Abant İzzet Baysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abant İzzet Baysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2017 Çarşamba

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 2


 Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, BÖLÜM 2




Bir gelişmişlik düzeyi var. 

Bunların böyle bir derdi yok en fazla arabaları için tüketiyorlar. Dolayısı ile bu bölge ürettiğini, dışarıya satıyor, dışarıya ödüyor. Bunun sonucunda ise 
ciddi bir ekonomik kaynak ortaya çıkıyor. Adamlar bir şey yapmıyor ama yıllık fiyatlar değişmekle beraber, yani bu körfez ülkeleri, bahsetmiş olduğumuz 
ülkeler hatta İran’ı dışarı koyarak hesaplıyoruz biz, orası 500 milyar dolarlık ki bahsettiğim gibi bu fiyatlar sürekli değişir. Şimdi ben sabit bir rakammış 
gibi bahsediyorum. Yani bir Suudi Arabistan’ın gelir 350 milyon dolardır. Yani toplamda ortalama bir şey diycek olursak 750 milyar dolarlık ham petrol 
satışı vardır. Doğalgazı ekledin mi, 1 trilyonun civarında nakit para vardır. Ve nakit, petrolü satıyorsun, eline para geçiyor. Bu çok mu önemli? Bunu özellikle 
buradaki nüfus yapıları ile birlikte düşündüğünüz vakit önemli oluyor. Mesela bizde şöyle bir yargı vardır; Katar’ıda, Kuveyt’ide biliyoruz. 

Bugün Katar diye sözünü ettiğimiz ülkede her doğan çocuğun hesabına 25 bin dolar hesabınızda bulunuyor. Eğitiminiz yurtdışı, ücretsiz, sağlığınız ücretsiz, 
verginiz ücretsiz. Bu bölgede boykot falan yapmanıza gerek yok. Netice itibari ile 450 binlik bir ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkeye baktığınız vakit doğal gaz kaynakları, dünyadak en büyük doğal gaz kaynakları Rusya Federasyon devleti topraklarına ait. 2. Olarak İran’a ait. 3. ülkede Katar’dır. 

Yani 450 bin kişilik bu topluluk dünya doğal gaz kaynaklarında 3. sırada yer alıyor. Yalnız son 4-5 yılda doğalgazdan kaynaklanan, 2010’uda sayacak olursak tabiki 110-120 milyar dolardır. Yalnızca doğalgazdan elde ettikleri gelirdir. 450 bin nüfuslu bir devletten bahsediyoruz. 

Bunun yanısıra petrol kaynaklarına baktığımız vakit. Tüm Avrupa kıtasının sahip olduğu petrol kaynakları Katar kadardır. Şimdi Katar neden önemli; çok ciddi ekonomik kaynaktır, dünya için düşündüğümüz vakit, diğer yandan Kuveyt’e bakalım; bu ülkede 3 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. 

Yerli nüfusun %55 ila 60 arasında olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla 1 buçuk milyonla 2 milyon arasındaki bir ülkeden bahsediyorsunuz. 

Bu ülkenin toplam ekonomik değeri, petrol var bu bölgede doğal gaz çok sınırlı, daha araştırmalar yapılıyor ama daha fazla petrolde çıkmayabilir, ama 100 
milyar varilin üstünde bir petrol rezerleri bulunmaktadır ülkede. Ve bu ülkeyi düşündüğünüz vakit, onun dışında diğer ülkeler içinde geçerli olan bir durum var ki; bu nakit paralar, başka ülkelerdeki borsalara, ordaki bankalara, hisselere gidiyor. Bugün dünyadaki, birçok hisse mesela İtalya’da ki büyük bir bankanın hisselerine gidiyor. Bu ülkelerin tümüne baktığımız vakit, Bahreyn problemli bir yer zaten onun petrol kaynakları yok. Birleşik Arap Emirlik’lerine bakıyorsunuz, bu bölgede siyasal sisteme baktığınız vakit, gevşek eyalet sistemi üzerine kurulu, bu petrol kaynakları iki vilayette vardır aslında tek vilayette sayılabilir. Yalnızca 3- 4 milyar varil petrol vardır. Burasi siyasal sürecin merkezi olmakla birlikte, diğer vilayetlerde kendi içlerinde özerktir. Birbirlerinin iç işlerine müdahale edemez. Bu ülkeye gidildiği vakit; muazzam gelişmiştir. Birleşik Arap Emirlik’lerini düşündüğümüzde yedi ayrı vilayet olduğunu bilsekte siyasal sistemlerinden dolayı çok farklı değil hatta tek devlet olarak düşünüyoruz değil mi ama oraya gidince mesela Dubai’ye gittiğimiz vakit, bu bölgede sadece zenginler yaşar, onlar çalışmazlar, devlet herşeylerini karşılar ve ordaki nüfusun %90- 95i yabancıydı. Bir emirlik düşünün nüfusunun %95i yabancı %5 i yerli ve dünyada ekonomik önemli bir güç. Abudabi’ye bakıyorsunuz gelişmiş bir bölge. Ekonomik olarakta çok gelişmiş bir ülkede nüfusun %75 i yabancı, %25 i yerli ve toplam 96 milyarlık petrol rezervi var. Bu nedenle merkez bunların elinde, diğerleri de yabancı ve çok gelişmiş. Daha dışarda olan diğer eyaletlere gttiğiniz vakit ise ekonomi daha düşük, arap kadınları taksicilik yapıyor. Bu nedenle yedi eyalet ekonomik olarak bağımsız olan yönetimlerin siyasal olarakta birbirlerinin iç işlerine müdahale hakları yoktur. Birbirinden çok farklı yapılar var. Buradaki 
sistemlere baktığınız vakit, rejimlerde bir tek tipleşme görüyoruz. Rejimlerin tek olduğunu görüyoruz. O da ya emirliktir ya hanlıktır. Körfez İşbirliği Konseyi 
üyelerinin ortak özelliği yönetimlerinin monarşik olmasıdır. Yani belirli bir ailenin elinde durma-sıdır. Suudi Arabistan’da Suud ailesi gibi, doğrudan 
Suudi ailesinin ülkesi deniyor. Artık Suudi Arabistan diye bir ülkeden bahsedemeyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi her kavrama bakmamız gerekir. Suudi Arabistan Suudların kurmuş olduğu ülke. Sonra Kuveyte bakıyorsunuz Elsabh ailesi, Katara bakıyorsun Tahan ailesi, Bahreyne bakıyorsunuz Elabahan 
ailesi ve bunlar günümüze kadar buradaki yönetimleri kendi ellerinde tutan ailelerdir. Bazen amcaoğlu çocuğu gelebilir. Bazen amcaoğlu çocuğu 
gelebilir. Ama bu ailelerin dışına sarkmıyor rejimler. Belirli bir soy ağacından gidiyor. Hani babadan oğula gitmesi önemli değil. Bazen amcaoğluna, amcaoğlunun çocuğunada gidebilir veya onlar darbe ile yönetimi alabilirler. Ama bir ailenin elinden çıkmıyor. Ve bunların en büyük ortak özelliği; bir ara 
bir arap gazeteci diyordu işte, Yemen Devlet Başkanı demiş ki “Beni de Körfez İşbirliği Konseyine alın.” 

Dolayısı ile ortak özelliği bu Körfez İşbirliği Konseyi dediğimiz ve Irak’ı, İran’ı dışarıda tutan yapıdır. Kuveytten başlıyorsunuz Suudi Arabistan, Katar, 
Bahreyn, Umman’a kadar ortak özellik, hatta Ürdün’ü de içine katarak, hatta Suriye’yi de içine katarak çünkü Esad’dan sonra yine Esad ailesinden biri geldi. Ama rejim cumhuriyet o farklı bişey. Temel özellik monarşik yapıya sahip olmaları. Buradaki anayasalarda monarşik. Anayasayı zorla ele geçiriyor, 
düzenliyor. Buradaki temel özellik sistemin monarşik, geleneksel, muhafazakar o ailenin iktidarını koruyan yapıda olmasıdır. Belirli 5- 6 aile dünya ekonomisinde ciddi şekilde, enerji kaynaklarını denetleyen aileler olmaktadır. Ve bu aileler, petrol ihracatı, hammadde, petrolde bir hammadde ama doğal gazı hammadde olarak düşünmeyin. Petrolün rafine edilmesi vardır. Bunun taşınması vardır. Petrolü yerin altında buluyorsunuz, teknolojiniz varsa çıkartıyorsunuz. Yoksa yardım alıyorsunuz. Onu çıkarttıktan sonra taşıyorsunuz. Ya boru hattı ile çekiyorsunuz ya da denize yakın bir noktaya kadar boru hattı dışında bir ihtimal yok zaten. Denize kadar taşıdıktan sonra tankerede taşıycaksınız. Sonra rafineriye götürüceksiniz ya kendi kapasiteniz imkanınız vardır ki Arap ülkelerinin genel olarak kapasitesi düşük, Amerika’da, Japonlarda vardır rafineri, bunlarda ise yoktur. Taşımacılık %4- 7 dir buradaki taşımacı olan ülkelerin payı ve en son piyasaya, bugün buradan çıktığınız vakit, arabanız varsa bir benzinliğe gidiyorsunuz shell opet v.b. gibi. O aşamaya kadar gelen aşama ne kadara mal oluyor, maliyeti? Bu paranın bir kısmını ham petrol üreticilerini alıyor ise diğer kısmını diğer ülkeler, farklı noktalara taşımacılık v.s yöntemlerle ele geçirdikleri ni görüyoruz. Dolayısı ile bu ülkeler çok önemli, dünya ekonomisi için çok önemli, bu liderler dünya politikaları için çok önemli kendi başlarına istedikleri politikaları gösterebiliriz diyemeyiz. Ve siyasal yapılarına baktığımız vakit, bu ülkelerden Irak ve İran’ı dışarda tuttuğumuz vakit, monarşik, emirlik, krallık diyebilceğimiz, yani bir soyda yönetimin sürdürüldüğü, yapılar olarak karşımıza çıkıyor. 

Körfez ülkelerinde teknoloji yok ve diğer devletlerde vermiyorlar. Ya bizle ortak olursun diyorlar, %51 veya 50 sini ben alırım diyorlar. İşletmesini veya benzeri ni ben alırım diyorlar, Vermiyorlar teknolojiyi. Yapamıyorda devlet çünkü gerçekten yüksek teknoloji gerektiren şeyler bunlar. Ya bu teknoloji işi her kime satarsanız satın, yüksek teknolji gerektiren şeyler çünkü petrol alıyorsunuz, işletiyorsunuz, yani araştırıyorsunuz, parçaları var bunların, onları  araştırıyor sunuz. En son tüketiciye gelece noktaya taşıyorsunuz. Bu gerçekten yüksek teknoloji işi ve birçok ülkede de mühendislik bölümleri var, bizim ülkede de var ama teknolojiya sahip olmak malesef zor. Bunlar ilk petrolü bulmuşlardı belkide 1859’larda gerçi ondan önce Baküde falan, petrol kullanılmıştı ama bu içten patlamalı motorlarda nasıl olsa kullanırız noktasına geçmemişti. Dolayısı ile bu teknolojiyi onlar yarattıkları için hem çok iyide paralar kazandıkları için vermiyor lar. Ama buna rağmen Japonlarda, orada burada var ama hiç bir tanesi gerçekten ABD teknolojisi gibi değil. Yani ABD’liler bu işi iyi çözmüşler iyi geliştiriyorlari, iyi götürüyorlar. Her neyse siyasal rejimler monarşiktir. Buradaki toplumsal yapı farklı, siyasal yapı benzeşiyor, ekonomik yapı benzeşiyor ama her ülkede ben-zeşmiyor tabi ki örneğin Irak’a çıktığımız vakit, çok farklı bir tabloyla karşılaşabilirsiniz, yani 19 Mart 2003 yılına kadar Baas dediğimiz Sünni Araplığı, her ne kadar sistem Baascıysa da sistem her ne kadar sosyalist değerleri ön plana çıkartsa da buradaki toplumsal yapının, siyasal sistemi kontrol etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani buradaki toplumsal yapı, belirli Sünni kabileleri siyasal sitemlerini kendi denetimleri altına alması ve diğerlerini dışlaması ile sonuçlanıyor. İki büyük aile İbrahim ve Maliki aileleri, başta Şiiler ve Kürtler olmak üzere siyasal sitemi kendi gözaltlarına alıyorlar. Üçüncü sırada da Sünni Arapların, sistemle barışık olmayan kabilelerin sistemin içine girmesini sağlıyorlar. 

Bu yapı bir dönemeç mi, değişim mi geçirdi. Örneğin en çok tartışılan ülkelere ve yapılara geldiğimiz vakit, Bahreyn’dir. Bahreyn köken olarak tatardır. 

1787’li yıllarda Bahreyn’e geçmişler ve buranın kontrolünü ele geçirmişlerdir. İran’ın sayesinde almışlardır. Ondan önce Osmanlı ile İran arasında, iki bayrak varmış, İran tarafına bakan kısmında İran bayrağı, Arap kısmına bakan tarafında ise Osmanlı bayrağı varmış. 2 ayrı bayrak dalgalanıyor. Osmanlıya bağlı çünkü vergi veriyorlar Osmanlı ailesine ama aynı zamanda İran’la da iyi ilişkilere sahipler. Burada yaşayan toplumsal nüfusun %65 ya da 70’i Şii olmasına rağmen, 1780’li yılların başında bu bölgeye Sünni ailesi geliyor yerleşiyor, o günden bugüne kendi kontrolü altına alıyor. 

Bahreyn denilen bölgede nüfus ırk itibari ile mezhepsel itibari ile köken itibari ile, Arap bir kısım Farsi ama çoğunluk Arap çünkü islamiyetle birlikte bunlar bu bölgeye geçince burayı Müslümanlaştırınca aynı zamanda bu bölgeye yerleşmişlerdi, sonra bu topluluk Şiiliğe geçiyorlar, ve dolayısıyla uzunca 
yıllar burada Şii yönetimler hakim olmuş, Şii yönetimler kurulmuş. Sonra Hanif ailesi 1780’lerin başında, Hanif ailesinin kökeni, El hanife aslında Katar çıkışlıdır. Kuveyt’e gitmiştir, padişah dönemi İranlılar gelince, bunlar bu bölgeyi boşaltıp, Kuveyt’e yerleşmişlerdir. Sonra Kuveyt’te Elsabh ailesinin üstünde olan bir ailedir. Bugün Kuveyt’i yöneten elsabr ailesinin amiri konumundaki aileydi her zaman. Daha da önemli bir aileydi Elhanif ailesi, Katara gelip oradan Bahreyn’e geçip oranın kontrolünü ele aldılar ki Bahreyn çok stratejik bir bölgedir, deniz ticareti yapanlarının tümünün en azından bu bölgeyi tarih boyunca stratejik bir derya olarak bildiğini bilmeliyiz ve Elhanif ailesi buradaki siyasal yönetimi ele geçiriyor. Sonra tabi İngilizler bu bölgeye girince, İngilizler özellikle 1820’lerden sonra, bu bölgeyi denetimi atına alınca, Elhanif ailesiyle iş birliği yapıyorlar, yönetim Elhanif ailesinde kalıyor, Sünni Arap aşiret, kabile ve böyle olunca da günümüze kadar gelen süre içinde bu aile burayı yönetiyor. İngilizlerin başta olduğu dönem ki bu 1971’lere kadar gelen bir dönemdir. Nüfuzun siyasi, idari, askeri ve ekonomik alandaki dağılımı %50- %50 gibi bir denklik var. Yani Şiilerle ve Sünnilerle birlikte, yerel yönetimlerde, ekonomik alanlarda, idari birimlerde teftiş ediliyorlardı. Ama İngiltere gidince bu oran düşmeye başladı. Yani bir 
ayrımcılık politikası, siyasal sistemi elinde tutan aşiret ve mezhep diğerlerini sistemin dışına itmeye başladı. Ve buna karşı bir tepkiler gelişti. Yani iktidar 
döneminde de olmuştu, 1930’larda da bunlar ayaklanmışlardı, 1934’te de ayaklandılar, dolayısıyla İngilizler nispeten burada bir denge kurmuştu. 

Bunları sistem içerisine entegre etmişlerdi ama İngilizler gidince bölgeden, Elhalif ailesi bunu rejime bir tehdit olarak gördü, ve bunları sistemin dışına 
itmeye başladı, 2010’lara geldiğimiz vakit Şiilerin %10 idari sistemin ve diğer sistemlerin içerisinde temsil edilmeye başlandı ve %90’ı sistem dışına 
itildi. O yüzden burada bir toplumsal istikrasızlık unsuru vardı. O da şuydu; buradaki toplumun bir kesimi ki önemli bir kesimi, sistemin dışındaydı. 
Bir tehdit unsuruydu sistem açısından ve hiç bir şekilde sistem içerisinde temsil edilmesine yol açmadı. Bunlar bir dönem uzunca bir süre isyan ettiler; 
meclis kurulması karar verildi. Yani bir danışma kurulu, bir de seçimle gelen bir kurul oluşturuldu ama öyle bir oran oluşturdular ki hiç bir zaman seçimde Şiiler 17 (toplam 40 milletvekili var) veya 18 parlamenteri geçebilecek sayıda oy alamıyorlar. Çünkü seçim bölgeleri belirleniyor, Şiilerin yaşadığı 11 şehirlik bir bölgede 1 parlamenter çıkıyorsa, aynı Sünni bölgesinde 100 kişi 1 parlamenter çıkarıyor. Seçimse seçim, ne yapılabilir seçim kanunu böyle deniyor. Adaletin kestiği parmak acımaz deyip Şiileri kandırmaya çalışıyorlar ama Şiiler durmuyor ve bugün Bahreyn’de yaşanan krizin arkasında Şii olan kısmın siyasal ekonomik hakları, burada devlet size ev almanız için izin veriyor, devlete başvuruyorsunuz ev almak için, bir Şii başvurduğu zaman 5-6 yıl bekliyor, bir Sünni başvurduğu zaman 17 gün en olmadı 1 ay içerisinde ev alabiliyor. 

Onun dışında nüfus dengesini bozmak adına, diğer ülkelerdeki Sünnilerin ki bunların rakamlarının önemli olduğunu söylüyorlar, göç ediyorlar ve böylelikle denge sürekli olarak Şiiler aleyhine bozuluyor ve böylelikle de bölgede ciddi bir istikrarsızlık durumu var. 

Bu sorunun birde bölgesel etkileri de var tabi. Diğer bölgelere baktığımızda da benzer sorunlar var, mesela Suudi Arabistan’a baktığımız vakit; tarihsel 
olarak toplumsal olarak, ekonomik olarak farklı bölgelerin birbirine entegre edilmesi ile ortaya çıkartılmış, çıkmış bir devlet. Hangi toplumsal gruplar 
vardır; mezhepsel itibari ile baktığımız vakit, Suudi Arabistan doğusu ki bugün doğu vilayetleri olarak geçen bölge Şiilerin etkili olduğu hem siyasi hem ekonomik, hem de Osmanlı döneminden bu yana ayrı bir niteliği vardı, bu nedenle Necif vilayeti kurulurken Necif’in diğer vilayetlerden ayrı olduğu 
özellikle vurgulanıyor ki bakıldığı vakit 1913’e kadar olan dönemdir, Şii aydınlar; Şii halkından, Şii muhalifi durumunda oluyorlar. Osmanlı dönemini en altın yıllar olarak nitelendirirler çünkü Osmanlı bunların varlıklarını kabul etmiştir. Ve onların varlıklarını yaşamalarına izin vermişlerdir. O nedenle dini, ekonomik ve siyasi olarak geliştikleri en önemli dönemler olarak tarihe geçer. Ama 1913’ten sonra tekrar Suudi yönetimi altına geçiyorlar ve böylelikle bunların varlıklarını yok edici bütün politikalarda hayata geçiyor. Siyasal alanda, idari alanda, ekonomik alanda, bunları deşifre edici, dışlayıcı, ayrıştırıcı politikalar izliyorlar ve daha tutucu bir yaklaşım seyrediyorlar. 

İkinci Bölge, Suudi Arabistan’la Yemen arasında olan bölgedir. Kapsadığı bölgede 3 önemli vilayet vardır; Cezril, Vecram ve bir tane daha vardı. 

Bu bölgenin nüfusu, baktığınız vakit ne Vahabi’dir ne de Sünni’dir. Bunlar Zeydi dediğimiz kesimi oluşturur. Yani bugün Yemen’in % 55’lik nüfusu Zeydi’dir. 
Yemen’in doğu kısmı Sa-ara Bölgesi dediğimiz kısım, yani başkentin üst kısımları Zeydi mezhebine bağlıdır ve bunlar Suudi Arabistan’la Yemen sınırının bir 
kısmında, İsmaili vardır bu bölgede, özellikle idris ailesinden. O sınır anlaşması tam olarak imzalanmadı, her zaman bir sorun kaldı aralarında. 

Bu bölgedeki toplumsal yapının tarihsel geri planını mezhepsel geri planını Suudlardan ziyade, Vahabilerden ziyade, Necdi kabilelerden ziyade, Yemeni 
kabilelere aittir. O nedenle burada da ciddi sorunlar vardır. Bu ikinci bölgedir, tarihsel olarak ayrıdır, mezhepsel olarak ayrıdır, ekonomik olarak ayrıdır. 

Üçüncü Bölge, Mekke-Medine bölgesidir. Mekke- Medine bölgesinin en önemli özelliği Osmanlı dönemi öncesi dahil olmak üzere, sonrası da dahil olmak üzere, burayı hep Şerif ailesine bırakmışlar, peygamber soyundan gelen şerifler burayı yönetmişler. Bu bölgeye, siyasal olarak Mısır’a, ekonomik olarak Suriye ve Mısır kısımlarına, etnik köken olarak Necbi kabilelerle bağlantıları var bir kısmı bu bölgeden çıkmaktadırlar, ama bütün Müslüman dünyasına hitap eden bir yapısı vardır. Daha entelektüeldir, daha burjuvazidir ekonomik olarak. Mısırdan yönetiliyordu, Riaya’dan falan yönetilmiyordu. 

Dicle dediğiniz, Mekke-Medine dediğiniz vakit burada, bu bölgeden yönetilmiyordu ve bunları hep Arap dağlı kabileler olarak görüyorlardı. 
Kendilerini ise daha soylu daha kentli olarak görüyorlardı, ekonomik olarak da böyle görüyorlardı. Onlar yerleşik hayattaydılar, ticaret yapıyorlardı 
ama Arap’tırlar. Kültür olarak bahsetmiyorum. 

Dolayısıyla 3. Bölge dediğimiz kısımda burasıdır. 

Aslında bir 4. Bölge daha vardır. 

Bu 4. Bölge tam net değildir. Suudi Arabistan bugün homojen bir ülke değildir. Çevrelerindeki Arap kabileleri de bağlılık olarak Suriye ve Irak’taki kabilelerle iş birliği içindedir. 

En büyük mücadelelerden biride Osmanlı’da o dönemde onlarla işbirliği yaparak göstermişlerdir. Suudi Arabistan ne mezhepsel olarak homojendir, 
ne tarihsel olarak ortak bir tarih, birlikte bir tarih bilinci yaratmışlardır. Ne ekonomik çeşitlilik olaraktamamen bir olmuş bir ülkedir. Bunların hepsi Suudi 
ailesinin bir başarısı olarak görülür. Bugün Suudi Arabistan’ın ortaya çıkmasında, Suudi Arabistan’ın politik stratejisi, askeri stratejisi, mezhepsel tuttuğu 
yol ve bunu ortaya koymasının bir başarısı olarak ben bunu görüyorum. 

Kuveyt’e gelecek olursak; Kuveyt’te bildiğiniz üzere Elsadr ailesinin denetiminde 
olan bir bölgedir. 

Soruya gelecek olursak; buradaki haritalar, buradaki ülkeler cetvelle mi çizildi? Veya buradaki ülke sınırları 1900lerden sonra mı oluşmuş? Hayır, bu ülkelerin 
sınırları kanla çizilmiş. Ve bu ülkelerin sınırları belirleyenlerde, bugün o ülkede bulunan insanlar olmuştur. 

Aslında bu bölgenin sınırları o kadarda düz değildir, gittiğinizde görebiliyorsunuz. Kuveyt’ten başlayalım; Elsabh ailesi yaşar, Elsabh ailesi 1600’lerin sonunda 
veya 1750’lerin başında bu bölgeye göç etmiş bir ailedir. Ondan önce Elhaid ailesi bu bölgedir. El Sabh ailesi Elhaid ailesine bağlı bir birim oluyor. 

Elhaid ailesi ise Basra’da, Şiilerle, İranlılarla çatışan bir aile olarak karşımıza çıkıyor ve Basra körfezi Elhaid ailesine bağlı bir bölgedir. Ve bu bölgenin 
tümünü kendi içerisinde kapsar. Bu bölge Osmanlı öncesi dönemde, İslamiyetle birlikte ki İslamiyet öncesi dönemlerde de belirli kabilelerin etkili olduğu yerler ve alanlardır. Ama Elhaid ailesi ile birlikte Osmanlı bu bölgeye, Yavuz Sultan Selim ilk önce kuzeyden gidiyor, 1516’lı yıllarda, sonra1530’lu yıllarda, Irakiye Saavileriyle Osmanlı Irak’a geçiyor. Ondan sonra 1938’lerde Basra Körfezine geliyor ve buradaki ailelerde, Elhaid ailesi de, Basra körfezinin de bir şekilde Osmanlı denetimi altında olduğunu teyit ediyorlar. İşte burada yaşayan Kuveyt’i, tabi bu bölgede yaşayan Elhaid ailesiyle Osmanlı bu bölgeye gelince nispeten Basra körfezinde bunlar yaşıyordu ve Şii’iler, Kuveyt’te yaşayan grup ise Basra’da evleri, bağları, bahçeleri olmak ile birlikte, Elsabh ailesi ile birlikte üç aile idiler ve bu bölgeye yerleşiyorlar. 

Bu bölgede çalışıyorlar da. Özellikle Elhaid ailesi buradan ayrılıp katara geri gidince, Elsabh ailesi buranın yönetici ailesi olmaya başlıyor. Buranın yönetici ailesi olmaya başlayınca, 1800’lerin başından itibaren kendi Kuveyt sınırlarını ortaya koymaya başlıyor. Bu aşirete bağlı, temel sorun şu; aşiretlerin göçebe olmasından dolayı ortaya çıkan sorunlar var, yani size vergi veren aşiretler, 1 ay burada kalıp 2. Ay başka bölgeye gidince, siz aşiret temelli gittiğiniz için, aşiretin gittiği topraklarda sizin topraklarınız olarak geçiyor. Dolayısı ile tartışmalı bölgeler ortaya çıkıyor. Bugün hala çözülmemiş bölgelerdir bu tartışmalı bölgeler aslında, ama buna rağmen Elsabh ailesi kendi bu bölgesini denetimi altına alıyor. Elsabh ailesi zamanla Suud ailesi il çekişme, rekabet ve savaşlar yaşamaya başlıyor. Ve Kuveyt, Suudi Arabistan sınır bu iki aile arasında ama buna daha sonradan Katar’daki bir aile daha katılıyor, bu bahsettiğim ailelerin kökeni 400- 500 yıllıktır. Ve 400- 500yıldır bu aileler bu topraklarda, bu bölgelerde denetim kurmuşlardır. Bazen sınırları daralmış, bazen sınırları genişlemiştir, ama Kuveyt’i deyince Elsabh ailesinin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Ailelerin bağımsızlık tarihleri kaçtır ve kaç yüz yıllıktır. Amerika’nın tarihinden daha eski bir tarihe sahip bir ülkenin sınırlarından bahsediyoruz. Bunu bilhassa gözden kaçırmayalım lütfen. Burada en son Suudlarla yaptığı savaştan, mesela Bağdat burada karakol kuramıyor, Basra emri burada karakol kuramıyor, Osmanlının denetiminde olmasına rağmen İngiltere ile 1898’de anlaşma imzalıyorlar. Ondan öncede burası Osmanlı’ya ait, ama asla Elsabh ailesi Osmanlı’nın buraya bir karakol kurmasına izin vermiyor. Ve Osmanlı buraya karakol kurmuyor. 1913 İstanbul Anlaşması ile bunlar tamamen teyit ediliyor zaten. Dolayısı ile baktığımız vakit sınırlarda, bu kadar ciddi savaşlar oluyor. Suudlarla bir yandan Irak’la da netleşmiyor sınırlar. 1922’de hem Irak’la hem Suudlarla tartışmalı dediğimiz bölgeler oluşmuş savaşlar sonuçlarında tam netleşmeyince buranın sınırları, araya İngilizler giriyor. Aslında bunlar savaştılar ama tam paylaşamadılar, yapamayınca da araya İngilizler giriyor, bunları uzlaştıramayınca tartışmalı bir bölge bırakıyorlar aralarında ve sınırı öyle ortaya koymaya çalışıyor. Her ikisi de buna razı oluyor dolayısı ile bir Kuvvet’in sınırı cetvelle çizilmemiş. Burada iki ülke burada savaşmış sınırları için ve tarihsel olarak da bir sınırı vardır. Ve Basra vilayeti her ne kadar Kuveyt’in Bafra vilayetine de bağlıysa da Elsabh ailesi gerçekten bu bölgeyi kendi başına yönetmiş, kendi kurallarını kendisi koymuştur. 

Osmanlı kaymakamlığı olmuş, unvanını almış ama Osmanlının buraya karakol kurmasına izin vermemiş. 

Diğer ailelerden Suudilerde bir anlamda Suudi ailesi Vahabilerle böyle bir ittifak kurdu; kız alıp verdiler derken aile iç içe girdi. Ve gerçekten verilen sözler 
tutuldu; siyasal işlere karışılmadı, tabi sonradan, Suudlar dinsel otorite haline geldi, hem dini hem siyasal otorite haline dönüştü. Ve böylelikle Suudi 
ailesi bu neşt dediğimiz bölgede yavaş yavaş yayılmaya başlıyor. 1800lerin başından itibaren bölgeyi kendi içerisinde hem doğudan hem batıdan bir yayılma takip ediyor. 


Soru: 
1700’lerden bahsettik, işte kabileler var dediğiniz ki daha öncesinde de varmış, ama şuan bir yerleşik düzen var iyi kötü... Yani 1600- 1700’lerdeki 
yapı yok kısıtlayamasak da en azından sınırlar değişmiyordu, her gün değişmiyor en azından ki değişeceğini söylediniz şimdi... Yani 1600- 1700’lerden 
beri bu Ortadoğu bölgesine en azından bahsettiğiniz ailelerden, aralarında eylemler oldu dediniz, bir takım anlaşmalar yapmaya çalışıldı dediniz. İçlerinde 
bu mezhepsel ayrılıkları yok etmek adına bir girişim yapmadılar mı? 

Veysel AYHAN: 
Yaptılar, yok etmeye çalıştılar. 

Soru: 
En azından 5- 6 aile bir araya gelip anlaşmada mı olmadı? 

Veysel AYHAN: 
Arap kültüründe şöyle bir şey vardır; Mesela Umman’a gelelim, Umman’da Elsaid ailesi vardır. Buradaki iktidara bakarsanız genelde, babalarını öldüren çocuklar yönetime gelmişlerdir. Yani mezhepsel birleşmeyi bırakın bir köşeye, yani yönetim üzerindeki mücadele bu şekildedir. Buranın sınırları da, yukarıda değindiğimiz gibi tarihsel olarak çizilmiştir ve daha gelişip İran’ın bir kısmını denetim altına almışlardır. Libya’nın bir kısmında denetimleri vardır. 

Soru: 
Şimdi şöyle bir şey var; burada Emeviler döneminde de, Abbasiler döneminde de, Asurlar döneminde de, Akadlar döneminde de federe diyebileceğimiz 
ve bu bölgedeki topluluklara kendi yönetimlerini kurdukları, mesela Asurlar çok güçlenince, merkezden bu bölgeye, zayıflayınca burada ki yerel adetleri 
ve yerel yönetimleri kabileler adına kuruyorlardı. 

Abbasilerde bu yönetim adına buraya giden valiler buranın yönetimlerini alıyorlardı ve dolayısı ile bu bölgedeki veya vali gitmiyor ise burada İslamiyeti 
kabul ediyorlarsa ki hani İslamiyet öncesi diyorsunuz ama İslamiyetin en büyük özelliklerinden biriside; Eğer İslamiyeti kabul ediyorsanız, kendiniz, İslamiyeti kabul ediyorsanız kendi yönetiminizi, İslama uygun olmak koşulu ile tabi ki kendi yönetimlerinizi sürdürün diyorlar. Yani İslamiyet onlara otoriter veya tamamen tek bir yönetim sergilemiyordu. Onlarında kendi yönetimlerini kurması, kendi yönetimlerini sürdürmelerine izin veriyordu. 

Bu ayrıcalıkları kabul ediyordu. Aşiretler, Abbasiler döneminde vardı, ondan sonrada vardı bugünde var ve bunun en büyük özelliği aşiretçiliğin en büyük 
özelliği bağımsız olması, bağımsızlığa çok büyük önem vermesi, zaten göçebe olmasının en büyük nedenlerinden biride belki de oturmayı kabul etmiyor 
yerleşik düzene geçmiyor. Yerleşik toplumlar üzerinde kendi devletini, kendisi kuruyor. 

Veysel AYHAN: 
Bu politika yani ben şöyle açıklayayım, Ortadoğu’nun en büyük, en önemli özelliği, önemli bir nüfus barındırıyor. Bununla birlikte imparatorluk siyasal kültürüne ve inşasına sahiptir. İmparatorluk siyasal kültürü içerisinde, farklı grupların yaşadıkları bölgedeki özerkliklerine, siyasi, ekonomik özerkliklerine tabi imparatorluk doğası gereği bunu yapmak zorunda tanıyordu ve dolayısı ile bunların neden olmasına gerek yoktu. O günün koşullarında imparatorluk vardı. Kim vardı mesela; biraz önce bahsedilen tarihten başlayalım günümüze kadar, Emeviler, Abbasiler var, devam ediyorsunuz, Eyyübiler var, devam ediyorsunuz, Memlüklüler geliyor. Devam ediyorsunuz, Osmanlılar geliyor. Devam ediyorsunuz İngilizler parantez içinde geliyor. Ve bunlar dolayısı ile o dönemden günümüze kadar o bölgedeki siyasi otoriteyi kullanan ailelerdi. Bu sınırlar içerisinde, bu siyasal otoriteyi kullanıyorlardı. 

İmparatorluk üst çatısı çökünce, bunlar yukarı çıkıp devlet oldular. Yani şöyle düşünebiliriz; Su ile kaplı bir alan düşün adalar var, parçacıklar, Suyla kaplı olduğu için imparatorluklar vardır Suyu boşalttığınızda ise bunlar üste çıkıyor ve devlet oluyor. Bir imparatorluk gelse tekrar üst bir kimlik, şemsiye olsa, bunların varlığı yok olmayacak bunlar gene var olacaklar. Yani bunları kimse ortaya çıkartmadı, bu sınırları kimse yaratmadı, bu haritayı İngilizler, Amerikalılar yapmadı. Bunlar vardı. Osmanlı’dan öncede vardı. Osmanlı döneminde de vardı. Bugünde var. Yarında olmaya devam edecek. 

Soru: 
Bu dönemden sonra bağımsızlığını ilan eden o bölgedeki devletler? 

Veysel AYHAN: 
Suudi Arabistan zaten bağımsızdı, Umman bağımsızdı. Yemen bağımsızdı. Kuveyt 1961’de bağımsızlığını ilan etti ama özel manda anlaşması vardı. 
Irak’ın zaten ayrı bir tarihsel gelişimi vardı. Burada Gata, 7 emirlik ve Kuveyt 1960’larda ne olacağı belirsizdi. İktidar ben çekileceğim dedi. Kuveyt zaten 
1961’de bağımsızlaştı. Burada 8 emirlik vardı, ayrı bir birimi vardı. Suud çekilecekti. Ve bu 8 emirlik ortaya çıkacaktı. Ayrı bir devlet mi kuralım, birlik mi kuralım tartışması yaşandı. Kuveyt’te bunun içerisindeydi. Kuveyt öncelikli bende varım dedi. Sonra bağımsız olmaya karar verdi ve gerçekten bağımsız 
oldu. Bu 7 si ise birlik dediğimiz; Birleşik Arap Emirliklerini kurdu. Hepsi bir araya geldi, hepsi ayrı bir öz yönetime sahip, hepsinin başında ayrı aileler var. Bugünde böyle, o dönemde öyle, bundan öncede böyleydi. Mezhepleri ayrıydı. Birbirlerine bağlı değil, aileleri ayrı. İngiltere çekileceğim dediğinde; siz isterseniz emirlik kurun daha ayakta kalırsınız dedi. Onlarda tartıştılar, uzlaştılar, kendi içerlerinde bir birlik kurdular. Ama bütçeleri ayrıdır. Bir konseyleri vardır. Başında da Ebudabi durur. Ama bütçeleri ayrıdır diğer yönetimleri ayrı. Her şeyleri ayrıdır. Yalnızca öylesine sözde, yani küçük bölgeleri geçiyorsunuz bir yere geldiğinizden 4 km. geçince başka bir eyalete geçiyordunuz. Sonra bu eyaletin başka yerde başka toprağı vardı çünkü oraya eskiden vergi veren aileler başka yere yerleşmişlerdi. Yani toparlayacak olursak; Basra Körfezi dediğimiz alan uluslararası hukuk ilkeleri itibari ile düşündüğümüz vakit, İran Körfezi’dir. Kendi içerisinde toplumsal düzeni homojen olmayan, heterojen olan bir yapıya sahiptir. Heterojen yapı bir anlamda aynı zamanda mezhepsel ve etnik heterojenliği de içeriyor. Bunun en büyük özelliği, özelliklede Asya Pasifik’ten olan Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden, ciddi anlamda yabancı göç almasıdır. Dünyanın ekonomik üretim merkezidir. Ayrıca enerji kaynaklarının en fazla yoğun bulunduğu dünya sıralamasında 1. Bölgedir. Yaşamsal öneme sahiptir. Yaşamsal çıkarları bulunduran bir bölgedir. Nüfus dengesi, nüfus oranı çok düşüktür. 

Tüm Basra körfezi, Irak ve Suudi Arabistan çıkar, Irak ve İran’ı çıkardığımız vakit, 35 ile 40 milyon arası bir nüfustur ama maksimum 40 milyondur. 

Dünyanın en önemli enerji kaynakları bu bölgede bulunur. Yani Türkiye’ye oranın iki katıdır. Ve ciddi toplumsal istikrarsızlık unsurları vardır. Bunların temel nedeni bazı gruplarınki o gruplar ya mezhepseldir ya ideolojiktir mesela Baas bunlar için sosyalist değere sahip rejimdir ve tehdittir. Bunla ilgilide zaten mücadele ettiler. İran Şiiliktir. Ve kendi ülkelerindeki Şiiliği provoke ediyor. Onları canlandırıyor ve siyasi hayatta sürekli öne koyuyor diye onları bir tehdit unsuru olarak görüyor, görmeye devam ediyor ve bugün Bahreyn üzerindeki çekişmelerden 2 tanesi bir tanesi Suudi Arabistan bir tanesi İran ve nüfusun %65’i Şii, İran Şiileri destekliyor, siyasal iktidara geçirdi iddiası var. Suudlarda o bölgedeki Suudi aileleri destekliyor ve desteklemeye devam ediyor. Askeri anlamda da desteklemeyi sürdürüyor. 

Irak konusu işlendiğine göre, o bölgeye girmeye gerek yok. Ama Irak çok önemli bir şey; Irak Osmanlı döneminde 3 ayrı vilayeti. Bunu birleştirmeye çalıştılar. 
Her bir birleştirme ciddi dirençleri meydana getirdi; yani sitem içerisinde Şiileri ve Kürtleri, Bağdat merkezi yönetimi içerisinde almaya çalışmak, ciddi dirençleri meydana getirdi. Şiiler başka yerde ayaklandılar, Kürtler başka yerde ayaklan dılar. İran bu işin içerisine girdi. En son bu tür istikrarsızlık unsurları 2003 müdahalesine kadar geldi. 2003 müdahalesinde rejim mezhepsel ve erklik olarak ters düz oldu. Bu sefer dışarıda kalan çemberin içine geldi, çemberin içinde olan çemberin dışına çıktı ve orduda bir çekişme, bir sancı yaşanıyor. Onu nasıl sonuçlanacağını hiç kimse tarih bize nasıl olsa gösterecek diye yaşansa da, yaşanmasa da... 

Soru: 
Osmanlı döneminde, bu kadar mezhepsel çatışma var mıydı bu bölgede? 

Veysel AYHAN: 
Bazı bölgede vardı bazı bölgede yoktu. Osmanlı döneminde sükunet, huzur barış, istikrar, savaş olmadığı dönemler diyebiliriz. Çok ciddi kavgalar 
olaylarında yaşandığı çok ciddi çatışmalarında yaşandığı dönemler oldu. Ama imparatorluk ne kadar güçlüyse, gruplar arasındaki çatışmada o kadar azdı. 

Soru: 
Yani mezhepsel karışıklıktan çok etnik karışıklıklar mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel karışıklıklarda vardı. Hepsi vardı. Mezhepsel vardı, aşiretsel vardı. Şiiler ve vahabiler arasında sonra bazı diğer gruplar arasında; zenciler, 
Sünniler arasında... Yani bu Ortadoğu’nun realitesi, gerçekliği, sürekli birbirleri ile hareket eden çatışan uzlaşan dinamikler. 

Soru: 
Acaba bu dönemde de mezhepsel çatışmalarda var mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel var. Mezhepsel çatışmalar başından itibaren var. Ve devam etti. Bitmedi. O yüzden yapılması gereken şey; mikro düzeyde bu bölgeyi tanımak. 
Mikro düzeyde tanıyamazsan, makro düzeyde analizler yapamazsınız. O nedenle Genel analizleri bırakın; örneğin AB’nin Ortadoğu politikası, nedir AB’nin Ortadoğu politikası ile kastı; Azerbaycan mı tam olarak neresi? Spesifikleştir mek, ayrıntılara girmek gerekir. Mutlaka ayrınıtya inin. Yapılması gereken 
şey; genel politikalardan vazgeçip, ayrıntılara inmek. Ayrıntı bilmiyorsak, inemiyorsak da yapabilecek bir şey yoktur. 

Soru: 
Irak ile İran’daki sınır bölgelerde bulunan spesifik etnik gruplarda yerleşik olanları mesela kimlerdir? 

Veysel AYHAN: 
Şii Arap onlar. Mahabbattan merkez alarak içe doğru biraz gidilir ise ve Urmiye Bölgesini de içine alırsan; bu bölgede Kürtleri görürsün. Genel olarak merkezi Azerbaycan alır gidersen Azeri görürsün, Ama Tebriz’de Ermenilerde vardır. Bazı bölgelerde ise Araplar, Şiiler ve Kürtler kendi içlerinde dağınık yaşar ama o dağınık yaşadıkları bölgeden sonra ise Araplar yaşar. Irak ve İran arasında ise sınırlar belli,karışma olmaz. Onlar çok ciddi anlamda sorunlardır ve karışmazlar. Zaten bu konuda sorunları ciddi şekilde sürüyor. Bölgeye baktınız mı ikisi de Arap ikisi de Şii ama karışmazlar ikisinin de ayrı sınırları var. Ama çok daha rahat bu sınırlar artık, eskisi gibi değil. Eskiden Saddam döneminde o sınırda bir bataklık vardı, bu bataklığı oluşturdu kimse geçmesin diye. 



***

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1



Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1 



Prof. Dr. Veysel Ayhan 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 


Bugün, Basra körfezi ülkelerinin toplumsal siyasal ve rejim sorunlarını tartışıcaz, birlikte görüş alışverişinde bulunacağız. 

Dersin adı bilindiği üzere körfez ülkelerinin toplumsal siyasal ekonomik yapıları olarak geçmektedir. Temel soru şu biz niye körfez ülkeleri diyoruz? 

Bunun bir adı yok mu? 

Bunun adı arap körfez ülkesi mi? Basra körfez ülkesi mi veya iran körfezi mi? Dolayısı ile burada literatürde kullandığımız 3 kavram karşımıza çıkıyor. 
Araplar buna Arap körfezi, İranlılar İran körfezi veya Fars körfezi ve bizlerde Basra körfezi diyoruz. Aslında her kavramın kendince tarihsel bir gelişimi var ve 
aynı zamanda belirli bir ideolojik yansıması var. 

Ama buna rağmen aslında kavram uluslararası literatürde kullanımı itibari ile tektir. Yani belirli bir kavram üzerinden açıklama yapılır. Diğer kavramların 
tümü yalnızca genel olarak o toplumların kullanmış olduğu kavramlardır ve aslında uluslararası hukuk ve uluslararası toplum tarafından kabul görmeyen 
kavramlar olarak karşımıza çıkar. Uluslararası toplum tarafından kullanılan nitelendirme göz önüne alındığında sizce hangi kavram bölgeyi nitelendiriyor? 
Uluslararası hukuk itibari ile buraya bir Basra körfezi diyemeyiz, buraya Arap körfezi diyemeyiz. Arapların kurmuş olduğu Körfez İşbirliği Konseyi gibi bir örgütlenme var. Neden bunun ismi Arap körfez İşbirliği Konseyi değil de Körfez İşbirliği Konseyi örgütlenmesidir? “KİK” dediğimiz Körfez İşbirliği Konseyi vardır, madem Araplar buraya Arap Körfezi diyorlarsa neden buraya Arap Körfezi İşbirliği konseyi olarak adlandırmıyorlar? Diyemezler çünkü hem Birleşmiş Milletler metinlerinde hem uluslararası hukuk metinlerinde hemde uluslararası toplum bakımından buranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Çünkü bu özellikle çok önemli bir kavramdır. Uluslararası hiç bir metinde buraya siz Arap körfezi veya Basra körfezi diyemezsiniz. Buna rağmen toplumlar, biz Irak’ı, Irak’ın Basra vilayetini Osmanlı döneminde denetim altına aldıktan sonra 2 seçenekle karşı karşıyaydık. Ya buraya Arap körfezi diyecektik ya da buraya Fars körfezi diyecektik. Biz Basra vilayetinden hareket ederek buraya Basra kavramını kullanmaya başladık ve o günden bugüne Basra kavramı özel literatürde kullandığımız bir kavram olarak geçiyor. O dönemde bir Araplık kavramı ki o zamanda Arapçayı, arap kavramını kullanmıyorlardı. 

Buraya en modern dönemde Arap körfezi denmeye başlanmıştır ki oda Farslarla İranlılar arasındaki çatışmanın son dönemlerde derinleşmesi ile birlikte Araplar baskın bir şekilde buraya Arap körfezi kavramını kullanmaya başlamışlardır. Tarih kitaplarına baktığımız vakit, milattan sonraki dönemlerde 10. Yüzyılda ondan sonraki dönemlerde yazılan birçok kitapta oranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Dolayısı ile aslında bizim literatürde yok, ingilizce literatürde Fars körfezi türkçe literatürde Basra körfezi demeyi devam ederiz. Ve böyleliklede hala o kavramla nitelendirmeyi sürdürürüz. 

Dolayısı ile buraya biz bir anlamda isim olarak nereden geldiğine bakacak olursak ontolojik açıdan yukarıda anlattığım gibidir. Zaten herşeye ontolojik 
olarak bakmak gerekir. Bir kavramın nereden çıktığını, nasıl çıktığını, ne anlama geldiğini bilmediğimiz takdirde, ne bölgeyi iyi bir şekilde analiz edebilirsiniz, 
ne de bölge üstündeki devletlerin temel hak taleplerini buraya hangi misyonu yüklediklerini ortaya koyamayız, dolayısıyla buraya bir anlamda İranlılar kendi iç körfezi, kendi iç denizi olarak nitelendirmişler ve böyle görmüşlerdir.

 Nitekim 1945lere kadar körfezde yaşayan bir kişinin hiç bir kimlik, pasaportu olmadan İran tarafından, Arap tarafına geçmesi serbestti. Burada bir sınırlama yoktu çünkü İran bu bölgede yaşayan herkesi İranlı olarak görüyordu. İran kültürünün bir parçası olarak görüyordu ve dolayısıyla bunlara herhangi bir sınırlama koymayı düşünmüyordu. 1945, yani savaştan sonra değişen güç pozisyonları ve çatışan tarafların farklılaşması ile birlikte geçişler yasaklandı ve nitekim sınırlar dediğimiz, ilk kez modern anlamda Basra körfezine sınırları, İran’la diğer Arapların sınırlarının belirlendiği bir dönem başlamış oldu. 
Dolayısıyla burası bir anlamda Fars körfezidir. Burada kimler yaşıyor diye baktığımız anda, aslında Ortadoğu’nun birçok bölgesinde şöyle bir analiz, 
mantık var; homojen bir yapı varmış gibi sınırları İngiliz veya Amerikalılar tarafından çizilmiş, cetvelle çizilmiş, cetveli koyup bölgeleri hangi devletlere 
verileceğini belirlemişler ve bu devletleri ortaya çıkarmışlar gibi bir algı var bizim toplumumuzda ama böyle bir şey yok. Buradaki toplumsal yapılar, 
bu toplumsal yapıların dayanmış olduğu tarihsel geri plan ve burada ki devletleşme süreçleri İngiltere daha bu bölgeye gelmeden önce vardı. Hatta Osmanlı bu bölgeye gelmeden önce vardı. Dolayısıyla burada şunu bilmemiz gerekir buraya yaklaşırken genellemeci yaklaşmamak gerekir, buraya yaklaşırken ayrıntılara inmek lazım ve burada yaşayan toplumsal yapıların bu bölgedeki siyasal faaliyetlerini tarihsel geri planlarını mutlaka ve mutlaka bilme
miz ve göz önünde bulundurmamız lazım. Buradan hareket ederek körfez dediğimiz bölgeyi nereden başlatıp, nerede bitirmemiz lazım sorusuna cevap 
verecek olursak, İran’ı da içine alıyor, Umman’ı da kesen bir tarafta hat çizerek bir bölge denetimi içine alıyor. Buradan başlayarak ilk etapta buradaki toplumsal yapılar üzerinde durmamız gerekiyor. Bugün Ortadoğu’da yaşayan bütün bu halk hareketlerinin temelinde toplumsal dinamikler yatar. 
Bu toplumsal dinamiklerin temelinde de faklılaşan mezhepsel, farklılaşan etnik farklılaşan kabilesel, mezheplerinde kendi içinde farklılaşan yanları yatar. 

Dolayısı ile bunu iyi kavrayabilmemiz için buradaki toplumsal yapıları iyi bir şekilde görmemiz lazım. Burada kimler yaşıyor? Bu soruya net cevap 
vermek lazım, bu soruya net cevap verebilmek içinde bölgeyi detaylı bir şekilde kendi içerisinde ayrıntılı bir şekilde ayırmamız lazım. Ki buradaki toplumsal 
yapıları bildiğimiz vakit, buradaki kültürel yapıları, buradaki mezhepsel yapıları, buradaki dinsel yapıları buradaki siyasal faaliyetleri, bu siyasal faaliyetlerin ne tür sonuçlar doğurduğunu, bölge dışı ülkelerin bu ülkelerdeki hangi toplumsal gruplarla ilişki kurabileceğini veya kurduğunu daha iyi ortaya koyabiliriz. Dolayısı ile bir çalışmaya başlarken, bir bölgeyi tanımaya başlarken, ilk önceliğimiz buradaki toplumsal yapıyı çıkarmak, herşeyi bir köşeye bırakıyoruz çünkü bu somut bir şeydir. Duyguya, önyargıya gerek yoktur. Objektif bir araştırma, objektif bir bakış, buradaki toplumsal yapıların somut bir şekilde ortaya konulması ile başlayabilir. Bizim akademik hayatta yaptığımız en büyük yanlışlardan bir tanesi kendimiz bu bölgenin toplumsal yapılarının da öyle ya da böyle olduğunu tam doğru olmadan ortaya koyup siyasal analizler yapıyoruz eğer temel zaten yanlışsa toplumsal yapıyı zaten ortaya koymakta hatalıysak, önyargılıysak, bilgisizsek zaten ondan sonra gelecek bütün analizlerimiz tüm ortadoğu analizlerimiz sapar, yanlış olur. Dolaysıyla bugüne kadar ciddi şekilde Ortadoğu çalışmalarının, politik anlamdaki olayların çözümlenemeyişi, çözemeyişimiz bu bölgeyi, altında yatan temel neden buradaki toplumsal yapıları görmememiz. Bölgeye bakacak olursak; bu bölgede kim yaşar? Berduşlar yaşar, Beduci dediğimiz bölücü gruplar yaşar. Pakistan ile İran sınırları arasında dağlık bir bölgede yaşarlar ve Berduşlar Beducistan dediğimiz kendilerine göre Beducistan toprakları içerisinde bir devlet kurma mücadelesi hem Pakistan’da hem de İran’da yürüttüler. Ve bu gruplar hem İran rejimi için tehdit oluşturuyorlar hemde Pakistan rejimi için tehdit oluşturuyorlar ve her iki rejimde de bunlar siyasal alanda temsil edilmeyen gruplardır. Dolayısıyla bir ülkede bir toplumsal grup siyasal, ekonomik alanda temsil edilmiyorsa bu ülkede toplumsal istikrarsızlık unsuru vardır. Toplumsal istikrarsızlık unsuru barındırıyordur. Ve her an bu ülkede ciddi sorunlar yaşanabilir. Bugün yaşanmıyor diye, yarın yaşanmayacak anlamınada gelmiyor. 

Neden körfez önemli? 

Çünkü burada ciddi anlamda toplumsal istikrarsızlık unsurları var. Toplumsal istikrarsızlık unsurlarının en temel başlangıç noktası, bu grubun siyasal, 
bu grubun ekonomik, bu grubun idari temsili var mıdır, yok mudur? Yoksa ozaman bu grup her zaman rejim karşısında bir tehittir. Bunu net bir biçimde 
ortaya koymamız gerekir. Eğer biraz önce bahsettiğimiz noktadan başlayacak olursak buradaki toplumsal yapı Berduşlardır. Beducistanda dediğimiz 
berduşlardır. Berduşlar sunni bir topluluktur. 

Burada bir ara hatırlayacak olursanız burada üst düzey subayları bombalı eylemler yapıldı. Bundan yaklaşık 7-8 ay önce, biara Dubai’den bir tane yine 
birisini yakalayıp getirdiler Yunanlı ajanlar, bunların hepsi Berduş kökenliydi. Şu anda ki durumları, rejimlere karşılar, rejim karşısında askeri anlamda bir karşı koyuşları var, ama ciddi bir örgütlenmeleri yok, sınırlı bir askeri yapıları var. Buna rağmen rejime karşı nokta operasyonlarını ciddi bir şekilde ger-
çekleştirebiliyorlar. Ve burada toplumsal yapı aslında bu hereketi destekliyor. Baskı nedeni ile şu an çok yaygın bir toplumsal destek bulamıyor ama İran rejimi burada istikrarlı bir kontrol kurabilmiş değildir. Ve burada her zaman istikrarsızlık unsurunu kendi içerisinde barındırıyor. Bu bölgenin biraz daha yukarısına çıktığımızda özellikle Irak sınırından başlar, bu bölge Huzistan dediğimiz bölgedir. Ve bu Huzistan bölgesinde araplar yaşar, ve bu araplarda 
şii kökenli araplardır. Saddam Hüseyn 25 Eylül 1980’de İran’ı işgal ederken bir hat çizdi, Huzistanı içine aldı ama sonradan bu bölgeyi dışarda bıraktı çizdiği 
sınırda çünkü bu bölge zaten fars değil, araptı. Ama İran tabi sonuna kadar savaşı sürdürdü. 

Bu bölgede yaşayan Arapların, islamiyet ile birlikte daha güçlü bir şekilde bölgeyi islamlaştırma adına bölgeye giden araplar olduğu, islamlaştırabilmek için birleşen araplar olduğu, halkın karşısına çıktığını ve şuan ki toplumsal yapıları Şiidir. 1980- 1988 arasındaki savaşta aslında Şiiler İran’dan geri aldılar, 
Şiilik bunlar açısından birincil öneme sahip bir kavramdır, Şiilik bunlar açısından önemli olmakla birlikte, Araplık bilincininde hala farkındadırlar. Buna rağmen şiilik , kimlik tanımlamalarında, aslında bunlar şiiliği birinci sıraya koyuyorlar, ikinci sıraya araplığı koyuyorlar. Tabi aşağıdada belirticem, körfezin arap kısmında yaşayan şiilerin pekte mutlu olmadığını görüyoruz. Bunlar arap olduğu için hiçbir hak veya çok büyük haklar elde ettiği de olmuyor, böyle olduğu içinde İranlıl’arla şiilik kimliği üzerinde uzlaşarak birlikte yaşamanın daha uygun olacağı düşüncesindeler. Ayrıca tarihsel olarak çok uzun yıllardır Farslarla birlikte yaşıyorlar. Bu yüzdende rejimi reddeden bir varlık olarak karşımıza çıkmıyor. Mesela şu anda Irak’ta yaşayan şiilerin, hani bunlar İran’la yapılan savaşta ki ondan önce 1977- 1975 deki bu ayaklanmalarda 200- 300 bin Iraklı şii arap bölgeye gitmiş. Ondan sonra önemli bir kısım kendi içlerinde evlendiler, yani şuanda o bölgede Iraklı şiiliği ile toplumsal anlamda yeni her ikisininde karışımı çok ciddi bir nüfus var, 1 milyonu aşan bir nüfus var, iç içe geçmiş bir durumla karşı karşıyayız ki Basra körfezinden başlayıp Dialaya kadar yukarı çıkabilecek olan bir bölgeyi kapsar. Bu alandan haritada yukarı çıkıyorsunuz iç bölgeye girdiğiniz vakit toplumsal anlamda Farslarla karşı karşıya kalıyorsunuz, biraz daha Basra körfezinin dışına çıkan bir bölge burası, Fars ondan sonra Türkmenler vardır bu bölgede, biraz daha içeri doğru gidersek haritada Azerbaycan’ıda içerisine alan hatta Azerbaycan’ın hem doğusu hem batısını içine alacak kadar ciddi bir azeri nüfustanda söz etmek mümkündür. Burada yaşayan Azeriler eskiden kendi içlerinde bir bütündü, sonra İran rejimi bunu kendi içerisinde doğu batı ve bir eyalet daha olmak üzere 3 eyalete böldü kendi içerisinde ama körfeze çıkışları yok, bunların tam tersi Azerbaycan’a, Tebriz bunların merkezinde yer alır. Eğer İran’ın tarihsel geri planına bakacak olursanız, İran’ı her zaman Azeriler kurmuştur. En son 1925’lerde Farslar... Fakat şunu söylemeliyiz, İran’da Azeri ya da Fars dediğiniz vakit ciddi bir fark görmüyor sunuz, iç içe geçmiş bir yapı var. Çünkü yüz yıllardır Azeriler zaten bu ülkeyi Farslarla birlikte yönetiyorlardı, iç içe geçmiş bir toplumsal yapıları var, özellikle şiiliği, yani farsları kim şii yaptı? Azerileri kim şii yaptı? Farsları şii yapan Şah İsmail’dir. Azeriler, Farsları şii yaptı. Bugün şiiliği farsların savunduğuna bakmayın bugün dini rehber Azeridir. İrandaki dini rehbere baktığınız vakit azeridir. En büyük, en üstün otorite olan kişidir aynı zamanda. 

Dolayısı ile şiilik Azeriliğe özgü bir şeydir aslında. Çıkışı Şah İsmail, çıkışı yayılışı, güçlenmesi, etkili bir hale dönüşmesi Azerilerin çabalamaları sonucu gerçekleş miştir. Pek fazla farslar burada etkili değildir tabi farslar farklıdır yani birçok alanda çok önemli bir toplumdur yani bunuda göz ardı etmememiz gerekir. Haritada bu bölgenin de biraz aşağısına indiğimizde kim yaşar bu bölgede? 

Bu bölgede Kürtler yaşar ve bunlarda rejimle iç içe geçtiğini düşündüğümüz vakit, rejimle sorunlar yaşayan bir diğer topluluktur. Yani berduşlar gibi rejimle uzlaşamayan, rejimle ciddi problemleri olan ve aynı zamanda berduşlar gibi sunni kökenli olan çok az feyhi vardır yani şii kökenli olan vardır. Onun dışında hepsi sunni kökenlidir ve bunlarda rejimle ciddi anlamda sorun yaşayan bir kesimdir. Sınır boyları Türkiye’ye kadar uzanır. Doğu Beyazıt’a kadar uzanan bir bölgede yer alırlar. O bölgede küçük köylerde ermenilerde yaşar. Azeriler vardır, kürtler ve ermenilerde mevcuttur bazı bölgelerde, böyle bir dağılım gösterir. Körfezden inen bölgeye kadar bir dağılım gösterir buradaki toplumsal yapı. Hattı çizip, Iraka gittiğiniz vakit, bu bölgede çoğunluklu olarak %80 – 85’i şii araplar yaşar. Bağdat’ın aşağısına indiğimizde, Kuveyt’e kadar Basra vilayeti dahil olmak üzere olan bölgeyi şii arapların nüfusun % 80 – 85 ini oluşturmaktadır. Burada sunni Araplar da yaşar ama çoğunluk şii araplardadır. Dolayısı ile Irak’ın diğer 
tarafında sunniler yaşar, kürtler yaşar, türkmenleryaşar, ama körfez kısmını da şiiler oluşturur. Ondan sonra Kuveyt’e iniyorsunuz, Kuveyt’te nüfusun %70 sunni araptır. %30’u şii araptır. Kuveyt’ten sonrada Suudi Arabistan çıkıyor karşımıza, Elhasra, Kadir dediğimiz bölgelere, vilayetleri bu bölge şiidir. 
Bu bölgenin üstüne çıktığınız vakit bunlar kabiledir ve sunni araptır, mezhep olarakta vahabidir. Kendi iç bölgelerinde( Meç dediğimiz bölgeyi kapsar). 
Bunlar gene bu hat boyunca şemman dediğimiz birçok farklı kabile vardır. Bunlarda sunni arap kabilelerdir. Bunların kökeni Mekke, Medine, Yemen 
kökenlidir. Ama bunlar bu hat boyunca geldiğiniz vakit şiiliğin en önemli 2. Merkezi ile karşı karşıya kalırsınız. 1. Mekke merkezi, Necef, Kerbela, 
Küfe bölgesi ise 2. Bölgesi de bu körfezdir. Yani Bahreyn’de dahildir. Bu nedenle Bahreyn çok önemlidir. Bunlar iç içe geçmiş ailelerdir aynı zamanda. 

Ondan sonra Katar’a baktığınız vakit Katar nispeten daha bütüncüldür, vahabidir. Ve belli kabileler vardır bu bölgede. Birleşik Arap Emirlikleri ise, çok 
dağınıktır. Yerleşkesi çok fazla olmayan ama vahabi olan aynı zamanda sunni ve şii varlığınıda kendi içerisinde barındıran ama buna rağmen 7 ayrı emirlik 
olan bir ülkedir. 7 ayrı emirlik, gevşek kompederasyon, halende yaşayan 7 ayrı emirlik, sonra Umman’a geliyoruz. Burada nüfusun önemli bir kısmı ibaridir yani Hariciliğin bir koludur. Sonra Suur bölgesi birazcık daha vahabi sunni kökenli kesimler vardır. Hatta orada 3 – 4 ay önce bir ayaklanma çıkmıştı. Bu bölgedede Yemenli Zeydi kabileler yaşar. Toplumsal yapıları bir toparlıycak olursak, Ortadoğu’da hiç bir ülke homojen bir toplumsal yapıya sahip değildir. Mekke ise tarihsel köken itibari ile baktığımız vakit her zaman Sünniliği ya da Şiiliğin en önemli merkezlerinden bir tanesidir. Vahabiler buraya zorla girmiştir. Ve her zaman vahabiliğe karşı hayır diye ciddi bir tansiyon orda vardır. Orada 4 mezhep vardır ama buna rağmen vahabilik o bölgede ortaya çıkmış bu bölge toplumsal dengesini sağlamış bir mezhep değildir. Çünkü zaten sunni dünyasının en önemli merkezi burasıdır, şiilerde gider oraya ama vahabiler için burası problemli bir yerdir aslında. Her zaman sorun yaşadıkları bir bölgedir burası. 

Katılımcı: 

İnanç olarak düşündüğümüz zaman vahabilik farklı ama ticari olarak veya mezhepsel olarak düşündüğünüz zaman vahabilik, islamiyetin diğer grupları 
tarafından benzer birçok uygulama var. Kabeyi yağmalıyorlar, tüm değerli eşyaları alıyorlar, onlara göre bu tür yani caminin olması veya ibadet yerlerinin 
olması, mezarların olması, bunlara karşı insanların gelip, sürekli dini inançlarını göstermesi, dinsel anlamda yani mezhepsel anlamda kabul edilebilecek 
bir şey değil. Dolayısıyla, Kabenin böyle çok fazla öne çıkartılması sunni dünyasından ve diğer inançlardan bu bölgeye gelinmesi onlar tarafından kabul 
görülmüyor, mezhepsel anlamda görülmüyor. O nedenle bazı Sunniler, vahabiliğinde harici olarak veya aşırı Serefi bir akım olarak görürler yani sere-
filer çok sade, hiç bir şey yok onlar için ve bu tür binalarda yok. Binaya benzeyen bir mekanlarıda yoktur. Yani onlar için herşey sadedir. Bir yere gidilir, 
oturulur öyle çok fazla birşey istemezler. 

Katılımcı: 

Biz suudi arabistan devletinin uygulamaları demiyoruz. Vahabi mezhebinin uygulamaları diyoruz. Fark bu. Bir devletin uygulaması ile bir mezhebin 
inançtan yaklaşımı farklıdır. 

Katılımcı: 

Suudi Arabistan’da, Zeydiler mi yaşar? Suudi Arabistan’da Şiilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Sünnilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Hıristiyanlarda yaşar. 

Katılımcı: 

Şiillerle bakacak olursak; Şiiliği, Vahabi din adamları, fetva vererek din dışı olarak görürler, bu çok önemli birşey yani toplumunuzda, %25’ini veya 
islamiyetin önemli bir kesimini siz din dışı olarak nitelendiriyorsunuz. Din dışı olarak gördüğünüz vakit tüm haklarınıda elinden alıyorsunuz. Yani bu 
adamaları artık kutsal görmüyosunuz ve kutsal görmediğinize karşı, Hıristiyan da görmüyorsunuz. 

Katılımcı: 

Şiiler zaten orayı çok kutsal görürler, oranın korunması gerektiğine inanırlar, o yüzden ordaki camide Şiilere yönelik çok ciddi olaylar yaşandı. İki sefer 
orda çok ciddi öldürme olayları gerçekleşti; biri 1980’lerde gerçekleştirildi, biri de 1990’larda gerçekleşti, sonra birde İran’lı Şiiler yaşadı bu sorunları, 
İranlı Şiiler gelip orda çok büyük problemler yaşadılar, o nedenden Şiileri zaten buradan atamazsın burayı onlar kutsal olarak görürler. 

Veysel AYHAN: 

Güvenlik birimlerinde Şiilere ayrımcılık yapıldığı çok net ortada hem dinsel hem siyasi hem ekonomik hem idari anlamda. Kişi yani bu dediğimiz tümü için geçerlidir, berduşlar içinde geçerlidir diğerleri içinde geçerlidir. Kendi kimliklerini ön plan plana çıkarmasa, sistemde hareket edebilmesi, sistemde bir noktaya gelebilmesi kolaydır, problem yaşamazlar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Sistemle sorun yaşamaya ne zaman başlanıyor, bu tür ayrımcılık politikalarına karşı çıkmaya başladığınız andan itibaren başlıyorsunuz. Eğer bu ayrımcılık politikalarına karşı çıkmazsanız sorun yok zaten, sistemle sorununuz olmaz ki; sistem sizi polise yapar, sistem sizi bir noktaya kadarda taşır. Çünkü siz orada yaşanan ayrımcılık politikalarına karşı gelmiyorsunuz. 

Gelmediğiniz takdirde de bir sorun yok zaten. İstediğiniz noktayada çıkarsınız, bu dünyanın her yerindede böyledir. Amerika’dan daha çok 
Amerikacı olursanız Obama gibi başada geçersiniz. Yeter ki siz Amerika’nın çıkarlarını savunun, en başa en tepeyede sizi getirir. Bu böyle. Buradan hareketle bölgedeki ekonomik yapılara değinelim. Buradaki ekonomik yapının önemli bir kısmı petrol ve doğal gaz kaynaklarına dayanır ve petrol şuan dünyadaki en önemlii tüketim maddeleri içerisinde en önemlisidir. Dünya petrol ve doğalgaz kaynaklarının önemli bir kısmı Basra körfezinde bulunur. 
Yani petrolde %56 doğalgazda %40- 41 e kadar çıkabilcek bir orandır. 

Bunların tümüne baktığınız vakit, Basra körfezinde yoğunlaşmış alanlarda bulunmaktadır. 

Şunu söylüyoruz çoğu zaman; Ortadoğu dünya enerji kaynakları açısından çok önemli bir bölgedir. Aslında doğru olan Basra körfezi dünya petrol ve doğal gaz kaynakları açısından önemli bir bölgedir. Çünkü Ortadoğu dediğiniz vakit; çok geniş bir coğrafya içerisine giriyor. O zaman Suriye’de de, Ürdün’de de, İsrail’de de, Mısır’da da petrol olsun. Ama yok. Demek ki petrol ve doğal gaz dünya enerji kaynaklarının iki önemli ham maddesi, yalnızca ve yalnızca Basra körfezi ülkelerinde bulunur. Dolayısı ile dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünyada ve Ortadoğu’da adil bir şekilde dağıtılmadığını görmekteyiz. Ne anlama geliyor bu; Dünyada doğal gaz ve petrol tüketen önemli ülkelerin başında baktığımız vakit ABD, Avrupa sonra Asya Pasifik ülkeleri geliyor. O açıdan bunların gelişmişlik düzeylerini sürdürebilmeleri için, en temel ihtiyaçları olan doğal gazı ve petrolü güvenli erişim yollarını politikalarını, güzergahlarını, her zaman ellerinde tutmak veya en azından buna erişmek istiyor. Ve bu açıdan Ortadoğu dünya siyaseti açısından her zaman hayati öneme sahip bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Ondan önce, Hindistan’a giden ticaret yollarının geçiş güzergahları yine kullanılıyordu. Özelliklede bu kralların oluşturulması ile ama günümüz itibari ile düşündüğümüz vakit; burası neden bu kadar çok önemli, 
çünkü bu bölge ciddi anlamda dünyadaki enerji tüketimini karşılayacak. Peki, ne zaman biter? Bilemiyoruz 1900’lerin başında 40 yıl sonra bitecek deniliyordu. 
Ama bitmedi. Yarın yeni teknolojileer bulunur, yeni kaynaklar bulunur. 

Bir 50- 60 yıl sonra biter diyorlar. Ama biz bugün yaşıyorsak  bugüne bakacaksak,  bu politikalar üzerinden, bu bölgeye dünya bağımlıdır. Yani dünyadaki gelişmiş ülkeler, bu bölgeye, bugün AB’nin tümünü daha doğrusu Avrupa kıtasının tümünü düşünecek olursanız, tümünde 15 milyar varillik petrol vardır. Ama körfez ülkelerinin her hangi bir tanesini düşünecek 
olursanız. Bugün 101 artı 103 - 104 milyar varillik petrol vardır. Bu muazzam bir rakam. 100 milyar varilin üstünde bir kaynak var. Birleşik Arap Emirlik’lerine 
baktığımız zaman böyle, Suudi Arabistan zaten bilindiği üzere dünyadaki en önemli petrol kaynaklarını bulunduran ülke ve 236 milyar varil petrol varillerine sahip. Dünyadaki en önemli, yaklaşık dünya petrolünün %25ini elinde tutan bir ülkeden bahsediyoruz. Irak’a baktığımız vakit; 1970’lerde yapılan aramaların sonucundaki, petrol rezervleri 115 milyar varil ki bugün yeni araştımalar yapılırsa, bu miktarın çok daha üste çıkabileceğini öngörebiliriz. Dolayısı ile bu bölgenin, Basra körfezinin en önemli özelliği, bu toplumsal yapıyı bir kenara bırakacak olursak, bu bölge dünyadaki enerji tüketimini karşılayan bölge çünkü bunlar üretiyor, tüketmiyor. Mesela Avrupa üretiyor da, tüketiyor da ve bir sanayisi var. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

29 Aralık 2016 Perşembe

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2





 Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2

 Mübarek İçin Oyunun Sonu: Tunus’tan Sonra İkinci Ocak Devrimine Doğru 

Tunus’ta yaşanan iktidar değişikliğinden hemen sonra Mısır’da da halk gösterilerinin başlaması bir çok kesimin devrimin domino etkisi üzerine 
analiz yapmaya itmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere Mısır’da birincisi Arabi Paşa, ikincisi Nasır dönemi dışında genelde yabancıların Mısır siyasetine etkin olduğu dönemler yaşandığı ve Mübarek ile birlikte bu etkinin doruğa çıktığını belirtmek gerekir. Tunus’ta da bağımsızlığın kazanıldığı 1956 sonra yalnızca iki ayrı lider iktidar da olmuş buna karşın Raşit Gannuşi gibi muhalefet liderlerinin yıllardır sürdürdüğü protesto eylemlerinin halk üzerinde ciddi tesirleri olmuştur. Her iki rejimde otoriter olmalarına karşın bir Suriye ile ya da Umman’la karşılaştırılamayacak ölçüde demokratik kurumlara sahiptiler. Örneğin, Mısır’da yargı ve sendikal federasyonları gelişmiş bir muhalefet hareketini içlerinde barındırmaktadırlar. Rejimler totaliter bir anlayıştan uzak olduğu gibi toplumsal alanda da muhalefetin farklı şekillerde örgütlenmesine 
müsaade edilmiştir. Halen yasaklı olan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki vakıf veya dernekler adı altında 1000’e yakın kuruluşu bulunmakta ve bu kuruluşların tümü doğrudan İçişleri Bakanının onayı ile kurulmuştur.11 Ayrıca her ne kadar demokratik olmazsa de her iki ülkede de genel seçimler yapılmaya devam etmiş ve muhalefet gruplarının seçime katılımları kısmi olarak sağlanmaya çalışılmıştır. 

Bu kapsamda Mısır’daki halk eylemleri ile Tunus Devrimi arasında önemli benzerlikler olmasına karşın ikisi arasında doğrudan bağ kurmak 
ve Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların 
daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. Nitekim göstericiler tarafından atılan sloganlara ve taşınan pankartlara bakıldığında Tunus Devrimini öne çıkartıldığı ve “Mısırlıların Tunuslulardan daha zayıf olmadığını” veya “Tunuslular başarmışsa Mısırlılar da başaracak” şeklinde yazıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Tunus’daki başarının Mısırlıları daha güçlü bir şekilde bir kez daha sokağa döktüğünü ve kaçınılmaz olarak Hüsnü Mübarek çekilene kadar eylemleri sürdürme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmek gerekir. Tunus devrimi sonrası Mübarek’in yerini koruması oldukça güçtür. 

Bununla birlikte Mısır’daki gösteriler ile Tunus’daki devrim arasında oldukça önemli farklılıklar olduğunu görmek gerekir. Yaklaşık 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. 

Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluk Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesine yol açacak ölçülerde olmuştur. Mısır’ı bir şekilde ziyaret eden her kes havaalanından başlamak üzere otel odalarındaki bireylere kadar bahşiş adı altında bir para dağıtmak zorunda kalması Mısır’da rüşvetin yasal bir durum olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Diğer yandan dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış açıları farklılığı bulunmaktaydı. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve rejimden farklı olarak daha pro aktif bir tutum içerisindeydi. Özellikle 2008 sonu 2009 başında İsrail’in Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. Bir çok bölgede Mübarek karştı gösteriler yaşanmış ve hatta bazı Arap liderleri Mübarek’i devirmeleri yönünde Mısır halkını teşvik etmiştir.12 Aynı durum daha önceleri Filistin 
seçimlerinden hemen sonra Hamas’a karşı uygulanan yaptırımlara Mısır yönetiminin de destek vermesiyle yaşanmıştı. Söz konusu tepkinin üst düzey bürokratlardan askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesimde var olduğunu görmek mümkündür. Bu kapsamda Mısır’daki eylemlerin ülkenin içerisinde sürüklendiği ekonomik ve sosyal durumun aynı sıra Hüsnü Mübarek döneminde izlenen iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını da görmek gerekir. 

Devrimi Giden Süreçte İç Politikadaki Gelişmeler 

Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında yaşayan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla sokaklara dökülmesini organize olmayan, 
lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş 
bir örgütlü kesimin olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda halk eylemlerinin arkasında yer alan bazı bireylerin iktidar çemberinin içinde 
yer aldığı öngörülebilir. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin değişim taleplerini görmek gerekir. Ancak halı hazırda değişimin nasıl olacağının 
netleşmemesi bu yöndeki varsayımları bir süre daha dile getirilmesini zorlaştırmaktadır. Her ne kadar El Bradey’in, Müslüman Kardeşlerin, 
82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir liderle işbirliği yapmak isteyen 
başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Aymar Nur’un ve Wafd Partisinin sokağı yönlendirme çabası varsa da sonuçta değişimin son aşamada Mübarek’in çekilmeye razı olması ve 
serbest seçimlerle gerçekleştirilmesi olasılığı daha ağır basmaktadır. Böyle bir olasılıkta Batı’nın ve Mısır’daki değişimden birincil derecede etkilenecek 
ülkelerin sürece müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Ayrıca Mısır’da Mübarek’in istifasını isteyen gösterilerin başlangıç tarihini Ocak 2011’de başlatmak yerine 2005 seçimleri öncesinde yaşanan 
olaylarla birlikte başlatmak yerinde olacaktır. Özellikle 2006 sonrası dönemde tekstil işçileri tarafından ekonomik koşulların iyileştirilmesi 
için düzenlenen genel grevler halkın Mübarek karşıtı sokağa dökülmesinde önemli bir başlangıç tarihi oluşturmaktadır. Söz konusu eylemler 
1946’dan sonraki en önemli sivil grevler olmuş ve yaklaşık 30 bin kişi eylemlere katılmıştır. Ayrıca gene 2007’de organize edilen 6 Nisan Hareketine 
dikkat çekmek gerekir. Bir internet grubu olarak ortaya çıkmasına karşın 6 Nisan hareketinin de çağrısıyla 6 Nisan 2008’de düzenlenen mitinge 
Sendikaların da destek vermesi sonucu binlerce insan ekonomik koşulların değiştirilmesinin yanı sıra siyasal taleplerle de meydanları doldurmuştur. 
Söz konusu eylemde 3 göstericinin yaşamını yitirmesi her yıl yeni anma törenlerinin de düzenlenmesine yol açmıştır. 

Bunların yanı sıra avukatların, öğretim üyelerinin de yönetimin uygulamalarını protesto eden eylemler düzenlemesi halkın yönetim karşıtı sokağa dökülme 
güvenini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla Ocak 2011’de bir kez daha yoğun katılımlarla düzenlenmeye başlayan sokak gösterilerinin 
bir tarihsel geri plan ve toplumsal gruba sahip olduğunu belirtmek gerekir. 

Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri 
gelmektedir. 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasaları ile yöneten Hüsnü Mübarek kendisine karşı bir darbenin yolunu kapatmak içinde hem 
polis ve istihbarat gücüne ağırlık vermiş hem de Anayasa’da belirtilmesine rağmen iki gün öncesine kadar bir Cumhurbaşkanı yardımcısı atama-
mıştır. Devlet Başkanlığı yardımcılığının boş bırakılmasının arkasında yatan en önemli nedenin bu mevkiye getirilecek kişinin iktidarı ele geçirme 
olasılığı veya Cemal Mübarek’in son aşamada bu koltuğa getirilme amacından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in 
iktidarı babadan oğula geçirme hedefi başta Mısır halkı olmak üzere Mısır’ın sivil ve askeri bürokrasisinde yer alan bir çok kesimin ciddi tepkisine 
yol açmıştır. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde tutma istediği ve barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların 
değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. 

Tüm bunların üstüne bir de seçimlerde uygulanan baskı ve usulsüzlükler halkın sözde demokratik olan sürece olan güveninin büsbütün çökmesiyle 
sonuçlanmıştır. Bu durum Mısırlıların demokratik yöntemlerle değişim olacağına olan inançlarının tükenmesine yol açmıştır. Aynı duygular Mübarek sonrasının hesabını yaban liderlerde de yaşanmış ve nitekim 2011 Eylülünde gerçekleşmesi öngörülen seçimlere katılma isteğini ifade eden Muhammed El Baradey’in de 25 Ocak gösterilerinden hemen sonra Mısır’a dönmesine ve Mübarek’e iktidarı terk etme çağrısında bulunmasına yol açmıştır. 


<  Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri gelmektedir. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. >


Baradey’in dışında 28 Ocak’taki gösterilere aktif katılım gösteren Müslüman Kardeşlerin de Mübarek sonrası dönemin planlarını yapmaya başladığını göstermektedir. 

Artan işsizlik oranları, düşen ekonomik gelirler ve tüm bunlara rağmen ülke içinde anti demokratik uygulamaların sürmesi halkın rejim karşıtı 
eylemler içerisinde yer almasında önemli bir neden olmuştur. İşçi sendikalarının düzenlediği geniş katılımlı gösterilerin yanı sıra günde iki dolardan 
daha az bir gelirle geçinmek zorunda kalan Mısırlıların içine düştüğü yoksulluk sokaklarda rejim karşıtı güçlü bir kesimin oluşmasına yol 
açmıştır. Ayrıca 25 milyon internet kullanıcısının bulunduğu Mısır’da ağırlıklı olarak gençlerin daha iyi bir gelir ve daha fazla demokrasi söylemlerini 
desteklemesi ve bu taleplerini internet aracılığıyla sosyal muhalefet ağına dönüştürmeleri dikkat çekicidir. Yarın Partisi tarafından organize 
edilen “ Yeter Hareketi”nin yanı sıra Halid Said gibi hiçbir partiye üye olmayan bireylerin sokak ortasında güvenlik kuvvetleri tarafından dövülerek 
öldürülmesi halkın tepkisinin genişlemesine yol açmıştır.13Mübarek karşıtı kesimler Halid Said gibi olayları iyi bir şekilde kamuoyun yönlendirilmesinde 
kullanmayı başarmışlardır. 

Nitekim Halid Said adına kurulan internet siteleri üzerinden örgütlenen kesimlerin çağrısıyla düzenlenen hükümet karşıtı gösterilere binlerce kişinin katılması da oldukça önemlidir. Eylemcilerin İçişleri Bakanının istifasını talep etmelerinin arkasında yatan en önemli neden de Mısır’da gerçekleştirilen 
insan hakları ihlalleri ve polislerin aşırı şiddet kullanması olduğunu belirtmek gerekir. 

Dış Politik Gelişmeler 

Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan 
politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. Hüsnü Mübarek 
yalnızca Mısır’ın değil bir o kadar Irak’ta yaşanan Amerikan işgalinin de dolaylı olarak sorumluları arasında yer almaktadır. 1990 Temmuzunda Kuveytli 
yetkilileri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyeceği yönünde yönlendiren Mübarek Kuveyt’in her hangi bir acil savunma stratejisi geliştirmesini 
dolaylı olarak engellemiş olmaktaydı.14 

Bu bağlamda Hüsnü Mübarek döneminde Mısır’ın İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir politika izlediği Filistin sorununda bağımsız bir 
politika geliştirmediği gibi sorunun çözümünde de İsrail yanlısı bir dış politikaya sahip olduğu bir çok Mısırlı tarafından eleştirel bir şekilde dile 
getirilmekteydi. Başta Mısır Dışişleri yetkilileri olmak üzere akademik çevre ve entelektüel kesimi izlenen Filistin politikasının yanlışlığını 
dile getirmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in bu konuda adım atmaması Mısır’ın Orta Doğu’daki ve uluslararası alandaki prestij ve etkisinin zayıflamasına 
yol açtığı Kahire’den de net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca ilk başlarda Filistin politikalarını eleştirmek için İsrail karşıtı başlayan 
gösterilere Mısır polisinin müdahale etmesi kısa sürede göstericilerin Mübarek karşıtı söylemeler ve protesto eylemleri yapmalarına yol açmıştır. 
Özellikle Hamas’ın seçim zaferinden sonra İsrail tarafından Filistinlilere karşı izlenen siyasi ve askeri saldırılar Mısır’da Mübarek karşıtı gösterilerin de 
artmasına ve daha fazla taraftar toplamasına yol açmıştır. 

Dışsal tepkilerden biri de Mısır ile ABD arasındaki ilişkilerdir. Irak işgalinin insan hakları ihlali boyutuyla sürdüğü bir dönemde Mısırlılar ülkelerinin 
ABD ile olan ilişkilerini ciddi şekilde sorgulamaya başlamıştır. Lübnan krizi, İran’ın bölgede artan etkisi tüm bunlara karşı Mısır’ın zayıflama 
devam eden etkisi ve gücü Mısır bürokrasisinde Mübarek karşıtı güçlü bir muhalafetin oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca Sudan’da yaşanan 
bölünmeye Hüsnü Mübarek’in sessiz kalması ve tüm ilgisini iç politikaya yöneltmesi de milliyetçi kesimlerin tepkisinin artmasına yol açmaktadır. 
Nasır dönemine vurgu yapan ve öyle bir dönemin Mısır’ını özleyen entelektüel elitler ve bürokratlar Hüsnü Mübarek ile bunun gerçekleşmeyeceğinin 
farkına varmış ve değişim için sokakların örgütlenmesinde rol oynamış olabilir. 

Bu noktada eylemler sırasında ordunun izlediği role dikkat çekmek gerekir. Eylemlerin başladığı günlerde Washington’da bazı temaslarda bulunan 
Genelkurmay Başkanlığı heyeti aynı gün dönmek yerine birkaç gün daha görüşmelerde bulunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir. Ordunun 
meydanlarda toplanan halk ile henüz itibariyle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözlemlenmektedir. Kahire’de 
Ulusal Demokrat Partisi’nin merkezinin ateşe verilmesine, sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen ordu güçleri göstericileri zor kullanarak 
dağıtmamasını not etmek gerekir. Bununla birlikte sokağın büsbütün denetimsiz ve kontrol dışına çıkarması durumunda ordunun müdahale 
etmekten çekinmeyeceği düşünülmektedir. Olaylar sırasında insan kaybının henüz ciddi oranda olmaması da Ordunun izlediği politikalardan 
bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kesimde de ciddi bir değişim isteği olduğu öne sürülebilir. 

Sonuç Yerine: Mübarek Dönemi Kapandı Mı? 

2011 Ocağında gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri Mısır’da Mübarek döneminin kapanma-sına yol açacaktır. Nitekim son birkaç günde ya
şanan gelişmeler de Mübarek yönetiminin ardı sıra tavizler vermeye başladığını ve inisiyatifin sokağın eline geçtiğini göstermektedir. En öncelikli 
talepler arasında yer alan ikinci bir Mübarek dönemine hayır stratejisinin başarıya ulaştığı görülmektedir. Böylelikle Cemal Mübarek’in babasının 
yerine Mısır’ın yönetimine gelmesinin artık mümkün olmadığını belirtmek gerekir. İkincisi İçişleri Bakanı Habib El Adli’nin istifası yönünde 
somutlaşan bir başka talebinde doğrudan hükümetin istifasının istenmesiyle gerçekleştiği görülmektedir. Her ne kadar yeni hükümet 1973 
Savaşında İsrail uçaklarını düşürdüğünden dolayı bir savaş kahramanı olarak bilinen Ahmed Şefik Başkanlığında kurulmuşsa da göstericileri 
tatmin etmeye yetmemiştir. Yıllardır Mübarek’le birlikte çalışan bireylerin sokağı tatmin etmesi beklenmemektedir. Eylemcilerin verilecek tavizler 
yerine doğrudan Hüsnü Mübarek’in istifasını veya mümkün olan en kısa süre içerisinde özgür ve serbest seçimlerin yapılarak yeni devlet başkanını 
belirlemek istedikleri görülmektedir. 

Bu kapsamda özellikle muhalefetin eylemlerine dikkat çekmek gerekir. 2011 Eylülünde yapılması öngörülen seçimlere katılma iradesini ortaya 
koyan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed el Baradey’in 25 Ocakta yoğunlaşan gösterilerin hemen ardından Mısır’a dönme 
kararı vermesi ve döndükten sonra da tek çözümün Mübarek’in istifasıyla olacağını dile getirmesi Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığının 
önemli bir göstergesidir. 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi Baradey’in Mısır’a dönme kararını vermesinden ardından sokak gösterilerine liderlik yapma çabası dikkat çekicidir. Doğrudan Mübarek’in istifa etmesini dile getirmesi ve sokak eylemlerinin arkasında yer almasına rağmen yalnızca ev hapsinde tutuluyor olması da düşündürücüdür. 

Diğer yandan son yıllarda rejimle uzlaşma çabaları içinde olan Müslüman Kardeşlerin de uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra 28 Ocak Cuma günü düzenlenecek gösterilere katılım yapılması yönünde bir çağrıda bulunması da oldukçaönemlidir. Ülkedeki en örgütlü muhalif grupların başında gelen Müslüman Kardeşlerin sokağa dökülme çağrısı gösterilere İslami kesimden verilen desteğin genişlemesine yol açmıştır. Esasında böyle bir çağrı yapılmasının arkasında yatan olgunun Müslüman Kardeşlerin de Hüsnü Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığına dair bir değerlendirme içine girmiş olmasından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir. Örgüt liderlerinden Muhammed Nursi’de yaptığı bir açıklamada kendilerinin gösterilere önderlik etmediğini ancak içerisinde yer almayı sürdüreceklerini ifade etmesi önemlidir. Örgütün resmi internet sitesinde de protesto eylemlerine verilen aktif destek aktif destek verildiği 

Yeter Hareketine liderlik yapan El-Ghad Party (Yarın Partisi) üyeleri de sokak gösterilerinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayman Nur Ocak gösterilerine de liderlik etmeye çalışan bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir dönem tutuklu kalan Nur ‘‘Göndermek istediğimiz mesaj tek bir kelimeden oluşuyor: Gidin. Başkan Mübarek’ten gitmesini istiyoruz. Sizi istemiyoruz. Sizi ve rejiminize artık katlanamıyoruz,

Barışçı bir değişimin kapılarını kapattınız’ ‘ cümlelerine yer vererek eylemlerinin Mübarek istifa edene kadar sürdürme kararlılığında olduklarını 
göstermiştir.15 

Toparlayacak olursak Mısır’daki eylemlerin tarihsel bir geri planı olduğu ve toplumsal bir tabanı bulunduğu görülmektedir. Göstericilerin 
ulaşmaya çalıştıkları hedeflerin oldukça açık olduğu ve bu konuda bunların önemli bir kısmını elde ettikleri ve Mübarek rejiminin ciddi şekilde 
sarsıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca 82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir 
liderle işbirliği yapmak isteyen başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan 
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

DİPNOTLAR 

1 Gamal Essam El-Din, “Testing the Ties”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 716, 11 - 17 November 2004. 
2 Bu konuda bkz., William L. Cleveland, A History of Modern Middle, East San Francisko: Westview Press, 1994, ss. 
92-97; Roger Owen, “Egypt and Europe: from French Expedition to British Occupation, Ed.: Albert Hourani, Philip 
S. Khoury, and Mary C. Wilson, The Modern Middle East, Berkeley: California Press, 1993.ss.111.124 
3 Cleveland, loc. cit. 
4 Constitutional history at a glance”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005 
5 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul: Alfa Yay, 2004., ss. 181-182 
6 Peter Calvocoressi, World Politics Since 1945, 7th ed., New York: Longman Puplishing, 1996, s. 371 
7 Gamal Nkrumah, “A leap for democracy”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005; Al-Ahram Weekly 
“Constıtutıonal Change:Full Coverage”, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005. 
8 BBC Haber, “Mısır’da Gözlemcilere İzin Yok”, 05 Eylül 2005, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050905_egypt_monitors.shtml 
9 Yeni Şafak Gazetesi, “Hüsnü Mübarek Seçimden Zaferle Çıktı”, 
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/eylul/20/ kronikmedya.html 
10 NTV Haber, “Mısır’da Zafer Mübarek’in”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/340617.asp 
11 Müslüman Kardeşler hakkında bkz.., Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı 
ve Sisteme Etkisi”, Ortadoğu’da Toplumsal Hareketler, Alternatif Politika Dergisi, Cilt 2, (Kasım 2010), ss. 48-73. 
12 Bkz., Al Manar News, “Mr. Mubarak, Tear Down That Wall”, Lebanon, 
http://www.almanar.com.lb/newssite/ArticlePrintPage.aspx?id=68644 
13 Issandr El Amrani, “The murder of Khaled Said”, June 14, 2010 
http://www.arabist.net/blog/2010/6/14/the-murder-of-khaled-said.html 
14 Yazar tarafından Mart 2009’da Kuveyt’te saha araştırmaları sırasında dönemin Kuveytli bir yetkilisiyle gerçekleştirilen bir mülakatta ifade edilmiştir. 
15 Euro News, “Mısır muhalefetinin simgesi Ayman Nur”, 28.01.2011, 
http://tr.euronews.net/2011/01/28/misir-muhalefetinin-simgesi-ayman-nur/ 


***