26 Ocak 2017 Perşembe

ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 2



 ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ  BÖLÜM 2



Bu harita diger taraftan, Osmanlı Devleti’nin paylasılmasında ve özellikle Musul ve Kerkük gibi bölgelerin Ingiltere’nin kontrolünde kalmasında petrolün rolünün ne kadar önemli oldugunu ifade etmektedir (Ulugbay, 1995, s. 135). Bu göstergeler 1914 yılında yasanan Birinci Dünya Savası’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylasımı oldugu izlenimini güçlendirmektedir (Kocaoglu, 1996, s. 42).

Misak-ı Milli ile bu sınırlar geriye çekilmek suretiyle Ingiltere’nin enerji politik planları bozulmustur. Ancak Türkiye üniter yapısı ile hala bu planın önündeki en büyük engeldir. Ikinci Körfez Harekâtında yasanan 1 Mart krizi ile bugün bu engellik vasfı yeniden ispatlanmıstır.



Sekil-9: Ikinci Dünya Savası’nda Avrupa (http://www.6dtr.com/TARIH/haritalar/63-1914_avrupa.jpg)
Iki dünya savası arası dönemde, 1930 yılında dünya maden kömürü üretimi 1.500 milyon tona, petrol üretimi ise, 1.600 milyon varile ulasmıstı. 1940’da ise petrol üretimi 2.400 milyon varile yükselirken, SSCB’nin maden kömürü üretimi artısına ragmen dünya kömür üretimi önemli ölçüde gerilemistir. (http://www.eia.doe.gov/neic/sphes/Caruso061305.pdf)


Birinci Dünya Savası’nın enerji politik sebebinin özelde Almanya-Fransa arasında bulunan ve zengin petrol yataklarına sahip olan Alsace-Lorane’nin paylasımı oldugu ifade edilmisti. Bu kez Ikinci Dünya Savası’nı hazırlayan sebeplerin altında basta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Sekil-9’daki haritaya bakıldıgında; Almanya’nın daha savas baslar baslamaz Birinci Dünya Savası’nda kaybettigi Alsace-Lorane’ni ele geçirdigi ve savasın gerektirdigi enerji ihtiyacını garantiye aldıgı görülmektedir. Almanya
ardından, yine savası sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek saglamayı planlamıs (Yergin, 1995, s. 383), ancak basarılı olamayınca dogu muharebelerini, müteakiben tüm savası kaybetmistir.

Yani enerji kaynakları birçok devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüsmüstür. (Tugendhat, 1968, s. 112-113). O yüzden
Hitlerin Bakü konusunda gösterdigi hassasiyet son derece isabetli bir karar olmustur.



Sekil-10: 1920-2000 yılları arasında kisi basına düsen petrol üretimi (Duncan, 2000)
Sekil-10 dünyada üretilen toplam petrol miktarının dünya nüfusuna oranını göstermektedir. Burada isaret edildigi gibi, teknoloji ve ulasım vasıtalarında çesitlilik arttıkça kisi basına düsen petrol üretimi de artıs göstermektedir. Özellikle Ikinci Dünya Savası’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylasılması ile üretim dramatik bir sekilde artmıs ve bu artıs önce 1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulasmıstır. Bu yıllar arasında üretim artıs oranı sıfıra yakın meydana gelmistir.

Sonuç olarak; Ikinci Dünya Savası da petrol paylasım savası olarak tarihteki yerini almıstır. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve tasınmasının kömüre göre kolaylıgı, petrolü ön plana çıkarmaya baslamıs ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endiselendirerek petrol bölgelerine sahip olma egilimini arttırmıstır (Yergin, 1995, s. 625). Dolayısıyla petrol bölgelerinde
hegemonya kurmak ana hedefi, Ikinci Dünya Savası’nın enerji-politik yönünü olusturmustur. (Yergin, 1995, s. X), Ikinci Dünya Savası’ndan sonra, dünya petrol üretimi olaganüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulasmıstır. Bu yükselis, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların isletmeye açılması ile mümkün olmustur. Petrol üretiminin bu gelisimine, dogal gaz ve
nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmis ve böylelikle enerji kaynakları çesitlenmistir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmistir (Kocaoglu, 1996, s. 124).



Sekil-11: Dünya çatısma alanları (www.vizyonharita.com/resim/dunyabuyuk.jpg)

Sekil-11’e bakıldıgında Ikinci Dünya Savası’nın ardından yasanan bölgesel çatısma alanları görülmektedir. Buna göre en yogun çatısma alanlarının Orta Dogu bölgesinde oldugu görülmektedir. Yani aynı zamanda her iki dünya savasının yasandıgı yerler de olan bu bölgelerin, çatısmalara sahne olma niteliklerinin bugün hala degismedigi ifade edilebilir. Bu bölgelere sadece, nakil hatlarını kontrol eden stratejik yerlerin eklendigi söylenebilir.



Sekil 12: Petrol ve Dogalgaz nakil hatları (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 21 ve 31)



Sekil-12’de, 2007 yılı itibariyle, üstteki harita petrol, alttaki harita ise dogalgaz nakil hatlarını göstermektedir. Bu haritalarda belirtilen enerji nakil güzergâhları, Sekil-11’deki çatısma alanları ile üst üste getirildiginde; enerji kaynaklarının bulundugu bölgeler ve tasınan yollar üzerindeki kontrol noktalarının, enerji kaynagını talep eden gelismis büyük devletlerin hegemonyasının kontrol edebilecegi yönetimlerin is basına getirilmesi operasyonları oldugu açıkça görülebilecektir. Ancak her bir kriz tek basına incelendiginde ortaya genellikle demokratikleştirme, insan haklarını hâkim kılma veya barısı getirme gibi siyasi ve askerî gerekçeler kondugu görülmektedir. Bu hedeflerin, devletlerin kendi milli kaynaklarından ayırdıgı milyarlarca dolar harcayarak, sadece insanlıgın ve halkların yararına yapıldıgı seklindeki
hayalî gerekçelerle açıklanması mümkün gözükmemektedir.



Sekil–13: ABD birliklerinin dünya üzerindeki üsleri (Waddell,2003)








En üstte yer alan haritada; Irak ve Afganistan uluslararası savas alanları, kırmızı alanlar petrolün üretildigi ve rezervlerin yogun olarak bulundugu bölgeler, koyu mavi istikametler mevcut petrol nakil hatları, açık mavi oklar da planlanan hatları, sarı alan ABD’nin stratejik ortagı Israil cografyası ve diger mevcut isaretler ile Amerika’nın hava ve deniz üsleri gösterilmektedir. ABD dünya üzerinde üsler kurarken enerjinin kendi topraklarına, müttefiklerinin bulundugu bölgelere emniyetle naklini güvenliklestirirken, diger taraftan da Rusya, Çin, Japonya ve Hindistan gibi küresel güç adaylarının kalkınma hızlarını kontrol etmeyi hedeflemektedir.

Ortada bulunan haritada ise; yine ABD’nin dünya üsleri daha makro seviyede belirtilmis ve sayısal veriler ortaya konmustur. Buna göre; Amerika’nın 46 ülkede (beyaz renkle gösterilen) askerî varlıgı bulunmamakta, 156 ülkede (pembe renk) sadece askerî birlik ve 63 ülkede de (kırmızı renk) kendine ait askerî üs ve birlik bulundurmaktadır. Ayrıca 11 Eylül saldırılarının ardından önleyici savas doktrini geregi 7 ülkede (kırmızı ve siyah dikey çizgiler) toplam 13 askerî üs kurulmus durumdadır. Toplam dünya çapında 255,065 adet
ABD birligi ülkesinin enerji politik çıkarları için görev yapmaktadır.

Sekil-13’ün en altında bulunan harita ise; yukarıda açıklanan küresel konuslan manın genel düzeydeki teskilatlanmasını göstermektedir. Buna göre, ABD kendi ülkesinin bulundugu cografyaya ABD Kuzey Komutanlıgı, Güney Amerika kıtasına ABD Güney Komutanlıgı, Avrasya kıtasına ve Afrika’nın batısına ABD Avrasya Komutanlıgı, Çin, Avustralya ve Pasifik Okyanusu’na ABD Pasifik
Komutanlıgı ve nihayet enerji yogun bölge olan Orta Dogu’ya ABD Merkez Komutanlıgı adını vererek dünyayı askerî alanlara bölmüstür.

Orta Dogu’ya ABD Merkez Komutanlıgı seklinde tanımladıgı nispeten daha dar olan bölgeye sadece Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Hazar Havzası, Afganistan, Iran, Katar, Aden Körfezi, Basra Körfezi, Hürmüz Bogazı gibi genellikle enerji zengini ülke ve kritik nakil hattı anahtarı konumundaki bölgeleri dâhil etmek suretiyle enerji kaynagı cografyasına verdigi önemi göstermistir. Bu küresel teskilatlanma bile ABD’nin dıs politikasını enerji kaynaklarına göre belirlediginin delili sayılabilir.

ABD bu teskilatlanma ile dünya üzerinde 845,441 adet nokta ile yaklasık 30 milyon hektar bölgeyi kontrol etmektedir. Bu maksatla 2000 yılında ABD’nin savunma harcamaları için ayırdıgı bütçe miktarı 289 milyar dolar iken, bu rakam 2003 yılında 396 milyar dolara çıkarılmıstır. ABD’den sonra ikinci durumda olan Rusya’nın savunma bütçesinin 60 milyar dolar ve ilk 25 ülkenin savunma harcamalarının toplamının ancak ABD’ninki ile esitlenebildigi düsünülürse enerjinin basta ABD olmak üzere devletler için ne denli önemli oldugu daha iyi
anlasılabilir. (Dept. Of Defense, “Base Structure Report, FY 2001” and Defense Almanac: Center for Defense Information Almanac, 2001-2002) Bu genel degerlendirmelerden sonra Sekil-11’de isaretlenen çatısma alanlarına kısaca bakmakta yarar vardır (Tugrul, 2005-2006 Ders Notları);

1950 yılında baslayıp 1953 yılında sona eren Kore Savası, Ikinci Dünya Savası’ndan sonra, Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji tasıma yollarının kontrolü amaçlı ilk savas oldugunu söylemek yanlıs bir ifade olmayacaktır. Kore enerji kaynakları bakımından anlamlı zenginlige sahip olmamasına ragmen, petrol ve bugün dogal gaz sevk güzergâhının tam üzerindedir. Yapılan savas SSCB’nin çevrelenmesi kapsamında ve Sovyetlerin Domino Teorisinin yarattıgı endisenin sonucu yasanmıs bir savastır (Inat, Duran ve Ataman, 2007, s. 713).
Süveys Krizi, 1956 yılında Mısır Lideri Nasır’ın Iran Basbakanı Musaddık’tan (Durand, 1974, s. 65 ve Göksu, 1966, s. 42) etkilenmesiyle Süveys’i millilestirmesi sonucu ortaya çıkmıstır (Kocaoglu, 1996, s. 47).

75 yıl Ingiltere kontrolünde kaldıktan sonra Mısır’a geçen Süveys ile birlikte basta Ingiltere olmak üzere Batı, en önemli petrol yolunu kaybetmistir (Durand, 1974, s. 103). Bu kriz Ingiltere’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve dıs borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıstır (Yergin, 1995, s. 559). Krizden sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmıs ve Amerika’nın destegi olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anlamıslardır (Kocaoglu, 1996, s. 44). Yani enerji
yollarında meydana gelen bir tıkanıklık büyük güçlerin yok olması ile sonuçlanmıstır (Yergin, 1995, s. X).

1961’de yasanan Küba Krizi de Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji tasıma yollarının kontrolü amaçlı bir kriz oldugu söylenebilir. 1960 yılına kadar ABD, seker ithalatının %83’ünü Küba’dan karsılarken, SSCB de 1991 yılına kadar petrol ile seker takası yapmıstır. Küba Krizinin ardından ABD enerji güvenligini temin için, asıl hedefi Orta Dogu bölgesi olan, Çevik Kuvvet uygulamasına baslamıstır. (Kocaoglu, 1996, s. 128).

Filistin Sorunu, Ikinci Dünya Savası’ndan sonra ortaya çıkan, enerji kaynagı bölgelerine yönelik bir sorun olup, henüz bir çözüme ulasılmamıstır. Bu mesele genel kaynaklarda Israil ve Filistin’in var olma mücadelesi olarak algılanırken, esasta ABD için Orta Dogu’da petrol kaynaklarının bekçilik ve Ileri Karakol görevinin Israil tarafından icrasından ibaret oldugu görülmektedir. (Kocaoglu, 1996, s. 43).

1960–1963 yılları arasında Kongo Krizi yasanmıstır. 1885–1960 yılları arasında Belçika’nın sömürgesi olan Kongo Demokratik Cumhuriyeti müteakip yıllarda da sürekli bir istikrarsızlık ve çatısmalara sahne olmustur. 2,34 milyon metrekarelik bir ülke olan KDC’de 350 farklı etnik grup bulunmakta ve ülke nüfusunun %80’i günde 1 dolar veya daha az bir gelire sahip olarak yasamaktadır
(http://baybul.com/ansiklopedik-bilgiler/88530-demokratik-kongo-cumhuriyeti.html). 1960 krizi dâhil ülkede yasanan çatısma ve istikrarsızlıkların gerçek sebebi sahip oldugu, basta uranyum olmak üzere, çesitli madenlerin degerinin yaklasık 470 milyar dolar civarında olmasıdır. Bu madenlerin büyük bir kısmının kullanım hakkı uluslararası sirketlere aittir. Arka planda bir ABD-SSCB mücadelesi olan ve Birlesmis Milletlerin de müdahale ettigi 1960 krizinin enerji-politik nedeni uranyum madenlerinin kontrolüdür.

1965–1972 yılları arasında yasanan Vietnam Savası, Paktların birbirini çevreleme ve enerji bölgelerinin/nakil hatlarının kontrol edilmesine yönelik diger bir çatısma örnegi niteligindedir. Kuzey Vietnam SSCB ve Çin desteginde, Güney Vietnam ABD ve diger kapitalist devletlerin desteginde yapılan bir savastır. ABD’den 19.000 km. uzakta cereyan eden bu kanlı savasın sebebinin, sadece
Vietnam topraklarına demokrasi yerlestirmek oldugunu düsünmek yeterli gözükmemektedir. Dolayısıyla petrol tankerlerinin emniyeti, batının ugrunda savasmaya deger en önemli faktör oldugunu ifade etmek yanlıs olmayacaktır.

Akdeniz’in ortasında bulunan ve adeta sabit bir uçak gemisi konumundaki Kıbrıs ile ilgili mesele, enerji bölgeleri ve enerji hatlarının Akdeniz’deki kontrolü maksatlı ortaya çıkarılmıstır. Kıbrıs Adası’nın, Dogu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birlestigi bir konumda bulunması ona genis bir cografyayı kontrol etme imkânı saglamaktadır. Özellikle Hazar Havzası, Süveys Kanalı, Karadeniz ve Bogazlar, Irak, Cezayir’den gelen ve Ada’nın güneyinde tespit edilen petrol ve dogal gazın naklinin güvenligi için Kıbrıs oldukça stratejik önemi haizdir. 
Bu önem Ada’ya, enerjiye en çok gereksinim duyan basta Ingiltere ve Rusya olmak üzere büyük güçler tarafından müdahaleyi kaçınılmaz kılmıstır. Hatta AB Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni olumsuz kosullara ragmen, üyelige almak suretiyle Kıbrıs’ın enerji politik anlamda tasıdıgı önemi tescillemistir. 29 Nisan 2009 tarihinde, Harp Akademileri Komutanlıgı SAREN tarafından icra edilen Enerji Sempozyumu’nda, baskanlıgını Prof. Dr. Hasan Saygın’ın yaptıgı üçüncü oturumda Tümamiral Cem Gürdeniz’in “Enerji Güvenligi ve Terörizm” baslıklı bildirisinde; özellikle 2009 yılında gerçeklestirilen Akdeniz Kalkanı Harekâtının temel islevinin Iskenderun Limanı vasıtasıyla tasınan enerji kaynaklarının güvenligi oldugu açıkça ifade edilmistir.


Ilki 1948 yılında yasanan Arap-Israil Savası, müteakip yıllarda 1967’de 6 Gün Savası, 1973’de Yom Kippur Savası (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 33), 2006 yılında Lübnan-Israil Savası ve en son 2008’de Gazze Çatısmaları seklinde tekrarlanmıstır. Bu savasların ortak özellikleri, ABD’nin Israil’e tam destek vermesi ve Arap Devletleri’nin milli serveti olan petrolün büyük güçler tarafından kontrol edilmesinin engellenme çabalarıdır (Kocaoglu, 1996, s. 54). Israil ABD’nin Orta Dogu’daki petrol bekçiligini yaptıgı için yasanan savaslar arka planda enerji mücadeleleridir (Kocaoglu, 1996, s. 43). Bu savasların en belirgin sonuçları, Israil’in sürekli Arap topraklarını kendi ülkesine katmak seklinde görülmüstür. Yine 1967 yılında yasanan 6 Gün Savası sonucu Israil topraklarını dört katına çıkarmıstır. 1973 tarihindeki Arap-Israil Savası ise petrolün silah olarak kullanıldıgı savas olarak tarihe geçmistir.

OPEC üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklasık %400 civarı artmıs (Kocaoglu, 1996, s. 57) ve bunun karsılıgında Israil BM’in arabuluculugu nu kabul ederek geri adım atmak zorunda kalmıstır. Daha sonra ortaya çıkan Lübnan ve Gazze Çatısmaları da Israil’in hegemonyasını güçlendirmek için yaptıgı girisimler olarak degerlendirilirken, petrol fiyatları 95 dolar civarına çıkmıstır (News Voice of America, 2007). 1973 tarihindeki Arap-Israil Savası esnasında, Suudi Arabistan’daki Exxon, Mobil, Gulf, Texaco ve Socal adlı sirketlerden olusan ARAMCO Sirketi’nin yöneticileri, olusan baskı nedeniyle, kendi ülkelerinin Amerikan 6 ve 7. Filoların ihtiyaç duydugu petrolü bile
karsılayamaz duruma gelmislerdir (Kocaoglu, 1996, s. 55).

ABD’nin önemli bir müttefiki olan Iran’daki sahlık rejimi, enerji politikalarında millilestirme çabalarına girismis ve 1979 yılında, Islam Devrimi ile Sahlık Rejimi yıkılarak yerine Iran Islam Cumhuriyeti kurulmustur (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 39 ve Kocaoglu, 1996, s. 57). Devrimin olusum sürecinde petrol krizlerinin de etkisi büyük olmustur (Kocaoglu, 1996, s. 42). ABD bu tarihten sonra Orta Dogu’daki önemli bir müttefikini kaybetmistir.

Iran-Irak Savası, görünürde sınır anlasmazlıgı, yani Satt-ül- Arab’ın paylasımı gibi sebeplerden kaynaklandıgı ifade edilse de, enerji kaynagı bölgesi ülkelerin birbirleri ile savasması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir (Yergin, 1995, s. 809 ve Kocaoglu, 1996, s. 67 ve 75). Islam Devriminden sonra ortaya çıkan karısıklık esnasında Irak 1980 yılında Iran’a saldırmıstır. Çıkan savas petrol üretimini %10 düsürerek günlük bir milyon varile geriletmis ve fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmistir. Her iki ülke de petrole dayalı bir kalkınma modeli benimsemis ve fiyat dalgalanmalarından oldukça etkilenmislerdir. Irak, petrol ihracını genel olarak boru hatları ile yaparken, Iran daha ziyade Basra Körfezi’nden tankerler vasıtası ile yapmaktaydı. Dolayısıyla savasın Irak açısından en stratejik hedefleri Iran’ın petrol tankerleri iken, Iran da Irak’ın nakil tesislerini hedef almıstır. Ancak Basra her iki ülke için de petrol nakli açısından çok önemli bir çıkıs kapısıydı (Kocaoglu, 1996, s. 126). Bu bölgedeki petrol akısının sekteye ugraması ABD’nin bölgeye müdahale etmesine sebep
olmus ve ABD gemileri petrol tankerlerini korumaya baslamıstır.

SSCB-Afganistan Savası, Aralık 1979 ile Subat 1989 tarihleri arasında meydana gelmistir. Afganistan boru hatları vasıtası ile muhtemel petrol nakil hatları üzerinde bulundugu ve Sovyetlerin çevrelenmesine en uygun toprak parçası oldugu için isgale maruz kalmıstır. 5 Aralık 1978 tarihinde yönetimde Sovyet yanlısı bir hükümetin varlıgı Dostluk, Iyi Komsuluk ve Isbirligi Anlasmasının
imzalanmasına sebep olmus, ancak bir süre sonra yönetime duyulan ulusal tepkiler yüzünden Afgan yönetimi Sovyetlerden yardım talep etmistir. Böylece 10 yıl süren isgal dönemi baslamıstır. ABD gelecege yönelik enerji nakil hatları açısından kilit konumdaki Afganistan’ın kontrolünün Sovyetlere geçmemesi için yogun bir sekilde Afgan muhalif güçleri desteklemistir (Günay, s. 6). Bu destek neticede Taliban’ı yaratmıs ve Afganistan sürekli müdahaleye açık bir istikrarsız ülke konumunda bırakılmıstır. 1991 ABD-Irak Savası’nda, önemli bir enerji
ülkesi olan Irak, diger bir enerji ülkesi olan Kuveyt’e girmis ve isgal gerekçesi olarak sadece mevcut petrol üretimini arttırmak ve böylece Arap Dünyasının lideri konumuna gelmek oldugu anlasılmıstır (Yergin, 1995, s. VIII). Bu savas dünya enerji sisteminde yeni bir dönemin de baslangıcı olmustur (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 53). ABD olaya dogrudan müdahale ederek, dünyanın en önemli enerji bölgesine iliskin yapılan bir harekâtı müttefik orduları ile birlikte gerçeklestirebilmistir

(Kocaoglu, 1996, s. 126). Bu harekât enerji üretim bölgesine yapılan en açık müdahaledir (Yergin, 1995, s. 885 ve Kocaoglu, 1996, s. 86).
Dolayısıyla arka planda baska bir sebep aramanın gereksiz oldugu düsünülmektedir (Kocaoglu, 1996, s. 75).

Kafkasya Çatısmaları; Azerbaycan-Ermenistan Çatısması (Karabag Meselesi), Çeçenistan, Abhazya ve Acaristan olayları seklinde isimlendirilebilir (Kocaoglu, 1996, s. 111). Daglık Karabag Azerbaycan, Ermenistan ve Iran’ı kontrol edebilen oldukça stratejik bir bölgede yer almaktadır. Çeçenistan çok önemli petrol nakil hatları üzerinde bulunmakta ve Rusya ve Batı’nın petrol politikalarının çok önemli bir unsuru durumundadır (Kleveman, 2004, s. 56 ve Kocaoglu, 1996, s. 111).

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder