Basra Körfezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Basra Körfezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2020 Salı

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 2

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 2



    İngiltere, Ortadoğu’da ilk varlık gösterdiği Mısırbaşta olmak üzere Irak, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde kendisine fayda sağlayacak düzlemde devam etmekte. Arap ayaklanmaları karşısında sadece gözleme dayalı bir siyaset benimseyen İngiltere, halk hareketlerinin yoğunlukta olduğu ülkelere karşı temkinli bir dil kullanmaya da dikkat etmektedir. Mısır İngiltere için önemli bir 
ticari ortaktır. İngiltere 20 milyar dolar yatırım ile Mısır’ın en büyük dolaysız yabancı yatırımlarına sahiptir. Mısır ise İngiltere’nin Afrika’daki üçüncü en büyük ticari ortağıdır. Turizm bağı güçlüdür, 1,5 milyon İngiliz vatandaşı her yıl Mısır’a turist olarak gitmektedir. Mısır İngiltere’nin dış politika hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. 

Bunun için de Ortadoğu Barış Süreci (Middle East Peace Process) kapsamında Sudan, İran ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi de yer almaktadır. İngiltere Hüsnü Mübarek devrilmeden önce terör ve köktencilikle mücadele konusunda iş birliğinde bulundu. 38 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu bakan Alistair Burt Tunus, Mısır ve Libya’daki değişimlere, Suriye’de süren şiddete, İran nükleer programı ile ilgili devam eden Ortadoğu Barış Süreci’ne dikkat çekerek İngiltere’nin bölge ülkeleriyle birlikte dört yıllığına çalışmak için 110 milyon sterlin taahhüt ettiğini bildirdi. Arap Ortaklık Programı çerçevesinde dokuz ülkede onaylanmış 6,5 milyon sterlin maliyetli 48 proje yer aldığını ve geri dönüşlerin olumlu olduğunu belirtti. 39 İngiltere Başbakanı David Cameron 2013 Ağustos ayında Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle başlayan şiddet ile ilgili açıklamasında ise olağanüstü hali vurgulamış; şiddeti desteklemediklerini, tamamıyla kınadıklarını ve bunun problemleri çözmeyeceğini belirtmiş,40 
Mursi taraftarları ve askerin barış için anlaşmaya varması gerektiğini de eklemişti. 41 
Bunun yanında İngiliz enerji devi BP Fas’ta bulunan açık denizde petrol arama ve üretim faaliyetlerini yürüten grubu kontrol etme hakkını elde etti.42 

İngiltere’nin koloni sürecinden sonra kurduğu uluslararası ortak yapı, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Nations), koloni zamanında sömürdüğü ülkelerle sonrasında bağını koparmamış ve buralarda düşünce üreten (think tank) kuruluşlar açmış, dil kursları yoluyla İngiliz kültür ve siyasetini ihraç etmeyi sürdürmüştür. Orta doğu’da açtığı British Council ve sivil toplum çalışmalarıyla yumuşak güce yatırım yapmaya devam etmektedir. Saha faaliyetleriyle de bu ülkelerde etkinlik alanını korumaktadır. Ortadoğu’yu tanımak için başlatılan çalışmalar meyvelerini vermiş ve Ortadoğu halklarının kültür, dil, davranış modelleri üzerine 200 yıldan fazla zamandır yaptıkları çalışmalarla bu ülkelere uygun siyaset geliştirmektedir.43 

2003 Irak Savaşı ve İngiltere’nin Suriye Politikası 

Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesi İngiliz politikasın- da bir fiyasko olarak görülmektedir.44 
İngiltere’de Suriye’ye yapılacak saldırı konusu görüşülürken, İngiliz basını Avam Kamarası oturumuyla ilgili milletvekillerinin Suriye’yi değil, 10 yıl önceki Irak’ı tartıştığını yazdı. Başbakan David Cameron’ın Suriye’den bahsettiği kadar Irak’tan da bahsettiğini yazdı. David Cameron Suriye için yapılan tezkere görüşmelerinde Irak’a gönderme yaparak “Suriye savaşında bir taraf tutulması, ülkenin işgali, rejimin değişmesi veya muhalefetle daha yakından çalışma anlamına gelmiyor.” dedi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamen- tosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Avrupa ve İngiltere’nin Irak Savaşı’nın akabinde askerî politikaları bölgeyi hüsrana uğrattı. Guantanamo hapishanesi hâlâ açık ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Irak Savaşı öncesinde 2 milyon kişi Londra sokaklarına dökülerek savaşı protesto etmişti. 2003 yılında halka yalan söylendiğini düşünen protestocular tekrar benzer bir durumla karşı karşıya kalmak istemiyor. İngiltere; Irak, Afganistan ve Libya olmak üzere üç askerî müdahaleye tanıklık etti ve buralarda elde edilen sonuç bir zafer getirmedi, insan haklarının da korunmasına fayda sağlamadı.45 

İngiltere Türkiye İlişkileri., 

Türkiye İngiltere ilişkileri Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için Osmanlı’yı desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve 
Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. 

Birleşik Krallık, Türkiye’nin dış ticaretinde oldukça önem verdiği gelişmiş ülkelerden biridir. 
En son İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in 2008 yılında Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler ivme kazandı ve ardından Başbakan David Cameron Temmuz 2010’da Tür- kiye’yi ziyaret etti. Cameron’ın Temmuz 2010’da Türkiye’yi ziyareti sırasında imzalanan “2010 Strate- jik Ortaklık Belgesi” iki ülke arasında stratejik or- taklığın güçlendirilmesinde önemli bir gelişmedir. İngiltere kraliçesinin 
Abdullah Gül’e “ 2010 Chatham House Ödülü” vermesi de ilişkilerde önemli bir adım olarak görülmektedir. 

   İngiltere, dünyada yükseliş gösteren ve kimin yanında yer almak gerektiği 
konusunda önemli bir tecrübeye sahip bir ülkedir. Ülke, tarihsel çatışmalara rağmen önemli ölçüde Türkiye’nin gücüne empati kurarak yaklaşmaktadır. 

Türk-Amerikan ilişkileri güvenlik eksenli gelişirken Türk-İngiliz ilişkileri ticari, ekonomik ve teknolojik birçok alana yayılmış durumda. 46  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mart 2011 ve Temmuz 2012’de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 
de 20-24 Kasım 2011 tarihlerinde İngiltere’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik en üst düzeyde adımlar atılmış oldu. İngiltere ile bakanlar düzeyinde de yoğun ziyaretler gerçekleştirilmekte dir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB üyeliğine en güçlü desteği veren ülkelerden biri olduğu biliniyor. 

Ayrıca Türkiye ve Birleşik Krallık arasında diyaloğu güçlendirmek ve kurumsallaştırmak amacıyla her iki taraftan siyasetçi, akademisyen, medya temsilcileri ve sanatçılardan oluşan “ Türk-İngiliz Tatlı dil Forumu” kuruldu. Forumun ilk toplantısı Ekim 2011’de İngiltere’de, İkincisi 12-14 Ekim 
2012 tarihlerinde İstanbul’da, Üçüncüsü 1-3 Kasım 2013 tarihlerinde 
Cumhurbaşkanı Gül’ün katılımıyla İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da gerçekleşti. 47 Toplantıların her yıl dönüşümlü olarak Türkiye ve İngiltere’de sürdürülmesine karar verildi. Türkiye-Birleşik Krallık ikili ticaretinde, 2011 yılında ticaret hacmi 13,9 milyar dolar, Türkiyenin ticaret fazlası 2,4 milyar dolardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Birleşik Krallık sermayeli şirketlerin sayısı Mayıs 2012 
itibarıyla 2.362’dir. 2011 yılında Birleşik Krallık’ta yaklaşık 250 bin Türk vatandaşı yaşamaktadır. Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye 917 milyon dolar doğru- dan yatırımın gerçekleştiği, 2011 yılında 2.582.054 Turistin Türkiye’yi ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. 

Öte yandan, 37.460 Birleşik Krallık vatandaşının Türkiye’de 26.730 adet gayrimenkulü bulunmakta.48 

Sonuç 

İngiltere dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervlerinin ve sömürgelere ulaşım yollarının merkezi Ortadoğu’dan askerî olarak çıksa da yaptığı ticari anlaşmalarla bölgede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu varlığın bir sebebi de İngiliz gücünün temelinin ticarete dayanmasıdır. 
   Ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması  İngiltere için hayati önem taşımaktadır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra dekolonizasyon sürecinde coğrafi yakınlık arz etmesi bakımından Ortadoğu’ya odaklanmıştır. ABD’nin dünya siyasetinde ön plana geçmesinden sonra ise İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girmiştir. 

2003 yılında kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a saldırı yapılmasını kabul eden ve bölgeye asker gönderen İngiltere bu siyasetinden dolayı İngiliz halkından tepki aldı ve Irak konusu muhalefet nezdinde de eleştirildi. Arap baharı olarak isimlendirilen Arap ayaklanmaları sırasında ise İngiltere Ortadoğu’daki ülkelerin kendi kaderini tayin etmeleri hususunda görüş bildirerek belli bir süre sessiz kaldı ve olayların durulmasını izlemeyi ter- cih etti. 
Bu sırada bölge ülkeleriyle petrol, gaz ve silah ticareti anlaşmalarına devam etti. Son olarak Suriye rejiminin ülkede kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye askerî müdahale konusu gündeme geldi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamentosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Türkiye İngiltere ilişkileri ise Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. Bu ilişkisini müttefik ve stratejik ortaklık üzerinden yürütmeye devam etmektedir. 

Son Notlar 

1 Mark Sedgwick, Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests, 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf, s. 5. 
2 Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya 
başlanır. Yakın Doğu (Near East) kavramının (o dönem için Osmanlı Devleti’nin kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını 
düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’yle Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak Ortadoğu (Middle 
East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın kullanılmaya başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar bu 
bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar. 
3 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1233. 
4 Albert Hourani,Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013, s. 353. 
5 Edward Said, Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989, s. 58-59. 
6 Mark Sedgwick,Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests,s. 5-14. 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf. 
7 Yavuz Yener, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
8 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, Say, İstanbul, 2012, s. 139. 
9 İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003, s. 405. 
10 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1236. 
11 Azmi Özcan, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 
1997, s. 23. 
12 İslam Ansiklopedisi, s. 405. 
13 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 118. 
14 Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 192. 
15 Seyfi Kılıç, Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56, s. 31. 
http:// www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_ seyfi_kilic.pdf. 
16 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 85. 
17 Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından 
imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Fransa, Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere 
ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i almaktaydı. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve 
sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı. Gerçekte, Sykes- Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha 
önce Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte, İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını göstermekte 
ve bölgede bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı. Çünkü İngiltere Osmanlı devletine 
karşı savaşmalarını sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi yanına almayı tasarlamış 
ve bunun için de Mekke şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi 
İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar üzerinde bir Arap krallığının kurulması yönünde bir 
antlaşma imzalanmıştı. Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 
ilkbaharında açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkaracak ve bir yanda Araplarla öte yanda 
Batılı devletlerin arası açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 2008, 17. Baskı, s. 382-383. 
18 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 125-126. 
19 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, İstanbul: SayYayınları, 2012, s. 248. 
20 Armaoğlu, s. 202-203. 
21 Armaoğlu, s. 209-210. 
22 Armaoğlu, s. 489-491. 
23 Marienne Stern, “Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu KörfezdekiSavaş”,Dünya Sorunları 1988/1, OrtaDoğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988, s. 189. 
24 http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
25 Eftal Irkıçatal, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve 
Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15, s. 35. 
26 Kemal H. Karpat, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 97. 
27 Yavuz Yener, “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UngRvXDTqFt (Erişim tarihi: 05.11.2013). 
28 Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biridir. Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştiren yapay su yolu 193,3 km uzunluğunda, 205-225 m genişliğinde ve 24 m derinliğindedir. 
Kanal, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yoludur. 
29 Laurie Milner, The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
30 Mısır nüfusunun %95’i Nil’e 19 km mesafe içinde yaşamaktadır. Mısırlılar için nehrin yıllık taşkınlarını denetlemek, 
kuraklık zamanları için su saklamak daimi bir sorumluluk olmuştur. Nâsır’a göre, Asvan Yüksek Barajı 
projesinin ekonomik yararları (sulanan alanın büyümesi ve ülkenin tamamına hidroelektrik enerji sağlanması) ile 
politik avantajları (Mısır halkının gözünde yeni rejimin itibarının artırılması) örtüşmekteydi. Amerika Birleşik 
Devletleri Hükümeti’nin söz verdiği kredinin 1955 yılında aniden geri çekilmesiyle devreye giren Sovyetler 
Birliği, projeye %2 faizle 1.120.000.000 dolarlık fonun yanı sıra teknisyen ve ağır iş makineleri sağlayınca, 
baraj Soğuk Savaş döneminde iki güç arasındaki rekabetin sembolü hâline geldi. 3.830 metre uzunluğunda 
ve 11 metre yüksekliğindeki dolgu baraj, 1960-1970 yılları arasında inşa edildi. Asvan Barajı 1956 yılında 
kamusallaştırılan Süveyş Kanalı’yla birlikte Mısır’ın tarihî bir gurur kaynağı olmayı sürdürmektedir. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
31 Seyfi Kılıç, “Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2013, Cilt 5, Sayı 52, s. 89-90. 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 32 Cengiz Çandar,Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
33 İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011, 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
34 “İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi”, http://www.hurriyet. com.tr/planet/18605433.asp. 
35 “Körfez ülkelerinin silah alımı arttı”, 31 Temmuz 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
36 “Oil, British foreign energy policy and Middle East repression”, 24 Şubat 2011, (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash.SwRD3CT3.dpuf. 
37 Sezgin Mercan, Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, s. 2. 
38 House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012- 13, 
19 Temmuz 2013, s. 59. 
39 Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 2011, 
https://www. gov.uk/government/news/the-arab-springand-the-uks-role. 
40 Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536 
41 http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
42 British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013, 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
43 Ayrıntı için bkz. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf, http://www.parliament.uk/documents/ 
lords-committees/soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
44 http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
45 İngiltere basını: Suriye oylamasına Irak damga vurdu,30 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
46 İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından ChathamHouseKraliyetUluslararasıİlişkilerEnstitüsü (Royal Institute of International Affairs) 
üyelerinin oylamasısonucunda, o yıliçerisindeuluslararası ilişkilerin gelişmesine en önemli katkıyı sağlayan devlet adamına veriliyor. 
Ödül her yıl farklı bir kişiye veriliyor. İhsan Bal, Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13-11-2010, 
http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
47 http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561 /cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti.html. 
48 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 


Kaynakça 


Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 
2011. https://www.gov. uk/government/news/the-arab-spring-and-the-uks-role. 
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım, 15. Baskı, 2005. 
Bal, İhsan. Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13 Kasım 2010. http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013. 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
Çandar, Cengiz. Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
Cleveland, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. 
Cumhurbaşkanı Gül, Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’na Katılmak Üzere İskoçya’ya Gitti 
http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561/cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti. html. 
Dursun, Davut. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
---------. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536. 
Hourani, Albert. Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013. 
House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012–13, 19 July 2013. 
http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf. 
http://www.parliament.uk/documents/lords-committees/ soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi. 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/18605433.asp. 
İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011. 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
İngiltere basını: Suriye oylamasına İrak damga vurdu, 30 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
Irkıçatal, Eftal. İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı, 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:15, Yıl: 2012/1. 
İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003 
Karpat, Kemal H. Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012. 
--------. Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011. 
Kılıç, Seyfi. Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 52, Nisan 2013. 
http://www.orsam.org.tr/ tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 
---------. Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56. 
http://www.orsam.org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_seyfi_kilic.pdf. 
Körfez ülkelerinin silah alımı arttı, 31 Temmuz 2012. 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
Masnfield, Peter. Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2012. 
Mercan, Sezgin. Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. 
Milner, Laurie. The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
Nil sularının paylaşımı, http://www.sondakika.com/haber/haber-nil-sularinin-paylasimi-4679159/. 
Oil, British foreign energy policy and Middle East repression, 24 Şubat 2011. (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash. SwRD3CT3.dpuf. 
Özcan, Azmi. Pan-İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 1997. 
Said, Edward. Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989. 
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 17. Baskı, 2008. 
Sedgwick, Mark. Britain and the Middle East: İn Pursuit of Eternal İnterests, http://www.ashgate.com/ 
pdf/SamplePages/ Strategic_İnterests_in_the_ Middle_East_Ch1.pdf. 
Stern, Marienne. Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu Körfezdeki Savaş, Dünya Sorunları 1988/1, Orta Doğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988. 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 
Yener, Yavuz. İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http:// www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
-------, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#. UngRvXDTqFt (Erişim tarihi:05.11.2013). 


***

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 1

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 1



Zeliha Sağlam, 
Araştırma 
02 

Giriş 


İngiltere, uluslararası ilişkilerde kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyeli iyi kullanan bir aktördür. Dış siyasetinde ticaretini korumaya ve genişletmeye, ekonomik gelişmeyi teşvike, küresel çıkarlarının güvence altına alınmasına, yakın çevresinin korunmasına ve stratejik ortaklıklar kurmaya çalışmaktadır. 
Bu hedeflere ulaşmak için de yumuşak gücü ve gerektiğinde sert gücü kullanmaktadır. 

Bir sömürge ülkesi olan İngiltere, Fransa ile Ortadoğu’yu bölüşmüş ve bölge içinde kendince sınırlar çizmişti. 1900’lü yılların ortalarında Ortadoğu ülkeleri tek tek bağımsızlıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir sürece girdi. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinden sonra, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya dönüştü. Bu dönemden sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi. Bu kutuplaşma, güçler dengesini doğurdu, büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hepsi bu iki 
blok içinde toplandı. Dünya siyasetinde merkez î rol oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde gücü elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına sahne oldu. Temel enerji kaynağı olan petrol ve gazın bölgede bol miktarda bulunması Ortadoğu üzerinde etki kurma mücadelesini körükledi. Petrol, Ortadoğu’daki mücadelenin temel sebeplerinden biri oldu. 


Bu çalışma İngiltere’nin Ortadoğu’da yer almaya başladığı dönemden bugüne, çıkarları doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek istemesine, bölgede bir aktör olarak etkisine ve Arap ayaklanmalarıyla bölgede aldığı pozisyona değinmektedir. 

İngiltere’nin Dış Siyaset Hedefleri ve Ortadoğu ile İlişkisi 

İngiltere koloni döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi istikrarı için küresel dengeleri gözetmeye çalışmıştır. İngiltere’nin dış siyasetindeki hedefler; ticaretin korunması ve genişletilmesiyle ekonomik gelişmeyi teşvik, küresel çıkarların güvence altına alınması, yakın çevrenin korunması ve stratejik ortaklıklar kurulmaya çalışılması, son olarak da bir birlerine gittikçe entegre olan dünyanın kontrol altına alınmaya çalışılması olarak sıralanabilir.1 


İngiltere her zaman Ortadoğu’da başat aktörlerden biri oldu. Öyle ki Ortadoğu 2 kavramını ilk olarak Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından 1902’de kullanıldıktan sonra, İngiliz gazetesi The Times’ın dış politika editörü Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin stratejik önemini, Almanya’nın bölgede inşa etmeye çalıştığı Bağdat demir yolunun Basra’ya kadar uzatılmasının 
İngiltere’nin bölgede ve Asya’daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına “Ortadoğu’nun Problemleri” başlığını koyarak kavramın kamuoyunda benimsenmesine katkıda bulundu.3 


18. yüzyılda başlayan Asya çalışmalarıyla bölge mercek altına alınmış kültürü, dili ve dini antropoloji bilimiyle incelenmiştir. Arap ve İslami olanın örgütlü bir biçimde incelenmesi, öğretilmesi ve varılan sonuçları bir kuşaktan diğerine iletebilecek kurumların oluşturulması daha sonra başladı. Bengal’in Britanya’ya ait yeni bölgesinde, Sir William Jones (1746-94) Hindistan’daki Hindu kültürünün yanı sıra Müslüman kültürünü araştırmak için pek çok örneğin ilkini oluşturan bir Asya derneği kurdu.4 

Ayrıca Batılı güçler kendi kazanımlarını bir üstünlüğe dönüştürerek Doğu’ya karşı kullanmaya başlamışlardı. 1910’da Avam Kamarası’nda Arthur James Balfour’un konuşmasındaki şu sözleri Batı’nın Doğu algısını göstermektedir: “Doğulu ulusların tarihine bir bakın, kendi kendini yönetim konusunda hiçbir ize rastlamazsınız. Bizim işimiz yönetmekse, minnettarlık görsek de görmesek de, onlara sağladığımız nimetler hakkında bir fikirleri olsa da olmasa da yönetmek görevimiz.”5 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere imparatorluk için karasal olarak genişlemeye önem verdi. Churchill İngiltere’nin güvenliği için Ortadoğu’yu stratejik ve ekonomik amaçlarına ulaşacağı hayati öneme sahip bir yer olarak görmüştü. İngiltere Hindistan’a bağımsızlık tanıdığı 1947’de dekolonizasyon 
sürecine girmiş fakat Ortadoğu’ya imparatorluğunun son kalıntıları olarak çok daha fazla önem vermeye başlamıştı. İngiltere’nin güvenlik planı bölgede Körfez ülkeleri; Umman, Kuveyt, Bahreyn ve Mısır’ı kontrol altına almaktı ve bu sebeple Ortadoğu’ya odaklandı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi.6 Dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervleri Ortadoğu’da bulunuyor. Bu sebeple özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere dünyada artan enerji ihtiyacını karşılamak isteyen güç odakları bölgeye nüfuz etme yarışına girdi. Ortadoğu’nun İngiltere Çıkmazı 


İngilizlerin tarih boyunca güç mücadelesinin önemli merkezlerinden biri olan Ortadoğu’ya tam anlamıyla girişi 1. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla gerçekleşti. İngiliz gücünün temeli ticarete dayandığından ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati öneme sahipti. Bu bakımdan Akdeniz’de Kıbrıs, Mısır’da ise Süveyş Kanalı İngilizlerin stratejik önceliğini oluşturdu. Savaş boyunca Osmanlı ve İngiliz orduları arasında çok çetin mücadelelere şahit olan bölge savaş sona erdiğinde çoğunlukla İngilizlerin kontrolüne geçti.7 

Ortadoğu bölgesi, Hindistan yolunu açtığından İngiltere için önemliydi.8 İngiltere’nin 19. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan’ı, dolayısıyla Hindistan’a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticari üstünlüğünü devam ettirmekten geçiyordu. İngiltere bu amaçlara ulaşmak için Osmanlı Devleti ve İran’ın Rusya karşısında bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunmak, 
tampon devletler olarak kalmalarını temin etmek için çalıştı.9 

1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere hükümeti Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde Middle Eastern Department adıyla bir idari teşkilat kurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Ortadoğu Hava Komutanlığı (Middle East Air Command) adıyla bir birim oluşturuldu ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verildi. İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dâhil edildi.10 

Mısır’da ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa sorununda Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere, Rusya’nın yayılmasını önlemek için o dönemde Osmanlı’ya desteğini esirgemedi. 

1853’te Kırım Savaşı Rusya’nın İngiltere’ye yaptığı Osmanlı topraklarının paylaşılması teklifinin reddedilmesinden sonra Rusya’nın bu işe tek başına kalkışmasından dolayı patlak verdi. 

Buna razı olmayan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne destek olması karşısında direnemeyen Rusya, durdurulmuş ve 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona ermişti. Rusya’nın İngilizlerin teklifi kabul etmemesinin sebebi, Ortadoğu’ya yerleşecek Rusya’nın kendi çıkarlarını tehdit edeceği endişesiydi. 

Palnerstone’nın dediği üzere “Hindistan yolununemniyetinikorumak.”11 en önemli hedefti. İngiltere Malta, Aden ve Kıbrıs’ı ele geçirdi, 1875’te Süveyş Kanalı hisselerini satın aldı.12 


1882 yılında Mısır’ı işgal etti. Bu işgal modern çağın en önemli sömürgecilik olaylarından biri olarak kabul edilmektedir. Mısır’ın on yıllar boyunca ekonomisine çekidüzen verilmesine imkân sağlayan, ülkenin siyasal liderliğinin oluşmasında büyük etkisi olan ve 20. yüzyılın ilk yarısında 
Mısır (ve İngiliz) politikalarını etkileyen anti-emperyalist milliyetçi hareketin odak noktasıdır. İngiltere Mısır’ı Süveyş Kanalı’nı güvence altına almak, Mısır’ın siyasi ve mali istikrarını sağlamak, çağın imparatorluk yarışması bağlamında da ülkeyi Fransızlara kaptırmamak için işgal etmişti.13 

İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır yeni Arap edebiyatının da merkezi hâline geldi ve Arap edebiyatı Osmanlı dünyasının Ara- pça konuşan diğer bölgelerine Kahire’den yayıldı. Böylece Arap edebiyatının seçkinleri arasında dile dayalı bir millî uyanış yaşandı.14

İngiltere dokuma sanayisi için buradaki pamuk üretimine özel bir önem vermeye başladı. Pamuk üretimi sulama olmadan gerçekleşmeyeceği için Nil Nehri ’nin Mısır’a ulaşmadan önce yukarı kıyı daşlar tarafından kullanılmasının önüne geçecek uluslararası düzenlemeler yaptı.15 

İngiltere 1885 Berlin Konferansı’n dan sonra Nil Nehri’nin bütünlüğünü korumak için Mısır’dan güneye inip Sudan’ı da ele geçirmek istedi. Burada Müslümanların direnişiyle karşılaşan İngiltere bir süre Sudan’a dokunmasa da 1896’da ülkeyi işgal etti. Böylece Afrika’nın kuzeyinde İskenderiye’den güneyinde Cape Town’a kadar geniş bir şerit hâlinde uzayan büyük bir sömürge imparatorluğu kurdu.16 

Sykes-Picot. HARİTA 



Öte yandan İngiltere ve Fransa’nın 1916 yılında imzaladıkları gizli anlaşma Sykes-Picot. 17 ile Osmanlı’ya ait topraklar masa başında bölüşüldü; Lübnan ve Suriye Fransa’nın, Ürdün ve Irak İngiltere’nin kontrolüne bırakılırken, Kudüs uluslararası yönetimin kontrolüne verildi. Bu anlaşma ile 400-500 yıl boyunca siyasi, iktisadi, idari ve kültürel bütünlük arz eden bölge dış müdahaleyle 
parçalandı. 


İngiltere Osmanlı’nın parçalanmak üzere olmasını kullanarak Arap âlemini de Osmanlı’ya karşı ayaklandırma çabasına girişti. Mekke şerifi Hüseyin ile temasa geçti ve bir anlaşma yaptı. 
Hüseyin Arap Yarımadası, Irak ve Suriye’yi içine alacak bağımsız bir Arap devleti kurmak isteğini bildirdi. Lübnan hariç bütün istekler İngiltere tarafından kabul edildi. Fakat söz verilen bu yerler Fransa’yla paylaşılmış ve İngiltere Şerif Hüseyin’e karşı iki yüzlü bir oyun oynamıştı. Aynı zamanda İbni Suud’la da anlaşma imzalayan İngiltere, Basra Körfezi’nin güney kıyılarında İbni Suud’un 
bağımsızlığını tanıdı. İbni Suud Basra Körfezi’nde İngiltere’yi rahat bıraktığı için Irak’taki muharebeler kolaylaşmıştı. Şerif Hüseyin kendisini Arabistan kralı ilan etti ve İngiltere tarafından tanındı.18 


Ortadoğu’da Yeni Oluşan Ülkeler ..,




İngilizler ve Fransızlar Akdeniz’den İran’a ve Körfez’e kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. 

Fakat bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. 
Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. Çizilen suni sınırlarla irili ufaklı 16 devlet kuruldu. 

1918 yılında Osmanlı’nın toptan çökmesi, Britanya ve Fransa’ya istedikleri gibi hareket edebilecekler- ini hissettikleri kısa bir dönem sundu. Bu dönem iki istilacı Hristiyan devlet için hayal edilmesi zor bir şeydi. Fransa Kilikya ve Adana’yı işgal etmiş, Britanya güçleri Çanakkale Boğazı’nın yönetimini 
ele geçirmiş ve Batı müttefik güçlerinden İtalya da Antalya’ya çıkmıştı.19 

İngiltere Irak’ı işgal ettiğinde Irak milliyetçiliğiyle karşılaştı ve ilişkilerini anlaşmalar üzerinden götürdü. Böylece Irak iç ve dış işlerinde geniş yetkilere sahip olmuştu. Milliyetçilik hafiflememiş ti, yeni anlaşmalar yapıldı ve nihayetinde 1930’da Irak bağımsızlığını kazandı. Bundan sonra İngiltere ile Irak dış politikada daima birbirlerine yardım etti. 1932’de Irak Milletler Cemiyeti’ne 
üye oldu. Lakin İngiltere bölgede Kürt meselesi ve mezhepler sorununu canlı tuttu. Türkiye’nin üzerinde hak iddia ettiği Musul anlaşmazlığı sırasında Doğu Anadolu’da Kürt ayaklanmasını kışkırttı. 20 

İran üzerinde ise Rusya ile yarışa girdi ve 1901’de İran’la bir imtiyaz anlaşması yaptı. 1932 yılında İran’daki Abadon petrolleri üzerinde hak iddia eden ve öncesinde yapılan imtiyaz anlaşmasını fesheden Rıza Pehlevi’yle aralarında gerginlik başlayınca Basra Körfezi’ne donanma gönderdi. 

Milletler Cemiyeti ile sorun çözüldü ve 1933’te İngiltere İran ile Anglo-Persian Şirketi (Anglo Persian Oil Company/ APOC) arasında yapılan anlaşma ile alacağı hisseleri artırdı. 21

Fakat İran 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin ödediği parayı az bularak anlaşmanın değiştirilmesini istedi. 1949’da İran petrolünün millileştirilmesi fikri ortaya atıldı ve bu plan 1951’de gerçekleşti. Amerika’nın arabuluculuğuyla APOC ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ile İran arasında 1954’te bir anlaşma imzalandı ve İngiltere %40 hisse aldı. 22 Şah’ın Körfez kuşağında üstlendiği askerî sorumluluğun temeli Ekim 1971’de İran, ABD ve 
İngiltere arasında bağıtlanan gizli bir anlaşmaya dayanıyordu: Buna göre İran silahlandırılacak ve “Körfezin jandarması” olarak Hint Okyanusu’na kadar uzanan bölge için kullanılabilir bir duruma getirilecekti. Böylelikle Sovyetler Birliği’nin Hint Okyanusu’ndaki varlığı karşılanmak isteniyordu. 23 

Ortadoğu toprakları üzerinde kaynak kapma yarışının önemli aktörlerinden bir diğeri Rusya’dır. Tarih İngiliz dış politikasının Rusya’yı çevreleme üzerine inşa edildiğini gösterir; bu çerçevede İran iki gücün mücadele alanlarından biridir. Dolayısıyla İngiltere’nin sıkıntısı İran’la değil daha çok Rusya iledir, sebebi muhtemelen bu ülkenin AB’nin bütünüyle değil içlerinden bazılarıyla mesela 
Almanya’yla “daha yakın” ilişki içine girmiş olmasıdır. 24 

Bir İngiliz Mirası: İsrail., 

İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Na- tions)’nun savunması açısından Filistin’in önemine dair Başbakanlık tarafından Genel Kurmay Başkanlığına sorulan soruya, Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Tedder, gelecekte İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunmasının üç ana ihtiyaca bağlı olduğunu, ilkinin İngiltere’nin de içinde bulunduğu Birleşik Krallık ana adasının savunulması 
ve buranın bir saldırı üssü olarak geliştirilmesi, ikincisi denizlerdeki ulaşım ve iletişim ağının devamlılığının sağlanması ve son olarak da Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma ve saldırı üssü olarak Ortadoğu’da İngiliz nüfuzunun ve pozisyonunun devam etmesiydi. 25 

İngilizler, Suriye ve Filistin cephesini çökertmek için Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak, ve Hicaz’ı içine alan bağımsız bir Arap ülkesi vadetti. Öte yandan 2 Kasım 1917’de Bal-four Deklarasyonu olarak tanınan bir mektupla da Siyonistlere Filistin’de bir “millî vatan” sözü verdi. Böylece İsrail’in kuruluşu için gerekli zemin hazırlanarak günümüzde “Filistin Davası” olarak bilinen olayların temeli de atıldı. 26 

İngilizlerin destekleriyle Avrupa’dan Filistin’e bir Yahudi akını yaşandı. İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başladı, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman problemleri ağırlaştırdı. 

2. Dünya Savaşı sırasında artık Arap milliyetçiliği, İngiliz düşmanlığı etrafında birleşti ve İngilizler aşama aşama bölgeden çekilmeleri gerektiğini istemeyerek de olsa kabul etti. Süveyş Kanalı ve Ortadoğu petrolü, İngiltere için hayati öneme sahip unsurlardı ancak İngiltere bunları kontrol edebilecek güçten yoksundu. Dolayısıyla artan Amerikan etkisi karşısında çaresiz kaldı. 

İngiliz dış politikası ne Filistin’de ne İran’da ne de Mısır’da iyi bir 
sınav veremedi. 27 

1956 Süveyş Kanalı Sorunu Süveyş Kanalı 28 

İngiltere’ye petrol bölgelerine ulaşabileceği kısa deniz yolunu sağlıyordu. Bu nedenle İngiltere her zaman kanalın kontrolünü elinde tutmaya çalıştı. Fakat Süveyş Kanalı her iki dünya savaşında da saldırıya maruz kaldı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere kanalı korumak için İngiltere ve Hindistan 
güçlerini himayeci olarak belirledi. Londra’da yapılan bir Anglo-Mısır Antlaşması’yla 1936’da Mısır’a bağımsızlık verildi fakat İngiltere’nin finansal ve stratejik çıkarlarını korumak için askerî birliğini Süveyş Kanalı’nda tutacağını Mısır’a kabul ettirdi.29 

Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetleri Arap milliyetçiliğini de körükledi. 

Mısır 1951’de İngiltere ile yaptığı anlaşmayı feshetti. Sudan da anlaşmazlık konusu olmuştu. 1953’teİngiltereile yapılan anlaş-maylaSudan’a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesine karar verildi. 1956’da İngilizler Mısır’dan çekilmeye karar verdi. Mısır’da Cemal Abdünnasır Sovyetler’e yakın bir politika izlemiş, buna da Batı’nın kendisine silah satmamasını sebep olarak göstermişti. Ayrıca bu dönemde Büyük Asvan 30 

Barajı inşaatı için Batı’dan yeterli desteği bulamayan Mısır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirdi ve kanalı işleten İngiltere ile Fransa ortak şirketine el koydu. İngiltere ve Fran-sa kanalın kontrolünün Sovyetler’e geçmesinden korktukları için bir komplo hazırlamış ve İsrail’in Mısır’a saldırmasına sebep olmuşlardı.31 

Basra’dan satın alınan petrol için kanal oldukça önemliydi. İsrail Mısır’a saldırmıştı, kanalı işgal etmek isteyen İngiltere ve Fransa Nasır’a asker göndererek savaşı durdurabileceklerini söyledi. 

Nasır bunu kabul etmeyince İngiltere ve Fransa da savaşa dâhil oldu. ABD’nin bu gelişmelere tepki vermesiyle İngiltere ve Fransa bölgeden çekildi. Süveyş Kanalı için yapılan savaşın en önemli sonucu İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’ı askerî yenilgiye uğratması ve Nasır’ın çöküşünü getirmesiydi. 

Arap Ayaklanması ve İngiltere’nin Bölge Üzerindeki Siyaseti 

Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin yeniden sorgulanması olarak da yorumlanmaktadır. 

Arap dünyasının kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o düzenin ürettiği düzenler, Sykes-Picot Antlaşması sonrası oluştu.32 

Arap ayaklanması, Orta doğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin; sömürge döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun bölge ülkelerdeki hâkimiyetleri nin de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda bugün Orta doğu’nun son yüzyılda en karışık dönemden geçtiği söylenebilir. 

İngiltere Başbakanı David Cameron, Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu toplantısında Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da Arap Baharı olarak ortaya çıkan sürecin bir fırsat olduğunu ve bu sürecin gelişmesine bütün dünyanın yardımcı olması gerektiğini söyledi. Cameron, İngiltere’nin bu sürece sosyal ve ekonomik olarak her türlü desteği vermeyi hazır olduğunu ve Filistin sorununun iki devletli modelle çözülebileceğini belirtti. 33 

The Times gazetesi Arap ayaklanmaları başladıktan sonra, 2011 Şubat-Haziran döneminde İngiltere’nin Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ihracatının 22,2 milyon sterlinden 30,5 milyon sterline çıktığını kaydetti. 
Bu silahların, suikast silahı olarak da bilinen keskin nişancıları, tüfekleri, hafif makineli tüfekleri kapsadığı bildirildi.34 Suudi Arabistan, 2012 Mayıs ayında 72 Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın almak için İngiltere ile 3 milyar dol- arlık 
anlaşma imzaladı. 35 

İngiltere petrol çıkarlarını korumak için Ortadoğu’daki ve Afrika’daki hükümetlerle sıkı ilişkilere her zaman önem verdi. Petrol şirketi Shell, rakiplerini geride bıraktı ve 2004’te Tony Blair’in Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip Libya’ya ilk ziyaretinde gaz için 1 milyar dolara anlaşma imzaladı. 36 

İngiltere’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde pragmatik bir dış politika izleyen Başbakan David Cameron döneminde “ticari diplomasi” kavramı önem kazandı. Cameron hükümetine göre ulusal güvenlik çıkarları siyasi aktörlerle kurulacak ticari iş birlikleri yoluyla sağlanabilmektedir. Fransa ve İngiltere, Libya’daki 
performansları karşılığında Shell, BP, Eni ve Total’in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazandı. Bu gibi durumlar Arap Baharı sürecinde Fransa ve İngiltere’nin stratejik yakınlaşması sonucunu doğurdu. Libya’da Fransa ve İngiltere öncülüğünde bir askerî operasyon gerçekleşeceği fakat operasyonun liderliğini kimin üstleneceği en başta gelen uzlaşmazlık konusu oldu. İlk saldırıyı 
gerçekleştiren Fransa olurken, İngiltere ABD ile birlikte hareket ederek operasyona katıldı. AB içindeki bu ayrışmalar üye ülkelerin ağırlıklı olarak NATO’yu ve askerî gücüne ve mücadele kabiliyetine güvendikleri ABD’yi oper- asyonda görmek istemelerinden de kaynaklandı.37 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

25 Ocak 2017 Çarşamba

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 2


 Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, BÖLÜM 2




Bir gelişmişlik düzeyi var. 

Bunların böyle bir derdi yok en fazla arabaları için tüketiyorlar. Dolayısı ile bu bölge ürettiğini, dışarıya satıyor, dışarıya ödüyor. Bunun sonucunda ise 
ciddi bir ekonomik kaynak ortaya çıkıyor. Adamlar bir şey yapmıyor ama yıllık fiyatlar değişmekle beraber, yani bu körfez ülkeleri, bahsetmiş olduğumuz 
ülkeler hatta İran’ı dışarı koyarak hesaplıyoruz biz, orası 500 milyar dolarlık ki bahsettiğim gibi bu fiyatlar sürekli değişir. Şimdi ben sabit bir rakammış 
gibi bahsediyorum. Yani bir Suudi Arabistan’ın gelir 350 milyon dolardır. Yani toplamda ortalama bir şey diycek olursak 750 milyar dolarlık ham petrol 
satışı vardır. Doğalgazı ekledin mi, 1 trilyonun civarında nakit para vardır. Ve nakit, petrolü satıyorsun, eline para geçiyor. Bu çok mu önemli? Bunu özellikle 
buradaki nüfus yapıları ile birlikte düşündüğünüz vakit önemli oluyor. Mesela bizde şöyle bir yargı vardır; Katar’ıda, Kuveyt’ide biliyoruz. 

Bugün Katar diye sözünü ettiğimiz ülkede her doğan çocuğun hesabına 25 bin dolar hesabınızda bulunuyor. Eğitiminiz yurtdışı, ücretsiz, sağlığınız ücretsiz, 
verginiz ücretsiz. Bu bölgede boykot falan yapmanıza gerek yok. Netice itibari ile 450 binlik bir ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkeye baktığınız vakit doğal gaz kaynakları, dünyadak en büyük doğal gaz kaynakları Rusya Federasyon devleti topraklarına ait. 2. Olarak İran’a ait. 3. ülkede Katar’dır. 

Yani 450 bin kişilik bu topluluk dünya doğal gaz kaynaklarında 3. sırada yer alıyor. Yalnız son 4-5 yılda doğalgazdan kaynaklanan, 2010’uda sayacak olursak tabiki 110-120 milyar dolardır. Yalnızca doğalgazdan elde ettikleri gelirdir. 450 bin nüfuslu bir devletten bahsediyoruz. 

Bunun yanısıra petrol kaynaklarına baktığımız vakit. Tüm Avrupa kıtasının sahip olduğu petrol kaynakları Katar kadardır. Şimdi Katar neden önemli; çok ciddi ekonomik kaynaktır, dünya için düşündüğümüz vakit, diğer yandan Kuveyt’e bakalım; bu ülkede 3 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. 

Yerli nüfusun %55 ila 60 arasında olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla 1 buçuk milyonla 2 milyon arasındaki bir ülkeden bahsediyorsunuz. 

Bu ülkenin toplam ekonomik değeri, petrol var bu bölgede doğal gaz çok sınırlı, daha araştırmalar yapılıyor ama daha fazla petrolde çıkmayabilir, ama 100 
milyar varilin üstünde bir petrol rezerleri bulunmaktadır ülkede. Ve bu ülkeyi düşündüğünüz vakit, onun dışında diğer ülkeler içinde geçerli olan bir durum var ki; bu nakit paralar, başka ülkelerdeki borsalara, ordaki bankalara, hisselere gidiyor. Bugün dünyadaki, birçok hisse mesela İtalya’da ki büyük bir bankanın hisselerine gidiyor. Bu ülkelerin tümüne baktığımız vakit, Bahreyn problemli bir yer zaten onun petrol kaynakları yok. Birleşik Arap Emirlik’lerine bakıyorsunuz, bu bölgede siyasal sisteme baktığınız vakit, gevşek eyalet sistemi üzerine kurulu, bu petrol kaynakları iki vilayette vardır aslında tek vilayette sayılabilir. Yalnızca 3- 4 milyar varil petrol vardır. Burasi siyasal sürecin merkezi olmakla birlikte, diğer vilayetlerde kendi içlerinde özerktir. Birbirlerinin iç işlerine müdahale edemez. Bu ülkeye gidildiği vakit; muazzam gelişmiştir. Birleşik Arap Emirlik’lerini düşündüğümüzde yedi ayrı vilayet olduğunu bilsekte siyasal sistemlerinden dolayı çok farklı değil hatta tek devlet olarak düşünüyoruz değil mi ama oraya gidince mesela Dubai’ye gittiğimiz vakit, bu bölgede sadece zenginler yaşar, onlar çalışmazlar, devlet herşeylerini karşılar ve ordaki nüfusun %90- 95i yabancıydı. Bir emirlik düşünün nüfusunun %95i yabancı %5 i yerli ve dünyada ekonomik önemli bir güç. Abudabi’ye bakıyorsunuz gelişmiş bir bölge. Ekonomik olarakta çok gelişmiş bir ülkede nüfusun %75 i yabancı, %25 i yerli ve toplam 96 milyarlık petrol rezervi var. Bu nedenle merkez bunların elinde, diğerleri de yabancı ve çok gelişmiş. Daha dışarda olan diğer eyaletlere gttiğiniz vakit ise ekonomi daha düşük, arap kadınları taksicilik yapıyor. Bu nedenle yedi eyalet ekonomik olarak bağımsız olan yönetimlerin siyasal olarakta birbirlerinin iç işlerine müdahale hakları yoktur. Birbirinden çok farklı yapılar var. Buradaki 
sistemlere baktığınız vakit, rejimlerde bir tek tipleşme görüyoruz. Rejimlerin tek olduğunu görüyoruz. O da ya emirliktir ya hanlıktır. Körfez İşbirliği Konseyi 
üyelerinin ortak özelliği yönetimlerinin monarşik olmasıdır. Yani belirli bir ailenin elinde durma-sıdır. Suudi Arabistan’da Suud ailesi gibi, doğrudan 
Suudi ailesinin ülkesi deniyor. Artık Suudi Arabistan diye bir ülkeden bahsedemeyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi her kavrama bakmamız gerekir. Suudi Arabistan Suudların kurmuş olduğu ülke. Sonra Kuveyte bakıyorsunuz Elsabh ailesi, Katara bakıyorsun Tahan ailesi, Bahreyne bakıyorsunuz Elabahan 
ailesi ve bunlar günümüze kadar buradaki yönetimleri kendi ellerinde tutan ailelerdir. Bazen amcaoğlu çocuğu gelebilir. Bazen amcaoğlu çocuğu 
gelebilir. Ama bu ailelerin dışına sarkmıyor rejimler. Belirli bir soy ağacından gidiyor. Hani babadan oğula gitmesi önemli değil. Bazen amcaoğluna, amcaoğlunun çocuğunada gidebilir veya onlar darbe ile yönetimi alabilirler. Ama bir ailenin elinden çıkmıyor. Ve bunların en büyük ortak özelliği; bir ara 
bir arap gazeteci diyordu işte, Yemen Devlet Başkanı demiş ki “Beni de Körfez İşbirliği Konseyine alın.” 

Dolayısı ile ortak özelliği bu Körfez İşbirliği Konseyi dediğimiz ve Irak’ı, İran’ı dışarıda tutan yapıdır. Kuveytten başlıyorsunuz Suudi Arabistan, Katar, 
Bahreyn, Umman’a kadar ortak özellik, hatta Ürdün’ü de içine katarak, hatta Suriye’yi de içine katarak çünkü Esad’dan sonra yine Esad ailesinden biri geldi. Ama rejim cumhuriyet o farklı bişey. Temel özellik monarşik yapıya sahip olmaları. Buradaki anayasalarda monarşik. Anayasayı zorla ele geçiriyor, 
düzenliyor. Buradaki temel özellik sistemin monarşik, geleneksel, muhafazakar o ailenin iktidarını koruyan yapıda olmasıdır. Belirli 5- 6 aile dünya ekonomisinde ciddi şekilde, enerji kaynaklarını denetleyen aileler olmaktadır. Ve bu aileler, petrol ihracatı, hammadde, petrolde bir hammadde ama doğal gazı hammadde olarak düşünmeyin. Petrolün rafine edilmesi vardır. Bunun taşınması vardır. Petrolü yerin altında buluyorsunuz, teknolojiniz varsa çıkartıyorsunuz. Yoksa yardım alıyorsunuz. Onu çıkarttıktan sonra taşıyorsunuz. Ya boru hattı ile çekiyorsunuz ya da denize yakın bir noktaya kadar boru hattı dışında bir ihtimal yok zaten. Denize kadar taşıdıktan sonra tankerede taşıycaksınız. Sonra rafineriye götürüceksiniz ya kendi kapasiteniz imkanınız vardır ki Arap ülkelerinin genel olarak kapasitesi düşük, Amerika’da, Japonlarda vardır rafineri, bunlarda ise yoktur. Taşımacılık %4- 7 dir buradaki taşımacı olan ülkelerin payı ve en son piyasaya, bugün buradan çıktığınız vakit, arabanız varsa bir benzinliğe gidiyorsunuz shell opet v.b. gibi. O aşamaya kadar gelen aşama ne kadara mal oluyor, maliyeti? Bu paranın bir kısmını ham petrol üreticilerini alıyor ise diğer kısmını diğer ülkeler, farklı noktalara taşımacılık v.s yöntemlerle ele geçirdikleri ni görüyoruz. Dolayısı ile bu ülkeler çok önemli, dünya ekonomisi için çok önemli, bu liderler dünya politikaları için çok önemli kendi başlarına istedikleri politikaları gösterebiliriz diyemeyiz. Ve siyasal yapılarına baktığımız vakit, bu ülkelerden Irak ve İran’ı dışarda tuttuğumuz vakit, monarşik, emirlik, krallık diyebilceğimiz, yani bir soyda yönetimin sürdürüldüğü, yapılar olarak karşımıza çıkıyor. 

Körfez ülkelerinde teknoloji yok ve diğer devletlerde vermiyorlar. Ya bizle ortak olursun diyorlar, %51 veya 50 sini ben alırım diyorlar. İşletmesini veya benzeri ni ben alırım diyorlar, Vermiyorlar teknolojiyi. Yapamıyorda devlet çünkü gerçekten yüksek teknoloji gerektiren şeyler bunlar. Ya bu teknoloji işi her kime satarsanız satın, yüksek teknolji gerektiren şeyler çünkü petrol alıyorsunuz, işletiyorsunuz, yani araştırıyorsunuz, parçaları var bunların, onları  araştırıyor sunuz. En son tüketiciye gelece noktaya taşıyorsunuz. Bu gerçekten yüksek teknoloji işi ve birçok ülkede de mühendislik bölümleri var, bizim ülkede de var ama teknolojiya sahip olmak malesef zor. Bunlar ilk petrolü bulmuşlardı belkide 1859’larda gerçi ondan önce Baküde falan, petrol kullanılmıştı ama bu içten patlamalı motorlarda nasıl olsa kullanırız noktasına geçmemişti. Dolayısı ile bu teknolojiyi onlar yarattıkları için hem çok iyide paralar kazandıkları için vermiyor lar. Ama buna rağmen Japonlarda, orada burada var ama hiç bir tanesi gerçekten ABD teknolojisi gibi değil. Yani ABD’liler bu işi iyi çözmüşler iyi geliştiriyorlari, iyi götürüyorlar. Her neyse siyasal rejimler monarşiktir. Buradaki toplumsal yapı farklı, siyasal yapı benzeşiyor, ekonomik yapı benzeşiyor ama her ülkede ben-zeşmiyor tabi ki örneğin Irak’a çıktığımız vakit, çok farklı bir tabloyla karşılaşabilirsiniz, yani 19 Mart 2003 yılına kadar Baas dediğimiz Sünni Araplığı, her ne kadar sistem Baascıysa da sistem her ne kadar sosyalist değerleri ön plana çıkartsa da buradaki toplumsal yapının, siyasal sistemi kontrol etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani buradaki toplumsal yapı, belirli Sünni kabileleri siyasal sitemlerini kendi denetimleri altına alması ve diğerlerini dışlaması ile sonuçlanıyor. İki büyük aile İbrahim ve Maliki aileleri, başta Şiiler ve Kürtler olmak üzere siyasal sitemi kendi gözaltlarına alıyorlar. Üçüncü sırada da Sünni Arapların, sistemle barışık olmayan kabilelerin sistemin içine girmesini sağlıyorlar. 

Bu yapı bir dönemeç mi, değişim mi geçirdi. Örneğin en çok tartışılan ülkelere ve yapılara geldiğimiz vakit, Bahreyn’dir. Bahreyn köken olarak tatardır. 

1787’li yıllarda Bahreyn’e geçmişler ve buranın kontrolünü ele geçirmişlerdir. İran’ın sayesinde almışlardır. Ondan önce Osmanlı ile İran arasında, iki bayrak varmış, İran tarafına bakan kısmında İran bayrağı, Arap kısmına bakan tarafında ise Osmanlı bayrağı varmış. 2 ayrı bayrak dalgalanıyor. Osmanlıya bağlı çünkü vergi veriyorlar Osmanlı ailesine ama aynı zamanda İran’la da iyi ilişkilere sahipler. Burada yaşayan toplumsal nüfusun %65 ya da 70’i Şii olmasına rağmen, 1780’li yılların başında bu bölgeye Sünni ailesi geliyor yerleşiyor, o günden bugüne kendi kontrolü altına alıyor. 

Bahreyn denilen bölgede nüfus ırk itibari ile mezhepsel itibari ile köken itibari ile, Arap bir kısım Farsi ama çoğunluk Arap çünkü islamiyetle birlikte bunlar bu bölgeye geçince burayı Müslümanlaştırınca aynı zamanda bu bölgeye yerleşmişlerdi, sonra bu topluluk Şiiliğe geçiyorlar, ve dolayısıyla uzunca 
yıllar burada Şii yönetimler hakim olmuş, Şii yönetimler kurulmuş. Sonra Hanif ailesi 1780’lerin başında, Hanif ailesinin kökeni, El hanife aslında Katar çıkışlıdır. Kuveyt’e gitmiştir, padişah dönemi İranlılar gelince, bunlar bu bölgeyi boşaltıp, Kuveyt’e yerleşmişlerdir. Sonra Kuveyt’te Elsabh ailesinin üstünde olan bir ailedir. Bugün Kuveyt’i yöneten elsabr ailesinin amiri konumundaki aileydi her zaman. Daha da önemli bir aileydi Elhanif ailesi, Katara gelip oradan Bahreyn’e geçip oranın kontrolünü ele aldılar ki Bahreyn çok stratejik bir bölgedir, deniz ticareti yapanlarının tümünün en azından bu bölgeyi tarih boyunca stratejik bir derya olarak bildiğini bilmeliyiz ve Elhanif ailesi buradaki siyasal yönetimi ele geçiriyor. Sonra tabi İngilizler bu bölgeye girince, İngilizler özellikle 1820’lerden sonra, bu bölgeyi denetimi atına alınca, Elhanif ailesiyle iş birliği yapıyorlar, yönetim Elhanif ailesinde kalıyor, Sünni Arap aşiret, kabile ve böyle olunca da günümüze kadar gelen süre içinde bu aile burayı yönetiyor. İngilizlerin başta olduğu dönem ki bu 1971’lere kadar gelen bir dönemdir. Nüfuzun siyasi, idari, askeri ve ekonomik alandaki dağılımı %50- %50 gibi bir denklik var. Yani Şiilerle ve Sünnilerle birlikte, yerel yönetimlerde, ekonomik alanlarda, idari birimlerde teftiş ediliyorlardı. Ama İngiltere gidince bu oran düşmeye başladı. Yani bir 
ayrımcılık politikası, siyasal sistemi elinde tutan aşiret ve mezhep diğerlerini sistemin dışına itmeye başladı. Ve buna karşı bir tepkiler gelişti. Yani iktidar 
döneminde de olmuştu, 1930’larda da bunlar ayaklanmışlardı, 1934’te de ayaklandılar, dolayısıyla İngilizler nispeten burada bir denge kurmuştu. 

Bunları sistem içerisine entegre etmişlerdi ama İngilizler gidince bölgeden, Elhalif ailesi bunu rejime bir tehdit olarak gördü, ve bunları sistemin dışına 
itmeye başladı, 2010’lara geldiğimiz vakit Şiilerin %10 idari sistemin ve diğer sistemlerin içerisinde temsil edilmeye başlandı ve %90’ı sistem dışına 
itildi. O yüzden burada bir toplumsal istikrasızlık unsuru vardı. O da şuydu; buradaki toplumun bir kesimi ki önemli bir kesimi, sistemin dışındaydı. 
Bir tehdit unsuruydu sistem açısından ve hiç bir şekilde sistem içerisinde temsil edilmesine yol açmadı. Bunlar bir dönem uzunca bir süre isyan ettiler; 
meclis kurulması karar verildi. Yani bir danışma kurulu, bir de seçimle gelen bir kurul oluşturuldu ama öyle bir oran oluşturdular ki hiç bir zaman seçimde Şiiler 17 (toplam 40 milletvekili var) veya 18 parlamenteri geçebilecek sayıda oy alamıyorlar. Çünkü seçim bölgeleri belirleniyor, Şiilerin yaşadığı 11 şehirlik bir bölgede 1 parlamenter çıkıyorsa, aynı Sünni bölgesinde 100 kişi 1 parlamenter çıkarıyor. Seçimse seçim, ne yapılabilir seçim kanunu böyle deniyor. Adaletin kestiği parmak acımaz deyip Şiileri kandırmaya çalışıyorlar ama Şiiler durmuyor ve bugün Bahreyn’de yaşanan krizin arkasında Şii olan kısmın siyasal ekonomik hakları, burada devlet size ev almanız için izin veriyor, devlete başvuruyorsunuz ev almak için, bir Şii başvurduğu zaman 5-6 yıl bekliyor, bir Sünni başvurduğu zaman 17 gün en olmadı 1 ay içerisinde ev alabiliyor. 

Onun dışında nüfus dengesini bozmak adına, diğer ülkelerdeki Sünnilerin ki bunların rakamlarının önemli olduğunu söylüyorlar, göç ediyorlar ve böylelikle denge sürekli olarak Şiiler aleyhine bozuluyor ve böylelikle de bölgede ciddi bir istikrarsızlık durumu var. 

Bu sorunun birde bölgesel etkileri de var tabi. Diğer bölgelere baktığımızda da benzer sorunlar var, mesela Suudi Arabistan’a baktığımız vakit; tarihsel 
olarak toplumsal olarak, ekonomik olarak farklı bölgelerin birbirine entegre edilmesi ile ortaya çıkartılmış, çıkmış bir devlet. Hangi toplumsal gruplar 
vardır; mezhepsel itibari ile baktığımız vakit, Suudi Arabistan doğusu ki bugün doğu vilayetleri olarak geçen bölge Şiilerin etkili olduğu hem siyasi hem ekonomik, hem de Osmanlı döneminden bu yana ayrı bir niteliği vardı, bu nedenle Necif vilayeti kurulurken Necif’in diğer vilayetlerden ayrı olduğu 
özellikle vurgulanıyor ki bakıldığı vakit 1913’e kadar olan dönemdir, Şii aydınlar; Şii halkından, Şii muhalifi durumunda oluyorlar. Osmanlı dönemini en altın yıllar olarak nitelendirirler çünkü Osmanlı bunların varlıklarını kabul etmiştir. Ve onların varlıklarını yaşamalarına izin vermişlerdir. O nedenle dini, ekonomik ve siyasi olarak geliştikleri en önemli dönemler olarak tarihe geçer. Ama 1913’ten sonra tekrar Suudi yönetimi altına geçiyorlar ve böylelikle bunların varlıklarını yok edici bütün politikalarda hayata geçiyor. Siyasal alanda, idari alanda, ekonomik alanda, bunları deşifre edici, dışlayıcı, ayrıştırıcı politikalar izliyorlar ve daha tutucu bir yaklaşım seyrediyorlar. 

İkinci Bölge, Suudi Arabistan’la Yemen arasında olan bölgedir. Kapsadığı bölgede 3 önemli vilayet vardır; Cezril, Vecram ve bir tane daha vardı. 

Bu bölgenin nüfusu, baktığınız vakit ne Vahabi’dir ne de Sünni’dir. Bunlar Zeydi dediğimiz kesimi oluşturur. Yani bugün Yemen’in % 55’lik nüfusu Zeydi’dir. 
Yemen’in doğu kısmı Sa-ara Bölgesi dediğimiz kısım, yani başkentin üst kısımları Zeydi mezhebine bağlıdır ve bunlar Suudi Arabistan’la Yemen sınırının bir 
kısmında, İsmaili vardır bu bölgede, özellikle idris ailesinden. O sınır anlaşması tam olarak imzalanmadı, her zaman bir sorun kaldı aralarında. 

Bu bölgedeki toplumsal yapının tarihsel geri planını mezhepsel geri planını Suudlardan ziyade, Vahabilerden ziyade, Necdi kabilelerden ziyade, Yemeni 
kabilelere aittir. O nedenle burada da ciddi sorunlar vardır. Bu ikinci bölgedir, tarihsel olarak ayrıdır, mezhepsel olarak ayrıdır, ekonomik olarak ayrıdır. 

Üçüncü Bölge, Mekke-Medine bölgesidir. Mekke- Medine bölgesinin en önemli özelliği Osmanlı dönemi öncesi dahil olmak üzere, sonrası da dahil olmak üzere, burayı hep Şerif ailesine bırakmışlar, peygamber soyundan gelen şerifler burayı yönetmişler. Bu bölgeye, siyasal olarak Mısır’a, ekonomik olarak Suriye ve Mısır kısımlarına, etnik köken olarak Necbi kabilelerle bağlantıları var bir kısmı bu bölgeden çıkmaktadırlar, ama bütün Müslüman dünyasına hitap eden bir yapısı vardır. Daha entelektüeldir, daha burjuvazidir ekonomik olarak. Mısırdan yönetiliyordu, Riaya’dan falan yönetilmiyordu. 

Dicle dediğiniz, Mekke-Medine dediğiniz vakit burada, bu bölgeden yönetilmiyordu ve bunları hep Arap dağlı kabileler olarak görüyorlardı. 
Kendilerini ise daha soylu daha kentli olarak görüyorlardı, ekonomik olarak da böyle görüyorlardı. Onlar yerleşik hayattaydılar, ticaret yapıyorlardı 
ama Arap’tırlar. Kültür olarak bahsetmiyorum. 

Dolayısıyla 3. Bölge dediğimiz kısımda burasıdır. 

Aslında bir 4. Bölge daha vardır. 

Bu 4. Bölge tam net değildir. Suudi Arabistan bugün homojen bir ülke değildir. Çevrelerindeki Arap kabileleri de bağlılık olarak Suriye ve Irak’taki kabilelerle iş birliği içindedir. 

En büyük mücadelelerden biride Osmanlı’da o dönemde onlarla işbirliği yaparak göstermişlerdir. Suudi Arabistan ne mezhepsel olarak homojendir, 
ne tarihsel olarak ortak bir tarih, birlikte bir tarih bilinci yaratmışlardır. Ne ekonomik çeşitlilik olaraktamamen bir olmuş bir ülkedir. Bunların hepsi Suudi 
ailesinin bir başarısı olarak görülür. Bugün Suudi Arabistan’ın ortaya çıkmasında, Suudi Arabistan’ın politik stratejisi, askeri stratejisi, mezhepsel tuttuğu 
yol ve bunu ortaya koymasının bir başarısı olarak ben bunu görüyorum. 

Kuveyt’e gelecek olursak; Kuveyt’te bildiğiniz üzere Elsadr ailesinin denetiminde 
olan bir bölgedir. 

Soruya gelecek olursak; buradaki haritalar, buradaki ülkeler cetvelle mi çizildi? Veya buradaki ülke sınırları 1900lerden sonra mı oluşmuş? Hayır, bu ülkelerin 
sınırları kanla çizilmiş. Ve bu ülkelerin sınırları belirleyenlerde, bugün o ülkede bulunan insanlar olmuştur. 

Aslında bu bölgenin sınırları o kadarda düz değildir, gittiğinizde görebiliyorsunuz. Kuveyt’ten başlayalım; Elsabh ailesi yaşar, Elsabh ailesi 1600’lerin sonunda 
veya 1750’lerin başında bu bölgeye göç etmiş bir ailedir. Ondan önce Elhaid ailesi bu bölgedir. El Sabh ailesi Elhaid ailesine bağlı bir birim oluyor. 

Elhaid ailesi ise Basra’da, Şiilerle, İranlılarla çatışan bir aile olarak karşımıza çıkıyor ve Basra körfezi Elhaid ailesine bağlı bir bölgedir. Ve bu bölgenin 
tümünü kendi içerisinde kapsar. Bu bölge Osmanlı öncesi dönemde, İslamiyetle birlikte ki İslamiyet öncesi dönemlerde de belirli kabilelerin etkili olduğu yerler ve alanlardır. Ama Elhaid ailesi ile birlikte Osmanlı bu bölgeye, Yavuz Sultan Selim ilk önce kuzeyden gidiyor, 1516’lı yıllarda, sonra1530’lu yıllarda, Irakiye Saavileriyle Osmanlı Irak’a geçiyor. Ondan sonra 1938’lerde Basra Körfezine geliyor ve buradaki ailelerde, Elhaid ailesi de, Basra körfezinin de bir şekilde Osmanlı denetimi altında olduğunu teyit ediyorlar. İşte burada yaşayan Kuveyt’i, tabi bu bölgede yaşayan Elhaid ailesiyle Osmanlı bu bölgeye gelince nispeten Basra körfezinde bunlar yaşıyordu ve Şii’iler, Kuveyt’te yaşayan grup ise Basra’da evleri, bağları, bahçeleri olmak ile birlikte, Elsabh ailesi ile birlikte üç aile idiler ve bu bölgeye yerleşiyorlar. 

Bu bölgede çalışıyorlar da. Özellikle Elhaid ailesi buradan ayrılıp katara geri gidince, Elsabh ailesi buranın yönetici ailesi olmaya başlıyor. Buranın yönetici ailesi olmaya başlayınca, 1800’lerin başından itibaren kendi Kuveyt sınırlarını ortaya koymaya başlıyor. Bu aşirete bağlı, temel sorun şu; aşiretlerin göçebe olmasından dolayı ortaya çıkan sorunlar var, yani size vergi veren aşiretler, 1 ay burada kalıp 2. Ay başka bölgeye gidince, siz aşiret temelli gittiğiniz için, aşiretin gittiği topraklarda sizin topraklarınız olarak geçiyor. Dolayısı ile tartışmalı bölgeler ortaya çıkıyor. Bugün hala çözülmemiş bölgelerdir bu tartışmalı bölgeler aslında, ama buna rağmen Elsabh ailesi kendi bu bölgesini denetimi altına alıyor. Elsabh ailesi zamanla Suud ailesi il çekişme, rekabet ve savaşlar yaşamaya başlıyor. Ve Kuveyt, Suudi Arabistan sınır bu iki aile arasında ama buna daha sonradan Katar’daki bir aile daha katılıyor, bu bahsettiğim ailelerin kökeni 400- 500 yıllıktır. Ve 400- 500yıldır bu aileler bu topraklarda, bu bölgelerde denetim kurmuşlardır. Bazen sınırları daralmış, bazen sınırları genişlemiştir, ama Kuveyt’i deyince Elsabh ailesinin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Ailelerin bağımsızlık tarihleri kaçtır ve kaç yüz yıllıktır. Amerika’nın tarihinden daha eski bir tarihe sahip bir ülkenin sınırlarından bahsediyoruz. Bunu bilhassa gözden kaçırmayalım lütfen. Burada en son Suudlarla yaptığı savaştan, mesela Bağdat burada karakol kuramıyor, Basra emri burada karakol kuramıyor, Osmanlının denetiminde olmasına rağmen İngiltere ile 1898’de anlaşma imzalıyorlar. Ondan öncede burası Osmanlı’ya ait, ama asla Elsabh ailesi Osmanlı’nın buraya bir karakol kurmasına izin vermiyor. Ve Osmanlı buraya karakol kurmuyor. 1913 İstanbul Anlaşması ile bunlar tamamen teyit ediliyor zaten. Dolayısı ile baktığımız vakit sınırlarda, bu kadar ciddi savaşlar oluyor. Suudlarla bir yandan Irak’la da netleşmiyor sınırlar. 1922’de hem Irak’la hem Suudlarla tartışmalı dediğimiz bölgeler oluşmuş savaşlar sonuçlarında tam netleşmeyince buranın sınırları, araya İngilizler giriyor. Aslında bunlar savaştılar ama tam paylaşamadılar, yapamayınca da araya İngilizler giriyor, bunları uzlaştıramayınca tartışmalı bir bölge bırakıyorlar aralarında ve sınırı öyle ortaya koymaya çalışıyor. Her ikisi de buna razı oluyor dolayısı ile bir Kuvvet’in sınırı cetvelle çizilmemiş. Burada iki ülke burada savaşmış sınırları için ve tarihsel olarak da bir sınırı vardır. Ve Basra vilayeti her ne kadar Kuveyt’in Bafra vilayetine de bağlıysa da Elsabh ailesi gerçekten bu bölgeyi kendi başına yönetmiş, kendi kurallarını kendisi koymuştur. 

Osmanlı kaymakamlığı olmuş, unvanını almış ama Osmanlının buraya karakol kurmasına izin vermemiş. 

Diğer ailelerden Suudilerde bir anlamda Suudi ailesi Vahabilerle böyle bir ittifak kurdu; kız alıp verdiler derken aile iç içe girdi. Ve gerçekten verilen sözler 
tutuldu; siyasal işlere karışılmadı, tabi sonradan, Suudlar dinsel otorite haline geldi, hem dini hem siyasal otorite haline dönüştü. Ve böylelikle Suudi 
ailesi bu neşt dediğimiz bölgede yavaş yavaş yayılmaya başlıyor. 1800lerin başından itibaren bölgeyi kendi içerisinde hem doğudan hem batıdan bir yayılma takip ediyor. 


Soru: 
1700’lerden bahsettik, işte kabileler var dediğiniz ki daha öncesinde de varmış, ama şuan bir yerleşik düzen var iyi kötü... Yani 1600- 1700’lerdeki 
yapı yok kısıtlayamasak da en azından sınırlar değişmiyordu, her gün değişmiyor en azından ki değişeceğini söylediniz şimdi... Yani 1600- 1700’lerden 
beri bu Ortadoğu bölgesine en azından bahsettiğiniz ailelerden, aralarında eylemler oldu dediniz, bir takım anlaşmalar yapmaya çalışıldı dediniz. İçlerinde 
bu mezhepsel ayrılıkları yok etmek adına bir girişim yapmadılar mı? 

Veysel AYHAN: 
Yaptılar, yok etmeye çalıştılar. 

Soru: 
En azından 5- 6 aile bir araya gelip anlaşmada mı olmadı? 

Veysel AYHAN: 
Arap kültüründe şöyle bir şey vardır; Mesela Umman’a gelelim, Umman’da Elsaid ailesi vardır. Buradaki iktidara bakarsanız genelde, babalarını öldüren çocuklar yönetime gelmişlerdir. Yani mezhepsel birleşmeyi bırakın bir köşeye, yani yönetim üzerindeki mücadele bu şekildedir. Buranın sınırları da, yukarıda değindiğimiz gibi tarihsel olarak çizilmiştir ve daha gelişip İran’ın bir kısmını denetim altına almışlardır. Libya’nın bir kısmında denetimleri vardır. 

Soru: 
Şimdi şöyle bir şey var; burada Emeviler döneminde de, Abbasiler döneminde de, Asurlar döneminde de, Akadlar döneminde de federe diyebileceğimiz 
ve bu bölgedeki topluluklara kendi yönetimlerini kurdukları, mesela Asurlar çok güçlenince, merkezden bu bölgeye, zayıflayınca burada ki yerel adetleri 
ve yerel yönetimleri kabileler adına kuruyorlardı. 

Abbasilerde bu yönetim adına buraya giden valiler buranın yönetimlerini alıyorlardı ve dolayısı ile bu bölgedeki veya vali gitmiyor ise burada İslamiyeti 
kabul ediyorlarsa ki hani İslamiyet öncesi diyorsunuz ama İslamiyetin en büyük özelliklerinden biriside; Eğer İslamiyeti kabul ediyorsanız, kendiniz, İslamiyeti kabul ediyorsanız kendi yönetiminizi, İslama uygun olmak koşulu ile tabi ki kendi yönetimlerinizi sürdürün diyorlar. Yani İslamiyet onlara otoriter veya tamamen tek bir yönetim sergilemiyordu. Onlarında kendi yönetimlerini kurması, kendi yönetimlerini sürdürmelerine izin veriyordu. 

Bu ayrıcalıkları kabul ediyordu. Aşiretler, Abbasiler döneminde vardı, ondan sonrada vardı bugünde var ve bunun en büyük özelliği aşiretçiliğin en büyük 
özelliği bağımsız olması, bağımsızlığa çok büyük önem vermesi, zaten göçebe olmasının en büyük nedenlerinden biride belki de oturmayı kabul etmiyor 
yerleşik düzene geçmiyor. Yerleşik toplumlar üzerinde kendi devletini, kendisi kuruyor. 

Veysel AYHAN: 
Bu politika yani ben şöyle açıklayayım, Ortadoğu’nun en büyük, en önemli özelliği, önemli bir nüfus barındırıyor. Bununla birlikte imparatorluk siyasal kültürüne ve inşasına sahiptir. İmparatorluk siyasal kültürü içerisinde, farklı grupların yaşadıkları bölgedeki özerkliklerine, siyasi, ekonomik özerkliklerine tabi imparatorluk doğası gereği bunu yapmak zorunda tanıyordu ve dolayısı ile bunların neden olmasına gerek yoktu. O günün koşullarında imparatorluk vardı. Kim vardı mesela; biraz önce bahsedilen tarihten başlayalım günümüze kadar, Emeviler, Abbasiler var, devam ediyorsunuz, Eyyübiler var, devam ediyorsunuz, Memlüklüler geliyor. Devam ediyorsunuz, Osmanlılar geliyor. Devam ediyorsunuz İngilizler parantez içinde geliyor. Ve bunlar dolayısı ile o dönemden günümüze kadar o bölgedeki siyasi otoriteyi kullanan ailelerdi. Bu sınırlar içerisinde, bu siyasal otoriteyi kullanıyorlardı. 

İmparatorluk üst çatısı çökünce, bunlar yukarı çıkıp devlet oldular. Yani şöyle düşünebiliriz; Su ile kaplı bir alan düşün adalar var, parçacıklar, Suyla kaplı olduğu için imparatorluklar vardır Suyu boşalttığınızda ise bunlar üste çıkıyor ve devlet oluyor. Bir imparatorluk gelse tekrar üst bir kimlik, şemsiye olsa, bunların varlığı yok olmayacak bunlar gene var olacaklar. Yani bunları kimse ortaya çıkartmadı, bu sınırları kimse yaratmadı, bu haritayı İngilizler, Amerikalılar yapmadı. Bunlar vardı. Osmanlı’dan öncede vardı. Osmanlı döneminde de vardı. Bugünde var. Yarında olmaya devam edecek. 

Soru: 
Bu dönemden sonra bağımsızlığını ilan eden o bölgedeki devletler? 

Veysel AYHAN: 
Suudi Arabistan zaten bağımsızdı, Umman bağımsızdı. Yemen bağımsızdı. Kuveyt 1961’de bağımsızlığını ilan etti ama özel manda anlaşması vardı. 
Irak’ın zaten ayrı bir tarihsel gelişimi vardı. Burada Gata, 7 emirlik ve Kuveyt 1960’larda ne olacağı belirsizdi. İktidar ben çekileceğim dedi. Kuveyt zaten 
1961’de bağımsızlaştı. Burada 8 emirlik vardı, ayrı bir birimi vardı. Suud çekilecekti. Ve bu 8 emirlik ortaya çıkacaktı. Ayrı bir devlet mi kuralım, birlik mi kuralım tartışması yaşandı. Kuveyt’te bunun içerisindeydi. Kuveyt öncelikli bende varım dedi. Sonra bağımsız olmaya karar verdi ve gerçekten bağımsız 
oldu. Bu 7 si ise birlik dediğimiz; Birleşik Arap Emirliklerini kurdu. Hepsi bir araya geldi, hepsi ayrı bir öz yönetime sahip, hepsinin başında ayrı aileler var. Bugünde böyle, o dönemde öyle, bundan öncede böyleydi. Mezhepleri ayrıydı. Birbirlerine bağlı değil, aileleri ayrı. İngiltere çekileceğim dediğinde; siz isterseniz emirlik kurun daha ayakta kalırsınız dedi. Onlarda tartıştılar, uzlaştılar, kendi içerlerinde bir birlik kurdular. Ama bütçeleri ayrıdır. Bir konseyleri vardır. Başında da Ebudabi durur. Ama bütçeleri ayrıdır diğer yönetimleri ayrı. Her şeyleri ayrıdır. Yalnızca öylesine sözde, yani küçük bölgeleri geçiyorsunuz bir yere geldiğinizden 4 km. geçince başka bir eyalete geçiyordunuz. Sonra bu eyaletin başka yerde başka toprağı vardı çünkü oraya eskiden vergi veren aileler başka yere yerleşmişlerdi. Yani toparlayacak olursak; Basra Körfezi dediğimiz alan uluslararası hukuk ilkeleri itibari ile düşündüğümüz vakit, İran Körfezi’dir. Kendi içerisinde toplumsal düzeni homojen olmayan, heterojen olan bir yapıya sahiptir. Heterojen yapı bir anlamda aynı zamanda mezhepsel ve etnik heterojenliği de içeriyor. Bunun en büyük özelliği, özelliklede Asya Pasifik’ten olan Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden, ciddi anlamda yabancı göç almasıdır. Dünyanın ekonomik üretim merkezidir. Ayrıca enerji kaynaklarının en fazla yoğun bulunduğu dünya sıralamasında 1. Bölgedir. Yaşamsal öneme sahiptir. Yaşamsal çıkarları bulunduran bir bölgedir. Nüfus dengesi, nüfus oranı çok düşüktür. 

Tüm Basra körfezi, Irak ve Suudi Arabistan çıkar, Irak ve İran’ı çıkardığımız vakit, 35 ile 40 milyon arası bir nüfustur ama maksimum 40 milyondur. 

Dünyanın en önemli enerji kaynakları bu bölgede bulunur. Yani Türkiye’ye oranın iki katıdır. Ve ciddi toplumsal istikrarsızlık unsurları vardır. Bunların temel nedeni bazı gruplarınki o gruplar ya mezhepseldir ya ideolojiktir mesela Baas bunlar için sosyalist değere sahip rejimdir ve tehdittir. Bunla ilgilide zaten mücadele ettiler. İran Şiiliktir. Ve kendi ülkelerindeki Şiiliği provoke ediyor. Onları canlandırıyor ve siyasi hayatta sürekli öne koyuyor diye onları bir tehdit unsuru olarak görüyor, görmeye devam ediyor ve bugün Bahreyn üzerindeki çekişmelerden 2 tanesi bir tanesi Suudi Arabistan bir tanesi İran ve nüfusun %65’i Şii, İran Şiileri destekliyor, siyasal iktidara geçirdi iddiası var. Suudlarda o bölgedeki Suudi aileleri destekliyor ve desteklemeye devam ediyor. Askeri anlamda da desteklemeyi sürdürüyor. 

Irak konusu işlendiğine göre, o bölgeye girmeye gerek yok. Ama Irak çok önemli bir şey; Irak Osmanlı döneminde 3 ayrı vilayeti. Bunu birleştirmeye çalıştılar. 
Her bir birleştirme ciddi dirençleri meydana getirdi; yani sitem içerisinde Şiileri ve Kürtleri, Bağdat merkezi yönetimi içerisinde almaya çalışmak, ciddi dirençleri meydana getirdi. Şiiler başka yerde ayaklandılar, Kürtler başka yerde ayaklan dılar. İran bu işin içerisine girdi. En son bu tür istikrarsızlık unsurları 2003 müdahalesine kadar geldi. 2003 müdahalesinde rejim mezhepsel ve erklik olarak ters düz oldu. Bu sefer dışarıda kalan çemberin içine geldi, çemberin içinde olan çemberin dışına çıktı ve orduda bir çekişme, bir sancı yaşanıyor. Onu nasıl sonuçlanacağını hiç kimse tarih bize nasıl olsa gösterecek diye yaşansa da, yaşanmasa da... 

Soru: 
Osmanlı döneminde, bu kadar mezhepsel çatışma var mıydı bu bölgede? 

Veysel AYHAN: 
Bazı bölgede vardı bazı bölgede yoktu. Osmanlı döneminde sükunet, huzur barış, istikrar, savaş olmadığı dönemler diyebiliriz. Çok ciddi kavgalar 
olaylarında yaşandığı çok ciddi çatışmalarında yaşandığı dönemler oldu. Ama imparatorluk ne kadar güçlüyse, gruplar arasındaki çatışmada o kadar azdı. 

Soru: 
Yani mezhepsel karışıklıktan çok etnik karışıklıklar mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel karışıklıklarda vardı. Hepsi vardı. Mezhepsel vardı, aşiretsel vardı. Şiiler ve vahabiler arasında sonra bazı diğer gruplar arasında; zenciler, 
Sünniler arasında... Yani bu Ortadoğu’nun realitesi, gerçekliği, sürekli birbirleri ile hareket eden çatışan uzlaşan dinamikler. 

Soru: 
Acaba bu dönemde de mezhepsel çatışmalarda var mıydı? 

Veysel AYHAN: 
Mezhepsel var. Mezhepsel çatışmalar başından itibaren var. Ve devam etti. Bitmedi. O yüzden yapılması gereken şey; mikro düzeyde bu bölgeyi tanımak. 
Mikro düzeyde tanıyamazsan, makro düzeyde analizler yapamazsınız. O nedenle Genel analizleri bırakın; örneğin AB’nin Ortadoğu politikası, nedir AB’nin Ortadoğu politikası ile kastı; Azerbaycan mı tam olarak neresi? Spesifikleştir mek, ayrıntılara girmek gerekir. Mutlaka ayrınıtya inin. Yapılması gereken 
şey; genel politikalardan vazgeçip, ayrıntılara inmek. Ayrıntı bilmiyorsak, inemiyorsak da yapabilecek bir şey yoktur. 

Soru: 
Irak ile İran’daki sınır bölgelerde bulunan spesifik etnik gruplarda yerleşik olanları mesela kimlerdir? 

Veysel AYHAN: 
Şii Arap onlar. Mahabbattan merkez alarak içe doğru biraz gidilir ise ve Urmiye Bölgesini de içine alırsan; bu bölgede Kürtleri görürsün. Genel olarak merkezi Azerbaycan alır gidersen Azeri görürsün, Ama Tebriz’de Ermenilerde vardır. Bazı bölgelerde ise Araplar, Şiiler ve Kürtler kendi içlerinde dağınık yaşar ama o dağınık yaşadıkları bölgeden sonra ise Araplar yaşar. Irak ve İran arasında ise sınırlar belli,karışma olmaz. Onlar çok ciddi anlamda sorunlardır ve karışmazlar. Zaten bu konuda sorunları ciddi şekilde sürüyor. Bölgeye baktınız mı ikisi de Arap ikisi de Şii ama karışmazlar ikisinin de ayrı sınırları var. Ama çok daha rahat bu sınırlar artık, eskisi gibi değil. Eskiden Saddam döneminde o sınırda bir bataklık vardı, bu bataklığı oluşturdu kimse geçmesin diye. 



***