25 Ocak 2017 Çarşamba

Türkiye’nin Dış Politikasında Ortadoğu


Türkiye’nin Dış Politikasında Ortadoğu 



Prof.Dr. Meliha Altunışık
*ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 

Bugünkü konumuz “ Türkiye-Ortadoğu İlişkileri ”. Ben yıllardır bu konuyu çalışıyorum. Bu konu ilk defa bu kadar gündeme geldi diyebilirim. 

Ben bu işe ilk başladığımda insanlar genellikle “Türkiye-AB İlişkileri” çalışıyoruz diyorlardı. Kendimi yalnız hissetmiştim. Ama şimdi Ortadoğu’yla ilgilenenlerin 
sayısı artmakta. Ortadoğu bana hep ilginç gelmiştir. 

Karmaşık, değişken ve heyecan verici. Hele son günlerde Ortadoğu’nun değişmezlik algısı tamamen yerle bir olmuş durumda. Bu dönüşüm süreci, yaşanan ve yaşanacak olan değişimler hakkında bir şeyler söylemek bizler içinde oldukça zor. 
Zaten sosyal bilimciler olarak bizler çok fazla öngörüde bulunmaz ve öngörülerin bilimsel analizin bir parçası olduğunu düşünmeyiz. Çünkü sosyal fenomen 
karmaşıktır. Birçok faktör etkilidir ve nasıl dönüşeceğini tahmin etmek kolay değildir. Bence bu kısım bizim işimizde değil. Bizim işimiz olanları 
anlamaya çalışmak. Son günlerde yaşananlar tabi ki Türkiye’yi de yakından ilgilendirmekte. Daha sabah haberlerde Suriye askerlerinin sınıra yaklaştığına 
dair bir haber dinledim. 

Genel olarak Türkiye-Ortadoğu İlişkilerine baktığımızda açıkça görülmekte ki 2000’li yıllarda belirli değişimler yaşanmakta. Öncelikle Türkiye Ortadoğu’ya ilişkin geniş anlamda bir vizyon geliştiriyor. Daha aktif olduğu söylenebilir. Geçmiş yıllarda da özellikle 1990’da Türkiye Ortadoğu’da aktifti. 

Fakat 2000’li yıllarla karşılaştırıldığında Türkiye’nin bölgedeki aktivizminin niteliğinin değiştiği görülmekte. 1950’li yıllarda Türkiye’ye yeni NATO üyeliği çerçevesinde Batı ittifakıyla kendini ispat etme çabası ve Ortadoğu’ya batı perspektifinden bakma politikası hakimdir. Sovyetlerin etki alanını genişletme ye engel nitelik taşıyan Bağdat Paktı bunun bir örneğidir. 1955 yılında Türkiye’nin Bağdat Paktı’na üyeliği ve Lübnan, Ürdün gibi ülkeleri bu pakta çekme çabası Ortadoğu’nun Türkiye’nin bölgedeki imajını olumsuz etkilemiştir. Sonuç amaca 
hizmet etmemiştir ve Sovyetler bölgeye daha fazla girmiştir. Bölgedeki kutuplaşma daha fazla artmıştır. 1958 yılında Suriye’deki yeni rejimin Sovyet 
yanlısı olduğunu düşünen Türkiye bu rejime karşı çıkmıştır ve neredeyse Suriye’yle savaş noktasına gelmiştir. 1990’lı yıllarda ise Türkiye-Ortadoğu ilişkilerine güvenlik merkezli politikalar hakim olmuştur. 

İlişkiler Körfez Savaşı sonrasında Irak dönüşümü ve Kürt meselesiyle bağlantıları dolayısıyla Türkiye’nin bölgeden tehdit algılaması ve buna karşın daha çok güvenlik politikaları geliştirmesi olarak özetlenebilir. 90’lı yıllar İttifaklar, ekseri güç kullanımı, güçler dengesi politikası dönemi olmuştur. 

2000’li yıllarda ise Türkiye’nin aktivizminin niteliği değişmiştir. Askeri politikaları öncelemeyen, diplomasi ve ekonomik işbirliği temalarını öne çıkaran 
bir politikaya geçilmiştir. Bir diğer farklılıkta arabuluculuk meselesidir. 

Çünkü Türkiye’nin Ortadoğu’da geleneksel dış politikasına, bölge içi uyuşmazlık lara hiç dahil olmamak hakimdir. Gerçi “Türkiye’nin her türlü konuda arabuluculuk rolüne soyunma hevesi” tarzında eleştiriler de geldi. 2000’li 
yıllara özgü başka bir özellik ise Türkiye’nin Ortadoğu politikasının tüm Ortadoğu’ya yönelik olarak geliştirilmesidir. Bu noktada iki genel tema insanın 
aklına geliyor, değişim ve süreklilik temaları. Bu dış politika analizinde de önemli bir sorunsal ve en zor konulardan biri. Dış politikanın “Ne zaman değiştiğini” 
söyleyebilmeyi kavramsallaştırmak çok kolay değil. Tam anlamında bir değişimin mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Böyle bir kopuşun en fazla rejim değişikliğiyle yaşanabileceğini düşünürsek, İran örneğini inceleyebiliriz. İran’da İslam Devrimi 
yaşandığında doğal olarak önceki rejimle büyük bir kopuş gerçekleşti. Ama İran dış politikasına bakıldığında değişim ve süreklilik temalarının iç içe geçtiği 
görülüyor. Tabi ki dış politika da İslam Devrimiyle önemli değişimler yaşandı. Fakat süreklilikte söz konusudur. Peki, sürekliliği meydana getiren faktörler 
nelerdir? Coğrafi konum, doğal kaynaklar gibi faktörler sürekliliği sağlamada önemli faktörler. 

Bu faktörler Türkiye içinde geçerli. 2000’li yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu politikası önemli değişim öğeleri içeriyor. Ama ben bunu tamamen bir kopuş olarak görmüyorum. Belli süreklilik temaları içeriyor. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında başlayan tartışmalarla belirli süreklilikler kazanıldığını düşünüyorum. 

“Sadece NATO üyesi olmak Batının parçası olmaya yetmiyor.. Türk dış politikası ne yöne evrilmeli? Çevre ülkelerle ilişkilerimiz nasıl olmalı?” gibi sorular sorulmaya başladı. Bu bağlamda Ortadoğu’ya ilişkilerimizin gelişmesini öneren çeşitli bakış açılarının ortaya konulduğunu görebiliriz. Örneğin; 
Turgut Özal dönemi. O dönemde ekonomik işbirlikleri, karşılıklı bağımlılıklar temaları ortaya çıkmış, kültürel ve tarihsel bağlara vurgular yapılmıştır. 
Ya da Dışişleri Bakanlığı görevini yapmış İsmail Cem’in görüşlerine baktığımız zaman Türk dış politikasının Ortadoğu’da bugün görülen temalarından 
bazılarını görebiliriz. Dolayısıyla bu fikirlerin bazılarının 1990’lardan itibaren ortaya konulduğunu, bir kısmının uygulanamadığını bir kısmının uygulandığını 
görüyoruz. 

Bu anlamda bir süreklilik izlenirken önemli değişimlerde yaşanmıştır. Bu değişimlerden biri aktörle ilgilidir. Bu da ikinci temayı önümüze getiriyor, dış politikada yapısal değişimlerin ve aktörlerin rolü. Sizin dış politikanızın ne kadarı 
bölgesel ve uluslar arası konjonktürdeki değişimlerle ne kadarı aktörlerle belirleniyor? AKP bu politikasının gelişmesinde önemli bir aktör oldu. 

AKP’nin ortaya koyduğu bazı kavramlar ya da temalar daha öncede olsa bile bu dönemde geniş bir vizyonun parçası halini aldı. Daha da önemlisi AKP’nin Ortadoğu’ya bakışında geleneksel olarak Türk Dış Politikası’nda yer alan bazı ön kabuller, yer almadı. Örneğin Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmak istememesi, Ortadoğu’yla olan ilişkileri ekonomik ilişkilerin ötesine geçirmek istenmemesi, 
günlük söyleme bile yerleşen “Ortadoğu Batağına” girilmemesi. Bu bakış açısı AKP döneminde yok olmuştur. 

Ortadoğu ilişkilerine bu dönemde önyargılarla bakılmamaktadır. Ama dış politikayı sadece aktörlerle açıklamak mümkün değildir. Yapısal faktörlerinde 
etkisi çok önemlidir. 2000’li yıllarda bölgede yaşanan dönüşümler, Türkiye’nin yeni politikasını mümkün kıldı. Bu dönüşümler için en önemli tarih 2003. Amerika’nın Irak’ı işgali bölgede yeni dinamikler yarattı. Hakikaten hem Irak’taki dönüşümler hem de buna paralel İran’ın bölgede 
önemli bir aktör olarak ortaya çıkması Türkiye’nin bölgedeki aktörler tarafından kabul edilmesini sağladı. 

Bölgedeki aktörler Türkiye’nin bölgede aktif olmasını istediler ve bunu teşvik ettiler. Bunun en büyük nedeni; çeşitli Arap ülkelerinin, bölgede artan İran’ın etkisinden rahatsızlık duyması ve bunu dengelemek istemesiydi. Bir diğer dönüşüm, Arap dünyasında ortaya çıkan bölünme. 2003 sonrasında Arap dünyasında lider konumda olacak bir ülke bulunamadı. Mısır özellikle Camp David anlaşmasını imzaladıktan sonra gitgide azalan bölgesel etkiye sahip oldu. Bu durum 2000’li yıllarda iyice ortaya çıktı. Irak’ta bir savaş oluyor, sonrasında bir dönüşüm yaşanıyor; Mısır bu savaşta yok. İran konusunda bir etkisi yok. Mısır’ın en etkili olduğu alan Filistin-İsrail meselesiydi ki orada bile Hamas’ın 
Gazze’yi ele geçirmesinden sonra fireler verildi. Ayrıca bölgenin geleceği konusunda birlik sağlanamadı. 

Bir tarafta ABD ile daha yakın ilişkiler içerisinde olan Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri diğer tarafta Suriye, İran ve Hamas-Hizbullah 
gibi devlet dışı aktörler. Böyle bir parçalanma yaşandı Arap dünyasında ve bunun sonunda bölge de güçlü bir Arap ülkesinin olmaması stratejik bir 
boşluk yarattı. Bu da Türkiye’nin bölgede aktif olabileceği bir alan açtı. Yani Arap olmayan ülkelerin Arap dünyasında aktif olmalarının önü açıldı. 

Üçüncü bir dönüşüm ise ABD’nin politikasındaki başarısızlıklar dır. ABD, Irak savaşıyla birlikte bölgedeki etkinliğini yitirme sürecine girmiştir. Bu savaş 
ABD’nin bölgedeki meşruiyetini zayıflattı. Irak işgali ABD gücünün hem en doruğa yükseldiği nokta hem de düşüşünün başladığı noktadır. ABD’nin 
bölgedeki etkinliğinin azalması ve bölgeyi şekillendirme çabasında karşılaştığı güçlükler Türkiye ve İran gibi ülkelere alan sağladı. 2003 sonrasında yaşanan 
stratejik dönüşümlerin Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli payının olduğunu düşünüyorum. En önemlisi, Türkiye’nin bölgede kabulü kolaylaştı. 
Sonuç olarak Türkiye’nin Ortadoğu politikasının gelişmesinde bölge için vizyon genişletmek isteyen bir aktör ve bölge koşullarının buna uygunluğu 
bir bütün oluşturmuştur. AKP döneminde de politika da dönüşümler yaşanmıştır. Ben bu dönüşümü 

1. AKP hükümeti ve 
2. AKP hükümeti olarak ayırıyorum. 

Belki de Seçimlerden sonra, 

3. AKP hükümeti diye bir dönüşüm daha yaşanacak. İlk dönemin özellikleri nelerdir? Genel olarak vizyonun genişlemesi ve bölge ülkeleriyle olan ilişkilerin geliştirilmesi için belli çabalar içine girilmesi. Özellikle Suriye’yle ilişkiler gelişmiştir. Tabi bu gelişme 98’den başlamıştır. Bunun içinde arabuluculuk politikaları uygulanmaya başlanmıştır. İsrail ve Suriye arasındaki arabuluculuk çalışmaları doruk noktayı oluşturmaktadır. Bu dönemde hala belli sınırlamalarla 
karşılaşıyoruz. 2008 yılına kadar Irak politikası yapılan açılımlara rağmen değişmemiştir. AB ilişkileri çok fazla ön plana çıkmış ve Ortadoğu’yla ilişkilerin 
AB süreciyle uyumlu olmasına dikkat edilmiştir. Kısaca ilk dönemde, belli açılımların yapılmaya çalışıldığını fakat bütünsel bir politika oluşturulamadığını 
söylemek mümkün. Ayrıca bu dönemde belli kavramsallaştırmalar da ortaya çıkmıştır; komşularla sıfır sorun politikası gibi. Fakat bu politikaların uygulama alanı bulamadığı görülüyor. İkinci dönemde ise kavramsallaşan birçok şey uygulanmaya başlamıştır. Gazze Savaşı, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını doğrudan etkileyen önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin savaş karşıtı tutumu, İsrail eleştirileri ve ilişkilerinin bozulması ikinci dönemin en önemli özelliği olarak görülüyor. AKP hükümetinin ilk döneminde, İsrail’le olan ilişkiler sorunsuz devam etmekteydi. Hatta Türkiye, bölgedeki aktivizmi 
açısından İsrail’le ilişkilerini kullanmaya çalıştı. 

İkinci dönemde İsrail ilişkilerinin bozulması, dinamiklerin değişmeye başladığının göstergesi oldu. İsrail’le bozulan ilişkiler doğrultusunda Arap-İsrail meselelerin de arabuluculuk rolünün oynanamayacağı ortaya çıktı. Bazı Arap liderleri Türkiye’nin Hamas’a daha yakın durduğu algısıyla konumundan rahatsız olmaya başladılar. Hatta Beşar Esad bile bir röportajında “Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin olmasını istediklerini” söyledi. Dolayısıyla ilginç bir şekilde 2. dönemde İsrail’le ilişkilerin bozulması sadece Türkiye-İsrail açısından değil, bazı 
Arap ülkeleri açısından da önem kazandı. Önemli bir diğer husus arabuluculuk meselelerinde Türkiye’nin rolünün sınırlanmasıdır. Bu dönemde AB boyutu da zayıflamıştır. Çünkü bu dönemde 


Türkiye-AB ilişkileri zayıfladı Tabi bu bambaşka bir konu. Bu durumun hem Türkiye’den hem de AB’den kaynaklandığı bilinmekte. Nedenler ne olursa olsun, sonuç olarak 2000’li yılların ortasından itibaren Türkiye-AB ilişkileri gittikçe problemli bir hal almıştır. Özellikle Fransa’da Sarkozy’nin iktidara gelmesi durumu pekiştirmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin izlediği politikalarda AB’ye uyum ilkesinin azatlığını ve bölgede kendi başına bir aktör olarak aktifleşmeye başladığı görülüyor. Bu zayıflama iki durumda ön plana çıktı; biri Türkiye’nin İsrail’le bozulan ilişkileri diğeri Türkiye-İran ilişkileri. Bu iki ilişki Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinde problem noktası olarak ortaya çıktı. Bunun en üst 
noktaya çıktığı yer, Türkiye’nin Brezilya’yla birlikte İran’la nükleer değişim anlaşması imzalaması oldu. Ama bunun hemen ertesinde ABD konuyu güvenlik 
konseyine getrdi ve yaptırımların arttırılması konusunda karar çıkmasını sağladı. Buna Türkiye ve Brezilya’nın hayır oyu vermesi, müttefiklerle uyumlu politika ların  izlenmesinin kopuş noktasıydı. 

Kısaca 
2. dönemin en belirgin özelliği; Türkiye’nin politikalarının AB ve ABD’yle olan ilişkilerinde sorun yaratmaya başlamasıdır. Hatırlarsınız bu dönemde 
“eksen kayması” tartışmaları da başlamıştır. Yine bu dönemde Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinin düzelmeye başladığı görülüyor. Tabi bu da 2008 yılında Türkiye ’nin ABD ve Kuzey Irak Yönetimi’yle bir anlayışa gitmesi ve bu çerçevede askeri operasyon düzenlenmesi kriziyle başladı. Bu olaydan sonra Irak, ABD ve Türkiye arasında üçlü bir mekanizma kuruldu. Bunun ardında da ilişkiler hızla düzelmeye başladı. En önemli değişim Kuzey Irak Yönetimi’yle ilişkilerin düzelmesiydi. Ayrıca ekonomik ilişkilerde büyük gelişmeler sağlandı. Ayrıca 
Suriye’yle ilişkiler kurulan mekanizma çerçevesinde ilgili bakanların bir araya gelmesiyle ileri düzeylere taşındı. İkinci dönemde bölgeyle olan ekonomik ilişkiler en üst noktaya ulaştı. Ortadoğu’ya yapılan daha az etkilendi. 

   Örneğin Gaziantep’te iş sahibi olan insan sayısının arttığı görülmektedir. Tabi tüm bunlar girilen bu yeni dönemde bize bazı zorluklarda sunacak. Son olarak, 2008 yılından önce Türkiye Ortadoğu politikasında en azından söylem düzeyinde 
“demokratikleşme, siyasi reform, ekonomik reform” gibi konuları gündeme getiriyordu. Bu söylemlerin sonucunda Türkiye Arap Dünyasındaki muhalifler arasında da popüler olmuştur. Fakat 2. dönemde Türkiye bu söylemi bıraktı. Bunun nedenleri ne olabilir? Biri demokratikleşme acentesinin problemli hale gelmesi. 2000’li yılların başında Bush yönetimi de demokratikleşme söylemlerinde bulunuyordu. Ama bunun sonucunda Irak işgal edildi. 

Tüm bunlar demokratikleşme söyleminin meşruiyetinin kaybolmasına yol açtı. Türkiye’nin bu söylemden vazgeçmesinin bir nedeni bu olabilir. 

Bir de AKP hükümeti Türkiye’nin içinde de eleştirilmeye başlandı. Diğer bir neden ki bugün olanları anlamakta bize yardımcı olacak bir neden; 2. dönemde 
Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerini daha ileri bir noktaya getirmesi. Bölgeyle siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmek için var olan rejimlerle muhatap olmak zorunda sınız. Dolayısıyla gelişen ilişkilerle birlikte muhaliflere destek veren söylemleri birlikte götürmeniz çok zor. Bu nedenle Türkiye demokratikleşme sürecini arka plana aldı. Bunu karar vericilere sorduğunuz zaman “ Türkiye bu söylemler den vazgeçmedi. Dönüşümün yavaş yavaş zaman içinde olmasını tercih ediyor. Bu ülkelerle ilişkilerini geliştirerek dönüşümü böyle gerçekleştirmeyi umuyor ” diyorlar. 

Tabi bugün olanlar karşısında bu politikanın yürütülemediğini görüyoruz. Çünkü dönüşüm çok hızlı ve bazı yerlerde istikrarsız biçimde olmaya başladı. Bugün Türkiye tam da bu ikilemlerle karşı karşıyadır. Bir taraftan var olan statükoyla kurulan ilişkiler diğer taraftan değişmek üzere olan statüko. 

Nasıl bir yol izlenecek? Statüko korunmaya mı çalışılacak? 

Size ilgiyle bakan muhaliflerin yanında mı ekonomik açılım Türkiye küresel ekonomik krizden olacaksınız? 


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder