Çünkü, “ Hızla artan dünya nüfusunu çağın gerektirdiği imkânlardan faydalandırmak, insanlığın doğal gelişim sürecini kesintisiz sürdürebilmek 
ancak ve ancak yeterli enerji sağlamak ile mümkündür. Diğer taraftan, milletlerin kendi aralarındaki varolma ve egemen olma yolundaki mücadeleleri 
enerji kaynaklarının kontrolünü ve enerjiyi en etkin ve ekonomik şekilde kullanma gayretini bir yarış hatta bazen bir savaş haline getirmektedir… 

Dünyada ekonomik kalkınmayı destekleyecek yeni bir enerji kaynağı bulamadığı sürece, uluslararası ilişkilerde stratejik önemi ile bu ilişkileri belirleme de etkin bir rolü olan petrole ve bu ana kaynağa sahip olan petrol ulaşım yollarını kontrol eden ülkelerin jeopolitik ve jeo stratejik olarak önemlerini korumaya devam edecekleri ve oynanan oyunun büyük oyuncuları olacakları Şüphesizdir.”12 

2009 Şubat ayı verilerine göre, dünyada kanıtlanmış 1 trilyon 237,9 milyar varil ham petrol rezervi vardır. Dünyada kanıtlanmış ham petrol rezervlerinin yüzde 55.5`i Orta Doğu`da bulunmaktadır. Büyük bölümü Basra Körfezinde yer alan Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman, Yemen, Suriye, Bahreyn, Lübnan, Ürdün ve İsrail`i içine alan bölge, 745.998 milyar varil kanıtlanmış ham petrol rezervinin yatağıdır. 

Kanıtlanmış ham petrol rezervlerinin 266,7 milyar varili Suudi Arabistan`da, 136,1 milyar varili İranda, 115 milyar varili Irak.ta, 104 milyar varili Kuveyt tedir. Beşinci sıradaki Birleşik Arap Emirlikleri`nin 97,8 varil ve Katar`ın 15,2 milyar varil ham petrolü vardır. Burada, Körfez ülkelerinin büyüklük lerinin çok ötesinde bir güce kavuşturan ham petrol rezervlerinin boyutları net Şekilde görülmektedir. Körfez ülkelerinin rezerv durumunu ve bu anlamda önemini vurgulamak bağlamında, dünya gücü olarak kabul edilen dev ekonomili ülkelerin de ham petrol rezervlerine bakmakta yarar vardır. ABD`nin 21,3, Rusyanın 60,0, Çin`in 16,0, Brezilya`nın 12,6, Meksika`nın 10,5 milyar varil kanıtlanmış ham petrol rezervi bulunmaktadır.13 

Dünya enerji haritasında Orta Doğu kapsamında, özellikle Basra Körfezi.nin yerini görebilmek için, Üşümezsoy un aktardığı 2006 verilerine de göz atılabilir. 2006 verilerine göre, günümüz dünya petrol üretimine baktığımız zaman, günde yaklaşık 86 milyon varil petrol üretildiği görülmektedir. 





Tablo-1: ORTA DOĞU’DA KANITLANMIŞ PETROL REZERVLERİ 14 

2006 yılı ile hesapladığımız zaman bu miktarın 9.2 milyon varilini Suudi Arabistan üretmektedir. İran 4 milyon varil, Irak 1.8 milyon varil, 
Birleşik Arap Emirlikleri 2.3 milyon varil, Kuveyt 2.1 milyon varil üretim yapmaktadır. Bu bölgedeki diğer ülkeleri de hesaba kattığımız zaman, günde 
24 milyon varillik üretim ortaya çıkmaktadır. Katara baktığımız zaman 5 milyar varil tüketilmiştir ve 33 milyar varil kalan petrol rezervi söz konusudur. 

Bu boyutuyla bakıldığında, Basra Körfezi.nin kuzeyindeki ve güneyindeki çevrede yaklaşık 700 milyar varillik petrol rezervi söz konusudur. Bu da kalan 
tüm petrol rezervinin yüzde 82.sinden fazlasını oluşturmaktadır. 

Dahası, genel olarak Orta Doğu, özelde ise Basra Körfezi ülkelerinin dünya enerji kaynakları haritasındaki hatırı sayılır yeri sadece petrolle sınırlı değildir. İlgili coğrafyada, doğal gaz da önemli oranlarda bulunmaktadır. Söz konusu enerji kaynağı da, doğal gaz rezerv üretim oranının petrolden çok daha uzun ömürlü olduğunun belirlenmesiyle tüm dünyanın ilgi odağı olmuş ve kendisine sahip az gelişmiş ülkeler için güç sembolü ve siyasi mücadele aracı haline gelmiştir.16 

Dünya enerji kaynakları dağılımına göre, Orta Doğu bölgesi, doğal gaz rezerv lerinin yüzde 41.5.ine17 sahip bulunmaktadır. Dünya doğal gaz rezerv /üretim oranı altmış bir yıldır. Bu oran petrol için ise kırk yıldır. ( Yani dünya doğal gaz üretiminin potansiyel üretim süresi daha fazla tahmin edilmekte dir ve bu süre Orta Doğuda en yüksek seviyededir ) Orta Doğuda yüz yıldan fazla, Afrikada seksen altı yıl, Eski Sovyet Cumhuriyetleri.nde seksen yıl, Güney ve Orta Amerikada yetmiş iki yıl, Kuzey Amerikada on yıl, Avrupa.da on sekiz yıl doğal gaz üretim süresi olacağı tahmin edilmektedir. 

Doğal gaz kaynaklarının Basra Körfezi ülkelerini öne çıkarır Şekildeki dağılımı ise aşağıdaki tablodan açıkça okunmaktadır. 

Tüm bunlar bağlamında, Orta Doğu özellikle Basra Körfezi Sanayi Devrimi hariç tutulacak olursa - dünya tarihini en çok etkileyen gelişme ve değişmelerin görüldüğü bir bölge haline gelmiştir. Bu sebeple, dünya hâkimiyetine yönelmek isteyen her devlet için Orta Doğu hâkimiyeti, en önemli ve vazgeçilmez adım olmuştur.18 Yukarıda Mahandan aktardığımız gibi, dünya imparatoru olmak için önemli deniz ticaret yollarına hâkim olmak da gerekmektedir ki, Basra Körfezi, bu yolların kesişme noktasıdır. Dolayısıyla, dünya hâkimiyetine yönelen devletlerin bu bölgeye yönelik egemenlik düşleri kaçınılmazdır. 




Tablo-2: ÜLKELER İTİBARIYLA DOĞAL GAZ REZERVLERİ (2009)19 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

25 Ocak 2017 Çarşamba

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 2


 Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, BÖLÜM 2




Bir gelişmişlik düzeyi var. 

Bunların böyle bir derdi yok en fazla arabaları için tüketiyorlar. Dolayısı ile bu bölge ürettiğini, dışarıya satıyor, dışarıya ödüyor. Bunun sonucunda ise 
ciddi bir ekonomik kaynak ortaya çıkıyor. Adamlar bir şey yapmıyor ama yıllık fiyatlar değişmekle beraber, yani bu körfez ülkeleri, bahsetmiş olduğumuz 
ülkeler hatta İran’ı dışarı koyarak hesaplıyoruz biz, orası 500 milyar dolarlık ki bahsettiğim gibi bu fiyatlar sürekli değişir. Şimdi ben sabit bir rakammış 
gibi bahsediyorum. Yani bir Suudi Arabistan’ın gelir 350 milyon dolardır. Yani toplamda ortalama bir şey diycek olursak 750 milyar dolarlık ham petrol 
satışı vardır. Doğalgazı ekledin mi, 1 trilyonun civarında nakit para vardır. Ve nakit, petrolü satıyorsun, eline para geçiyor. Bu çok mu önemli? Bunu özellikle 
buradaki nüfus yapıları ile birlikte düşündüğünüz vakit önemli oluyor. Mesela bizde şöyle bir yargı vardır; Katar’ıda, Kuveyt’ide biliyoruz. 

Bugün Katar diye sözünü ettiğimiz ülkede her doğan çocuğun hesabına 25 bin dolar hesabınızda bulunuyor. Eğitiminiz yurtdışı, ücretsiz, sağlığınız ücretsiz, 
verginiz ücretsiz. Bu bölgede boykot falan yapmanıza gerek yok. Netice itibari ile 450 binlik bir ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkeye baktığınız vakit doğal gaz kaynakları, dünyadak en büyük doğal gaz kaynakları Rusya Federasyon devleti topraklarına ait. 2. Olarak İran’a ait. 3. ülkede Katar’dır. 

Yani 450 bin kişilik bu topluluk dünya doğal gaz kaynaklarında 3. sırada yer alıyor. Yalnız son 4-5 yılda doğalgazdan kaynaklanan, 2010’uda sayacak olursak tabiki 110-120 milyar dolardır. Yalnızca doğalgazdan elde ettikleri gelirdir. 450 bin nüfuslu bir devletten bahsediyoruz. 

Bunun yanısıra petrol kaynaklarına baktığımız vakit. Tüm Avrupa kıtasının sahip olduğu petrol kaynakları Katar kadardır. Şimdi Katar neden önemli; çok ciddi ekonomik kaynaktır, dünya için düşündüğümüz vakit, diğer yandan Kuveyt’e bakalım; bu ülkede 3 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. 

Yerli nüfusun %55 ila 60 arasında olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla 1 buçuk milyonla 2 milyon arasındaki bir ülkeden bahsediyorsunuz. 

Bu ülkenin toplam ekonomik değeri, petrol var bu bölgede doğal gaz çok sınırlı, daha araştırmalar yapılıyor ama daha fazla petrolde çıkmayabilir, ama 100 
milyar varilin üstünde bir petrol rezerleri bulunmaktadır ülkede. Ve bu ülkeyi düşündüğünüz vakit, onun dışında diğer ülkeler içinde geçerli olan bir durum var ki; bu nakit paralar, başka ülkelerdeki borsalara, ordaki bankalara, hisselere gidiyor. Bugün dünyadaki, birçok hisse mesela İtalya’da ki büyük bir bankanın hisselerine gidiyor. Bu ülkelerin tümüne baktığımız vakit, Bahreyn problemli bir yer zaten onun petrol kaynakları yok. Birleşik Arap Emirlik’lerine bakıyorsunuz, bu bölgede siyasal sisteme baktığınız vakit, gevşek eyalet sistemi üzerine kurulu, bu petrol kaynakları iki vilayette vardır aslında tek vilayette sayılabilir. Yalnızca 3- 4 milyar varil petrol vardır. Burasi siyasal sürecin merkezi olmakla birlikte, diğer vilayetlerde kendi içlerinde özerktir. Birbirlerinin iç işlerine müdahale edemez. Bu ülkeye gidildiği vakit; muazzam gelişmiştir. Birleşik Arap Emirlik’lerini düşündüğümüzde yedi ayrı vilayet olduğunu bilsekte siyasal sistemlerinden dolayı çok farklı değil hatta tek devlet olarak düşünüyoruz değil mi ama oraya gidince mesela Dubai’ye gittiğimiz vakit, bu bölgede sadece zenginler yaşar, onlar çalışmazlar, devlet herşeylerini karşılar ve ordaki nüfusun %90- 95i yabancıydı. Bir emirlik düşünün nüfusunun %95i yabancı %5 i yerli ve dünyada ekonomik önemli bir güç. Abudabi’ye bakıyorsunuz gelişmiş bir bölge. Ekonomik olarakta çok gelişmiş bir ülkede nüfusun %75 i yabancı, %25 i yerli ve toplam 96 milyarlık petrol rezervi var. Bu nedenle merkez bunların elinde, diğerleri de yabancı ve çok gelişmiş. Daha dışarda olan diğer eyaletlere gttiğiniz vakit ise ekonomi daha düşük, arap kadınları taksicilik yapıyor. Bu nedenle yedi eyalet ekonomik olarak bağımsız olan yönetimlerin siyasal olarakta birbirlerinin iç işlerine müdahale hakları yoktur. Birbirinden çok farklı yapılar var. Buradaki 
sistemlere baktığınız vakit, rejimlerde bir tek tipleşme görüyoruz. Rejimlerin tek olduğunu görüyoruz. O da ya emirliktir ya hanlıktır. Körfez İşbirliği Konseyi 
üyelerinin ortak özelliği yönetimlerinin monarşik olmasıdır. Yani belirli bir ailenin elinde durma-sıdır. Suudi Arabistan’da Suud ailesi gibi, doğrudan 
Suudi ailesinin ülkesi deniyor. Artık Suudi Arabistan diye bir ülkeden bahsedemeyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi her kavrama bakmamız gerekir. Suudi Arabistan Suudların kurmuş olduğu ülke. Sonra Kuveyte bakıyorsunuz Elsabh ailesi, Katara bakıyorsun Tahan ailesi, Bahreyne bakıyorsunuz Elabahan 
ailesi ve bunlar günümüze kadar buradaki yönetimleri kendi ellerinde tutan ailelerdir. Bazen amcaoğlu çocuğu gelebilir. Bazen amcaoğlu çocuğu 
gelebilir. Ama bu ailelerin dışına sarkmıyor rejimler. Belirli bir soy ağacından gidiyor. Hani babadan oğula gitmesi önemli değil. Bazen amcaoğluna, amcaoğlunun çocuğunada gidebilir veya onlar darbe ile yönetimi alabilirler. Ama bir ailenin elinden çıkmıyor. Ve bunların en büyük ortak özelliği; bir ara 
bir arap gazeteci diyordu işte, Yemen Devlet Başkanı demiş ki “Beni de Körfez İşbirliği Konseyine alın.” 

Dolayısı ile ortak özelliği bu Körfez İşbirliği Konseyi dediğimiz ve Irak’ı, İran’ı dışarıda tutan yapıdır. Kuveytten başlıyorsunuz Suudi Arabistan, Katar, 
Bahreyn, Umman’a kadar ortak özellik, hatta Ürdün’ü de içine katarak, hatta Suriye’yi de içine katarak çünkü Esad’dan sonra yine Esad ailesinden biri geldi. Ama rejim cumhuriyet o farklı bişey. Temel özellik monarşik yapıya sahip olmaları. Buradaki anayasalarda monarşik. Anayasayı zorla ele geçiriyor, 
düzenliyor. Buradaki temel özellik sistemin monarşik, geleneksel, muhafazakar o ailenin iktidarını koruyan yapıda olmasıdır. Belirli 5- 6 aile dünya ekonomisinde ciddi şekilde, enerji kaynaklarını denetleyen aileler olmaktadır. Ve bu aileler, petrol ihracatı, hammadde, petrolde bir hammadde ama doğal gazı hammadde olarak düşünmeyin. Petrolün rafine edilmesi vardır. Bunun taşınması vardır. Petrolü yerin altında buluyorsunuz, teknolojiniz varsa çıkartıyorsunuz. Yoksa yardım alıyorsunuz. Onu çıkarttıktan sonra taşıyorsunuz. Ya boru hattı ile çekiyorsunuz ya da denize yakın bir noktaya kadar boru hattı dışında bir ihtimal yok zaten. Denize kadar taşıdıktan sonra tankerede taşıycaksınız. Sonra rafineriye götürüceksiniz ya kendi kapasiteniz imkanınız vardır ki Arap ülkelerinin genel olarak kapasitesi düşük, Amerika’da, Japonlarda vardır rafineri, bunlarda ise yoktur. Taşımacılık %4- 7 dir buradaki taşımacı olan ülkelerin payı ve en son piyasaya, bugün buradan çıktığınız vakit, arabanız varsa bir benzinliğe gidiyorsunuz shell opet v.b. gibi. O aşamaya kadar gelen aşama ne kadara mal oluyor, maliyeti? Bu paranın bir kısmını ham petrol üreticilerini alıyor ise diğer kısmını diğer ülkeler, farklı noktalara taşımacılık v.s yöntemlerle ele geçirdikleri ni görüyoruz. Dolayısı ile bu ülkeler çok önemli, dünya ekonomisi için çok önemli, bu liderler dünya politikaları için çok önemli kendi başlarına istedikleri politikaları gösterebiliriz diyemeyiz. Ve siyasal yapılarına baktığımız vakit, bu ülkelerden Irak ve İran’ı dışarda tuttuğumuz vakit, monarşik, emirlik, krallık diyebilceğimiz, yani bir soyda yönetimin sürdürüldüğü, yapılar olarak karşımıza çıkıyor. 

Körfez ülkelerinde teknoloji yok ve diğer devletlerde vermiyorlar. Ya bizle ortak olursun diyorlar, %51 veya 50 sini ben alırım diyorlar. İşletmesini veya benzeri ni ben alırım diyorlar, Vermiyorlar teknolojiyi. Yapamıyorda devlet çünkü gerçekten yüksek teknoloji gerektiren şeyler bunlar. Ya bu teknoloji işi her kime satarsanız satın, yüksek teknolji gerektiren şeyler çünkü petrol alıyorsunuz, işletiyorsunuz, yani araştırıyorsunuz, parçaları var bunların, onları  araştırıyor sunuz. En son tüketiciye gelece noktaya taşıyorsunuz. Bu gerçekten yüksek teknoloji işi ve birçok ülkede de mühendislik bölümleri var, bizim ülkede de var ama teknolojiya sahip olmak malesef zor. Bunlar ilk petrolü bulmuşlardı belkide 1859’larda gerçi ondan önce Baküde falan, petrol kullanılmıştı ama bu içten patlamalı motorlarda nasıl olsa kullanırız noktasına geçmemişti. Dolayısı ile bu teknolojiyi onlar yarattıkları için hem çok iyide paralar kazandıkları için vermiyor lar. Ama buna rağmen Japonlarda, orada burada var ama hiç bir tanesi gerçekten ABD teknolojisi gibi değil. Yani ABD’liler bu işi iyi çözmüşler iyi geliştiriyorlari, iyi götürüyorlar. Her neyse siyasal rejimler monarşiktir. Buradaki toplumsal yapı farklı, siyasal yapı benzeşiyor, ekonomik yapı benzeşiyor ama her ülkede ben-zeşmiyor tabi ki örneğin Irak’a çıktığımız vakit, çok farklı bir tabloyla karşılaşabilirsiniz, yani 19 Mart 2003 yılına kadar Baas dediğimiz Sünni Araplığı, her ne kadar sistem Baascıysa da sistem her ne kadar sosyalist değerleri ön plana çıkartsa da buradaki toplumsal yapının, siyasal sistemi kontrol etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani buradaki toplumsal yapı, belirli Sünni kabileleri siyasal sitemlerini kendi denetimleri altına alması ve diğerlerini dışlaması ile sonuçlanıyor. İki büyük aile İbrahim ve Maliki aileleri, başta Şiiler ve Kürtler olmak üzere siyasal sitemi kendi gözaltlarına alıyorlar. Üçüncü sırada da Sünni Arapların, sistemle barışık olmayan kabilelerin sistemin içine girmesini sağlıyorlar. 

Bu yapı bir dönemeç mi, değişim mi geçirdi. Örneğin en çok tartışılan ülkelere ve yapılara geldiğimiz vakit, Bahreyn’dir. Bahreyn köken olarak tatardır. 

1787’li yıllarda Bahreyn’e geçmişler ve buranın kontrolünü ele geçirmişlerdir. İran’ın sayesinde almışlardır. Ondan önce Osmanlı ile İran arasında, iki bayrak varmış, İran tarafına bakan kısmında İran bayrağı, Arap kısmına bakan tarafında ise Osmanlı bayrağı varmış. 2 ayrı bayrak dalgalanıyor. Osmanlıya bağlı çünkü vergi veriyorlar Osmanlı ailesine ama aynı zamanda İran’la da iyi ilişkilere sahipler. Burada yaşayan toplumsal nüfusun %65 ya da 70’i Şii olmasına rağmen, 1780’li yılların başında bu bölgeye Sünni ailesi geliyor yerleşiyor, o günden bugüne kendi kontrolü altına alıyor. 

Bahreyn denilen bölgede nüfus ırk itibari ile mezhepsel itibari ile köken itibari ile, Arap bir kısım Farsi ama çoğunluk Arap çünkü islamiyetle birlikte bunlar bu bölgeye geçince burayı Müslümanlaştırınca aynı zamanda bu bölgeye yerleşmişlerdi, sonra bu topluluk Şiiliğe geçiyorlar, ve dolayısıyla uzunca 
yıllar burada Şii yönetimler hakim olmuş, Şii yönetimler kurulmuş. Sonra Hanif ailesi 1780’lerin başında, Hanif ailesinin kökeni, El hanife aslında Katar çıkışlıdır. Kuveyt’e gitmiştir, padişah dönemi İranlılar gelince, bunlar bu bölgeyi boşaltıp, Kuveyt’e yerleşmişlerdir. Sonra Kuveyt’te Elsabh ailesinin üstünde olan bir ailedir. Bugün Kuveyt’i yöneten elsabr ailesinin amiri konumundaki aileydi her zaman. Daha da önemli bir aileydi Elhanif ailesi, Katara gelip oradan Bahreyn’e geçip oranın kontrolünü ele aldılar ki Bahreyn çok stratejik bir bölgedir, deniz ticareti yapanlarının tümünün en azından bu bölgeyi tarih boyunca stratejik bir derya olarak bildiğini bilmeliyiz ve Elhanif ailesi buradaki siyasal yönetimi ele geçiriyor. Sonra tabi İngilizler bu bölgeye girince, İngilizler özellikle 1820’lerden sonra, bu bölgeyi denetimi atına alınca, Elhanif ailesiyle iş birliği yapıyorlar, yönetim Elhanif ailesinde kalıyor, Sünni Arap aşiret, kabile ve böyle olunca da günümüze kadar gelen süre içinde bu aile burayı yönetiyor. İngilizlerin başta olduğu dönem ki bu 1971’lere kadar gelen bir dönemdir. Nüfuzun siyasi, idari, askeri ve ekonomik alandaki dağılımı %50- %50 gibi bir denklik var. Yani Şiilerle ve Sünnilerle birlikte, yerel yönetimlerde, ekonomik alanlarda, idari birimlerde teftiş ediliyorlardı. Ama İngiltere gidince bu oran düşmeye başladı. Yani bir 
ayrımcılık politikası, siyasal sistemi elinde tutan aşiret ve mezhep diğerlerini sistemin dışına itmeye başladı. Ve buna karşı bir tepkiler gelişti. Yani iktidar 
döneminde de olmuştu, 1930’larda da bunlar ayaklanmışlardı, 1934’te de ayaklandılar, dolayısıyla İngilizler nispeten burada bir denge kurmuştu. 

Bunları sistem içerisine entegre etmişlerdi ama İngilizler gidince bölgeden, Elhalif ailesi bunu rejime bir tehdit olarak gördü, ve bunları sistemin dışına 
itmeye başladı, 2010’lara geldiğimiz vakit Şiilerin %10 idari sistemin ve diğer sistemlerin içerisinde temsil edilmeye başlandı ve %90’ı sistem dışına 
itildi. O yüzden burada bir toplumsal istikrasızlık unsuru vardı. O da şuydu; buradaki toplumun bir kesimi ki önemli bir kesimi, sistemin dışındaydı. 
Bir tehdit unsuruydu sistem açısından ve hiç bir şekilde sistem içerisinde temsil edilmesine yol açmadı. Bunlar bir dönem uzunca bir süre isyan ettiler; 
meclis kurulması karar verildi. Yani bir danışma kurulu, bir de seçimle gelen bir kurul oluşturuldu ama öyle bir oran oluşturdular ki hiç bir zaman seçimde Şiiler 17 (toplam 40 milletvekili var) veya 18 parlamenteri geçebilecek sayıda oy alamıyorlar. Çünkü seçim bölgeleri belirleniyor, Şiilerin yaşadığı 11 şehirlik bir bölgede 1 parlamenter çıkıyorsa, aynı Sünni bölgesinde 100 kişi 1 parlamenter çıkarıyor. Seçimse seçim, ne yapılabilir seçim kanunu böyle deniyor. Adaletin kestiği parmak acımaz deyip Şiileri kandırmaya çalışıyorlar ama Şiiler durmuyor ve bugün Bahreyn’de yaşanan krizin arkasında Şii olan kısmın siyasal ekonomik hakları, burada devlet size ev almanız için izin veriyor, devlete başvuruyorsunuz ev almak için, bir Şii başvurduğu zaman 5-6 yıl bekliyor, bir Sünni başvurduğu zaman 17 gün en olmadı 1 ay içerisinde ev alabiliyor. 

Onun dışında nüfus dengesini bozmak adına, diğer ülkelerdeki Sünnilerin ki bunların rakamlarının önemli olduğunu söylüyorlar, göç ediyorlar ve böylelikle denge sürekli olarak Şiiler aleyhine bozuluyor ve böylelikle de bölgede ciddi bir istikrarsızlık durumu var. 

Bu sorunun birde bölgesel etkileri de var tabi. Diğer bölgelere baktığımızda da benzer sorunlar var, mesela Suudi Arabistan’a baktığımız vakit; tarihsel 
olarak toplumsal olarak, ekonomik olarak farklı bölgelerin birbirine entegre edilmesi ile ortaya çıkartılmış, çıkmış bir devlet. Hangi toplumsal gruplar 
vardır; mezhepsel itibari ile baktığımız vakit, Suudi Arabistan doğusu ki bugün doğu vilayetleri olarak geçen bölge Şiilerin etkili olduğu hem siyasi hem ekonomik, hem de Osmanlı döneminden bu yana ayrı bir niteliği vardı, bu nedenle Necif vilayeti kurulurken Necif’in diğer vilayetlerden ayrı olduğu 
özellikle vurgulanıyor ki bakıldığı vakit 1913’e kadar olan dönemdir, Şii aydınlar; Şii halkından, Şii muhalifi durumunda oluyorlar. Osmanlı dönemini en altın yıllar olarak nitelendirirler çünkü Osmanlı bunların varlıklarını kabul etmiştir. Ve onların varlıklarını yaşamalarına izin vermişlerdir. O nedenle dini, ekonomik ve siyasi olarak geliştikleri en önemli dönemler olarak tarihe geçer. Ama 1913’ten sonra tekrar Suudi yönetimi altına geçiyorlar ve böylelikle bunların varlıklarını yok edici bütün politikalarda hayata geçiyor. Siyasal alanda, idari alanda, ekonomik alanda, bunları deşifre edici, dışlayıcı, ayrıştırıcı politikalar izliyorlar ve daha tutucu bir yaklaşım seyrediyorlar. 

İkinci Bölge, Suudi Arabistan’la Yemen arasında olan bölgedir. Kapsadığı bölgede 3 önemli vilayet vardır; Cezril, Vecram ve bir tane daha vardı. 

Bu bölgenin nüfusu, baktığınız vakit ne Vahabi’dir ne de Sünni’dir. Bunlar Zeydi dediğimiz kesimi oluşturur. Yani bugün Yemen’in % 55’lik nüfusu Zeydi’dir. 
Yemen’in doğu kısmı Sa-ara Bölgesi dediğimiz kısım, yani başkentin üst kısımları Zeydi mezhebine bağlıdır ve bunlar Suudi Arabistan’la Yemen sınırının bir 
kısmında, İsmaili vardır bu bölgede, özellikle idris ailesinden. O sınır anlaşması tam olarak imzalanmadı, her zaman bir sorun kaldı aralarında. 

Bu bölgedeki toplumsal yapının tarihsel geri planını mezhepsel geri planını Suudlardan ziyade, Vahabilerden ziyade, Necdi kabilelerden ziyade, Yemeni 
kabilelere aittir. O nedenle burada da ciddi sorunlar vardır. Bu ikinci bölgedir, tarihsel olarak ayrıdır, mezhepsel olarak ayrıdır, ekonomik olarak ayrıdır. 

Üçüncü Bölge, Mekke-Medine bölgesidir. Mekke- Medine bölgesinin en önemli özelliği Osmanlı dönemi öncesi dahil olmak üzere, sonrası da dahil olmak üzere, burayı hep Şerif ailesine bırakmışlar, peygamber soyundan gelen şerifler burayı yönetmişler. Bu bölgeye, siyasal olarak Mısır’a, ekonomik olarak Suriye ve Mısır kısımlarına, etnik köken olarak Necbi kabilelerle bağlantıları var bir kısmı bu bölgeden çıkmaktadırlar, ama bütün Müslüman dünyasına hitap eden bir yapısı vardır. Daha entelektüeldir, daha burjuvazidir ekonomik olarak. Mısırdan yönetiliyordu, Riaya’dan falan yönetilmiyordu. 

Dicle dediğiniz, Mekke-Medine dediğiniz vakit burada, bu bölgeden yönetilmiyordu ve bunları hep Arap dağlı kabileler olarak görüyorlardı. 
Kendilerini ise daha soylu daha kentli olarak görüyorlardı, ekonomik olarak da böyle görüyorlardı. Onlar yerleşik hayattaydılar, ticaret yapıyorlardı 
ama Arap’tırlar. Kültür olarak bahsetmiyorum. 

Dolayısıyla 3. Bölge dediğimiz kısımda burasıdır. 

Aslında bir 4. Bölge daha vardır. 

Bu 4. Bölge tam net değildir. Suudi Arabistan bugün homojen bir ülke değildir. Çevrelerindeki Arap kabileleri de bağlılık olarak Suriye ve Irak’taki kabilelerle iş birliği içindedir. 

En büyük mücadelelerden biride Osmanlı’da o dönemde onlarla işbirliği yaparak göstermişlerdir. Suudi Arabistan ne mezhepsel olarak homojendir, 
ne tarihsel olarak ortak bir tarih, birlikte bir tarih bilinci yaratmışlardır. Ne ekonomik çeşitlilik olaraktamamen bir olmuş bir ülkedir. Bunların hepsi Suudi 
ailesinin bir başarısı olarak görülür. Bugün Suudi Arabistan’ın ortaya çıkmasında, Suudi Arabistan’ın politik stratejisi, askeri stratejisi, mezhepsel tuttuğu 
yol ve bunu ortaya koymasının bir başarısı olarak ben bunu görüyorum. 

Kuveyt’e gelecek olursak; Kuveyt’te bildiğiniz üzere Elsadr ailesinin denetiminde 
olan bir bölgedir. 

Soruya gelecek olursak; buradaki haritalar, buradaki ülkeler cetvelle mi çizildi? Veya buradaki ülke sınırları 1900lerden sonra mı oluşmuş? Hayır, bu ülkelerin 
sınırları kanla çizilmiş. Ve bu ülkelerin sınırları belirleyenlerde, bugün o ülkede bulunan insanlar olmuştur. 

Aslında bu bölgenin sınırları o kadarda düz değildir, gittiğinizde görebiliyorsunuz. Kuveyt’ten başlayalım; Elsabh ailesi yaşar, Elsabh ailesi 1600’lerin sonunda 
veya 1750’lerin başında bu bölgeye göç etmiş bir ailedir. Ondan önce Elhaid ailesi bu bölgedir. El Sabh ailesi Elhaid ailesine bağlı bir birim oluyor. 

Elhaid ailesi ise Basra’da, Şiilerle, İranlılarla çatışan bir aile olarak karşımıza çıkıyor ve Basra körfezi Elhaid ailesine bağlı bir bölgedir. Ve bu bölgenin 
tümünü kendi içerisinde kapsar. Bu bölge Osmanlı öncesi dönemde, İslamiyetle birlikte ki İslamiyet öncesi dönemlerde de belirli kabilelerin etkili olduğu yerler ve alanlardır. Ama Elhaid ailesi ile birlikte Osmanlı bu bölgeye, Yavuz Sultan Selim ilk önce kuzeyden gidiyor, 1516’lı yıllarda, sonra1530’lu yıllarda, Irakiye Saavileriyle Osmanlı Irak’a geçiyor. Ondan sonra 1938’lerde Basra Körfezine geliyor ve buradaki ailelerde, Elhaid ailesi de, Basra körfezinin de bir şekilde Osmanlı denetimi altında olduğunu teyit ediyorlar. İşte burada yaşayan Kuveyt’i, tabi bu bölgede yaşayan Elhaid ailesiyle Osmanlı bu bölgeye gelince nispeten Basra körfezinde bunlar yaşıyordu ve Şii’iler, Kuveyt’te yaşayan grup ise Basra’da evleri, bağları, bahçeleri olmak ile birlikte, Elsabh ailesi ile birlikte üç aile idiler ve bu bölgeye yerleşiyorlar. 

Bu bölgede çalışıyorlar da. Özellikle Elhaid ailesi buradan ayrılıp katara geri gidince, Elsabh ailesi buranın yönetici ailesi olmaya başlıyor. Buranın yönetici ailesi olmaya başlayınca, 1800’lerin başından itibaren kendi Kuveyt sınırlarını ortaya koymaya başlıyor. Bu aşirete bağlı, temel sorun şu; aşiretlerin göçebe olmasından dolayı ortaya çıkan sorunlar var, yani size vergi veren aşiretler, 1 ay burada kalıp 2. Ay başka bölgeye gidince, siz aşiret temelli gittiğiniz için, aşiretin gittiği topraklarda sizin topraklarınız olarak geçiyor. Dolayısı ile tartışmalı bölgeler ortaya çıkıyor. Bugün hala çözülmemiş bölgelerdir bu tartışmalı bölgeler aslında, ama buna rağmen Elsabh ailesi kendi bu bölgesini denetimi altına alıyor. Elsabh ailesi zamanla Suud ailesi il çekişme, rekabet ve savaşlar yaşamaya başlıyor. Ve Kuveyt, Suudi Arabistan sınır bu iki aile arasında ama buna daha sonradan Katar’daki bir aile daha katılıyor, bu bahsettiğim ailelerin kökeni 400- 500 yıllıktır. Ve 400- 500yıldır bu aileler bu topraklarda, bu bölgelerde denetim kurmuşlardır. Bazen sınırları daralmış, bazen sınırları genişlemiştir, ama Kuveyt’i deyince Elsabh ailesinin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Ailelerin bağımsızlık tarihleri kaçtır ve kaç yüz yıllıktır. Amerika’nın tarihinden daha eski bir tarihe sahip bir ülkenin sınırlarından bahsediyoruz. Bunu bilhassa gözden kaçırmayalım lütfen. Burada en son Suudlarla yaptığı savaştan, mesela Bağdat burada karakol kuramıyor, Basra emri burada karakol kuramıyor, Osmanlının denetiminde olmasına rağmen İngiltere ile 1898’de anlaşma imzalıyorlar. Ondan öncede burası Osmanlı’ya ait, ama asla Elsabh ailesi Osmanlı’nın buraya bir karakol kurmasına izin vermiyor. Ve Osmanlı buraya karakol kurmuyor. 1913 İstanbul Anlaşması ile bunlar tamamen teyit ediliyor zaten. Dolayısı ile baktığımız vakit sınırlarda, bu kadar ciddi savaşlar oluyor. Suudlarla bir yandan Irak’la da netleşmiyor sınırlar. 1922’de hem Irak’la hem Suudlarla tartışmalı dediğimiz bölgeler oluşmuş savaşlar sonuçlarında tam netleşmeyince buranın sınırları, araya İngilizler giriyor. Aslında bunlar savaştılar ama tam paylaşamadılar, yapamayınca da araya İngilizler giriyor, bunları uzlaştıramayınca tartışmalı bir bölge bırakıyorlar aralarında ve sınırı öyle ortaya koymaya çalışıyor. Her ikisi de buna razı oluyor dolayısı ile bir Kuvvet’in sınırı cetvelle çizilmemiş. Burada iki ülke burada savaşmış sınırları için ve tarihsel olarak da bir sınırı vardır. Ve Basra vilayeti her ne kadar Kuveyt’in Bafra vilayetine de bağlıysa da Elsabh ailesi gerçekten bu bölgeyi kendi başına yönetmiş, kendi kurallarını kendisi koymuştur. 

Osmanlı kaymakamlığı olmuş, unvanını almış ama Osmanlının buraya karakol kurmasına izin vermemiş. 

Diğer ailelerden Suudilerde bir anlamda Suudi ailesi Vahabilerle böyle bir ittifak kurdu; kız alıp verdiler derken aile iç içe girdi. Ve gerçekten verilen sözler 
tutuldu; siyasal işlere karışılmadı, tabi sonradan, Suudlar dinsel otorite haline geldi, hem dini hem siyasal otorite haline dönüştü. Ve böylelikle Suudi 
ailesi bu neşt dediğimiz bölgede yavaş yavaş yayılmaya başlıyor. 1800lerin başından itibaren bölgeyi kendi içerisinde hem doğudan hem batıdan bir yayılma takip ediyor. 


Soru: 
1700’lerden bahsettik, işte kabileler var dediğiniz ki daha öncesinde de varmış, ama şuan bir yerleşik düzen var iyi kötü... Yani 1600- 1700’lerdeki 
yapı yok kısıtlayamasak da en azından sınırlar değişmiyordu, her gün değişmiyor en azından ki değişeceğini söylediniz şimdi... Yani 1600- 1700’lerden 
beri bu Ortadoğu bölgesine en azından bahsettiğiniz ailelerden, aralarında eylemler oldu dediniz, bir takım anlaşmalar yapmaya çalışıldı dediniz. İçlerinde 
bu mezhepsel ayrılıkları yok etmek adına bir girişim yapmadılar mı? 

Veysel AYHAN: 
Yaptılar, yok etmeye çalıştılar. 

Soru: 
En azından 5- 6 aile bir araya gelip anlaşmada mı olmadı? 

Veysel AYHAN: 
Arap kültüründe şöyle bir şey vardır; Mesela Umman’a gelelim, Umman’da Elsaid ailesi vardır. Buradaki iktidara bakarsanız genelde, babalarını öldüren çocuklar yönetime gelmişlerdir. Yani mezhepsel birleşmeyi bırakın bir köşeye, yani yönetim üzerindeki mücadele bu şekildedir. Buranın sınırları da, yukarıda değindiğimiz gibi tarihsel olarak çizilmiştir ve daha gelişip İran’ın bir kısmını denetim altına almışlardır. Libya’nın bir kısmında denetimleri vardır. 

Soru: 
Şimdi şöyle bir şey var; burada Emeviler döneminde de, Abbasiler döneminde de, Asurlar döneminde de, Akadlar döneminde de federe diyebileceğimiz 
ve bu bölgedeki topluluklara kendi yönetimlerini kurdukları, mesela Asurlar çok güçlenince, merkezden bu bölgeye, zayıflayınca burada ki yerel adetleri 
ve yerel yönetimleri kabileler adına kuruyorlardı. 

Abbasilerde bu yönetim adına buraya giden valiler buranın yönetimlerini alıyorlardı ve dolayısı ile bu bölgedeki veya vali gitmiyor ise burada İslamiyeti 
kabul ediyorlarsa ki hani İslamiyet öncesi diyorsunuz ama İslamiyetin en büyük özelliklerinden biriside; Eğer İslamiyeti kabul ediyorsanız, kendiniz, İslamiyeti kabul ediyorsanız kendi yönetiminizi, İslama uygun olmak koşulu ile tabi ki kendi yönetimlerinizi sürdürün diyorlar. Yani İslamiyet onlara otoriter veya tamamen tek bir yönetim sergilemiyordu. Onlarında kendi yönetimlerini kurması, kendi yönetimlerini sürdürmelerine izin veriyordu. 

Bu ayrıcalıkları kabul ediyordu. Aşiretler, Abbasiler döneminde vardı, ondan sonrada vardı bugünde var ve bunun en büyük özelliği aşiretçiliğin en büyük 
özelliği bağımsız olması, bağımsızlığa çok büyük önem vermesi, zaten göçebe olmasının en büyük nedenlerinden biride belki de oturmayı kabul etmiyor 
yerleşik düzene geçmiyor. Yerleşik toplumlar üzerinde kendi devletini, kendisi kuruyor. 

Veysel AYHAN: 
Bu politika yani ben şöyle açıklayayım, Ortadoğu’nun en büyük, en önemli özelliği, önemli bir nüfus barındırıyor. Bununla birlikte imparatorluk siyasal kültürüne ve inşasına sahiptir. İmparatorluk siyasal kültürü içerisinde, farklı grupların yaşadıkları bölgedeki özerkliklerine, siyasi, ekonomik özerkliklerine tabi imparatorluk doğası gereği bunu yapmak zorunda tanıyordu ve dolayısı ile bunların neden olmasına gerek yoktu. O günün koşullarında imparatorluk vardı. Kim vardı mesela; biraz önce bahsedilen tarihten başlayalım günümüze kadar, Emeviler, Abbasiler var, devam ediyorsunuz, Eyyübiler var, devam ediyorsunuz, Memlüklüler geliyor. Devam ediyorsunuz, Osmanlılar geliyor. Devam ediyorsunuz İngilizler parantez içinde geliyor. Ve bunlar dolayısı ile o dönemden günümüze kadar o bölgedeki siyasi otoriteyi kullanan ailelerdi. Bu sınırlar içerisinde, bu siyasal otoriteyi kullanıyorlardı. 

İmparatorluk üst çatısı çökünce, bunlar yukarı çıkıp devlet oldular. Yani şöyle düşünebiliriz; Su ile kaplı bir alan düşün adalar var, parçacıklar, Suyla kaplı olduğu için imparatorluklar vardır Suyu boşalttığınızda ise bunlar üste çıkıyor ve devlet oluyor. Bir imparatorluk gelse tekrar üst bir kimlik, şemsiye olsa, bunların varlığı yok olmayacak bunlar gene var olacaklar. Yani bunları kimse ortaya çıkartmadı, bu sınırları kimse yaratmadı, bu haritayı İngilizler, Amerikalılar yapmadı. Bunlar vardı. Osmanlı’dan öncede vardı. Osmanlı döneminde de vardı. Bugünde var. Yarında olmaya devam edecek. 

Soru: 
Bu dönemden sonra bağımsızlığını ilan eden o bölgedeki devletler? 

Veysel AYHAN: 
Suudi Arabistan zaten bağımsızdı, Umman bağımsızdı. Yemen bağımsızdı. Kuveyt 1961’de bağımsızlığını ilan etti ama özel manda anlaşması vardı. 
Irak’ın zaten ayrı bir tarihsel gelişimi vardı. Burada Gata, 7 emirlik ve Kuveyt 1960’larda ne olacağı belirsizdi. İktidar ben çekileceğim dedi. Kuveyt zaten 
1961’de bağımsızlaştı. Burada 8 emirlik vardı, ayrı bir birimi vardı. Suud çekilecekti. Ve bu 8 emirlik ortaya çıkacaktı. Ayrı bir devlet mi kuralım, birlik mi kuralım tartışması yaşandı. Kuveyt’te bunun içerisindeydi. Kuveyt öncelikli bende varım dedi. Sonra bağımsız olmaya karar verdi ve gerçekten bağımsız 
oldu. Bu 7 si ise birlik dediğimiz; Birleşik Arap Emirliklerini kurdu. Hepsi bir araya geldi, hepsi ayrı bir öz yönetime sahip, hepsinin başında ayrı aileler var. Bugünde böyle, o dönemde öyle, bundan öncede böyleydi. Mezhepleri ayrıydı. Birbirlerine bağlı değil, aileleri ayrı. İngiltere çekileceğim dediğinde; siz isterseniz emirlik kurun daha ayakta kalırsınız dedi. Onlarda tartıştılar, uzlaştılar, kendi içerlerinde bir birlik kurdular. Ama bütçeleri ayrıdır. Bir konseyleri vardır. Başında da Ebudabi durur. Ama bütçeleri ayrıdır diğer yönetimleri ayrı. Her şeyleri ayrıdır. Yalnızca öylesine sözde, yani küçük bölgeleri geçiyorsunuz bir yere geldiğinizden 4 km. geçince başka bir eyalete geçiyordunuz. Sonra bu eyaletin başka yerde başka toprağı vardı çünkü oraya eskiden vergi veren aileler başka yere yerleşmişlerdi. Yani toparlayacak olursak; Basra Körfezi dediğimiz alan uluslararası hukuk ilkeleri itibari ile düşündüğümüz vakit, İran Körfezi’dir. Kendi içerisinde toplumsal düzeni homojen olmayan, heterojen olan bir yapıya sahiptir. Heterojen yapı bir anlamda aynı zamanda mezhepsel ve etnik heterojenliği de içeriyor. Bunun en büyük özelliği, özelliklede Asya Pasifik’ten olan Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden, ciddi anlamda yabancı göç almasıdır. Dünyanın ekonomik üretim merkezidir. Ayrıca enerji kaynaklarının en fazla yoğun bulunduğu dünya sıralamasında 1. Bölgedir. Yaşamsal öneme sahiptir. Yaşamsal çıkarları bulunduran bir bölgedir. Nüfus dengesi, nüfus oranı çok düşüktür. 

Tüm Basra körfezi, Irak ve Suudi Arabistan çıkar, Irak ve İran’ı çıkardığımız vakit, 35 ile 40 milyon arası bir nüfustur ama maksimum 40 milyondur. 

Dünyanın en önemli enerji kaynakları bu bölgede bulunur. Yani Türkiye’ye oranın iki katıdır. Ve ciddi toplumsal istikrarsızlık unsurları vardır. Bunların temel nedeni bazı gruplarınki o gruplar ya mezhepseldir ya ideolojiktir mesela Baas bunlar için sosyalist değere sahip rejimdir ve tehdittir. Bunla ilgilide zaten mücadele ettiler. İran Şiiliktir. Ve kendi ülkelerindeki Şiiliği provoke ediyor. Onları canlandırıyor ve siyasi hayatta sürekli öne koyuyor diye onları bir tehdit unsuru olarak görüyor, görmeye devam ediyor ve bugün Bahreyn üzerindeki çekişmelerden 2 tanesi bir tanesi Suudi Arabistan bir tanesi İran ve nüfusun %65’i Şii, İran Şiileri destekliyor, siyasal iktidara geçirdi iddiası var. Suudlarda o bölgedeki Suudi aileleri destekliyor ve desteklemeye devam ediyor. Askeri anlamda da desteklemeyi sürdürüyor. 

Irak konusu işlendiğine göre, o bölgeye girmeye gerek yok. Ama Irak çok önemli bir şey; Irak Osmanlı döneminde 3 ayrı vilayeti. Bunu birleştirmeye çalıştılar. 
Her bir birleştirme ciddi dirençleri meydana getirdi; yani sitem içerisinde Şiileri ve Kürtleri, Bağdat merkezi yönetimi içerisinde almaya çalışmak, ciddi dirençleri meydana getirdi. Şiiler başka yerde ayaklandılar, Kürtler başka yerde ayaklan dılar. İran bu işin içerisine girdi. En son bu tür istikrarsızlık unsurları 2003 müdahalesine kadar geldi. 2003 müdahalesinde rejim mezhepsel ve erklik olarak ters düz oldu. Bu sefer dışarıda kalan çemberin içine geldi, çemberin içinde olan çemberin dışına çıktı ve orduda bir çekişme, bir sancı yaşanıyor. Onu nasıl sonuçlanacağını hiç kimse tarih bize nasıl olsa gösterecek diye yaşansa da, yaşanmasa da... 

Soru: 
Osmanlı döneminde, bu kadar mezhepsel çatışma var mıydı bu bölgede? 

Veysel AYHAN: 
Bazı bölgede vardı bazı bölgede yoktu. Osmanlı döneminde sükunet, huzur barış, istikrar, savaş olmadığı dönemler diyebiliriz. Çok ciddi kavgalar 
olaylarında yaşandığı çok ciddi çatışmalarında yaşandığı dönemler oldu. Ama imparatorluk ne kadar güçlüyse, gruplar arasındaki çatışmada o kadar azdı. 

Soru: 
Yani mezhepsel karışıklıktan çok etnik karışıklıklar mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel karışıklıklarda vardı. Hepsi vardı. Mezhepsel vardı, aşiretsel vardı. Şiiler ve vahabiler arasında sonra bazı diğer gruplar arasında; zenciler, 
Sünniler arasında... Yani bu Ortadoğu’nun realitesi, gerçekliği, sürekli birbirleri ile hareket eden çatışan uzlaşan dinamikler. 

Soru: 
Acaba bu dönemde de mezhepsel çatışmalarda var mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel var. Mezhepsel çatışmalar başından itibaren var. Ve devam etti. Bitmedi. O yüzden yapılması gereken şey; mikro düzeyde bu bölgeyi tanımak. 
Mikro düzeyde tanıyamazsan, makro düzeyde analizler yapamazsınız. O nedenle Genel analizleri bırakın; örneğin AB’nin Ortadoğu politikası, nedir AB’nin Ortadoğu politikası ile kastı; Azerbaycan mı tam olarak neresi? Spesifikleştir mek, ayrıntılara girmek gerekir. Mutlaka ayrınıtya inin. Yapılması gereken 
şey; genel politikalardan vazgeçip, ayrıntılara inmek. Ayrıntı bilmiyorsak, inemiyorsak da yapabilecek bir şey yoktur. 

Soru: 
Irak ile İran’daki sınır bölgelerde bulunan spesifik etnik gruplarda yerleşik olanları mesela kimlerdir? 

Veysel AYHAN: 
Şii Arap onlar. Mahabbattan merkez alarak içe doğru biraz gidilir ise ve Urmiye Bölgesini de içine alırsan; bu bölgede Kürtleri görürsün. Genel olarak merkezi Azerbaycan alır gidersen Azeri görürsün, Ama Tebriz’de Ermenilerde vardır. Bazı bölgelerde ise Araplar, Şiiler ve Kürtler kendi içlerinde dağınık yaşar ama o dağınık yaşadıkları bölgeden sonra ise Araplar yaşar. Irak ve İran arasında ise sınırlar belli,karışma olmaz. Onlar çok ciddi anlamda sorunlardır ve karışmazlar. Zaten bu konuda sorunları ciddi şekilde sürüyor. Bölgeye baktınız mı ikisi de Arap ikisi de Şii ama karışmazlar ikisinin de ayrı sınırları var. Ama çok daha rahat bu sınırlar artık, eskisi gibi değil. Eskiden Saddam döneminde o sınırda bir bataklık vardı, bu bataklığı oluşturdu kimse geçmesin diye. 



***