25 Ocak 2017 Çarşamba

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1



Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1 



Prof. Dr. Veysel Ayhan 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 


Bugün, Basra körfezi ülkelerinin toplumsal siyasal ve rejim sorunlarını tartışıcaz, birlikte görüş alışverişinde bulunacağız. 

Dersin adı bilindiği üzere körfez ülkelerinin toplumsal siyasal ekonomik yapıları olarak geçmektedir. Temel soru şu biz niye körfez ülkeleri diyoruz? 

Bunun bir adı yok mu? 

Bunun adı arap körfez ülkesi mi? Basra körfez ülkesi mi veya iran körfezi mi? Dolayısı ile burada literatürde kullandığımız 3 kavram karşımıza çıkıyor. 
Araplar buna Arap körfezi, İranlılar İran körfezi veya Fars körfezi ve bizlerde Basra körfezi diyoruz. Aslında her kavramın kendince tarihsel bir gelişimi var ve 
aynı zamanda belirli bir ideolojik yansıması var. 

Ama buna rağmen aslında kavram uluslararası literatürde kullanımı itibari ile tektir. Yani belirli bir kavram üzerinden açıklama yapılır. Diğer kavramların 
tümü yalnızca genel olarak o toplumların kullanmış olduğu kavramlardır ve aslında uluslararası hukuk ve uluslararası toplum tarafından kabul görmeyen 
kavramlar olarak karşımıza çıkar. Uluslararası toplum tarafından kullanılan nitelendirme göz önüne alındığında sizce hangi kavram bölgeyi nitelendiriyor? 
Uluslararası hukuk itibari ile buraya bir Basra körfezi diyemeyiz, buraya Arap körfezi diyemeyiz. Arapların kurmuş olduğu Körfez İşbirliği Konseyi gibi bir örgütlenme var. Neden bunun ismi Arap körfez İşbirliği Konseyi değil de Körfez İşbirliği Konseyi örgütlenmesidir? “KİK” dediğimiz Körfez İşbirliği Konseyi vardır, madem Araplar buraya Arap Körfezi diyorlarsa neden buraya Arap Körfezi İşbirliği konseyi olarak adlandırmıyorlar? Diyemezler çünkü hem Birleşmiş Milletler metinlerinde hem uluslararası hukuk metinlerinde hemde uluslararası toplum bakımından buranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Çünkü bu özellikle çok önemli bir kavramdır. Uluslararası hiç bir metinde buraya siz Arap körfezi veya Basra körfezi diyemezsiniz. Buna rağmen toplumlar, biz Irak’ı, Irak’ın Basra vilayetini Osmanlı döneminde denetim altına aldıktan sonra 2 seçenekle karşı karşıyaydık. Ya buraya Arap körfezi diyecektik ya da buraya Fars körfezi diyecektik. Biz Basra vilayetinden hareket ederek buraya Basra kavramını kullanmaya başladık ve o günden bugüne Basra kavramı özel literatürde kullandığımız bir kavram olarak geçiyor. O dönemde bir Araplık kavramı ki o zamanda Arapçayı, arap kavramını kullanmıyorlardı. 

Buraya en modern dönemde Arap körfezi denmeye başlanmıştır ki oda Farslarla İranlılar arasındaki çatışmanın son dönemlerde derinleşmesi ile birlikte Araplar baskın bir şekilde buraya Arap körfezi kavramını kullanmaya başlamışlardır. Tarih kitaplarına baktığımız vakit, milattan sonraki dönemlerde 10. Yüzyılda ondan sonraki dönemlerde yazılan birçok kitapta oranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Dolayısı ile aslında bizim literatürde yok, ingilizce literatürde Fars körfezi türkçe literatürde Basra körfezi demeyi devam ederiz. Ve böyleliklede hala o kavramla nitelendirmeyi sürdürürüz. 

Dolayısı ile buraya biz bir anlamda isim olarak nereden geldiğine bakacak olursak ontolojik açıdan yukarıda anlattığım gibidir. Zaten herşeye ontolojik 
olarak bakmak gerekir. Bir kavramın nereden çıktığını, nasıl çıktığını, ne anlama geldiğini bilmediğimiz takdirde, ne bölgeyi iyi bir şekilde analiz edebilirsiniz, 
ne de bölge üstündeki devletlerin temel hak taleplerini buraya hangi misyonu yüklediklerini ortaya koyamayız, dolayısıyla buraya bir anlamda İranlılar kendi iç körfezi, kendi iç denizi olarak nitelendirmişler ve böyle görmüşlerdir.

 Nitekim 1945lere kadar körfezde yaşayan bir kişinin hiç bir kimlik, pasaportu olmadan İran tarafından, Arap tarafına geçmesi serbestti. Burada bir sınırlama yoktu çünkü İran bu bölgede yaşayan herkesi İranlı olarak görüyordu. İran kültürünün bir parçası olarak görüyordu ve dolayısıyla bunlara herhangi bir sınırlama koymayı düşünmüyordu. 1945, yani savaştan sonra değişen güç pozisyonları ve çatışan tarafların farklılaşması ile birlikte geçişler yasaklandı ve nitekim sınırlar dediğimiz, ilk kez modern anlamda Basra körfezine sınırları, İran’la diğer Arapların sınırlarının belirlendiği bir dönem başlamış oldu. 
Dolayısıyla burası bir anlamda Fars körfezidir. Burada kimler yaşıyor diye baktığımız anda, aslında Ortadoğu’nun birçok bölgesinde şöyle bir analiz, 
mantık var; homojen bir yapı varmış gibi sınırları İngiliz veya Amerikalılar tarafından çizilmiş, cetvelle çizilmiş, cetveli koyup bölgeleri hangi devletlere 
verileceğini belirlemişler ve bu devletleri ortaya çıkarmışlar gibi bir algı var bizim toplumumuzda ama böyle bir şey yok. Buradaki toplumsal yapılar, 
bu toplumsal yapıların dayanmış olduğu tarihsel geri plan ve burada ki devletleşme süreçleri İngiltere daha bu bölgeye gelmeden önce vardı. Hatta Osmanlı bu bölgeye gelmeden önce vardı. Dolayısıyla burada şunu bilmemiz gerekir buraya yaklaşırken genellemeci yaklaşmamak gerekir, buraya yaklaşırken ayrıntılara inmek lazım ve burada yaşayan toplumsal yapıların bu bölgedeki siyasal faaliyetlerini tarihsel geri planlarını mutlaka ve mutlaka bilme
miz ve göz önünde bulundurmamız lazım. Buradan hareket ederek körfez dediğimiz bölgeyi nereden başlatıp, nerede bitirmemiz lazım sorusuna cevap 
verecek olursak, İran’ı da içine alıyor, Umman’ı da kesen bir tarafta hat çizerek bir bölge denetimi içine alıyor. Buradan başlayarak ilk etapta buradaki toplumsal yapılar üzerinde durmamız gerekiyor. Bugün Ortadoğu’da yaşayan bütün bu halk hareketlerinin temelinde toplumsal dinamikler yatar. 
Bu toplumsal dinamiklerin temelinde de faklılaşan mezhepsel, farklılaşan etnik farklılaşan kabilesel, mezheplerinde kendi içinde farklılaşan yanları yatar. 

Dolayısı ile bunu iyi kavrayabilmemiz için buradaki toplumsal yapıları iyi bir şekilde görmemiz lazım. Burada kimler yaşıyor? Bu soruya net cevap 
vermek lazım, bu soruya net cevap verebilmek içinde bölgeyi detaylı bir şekilde kendi içerisinde ayrıntılı bir şekilde ayırmamız lazım. Ki buradaki toplumsal 
yapıları bildiğimiz vakit, buradaki kültürel yapıları, buradaki mezhepsel yapıları, buradaki dinsel yapıları buradaki siyasal faaliyetleri, bu siyasal faaliyetlerin ne tür sonuçlar doğurduğunu, bölge dışı ülkelerin bu ülkelerdeki hangi toplumsal gruplarla ilişki kurabileceğini veya kurduğunu daha iyi ortaya koyabiliriz. Dolayısı ile bir çalışmaya başlarken, bir bölgeyi tanımaya başlarken, ilk önceliğimiz buradaki toplumsal yapıyı çıkarmak, herşeyi bir köşeye bırakıyoruz çünkü bu somut bir şeydir. Duyguya, önyargıya gerek yoktur. Objektif bir araştırma, objektif bir bakış, buradaki toplumsal yapıların somut bir şekilde ortaya konulması ile başlayabilir. Bizim akademik hayatta yaptığımız en büyük yanlışlardan bir tanesi kendimiz bu bölgenin toplumsal yapılarının da öyle ya da böyle olduğunu tam doğru olmadan ortaya koyup siyasal analizler yapıyoruz eğer temel zaten yanlışsa toplumsal yapıyı zaten ortaya koymakta hatalıysak, önyargılıysak, bilgisizsek zaten ondan sonra gelecek bütün analizlerimiz tüm ortadoğu analizlerimiz sapar, yanlış olur. Dolaysıyla bugüne kadar ciddi şekilde Ortadoğu çalışmalarının, politik anlamdaki olayların çözümlenemeyişi, çözemeyişimiz bu bölgeyi, altında yatan temel neden buradaki toplumsal yapıları görmememiz. Bölgeye bakacak olursak; bu bölgede kim yaşar? Berduşlar yaşar, Beduci dediğimiz bölücü gruplar yaşar. Pakistan ile İran sınırları arasında dağlık bir bölgede yaşarlar ve Berduşlar Beducistan dediğimiz kendilerine göre Beducistan toprakları içerisinde bir devlet kurma mücadelesi hem Pakistan’da hem de İran’da yürüttüler. Ve bu gruplar hem İran rejimi için tehdit oluşturuyorlar hemde Pakistan rejimi için tehdit oluşturuyorlar ve her iki rejimde de bunlar siyasal alanda temsil edilmeyen gruplardır. Dolayısıyla bir ülkede bir toplumsal grup siyasal, ekonomik alanda temsil edilmiyorsa bu ülkede toplumsal istikrarsızlık unsuru vardır. Toplumsal istikrarsızlık unsuru barındırıyordur. Ve her an bu ülkede ciddi sorunlar yaşanabilir. Bugün yaşanmıyor diye, yarın yaşanmayacak anlamınada gelmiyor. 

Neden körfez önemli? 

Çünkü burada ciddi anlamda toplumsal istikrarsızlık unsurları var. Toplumsal istikrarsızlık unsurlarının en temel başlangıç noktası, bu grubun siyasal, 
bu grubun ekonomik, bu grubun idari temsili var mıdır, yok mudur? Yoksa ozaman bu grup her zaman rejim karşısında bir tehittir. Bunu net bir biçimde 
ortaya koymamız gerekir. Eğer biraz önce bahsettiğimiz noktadan başlayacak olursak buradaki toplumsal yapı Berduşlardır. Beducistanda dediğimiz 
berduşlardır. Berduşlar sunni bir topluluktur. 

Burada bir ara hatırlayacak olursanız burada üst düzey subayları bombalı eylemler yapıldı. Bundan yaklaşık 7-8 ay önce, biara Dubai’den bir tane yine 
birisini yakalayıp getirdiler Yunanlı ajanlar, bunların hepsi Berduş kökenliydi. Şu anda ki durumları, rejimlere karşılar, rejim karşısında askeri anlamda bir karşı koyuşları var, ama ciddi bir örgütlenmeleri yok, sınırlı bir askeri yapıları var. Buna rağmen rejime karşı nokta operasyonlarını ciddi bir şekilde ger-
çekleştirebiliyorlar. Ve burada toplumsal yapı aslında bu hereketi destekliyor. Baskı nedeni ile şu an çok yaygın bir toplumsal destek bulamıyor ama İran rejimi burada istikrarlı bir kontrol kurabilmiş değildir. Ve burada her zaman istikrarsızlık unsurunu kendi içerisinde barındırıyor. Bu bölgenin biraz daha yukarısına çıktığımızda özellikle Irak sınırından başlar, bu bölge Huzistan dediğimiz bölgedir. Ve bu Huzistan bölgesinde araplar yaşar, ve bu araplarda 
şii kökenli araplardır. Saddam Hüseyn 25 Eylül 1980’de İran’ı işgal ederken bir hat çizdi, Huzistanı içine aldı ama sonradan bu bölgeyi dışarda bıraktı çizdiği 
sınırda çünkü bu bölge zaten fars değil, araptı. Ama İran tabi sonuna kadar savaşı sürdürdü. 

Bu bölgede yaşayan Arapların, islamiyet ile birlikte daha güçlü bir şekilde bölgeyi islamlaştırma adına bölgeye giden araplar olduğu, islamlaştırabilmek için birleşen araplar olduğu, halkın karşısına çıktığını ve şuan ki toplumsal yapıları Şiidir. 1980- 1988 arasındaki savaşta aslında Şiiler İran’dan geri aldılar, 
Şiilik bunlar açısından birincil öneme sahip bir kavramdır, Şiilik bunlar açısından önemli olmakla birlikte, Araplık bilincininde hala farkındadırlar. Buna rağmen şiilik , kimlik tanımlamalarında, aslında bunlar şiiliği birinci sıraya koyuyorlar, ikinci sıraya araplığı koyuyorlar. Tabi aşağıdada belirticem, körfezin arap kısmında yaşayan şiilerin pekte mutlu olmadığını görüyoruz. Bunlar arap olduğu için hiçbir hak veya çok büyük haklar elde ettiği de olmuyor, böyle olduğu içinde İranlıl’arla şiilik kimliği üzerinde uzlaşarak birlikte yaşamanın daha uygun olacağı düşüncesindeler. Ayrıca tarihsel olarak çok uzun yıllardır Farslarla birlikte yaşıyorlar. Bu yüzdende rejimi reddeden bir varlık olarak karşımıza çıkmıyor. Mesela şu anda Irak’ta yaşayan şiilerin, hani bunlar İran’la yapılan savaşta ki ondan önce 1977- 1975 deki bu ayaklanmalarda 200- 300 bin Iraklı şii arap bölgeye gitmiş. Ondan sonra önemli bir kısım kendi içlerinde evlendiler, yani şuanda o bölgede Iraklı şiiliği ile toplumsal anlamda yeni her ikisininde karışımı çok ciddi bir nüfus var, 1 milyonu aşan bir nüfus var, iç içe geçmiş bir durumla karşı karşıyayız ki Basra körfezinden başlayıp Dialaya kadar yukarı çıkabilecek olan bir bölgeyi kapsar. Bu alandan haritada yukarı çıkıyorsunuz iç bölgeye girdiğiniz vakit toplumsal anlamda Farslarla karşı karşıya kalıyorsunuz, biraz daha Basra körfezinin dışına çıkan bir bölge burası, Fars ondan sonra Türkmenler vardır bu bölgede, biraz daha içeri doğru gidersek haritada Azerbaycan’ıda içerisine alan hatta Azerbaycan’ın hem doğusu hem batısını içine alacak kadar ciddi bir azeri nüfustanda söz etmek mümkündür. Burada yaşayan Azeriler eskiden kendi içlerinde bir bütündü, sonra İran rejimi bunu kendi içerisinde doğu batı ve bir eyalet daha olmak üzere 3 eyalete böldü kendi içerisinde ama körfeze çıkışları yok, bunların tam tersi Azerbaycan’a, Tebriz bunların merkezinde yer alır. Eğer İran’ın tarihsel geri planına bakacak olursanız, İran’ı her zaman Azeriler kurmuştur. En son 1925’lerde Farslar... Fakat şunu söylemeliyiz, İran’da Azeri ya da Fars dediğiniz vakit ciddi bir fark görmüyor sunuz, iç içe geçmiş bir yapı var. Çünkü yüz yıllardır Azeriler zaten bu ülkeyi Farslarla birlikte yönetiyorlardı, iç içe geçmiş bir toplumsal yapıları var, özellikle şiiliği, yani farsları kim şii yaptı? Azerileri kim şii yaptı? Farsları şii yapan Şah İsmail’dir. Azeriler, Farsları şii yaptı. Bugün şiiliği farsların savunduğuna bakmayın bugün dini rehber Azeridir. İrandaki dini rehbere baktığınız vakit azeridir. En büyük, en üstün otorite olan kişidir aynı zamanda. 

Dolayısı ile şiilik Azeriliğe özgü bir şeydir aslında. Çıkışı Şah İsmail, çıkışı yayılışı, güçlenmesi, etkili bir hale dönüşmesi Azerilerin çabalamaları sonucu gerçekleş miştir. Pek fazla farslar burada etkili değildir tabi farslar farklıdır yani birçok alanda çok önemli bir toplumdur yani bunuda göz ardı etmememiz gerekir. Haritada bu bölgenin de biraz aşağısına indiğimizde kim yaşar bu bölgede? 

Bu bölgede Kürtler yaşar ve bunlarda rejimle iç içe geçtiğini düşündüğümüz vakit, rejimle sorunlar yaşayan bir diğer topluluktur. Yani berduşlar gibi rejimle uzlaşamayan, rejimle ciddi problemleri olan ve aynı zamanda berduşlar gibi sunni kökenli olan çok az feyhi vardır yani şii kökenli olan vardır. Onun dışında hepsi sunni kökenlidir ve bunlarda rejimle ciddi anlamda sorun yaşayan bir kesimdir. Sınır boyları Türkiye’ye kadar uzanır. Doğu Beyazıt’a kadar uzanan bir bölgede yer alırlar. O bölgede küçük köylerde ermenilerde yaşar. Azeriler vardır, kürtler ve ermenilerde mevcuttur bazı bölgelerde, böyle bir dağılım gösterir. Körfezden inen bölgeye kadar bir dağılım gösterir buradaki toplumsal yapı. Hattı çizip, Iraka gittiğiniz vakit, bu bölgede çoğunluklu olarak %80 – 85’i şii araplar yaşar. Bağdat’ın aşağısına indiğimizde, Kuveyt’e kadar Basra vilayeti dahil olmak üzere olan bölgeyi şii arapların nüfusun % 80 – 85 ini oluşturmaktadır. Burada sunni Araplar da yaşar ama çoğunluk şii araplardadır. Dolayısı ile Irak’ın diğer 
tarafında sunniler yaşar, kürtler yaşar, türkmenleryaşar, ama körfez kısmını da şiiler oluşturur. Ondan sonra Kuveyt’e iniyorsunuz, Kuveyt’te nüfusun %70 sunni araptır. %30’u şii araptır. Kuveyt’ten sonrada Suudi Arabistan çıkıyor karşımıza, Elhasra, Kadir dediğimiz bölgelere, vilayetleri bu bölge şiidir. 
Bu bölgenin üstüne çıktığınız vakit bunlar kabiledir ve sunni araptır, mezhep olarakta vahabidir. Kendi iç bölgelerinde( Meç dediğimiz bölgeyi kapsar). 
Bunlar gene bu hat boyunca şemman dediğimiz birçok farklı kabile vardır. Bunlarda sunni arap kabilelerdir. Bunların kökeni Mekke, Medine, Yemen 
kökenlidir. Ama bunlar bu hat boyunca geldiğiniz vakit şiiliğin en önemli 2. Merkezi ile karşı karşıya kalırsınız. 1. Mekke merkezi, Necef, Kerbela, 
Küfe bölgesi ise 2. Bölgesi de bu körfezdir. Yani Bahreyn’de dahildir. Bu nedenle Bahreyn çok önemlidir. Bunlar iç içe geçmiş ailelerdir aynı zamanda. 

Ondan sonra Katar’a baktığınız vakit Katar nispeten daha bütüncüldür, vahabidir. Ve belli kabileler vardır bu bölgede. Birleşik Arap Emirlikleri ise, çok 
dağınıktır. Yerleşkesi çok fazla olmayan ama vahabi olan aynı zamanda sunni ve şii varlığınıda kendi içerisinde barındıran ama buna rağmen 7 ayrı emirlik 
olan bir ülkedir. 7 ayrı emirlik, gevşek kompederasyon, halende yaşayan 7 ayrı emirlik, sonra Umman’a geliyoruz. Burada nüfusun önemli bir kısmı ibaridir yani Hariciliğin bir koludur. Sonra Suur bölgesi birazcık daha vahabi sunni kökenli kesimler vardır. Hatta orada 3 – 4 ay önce bir ayaklanma çıkmıştı. Bu bölgedede Yemenli Zeydi kabileler yaşar. Toplumsal yapıları bir toparlıycak olursak, Ortadoğu’da hiç bir ülke homojen bir toplumsal yapıya sahip değildir. Mekke ise tarihsel köken itibari ile baktığımız vakit her zaman Sünniliği ya da Şiiliğin en önemli merkezlerinden bir tanesidir. Vahabiler buraya zorla girmiştir. Ve her zaman vahabiliğe karşı hayır diye ciddi bir tansiyon orda vardır. Orada 4 mezhep vardır ama buna rağmen vahabilik o bölgede ortaya çıkmış bu bölge toplumsal dengesini sağlamış bir mezhep değildir. Çünkü zaten sunni dünyasının en önemli merkezi burasıdır, şiilerde gider oraya ama vahabiler için burası problemli bir yerdir aslında. Her zaman sorun yaşadıkları bir bölgedir burası. 

Katılımcı: 

İnanç olarak düşündüğümüz zaman vahabilik farklı ama ticari olarak veya mezhepsel olarak düşündüğünüz zaman vahabilik, islamiyetin diğer grupları 
tarafından benzer birçok uygulama var. Kabeyi yağmalıyorlar, tüm değerli eşyaları alıyorlar, onlara göre bu tür yani caminin olması veya ibadet yerlerinin 
olması, mezarların olması, bunlara karşı insanların gelip, sürekli dini inançlarını göstermesi, dinsel anlamda yani mezhepsel anlamda kabul edilebilecek 
bir şey değil. Dolayısıyla, Kabenin böyle çok fazla öne çıkartılması sunni dünyasından ve diğer inançlardan bu bölgeye gelinmesi onlar tarafından kabul 
görülmüyor, mezhepsel anlamda görülmüyor. O nedenle bazı Sunniler, vahabiliğinde harici olarak veya aşırı Serefi bir akım olarak görürler yani sere-
filer çok sade, hiç bir şey yok onlar için ve bu tür binalarda yok. Binaya benzeyen bir mekanlarıda yoktur. Yani onlar için herşey sadedir. Bir yere gidilir, 
oturulur öyle çok fazla birşey istemezler. 

Katılımcı: 

Biz suudi arabistan devletinin uygulamaları demiyoruz. Vahabi mezhebinin uygulamaları diyoruz. Fark bu. Bir devletin uygulaması ile bir mezhebin 
inançtan yaklaşımı farklıdır. 

Katılımcı: 

Suudi Arabistan’da, Zeydiler mi yaşar? Suudi Arabistan’da Şiilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Sünnilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Hıristiyanlarda yaşar. 

Katılımcı: 

Şiillerle bakacak olursak; Şiiliği, Vahabi din adamları, fetva vererek din dışı olarak görürler, bu çok önemli birşey yani toplumunuzda, %25’ini veya 
islamiyetin önemli bir kesimini siz din dışı olarak nitelendiriyorsunuz. Din dışı olarak gördüğünüz vakit tüm haklarınıda elinden alıyorsunuz. Yani bu 
adamaları artık kutsal görmüyosunuz ve kutsal görmediğinize karşı, Hıristiyan da görmüyorsunuz. 

Katılımcı: 

Şiiler zaten orayı çok kutsal görürler, oranın korunması gerektiğine inanırlar, o yüzden ordaki camide Şiilere yönelik çok ciddi olaylar yaşandı. İki sefer 
orda çok ciddi öldürme olayları gerçekleşti; biri 1980’lerde gerçekleştirildi, biri de 1990’larda gerçekleşti, sonra birde İran’lı Şiiler yaşadı bu sorunları, 
İranlı Şiiler gelip orda çok büyük problemler yaşadılar, o nedenden Şiileri zaten buradan atamazsın burayı onlar kutsal olarak görürler. 

Veysel AYHAN: 

Güvenlik birimlerinde Şiilere ayrımcılık yapıldığı çok net ortada hem dinsel hem siyasi hem ekonomik hem idari anlamda. Kişi yani bu dediğimiz tümü için geçerlidir, berduşlar içinde geçerlidir diğerleri içinde geçerlidir. Kendi kimliklerini ön plan plana çıkarmasa, sistemde hareket edebilmesi, sistemde bir noktaya gelebilmesi kolaydır, problem yaşamazlar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Sistemle sorun yaşamaya ne zaman başlanıyor, bu tür ayrımcılık politikalarına karşı çıkmaya başladığınız andan itibaren başlıyorsunuz. Eğer bu ayrımcılık politikalarına karşı çıkmazsanız sorun yok zaten, sistemle sorununuz olmaz ki; sistem sizi polise yapar, sistem sizi bir noktaya kadarda taşır. Çünkü siz orada yaşanan ayrımcılık politikalarına karşı gelmiyorsunuz. 

Gelmediğiniz takdirde de bir sorun yok zaten. İstediğiniz noktayada çıkarsınız, bu dünyanın her yerindede böyledir. Amerika’dan daha çok 
Amerikacı olursanız Obama gibi başada geçersiniz. Yeter ki siz Amerika’nın çıkarlarını savunun, en başa en tepeyede sizi getirir. Bu böyle. Buradan hareketle bölgedeki ekonomik yapılara değinelim. Buradaki ekonomik yapının önemli bir kısmı petrol ve doğal gaz kaynaklarına dayanır ve petrol şuan dünyadaki en önemlii tüketim maddeleri içerisinde en önemlisidir. Dünya petrol ve doğalgaz kaynaklarının önemli bir kısmı Basra körfezinde bulunur. 
Yani petrolde %56 doğalgazda %40- 41 e kadar çıkabilcek bir orandır. 

Bunların tümüne baktığınız vakit, Basra körfezinde yoğunlaşmış alanlarda bulunmaktadır. 

Şunu söylüyoruz çoğu zaman; Ortadoğu dünya enerji kaynakları açısından çok önemli bir bölgedir. Aslında doğru olan Basra körfezi dünya petrol ve doğal gaz kaynakları açısından önemli bir bölgedir. Çünkü Ortadoğu dediğiniz vakit; çok geniş bir coğrafya içerisine giriyor. O zaman Suriye’de de, Ürdün’de de, İsrail’de de, Mısır’da da petrol olsun. Ama yok. Demek ki petrol ve doğal gaz dünya enerji kaynaklarının iki önemli ham maddesi, yalnızca ve yalnızca Basra körfezi ülkelerinde bulunur. Dolayısı ile dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünyada ve Ortadoğu’da adil bir şekilde dağıtılmadığını görmekteyiz. Ne anlama geliyor bu; Dünyada doğal gaz ve petrol tüketen önemli ülkelerin başında baktığımız vakit ABD, Avrupa sonra Asya Pasifik ülkeleri geliyor. O açıdan bunların gelişmişlik düzeylerini sürdürebilmeleri için, en temel ihtiyaçları olan doğal gazı ve petrolü güvenli erişim yollarını politikalarını, güzergahlarını, her zaman ellerinde tutmak veya en azından buna erişmek istiyor. Ve bu açıdan Ortadoğu dünya siyaseti açısından her zaman hayati öneme sahip bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Ondan önce, Hindistan’a giden ticaret yollarının geçiş güzergahları yine kullanılıyordu. Özelliklede bu kralların oluşturulması ile ama günümüz itibari ile düşündüğümüz vakit; burası neden bu kadar çok önemli, 
çünkü bu bölge ciddi anlamda dünyadaki enerji tüketimini karşılayacak. Peki, ne zaman biter? Bilemiyoruz 1900’lerin başında 40 yıl sonra bitecek deniliyordu. 
Ama bitmedi. Yarın yeni teknolojileer bulunur, yeni kaynaklar bulunur. 

Bir 50- 60 yıl sonra biter diyorlar. Ama biz bugün yaşıyorsak  bugüne bakacaksak,  bu politikalar üzerinden, bu bölgeye dünya bağımlıdır. Yani dünyadaki gelişmiş ülkeler, bu bölgeye, bugün AB’nin tümünü daha doğrusu Avrupa kıtasının tümünü düşünecek olursanız, tümünde 15 milyar varillik petrol vardır. Ama körfez ülkelerinin her hangi bir tanesini düşünecek 
olursanız. Bugün 101 artı 103 - 104 milyar varillik petrol vardır. Bu muazzam bir rakam. 100 milyar varilin üstünde bir kaynak var. Birleşik Arap Emirlik’lerine 
baktığımız zaman böyle, Suudi Arabistan zaten bilindiği üzere dünyadaki en önemli petrol kaynaklarını bulunduran ülke ve 236 milyar varil petrol varillerine sahip. Dünyadaki en önemli, yaklaşık dünya petrolünün %25ini elinde tutan bir ülkeden bahsediyoruz. Irak’a baktığımız vakit; 1970’lerde yapılan aramaların sonucundaki, petrol rezervleri 115 milyar varil ki bugün yeni araştımalar yapılırsa, bu miktarın çok daha üste çıkabileceğini öngörebiliriz. Dolayısı ile bu bölgenin, Basra körfezinin en önemli özelliği, bu toplumsal yapıyı bir kenara bırakacak olursak, bu bölge dünyadaki enerji tüketimini karşılayan bölge çünkü bunlar üretiyor, tüketmiyor. Mesela Avrupa üretiyor da, tüketiyor da ve bir sanayisi var. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder