25 Ocak 2017 Çarşamba

Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 2



 Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 2


DOĞU AKDENİZ, KUZEY AFRİKA ENERJİ KAYNAKLARI ve POLİTİKALAR 

Ortadoğu’nun ayrılmaz parçası “Doğu Akdeniz Havzası” ve “Kuzey Afrika” kaynakları “Enerji Güvenliği” söz konusu olduğunda, Ortadoğu coğrafyasında 
“ülke güvenliği problemlerine” neden olmaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın dünya hidrokarbon rezervleri ve dünya üretimdeki konumu, petrol ve sonrasında doğal gazın kazandığı önem nedeniyle, 19. yüzyıl ortalarından buyana bu coğrafyada gerginlikler, hükümranlık ve paylaşım savaşlarının nedeni olmuştur. 

Ortadoğu enerji kaynakları sadece Arap yarımadası karasal ve Körfezdeki deniz/offshore yataklarından ibaret değildir. US Geological Survey-USGS/ 
ABD Jeolojik Araştırma Programı tarafından Doğu Akdeniz’de Levant Baseni olarak adlandırılan yaklaşık 83,000 km2 alanı kapsayan bölgede yaklaşık 



Şekil 3: Levant Baseni 


122 trilyon cu. ft/3,4 trilyon m3 teknik olarak üretilebilir doğal gaz olduğu bildirilmiştir (Şekil 3). 

Levant sahasında doğal gazın yanında, teknik olarak üretilebilir tahmini 1,7 milyar varil/250 milyon ton petrol varlığı USGS yönettiği bu araştırma ve 
değerlendirme sonucu keşfedilmiştir. 

Bu havzanın çoğu İsrail-Filistin kısmen de Lübnan kara ve deniz sahası içinde yer almaktadır. Offshore/ deniz sahalarının bir kısmı keşfedilmiş ve üretime 
alınmıştır. Karada keşfedilmemiş sahaların üretime alınmasıyla yakın gelecekte İsrail de Ortadoğu’da enerjide önemli bir güç haline gelebilecektir. 

“Centre for Research on Globalization”Küreselleşme Araştırma Merkezi araştırmacı yazarı Michel Chossudovsky, Gazze işgalinden sonra yayınladığı 
bir yazısında, İsrail kuvvetleri tarafından Gazze Şeridi’nin işgali ve kontrolünü stratejik offshore gaz rezervlerine sahiplilikle doğrudan ilişkilendirmekte 
ve bu kanlı savaşın sebebi olarak, Gazze deniz sahasında 2000 yılında keşfedilmiş geniş gaz rezervlerini işaret etmektedir (Şekil 4). Gazze offshore 
sahaları İsrail offshore gaz sahalarına bitişiktir. İsrail’in uluslararası hukuku ihlâl ederek Gazze’yi işgali, Gazze gaz sahalarının bitişik olan İsrail’in offshore 
sahalarına entegre olmasıyla sonuçlanmıştır. 



Şekil 4: Filistin ve İsrail Deniz Doğal Gaz Sahaları 


Kasım 1999’da Filistin Yönetimi ile British Gas (BG Grup) ve ortağı Atina merkezli Lübnanlı Sabbagh ve Koury ailelerine ait Consolidated Contractors 
International Company (CCC) arasında imzalanan 25 yıllık bir anlaşma ile bu sahaların petrol ve doğal gaz arama haklarını bu şirketlere vermiştir. Bu anlaşma Filistin boru hatlarının geliştirme ve yapımını da içermektedir. 

BG Grup 2000 yılında Gazze Marine-1 ve Gazze Marine-2 olarak iki sondaj yapmış ve 1,4 trilyon cu. ft/40,0 milyon m3 gaz tespit etmiştir. BG, lisanslı 
sahalarında üretime aldığı doğal gazı boru hattı ile Askelon’a vermek için İsrail ile yaptığı görüşmelerde, bu gaz satışından Filistin’e de pay gideceği için kabul görmemiştir. 2001 yılında Başbakan Ariel Sharon’un seçilmesi sonrası offshore gaz sahalarındaki Filistin egemenliğine İsrail Yüksek Mahkemesi’nce karşı çıkılmış, İsrail’in Filistin’den Gazze offshore gaz sahalarından çıkarılacak gazı hiçbir zaman satın almayacağı deklere edilmiştir. 

İsrail ile yaptığı görüşmelerde bir anlaşma yolu bulamadığı için BG Ocak 2008 tarihinde İsrail ofisini kapatmış ve faaliyetlerini durdurmuştur. İlginç olan 
konu; Hamas’la ateşkes görüşmelerine başlarken (27 Kasım 2008) daha önce BG’nin tekliflerini geri çeviren İsrail yetkilileri işgal sonrası BG ile iletişime 
geçerek, Gazze’nin doğal gazının üretim ve alımı için görüşmeleri Bu kaynakların bilhassa Gazze şeridi offshore sahalarının üzerine yoğunlaşan paylaşım kavgası, Ortadoğu güvenliğini etkileyecek önemli bir faktördür. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu çevreleyen Doğu Akdeniz’de baş gösteren halk ayaklanmaları 
bulunduğumuz coğrafyadaki ağırlığını giderek artırmaktadır. Tunus’ta geçen yılın sonlarında fitili ateşlenen halk hareketlerinde, iç dinamikler yanında dış dinamiklerin de son derece etken olduğu bir gerçektir. Dış dinamiklerin neden olduğu Domino Etkisi”, Mısır, Libya, kısmen Suudi Arabistan, Bahreyn, 
Ürdün, Umman ve Yemen’den sonra Suriye’yi de etkisi altına almıştır. Ancak, burada Libya ve Suriye’de iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin etkisiyle 
başlayan veya başlatılan “daha çok demokrasi ve insan hakları” amaçlı hareketleri bu iki ülkenin enerji kaynakları ve bulundukları coğrafyadaki konumları itibarîyle incelemekte fayda vardır. ABD, AB ve NATO bir “insanî müdahale” gibi haklı bir bakış açısıyla, Doğu Libya’da silâhlı bir ayaklanmaya 
destek vermiş hatta organize etmiştir. 

Operasyon, Tunus ve Mısır gibi komşu ülkelerdeki protesto hareketine denk gelecek şekilde plânlanmıştır. Böylece, kamuoyunda protesto hareketinin Tunus 
ve Mısır’dan Libya’ya spontane olarak yayıldığı intibaı yaratılmıştır. Ancak, ne gariptir ki, ABDAB-NATO aynı zamanda Yemen ve Bahreyn’de hükümet 
karşıtı silahsız eylem yapan onlarca kişinin öldürülmesine kayıtsız kalmıştır. Ancak bu durum ilk olmamakta, Batı dünyası; daha önceki yıllarda İsrail’in Gazze’yi işgali, Balkanlardaki etnik ve dini katliam, Afrika Rwanda’daki “insanlık ayıbı” olarak adlandırılabilecek katliam süregelirken de bu kayıtsız tavırlarını sürdürmüşlerdir. Libya Avrupa/Batı pazarlarına en yakın ve henüz doğal kaynakları tam olarak üretime alınmamış bir ülke olarak, kabilelerin 
oluşturduğu idarî/siyasî yapısı itibarîyle de kolay kontrol edilebilir bir tablo sergilemektedir. İsyan hareketinin organizasyonu da bu yapısı nedeniyle 
kolay olmuştur. 

Karşı görüşler olmasına karşın, günümüzde ortaya çıkan tablo, Afganistan, Pakistan’ı da kapsayan geniş Ortadoğu coğrafyasında kısmen uygulanan 
(Irak ve Afganistan) ve daha geniş olarak uygulanmak istenen, dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin % 70’inden daha fazlasına sahip, uluslararası piyasalara 
ulaşımı sağlayan petrol ve gaz boru hatları deniz geçişlerinin de bulunduğu coğrafya üzerinde kontrol ve kurumsal sahiplik amacına yönelik askeri 
harekât plânının bir parçası olarak görülebilir. Libya, OPEC üyesi olarak, Ocak 2011 itibarîyle; ispatlanmış 46,4 milyar varil (Bbbl) petrol ile Afrika’nın 
en büyük ve dünya rezervlerinin % 3,4’üne sahip bir ülkedir (Tablo 3). Petrol rezervlerinin yaklaşık %80’i ülkenin petrol üretiminde büyük paya sahip 
doğudaki Sirte havzasında yer almaktadır (Şekil 6). Doğal gaz rezervleri 54,7 trilyon cu. ft (Tcf)/1,54 trilyon cu. m (Tcm) olarak da Afrika’da dördüncü 
konumdadır (Tablo 5). 1971 yılında Cezayir’den sonra Dünyada ikinci LNG sıvılaştırma tesisi kuran Libya, yaptırımlar nedeniyle kuruluş kapasitesi 
olan 125 Bcf/3,5 Bcm kapasitesini artıramamış ancak Akdeniz havzasına ihracat yapmaktadır. Libya petrolü, gravitesi 26,0–43,3 API arası değişen 
“hafif”, ve kükürt oranı %0,5 ten düşük “tatlı” olarak adlandırılan türdedir. Libya, petrol rezervleri özellikleri nedeniyle, çok düşük üretim ve rafinaj 
maliyetlerine sahiptir. Üretim sahalarını Akdeniz terminallerine ulaştıran boru hatları ve buralardaki terminallerden Avrupa’nın Akdeniz kıyısındaki rafinerilerine ulaşım, ithalâtçı ülkelere büyük avantaj sağlamaktadır. Öte yandan, uzun süre uygulanan yaptırımlar nedeniyle, geniş petrol ve gaz potansiyeline sahip henüz üretime alınmamış sahaların varlığı, Ülkenin önemini artırmaktadır. Halen petrol ve doğal gaz üretimleri olması gereken kapasitesini 
çok altındadır. 



Şekil 6: Libya Petrol-Gaz Sahaları, Boru Hatları ve Terminaller 


2010 yılı itibarîyle Libya yaklaşık 1,8 milyon varil/ gün (MMbbld) petrol üretimi ve 1,5 MMbbld ihracat yapmıştır. Bu üretimin yaklaşık % 66’sı Sirte, %25’i Murzuk, geri kalanı ise Trablus yakınlarındaki Pelagian deniz sahalarından yapılmıştır. 

Doğal gaz da ise üretim 1,034 Bcf/ 29,3 Bcm olarak gerçekleşmiş, 2004 yılında devreye alınan NOC-Libya ve ENI-İtalya tarafından işletilen “Greenstream” 
denizaltı boru hattı ile 349 Bcf/9,9 Bcm İtalya ve Avrupa’ya sevk edilmiştir. İtalya doğal gaz ithalâtının % 13’ü Libya’dan sağlamaktadır. 

Libya Devlet Petrol Şirketi (NOC) orta vadeli hedefi 3,0 MMbbld petrol ve 2,6 Bcm doğal gaz üretimi olarak belirlemiştir. 

Libya’nın önemi sadece sahip olduğu enerji kaynaklarından gelmeyip, stratejik konumu da önemini artırmaktadır. Ülkenin güney sınırı; Afrika kuzeyinden 
Orta ve Batı Afrika’ya uzanan geniş bir bölgede nüfus etkisi oluşturmak için stratejik bir öneme sahiptir. Bölgenin petrol, doğal gaz ve stratejik 
mineraller (kobalt, uranyum, krom, manganez ve plâtin) bakımından zenginliği, Çad ve Sudan’daki hidrokarbon potansiyeline olan yakın ilgisi ve imzaladığı 
anlaşmalarla bölgede güçlenen Çin ile genelde AB varlığı yanında Nijer’deki uranyum endüstrisini domine eden Fransa’nın (Areva) Afrika’daki güç ve 
nüfus etkilerini zayıflatmak ise ABD politikalarının bir gereği olarak bu bölgedeki hareketi tanımlamaya yeterlidir. Bulunduğu coğrafyadaki diğer ülkelere kıyasla çok daha demokratik, lâik ve batıya yakın yaşam şeklini benimsemiş bir ülke olan Suriye’de başlayan ve devam eden karışıklık da sorgulanmaya muhtaçtır. Suriye; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de, Irak ve Mısır enerji kaynaklarının batıya ulaştırılmasında en uygun geçiş yolu olması ve Doğu Akdeniz Levant baseni offshore petrol ve doğal gaz kaynaklarına ve çok yüksek değerde olmasa da karasal petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olması nedenleriyle, önemli bir konumdadır (Şekil 7). Suriye, Irak petrol ve doğal gazını uluslar arası piyasalara iletmede Türkiye’ye alternatif güzergâh olmaktadır. Irak petrollerinin Akdeniz’e eriştirilmesi, doğal gaz kaynaklarının tesis edilecek LNG -Doğal gaz Sıvılaştırma Tesisi- ile Akdeniz/Avrupa pazarına sunulması, Arap Boru hattı ile Mısır ve Irak Akkaş sahası gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevki, enerji konusunda önemli projelerdir. Öte yandan, İsrail’in güvenliği için, Suriye’de kontrol edilebilir bir yönetim Batı dünyasının istemidir. Bu konular, Suriye’yi gerek enerji güvenliği gerekse askeri strateji yönlerden çok önemli kılmaktadır. 



Şekil 7: Irak – Suriye Petrol Boru Hatları (Kapalı) 


ENERJİ GÜVENLİĞİ ve ORTADOĞU 

Enerji güvenliğinde söz konusu hassas noktalardan biri de ”Kaynak” ve “Pazar” arasındaki iletişim ve ulaşım hatlarının güvenliğidir. Dünya uluslar arası petrol ticareti ve arz garantisi güvenli nakliyeye bağlıdır. Fosil yakıtları üreten ve tüketen ülkeler arasında büyük mesafeler vardır. En büyük petrol ve doğal gaz ithalâtçıları ABD, Batı Avrupa ve Asya Pasifik Ülkeleridir. Öte yandan en büyük ihracatçılar ise, Ortadoğu, Kuzey Afrika, RF, Meksika ve Venezüella’dır. İngiltere, mevcut Kuzey Denizi rezervleri tükenene kadar nötr durumda olup azalma eğilimi gösteren bu rezervlerinin durumuna bağlı olarak o da ithalâtçı grubuna girecektir. Hızlı sanayi gelişmesi sergileyen Çin ve Hindistan, önemli ithalâtçı durumuna gelerek, rekabeti artıracaktır. 

Gerek kaynak, gerekse sürdürülebilirlik açısından sevk yollarının güvenliği, Ortadoğu’nun “Enerji Güvenliği” kavramında önemini daha da pekiştirmektedir. 
Ortadoğu’nun sahip olduğu kaynaklar açısından arz ettiği bu dayanılmaz önemin yanında, bu bölgeden uluslar arası pazarlara yapılan petrol, petrol ürünleri ve LNG sevkiyatı da büyük önem arz etmektedir. 

Brzezinski’nin National Interest Dergisinde yayınlanan “Hegemonik Bataklık” adlı makalesinde de, “Bölgenin enerji kaynaklarının çekiciliği ABD’ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Ortadoğu’yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. 

Bu bölgeye egemen olmak ABD’ye başka bir stratejik manivelâ da sağlamaktadır. Bu da ekonomileri, bölgeden güvenli petrol akışına bağlı Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün, beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir” demekle, ABD’nin bu Ortadoğu coğrafyası üzerindeki plân ve politikalarına açıklık getirmektedir. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak amacının güdüldüğü bu söylemler, 21 yüzyılda uygulanacak “enerji-politiğin” stratejisinin açık ifadesi olarak ortaya çıkmakta ve işaret edilen hedef coğrafya da “Ortadoğu” olmaktadır. 

Ancak, ABD’nin enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istemesinin nedeni, sadece kendi enerji ihtiyacını karşılamak ve güvence altına almak değildir. ABD enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü kendi kaynaklarından ve ithalâtını da Meksika, Venezüella, Kanada, Batı Afrika ve Kuzey Denizi’nden (Norveç) karşılamakta, %19 gibi bir bölümünü Ortadoğu ülkelerinden almaktadır. Dolayısıyla, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla birlikte, esas amaç, dünya üzerindeki gelişen ekonomilerin ve rakiplerinin (AB, Çin, Japonya, Asya ülkeleri) çok büyük ölçüde bu kaynaklara bağımlı olmasıdır. 

Dünya hâkimiyeti için Avrasya, Avrasya hâkimiyeti için de Ortadoğu’yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda stratejik bir madde olan 
petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik tesis ederek, gerek temin gerekse fiyatlandırma konula-rında, rakipleri karşısında stratejik üstünlük kurmayı amaçlamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan altın ve ABD dolarına endeksli “Bretton-Woods” sisteminin, 1971 yılında ABD altın rezervlerinin düşmesiyle başlayan süreçte, 1973 yılında petrol krizi etkisiyle çökmesi sonucu, altın olarak mevcut olmayan, sadece ABD’nin politik baskı ve 
askeri gücü ile ayakta durabilen ABD dolarının, dünya ticaretinde mevcut konumunu koruyabilmesi de bu gücün tesis edilmesi ve sürdürülebilmesine 
bağlıdır. Bu stratejik güç, Euro veya başka bir para biriminin dünya ticaretine hâkim olmasını da önleyecektir. 

2010 yılı itibarîyle toplam 82.095.000 bbld petrol üretiminin 53.510.000 bbld yaklaşık % 65’i ticarî olarak hareket görmüştür. Bu petrol ticaretinin %72’si deniz yollarından yapılmaktadır. Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı bu ticarette petrolün ana çıkış noktası olup, payı 18.883.000 bbld olarak %35,3’tür. Bu rakamlarda ürün ticareti yoktur. Hürmüz Boğazından çıkan petrol Avrupa’ya Kızıldeniz Hint Okyanusu bağlantısını sağlayan Bab el-Mandab ve Süveyş Kanalından, Okyanus Ülkelerine (Çin, Japonya, Batı ABD) Malacca Boğazından, Atlantik Ülkelerine (Avrupa, Doğu ABD) Ümit Burnundan geçerek sevk edilmektedir. Aynı güzergâhı LNG sevki için kullanan Katar’ın doğal gaz rezervi açısından dünya üçüncüsü olması ve LNG sıvılaştırma tesisleri kapasitesinin büyüklüğü göz önüne alındığında, bölge enerji kaynaklarının sağlıklı ihraç/sevk yolları için Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı güvenliğinin önemi yadsınamaz bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır 

Bunların yanında, Afrika’dan Avrupa ve Batı Amerika’ya, Kuzey Denizinden Avrupa’ya ve Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya olan sevkiyatlar diğer önemli deniz sevk yollarıdır. Öte yandan, RF petrol ve gaz kaynaklarının Avrupa’ya, Kanada ve Meksika kaynaklarının Amerika’ya boru hatları ile nakli ana kıtasal sevk yollarıdır. Bu deniz geçiş yolları/boğazlardan herhangi birinin geçici olarak kapanması, enerji arzını olumsuz etkileyebilecek ve çok önemli fiyat artışlarına neden olabilecektir. Enerji arz güvenliğinin büyük bir kriz yaratma potansiyeline sahip olması nedeniyle, enerji arzını garanti altına alma amacı, bu kaynakların kontrolünün stratejik gücüne ihtiyaç duyan ülke ve ya ülkelerin dış politikalarının önceliklerini şekillendirmektedir. 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Enerji Güvenliği, enerji kaynaklarının bulunduğu bölgenin siyasî istikrarı ve güvenliği ile doğru orantılıdır. Ortadoğu coğrafyasının bu açıdan sorunsuz 
olduğu söylenemez. BM’in nükleer araştırmaları nedeniyle İran’a uyguladığı yaptırım Bölgede gerginliğe neden olmaktadır. Öte yandan, Doğu 
Akdeniz’de bulunan enerji yataklarının bilhassa Gazze şeridi üzerinde yoğunlaşan paylaşım kavgasının İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlığı sürdürmesi, GKRY ile Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz arama anlaşmaları yapması, bunların İran, Suriye ve Türkiye’nin de içinde olduğu bir anlaşmazlık yumağına dönüşmesi kaçınılmaz gözükmektedir. 

Bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasını etkileyen bunca politik kargaşaya rağmen, üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşanabilir özelliklerinin devamı 
için, insan yaşamının her safhasında olmazsa olmaz durumuna gelen enerji güvenliği, tüm dünya ülkelerinin-eğer aynı kürede yaşanacak ise-çözüm getirmesi gereken en önemli konusudur. 

Başta hızlı gelişen ekonomileriyle Çin ve Hindistan ile tüketimini kontrol altına almayan ABD’nin sebep olduğu yükselen küresel enerji talebi, Dünya 
enerji güvenliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Tüketim kontrolü/enerji tasarrufu ilk başvurulacak yöntem olmalıdır. Başta OECD olmak üzere ekonomisi gelişmiş ülkelerin, talebi kontrol/kısma yönünde politikalar geliştirmedikleri bir süreçte, tüm tüketici ülkelerin petrol ve doğal gaz taleplerindeki artış, yakın gelecekte küresel enerji pazarında sıkıntılara neden olabilecektir. Artan dünya enerji kaynakları talep ve ticaretinin bilhassa tüketiciler açısından istenen dengede olmama olasılığı yüksektir. Arz tarafında olası gelişmeler kısıtlıdır. Bu nedenle artan talep, fiyat istikrarsızlığına sebep olabilecektir. Orta ve uzun vadede, talebi karşılayacak kaynakların yoğunlaşacağı bölgeler öncelikle Ortadoğu, sonra RF ve Hazar Havzası olarak görülmektedir. Bu ülkelerinin pazar egemenlikleri sonucu fiyat dikte etme durumuna gelmeleri, küresel politik dengesizlik ve huzursuzluklara da neden olabilecektir. Tüm bu sorunlarla başa çıkmak bölgesel ve küresel enerji güvenliğini sağlamak için, Gelişmiş ülkelerin Ortadoğu Bölgesi siyasî istikrarı ve güvenliği için gerekli özeni göstermeleri, Kaynakların artırılması için gerekli yatırımların zamanında yapılması, Paylaşımın, tarafların huzursuzluğuna sebep olmayacak şekilde plânlanması ve âdil olması, Gelişmiş ülkelerin başı çekeceği enerji verimliliği ve tüketimi kısma politikalarının tüm dünya ülkelerince en üst derecede paylaşımı, gerekli görülmektedir. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder