26 Ocak 2017 Perşembe

ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 1



ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 1  



Kemal OLÇAR* 
* Harp Akademileri Komutanlıgı, Stratejik Arastırmalar Enstitüsü, 
Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri 
Doktora Ögrencisi P.Bnb., 
E-posta: 
Kemalgdolcar@yahoo.com 

Öz 


Birinci Dünya Savası’ndan itibaren dünya üzerinde yasanan çatısmaya varan krizlerin çogunun, dogrudan veya arka planında, sebebinin; gelismiş devletlerin enerji maddelerine sahip olma veya enerjinin nakledildigi güzergâhların güvenliginin saglanması oldugu görülmektedir. 
Bu sonuca ulasmak için, enerjinin kalkınmadaki rolünün, enerji maddelerinin kullanım alanlarının ve dünya üzerindeki miktar dagılımlarının ne olduguna bakmak yeterli olmustur. 

Ayrıca kömür, petrol ve dogalgaz gibi birincil fosil enerji kaynaklarının üretim bölgeleri ile tüketim yerleri arasındaki asimetrik jeopolitik durum, petrol ve dogalgazın dünya nakil hatları ve en büyük enerji tüketim ülkesi olan ABD’nin dünya üzerinde askerî birliklerinin konuslu oldugu yerlerin, korelasyon metodolojisiyle incelenmesi enerji politik davranısların sifresini ortaya çıkartmıstır. 

Anahtar Kelimeler; ABD, Üsleri, Enerji Nakil Hatları, Uluslararası Çatısmalar, Enerji Kaynakları, 


Giriş 

Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarış baslamıs, bu yarış birçok savasa da sebep olmustur 
(Kocaoglu, 1996, s. 3). 

Insanlar savası tarih boyunca ülke toprakları, milli onurları, aileleri, kisisel servetleri ve varlıklarını sürdürebilmek gibi sebepler için yapmıslardır. 
Bunun dısında hiçbir milletin kendi insanlarının hayatını sadece enerji kaynaklarına ulasmak, nakil yollarını kontrol etmek ve diger ülkelerin kalkınma hızlarını denetleyebilmek gibi devlet ve sistem düzeyinde doğrudan stratejik bir sebep için hayatını tehlikeye atmak istemeyeceği varsayılmıştır. 

Bu yüzden devletleri yönetenler, mutlaka daha akılcı ve ikna edici bir sebep bulmak suretiyle, milli servetlerden yüklüce paralar harcayarak ve kendi topraklarından binlerce kilometre uzak yerlerde insanları savasmaya ikna edebilmişler dir. Yapılan bu inceleme, çatışmaların bilinen ve ilan edilen sebeplerinden daha çok, arka planda yatan enerji politik sebebi ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bu maksatla önce savaş ve çatışmanın tanımı yapılarak teorik çerçeve değerlendirilirken, enerji kaynaklarının ülkeler için değeri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Tespit edilen çatışma bölgeleri, tarihsel karşılastırmalı metot ve jeopolitik analiz yöntemi kullanılarak çözümlenmeye gayret gösterilecektir.
Bunun için sadece haritalar, grafik ve tablolar kullanılacaktır. Enerji kaynaklarındaki anlamlı artısların savas dönemlerinden önce görülmesi
veya ABD’nin askerî güç konuslandırma ve müdahale yerlerinin nakil hatlarına yakınlıgı ile ilgili sebep-sonuç iliskisi analiz edilecektir.
Çalısmanın temel varsayımı kabul edilen ve diger yöntemlerle çözülemeyen bir sorun karsısında basvurulan yöntem olan savas ve çatısma kavramını çok basit olarak; “ Anlaşmazlıkların fiziki siddet yoluyla çözülmesi olarak ifade etmek mümkündür.” Diger bir tanım olarak da, “ Hasım tarafın iradesini engelleme veya kendi iradesini kabul ettirme sürecidir ”. Bu nedenle hasım tarafın insanlarının bir kısmının da olsa zarar görmesi amacı tasır ve oldukça yüksek maliyetli bir yöntemdir. Savas genel olarak, “ Aktörlerin varlıklarını sürdürme ve
geliştirme amaçları ile dünya kaynaklarından yararlanmak için genişlerken ya da ilerlerken benzer amaç taşıyan aktörlerle karsılaşması ” Sonucunda çıkmaktadır (Dedeoğlu, 2003, s. 145-146).


Özellikle Realist veya Neo-Realist teorilere göre savas, bir dıs politika aracıdır (Arı, 2006, s. 165) ve geniş insan toplulukları arasında meydana gelen, genel anlamıyla ileri derecede şiddet içeren olay, çarpışma ve çatışmaları içerir. Soğuk savaş gibi politika temelli savaşlar olsa da, savaş kelimesi silahlı kitlesel muharebe olarak değerlendirilir.

Barış kelimesinin zıt anlamlısıdır ve her kullanımında görüş ya da çıkar çatışmasını ihtiva eder.

Savas genel olarak, kisi, devlet ve uluslararası sistem olmak üzere üç düzeyde gerçeklesmektedir. Kisi düzeyinde savas, aynı isi yapıp aynı nesneleri ele geçirmek istediklerinde aralarındaki rekabetin artması sonucu yasanmaktadır. Devlet düzeyinde ise, kisi düzeyindekine benzer bir sekilde, birbirlerinin zenginliklerini talep etmeleri ve toprak kazanma istekleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu düzeyde yapılan savasların elbette görünür baska bir takım sebepleri olmakla birlikte en temel gerekçenin bu oldugu düsünülmektedir.
Uluslararası sistem seviyesinde yapılan savaslar, sistem içinde yer alan aktörlerin karsılıklı iliskilerine, sistemin ekonomik, siyasal, teknolojik ve
kültürel çok değişken lik yapısına bağlayarak açıklanmaktadır. Sistemde var olan aktörlerin karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin karmaşıklaşması, artan rekabet ortamı, ittifakların güçlenip karşılıklı tehdit oluşturmaları, silahlanma yarısı ile artan güvensizlik ortamı, birer savaş sebebi sayılabilmektedir. (Dedeoğlu, s. 147-148).

Çalısmada, çatısma ve savas terimlerinden kastedilen; devlet düzeyinde ve birbirlerinin zenginliklerini talep etmeleri sonucu yasanan, aktörlerin varlıklarını sürdürme ve gelistirme amaçları ile dünya kaynaklarından yararlanmak için genislerken ya da ilerlerken benzer amaç tasıyan aktörlerle karsılasması sonucunda ortaya çıkan sorunların fiziki siddet yoluyla çözüm yöntemi olarak anlasılmalıdır.

Yine bu çalısmada enerji kaynakları dendiginde konvansiyonel enerji kaynaklarından fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve dogalgaz kastedilir ken, diger alternatif enerji kaynakları kapsam dısı bırakılmıstır.

Çatısmaya varan krizlerin enerji politik analizleri yapılırken önce enerji kaynaklarının bölgesel üretim ve tüketim miktarları ortaya konmus ve
ülkeler için önemi grafikler yoluyla vurgulanmaya çalısılmıstır.
Ardından konu Birinci Dünya Savası’ndan itibaren tarihsel süreç içinde ele alınarak kaynakların gelisimi ve yasanan krizlerin esas sebepleri
arastırılmıstır. Çatısma bölgeleri belirlenirken enerji kaynaklarına sahiplik etme ve/veya nakil hatlarını dogrudan kontrol edilebilirlik
prensibi jeopolitik yaklasımlarla haritalar üzerinden degerlendirilerek korelasyon tespit edilmeye çalısılmıstır.

1. Enerji Kaynaklarının Önemi

Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, sehirlesme, sanayilesme ve teknolojinin
yaygınlasmasına paralel olarak sürekli artıs göstermektedir. (Türkiye Genel Enerji Raporu, Eylül 1968, s. 7 ve Kocaoglu, 1996, s. 39).
1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol esdegeri (Mtoe) iken, 2008 yılında dünya nüfusu
4,3 kat artısla 6.9 milyara, birincil enerji tüketimi ise 11 kat artısla 11.000 milyon ton (Mtoe) düzeyine çıkmıstır (Tugrul, 2005-2006 Ders Notları ve
www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../dpp.doc). Bunun en önemli sebebinin 1870 yıllarından itibaren özellikle basta Ingiltere olmak üzere
Avrupa’da baslayan sanayilesmedeki artıs oldugu söylenebilir.

Dünya liderligi ile enerji kaynakları arasında dogrudan bir iliski mevcuttur. Ingiltere kömür çagı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken,
1945 yılından sonra bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmis, ancak geçisin gerçeklestigi 1914-1945 yılları arasındaki dönem savasları
dünyaya çok pahalıya mal olmustur. En kritik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulastıgı 1913 yılında yasanan gelismeler oldukça
önemlidir. (Ediger, 2007, s. 32)



Sekil-1: 1982 yılından itibaren bölgelere göre petrol üretim miktarı (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 10.)

Sekil-1’e göre petrolün en fazla üretildigi bölge Orta Dogudur.

Onu Avrupa-Avrasya izlerken, anlamlı miktarda üretilen Kuzey Amerika ülkeleri üçüncü sırada yer almaktadır. Bu üretim oranları genel
anlamda (Kuzey Amerika’daki kısmi daralma ve Avrupa-Avrasya bölgesinde 1990’lı yıllarda meydana gelen azalma hariç) 1980’li yılların
basından itibaren degisiklik arz etmemistir.



Sekil-2: 1982 yılından itibaren bölgelere göre petrol tüketim miktarı (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 13)
Sekil-2’ye göre petrolün en fazla tüketildigi bölgeler Kuzey Amerika ülkeleri, Çin’de görülen artıslardan dolayı Asya Pasifik grubu ve
Avrupa-Asya bölgesi olarak görülmektedir. 

Burada en çok dikkat çeken konu üretim ve tüketim bölgelerindeki, Rusya hariç, asimetrik ve dengesiz durumdur. Petrol en çok Orta Dogu ülkelerinde üretilirken enaz bu bölgede tüketilmektedir. (Mehmet Kocaoglu, 1996, s. 37). Enerji fakiri gelismis ülkeler kalkınmalarının sürekli olabilmesi için petrolebagımlı bir yapı arz etmektedirler. Bu durum geçmiste yasanmıs ve bugün yasanan çatısmaların temel nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.



Sekil-3: 1982 yılından itibaren dünya enerji tüketiminde kaynakların miktarları (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 42)



Sekil-4: 2003 yılı itibariyle fosil yakıtların kullanım yerlerinin oranları (BBC Turkish, http://www.bbc.uk/turkish/indepth/story/2006/02/060215_ energy_ demand.shtml)


2. Çatısmaların Enerji Politik Analizi

Son yüzyıl içinde yasanan çatısmaya varan krizler asagıdaki sekilde sıralanabilir: Birinci Dünya Savası, Ikinci Dünya Savası, Kore Krizi, Küba Krizi, Filistin Meselesi, Kongo Krizi, Vietnam Savası, Kıbrıs Meselesi, Arap-Israil Savası, Sovyet-Afgan Savası, ABD-Afgan Savası, Birinci Körfez Savası, Ikinci Körfez Savası, Iran Rejim Degisikligi, Kafkas Olayları, Iran-Irak Savası, Dogu Timor Meselesi, Süveys Krizi (Tugrul, “Enerji Politikaları” Ders Notları, 2005-2006, GYTE) .

Bu olayların dısında elbette farklı sebeplerle ulusal veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak çalısmayı hazırlarken diger olaylar ile enerji politik arasında, özellikle kullanılan jeopolitik yaklasıma uygun bir iliski tespit edilememistir. Bu yüzden inceleme hem tarihsel olarak Birinci Dünya Savası’ndan itibaren ele alınarak zamansal açıdan, hem de dogrudan veya dolaylı olarak enerji iliskisi açısından sınırlandırılmıstır.

1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükselis ile iki kat artmıs ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulasmıstır. (Williams ve Derry, 1982, s. 29). Ortaya çıkan bu üretim artısı, 1870’li yıllardan itibaren basta Ingiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayilesmenin ihtiyaç duydugu enerjiyi karsılamak için gerçeklesmis oldugu söylenebilir (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 42). Ancak emre amade kılınan yüksek miktardaki kömürün paylasım sorunu dünyaya 1914 yılında büyük bir felaket yasatmıstır.

Aynı mantık Ikinci Dünya Savası ile ilgili de yürütülebilir. Yani 1930’lu yıllardan itibaren petrol enerji kaynaklarındaki öncü rolü kömürden almaya ve zengin petrol yatakları kesfedilmeye baslanmıstır.

Özellikle Ingiltere’nin adalarındaki zengin kömür yataklarına ragmen öncelikle kendi donanmasını baska ülkelerde bulunan petrole bagımlı kılmasının arkasında son derece stratejik bir tercih yatmaktadır. Bunun sebebi daha fazla güç, daha fazla hız ve daha yüksek ates gücü gereksinimi oldugu söylenebilir (Ulugbay, 1995, s. 92). Ardından dünya petrol üretim miktarı yıllık 1920’de 900 milyon varilden 1930’da 1700 milyon varile, 1935’te 2000 milyon varilden 1940 yılında yaklasık 2350 milyon varile ulasmıstır. 1945 yılında savas bittiginde ise 3000
milyon varil petrol üretimi gerçeklestirilmisti.

 (http://www.eia.doe.gov/neic/speeches/Caruso061305.pdf). 
Yine bu üretimin bu kez petrol için paylasım sorunu Ikinci Dünya Savası’nın enerji politik sebebini meydana getirmistir.

Her iki dünya savası için yapılan bu degerlendirmeler bazı disiplinler tarafından indirgemeci yaklasım olarak ifade edilmekte ve asıl sebeplerin daha siyasi ve askerî nitelikli oldugu iddia edilmektedir.

Bu tespit eksiktir, çünkü bahsedilen ve deklare edilmis gerekçeler, asıl sebebi teskil eden gizli ve arka planda yer alan enerji kaynaklarına erisim ve güvenli sekilde batıya nakli konusunu gizlemeyi basarmıstır Birçok siyasi analizde yer almayan enerji politik gerekçeler, savas ve çatısmaların tam ve dogru olarak nedenlerini ifade etmekte ve gelecege yönelik tarihsel ipuçları vermektedir. (Acun, 1949, s. 23).

Ilk birincil enerji kaynagı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve A.B.D.’nde yogun olarak üretilmeye baslanmıs ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmistir. (Yergin, 1995, s. 625). Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan Ingiltere’de, 1800 yılının basında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmıs ve 1900’da, 225 milyon tona ulasmıstır. (http://www.makingthemodernworld.org.uk/learning_ modules/history/04.TU.04/?section=4). 

Dünyada ise 20. yy. basında büyük kömür üreticilerinin gerçeklestirdigi gelismelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu asmıstır.



Tablo-1: 1905 yılı dünya kömür üretimi (Encyclopedia Britannica, 11th ed.)


Bu dönemde enerji politikası, enerjinin baslıca kaynagı olan maden kömürü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya
ve A.B.D üzerine kurulmustur. Fransa ve Almanya arasındaki basta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadogu’daki yeni petrol bölgeleri
enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savası’nın enerji-politik nedenini olusturdugu degerlendirilmektedir.



Sekil-6: 1914 yılında Avrupa’nın durumu ve Alsace-Loren (http://www.6dtr.com/TARIH/haritalar/63-1914_avrupa.jpg)
Sekil-6’ya göre Alsace-Loren bölgesinde Avrupa’nın en önemli kömür yatakları mevcuttur. Bu sebeple Fransa ile Almanya arasında sürekli
savas sebebi olmustur.



Sekil-7: Bagdat Demiryolu (http://selsil.blogspot.com/2005/06/lojistikberlin-bagdad-demiryolu.html)

Sekil-7’deki haritada görülen Berlin-Bagdat-Basra Demiryolu, Padisah Sultan II. Abdülhamit döneminde Almanlar tarafından insa edilmistir. O
dönemde iki nehir arası (Fırat-Dicle) bölgede arastırma yapan bir Alman heyeti petrol yataklarının varlıgını kanıtlamıs ve Osmanlı Devleti’nden
arama izni istemistir. Bunun üzerine Abdülhamit Musul ve Kerkük bölgesini özel mülkiyeti oldugunu ilan etmistir (Kocaoglu, 1996, s. 88).
Bagdat Demiryolu’nun insa gerekçesi de burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçeklestirmektir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük
enerji nakil hattı oldugu söylenebilir. Ayrıca Bagdat Demiryolunun 20 km. sagında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara,
anlasma geregi verilmistir (Ulugbay, 1995, s. 112). Ingiltere bu projeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak kabul etmistir (Kocaoglu, 1996, s. 88).



Sekil-8: Sevr Haritası ( www.osmanli700.gen.tr/olaylar/olays6.html )
Sekil-8’deki Sevr Haritasına bakıldıgında ise, Orta Dogu bölgesinde bulunan petrol kaynaklarına ulasmak ve kaynakları güvenli bir sekilde batı ülkelerine nakledebilmek maksadıyla tarihin her safhasında engel teskil eden Türk Milletinin bu güzergâh üzerindekietkinliginin ve kontrolünün azaltılmak istendigi görülecektir. (Kocaoglu, 1996, s. 30). Berlin-Bagdat Demiryolu da bu nakil hattının omurgasını meydana getirmektedir. 

Ayrıca Ingiltere Kafkaslara giden yolu sözde Kürdistan (Ulugbay, 1995, s. 156-157) ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de ulasmak istiyordu (Kocaoglu, 1996, s. 91). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder