21 Ocak 2020 Salı

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 1

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 1



Zeliha Sağlam, 
Araştırma 
02 

Giriş 


İngiltere, uluslararası ilişkilerde kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyeli iyi kullanan bir aktördür. Dış siyasetinde ticaretini korumaya ve genişletmeye, ekonomik gelişmeyi teşvike, küresel çıkarlarının güvence altına alınmasına, yakın çevresinin korunmasına ve stratejik ortaklıklar kurmaya çalışmaktadır. 
Bu hedeflere ulaşmak için de yumuşak gücü ve gerektiğinde sert gücü kullanmaktadır. 

Bir sömürge ülkesi olan İngiltere, Fransa ile Ortadoğu’yu bölüşmüş ve bölge içinde kendince sınırlar çizmişti. 1900’lü yılların ortalarında Ortadoğu ülkeleri tek tek bağımsızlıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir sürece girdi. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinden sonra, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya dönüştü. Bu dönemden sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi. Bu kutuplaşma, güçler dengesini doğurdu, büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hepsi bu iki 
blok içinde toplandı. Dünya siyasetinde merkez î rol oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde gücü elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına sahne oldu. Temel enerji kaynağı olan petrol ve gazın bölgede bol miktarda bulunması Ortadoğu üzerinde etki kurma mücadelesini körükledi. Petrol, Ortadoğu’daki mücadelenin temel sebeplerinden biri oldu. 


Bu çalışma İngiltere’nin Ortadoğu’da yer almaya başladığı dönemden bugüne, çıkarları doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek istemesine, bölgede bir aktör olarak etkisine ve Arap ayaklanmalarıyla bölgede aldığı pozisyona değinmektedir. 

İngiltere’nin Dış Siyaset Hedefleri ve Ortadoğu ile İlişkisi 

İngiltere koloni döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi istikrarı için küresel dengeleri gözetmeye çalışmıştır. İngiltere’nin dış siyasetindeki hedefler; ticaretin korunması ve genişletilmesiyle ekonomik gelişmeyi teşvik, küresel çıkarların güvence altına alınması, yakın çevrenin korunması ve stratejik ortaklıklar kurulmaya çalışılması, son olarak da bir birlerine gittikçe entegre olan dünyanın kontrol altına alınmaya çalışılması olarak sıralanabilir.1 


İngiltere her zaman Ortadoğu’da başat aktörlerden biri oldu. Öyle ki Ortadoğu 2 kavramını ilk olarak Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından 1902’de kullanıldıktan sonra, İngiliz gazetesi The Times’ın dış politika editörü Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin stratejik önemini, Almanya’nın bölgede inşa etmeye çalıştığı Bağdat demir yolunun Basra’ya kadar uzatılmasının 
İngiltere’nin bölgede ve Asya’daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına “Ortadoğu’nun Problemleri” başlığını koyarak kavramın kamuoyunda benimsenmesine katkıda bulundu.3 


18. yüzyılda başlayan Asya çalışmalarıyla bölge mercek altına alınmış kültürü, dili ve dini antropoloji bilimiyle incelenmiştir. Arap ve İslami olanın örgütlü bir biçimde incelenmesi, öğretilmesi ve varılan sonuçları bir kuşaktan diğerine iletebilecek kurumların oluşturulması daha sonra başladı. Bengal’in Britanya’ya ait yeni bölgesinde, Sir William Jones (1746-94) Hindistan’daki Hindu kültürünün yanı sıra Müslüman kültürünü araştırmak için pek çok örneğin ilkini oluşturan bir Asya derneği kurdu.4 

Ayrıca Batılı güçler kendi kazanımlarını bir üstünlüğe dönüştürerek Doğu’ya karşı kullanmaya başlamışlardı. 1910’da Avam Kamarası’nda Arthur James Balfour’un konuşmasındaki şu sözleri Batı’nın Doğu algısını göstermektedir: “Doğulu ulusların tarihine bir bakın, kendi kendini yönetim konusunda hiçbir ize rastlamazsınız. Bizim işimiz yönetmekse, minnettarlık görsek de görmesek de, onlara sağladığımız nimetler hakkında bir fikirleri olsa da olmasa da yönetmek görevimiz.”5 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere imparatorluk için karasal olarak genişlemeye önem verdi. Churchill İngiltere’nin güvenliği için Ortadoğu’yu stratejik ve ekonomik amaçlarına ulaşacağı hayati öneme sahip bir yer olarak görmüştü. İngiltere Hindistan’a bağımsızlık tanıdığı 1947’de dekolonizasyon 
sürecine girmiş fakat Ortadoğu’ya imparatorluğunun son kalıntıları olarak çok daha fazla önem vermeye başlamıştı. İngiltere’nin güvenlik planı bölgede Körfez ülkeleri; Umman, Kuveyt, Bahreyn ve Mısır’ı kontrol altına almaktı ve bu sebeple Ortadoğu’ya odaklandı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi.6 Dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervleri Ortadoğu’da bulunuyor. Bu sebeple özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere dünyada artan enerji ihtiyacını karşılamak isteyen güç odakları bölgeye nüfuz etme yarışına girdi. Ortadoğu’nun İngiltere Çıkmazı 


İngilizlerin tarih boyunca güç mücadelesinin önemli merkezlerinden biri olan Ortadoğu’ya tam anlamıyla girişi 1. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla gerçekleşti. İngiliz gücünün temeli ticarete dayandığından ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati öneme sahipti. Bu bakımdan Akdeniz’de Kıbrıs, Mısır’da ise Süveyş Kanalı İngilizlerin stratejik önceliğini oluşturdu. Savaş boyunca Osmanlı ve İngiliz orduları arasında çok çetin mücadelelere şahit olan bölge savaş sona erdiğinde çoğunlukla İngilizlerin kontrolüne geçti.7 

Ortadoğu bölgesi, Hindistan yolunu açtığından İngiltere için önemliydi.8 İngiltere’nin 19. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan’ı, dolayısıyla Hindistan’a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticari üstünlüğünü devam ettirmekten geçiyordu. İngiltere bu amaçlara ulaşmak için Osmanlı Devleti ve İran’ın Rusya karşısında bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunmak, 
tampon devletler olarak kalmalarını temin etmek için çalıştı.9 

1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere hükümeti Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde Middle Eastern Department adıyla bir idari teşkilat kurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Ortadoğu Hava Komutanlığı (Middle East Air Command) adıyla bir birim oluşturuldu ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verildi. İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dâhil edildi.10 

Mısır’da ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa sorununda Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere, Rusya’nın yayılmasını önlemek için o dönemde Osmanlı’ya desteğini esirgemedi. 

1853’te Kırım Savaşı Rusya’nın İngiltere’ye yaptığı Osmanlı topraklarının paylaşılması teklifinin reddedilmesinden sonra Rusya’nın bu işe tek başına kalkışmasından dolayı patlak verdi. 

Buna razı olmayan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne destek olması karşısında direnemeyen Rusya, durdurulmuş ve 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona ermişti. Rusya’nın İngilizlerin teklifi kabul etmemesinin sebebi, Ortadoğu’ya yerleşecek Rusya’nın kendi çıkarlarını tehdit edeceği endişesiydi. 

Palnerstone’nın dediği üzere “Hindistan yolununemniyetinikorumak.”11 en önemli hedefti. İngiltere Malta, Aden ve Kıbrıs’ı ele geçirdi, 1875’te Süveyş Kanalı hisselerini satın aldı.12 


1882 yılında Mısır’ı işgal etti. Bu işgal modern çağın en önemli sömürgecilik olaylarından biri olarak kabul edilmektedir. Mısır’ın on yıllar boyunca ekonomisine çekidüzen verilmesine imkân sağlayan, ülkenin siyasal liderliğinin oluşmasında büyük etkisi olan ve 20. yüzyılın ilk yarısında 
Mısır (ve İngiliz) politikalarını etkileyen anti-emperyalist milliyetçi hareketin odak noktasıdır. İngiltere Mısır’ı Süveyş Kanalı’nı güvence altına almak, Mısır’ın siyasi ve mali istikrarını sağlamak, çağın imparatorluk yarışması bağlamında da ülkeyi Fransızlara kaptırmamak için işgal etmişti.13 

İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır yeni Arap edebiyatının da merkezi hâline geldi ve Arap edebiyatı Osmanlı dünyasının Ara- pça konuşan diğer bölgelerine Kahire’den yayıldı. Böylece Arap edebiyatının seçkinleri arasında dile dayalı bir millî uyanış yaşandı.14

İngiltere dokuma sanayisi için buradaki pamuk üretimine özel bir önem vermeye başladı. Pamuk üretimi sulama olmadan gerçekleşmeyeceği için Nil Nehri ’nin Mısır’a ulaşmadan önce yukarı kıyı daşlar tarafından kullanılmasının önüne geçecek uluslararası düzenlemeler yaptı.15 

İngiltere 1885 Berlin Konferansı’n dan sonra Nil Nehri’nin bütünlüğünü korumak için Mısır’dan güneye inip Sudan’ı da ele geçirmek istedi. Burada Müslümanların direnişiyle karşılaşan İngiltere bir süre Sudan’a dokunmasa da 1896’da ülkeyi işgal etti. Böylece Afrika’nın kuzeyinde İskenderiye’den güneyinde Cape Town’a kadar geniş bir şerit hâlinde uzayan büyük bir sömürge imparatorluğu kurdu.16 

Sykes-Picot. HARİTA 



Öte yandan İngiltere ve Fransa’nın 1916 yılında imzaladıkları gizli anlaşma Sykes-Picot. 17 ile Osmanlı’ya ait topraklar masa başında bölüşüldü; Lübnan ve Suriye Fransa’nın, Ürdün ve Irak İngiltere’nin kontrolüne bırakılırken, Kudüs uluslararası yönetimin kontrolüne verildi. Bu anlaşma ile 400-500 yıl boyunca siyasi, iktisadi, idari ve kültürel bütünlük arz eden bölge dış müdahaleyle 
parçalandı. 


İngiltere Osmanlı’nın parçalanmak üzere olmasını kullanarak Arap âlemini de Osmanlı’ya karşı ayaklandırma çabasına girişti. Mekke şerifi Hüseyin ile temasa geçti ve bir anlaşma yaptı. 
Hüseyin Arap Yarımadası, Irak ve Suriye’yi içine alacak bağımsız bir Arap devleti kurmak isteğini bildirdi. Lübnan hariç bütün istekler İngiltere tarafından kabul edildi. Fakat söz verilen bu yerler Fransa’yla paylaşılmış ve İngiltere Şerif Hüseyin’e karşı iki yüzlü bir oyun oynamıştı. Aynı zamanda İbni Suud’la da anlaşma imzalayan İngiltere, Basra Körfezi’nin güney kıyılarında İbni Suud’un 
bağımsızlığını tanıdı. İbni Suud Basra Körfezi’nde İngiltere’yi rahat bıraktığı için Irak’taki muharebeler kolaylaşmıştı. Şerif Hüseyin kendisini Arabistan kralı ilan etti ve İngiltere tarafından tanındı.18 


Ortadoğu’da Yeni Oluşan Ülkeler ..,




İngilizler ve Fransızlar Akdeniz’den İran’a ve Körfez’e kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. 

Fakat bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. 
Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. Çizilen suni sınırlarla irili ufaklı 16 devlet kuruldu. 

1918 yılında Osmanlı’nın toptan çökmesi, Britanya ve Fransa’ya istedikleri gibi hareket edebilecekler- ini hissettikleri kısa bir dönem sundu. Bu dönem iki istilacı Hristiyan devlet için hayal edilmesi zor bir şeydi. Fransa Kilikya ve Adana’yı işgal etmiş, Britanya güçleri Çanakkale Boğazı’nın yönetimini 
ele geçirmiş ve Batı müttefik güçlerinden İtalya da Antalya’ya çıkmıştı.19 

İngiltere Irak’ı işgal ettiğinde Irak milliyetçiliğiyle karşılaştı ve ilişkilerini anlaşmalar üzerinden götürdü. Böylece Irak iç ve dış işlerinde geniş yetkilere sahip olmuştu. Milliyetçilik hafiflememiş ti, yeni anlaşmalar yapıldı ve nihayetinde 1930’da Irak bağımsızlığını kazandı. Bundan sonra İngiltere ile Irak dış politikada daima birbirlerine yardım etti. 1932’de Irak Milletler Cemiyeti’ne 
üye oldu. Lakin İngiltere bölgede Kürt meselesi ve mezhepler sorununu canlı tuttu. Türkiye’nin üzerinde hak iddia ettiği Musul anlaşmazlığı sırasında Doğu Anadolu’da Kürt ayaklanmasını kışkırttı. 20 

İran üzerinde ise Rusya ile yarışa girdi ve 1901’de İran’la bir imtiyaz anlaşması yaptı. 1932 yılında İran’daki Abadon petrolleri üzerinde hak iddia eden ve öncesinde yapılan imtiyaz anlaşmasını fesheden Rıza Pehlevi’yle aralarında gerginlik başlayınca Basra Körfezi’ne donanma gönderdi. 

Milletler Cemiyeti ile sorun çözüldü ve 1933’te İngiltere İran ile Anglo-Persian Şirketi (Anglo Persian Oil Company/ APOC) arasında yapılan anlaşma ile alacağı hisseleri artırdı. 21

Fakat İran 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin ödediği parayı az bularak anlaşmanın değiştirilmesini istedi. 1949’da İran petrolünün millileştirilmesi fikri ortaya atıldı ve bu plan 1951’de gerçekleşti. Amerika’nın arabuluculuğuyla APOC ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ile İran arasında 1954’te bir anlaşma imzalandı ve İngiltere %40 hisse aldı. 22 Şah’ın Körfez kuşağında üstlendiği askerî sorumluluğun temeli Ekim 1971’de İran, ABD ve 
İngiltere arasında bağıtlanan gizli bir anlaşmaya dayanıyordu: Buna göre İran silahlandırılacak ve “Körfezin jandarması” olarak Hint Okyanusu’na kadar uzanan bölge için kullanılabilir bir duruma getirilecekti. Böylelikle Sovyetler Birliği’nin Hint Okyanusu’ndaki varlığı karşılanmak isteniyordu. 23 

Ortadoğu toprakları üzerinde kaynak kapma yarışının önemli aktörlerinden bir diğeri Rusya’dır. Tarih İngiliz dış politikasının Rusya’yı çevreleme üzerine inşa edildiğini gösterir; bu çerçevede İran iki gücün mücadele alanlarından biridir. Dolayısıyla İngiltere’nin sıkıntısı İran’la değil daha çok Rusya iledir, sebebi muhtemelen bu ülkenin AB’nin bütünüyle değil içlerinden bazılarıyla mesela 
Almanya’yla “daha yakın” ilişki içine girmiş olmasıdır. 24 

Bir İngiliz Mirası: İsrail., 

İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Na- tions)’nun savunması açısından Filistin’in önemine dair Başbakanlık tarafından Genel Kurmay Başkanlığına sorulan soruya, Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Tedder, gelecekte İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunmasının üç ana ihtiyaca bağlı olduğunu, ilkinin İngiltere’nin de içinde bulunduğu Birleşik Krallık ana adasının savunulması 
ve buranın bir saldırı üssü olarak geliştirilmesi, ikincisi denizlerdeki ulaşım ve iletişim ağının devamlılığının sağlanması ve son olarak da Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma ve saldırı üssü olarak Ortadoğu’da İngiliz nüfuzunun ve pozisyonunun devam etmesiydi. 25 

İngilizler, Suriye ve Filistin cephesini çökertmek için Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak, ve Hicaz’ı içine alan bağımsız bir Arap ülkesi vadetti. Öte yandan 2 Kasım 1917’de Bal-four Deklarasyonu olarak tanınan bir mektupla da Siyonistlere Filistin’de bir “millî vatan” sözü verdi. Böylece İsrail’in kuruluşu için gerekli zemin hazırlanarak günümüzde “Filistin Davası” olarak bilinen olayların temeli de atıldı. 26 

İngilizlerin destekleriyle Avrupa’dan Filistin’e bir Yahudi akını yaşandı. İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başladı, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman problemleri ağırlaştırdı. 

2. Dünya Savaşı sırasında artık Arap milliyetçiliği, İngiliz düşmanlığı etrafında birleşti ve İngilizler aşama aşama bölgeden çekilmeleri gerektiğini istemeyerek de olsa kabul etti. Süveyş Kanalı ve Ortadoğu petrolü, İngiltere için hayati öneme sahip unsurlardı ancak İngiltere bunları kontrol edebilecek güçten yoksundu. Dolayısıyla artan Amerikan etkisi karşısında çaresiz kaldı. 

İngiliz dış politikası ne Filistin’de ne İran’da ne de Mısır’da iyi bir 
sınav veremedi. 27 

1956 Süveyş Kanalı Sorunu Süveyş Kanalı 28 

İngiltere’ye petrol bölgelerine ulaşabileceği kısa deniz yolunu sağlıyordu. Bu nedenle İngiltere her zaman kanalın kontrolünü elinde tutmaya çalıştı. Fakat Süveyş Kanalı her iki dünya savaşında da saldırıya maruz kaldı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere kanalı korumak için İngiltere ve Hindistan 
güçlerini himayeci olarak belirledi. Londra’da yapılan bir Anglo-Mısır Antlaşması’yla 1936’da Mısır’a bağımsızlık verildi fakat İngiltere’nin finansal ve stratejik çıkarlarını korumak için askerî birliğini Süveyş Kanalı’nda tutacağını Mısır’a kabul ettirdi.29 

Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetleri Arap milliyetçiliğini de körükledi. 

Mısır 1951’de İngiltere ile yaptığı anlaşmayı feshetti. Sudan da anlaşmazlık konusu olmuştu. 1953’teİngiltereile yapılan anlaş-maylaSudan’a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesine karar verildi. 1956’da İngilizler Mısır’dan çekilmeye karar verdi. Mısır’da Cemal Abdünnasır Sovyetler’e yakın bir politika izlemiş, buna da Batı’nın kendisine silah satmamasını sebep olarak göstermişti. Ayrıca bu dönemde Büyük Asvan 30 

Barajı inşaatı için Batı’dan yeterli desteği bulamayan Mısır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirdi ve kanalı işleten İngiltere ile Fransa ortak şirketine el koydu. İngiltere ve Fran-sa kanalın kontrolünün Sovyetler’e geçmesinden korktukları için bir komplo hazırlamış ve İsrail’in Mısır’a saldırmasına sebep olmuşlardı.31 

Basra’dan satın alınan petrol için kanal oldukça önemliydi. İsrail Mısır’a saldırmıştı, kanalı işgal etmek isteyen İngiltere ve Fransa Nasır’a asker göndererek savaşı durdurabileceklerini söyledi. 

Nasır bunu kabul etmeyince İngiltere ve Fransa da savaşa dâhil oldu. ABD’nin bu gelişmelere tepki vermesiyle İngiltere ve Fransa bölgeden çekildi. Süveyş Kanalı için yapılan savaşın en önemli sonucu İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’ı askerî yenilgiye uğratması ve Nasır’ın çöküşünü getirmesiydi. 

Arap Ayaklanması ve İngiltere’nin Bölge Üzerindeki Siyaseti 

Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin yeniden sorgulanması olarak da yorumlanmaktadır. 

Arap dünyasının kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o düzenin ürettiği düzenler, Sykes-Picot Antlaşması sonrası oluştu.32 

Arap ayaklanması, Orta doğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin; sömürge döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun bölge ülkelerdeki hâkimiyetleri nin de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda bugün Orta doğu’nun son yüzyılda en karışık dönemden geçtiği söylenebilir. 

İngiltere Başbakanı David Cameron, Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu toplantısında Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da Arap Baharı olarak ortaya çıkan sürecin bir fırsat olduğunu ve bu sürecin gelişmesine bütün dünyanın yardımcı olması gerektiğini söyledi. Cameron, İngiltere’nin bu sürece sosyal ve ekonomik olarak her türlü desteği vermeyi hazır olduğunu ve Filistin sorununun iki devletli modelle çözülebileceğini belirtti. 33 

The Times gazetesi Arap ayaklanmaları başladıktan sonra, 2011 Şubat-Haziran döneminde İngiltere’nin Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ihracatının 22,2 milyon sterlinden 30,5 milyon sterline çıktığını kaydetti. 
Bu silahların, suikast silahı olarak da bilinen keskin nişancıları, tüfekleri, hafif makineli tüfekleri kapsadığı bildirildi.34 Suudi Arabistan, 2012 Mayıs ayında 72 Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın almak için İngiltere ile 3 milyar dol- arlık 
anlaşma imzaladı. 35 

İngiltere petrol çıkarlarını korumak için Ortadoğu’daki ve Afrika’daki hükümetlerle sıkı ilişkilere her zaman önem verdi. Petrol şirketi Shell, rakiplerini geride bıraktı ve 2004’te Tony Blair’in Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip Libya’ya ilk ziyaretinde gaz için 1 milyar dolara anlaşma imzaladı. 36 

İngiltere’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde pragmatik bir dış politika izleyen Başbakan David Cameron döneminde “ticari diplomasi” kavramı önem kazandı. Cameron hükümetine göre ulusal güvenlik çıkarları siyasi aktörlerle kurulacak ticari iş birlikleri yoluyla sağlanabilmektedir. Fransa ve İngiltere, Libya’daki 
performansları karşılığında Shell, BP, Eni ve Total’in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazandı. Bu gibi durumlar Arap Baharı sürecinde Fransa ve İngiltere’nin stratejik yakınlaşması sonucunu doğurdu. Libya’da Fransa ve İngiltere öncülüğünde bir askerî operasyon gerçekleşeceği fakat operasyonun liderliğini kimin üstleneceği en başta gelen uzlaşmazlık konusu oldu. İlk saldırıyı 
gerçekleştiren Fransa olurken, İngiltere ABD ile birlikte hareket ederek operasyona katıldı. AB içindeki bu ayrışmalar üye ülkelerin ağırlıklı olarak NATO’yu ve askerî gücüne ve mücadele kabiliyetine güvendikleri ABD’yi oper- asyonda görmek istemelerinden de kaynaklandı.37 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder