Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, BÖLÜM 2
Bir gelişmişlik düzeyi var.
Bunların böyle bir derdi yok en fazla arabaları için tüketiyorlar. Dolayısı ile bu bölge ürettiğini, dışarıya satıyor, dışarıya ödüyor. Bunun sonucunda ise
ciddi bir ekonomik kaynak ortaya çıkıyor. Adamlar bir şey yapmıyor ama yıllık fiyatlar değişmekle beraber, yani bu körfez ülkeleri, bahsetmiş olduğumuz
ülkeler hatta İran’ı dışarı koyarak hesaplıyoruz biz, orası 500 milyar dolarlık ki bahsettiğim gibi bu fiyatlar sürekli değişir. Şimdi ben sabit bir rakammış
gibi bahsediyorum. Yani bir Suudi Arabistan’ın gelir 350 milyon dolardır. Yani toplamda ortalama bir şey diycek olursak 750 milyar dolarlık ham petrol
satışı vardır. Doğalgazı ekledin mi, 1 trilyonun civarında nakit para vardır. Ve nakit, petrolü satıyorsun, eline para geçiyor. Bu çok mu önemli? Bunu özellikle
buradaki nüfus yapıları ile birlikte düşündüğünüz vakit önemli oluyor. Mesela bizde şöyle bir yargı vardır; Katar’ıda, Kuveyt’ide biliyoruz.
Bugün Katar diye sözünü ettiğimiz ülkede her doğan çocuğun hesabına 25 bin dolar hesabınızda bulunuyor. Eğitiminiz yurtdışı, ücretsiz, sağlığınız ücretsiz,
verginiz ücretsiz. Bu bölgede boykot falan yapmanıza gerek yok. Netice itibari ile 450 binlik bir ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkeye baktığınız vakit doğal gaz kaynakları, dünyadak en büyük doğal gaz kaynakları Rusya Federasyon devleti topraklarına ait. 2. Olarak İran’a ait. 3. ülkede Katar’dır.
Yani 450 bin kişilik bu topluluk dünya doğal gaz kaynaklarında 3. sırada yer alıyor. Yalnız son 4-5 yılda doğalgazdan kaynaklanan, 2010’uda sayacak olursak tabiki 110-120 milyar dolardır. Yalnızca doğalgazdan elde ettikleri gelirdir. 450 bin nüfuslu bir devletten bahsediyoruz.
Bunun yanısıra petrol kaynaklarına baktığımız vakit. Tüm Avrupa kıtasının sahip olduğu petrol kaynakları Katar kadardır. Şimdi Katar neden önemli; çok ciddi ekonomik kaynaktır, dünya için düşündüğümüz vakit, diğer yandan Kuveyt’e bakalım; bu ülkede 3 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz.
Yerli nüfusun %55 ila 60 arasında olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla 1 buçuk milyonla 2 milyon arasındaki bir ülkeden bahsediyorsunuz.
Bu ülkenin toplam ekonomik değeri, petrol var bu bölgede doğal gaz çok sınırlı, daha araştırmalar yapılıyor ama daha fazla petrolde çıkmayabilir, ama 100
milyar varilin üstünde bir petrol rezerleri bulunmaktadır ülkede. Ve bu ülkeyi düşündüğünüz vakit, onun dışında diğer ülkeler içinde geçerli olan bir durum var ki; bu nakit paralar, başka ülkelerdeki borsalara, ordaki bankalara, hisselere gidiyor. Bugün dünyadaki, birçok hisse mesela İtalya’da ki büyük bir bankanın hisselerine gidiyor. Bu ülkelerin tümüne baktığımız vakit, Bahreyn problemli bir yer zaten onun petrol kaynakları yok. Birleşik Arap Emirlik’lerine bakıyorsunuz, bu bölgede siyasal sisteme baktığınız vakit, gevşek eyalet sistemi üzerine kurulu, bu petrol kaynakları iki vilayette vardır aslında tek vilayette sayılabilir. Yalnızca 3- 4 milyar varil petrol vardır. Burasi siyasal sürecin merkezi olmakla birlikte, diğer vilayetlerde kendi içlerinde özerktir. Birbirlerinin iç işlerine müdahale edemez. Bu ülkeye gidildiği vakit; muazzam gelişmiştir. Birleşik Arap Emirlik’lerini düşündüğümüzde yedi ayrı vilayet olduğunu bilsekte siyasal sistemlerinden dolayı çok farklı değil hatta tek devlet olarak düşünüyoruz değil mi ama oraya gidince mesela Dubai’ye gittiğimiz vakit, bu bölgede sadece zenginler yaşar, onlar çalışmazlar, devlet herşeylerini karşılar ve ordaki nüfusun %90- 95i yabancıydı. Bir emirlik düşünün nüfusunun %95i yabancı %5 i yerli ve dünyada ekonomik önemli bir güç. Abudabi’ye bakıyorsunuz gelişmiş bir bölge. Ekonomik olarakta çok gelişmiş bir ülkede nüfusun %75 i yabancı, %25 i yerli ve toplam 96 milyarlık petrol rezervi var. Bu nedenle merkez bunların elinde, diğerleri de yabancı ve çok gelişmiş. Daha dışarda olan diğer eyaletlere gttiğiniz vakit ise ekonomi daha düşük, arap kadınları taksicilik yapıyor. Bu nedenle yedi eyalet ekonomik olarak bağımsız olan yönetimlerin siyasal olarakta birbirlerinin iç işlerine müdahale hakları yoktur. Birbirinden çok farklı yapılar var. Buradaki
sistemlere baktığınız vakit, rejimlerde bir tek tipleşme görüyoruz. Rejimlerin tek olduğunu görüyoruz. O da ya emirliktir ya hanlıktır. Körfez İşbirliği Konseyi
üyelerinin ortak özelliği yönetimlerinin monarşik olmasıdır. Yani belirli bir ailenin elinde durma-sıdır. Suudi Arabistan’da Suud ailesi gibi, doğrudan
Suudi ailesinin ülkesi deniyor. Artık Suudi Arabistan diye bir ülkeden bahsedemeyiz. Yukarıda da belirttiğim gibi her kavrama bakmamız gerekir. Suudi Arabistan Suudların kurmuş olduğu ülke. Sonra Kuveyte bakıyorsunuz Elsabh ailesi, Katara bakıyorsun Tahan ailesi, Bahreyne bakıyorsunuz Elabahan
ailesi ve bunlar günümüze kadar buradaki yönetimleri kendi ellerinde tutan ailelerdir. Bazen amcaoğlu çocuğu gelebilir. Bazen amcaoğlu çocuğu
gelebilir. Ama bu ailelerin dışına sarkmıyor rejimler. Belirli bir soy ağacından gidiyor. Hani babadan oğula gitmesi önemli değil. Bazen amcaoğluna, amcaoğlunun çocuğunada gidebilir veya onlar darbe ile yönetimi alabilirler. Ama bir ailenin elinden çıkmıyor. Ve bunların en büyük ortak özelliği; bir ara
bir arap gazeteci diyordu işte, Yemen Devlet Başkanı demiş ki “Beni de Körfez İşbirliği Konseyine alın.”
Dolayısı ile ortak özelliği bu Körfez İşbirliği Konseyi dediğimiz ve Irak’ı, İran’ı dışarıda tutan yapıdır. Kuveytten başlıyorsunuz Suudi Arabistan, Katar,
Bahreyn, Umman’a kadar ortak özellik, hatta Ürdün’ü de içine katarak, hatta Suriye’yi de içine katarak çünkü Esad’dan sonra yine Esad ailesinden biri geldi. Ama rejim cumhuriyet o farklı bişey. Temel özellik monarşik yapıya sahip olmaları. Buradaki anayasalarda monarşik. Anayasayı zorla ele geçiriyor,
düzenliyor. Buradaki temel özellik sistemin monarşik, geleneksel, muhafazakar o ailenin iktidarını koruyan yapıda olmasıdır. Belirli 5- 6 aile dünya ekonomisinde ciddi şekilde, enerji kaynaklarını denetleyen aileler olmaktadır. Ve bu aileler, petrol ihracatı, hammadde, petrolde bir hammadde ama doğal gazı hammadde olarak düşünmeyin. Petrolün rafine edilmesi vardır. Bunun taşınması vardır. Petrolü yerin altında buluyorsunuz, teknolojiniz varsa çıkartıyorsunuz. Yoksa yardım alıyorsunuz. Onu çıkarttıktan sonra taşıyorsunuz. Ya boru hattı ile çekiyorsunuz ya da denize yakın bir noktaya kadar boru hattı dışında bir ihtimal yok zaten. Denize kadar taşıdıktan sonra tankerede taşıycaksınız. Sonra rafineriye götürüceksiniz ya kendi kapasiteniz imkanınız vardır ki Arap ülkelerinin genel olarak kapasitesi düşük, Amerika’da, Japonlarda vardır rafineri, bunlarda ise yoktur. Taşımacılık %4- 7 dir buradaki taşımacı olan ülkelerin payı ve en son piyasaya, bugün buradan çıktığınız vakit, arabanız varsa bir benzinliğe gidiyorsunuz shell opet v.b. gibi. O aşamaya kadar gelen aşama ne kadara mal oluyor, maliyeti? Bu paranın bir kısmını ham petrol üreticilerini alıyor ise diğer kısmını diğer ülkeler, farklı noktalara taşımacılık v.s yöntemlerle ele geçirdikleri ni görüyoruz. Dolayısı ile bu ülkeler çok önemli, dünya ekonomisi için çok önemli, bu liderler dünya politikaları için çok önemli kendi başlarına istedikleri politikaları gösterebiliriz diyemeyiz. Ve siyasal yapılarına baktığımız vakit, bu ülkelerden Irak ve İran’ı dışarda tuttuğumuz vakit, monarşik, emirlik, krallık diyebilceğimiz, yani bir soyda yönetimin sürdürüldüğü, yapılar olarak karşımıza çıkıyor.
Körfez ülkelerinde teknoloji yok ve diğer devletlerde vermiyorlar. Ya bizle ortak olursun diyorlar, %51 veya 50 sini ben alırım diyorlar. İşletmesini veya benzeri ni ben alırım diyorlar, Vermiyorlar teknolojiyi. Yapamıyorda devlet çünkü gerçekten yüksek teknoloji gerektiren şeyler bunlar. Ya bu teknoloji işi her kime satarsanız satın, yüksek teknolji gerektiren şeyler çünkü petrol alıyorsunuz, işletiyorsunuz, yani araştırıyorsunuz, parçaları var bunların, onları araştırıyor sunuz. En son tüketiciye gelece noktaya taşıyorsunuz. Bu gerçekten yüksek teknoloji işi ve birçok ülkede de mühendislik bölümleri var, bizim ülkede de var ama teknolojiya sahip olmak malesef zor. Bunlar ilk petrolü bulmuşlardı belkide 1859’larda gerçi ondan önce Baküde falan, petrol kullanılmıştı ama bu içten patlamalı motorlarda nasıl olsa kullanırız noktasına geçmemişti. Dolayısı ile bu teknolojiyi onlar yarattıkları için hem çok iyide paralar kazandıkları için vermiyor lar. Ama buna rağmen Japonlarda, orada burada var ama hiç bir tanesi gerçekten ABD teknolojisi gibi değil. Yani ABD’liler bu işi iyi çözmüşler iyi geliştiriyorlari, iyi götürüyorlar. Her neyse siyasal rejimler monarşiktir. Buradaki toplumsal yapı farklı, siyasal yapı benzeşiyor, ekonomik yapı benzeşiyor ama her ülkede ben-zeşmiyor tabi ki örneğin Irak’a çıktığımız vakit, çok farklı bir tabloyla karşılaşabilirsiniz, yani 19 Mart 2003 yılına kadar Baas dediğimiz Sünni Araplığı, her ne kadar sistem Baascıysa da sistem her ne kadar sosyalist değerleri ön plana çıkartsa da buradaki toplumsal yapının, siyasal sistemi kontrol etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani buradaki toplumsal yapı, belirli Sünni kabileleri siyasal sitemlerini kendi denetimleri altına alması ve diğerlerini dışlaması ile sonuçlanıyor. İki büyük aile İbrahim ve Maliki aileleri, başta Şiiler ve Kürtler olmak üzere siyasal sitemi kendi gözaltlarına alıyorlar. Üçüncü sırada da Sünni Arapların, sistemle barışık olmayan kabilelerin sistemin içine girmesini sağlıyorlar.
Bu yapı bir dönemeç mi, değişim mi geçirdi. Örneğin en çok tartışılan ülkelere ve yapılara geldiğimiz vakit, Bahreyn’dir. Bahreyn köken olarak tatardır.
1787’li yıllarda Bahreyn’e geçmişler ve buranın kontrolünü ele geçirmişlerdir. İran’ın sayesinde almışlardır. Ondan önce Osmanlı ile İran arasında, iki bayrak varmış, İran tarafına bakan kısmında İran bayrağı, Arap kısmına bakan tarafında ise Osmanlı bayrağı varmış. 2 ayrı bayrak dalgalanıyor. Osmanlıya bağlı çünkü vergi veriyorlar Osmanlı ailesine ama aynı zamanda İran’la da iyi ilişkilere sahipler. Burada yaşayan toplumsal nüfusun %65 ya da 70’i Şii olmasına rağmen, 1780’li yılların başında bu bölgeye Sünni ailesi geliyor yerleşiyor, o günden bugüne kendi kontrolü altına alıyor.
Bahreyn denilen bölgede nüfus ırk itibari ile mezhepsel itibari ile köken itibari ile, Arap bir kısım Farsi ama çoğunluk Arap çünkü islamiyetle birlikte bunlar bu bölgeye geçince burayı Müslümanlaştırınca aynı zamanda bu bölgeye yerleşmişlerdi, sonra bu topluluk Şiiliğe geçiyorlar, ve dolayısıyla uzunca
yıllar burada Şii yönetimler hakim olmuş, Şii yönetimler kurulmuş. Sonra Hanif ailesi 1780’lerin başında, Hanif ailesinin kökeni, El hanife aslında Katar çıkışlıdır. Kuveyt’e gitmiştir, padişah dönemi İranlılar gelince, bunlar bu bölgeyi boşaltıp, Kuveyt’e yerleşmişlerdir. Sonra Kuveyt’te Elsabh ailesinin üstünde olan bir ailedir. Bugün Kuveyt’i yöneten elsabr ailesinin amiri konumundaki aileydi her zaman. Daha da önemli bir aileydi Elhanif ailesi, Katara gelip oradan Bahreyn’e geçip oranın kontrolünü ele aldılar ki Bahreyn çok stratejik bir bölgedir, deniz ticareti yapanlarının tümünün en azından bu bölgeyi tarih boyunca stratejik bir derya olarak bildiğini bilmeliyiz ve Elhanif ailesi buradaki siyasal yönetimi ele geçiriyor. Sonra tabi İngilizler bu bölgeye girince, İngilizler özellikle 1820’lerden sonra, bu bölgeyi denetimi atına alınca, Elhanif ailesiyle iş birliği yapıyorlar, yönetim Elhanif ailesinde kalıyor, Sünni Arap aşiret, kabile ve böyle olunca da günümüze kadar gelen süre içinde bu aile burayı yönetiyor. İngilizlerin başta olduğu dönem ki bu 1971’lere kadar gelen bir dönemdir. Nüfuzun siyasi, idari, askeri ve ekonomik alandaki dağılımı %50- %50 gibi bir denklik var. Yani Şiilerle ve Sünnilerle birlikte, yerel yönetimlerde, ekonomik alanlarda, idari birimlerde teftiş ediliyorlardı. Ama İngiltere gidince bu oran düşmeye başladı. Yani bir
ayrımcılık politikası, siyasal sistemi elinde tutan aşiret ve mezhep diğerlerini sistemin dışına itmeye başladı. Ve buna karşı bir tepkiler gelişti. Yani iktidar
döneminde de olmuştu, 1930’larda da bunlar ayaklanmışlardı, 1934’te de ayaklandılar, dolayısıyla İngilizler nispeten burada bir denge kurmuştu.
Bunları sistem içerisine entegre etmişlerdi ama İngilizler gidince bölgeden, Elhalif ailesi bunu rejime bir tehdit olarak gördü, ve bunları sistemin dışına
itmeye başladı, 2010’lara geldiğimiz vakit Şiilerin %10 idari sistemin ve diğer sistemlerin içerisinde temsil edilmeye başlandı ve %90’ı sistem dışına
itildi. O yüzden burada bir toplumsal istikrasızlık unsuru vardı. O da şuydu; buradaki toplumun bir kesimi ki önemli bir kesimi, sistemin dışındaydı.
Bir tehdit unsuruydu sistem açısından ve hiç bir şekilde sistem içerisinde temsil edilmesine yol açmadı. Bunlar bir dönem uzunca bir süre isyan ettiler;
meclis kurulması karar verildi. Yani bir danışma kurulu, bir de seçimle gelen bir kurul oluşturuldu ama öyle bir oran oluşturdular ki hiç bir zaman seçimde Şiiler 17 (toplam 40 milletvekili var) veya 18 parlamenteri geçebilecek sayıda oy alamıyorlar. Çünkü seçim bölgeleri belirleniyor, Şiilerin yaşadığı 11 şehirlik bir bölgede 1 parlamenter çıkıyorsa, aynı Sünni bölgesinde 100 kişi 1 parlamenter çıkarıyor. Seçimse seçim, ne yapılabilir seçim kanunu böyle deniyor. Adaletin kestiği parmak acımaz deyip Şiileri kandırmaya çalışıyorlar ama Şiiler durmuyor ve bugün Bahreyn’de yaşanan krizin arkasında Şii olan kısmın siyasal ekonomik hakları, burada devlet size ev almanız için izin veriyor, devlete başvuruyorsunuz ev almak için, bir Şii başvurduğu zaman 5-6 yıl bekliyor, bir Sünni başvurduğu zaman 17 gün en olmadı 1 ay içerisinde ev alabiliyor.
Onun dışında nüfus dengesini bozmak adına, diğer ülkelerdeki Sünnilerin ki bunların rakamlarının önemli olduğunu söylüyorlar, göç ediyorlar ve böylelikle denge sürekli olarak Şiiler aleyhine bozuluyor ve böylelikle de bölgede ciddi bir istikrarsızlık durumu var.
Bu sorunun birde bölgesel etkileri de var tabi. Diğer bölgelere baktığımızda da benzer sorunlar var, mesela Suudi Arabistan’a baktığımız vakit; tarihsel
olarak toplumsal olarak, ekonomik olarak farklı bölgelerin birbirine entegre edilmesi ile ortaya çıkartılmış, çıkmış bir devlet. Hangi toplumsal gruplar
vardır; mezhepsel itibari ile baktığımız vakit, Suudi Arabistan doğusu ki bugün doğu vilayetleri olarak geçen bölge Şiilerin etkili olduğu hem siyasi hem ekonomik, hem de Osmanlı döneminden bu yana ayrı bir niteliği vardı, bu nedenle Necif vilayeti kurulurken Necif’in diğer vilayetlerden ayrı olduğu
özellikle vurgulanıyor ki bakıldığı vakit 1913’e kadar olan dönemdir, Şii aydınlar; Şii halkından, Şii muhalifi durumunda oluyorlar. Osmanlı dönemini en altın yıllar olarak nitelendirirler çünkü Osmanlı bunların varlıklarını kabul etmiştir. Ve onların varlıklarını yaşamalarına izin vermişlerdir. O nedenle dini, ekonomik ve siyasi olarak geliştikleri en önemli dönemler olarak tarihe geçer. Ama 1913’ten sonra tekrar Suudi yönetimi altına geçiyorlar ve böylelikle bunların varlıklarını yok edici bütün politikalarda hayata geçiyor. Siyasal alanda, idari alanda, ekonomik alanda, bunları deşifre edici, dışlayıcı, ayrıştırıcı politikalar izliyorlar ve daha tutucu bir yaklaşım seyrediyorlar.
İkinci Bölge, Suudi Arabistan’la Yemen arasında olan bölgedir. Kapsadığı bölgede 3 önemli vilayet vardır; Cezril, Vecram ve bir tane daha vardı.
Bu bölgenin nüfusu, baktığınız vakit ne Vahabi’dir ne de Sünni’dir. Bunlar Zeydi dediğimiz kesimi oluşturur. Yani bugün Yemen’in % 55’lik nüfusu Zeydi’dir.
Yemen’in doğu kısmı Sa-ara Bölgesi dediğimiz kısım, yani başkentin üst kısımları Zeydi mezhebine bağlıdır ve bunlar Suudi Arabistan’la Yemen sınırının bir
kısmında, İsmaili vardır bu bölgede, özellikle idris ailesinden. O sınır anlaşması tam olarak imzalanmadı, her zaman bir sorun kaldı aralarında.
Bu bölgedeki toplumsal yapının tarihsel geri planını mezhepsel geri planını Suudlardan ziyade, Vahabilerden ziyade, Necdi kabilelerden ziyade, Yemeni
kabilelere aittir. O nedenle burada da ciddi sorunlar vardır. Bu ikinci bölgedir, tarihsel olarak ayrıdır, mezhepsel olarak ayrıdır, ekonomik olarak ayrıdır.
Üçüncü Bölge, Mekke-Medine bölgesidir. Mekke- Medine bölgesinin en önemli özelliği Osmanlı dönemi öncesi dahil olmak üzere, sonrası da dahil olmak üzere, burayı hep Şerif ailesine bırakmışlar, peygamber soyundan gelen şerifler burayı yönetmişler. Bu bölgeye, siyasal olarak Mısır’a, ekonomik olarak Suriye ve Mısır kısımlarına, etnik köken olarak Necbi kabilelerle bağlantıları var bir kısmı bu bölgeden çıkmaktadırlar, ama bütün Müslüman dünyasına hitap eden bir yapısı vardır. Daha entelektüeldir, daha burjuvazidir ekonomik olarak. Mısırdan yönetiliyordu, Riaya’dan falan yönetilmiyordu.
Dicle dediğiniz, Mekke-Medine dediğiniz vakit burada, bu bölgeden yönetilmiyordu ve bunları hep Arap dağlı kabileler olarak görüyorlardı.
Kendilerini ise daha soylu daha kentli olarak görüyorlardı, ekonomik olarak da böyle görüyorlardı. Onlar yerleşik hayattaydılar, ticaret yapıyorlardı
ama Arap’tırlar. Kültür olarak bahsetmiyorum.
Dolayısıyla 3. Bölge dediğimiz kısımda burasıdır.
Aslında bir 4. Bölge daha vardır.
Bu 4. Bölge tam net değildir. Suudi Arabistan bugün homojen bir ülke değildir. Çevrelerindeki Arap kabileleri de bağlılık olarak Suriye ve Irak’taki kabilelerle iş birliği içindedir.
En büyük mücadelelerden biride Osmanlı’da o dönemde onlarla işbirliği yaparak göstermişlerdir. Suudi Arabistan ne mezhepsel olarak homojendir,
ne tarihsel olarak ortak bir tarih, birlikte bir tarih bilinci yaratmışlardır. Ne ekonomik çeşitlilik olaraktamamen bir olmuş bir ülkedir. Bunların hepsi Suudi
ailesinin bir başarısı olarak görülür. Bugün Suudi Arabistan’ın ortaya çıkmasında, Suudi Arabistan’ın politik stratejisi, askeri stratejisi, mezhepsel tuttuğu
yol ve bunu ortaya koymasının bir başarısı olarak ben bunu görüyorum.
Kuveyt’e gelecek olursak; Kuveyt’te bildiğiniz üzere Elsadr ailesinin denetiminde
olan bir bölgedir.
Soruya gelecek olursak; buradaki haritalar, buradaki ülkeler cetvelle mi çizildi? Veya buradaki ülke sınırları 1900lerden sonra mı oluşmuş? Hayır, bu ülkelerin
sınırları kanla çizilmiş. Ve bu ülkelerin sınırları belirleyenlerde, bugün o ülkede bulunan insanlar olmuştur.
Aslında bu bölgenin sınırları o kadarda düz değildir, gittiğinizde görebiliyorsunuz. Kuveyt’ten başlayalım; Elsabh ailesi yaşar, Elsabh ailesi 1600’lerin sonunda
veya 1750’lerin başında bu bölgeye göç etmiş bir ailedir. Ondan önce Elhaid ailesi bu bölgedir. El Sabh ailesi Elhaid ailesine bağlı bir birim oluyor.
Elhaid ailesi ise Basra’da, Şiilerle, İranlılarla çatışan bir aile olarak karşımıza çıkıyor ve Basra körfezi Elhaid ailesine bağlı bir bölgedir. Ve bu bölgenin
tümünü kendi içerisinde kapsar. Bu bölge Osmanlı öncesi dönemde, İslamiyetle birlikte ki İslamiyet öncesi dönemlerde de belirli kabilelerin etkili olduğu yerler ve alanlardır. Ama Elhaid ailesi ile birlikte Osmanlı bu bölgeye, Yavuz Sultan Selim ilk önce kuzeyden gidiyor, 1516’lı yıllarda, sonra1530’lu yıllarda, Irakiye Saavileriyle Osmanlı Irak’a geçiyor. Ondan sonra 1938’lerde Basra Körfezine geliyor ve buradaki ailelerde, Elhaid ailesi de, Basra körfezinin de bir şekilde Osmanlı denetimi altında olduğunu teyit ediyorlar. İşte burada yaşayan Kuveyt’i, tabi bu bölgede yaşayan Elhaid ailesiyle Osmanlı bu bölgeye gelince nispeten Basra körfezinde bunlar yaşıyordu ve Şii’iler, Kuveyt’te yaşayan grup ise Basra’da evleri, bağları, bahçeleri olmak ile birlikte, Elsabh ailesi ile birlikte üç aile idiler ve bu bölgeye yerleşiyorlar.
Bu bölgede çalışıyorlar da. Özellikle Elhaid ailesi buradan ayrılıp katara geri gidince, Elsabh ailesi buranın yönetici ailesi olmaya başlıyor. Buranın yönetici ailesi olmaya başlayınca, 1800’lerin başından itibaren kendi Kuveyt sınırlarını ortaya koymaya başlıyor. Bu aşirete bağlı, temel sorun şu; aşiretlerin göçebe olmasından dolayı ortaya çıkan sorunlar var, yani size vergi veren aşiretler, 1 ay burada kalıp 2. Ay başka bölgeye gidince, siz aşiret temelli gittiğiniz için, aşiretin gittiği topraklarda sizin topraklarınız olarak geçiyor. Dolayısı ile tartışmalı bölgeler ortaya çıkıyor. Bugün hala çözülmemiş bölgelerdir bu tartışmalı bölgeler aslında, ama buna rağmen Elsabh ailesi kendi bu bölgesini denetimi altına alıyor. Elsabh ailesi zamanla Suud ailesi il çekişme, rekabet ve savaşlar yaşamaya başlıyor. Ve Kuveyt, Suudi Arabistan sınır bu iki aile arasında ama buna daha sonradan Katar’daki bir aile daha katılıyor, bu bahsettiğim ailelerin kökeni 400- 500 yıllıktır. Ve 400- 500yıldır bu aileler bu topraklarda, bu bölgelerde denetim kurmuşlardır. Bazen sınırları daralmış, bazen sınırları genişlemiştir, ama Kuveyt’i deyince Elsabh ailesinin 300 yıllık bir geçmişi vardır. Ailelerin bağımsızlık tarihleri kaçtır ve kaç yüz yıllıktır. Amerika’nın tarihinden daha eski bir tarihe sahip bir ülkenin sınırlarından bahsediyoruz. Bunu bilhassa gözden kaçırmayalım lütfen. Burada en son Suudlarla yaptığı savaştan, mesela Bağdat burada karakol kuramıyor, Basra emri burada karakol kuramıyor, Osmanlının denetiminde olmasına rağmen İngiltere ile 1898’de anlaşma imzalıyorlar. Ondan öncede burası Osmanlı’ya ait, ama asla Elsabh ailesi Osmanlı’nın buraya bir karakol kurmasına izin vermiyor. Ve Osmanlı buraya karakol kurmuyor. 1913 İstanbul Anlaşması ile bunlar tamamen teyit ediliyor zaten. Dolayısı ile baktığımız vakit sınırlarda, bu kadar ciddi savaşlar oluyor. Suudlarla bir yandan Irak’la da netleşmiyor sınırlar. 1922’de hem Irak’la hem Suudlarla tartışmalı dediğimiz bölgeler oluşmuş savaşlar sonuçlarında tam netleşmeyince buranın sınırları, araya İngilizler giriyor. Aslında bunlar savaştılar ama tam paylaşamadılar, yapamayınca da araya İngilizler giriyor, bunları uzlaştıramayınca tartışmalı bir bölge bırakıyorlar aralarında ve sınırı öyle ortaya koymaya çalışıyor. Her ikisi de buna razı oluyor dolayısı ile bir Kuvvet’in sınırı cetvelle çizilmemiş. Burada iki ülke burada savaşmış sınırları için ve tarihsel olarak da bir sınırı vardır. Ve Basra vilayeti her ne kadar Kuveyt’in Bafra vilayetine de bağlıysa da Elsabh ailesi gerçekten bu bölgeyi kendi başına yönetmiş, kendi kurallarını kendisi koymuştur.
Osmanlı kaymakamlığı olmuş, unvanını almış ama Osmanlının buraya karakol kurmasına izin vermemiş.
Diğer ailelerden Suudilerde bir anlamda Suudi ailesi Vahabilerle böyle bir ittifak kurdu; kız alıp verdiler derken aile iç içe girdi. Ve gerçekten verilen sözler
tutuldu; siyasal işlere karışılmadı, tabi sonradan, Suudlar dinsel otorite haline geldi, hem dini hem siyasal otorite haline dönüştü. Ve böylelikle Suudi
ailesi bu neşt dediğimiz bölgede yavaş yavaş yayılmaya başlıyor. 1800lerin başından itibaren bölgeyi kendi içerisinde hem doğudan hem batıdan bir yayılma takip ediyor.
Soru:
1700’lerden bahsettik, işte kabileler var dediğiniz ki daha öncesinde de varmış, ama şuan bir yerleşik düzen var iyi kötü... Yani 1600- 1700’lerdeki
yapı yok kısıtlayamasak da en azından sınırlar değişmiyordu, her gün değişmiyor en azından ki değişeceğini söylediniz şimdi... Yani 1600- 1700’lerden
beri bu Ortadoğu bölgesine en azından bahsettiğiniz ailelerden, aralarında eylemler oldu dediniz, bir takım anlaşmalar yapmaya çalışıldı dediniz. İçlerinde
bu mezhepsel ayrılıkları yok etmek adına bir girişim yapmadılar mı?
Veysel AYHAN:
Yaptılar, yok etmeye çalıştılar.
Soru:
En azından 5- 6 aile bir araya gelip anlaşmada mı olmadı?
Veysel AYHAN:
Arap kültüründe şöyle bir şey vardır; Mesela Umman’a gelelim, Umman’da Elsaid ailesi vardır. Buradaki iktidara bakarsanız genelde, babalarını öldüren çocuklar yönetime gelmişlerdir. Yani mezhepsel birleşmeyi bırakın bir köşeye, yani yönetim üzerindeki mücadele bu şekildedir. Buranın sınırları da, yukarıda değindiğimiz gibi tarihsel olarak çizilmiştir ve daha gelişip İran’ın bir kısmını denetim altına almışlardır. Libya’nın bir kısmında denetimleri vardır.
Soru:
Şimdi şöyle bir şey var; burada Emeviler döneminde de, Abbasiler döneminde de, Asurlar döneminde de, Akadlar döneminde de federe diyebileceğimiz
ve bu bölgedeki topluluklara kendi yönetimlerini kurdukları, mesela Asurlar çok güçlenince, merkezden bu bölgeye, zayıflayınca burada ki yerel adetleri
ve yerel yönetimleri kabileler adına kuruyorlardı.
Abbasilerde bu yönetim adına buraya giden valiler buranın yönetimlerini alıyorlardı ve dolayısı ile bu bölgedeki veya vali gitmiyor ise burada İslamiyeti
kabul ediyorlarsa ki hani İslamiyet öncesi diyorsunuz ama İslamiyetin en büyük özelliklerinden biriside; Eğer İslamiyeti kabul ediyorsanız, kendiniz, İslamiyeti kabul ediyorsanız kendi yönetiminizi, İslama uygun olmak koşulu ile tabi ki kendi yönetimlerinizi sürdürün diyorlar. Yani İslamiyet onlara otoriter veya tamamen tek bir yönetim sergilemiyordu. Onlarında kendi yönetimlerini kurması, kendi yönetimlerini sürdürmelerine izin veriyordu.
Bu ayrıcalıkları kabul ediyordu. Aşiretler, Abbasiler döneminde vardı, ondan sonrada vardı bugünde var ve bunun en büyük özelliği aşiretçiliğin en büyük
özelliği bağımsız olması, bağımsızlığa çok büyük önem vermesi, zaten göçebe olmasının en büyük nedenlerinden biride belki de oturmayı kabul etmiyor
yerleşik düzene geçmiyor. Yerleşik toplumlar üzerinde kendi devletini, kendisi kuruyor.
Veysel AYHAN:
Bu politika yani ben şöyle açıklayayım, Ortadoğu’nun en büyük, en önemli özelliği, önemli bir nüfus barındırıyor. Bununla birlikte imparatorluk siyasal kültürüne ve inşasına sahiptir. İmparatorluk siyasal kültürü içerisinde, farklı grupların yaşadıkları bölgedeki özerkliklerine, siyasi, ekonomik özerkliklerine tabi imparatorluk doğası gereği bunu yapmak zorunda tanıyordu ve dolayısı ile bunların neden olmasına gerek yoktu. O günün koşullarında imparatorluk vardı. Kim vardı mesela; biraz önce bahsedilen tarihten başlayalım günümüze kadar, Emeviler, Abbasiler var, devam ediyorsunuz, Eyyübiler var, devam ediyorsunuz, Memlüklüler geliyor. Devam ediyorsunuz, Osmanlılar geliyor. Devam ediyorsunuz İngilizler parantez içinde geliyor. Ve bunlar dolayısı ile o dönemden günümüze kadar o bölgedeki siyasi otoriteyi kullanan ailelerdi. Bu sınırlar içerisinde, bu siyasal otoriteyi kullanıyorlardı.
İmparatorluk üst çatısı çökünce, bunlar yukarı çıkıp devlet oldular. Yani şöyle düşünebiliriz; Su ile kaplı bir alan düşün adalar var, parçacıklar, Suyla kaplı olduğu için imparatorluklar vardır Suyu boşalttığınızda ise bunlar üste çıkıyor ve devlet oluyor. Bir imparatorluk gelse tekrar üst bir kimlik, şemsiye olsa, bunların varlığı yok olmayacak bunlar gene var olacaklar. Yani bunları kimse ortaya çıkartmadı, bu sınırları kimse yaratmadı, bu haritayı İngilizler, Amerikalılar yapmadı. Bunlar vardı. Osmanlı’dan öncede vardı. Osmanlı döneminde de vardı. Bugünde var. Yarında olmaya devam edecek.
Soru:
Bu dönemden sonra bağımsızlığını ilan eden o bölgedeki devletler?
Veysel AYHAN:
Suudi Arabistan zaten bağımsızdı, Umman bağımsızdı. Yemen bağımsızdı. Kuveyt 1961’de bağımsızlığını ilan etti ama özel manda anlaşması vardı.
Irak’ın zaten ayrı bir tarihsel gelişimi vardı. Burada Gata, 7 emirlik ve Kuveyt 1960’larda ne olacağı belirsizdi. İktidar ben çekileceğim dedi. Kuveyt zaten
1961’de bağımsızlaştı. Burada 8 emirlik vardı, ayrı bir birimi vardı. Suud çekilecekti. Ve bu 8 emirlik ortaya çıkacaktı. Ayrı bir devlet mi kuralım, birlik mi kuralım tartışması yaşandı. Kuveyt’te bunun içerisindeydi. Kuveyt öncelikli bende varım dedi. Sonra bağımsız olmaya karar verdi ve gerçekten bağımsız
oldu. Bu 7 si ise birlik dediğimiz; Birleşik Arap Emirliklerini kurdu. Hepsi bir araya geldi, hepsi ayrı bir öz yönetime sahip, hepsinin başında ayrı aileler var. Bugünde böyle, o dönemde öyle, bundan öncede böyleydi. Mezhepleri ayrıydı. Birbirlerine bağlı değil, aileleri ayrı. İngiltere çekileceğim dediğinde; siz isterseniz emirlik kurun daha ayakta kalırsınız dedi. Onlarda tartıştılar, uzlaştılar, kendi içerlerinde bir birlik kurdular. Ama bütçeleri ayrıdır. Bir konseyleri vardır. Başında da Ebudabi durur. Ama bütçeleri ayrıdır diğer yönetimleri ayrı. Her şeyleri ayrıdır. Yalnızca öylesine sözde, yani küçük bölgeleri geçiyorsunuz bir yere geldiğinizden 4 km. geçince başka bir eyalete geçiyordunuz. Sonra bu eyaletin başka yerde başka toprağı vardı çünkü oraya eskiden vergi veren aileler başka yere yerleşmişlerdi. Yani toparlayacak olursak; Basra Körfezi dediğimiz alan uluslararası hukuk ilkeleri itibari ile düşündüğümüz vakit, İran Körfezi’dir. Kendi içerisinde toplumsal düzeni homojen olmayan, heterojen olan bir yapıya sahiptir. Heterojen yapı bir anlamda aynı zamanda mezhepsel ve etnik heterojenliği de içeriyor. Bunun en büyük özelliği, özelliklede Asya Pasifik’ten olan Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden, ciddi anlamda yabancı göç almasıdır. Dünyanın ekonomik üretim merkezidir. Ayrıca enerji kaynaklarının en fazla yoğun bulunduğu dünya sıralamasında 1. Bölgedir. Yaşamsal öneme sahiptir. Yaşamsal çıkarları bulunduran bir bölgedir. Nüfus dengesi, nüfus oranı çok düşüktür.
Tüm Basra körfezi, Irak ve Suudi Arabistan çıkar, Irak ve İran’ı çıkardığımız vakit, 35 ile 40 milyon arası bir nüfustur ama maksimum 40 milyondur.
Dünyanın en önemli enerji kaynakları bu bölgede bulunur. Yani Türkiye’ye oranın iki katıdır. Ve ciddi toplumsal istikrarsızlık unsurları vardır. Bunların temel nedeni bazı gruplarınki o gruplar ya mezhepseldir ya ideolojiktir mesela Baas bunlar için sosyalist değere sahip rejimdir ve tehdittir. Bunla ilgilide zaten mücadele ettiler. İran Şiiliktir. Ve kendi ülkelerindeki Şiiliği provoke ediyor. Onları canlandırıyor ve siyasi hayatta sürekli öne koyuyor diye onları bir tehdit unsuru olarak görüyor, görmeye devam ediyor ve bugün Bahreyn üzerindeki çekişmelerden 2 tanesi bir tanesi Suudi Arabistan bir tanesi İran ve nüfusun %65’i Şii, İran Şiileri destekliyor, siyasal iktidara geçirdi iddiası var. Suudlarda o bölgedeki Suudi aileleri destekliyor ve desteklemeye devam ediyor. Askeri anlamda da desteklemeyi sürdürüyor.
Irak konusu işlendiğine göre, o bölgeye girmeye gerek yok. Ama Irak çok önemli bir şey; Irak Osmanlı döneminde 3 ayrı vilayeti. Bunu birleştirmeye çalıştılar.
Her bir birleştirme ciddi dirençleri meydana getirdi; yani sitem içerisinde Şiileri ve Kürtleri, Bağdat merkezi yönetimi içerisinde almaya çalışmak, ciddi dirençleri meydana getirdi. Şiiler başka yerde ayaklandılar, Kürtler başka yerde ayaklan dılar. İran bu işin içerisine girdi. En son bu tür istikrarsızlık unsurları 2003 müdahalesine kadar geldi. 2003 müdahalesinde rejim mezhepsel ve erklik olarak ters düz oldu. Bu sefer dışarıda kalan çemberin içine geldi, çemberin içinde olan çemberin dışına çıktı ve orduda bir çekişme, bir sancı yaşanıyor. Onu nasıl sonuçlanacağını hiç kimse tarih bize nasıl olsa gösterecek diye yaşansa da, yaşanmasa da...
Soru:
Osmanlı döneminde, bu kadar mezhepsel çatışma var mıydı bu bölgede?
Veysel AYHAN:
Bazı bölgede vardı bazı bölgede yoktu. Osmanlı döneminde sükunet, huzur barış, istikrar, savaş olmadığı dönemler diyebiliriz. Çok ciddi kavgalar
olaylarında yaşandığı çok ciddi çatışmalarında yaşandığı dönemler oldu. Ama imparatorluk ne kadar güçlüyse, gruplar arasındaki çatışmada o kadar azdı.
Soru:
Yani mezhepsel karışıklıktan çok etnik karışıklıklar mıydı?
Veysel AYHAN:
Mezhepsel karışıklıklarda vardı. Hepsi vardı. Mezhepsel vardı, aşiretsel vardı. Şiiler ve vahabiler arasında sonra bazı diğer gruplar arasında; zenciler,
Sünniler arasında... Yani bu Ortadoğu’nun realitesi, gerçekliği, sürekli birbirleri ile hareket eden çatışan uzlaşan dinamikler.
Soru:
Acaba bu dönemde de mezhepsel çatışmalarda var mıydı?
Veysel AYHAN:
Mezhepsel var. Mezhepsel çatışmalar başından itibaren var. Ve devam etti. Bitmedi. O yüzden yapılması gereken şey; mikro düzeyde bu bölgeyi tanımak.
Mikro düzeyde tanıyamazsan, makro düzeyde analizler yapamazsınız. O nedenle Genel analizleri bırakın; örneğin AB’nin Ortadoğu politikası, nedir AB’nin Ortadoğu politikası ile kastı; Azerbaycan mı tam olarak neresi? Spesifikleştir mek, ayrıntılara girmek gerekir. Mutlaka ayrınıtya inin. Yapılması gereken
şey; genel politikalardan vazgeçip, ayrıntılara inmek. Ayrıntı bilmiyorsak, inemiyorsak da yapabilecek bir şey yoktur.
Soru:
Irak ile İran’daki sınır bölgelerde bulunan spesifik etnik gruplarda yerleşik olanları mesela kimlerdir?
Veysel AYHAN:
Şii Arap onlar. Mahabbattan merkez alarak içe doğru biraz gidilir ise ve Urmiye Bölgesini de içine alırsan; bu bölgede Kürtleri görürsün. Genel olarak merkezi Azerbaycan alır gidersen Azeri görürsün, Ama Tebriz’de Ermenilerde vardır. Bazı bölgelerde ise Araplar, Şiiler ve Kürtler kendi içlerinde dağınık yaşar ama o dağınık yaşadıkları bölgeden sonra ise Araplar yaşar. Irak ve İran arasında ise sınırlar belli,karışma olmaz. Onlar çok ciddi anlamda sorunlardır ve karışmazlar. Zaten bu konuda sorunları ciddi şekilde sürüyor. Bölgeye baktınız mı ikisi de Arap ikisi de Şii ama karışmazlar ikisinin de ayrı sınırları var. Ama çok daha rahat bu sınırlar artık, eskisi gibi değil. Eskiden Saddam döneminde o sınırda bir bataklık vardı, bu bataklığı oluşturdu kimse geçmesin diye.
***