ULUSLARARASI TARİH EĞİTİMİ SEMPOZYUMU 2016, Türkistan’da Eğitim Reformu Üzerine BÖLÜM 2
Cedit Hareketinin Lideri İsmail Bey Gaspıralı
Ceditçilik hareketinin kurucu babası ve Türk düşünce tarihinin parlak siması İsmail Bey Gaspıralı, 21 Mart 1851 tarihinde Kırım’ın Gaspıra denilen bölgesinin Avcı köyünde dünyaya geldi. Babası Mustafa Bey, Kafkas ve Kırım genel valisi Kenyaz Vorontsov’un yanında tercüman olarak çalıştı. Sadakatli hizmetlerin den dolayı mülazım, asilzade mertebelerine yükseldi. Annesi Fatma Hanım ve bakıcısı Habibe Hanım, İsmail Bey’in iyi yetişmesi için önemli rol oynadılar.71
Gaspıralı sekiz yaşındayken Bahçesaray Hacı İsmail’in eski okuluna verildi. On yaşına gelince babası, annesinin itiraz etmesine rağmen Akmescit Uberniye askeri okuluna yazdırıldı. 12 yaşındayken Voronej subaylar okuluna geçti. 13 yaşına geldiğinde Moskova Milyutin72 lisesine girdi. Özellikle lise öğretmenlerinin mutaassıp davranışları İsmail Bey’in milli duygusunu güçlendirdi.73 Gaspıralı 1868 yılında eğitimini tamamlayarak yurdu Bahçesaray’a döndü ve Zincirli Medresesinde Rusça dersi vermeye başladı. Daha sonra yüksek eğitimini tamama erdirmek üzere 1872 yılında Fransa’ya gider orada bir süre kaldıktan sonra 1876 yılında Bahçesaray’a döner. Fransa’da İ.S. Turgenev74 gibi büyük
düşünürlerin fikirlerinden yararlanır ve doğu batı kültürüne sahip olan İsmail Bey Gaspıralı içindeki duygularını bir süre gizlemeye çalışır ve 1878–1884 yıllarında belediye başkanlığı görevi yapar.
Bahçesaray’ı güzelleştirmeye, ışıklandırmaya çalışır. Bu faaliyetleri yapan İsmail Bey Gaspıralı “yersiz masraflar” iddiasıyla suçlanır ve istifa etmek zorunda kalır.75
Bu dönemde yeteri kadar üne sahip olan İsmail Bey Gaspıralı, asli görevi olan millete hizmet faaliyetlerine, 1879 yılında Tercüman gazetesini çıkararak ilk adımını atmış olur. Bununla yetinmez, davasını daha iyi tanıtmak için 1881 yılında “Türkistan Müslümanlığı” adlı eserini kaleme alır. Bu kitabı yazmakla Rusya Türk Müslüman halkının hak ettiği hakkını aramaya çalışır.76
Gaspıralı bu kitabında, Rusya’da bir Türk Müslüman topluluğunun varlığından ve bunun bir gerçek olduğundun, bunların Rus tebaası olduğundan, Rusya tarafından medenice yetiştirilmesinden, bunu yaparken Rusya’nın bu durumdan korkmamasından, bilakis kendi yararına olduğunu bilmesinden, farklı halkların din, dil, kültürlerinin korunmasından bahseder.77 Gaspıralı Müslüman halkının ilim merkezi olan medreselerin yeniden yapılandırılması, yeni modern dünyaya göre hazırlanması, bu medreselere ayrı bütçe tahsis edilmesinden bahseder. Medreselerin çok kötü şartlarda olduğunu belirtmek için şu olayı aktarır: “ Odessa78 Genel Valisi H.H. Roop bir sebeple Bahçesaray’a gelmişti.
Gaspıralı ona eşlik ve tercümanlık etmiş ve vali Bahçesaray’ın baş medresesi “Zincirli Medrese”sini ziyaret eder ve gözlemlerini şöyle aktarmıştır: “Beyler, bizim devrimizde mahpusların, cinayetçilerin yaşam imkânları dahi bu çocukların eğitim imkânlarından daha iyidir”79 buyurarak Türk-Müslüman çocuklarının eğitildiği ortamın kötülüğüne işaret etmiştir.
İsmail Bey Gaspıralı da, halkını böyle kötü durumlardan kurtarmak ister ve “Rusya Müslümanlığı” eserinde halkın biran evvel bu acılardan kurtarılmasını dile getirmiştir. O halkın dinini asla unutturulamayacağını ve asimile edilemeyeceğini ifade etmiş ve şu olayı aktarmıştır: “Bir zamanlar Lituanya asilzadelileri, Tatar süvarilerini harbi işler ve şahsı mülahazaları için hizmete almışlardı.
Geçen yıl onların çocuklarını gördüm, İsimleri, dilleri değişmiş fakat hala Müslümanlığa tutunmaktalar. Bu olaydan sonra inandım ki Müslümanlık yok edilemez”80 demiştir.
Kısacası O, Müslümanların hukukunu, yegâne yol olarak Müslümanlara eşitlik, hürriyet, ilim ve eğitim zemininde manevi tekâmülü gerçekleştirmek ve Ruslarla aynı seviyeye çıkarmalarını sağlamakla olacağına inanmıştır. Bundan şu anlaşılmaktadır ki Gaspıralı bilgin, kültürlü bir toplum istemektedir. Cahil bir toplumla hedefe varılamayacağının farkındadır. O, gerçekte bu şekilde hürriyet
mücadelesi vermektedir.
Semerkant Ceditçisi Mahmud Hoca Behbudi Ve Düşünceleri
Türkistan ceditçilik hareketinin önemli siması, müftü, siyasetçi, yazarlık gibi sıfatlarla anılan Mahmud Hoca Behbudi 1875 yılında Semerkant kentinin Bahşitepe köyünde doğdu. Onun soyu meşhur Türkistan Piri Ahmed Yesevi'ye dayanmaktadır. Mahmud Hoca Behbudi'nin dedesi olan Kâri Niyaz Hoca aslen Ürgençli olup ancak 12. asırda Semerkant emiri Şah Murat Han tarafından hafız
yetiştirmek üzere Semerkant'a getirilmiş, burada ömrünün sonuna kadar hafız yetiştirmiştir.81
Türkistan Ceditçi Mahmud Hoca Behbudi, Türkistan gençlerinin aydınlanması için faaliyet göstermiş, onların her türlü gelişmeden bilgilenmesi, çağdaşlaşması için çalışmış, gençlerin bir dini rehber olarak dini muhafaza etmeleri, bununla birlikte dünyevi bilimi de öğrenmeleri ve bunları sosyal hayatta Müslümanların menfaati için uygulamaları gerektiğini öne süren ceditçi bir düşünürüdür.82 Onun
bütün faaliyetleri sadece halkının menfaati çerçevesinde olmuş, halkının mutlu yaşaması için onların evlatlarının okuma yazma bilen şahıslar olarak yetişmesi için mücadele vermiştir. O, 1914 yılında yazdığı “Yoldaşlara Müracaat” adlı makalesinde şöyle yazmıştır:“İslamiyet öyle bir dini metin ve terakkiye temayüllü olan bir din ki, insan ne kadar ilim öğrense İslami akideleri de o kadar güçlenir, hatta ne kadar mülkünüz varsa satınız ve evlatlarınızı okutunuz”.83
1868 yılında Ruslar Semerkant’ı işgal edince Behbudi'nin babası Behbud Hoca ailesiyle birlikte Semerkant’ın merkezini terk ederek Siyab bölgesinin Bahşi Tepe köyüne yerleşmiş, yedi yıl o mahallenin imam-hatipliğini yapmıştır. Mahmud Hoca Behbudi işte burada doğmuştur. Mahmud Hoca Behbudi 6–7 yaşlarına gelince büyük dayısı Muhammed Sıddik'ın yanında okuma yazmayı öğrenmiş, sonra hafız olmak üzerine babasını yanında okumaya başlamış ve dört yıl içinde Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmiştir. O, bununla birlikte küçük dayısı Molla Adil'den Arapça sarf, nahiv, Kafiye, Şerh-i Câmi'yi, mantık ilminden "Şemsiye" adlı kitabı, fıkıhtan "Muhtasar-ı Vikâye"nin birinci cildini, biraz hadis ve matematik öğrenmiştir. Babası Behbûd Hoca Salih Hocaoğlu Türkistan’ın itibarlı, soylu âlimlerindendi. 1894 yılında Behbudi Hoca vefat edince Mahmud Hoca Behbudi dayısı Kadı Muhammed Sıddiki’nin himayesinde büyüdü.84
Geleneksel medrese eğitimini Semerkant ve Buhara’da alan Mahmud Hoca Behbudi, 18 yaşında kâtip, daha sonraları ise kadılık, müftülük makamlarına yükseldi. 1899–1900 yılları arasına hacca giden Mahmud Hoca Behbudi’nin dünya görüşü çok değişti. Kendi ifadesi ile “sekiz yıl yolculuk” yaptı. Bu
süre zarfında farklı çevreler ve farklı gruplarla tanıştırır. Onun dünya görüşünün şekillenmesinde bu yolcuk ve Ceditçilik hareketinin kurucusu İsmail Bey Gaspıralı’ etkili olmuştur. Karşılaştığı bu durumlar Mahmud Hoca Behbudi’nin “Usul-ı Cedit” mektepleri hakkındaki fikirlerini pekiştirmiş ve 1903 yılında Semerkant’ta “Recebemin”, “Helvayı” köylerinde cedit okulları açmıştır.85
O, bu okullarda okutulmak üzere, farklı konuları içeren kitaplar yazmıştır. 1904 yılında “Risale-i Esbab-ı Sevad”ı, 1905 yılında “Risale-i Coğrafya-i Ümraniye”yi, yine aynı yılda “Risale-i Coğrafya-i Rusiya”yı, 1908 yılında “Kitabetü’l- Etfal”, 1909 yılında “Ameliyat-ı İslam”, “Tarih-i İslam”ni 1911 yılında ise Özbek dramcılığının ilk numunesi olan “Pederkuş”u ve seyahat anıları olan “Seyahat
Hatıraları”nı yazmıştır.86
Mahmud Hoca Behbudi'nin yakın arkadaşı ve onun hayatı hakkında çok çalışmalar yapan Hacı Muin, Mahmud Hoca Behbudi'yi şöyle tanımlar:"Behbudi Efendi yumuşak huya, üstün zekâya, güçlü hafızaya, etkin bir hitabete sahipti. O, sözlerini örneklere dayandırır, yeri geldiğinde ayet ve hadislerle güçlendirirdi. Bundan dolayı onun konuşmaları gayet lezzetli ve faydalı olurdu. Behbudi Efendi her zaman insanların akıllarının alabileceğine durumuna göre konuşurdu. Bazen da latifeleriyle meclistekileri güldürürdü. Onun meclisinde bulunanların ruhları açılır, gönülleri şenlenirdi. O, söz ve yazılarında özellikle biz iki türlü kişinin gerekli olduğunu vurgulardı. Bunlardan biri dini ilimler ile felsefi ilimleri bilen kişi, ikincisi ise dünyevi ilimlerle türlü hünerleri bilen aydın kişilerdi.87
1908 yılında Tercüman gazetesinin başyazarı İsmail Bey Gaspıralı Semerkant’a geldiğinde Mahmud Hoca Behbudi ağlayarak onu kucaklar ve şöyle dedi: Bugün sizin huzurunuza gelip sözünü dinleyecek aydın kişi yok diyince İsmail Bey Gaspıralı da cevaben şöyle der Behbudi Efendi ağlamayınız! (Oturan kişileri işaret ederek) işte bunlar az mı? Sizler uyanacaksınız ve milletin derdine
derman olacak insanlar yetiştireceksiniz. 88
İşte bu durum Mahmud Hoca Behbudi'nin ne kadar mütevazı ve milletine düşkün biri olduğunu göstermekle birlikte ceditçilik hareketinin lideri İsmail Bey Gaspıralı' dan ne kadar etkilendiğinin bir göstergesidir.
Mahmud Hoca Behbudi şahsi düşmanlıları istemez ve hiç kimsenin özel işlerine karışmazdı. Kendini tekfir ve tahkir eden düşmanlarına karşı bile kötü söz söylemezdi. Belki de kendisiyle ilgili kötü sözleri işittiğinde “zaten din ve dünyadan habersiz kişilerden iyi söz dinlemeyi beklemek abestir
diyerek gülerdi.” “Böyle tekfir ithamlarıyla yalnız ben değil benden büyük zatlar da karşı karşıya kalmıştır”, diyerek kendini teselli ederdi. Onun başka bir özelliği de onun arkasından konuşan ve hakaret edenler onun meclisine geldiklerinde hiçbir kötü söz söyleyemezdi. Kendisine yapılan tüm hakaretlere şöyle derdi: "Acaba bunlar niye benim şahsiyetime dil uzatıyorlar? Ben her ne kadar iyi
veya kötü olsam da benden milletime zarar gelmemiştir. Aksine halkıma hizmet etmek için çalışmışımdır."89
Hayatının son anına kadar vatan ve milletinin kalkınması, yükselmesi için kendini adayan Türkistan ceditçisi ve Türkistan’ın maddi ve manevi yenileşme, canlanma hareketinin öncüsü Mahmud Hoca Behbudi, ilim, irfan sosyal ve kültürel yönden geri kalan milletinin yükselme yollarını aramış ve fikirlerini şöyle beyan etmiştir:
“Her milletin uleması, ehli kalemi, mütefekkiri, kendi milletinin geleceği için yol gösterir, meşveret verir, millet ahlakının ıslah edilmesi için camilerde öğüt verir, mektep ve medreselerde dünya ve ahireti ilgilendiren ilim, fen, talim verir, ümmetin ıslahı için kitap ve dergilerle müzakerede bulunurlar. Kalkınmakta olan milletlerin uleması gündemdeki gelişmelerden haberdar olarak kendi milletinin menfaati için çalışır. Milletin kalkınması için halkın zenginlerinin yardım etmesini teklif eder. Kısacası her milletin uleması, ehli kalemi, millet için söyler, yazar ve milli gereksinimi için çalışır, milletini gelişmelerden haberdar ederler. Mesela yeni usulde modern mektepler açar, modern insanlar hazırlamak için hareket ederler. Ancak bu sözlerin Türkistan için söylenmesi için daha erken.
Belki de sırası gelmemiştir. Burada herkes kendi özel işleriyle meşguller. Milletin ahlakinin ıslah edecek bir hareket yoktur.”90
Özetle söylememiz gerekirse O, milletlin yükselmesi, devletin kalkınması için özellikle iki sınıf üzerine durmuştur. Onun kastettiği iki sınıfsa ulema ve zengin kesimdir. Ona göre ulema sözüyle, zengin sermayesiyle halkı eğitebilirken ülkeyi de kalkındırabilir.
Behbudi “İhtiyacı Millet” başlığı altında Türk milletinin ilmi ve kültürel seviyelerinin geri kalmışlığını dile getirir ve biran evvel bu ihtiyaçların giderilmesini öne sürer ve şöyle açıklar:
“Başka milletlere bakılırsa çoğunun muntazam okulları var ve birinci olarak dini ilimlerin yanında dünyevi ilim ve fenler okuturlar. Çünkü dünyada ayakta durabilmek için dünyevi ilim ve fenlerden haberdar olmaları gerekir. Bu zamanda ilimden uzak kalan milletler başka milletlerin ayakaltında kalırlar. Elli yıl evvel biz kendimiz iç içe yaşıyor idik. Dışarıyla pek alakamız yoktu. Kendi dini
kitaplarımızı okumakla yetinirdik. Ama şimdiki durumumuz çok farklı. Artık dini ilimlerin yanı sıra dünyevi ilimleri de öğrenmemiz gerekir.
Diğer milletlere göre çok geri kalmışız. Hastalandığımızda derdimizi anlatabilecek dilimiz yok. Dilimizi bilecek doktorumuz da. Rus Duma’sına gidip hukukumuzu savunacak, kanunları bilecek bir hukukçumuz yok. Bir bina yapacak olursak bunun planını çizecek bir mühendisimiz yok. Şimdi Avrupalılar gelip en değerli mallarımızı birer alır, götürüp satar. Gecesini gündüzüne katıp çalışan
çiftçi ve esnafımızın ondan alacağı hiçbir bir faydası yok. Avrupa’ya mal götürüp satmak da bilgi ister, dil ister, onu becerecek adamımız yok.”91
Kısaca özetlemek gerekirse Behbudi şunu vurgulamakta; diğer milletlerin zenginleri, fakir ve yetimler için okul açar, onları okutmak için vakıflar kurarlar. Başka milletler milyonlarca okul vakıf ve gazeteyi idare eder ve bunlarla iftihar ederler. Bizimkiler ise atla, at arabasıyla, düğünlerle meşguller. Hatta kendi evlatlarını bile okutmayanlar var. İşte bu gidişatın sonu vahimdir. Okumak ve okutmak gerekir. Babaların evlatlarına dini ve dünyevi ilimleri miras bırakmaları gerektiğini sonucuna varmaktadır.
Taşkent Ceditçisi Münevver Kâri Ve Düşünceleri
Türkistan ceditçilik hareketinin önemli dini ve siyasi liderlerinden ve Taşkent Ceditlerinin öncüsü olarak bilinen Hafız Münevver Kâri 1878 yılında Taşkent’in Şeyhantahur’un Darhan mahallesinde doğdu. Babası Abdurreşid Han medrese müderrisi idi. Annesi Hasiyet Hanım, bilgili ve dindar bir hanımdı.
Dini hassasiyetleri yüksek olan ana baba, oğullarına, nurlu anlamına gelen Münevver ismini verdiler. Yedi yaşında babasını kaybeden Münevver Kâri’yi annesi Hasiyet Hanım büyütmüş ve okutmuştur.92
Münevver Kâri’nin diğer kardeşleri Azam Han ve Müslim Han ata mesleği olan müderrislik yaparlar. Taşkent’in Şeyhantahur bölgesinde Hafız Osman’ın yanında Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetmiştir. Daha sonra okumak üzere Buhara’ya gitmiş ve orada da ilim tahsil etmeye devam etmiştir. Tefsir, Hadis ilimlerini iyice öğrenen Münevver Kâri mahallesinde imamlık yapmıştır.93
Münevver Kâri, dini ilimlerinin yanı sıra müspet ilimlerle de ilgilenir. Bu çerçevede siyasi, içtimai kitap ve gazeteleri takip eder. Özellikle Ceditçilik Hareketinin öncüsü olan İsmail Bey Gaspıralı’nın Kırım’da çıkarmakta olduğu “Tercüman” gazetesini yakından takip eder. Gazete Münevver Kâri’ye
çok tesir eder ve milli duygularını geliştirir.94
Bundan anlaşılan şu ki Münevver Kâri’yi daha çok Türkiyeli, Mısırlı, İranlı düşünürlerin fikirleri yakından etkilemiştir. Nitekim bu dönemde bahsedilen ülkelerde modernist ve reformist hareketler görünmekteydi. Buna örnek olarak Seyyid Cemâleddin Afgani (Afganistan ve İran bölgesinden), Seyid Ahmed Han(Hindistan’dan) Muhammed Abduh (Mısır’dan) gibi yenilikçi ve modernist âlimleri verebiliriz.
İşte bu düşüncelerden etkilenen Münevver Kâri, işgale yüz tutan ana yurdu Türkistan’ı, Ruslaştırma faaliyetleriyle kimliklerini kaybeden halkını, klasik sistemlerle geri kalmış usul-ı kadimden kurtarmaya karar verdi. O, tüm bunların ancak ilim, medeniyet ve maneviyatla kurtarılacağına inandı ve 1900 yılında Ceditçilik hareketine katıldı. Çok geçmeden 1901 yılında Taşkent’te ilk cedit okulunu açmış ve faaliyete başlatmıştır95.
Okuma - yazma için yaklaşık 5 yılını klasik medrese sisteminde geçirenler artık iki yılda okuma yazma öğrenirlerdi. Bu faaliyetlere başlayan Münevver Kâri defalarca Çar Hükümeti tarafından ihtar, uyarı ve hatta sürgün edilmekle ilgili tehditler aldı. Tüm bu tehditlere yılmayan Münevver Kâri bu Usul-ı Cedit okullarında okutulmak üzere “Edib-i Evvel”, “Edib-i Sâni”,“Tecvide’l- Kur’an”, “Yer Yüzü” gibi alfabe eserleriyle okulunun alt yapısını oluşturmuştur. Behbudi, onun okulundan övgüyle bahsetmiş ve bu konuda “ Ayna” dergisinde yazılar yazmıştır.96
Münevver Kâri’nin yenilikçi faaliyetleri iki döneme ayrılmıştır. Birinci dönem 1905–1907 yılları ve ikinci dönem de Bolşevik Rus İnkılâbı olan 1917 yılı olarak belirtilmiştir. O, bu dönemlerde milletinin uyanması için sadece okul açmakla kalmamış, aynı zamanda milletinin dünyadaki siyasi ve içtimai gelişmelerden haberdar olması için gazete ve dergilerde çıkartmıştır. Bu çerçevede ilk defa sekiz sayfadan oluşan, dini ve içtimai konuları içeren “Hurşit” ve “Terakki” gazetesini çıkartmıştır. O, daha sonraları daha fazla hizmet verebilmek için arkadaşları Abdullah Avlanî, Ahmed Can Bektemir, Muhammed Can Celil gibi Ceditçilerin adına da ayrı ayrı gazeteler çıkartmıştır. O, bu şekilde birleştirici bir rehber olurken, açtığı okullar ise ilim merkezleri haline gelmiştir.97
Maalesef bunca faaliyetlerde bulunan Münevver Kâri, Türkistan’ın yakın tarihine kadar, ondan “ Halk Düşmanı”, “Irkçı”, “Yerel Burjuvazi İdeologu”, olarak anılmış, yeni doğmuş neslin kafasına geçmişi kara bir Münevver Kâri yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Münevver Kâri gençliğinden itibaren keskin zihinli, üstün zekalı ve diğer ağabeyleri gibi ilme kendini adayan bir şahsiyettir. O, dini ve dünyayı yakındna takip eder ve özellikle ceditçilik hareketinin lideri İsmail Bey Gaspıralı’nın Tercüman gazetesini hiç elinden düşürmezdi. İşte bu gazete Münevver
Kâri’nin ceditçi, milliyetçi ve halkçı olmasında çok etkili olmuştur.98
O, gençlik yıllarından itibaren, vatanın geleceğini, halkın sosyal durumunu, Rus müstemlekecilerinin halkı Ruslaştırmasını, dinsizleştirilmesini düşünmeye başladı. Kendini vatanı ve milletine adayan Münevver Kâri, vatan özgürlüğünün medeni ve iktisadi kalkınmaya bağlı olduğunu görmüş, bu yüzden İsmail Bek Gaspıralı’nın Kırım’da uygulamaya başlattığı usul-ı savtiye yönetimini benimsemiş, 1901 yılında Türkistan’da bu yöntemi uygulamaya başlamıştır.99
Onun Hatıralarım adlı eserinden anlaşıldığı kadarıyla O, çok mütevazı bir hayat yaşamıştır. Hep kendi el emeğiyle geçinmeye çalışmış, gerektiğinde geçimini sağlamak için evde oturup el dokuma işleri ile meşgul olmuştur. Dini temayülü yüksek olan Münevver Kâri dava hayatında asla İslam dininden taviz vermemiştir. Dindar bir aileden gelen Münevver Kâri peygamber Efendimiz (s.a.v.)in sünnetine itaat ederek sakal bırakmış, şapka giymiş, karısı da başörtüsünü asla çıkartmamıştır.100
Onun, içine yer aldığı “Milli İttihat” hareketi 1926 yılında “Milli İstiklal” hareketi olarak değişmiş ve 1929 yılına kadar devam etmiştir. O, Ceditçilik davasına başlayalı mutlu bir gün görmemiştir. Neredeyse hayatının çoğu takibatla geçmiştir. 1929 yılı Ceditçilerin kara yılı olarak tarihe geçmiş bu yıldan sonra Stalin’in tutuklama kampanyası başlamış Münevver Kâri dâhil Ceditçilerin önderleri gözaltına alınmaya başlanmıştır. Münevver Kâri de 1931 yılında kurşuna dizilerek şehit edilirken ardına bugünkü modern Özbek dil, kültür ve edebiyatını bırakmıştır.101
Münevver Kâri, “Sebebi Tertip” adlı makalesinde usul-ı cedit yöntemi ve hareketi hakkındaki düşünceleri dile getirerek bu yöntemin basit ve kolaylığı hakkında bilgi verir ve şöyle açıklar:
“Çocuklara yazı öğretmek için usul-ı savtiyenin ne kadar kolay bir yöntem olduğu yıllardır tecrübe görmüş, bütün İslam vilayetlerinin mektep ve medresesi bu yöntemle süslenmiştir. 1902–1903 yılları arasında bizim Türkistan vilayetinde birçok öğretmenimiz kendi rızasıyla bu yöntemle ders vermekteler. Ne yazık ki bu gayretli öğretmenlerimizin hareketi daha ileri gidemedi. Çok geçmeden bu yöntemi terk ederek klasik yöntemi uygulamaya yöneldiler. Bunun sebebi nedir? Uygulanan bütün İslami mekteplerde etki eden bu yöntem Türkistan mekteplerine mi etki edemedi? Hayır efendim. Elbette etki ederdi. Bu Türkistan Müslümanlarının ilerlemesinde çok önemli rol oynardı.
Öğretmenlerimizin bu yöntemden vazgeçmelerinin birinci nedeni öğretmenlerimizin bu yöntemi bilmemeleridir. İkinci sebep ise Türkistan Türkçesinde basılmış kitapçıklara sahip olmamalarıydı. Bu
sebeplerden dolayı değerli öğretmenlerimiz bu yöntemden vazgeçmelerinde haklıydılar. Bir de Türkistan halkının zannınca usul-ı savtiye, İbrahim Hakkı’nın “ Akaid” manzumesi ile “Kur’ân Oku Güzelce” şiarının çokça zikredildiği Tatarca bir manzumeden ibaretti. O risalelerin kendi lehçelerinde olmadığı, belki çocukların bunu doğru anlamadığı, öğretmenlerin de doğru bilmemesi de sebeplerindendir. İşte bu sebepler usul-ı savtiyeden yararlanmanın önünde elbette ki bir engeldir.
Şimdi o dönemler geçti. Artık kendi içimizden usul- savtiye bilen adamlarımız çıktı. İstanbul, Kazan, Mısır’dan gelen öğretmenler, usul-ı savtiyeyi Türkistan öğretmenlerine çok iyi öğrettiler. Artık öğretmenlerimiz usul-ı savtiyeyi kendi harflerin seslerini, harflerin çıkış şekillerini, söyleme ve yazmasını öğretmekteler. Bu yönteme göre tarih, coğrafya, matematik, dini bilgiler dersler vermekte
ve yeniden bu yönteme geri dönmekteler. Artık Türkistan mekteplerinde bir sıkıntı varsa o da kitap sıkıntısıdır. Kendi lehçelerinde yeni ses yönetimiyle yazılmış, eserlerin bulunmamasıdır. Kendim de bu sıkıntıyı yaşamaktayım. Tatar lehçesinde yazılan eserleri tercüme ederek ders vermekteyim. Her işe en baştan başlamak gerekir usulünce ben de usul-ı savtiye eserlerinin elifbasından tercümeye başladım ve “Edib-i Evvel” adlı eserimi yazdım.102”
Münevver Kâri, bu yöntemi çocukların harfleri ve harflerin seslerini kolay çıkması için yardımcı olacağını düşünür. Bu yöntemle dini ve fenni ilimlerin öğretilmesini savunur. Bu konuda kendisini örnek vererek yıllarca eski yöntemle okuduğunu ve çok zorluklar çektiğini dile getirir. Ayrıca O, bu yöntemle bir sonraki neslin daha çabuk ve kolay okuma yazma öğrenmesini hedeflemiştir.
Cehaletin yerini bilginin alması için emek harcayan Münevver Kâri ilerleyen ülkelerin âlim, tüccar ve sıradan halklarından örnekler vererek bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklar:
“Medeni memleketlerinin her birinde maarif ve medeniyet işlerini âdet olarak halkın kendisi uygulamaktadır. Hükümet ise yalnız kılavuzluk ve yardımcılık görevini yapar. Bu sebepten dolayı gelişmiş milletler kendi aralarında ilmi, fenni, edebi ve sosyo- kültürel cemiyetler kurar, hükümetin rehberliği ve halkın yardımı yanı sıra maarif ve medeniyet seviyelerini yükseltirler. Dünyanın en
medeni memleketine bakarsak orada maarif ve medeniyet toplulukları en ileri seviyede olduğunu görürüz. Bu ülkelerde devlet büyükleri bile resmi işleri dışındaki boş saatlerinde maarif ve medeniyet topluluklarına katılır, halkla görüşür, vicdani vazifelerini ifa ederler.
İşte bu devlet adamlarının hizmetleri, faaliyetleri ve davranışlarıyla genel olarak halkın desteğini kazanırlar. İşte bu yollarla Avrupa ve Amerika halkları göğe çıkar, denizde yüzer, iletişim aletlerini geliştirir ve böylece medeniyete ulaşırlar. Şimdi biraz kendi tarihimize bakalım. Bir zamanlar Avrupa vahşiyken biz medeni idik. Avrupa papazları kendi aralarında(İsa göğe cismen uçtu mu, Ruhen uçtu
mu)gibi dini tartışma ve nizalarla boğuşurken, Osmanlı Türkleri İstanbul’u fethetmekle, Türkistan Türkleri medrese, rasathane açmak gibi medeni işlerle meşguldüler. Sonradan Avrupa halkı maarif ve medeniyetle meşgul oldular ve bu seviyeye ulaştılar. Biz ise düştük, yattık ve bu hale geldik. Bugüne
kadar Avrupa halkı uzaya çıkarken biz hala saç, sakal nizalarıyla, Avrupalılar deniz üstünde gezerken biz hala uzun veya kısa giyim tartışmalarıyla, bütün Avrupa şehirleri elektrikle ısıtılır ve aydınlanırken biz hala okullarımızda coğrafya-tabiat dersleri okutulsun mu? Okutulmasın mı tartışmalarıyla gün geçirmekteyiz.
20. asır başlarından itibaren bizde de maarif ve medeniyet sözlerini ağzına alan, yükselme ve kalkınmanın gerekli olduğunu yazan, bunu toplantılarda söz konusu eden kişiler çıkmaya başladı ve bilfiil yeni usul okulları (usul-ı cedit) açılmaya başladı. Gazeteler çıkarıldı, dernekler kuruldu, ilim yayma toplulukları oluşturuldu. Ancak Çar hükümeti bu işlere pek hoşgörülü davranmadı. Bir
taraftan açılan bu kurumlar diğer taraftan kapatıldı. Durum böyle olsa da dönemin sebatkâr gençleri kendi hedeflerinden vazgeçmediler. Hükümet bir gazeteyi kapattı mı aynı gazeteyi ikinci isimde çıkarttılar. İkinci gazete kapatılınca üçüncü isimde çıkartmaya başladılar. Cemiyet ve okullar için aynı
yolu izlediler. Bir okul kapatılınca ikincisini açtılar, bir dernek kısıtlanırsa ikinci derneği güçlendirdiler. Hükümetin kıskaç altına almasından, sıkıştırmasından ümitsizleşmediler. İşte bu yukarıda saydığımız ve bugüne kadar yapılmış olan milli ve medeni işlerin hepsi hükümet öğretmenleri tarafından değil cemiyet okulları tarafından yapılmıştır. O dönemdeki hükümet öğretmenleri belki de böyle faaliyetlerin yapılmasından yana değillerdi. Hatta karşı çıkarlardı. Cedit
okulları ve öğretmenleri kıskaç altına alınmış, halkın iradesi ve seviyesi hiç dikkate alınmamıştır. Bizim öğretmenler de inkılâptan sonra devlet işlerine girdiler ve halktan uzaklaştılar. İşte bizim en büyük yanlışımız buradadır. Türkistan’ın geleceği, Türkistan’ın kurtuluşu yalnız maarif ve terakkide
ise bütün halkın neşri maarif toplulukları etrafında toplanmasına bağlıdır. Bu durumda biz medeni milletler içine girer ve kendi hukukumuza erişiriz.”103
Münevver Kâri Türkistan halkının içindeki cehaletten son derece yakınmakta ve onu en büyük düşman olarak görmektedir. Bu konudaki fikirlerini seçilmiş eserlerinin “Nutuk ve Makaleler” kısmında Bizim Cehalet, Cehli-i Mürekkep” başlığı altında şöyle zikretmektedir:
“Her Milletin mektep ve medresesi olduğu gibi ‘her ne kadar düzensiz ve usulsüz olsa bile bizim de mektep ve medresemiz yok diyecek kadar az değildir. Her milletin kendi çocuklarının eğitim ve terbiyesi için gösterdiği gayret ve ilgiyi biz de kendi masum evlatlarımız için göstermeliyiz. Onların cehalet ve gaflet zulmü altında kalmalarından hiç razı değiliz. Ellerinden geldiğince evlatlarının
terbiyesi için hiç kusur göstermeyen büyük zatlarımız da bulunmaktadır. Bazı değerli insanlarımız da vardır ki çocuklarının ellerinden tutarak okula götürürler ve öğretmene şöyle derler: Efendim, şu oğlumun eti sizin, kemiği benim, bir yolunu bulup biran evvel gelir-gider hesaplarını tutabilecek duruma getir. “Eşeğine yaraşa düşeyi” diyen Özbek deyimine muallimlerimizin çoğu talim ve
terbiyeden habersizlerdi. Belki de terbiye etmenin kurallarını bilemezler. Çocuğun iki senede dini bilgilerini öğrenmesi gerekirken dört yılının hece usulü ile din ve dünya için faydası olmayan, Fuzuli, Nevai, Hafız ve Bedil’in müşkül manzume kitaplarıyla geçirirler.
Ey kardeşler, ey soydaşlar! Gözümüzü gaflet uykusundan açıp etrafımıza dikkatle bir bakmamız lazım. Bütün milletlerin kendi saadet ve istikbali için yegâne yol olarak ilmi seçtiği, ilim ve marifet için daha çok çalıştığı bu devirde biz bu cehaletimize devam edersek istikbalimiz tehlikeye düşer ve el âlemin maskarası oluruz. Belki bu cehalet zulmetiyle ahretin saadetinden de mahrum kalabiliriz. Bu cehaletin neticesidir ki biz bu toplulukların yerli halkı olduğumuz halde misafir Rus ve Yahudilerin hizmetçisi durumuna düştük. Bunun sebebi cehalettir. Millet için kendinin kurban etmeye layık olan aslan gibi gençlerimiz milleti tümden unutarak tüm gayret ve gücünü çayhane ve eğlence yerlerinde
harcamaktalar.”104
Fikir ve eleştirilerini söylemeye devam eden Münevver Kâri bu eksikliklerin sebebini söylemeden geçmez. Ona göre bu olumsuzlukların sorumlusu ve sebebi öğrenci velisi olan baba ve ona dersi veren öğretmen değildir. Çünkü babanın hedefi oğlunun gelir-giderleri yazabilecek duruma gelmesi iken, öğretmenlerin de ancak bu kadar bilime sahip olmalarıdır. Dini ve dünyevi ilimleri yeterince
bilmemeleri ve hatta bazılarının ismini bile duymamaları da mümkündür. Münevver Kâri’nin ifadesiyle çaresiz muallimler ne yapsın ki buldukları ve okudukları kitaplar bu kadardır.
Sonuç
Genel olarak ceditçilik tarihine baktığımızda iki türlü ceditçilik önümüze çıkmaktadır. Biri dini düşüncede ceditçilik ikincisi ise eğitimde ceditçiliktir. Dini düşüncedeki ceditçilik 1850’li yıllara baktığımızda İslam dünyasının birçok noktasında görülmektedir. Buna örnek olarak Abdurrahim Otuzimeni, Abdünnasîr Kursavi, Şehâbeddin Mercânî’nin öze dönüş ve dini düşüncedeki ıslahatçılığı, Seyyid Cemâleddin Afganî, Muhammed Abduh, Seyyid Ahmed Han’ın dini düşüncedeki tecdit düşüncelerini örnek olarak verebiliriz.
İlk başta eğitimde ceditçilik ve daha sonraları umumi insan hayatını etkileyen usul-ı cedit ise 1884 yılında İsmail Bey Gaspıralı’nın Bahçesaray’da açtığı usul-ı savtiye okullarıyla başlayan bir harekettir. Bu hareket çok kısa bir sürede dönemin Rusya sınırlarını aşmış, Türkistan illerine yayılmıştır. Burada
da Mahmud Hoca Behbudi ve Münevver Kâri öncül rol oynamışlar, Türkistan cedit hareketinin rehberliğini yapmışlardır. Bu zatlar işgal altındaki Türkistan’ı eğitim yoluyla, halkı bilinçlendirmekle kurtarabileceğine inanmışlar, eğitim yuvalarını düzeltmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede her biri güçleri yettiği kadar, halkı cehaletten kurtarmak için okul açmış, gazete ve dergi çıkartmışlardır.
Kısacası ceditçilik hareketi eğitimle işe başlamış, kültürel faaliyetlerle devam etmiş ve daha sonra siyasi bir yapıya dönüşmüştür. Ceditçilik hareketinin sadece bir eğitim reformu hareketi olmadığı gibi sadece bir Türkçülük, özgürlükçülük hareketi de değildir. Ceditçilik hareketi bunların bir bütünüdür. Ceditçilik tarihine baktığımızda da buna şahit olmaktayız.
Nitekim bugünkü Türkistan coğrafyasındaki Türk cumhuriyetleri ceditçilik hareketinin alt yapısını oluşturduğu cumhuriyetlerdir.
Daha bu cumhuriyetler bağımsız bir devlet değilken, milli dil, milli din ve milli kültürlerinin korunması ve devam ettirilmesi için mücadele verilmiştir. Bu uğurda Mahmud Hoca Behbudi, Münevver Kâri gibi yüzlerce ceditçi ya idam edilmiş veya kurşuna dizilmiştir. 1900’li yılların başına aktif siyasete başlayan Türkistan ceditçileri 1938’li yıllara gelindiğinde Bolşevikler tarafından bastırılmış, hapse atılmış, kuruşuna dizilmiş ve birçoğu da idam edilmiştir. Hatta 1980’li yıllara kadar vatan haini ilan edilmiştir. Ancak bu yıllardan sonra aklanmışlar ve “İstiklal Kahramanları” unvanı verilmiştir.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
78 Odessa, Ukrayna'nın güneybatısında şehir ve aynı isimdeki Odessa ilinin yönetim merkezi. Karadeniz kıyısındaki en büyük limanlardan birine sahiptir.
79 Kasımov, s. 166.
80 Kasımov, s. 168.
81 Şerafeddinov, Hacın Muin Seçilmiş Eserler, s. 10.
82 Timur Kocaoğlu, Türkistan’da Yenilik Hareketleri ve İhtilallar: 1900–1924, Soat- Haarlem, 2001, s. 178.
83 D.A. Alimov vd., s. 49.
84 Azat Şerafeddinov, Nimet Ahmedov, Naim Kerimov vd., Mahmud Hoca Behbudi, Seçilmiş Eserler, Taşkent, s. 7.
85 Şerafeddinov vd., s. 8.
86 Kasımov, s. 223.
87 Şerafeddinov, Hacı Muin ve Seçilmiş Eserleri , s.17.
88 Şerafeddinov, Hacı Muin ve Seçilmiş Eserleri , s. 17.
89 Ülkü, s. 29
90 Şerafeddinov vd., Mahmud Hoca Behbudi, s. 202.
91 Şerafeddinov vd., Mahmud Hoca Behbudi, s. 199.
92 Kasımov, 230.
93 Hayıt, Milli Türkistan Hürriyet Davası, s. 601.
94 Azat Şerafeddinvo, Nemam Ahmedov,Naim Kerimov vd., Münevver Kâri ve Seçilmiş Eserleri, Taşkent, 2003., s. 7.
95 Coşkunaslan, s. 119.
96 Şerafeddinvo, vd., Münevver Kâri ve Seçilmiş Eserleri, s. 190.
97 Kasımov, s. 231.
98 Hayıt, s. 601.
99 D.A. Alimov, s. 39.
100 Andican, s. 26.
101 Kasımov, s. 237.
102 Şerafeddinov vd., Münevver Kâri ve Seçilmiş Eserleri, s. 95-96.
103 Şerafeddinov vd., Münevver Kâri ve Seçilmiş Eserleri, s. 120-121.
104 Şerafeddinov vd., Münevver Kâri ve Seçilmiş Eserleri, s. 93-96.
AKPINAR, Yavuz , İsmail Gaspıralı Seçilmiş Fikri Eserleri, İstanbul, 2008.
AKYOL, ,Taha, “Cedîdcilik”, DİA, İstanbul, 1993, VII, 211.
AHMEDOV, Böri Bey, MÜNIROV, Zahidullah, el-Arab ve’l- islâm Fî Özbekistan, Beyrut, 1996.
ANDICAN, Ahad, Cedidizmden Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi, İstanbul, 2003.
BAYSUN, Abdullah Recep,Türkistan’da Milli Hareketler, İstanbul, 1945.
BIGI, Muhammed Zahir Mâverâünnehir, Basıma haz.: Ahmet Kanlıdere, İstanbul, 2009.
DEVLET, Nadir, 1917 Ekim İhtilali ve Türk-Tatar Millet Meclisi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1998. -,İsmail Bey Gaspıralı, Ankara, 1988.
ERŞAHIN, “Seyfettin Buhara’da Ceditçilik- Eğitim Islahatı Tartışmaları ve Abdurrauf Fıtrat” (XX. Yüzyıl
Başları), Dini Araştırmalar Dergisi, Ocak-Nisan, 1999.
GASPIRALI, İsmail Bey Rehberi Muallim Ya Ki Muallimlerge Yoldaş, Simferopol, 1898.
KANLIDERE, Ahmet Kadimle Cedit Arasında Musa Cârullah, İstanbul, 2001.
KALKAN, İbrahim, “Sovyet Dönemi Öncesi Orta Asya Aydınları ve Değişim” A.Ü Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.4. Erzurum, 2000.
KASIMOV, Begali, Milli Uyanış, çev: Fatma Açık, Ankara, 2009.
MARDIN, Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev: Mümtazer Türköne, Fahri Uyan, İrfan, Erdoğan, İstanbul, 2012.
MARAŞ, İbrahim, Türk Dünyasında Dini Yenileşme (1850-1917), İstanbul, 2002. -,Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908, İstanbul, 1996.
YALÇINKAYA, Alâeddin Sömürgecilik Pan-İslamizm Işığında Türkistan 1856’den Günümüze, Ankara, 2006.
***