Enerji Uzmanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enerji Uzmanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2017 Çarşamba

Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 2



 Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 2


DOĞU AKDENİZ, KUZEY AFRİKA ENERJİ KAYNAKLARI ve POLİTİKALAR 

Ortadoğu’nun ayrılmaz parçası “Doğu Akdeniz Havzası” ve “Kuzey Afrika” kaynakları “Enerji Güvenliği” söz konusu olduğunda, Ortadoğu coğrafyasında 
“ülke güvenliği problemlerine” neden olmaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın dünya hidrokarbon rezervleri ve dünya üretimdeki konumu, petrol ve sonrasında doğal gazın kazandığı önem nedeniyle, 19. yüzyıl ortalarından buyana bu coğrafyada gerginlikler, hükümranlık ve paylaşım savaşlarının nedeni olmuştur. 

Ortadoğu enerji kaynakları sadece Arap yarımadası karasal ve Körfezdeki deniz/offshore yataklarından ibaret değildir. US Geological Survey-USGS/ 
ABD Jeolojik Araştırma Programı tarafından Doğu Akdeniz’de Levant Baseni olarak adlandırılan yaklaşık 83,000 km2 alanı kapsayan bölgede yaklaşık 



Şekil 3: Levant Baseni 


122 trilyon cu. ft/3,4 trilyon m3 teknik olarak üretilebilir doğal gaz olduğu bildirilmiştir (Şekil 3). 

Levant sahasında doğal gazın yanında, teknik olarak üretilebilir tahmini 1,7 milyar varil/250 milyon ton petrol varlığı USGS yönettiği bu araştırma ve 
değerlendirme sonucu keşfedilmiştir. 

Bu havzanın çoğu İsrail-Filistin kısmen de Lübnan kara ve deniz sahası içinde yer almaktadır. Offshore/ deniz sahalarının bir kısmı keşfedilmiş ve üretime 
alınmıştır. Karada keşfedilmemiş sahaların üretime alınmasıyla yakın gelecekte İsrail de Ortadoğu’da enerjide önemli bir güç haline gelebilecektir. 

“Centre for Research on Globalization”Küreselleşme Araştırma Merkezi araştırmacı yazarı Michel Chossudovsky, Gazze işgalinden sonra yayınladığı 
bir yazısında, İsrail kuvvetleri tarafından Gazze Şeridi’nin işgali ve kontrolünü stratejik offshore gaz rezervlerine sahiplilikle doğrudan ilişkilendirmekte 
ve bu kanlı savaşın sebebi olarak, Gazze deniz sahasında 2000 yılında keşfedilmiş geniş gaz rezervlerini işaret etmektedir (Şekil 4). Gazze offshore 
sahaları İsrail offshore gaz sahalarına bitişiktir. İsrail’in uluslararası hukuku ihlâl ederek Gazze’yi işgali, Gazze gaz sahalarının bitişik olan İsrail’in offshore 
sahalarına entegre olmasıyla sonuçlanmıştır. 



Şekil 4: Filistin ve İsrail Deniz Doğal Gaz Sahaları 


Kasım 1999’da Filistin Yönetimi ile British Gas (BG Grup) ve ortağı Atina merkezli Lübnanlı Sabbagh ve Koury ailelerine ait Consolidated Contractors 
International Company (CCC) arasında imzalanan 25 yıllık bir anlaşma ile bu sahaların petrol ve doğal gaz arama haklarını bu şirketlere vermiştir. Bu anlaşma Filistin boru hatlarının geliştirme ve yapımını da içermektedir. 

BG Grup 2000 yılında Gazze Marine-1 ve Gazze Marine-2 olarak iki sondaj yapmış ve 1,4 trilyon cu. ft/40,0 milyon m3 gaz tespit etmiştir. BG, lisanslı 
sahalarında üretime aldığı doğal gazı boru hattı ile Askelon’a vermek için İsrail ile yaptığı görüşmelerde, bu gaz satışından Filistin’e de pay gideceği için kabul görmemiştir. 2001 yılında Başbakan Ariel Sharon’un seçilmesi sonrası offshore gaz sahalarındaki Filistin egemenliğine İsrail Yüksek Mahkemesi’nce karşı çıkılmış, İsrail’in Filistin’den Gazze offshore gaz sahalarından çıkarılacak gazı hiçbir zaman satın almayacağı deklere edilmiştir. 

İsrail ile yaptığı görüşmelerde bir anlaşma yolu bulamadığı için BG Ocak 2008 tarihinde İsrail ofisini kapatmış ve faaliyetlerini durdurmuştur. İlginç olan 
konu; Hamas’la ateşkes görüşmelerine başlarken (27 Kasım 2008) daha önce BG’nin tekliflerini geri çeviren İsrail yetkilileri işgal sonrası BG ile iletişime 
geçerek, Gazze’nin doğal gazının üretim ve alımı için görüşmeleri Bu kaynakların bilhassa Gazze şeridi offshore sahalarının üzerine yoğunlaşan paylaşım kavgası, Ortadoğu güvenliğini etkileyecek önemli bir faktördür. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu çevreleyen Doğu Akdeniz’de baş gösteren halk ayaklanmaları 
bulunduğumuz coğrafyadaki ağırlığını giderek artırmaktadır. Tunus’ta geçen yılın sonlarında fitili ateşlenen halk hareketlerinde, iç dinamikler yanında dış dinamiklerin de son derece etken olduğu bir gerçektir. Dış dinamiklerin neden olduğu Domino Etkisi”, Mısır, Libya, kısmen Suudi Arabistan, Bahreyn, 
Ürdün, Umman ve Yemen’den sonra Suriye’yi de etkisi altına almıştır. Ancak, burada Libya ve Suriye’de iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin etkisiyle 
başlayan veya başlatılan “daha çok demokrasi ve insan hakları” amaçlı hareketleri bu iki ülkenin enerji kaynakları ve bulundukları coğrafyadaki konumları itibarîyle incelemekte fayda vardır. ABD, AB ve NATO bir “insanî müdahale” gibi haklı bir bakış açısıyla, Doğu Libya’da silâhlı bir ayaklanmaya 
destek vermiş hatta organize etmiştir. 

Operasyon, Tunus ve Mısır gibi komşu ülkelerdeki protesto hareketine denk gelecek şekilde plânlanmıştır. Böylece, kamuoyunda protesto hareketinin Tunus 
ve Mısır’dan Libya’ya spontane olarak yayıldığı intibaı yaratılmıştır. Ancak, ne gariptir ki, ABDAB-NATO aynı zamanda Yemen ve Bahreyn’de hükümet 
karşıtı silahsız eylem yapan onlarca kişinin öldürülmesine kayıtsız kalmıştır. Ancak bu durum ilk olmamakta, Batı dünyası; daha önceki yıllarda İsrail’in Gazze’yi işgali, Balkanlardaki etnik ve dini katliam, Afrika Rwanda’daki “insanlık ayıbı” olarak adlandırılabilecek katliam süregelirken de bu kayıtsız tavırlarını sürdürmüşlerdir. Libya Avrupa/Batı pazarlarına en yakın ve henüz doğal kaynakları tam olarak üretime alınmamış bir ülke olarak, kabilelerin 
oluşturduğu idarî/siyasî yapısı itibarîyle de kolay kontrol edilebilir bir tablo sergilemektedir. İsyan hareketinin organizasyonu da bu yapısı nedeniyle 
kolay olmuştur. 

Karşı görüşler olmasına karşın, günümüzde ortaya çıkan tablo, Afganistan, Pakistan’ı da kapsayan geniş Ortadoğu coğrafyasında kısmen uygulanan 
(Irak ve Afganistan) ve daha geniş olarak uygulanmak istenen, dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin % 70’inden daha fazlasına sahip, uluslararası piyasalara 
ulaşımı sağlayan petrol ve gaz boru hatları deniz geçişlerinin de bulunduğu coğrafya üzerinde kontrol ve kurumsal sahiplik amacına yönelik askeri 
harekât plânının bir parçası olarak görülebilir. Libya, OPEC üyesi olarak, Ocak 2011 itibarîyle; ispatlanmış 46,4 milyar varil (Bbbl) petrol ile Afrika’nın 
en büyük ve dünya rezervlerinin % 3,4’üne sahip bir ülkedir (Tablo 3). Petrol rezervlerinin yaklaşık %80’i ülkenin petrol üretiminde büyük paya sahip 
doğudaki Sirte havzasında yer almaktadır (Şekil 6). Doğal gaz rezervleri 54,7 trilyon cu. ft (Tcf)/1,54 trilyon cu. m (Tcm) olarak da Afrika’da dördüncü 
konumdadır (Tablo 5). 1971 yılında Cezayir’den sonra Dünyada ikinci LNG sıvılaştırma tesisi kuran Libya, yaptırımlar nedeniyle kuruluş kapasitesi 
olan 125 Bcf/3,5 Bcm kapasitesini artıramamış ancak Akdeniz havzasına ihracat yapmaktadır. Libya petrolü, gravitesi 26,0–43,3 API arası değişen 
“hafif”, ve kükürt oranı %0,5 ten düşük “tatlı” olarak adlandırılan türdedir. Libya, petrol rezervleri özellikleri nedeniyle, çok düşük üretim ve rafinaj 
maliyetlerine sahiptir. Üretim sahalarını Akdeniz terminallerine ulaştıran boru hatları ve buralardaki terminallerden Avrupa’nın Akdeniz kıyısındaki rafinerilerine ulaşım, ithalâtçı ülkelere büyük avantaj sağlamaktadır. Öte yandan, uzun süre uygulanan yaptırımlar nedeniyle, geniş petrol ve gaz potansiyeline sahip henüz üretime alınmamış sahaların varlığı, Ülkenin önemini artırmaktadır. Halen petrol ve doğal gaz üretimleri olması gereken kapasitesini 
çok altındadır. 



Şekil 6: Libya Petrol-Gaz Sahaları, Boru Hatları ve Terminaller 


2010 yılı itibarîyle Libya yaklaşık 1,8 milyon varil/ gün (MMbbld) petrol üretimi ve 1,5 MMbbld ihracat yapmıştır. Bu üretimin yaklaşık % 66’sı Sirte, %25’i Murzuk, geri kalanı ise Trablus yakınlarındaki Pelagian deniz sahalarından yapılmıştır. 

Doğal gaz da ise üretim 1,034 Bcf/ 29,3 Bcm olarak gerçekleşmiş, 2004 yılında devreye alınan NOC-Libya ve ENI-İtalya tarafından işletilen “Greenstream” 
denizaltı boru hattı ile 349 Bcf/9,9 Bcm İtalya ve Avrupa’ya sevk edilmiştir. İtalya doğal gaz ithalâtının % 13’ü Libya’dan sağlamaktadır. 

Libya Devlet Petrol Şirketi (NOC) orta vadeli hedefi 3,0 MMbbld petrol ve 2,6 Bcm doğal gaz üretimi olarak belirlemiştir. 

Libya’nın önemi sadece sahip olduğu enerji kaynaklarından gelmeyip, stratejik konumu da önemini artırmaktadır. Ülkenin güney sınırı; Afrika kuzeyinden 
Orta ve Batı Afrika’ya uzanan geniş bir bölgede nüfus etkisi oluşturmak için stratejik bir öneme sahiptir. Bölgenin petrol, doğal gaz ve stratejik 
mineraller (kobalt, uranyum, krom, manganez ve plâtin) bakımından zenginliği, Çad ve Sudan’daki hidrokarbon potansiyeline olan yakın ilgisi ve imzaladığı 
anlaşmalarla bölgede güçlenen Çin ile genelde AB varlığı yanında Nijer’deki uranyum endüstrisini domine eden Fransa’nın (Areva) Afrika’daki güç ve 
nüfus etkilerini zayıflatmak ise ABD politikalarının bir gereği olarak bu bölgedeki hareketi tanımlamaya yeterlidir. Bulunduğu coğrafyadaki diğer ülkelere kıyasla çok daha demokratik, lâik ve batıya yakın yaşam şeklini benimsemiş bir ülke olan Suriye’de başlayan ve devam eden karışıklık da sorgulanmaya muhtaçtır. Suriye; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de, Irak ve Mısır enerji kaynaklarının batıya ulaştırılmasında en uygun geçiş yolu olması ve Doğu Akdeniz Levant baseni offshore petrol ve doğal gaz kaynaklarına ve çok yüksek değerde olmasa da karasal petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olması nedenleriyle, önemli bir konumdadır (Şekil 7). Suriye, Irak petrol ve doğal gazını uluslar arası piyasalara iletmede Türkiye’ye alternatif güzergâh olmaktadır. Irak petrollerinin Akdeniz’e eriştirilmesi, doğal gaz kaynaklarının tesis edilecek LNG -Doğal gaz Sıvılaştırma Tesisi- ile Akdeniz/Avrupa pazarına sunulması, Arap Boru hattı ile Mısır ve Irak Akkaş sahası gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevki, enerji konusunda önemli projelerdir. Öte yandan, İsrail’in güvenliği için, Suriye’de kontrol edilebilir bir yönetim Batı dünyasının istemidir. Bu konular, Suriye’yi gerek enerji güvenliği gerekse askeri strateji yönlerden çok önemli kılmaktadır. 



Şekil 7: Irak – Suriye Petrol Boru Hatları (Kapalı) 


ENERJİ GÜVENLİĞİ ve ORTADOĞU 

Enerji güvenliğinde söz konusu hassas noktalardan biri de ”Kaynak” ve “Pazar” arasındaki iletişim ve ulaşım hatlarının güvenliğidir. Dünya uluslar arası petrol ticareti ve arz garantisi güvenli nakliyeye bağlıdır. Fosil yakıtları üreten ve tüketen ülkeler arasında büyük mesafeler vardır. En büyük petrol ve doğal gaz ithalâtçıları ABD, Batı Avrupa ve Asya Pasifik Ülkeleridir. Öte yandan en büyük ihracatçılar ise, Ortadoğu, Kuzey Afrika, RF, Meksika ve Venezüella’dır. İngiltere, mevcut Kuzey Denizi rezervleri tükenene kadar nötr durumda olup azalma eğilimi gösteren bu rezervlerinin durumuna bağlı olarak o da ithalâtçı grubuna girecektir. Hızlı sanayi gelişmesi sergileyen Çin ve Hindistan, önemli ithalâtçı durumuna gelerek, rekabeti artıracaktır. 

Gerek kaynak, gerekse sürdürülebilirlik açısından sevk yollarının güvenliği, Ortadoğu’nun “Enerji Güvenliği” kavramında önemini daha da pekiştirmektedir. 
Ortadoğu’nun sahip olduğu kaynaklar açısından arz ettiği bu dayanılmaz önemin yanında, bu bölgeden uluslar arası pazarlara yapılan petrol, petrol ürünleri ve LNG sevkiyatı da büyük önem arz etmektedir. 

Brzezinski’nin National Interest Dergisinde yayınlanan “Hegemonik Bataklık” adlı makalesinde de, “Bölgenin enerji kaynaklarının çekiciliği ABD’ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Ortadoğu’yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. 

Bu bölgeye egemen olmak ABD’ye başka bir stratejik manivelâ da sağlamaktadır. Bu da ekonomileri, bölgeden güvenli petrol akışına bağlı Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün, beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir” demekle, ABD’nin bu Ortadoğu coğrafyası üzerindeki plân ve politikalarına açıklık getirmektedir. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak amacının güdüldüğü bu söylemler, 21 yüzyılda uygulanacak “enerji-politiğin” stratejisinin açık ifadesi olarak ortaya çıkmakta ve işaret edilen hedef coğrafya da “Ortadoğu” olmaktadır. 

Ancak, ABD’nin enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istemesinin nedeni, sadece kendi enerji ihtiyacını karşılamak ve güvence altına almak değildir. ABD enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü kendi kaynaklarından ve ithalâtını da Meksika, Venezüella, Kanada, Batı Afrika ve Kuzey Denizi’nden (Norveç) karşılamakta, %19 gibi bir bölümünü Ortadoğu ülkelerinden almaktadır. Dolayısıyla, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla birlikte, esas amaç, dünya üzerindeki gelişen ekonomilerin ve rakiplerinin (AB, Çin, Japonya, Asya ülkeleri) çok büyük ölçüde bu kaynaklara bağımlı olmasıdır. 

Dünya hâkimiyeti için Avrasya, Avrasya hâkimiyeti için de Ortadoğu’yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda stratejik bir madde olan 
petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik tesis ederek, gerek temin gerekse fiyatlandırma konula-rında, rakipleri karşısında stratejik üstünlük kurmayı amaçlamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan altın ve ABD dolarına endeksli “Bretton-Woods” sisteminin, 1971 yılında ABD altın rezervlerinin düşmesiyle başlayan süreçte, 1973 yılında petrol krizi etkisiyle çökmesi sonucu, altın olarak mevcut olmayan, sadece ABD’nin politik baskı ve 
askeri gücü ile ayakta durabilen ABD dolarının, dünya ticaretinde mevcut konumunu koruyabilmesi de bu gücün tesis edilmesi ve sürdürülebilmesine 
bağlıdır. Bu stratejik güç, Euro veya başka bir para biriminin dünya ticaretine hâkim olmasını da önleyecektir. 

2010 yılı itibarîyle toplam 82.095.000 bbld petrol üretiminin 53.510.000 bbld yaklaşık % 65’i ticarî olarak hareket görmüştür. Bu petrol ticaretinin %72’si deniz yollarından yapılmaktadır. Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı bu ticarette petrolün ana çıkış noktası olup, payı 18.883.000 bbld olarak %35,3’tür. Bu rakamlarda ürün ticareti yoktur. Hürmüz Boğazından çıkan petrol Avrupa’ya Kızıldeniz Hint Okyanusu bağlantısını sağlayan Bab el-Mandab ve Süveyş Kanalından, Okyanus Ülkelerine (Çin, Japonya, Batı ABD) Malacca Boğazından, Atlantik Ülkelerine (Avrupa, Doğu ABD) Ümit Burnundan geçerek sevk edilmektedir. Aynı güzergâhı LNG sevki için kullanan Katar’ın doğal gaz rezervi açısından dünya üçüncüsü olması ve LNG sıvılaştırma tesisleri kapasitesinin büyüklüğü göz önüne alındığında, bölge enerji kaynaklarının sağlıklı ihraç/sevk yolları için Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı güvenliğinin önemi yadsınamaz bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır 

Bunların yanında, Afrika’dan Avrupa ve Batı Amerika’ya, Kuzey Denizinden Avrupa’ya ve Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya olan sevkiyatlar diğer önemli deniz sevk yollarıdır. Öte yandan, RF petrol ve gaz kaynaklarının Avrupa’ya, Kanada ve Meksika kaynaklarının Amerika’ya boru hatları ile nakli ana kıtasal sevk yollarıdır. Bu deniz geçiş yolları/boğazlardan herhangi birinin geçici olarak kapanması, enerji arzını olumsuz etkileyebilecek ve çok önemli fiyat artışlarına neden olabilecektir. Enerji arz güvenliğinin büyük bir kriz yaratma potansiyeline sahip olması nedeniyle, enerji arzını garanti altına alma amacı, bu kaynakların kontrolünün stratejik gücüne ihtiyaç duyan ülke ve ya ülkelerin dış politikalarının önceliklerini şekillendirmektedir. 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Enerji Güvenliği, enerji kaynaklarının bulunduğu bölgenin siyasî istikrarı ve güvenliği ile doğru orantılıdır. Ortadoğu coğrafyasının bu açıdan sorunsuz 
olduğu söylenemez. BM’in nükleer araştırmaları nedeniyle İran’a uyguladığı yaptırım Bölgede gerginliğe neden olmaktadır. Öte yandan, Doğu 
Akdeniz’de bulunan enerji yataklarının bilhassa Gazze şeridi üzerinde yoğunlaşan paylaşım kavgasının İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlığı sürdürmesi, GKRY ile Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz arama anlaşmaları yapması, bunların İran, Suriye ve Türkiye’nin de içinde olduğu bir anlaşmazlık yumağına dönüşmesi kaçınılmaz gözükmektedir. 

Bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasını etkileyen bunca politik kargaşaya rağmen, üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşanabilir özelliklerinin devamı 
için, insan yaşamının her safhasında olmazsa olmaz durumuna gelen enerji güvenliği, tüm dünya ülkelerinin-eğer aynı kürede yaşanacak ise-çözüm getirmesi gereken en önemli konusudur. 

Başta hızlı gelişen ekonomileriyle Çin ve Hindistan ile tüketimini kontrol altına almayan ABD’nin sebep olduğu yükselen küresel enerji talebi, Dünya 
enerji güvenliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Tüketim kontrolü/enerji tasarrufu ilk başvurulacak yöntem olmalıdır. Başta OECD olmak üzere ekonomisi gelişmiş ülkelerin, talebi kontrol/kısma yönünde politikalar geliştirmedikleri bir süreçte, tüm tüketici ülkelerin petrol ve doğal gaz taleplerindeki artış, yakın gelecekte küresel enerji pazarında sıkıntılara neden olabilecektir. Artan dünya enerji kaynakları talep ve ticaretinin bilhassa tüketiciler açısından istenen dengede olmama olasılığı yüksektir. Arz tarafında olası gelişmeler kısıtlıdır. Bu nedenle artan talep, fiyat istikrarsızlığına sebep olabilecektir. Orta ve uzun vadede, talebi karşılayacak kaynakların yoğunlaşacağı bölgeler öncelikle Ortadoğu, sonra RF ve Hazar Havzası olarak görülmektedir. Bu ülkelerinin pazar egemenlikleri sonucu fiyat dikte etme durumuna gelmeleri, küresel politik dengesizlik ve huzursuzluklara da neden olabilecektir. Tüm bu sorunlarla başa çıkmak bölgesel ve küresel enerji güvenliğini sağlamak için, Gelişmiş ülkelerin Ortadoğu Bölgesi siyasî istikrarı ve güvenliği için gerekli özeni göstermeleri, Kaynakların artırılması için gerekli yatırımların zamanında yapılması, Paylaşımın, tarafların huzursuzluğuna sebep olmayacak şekilde plânlanması ve âdil olması, Gelişmiş ülkelerin başı çekeceği enerji verimliliği ve tüketimi kısma politikalarının tüm dünya ülkelerince en üst derecede paylaşımı, gerekli görülmektedir. 

***

Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 1


Ortadoğu’da Enerji Güvenliği BÖLÜM 1 



Mete Göknel 
E. BOTAŞ Genel Müdürü Enerji Uzmanı 

Enerji; ülke savunması, ekonomik ve sosyal kalkınmanın temel girdisidir. 
Bu nedenle, Enerji Arz güvenliği, Ülkelerin birinci öncelikli konuları arasındadır. 
Tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde enerji arzının; 

-Yeterli, 
-Erişilebilir, 
-Sürdürülebilir, 
-Uygun fiyatlı olması çok önemlidir. 

Enerji güvenliği, uluslararası politikaların gündemine 20. Yüzyılın ilk yarısında yerleşmiş olmakla birlikte, önemi devamlı artan bir konudur ve önümüzdeki 
on yıllarda da fosil yakıtlara -bilhassa petrol ve doğal gaz olan bağımlılık azalana ve birincil enerji olarak, alternatif kaynakların ekonomik kullanımı sağlanana kadar önemini koruyacaktır. Küresel anlamda enerji güvenliği ifadesi, üretici ve tüketici ülkeler için ayrı anlamlar taşımaktadır. 

İthal enerji kaynaklarına bağımlılığı yüksek tüketici ülkeler açısından “enerji arz güvenliği” enerji kaynaklarının sürekliliği, çeşitliliği, güvenilirliği, olabildiğin ce uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi olarak algılanırken, enerji ihracatçısı üretici ülkeler açısından da kaynaklarına 
uluslararası piyasalarda çeşitli ülkelerden kesintisiz ve yeterli talebin olması ve yüksek fiyatlardan sa-tılabilmesi anlamında “enerji talep güvenliği” kavramı 
ön plâna çıkmaktadır. Dolayısıyla, ister enerji ithalâtçısı isterse ihracatçısı olsun, bütün ülkelerin enerji politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında “enerji güvenliği” konusu kritik bir önem arz etmektedir. Enerji arz güvenliği veya diğer bir deyişle enerji sağlama sisteminin hiçbir zaman tam güvenli olması beklenemez. Teknik ve politik nedenler, kaza, tâbii afet, sabotaj vb. gibi konular, arz ve iletimi (boru hattı, deniz nakliyesi) sekteye uğratabilir. 

Bu nedenle, enerji güvenliği bir anlamda “ Risk Yönetimi ” olarak algılanarak, gerek riskleri gerekse sonuçlarını kabul edilebilir seviyeye indirecek politikaları oluşturmak ve çözümleri üretmek temel amaç olmalıdır. Ancak, enerji politikalarında basit çözümler yoktur. Bütün sorunları çözecek, sınırsız, 
kirlenmeye yol açmayan ve ucuz olacak bir enerji kaynağı da henüz bulunmamıştır. Doğal gaz, petrol, kömür, nükleer ve yenilenebilir enerji kaynakların hepsi sürdürülebilir büyüme açısından olumlu ve olumsuz noktalar sahiptir. 

Enerji Güvenliği; “Ekonomik Güvenlik” ve “Ulusal Güvenlik” ile eş anlamlıdır. Bu nedenle ülkelerin ulusal güvenlik konuları içinde de en başta yerini almaktadır. Bunun sonucunda da, enerji; ekonomik bir konu olmanın ötesine geçerek bir-iki ülkenin var oluş ve dış etkenlere karşı koyma yani savunma stratejilerinde izlenmesi gereken iç ve dış politikaların bileşenini oluşturmaktadır. Bu nedenlerle Enerji Güvenliği uluslar ve onu oluşturan toplumlar için yaşamsal önem arz etmektedir. Enerji Güvenliği ile ilgili bugünkü endişelerin bir başka yönü de giderek daha çok sayıda ülkenin tüm bir kıtayı kat eden boru hatlarıyla veya okyanusları aşan tankerlerle çok uzun mesafelerden taşınan enerji arzına bağımlılığının artmasıdır. Artan talebi karşılamak için yeni petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri veya LNG terminalleri –sıvılaştırma ve gazlaştırma- gibi daha karmaşık ve güvenlik açısından hassas bir altyapı oluşacaktır. Bu durum ise, küreselleşmenin yeni bir boyutu olmakla, denizde ve karada bir bütün olarak güvenlik gerektiren bir sistem içinde tüketici ve üreticinin birbirine bağımlılığını sergilemektedir. 

DÜNYA ENERJİ TÜKETİMİ ve KAYNAKLAR 

Dünya enerji tüketimi, gelişmiş ve gelişen ülkelerin hızla artan talebi nedeniyle devamlı artış göstermektedir. EIA-Energy Information Administration- 
IEO 2010 referans senaryosuna göre, dünya enerji tüketiminin 2007 ve 2035 yılları arasında yıllık %1,4 toplam %49 artması beklenmektedir. 
Yıllık artışlar 2003–2007 döneminde %4,9 olmuş ancak küresel kriz nedeniyle 2008 yılında %3,0, 2009 yılında ise %1,0 olarak gerçekleşmiştir. Tablo 
1’de dünya toplam enerji tüketimi ve projeksiyonu verilmektedir. 



Tablo 1: Dünya Toplam Enerji Tüketimi, Trilyon (1012) Btu 

Projeksiyonlarda baz yılı 2007 değerleri olmakla birlikte, 2008 ve 2009 yılları tüketim hızı yavaşlaması da göz önüne alınmıştır. Görüleceği gibi, gerek gelişmiş gerekse Çin ve Hindistan gibi hızlı gelişen ülkelerin enerji tüketimleri, dünya enerji talebini artırmaktadır. 

Enerji tüketiminin yakıt cinslerine göre dağılımı ise Tablo 2’de ve Şekil 1’deki grafikte görülmektedir. Tüketim artışının 2010–2015 döneminde petrolde 
%3,7, doğal gazda %10,0, kömürde %6,7 ve yenilenebilirde %22,6 oranında olması beklenmektedir. Bu artış içinde fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğal gaz) payı %82,4 gibi oldukça yüksektir. 2015–2035 döneminde her ne kadar nükleerde %46,8, 3 yenilenebilirde %56,5 artış beklense de, 2035 yılında toplam enerji ihtiyacının % 80,0’i fosil yakıtlardan karşılanması öngörülmektedir. Fosil yakıtlar içinde ise; petrol+doğal gaz payı 2015 yılında %69,0 iken 2035 yılında %65,0 olmaktadır. Kömür kullanımındaki artış nedeni, yeni temiz kömür yakma teknolojileri, IGCC-Entegral Gazifikasyon ve Kombine Çevrim- ve sıvılaştırma teknolojilerinin geliştirilmesi nedenleriyle, bu kaynağa sahip ülkelerin kendi kaynaklarına yönlenmeleri olarak görülebilir. 



Tablo 2: Yakıt Cinslerine göre Dünya Enerji Tüketimi, Trilyon (1012) Btu, 


Şekil 1: Yakıt Cinslerine göre Dünya Enerji Tüketimi, Katrilyon (1015) Btu, 

Yukarıda açıklanan beklentiler, dünya üzerinde petrol ve doğal gaza sahip ülkeleri küresel ekonomi ve enerji güvenliği açısından önemli hale getirmektedir. Ancak, sahiplilik ve önemli olmanın yanında, bu ülkelerin ulusal güvenlik ve bağımsızlıkları için de güçlü olmaları gerekmektedir. 

DÜNYA VE ORTADOĞU PETROL KAYNAKLARI 



Tablo 3: Dünya ve Ortadoğu Petrol Rezervleri 

Dünya ispatlanmış petrol rezervleri 2010 sonu itibarîyle 212,0 milyar ton/1526,0 milyar varil olarak belirlenmiştir. Bu rezervler, jeolojik ve mühendislik 
verileri çerçevesinde, mevcut ekonomik ve işletme şartlarında bilinen rezervuarların işletilmesiyle elde edilebilecek miktar olup, Kanada “oil sands” olarak bilinen katranlı kumlar (23,3 milyar ton/143,1 milyar varil) dâhildir. 

Tablo 3’te Dünya üzerindeki 209 ülkeden petrol rezervlerine sahip 99 ülkenin Dünya sıralamasına göre ilk 10 ve Ortadoğu Ülkeleri verilmiştir. Dünyada 
10 büyük rezerve sahip ülkelerin altısı Ortadoğu ülkeleridir. Petrol rezervlerinin % 57’si Ortadoğu, % 5’i Kuzey Afrika, %’4’ü Hazar Bölgesindedir. 
Suudi Arabistan %19,1 ile en yüksek rezerve sahip iken, İran % 9,9 ile Venezüella ve Kanada’dan sonra dünya dördüncüsüdür. 

Yirminci yüzyılı yönlendiren, petrol piyasasına hâkim olan Uluslararası Petrol Şirketleri (International Oil Companies-IOC) ve bunların içinde “yedi 
kardeşler” olarak bilinen en büyükleri, 21. yüzyılda yerlerini Ulusal Petrol Şirketlerine (National Oil Companies-NOC) bırakmışlardır. En yüksek petrol 
ve doğal gaz rezervine sahip 50 şirket içinde 31 tanesi NOC’lerdir. Bu şirketler dünya petrolünün %80’nini kontrol etmektedirler. Tablo 4’te bu Şirketler isim 
ve ait oldukları ülke itibarîyle listelenmiştir. 

Yine bu Şirketler sadece petrol ve doğal gaz üretim sahaları ve rezervlerine sahip olmakla kalma-yıp, boru hatları, terminaller, rafineriler, petrokimya 
tesisleri, LNG sıvılaştırma tesisleri ve nakil filolarıyla da, bu sektördeki güçlerini artırmaktadırlar. 



Tablo 4: Petrol Rezerv kapasitesine Göre ilk 10 Şirket (2006) 


2003–2008 yılları arasında seyreden yüksek petrol fiyatları, yeni sondaj ve üretim teknolojileri, OPECdışı ülkelere üretim artışını sağlamıştır. OPEC-dışı 
üretimin artışı, IOC’lerin bu piyasadaki güçlerinin NOC lehine değişmesi ve dünya petrol üretiminin devletlerin kontrolüne geçmesi demektir. Bu durum, 
doğal olarak fiyat artışlarından yararlanmak isteyen devletlerin üretim ve fiyat kontrolünü da beraberinde gündeme getirecektir. Bu gelişmelerin sonucu olarak, gelecekte enerji piyasasında oluşabilecek yüksek fiyat ve/veya arz kısıtlamasının yanı sıra yetersiz stok kapasiteleri nedeniyle, petrol arzındaki küçük düşüşler olması dahi petrol tüketimleri yüksek ve ithalâtçı durumunda olan Kuzey Amerika, Avrupa, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin yanında diğer tüketici ülkeleri de önemli şekilde etkileyebilecektir. 

DÜNYA VE ORTADOĞU DOĞAL GAZ KAYNAKLARI 

2010 sonu itibarîyle 187,1 trilyon m3 (Tcm) olarak belirlenen Dünya doğal gaz rezervlerinin dağılımı %40,5 Ortadoğu, %23,9 RF, %8,7 Asya Pasifik, 
%7,9 Afrika, %7,4 Hazar Havzası ve Orta Asya, %5,3 Kuzey Amerika, %4,0 Orta ve Güney Amerika, %2,6 Avrupa olmaktadır. Tablo 5.te doğal gaz 
rezervlerine sahip 103 ülkenin Dünya sıralamasına göre ilk 10 ve Ortadoğu Ülkeleri verilmiştir. Ülke rezervleri itibarîyle RF % 23,9 ile en yüksek, İran 
%15,8 ile ikinci, Katar % 13,5 ile üçüncü durumdadır. 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden beşi ilk on içinde yer almaktadır. 



Tablo 5: Dünya ve Ortadoğu Doğal Gaz Rezervleri 

Halen Asya pasifik, Ortadoğu ve Afrika Ülkeleri doğal gaz sağlayıcılarıdır. Afrika ve OECD-Dışı Asya ülkeleri (Çin ve Hindistan hariç) gelecekte önemli doğal gaz üretim potansiyeli olan kaynaklar olarak görülmektedir. 2020 yıllarında halen büyük sağlayıcı durumunda olan Asya Pasifik Baseninin kapasitesinin azalacağı, Ortadoğu ve Afrika Baseninin üretiminin artacağı öngörülmektedir. 

Doğal gaz rezerv sahipliliği ve üretimde NOC ağırlığı petrolden daha fazladır (Tablo 6)1. Bu tabloda RF şirketlerinin alt sıralarda olması, Ülkenin rezervlerinin 
gerek NOC gerekse IOC olarak dağılmış olmasındandır. Ancak, 2008 yılında ABD’de başlayan ve 2010 yılında artarak ABD’yi LNG ithalâtı ve bağımlılıktan 
kurtaran “shale gaz” rezerv miktarı bu değerlendirmenin dışındadır. 



Tablo 6: Doğal gaz Rezerv kapasitesine Göre ilk 10 Şirket (2007) 

Ortadoğu’da İran ve Katar arasında dünya rezervlerinin %29,3, bölge rezervinin % 72’sini oluşturan, Katar tarafında “Kuzey Sahası”, İran tarafında “Güney 
Pars” olarak adlandırılan rezerv sahasının %60’ı henüz bağlanmamış (uncommitted) statüde olması, Bölge doğal gaz arzının boru hattı ve LNG sevkiyatı olarak büyümesini sağlayacak en büyük kaynak olarak görülmektedir (Şekil 2). 



Şekil 2: Körfez Doğalgaz Sahaları 


Günümüzün önemli projelerinden sayılan “Nabuc-ğerlendirmelerine göre 367–627 milyar metre küp co” doğal gaz boru hattı için Irak doğal gaz kaynak-arasında (Bcm) değişmektedir. Bu rezervlerin Irak ları önem arz etmektedir. Irak, doğal gaz rezervleri coğrafyasındaki yerleri ise Şekil 3’te görülmektedir. 

Tablo 7’de görüleceği gibi, değişik kurumların de Görüleceği gibi, büyük üretim sahalarından Akkaş Sünnî Arap bölgesinde, Mansuriye ise Sünnî Kürt+Sünnî Arap bölgesinde kalmaktadır. 







Tablo 7: Irak Doğal gaz Rezervleri 



Şekil 3: Irak Petrol-Gaz Sahaları ve Etnik-Dini Grupların Yerleşimi 

Eylül 2010 tarihinde yapılan son tur ihalede, Akkaş sahası işletme hakkını “Korea Gas Corp.-KOGAS ve Kazakhstan KazMunaiGas EP JSC” kazanmış ancak bu bölge haklının Merkezi Hükümet (Bağdat) kararına karşı çıkması nedeniyle Nisan 2011 tarihine kadar anlaşma imzalanamamış ve Kaz Munai Gas ortaklıktan çekilmiştir. Mansuriye ve Siba sahaları hakkını ise “ Kuwait Energy + TPAO” ortaklığı kazanmıştır. Ancak bu bölgenin Kürt nüfusunun yoğun ve Kandil mahmur gibi PKK yerleşkelerine yakın coğrafyada olması, bu sahalarda sağlıklı arama ve üretim faaliyetlerinin nasıl olabileceği soru işareti olarak kalmaktadır. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***