1 Ocak 2020 Çarşamba

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 1

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 1



<  Suriye krizinin ortaya çıkmasından beri taraflar arasında çok sayıda ikili görüşme yapılmıştır, fakat bu görüşmelerde ne Türkiye, Tahran’ı  Esad’a verdiği destekten vazgeçmeye ikna edebilmiş ne de İran, Ankara’yı Suriye muhalefetine destek vermekten vazgeçirebilmiştir.  >


BAYRAM SİNKAYA
SETA  ANALİZ
SETA-Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı
www.setav.org | Nisan 2012



Serkan Fidan
Sayı: 53 | Nisan 2012

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI
BAYRAM SİNKAYA

İÇİNDEKİLER

1. GIRIŞ | 4

2. İRAN-SURİYE İLİŞKİLERİNİN TEMELLERİ | 5

3. İRAN’IN SURİYE İSYANINA İLİŞKİN TUTUMU | 8

4. İRAN’IN ESAD YÖNETİMİNE VERDİĞİ DESTEĞİN MAHİYETİ | 12

4.1. EKONOMİK DESTEK | 12

4.2. GÜVENLİK DESTEĞİ | 14

4.3. DİPLOMATİK DESTEK | 16

5. İRAN’IN SURİYE DESTEĞİNE BAKIŞ: DİRENİŞ VE Şİİ HİLALİ YAKLAŞIMLARI | 19

5.1. MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE “ Şİİ HİLALİ” SÖYLEMİ | 19

5.2. DİRENİŞ EKSENİ SÖYLEMİ | 21

6. İRAN – ESAD YÖNETİMİ İLİŞKİSİNİN SINIRLARI | 23

7. SURİYE MUHALEFETİ VE İRAN | 26

8. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ BÖLGESEL ETKİLERİ | 29

9. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ TÜRKİYE’YE ETKİLERİ | 32

10. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME | 36


ÖZET

Arap baharı ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim süreci Ortadoğu’da egemen olan siyasal rejimlerin kimi yerlerde devrilmesine, kimi yerlerde de sarsılmasına neden olmuştur. Bu sürecin tetiklediği halk isyanları kısa süre içerisinde Suriye’ye de yayılmış ve bu ülkede hakim olan Baas rejimini 
tehdit etmiştir. Fakat Baas rejimi değişim talebiyle ortaya çıkan isyana karşı şiddet kullanarak mücadele etmek yoluna gitmiş ve bu yolda en büyük siyasi desteği İran’dan almıştır.

Yıllardır bölgede statükoya karşı çıkan ve bu nedenle “İslami uyanış” addettiği Arap baharını destekleyen İran yönetimi Suriye söz konusu olunca “statükonun” sürdürülmesinden yana tavır almıştır. İran’ın bu tavrı kimi çevrelerde mezhep ekseninde siyaset izlemesiyle izah edilmeye çalışılırken İran makamları 
tarafından İsrail’e ve ABD’ye karşı duran sözde direniş hattının müdafaası şeklinde savunulmuştur.

Farklı ideolojik boyutlarına karşın gerek mezhepçi yaklaşım, gerekse direniş hattı söylemi İran’ın bazı jeopolitik kaygılarına işaret etmektedir. Arap baharının tetiklediği değişim süreci bölgenin jeopolitik yapısında köklü değişikliklere yol açmış, dolayısıyla bölgesel ve küresel aktörlerin Ortadoğu politikalarını yeniden değerlendirmelerine neden olmuştur. Bu değişim süreci bölgedeki tek müttefiki 
olan Suriye’ye gelene kadar İran jeopolitik çıkarlarına hizmet ederken Suriye’deki muhtemel bir değişim İran’ın jeopolitik çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu nedenle İran, Arap baharı Suriye’ye geldiğinde farklı bir tavır almıştır.

İran’ın bölgeye yönelik jeopolitik kaygıları ise ideolojik ve stratejik faktörler tarafından belirlenmektedir. İran’ın devrimci/ideolojik duruşu onun İsrail’i, ABD’yi ve bölgedeki Amerikan müttefiklerini “düşman” olarak görmesine neden olmaktadır. İran devriminden bu yana sözde düşmanları ile İran arasında ortaya çıkan gerginlikler ve çatışmalar, taraflar arasındaki karşılıklı husumet ilişkisine tarihsel bir boyut kazandırmıştır. Bu minval üzere son on yılda Ortadoğu’da İran ve müttefikleri ile Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün gibi İran karşıtları arasında kamplaşma ve soğuk savaş ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda İran’ın savunma stratejisinde Suriye ve Hizbullah ile geliştirdiği ittifak ilişkisi önemli bir yer edinmiştir. İran’ın savunma stratejisinde kritik öneme haiz olan Suriye’de ortaya çıkan isyanın İran’ın dostu Esad yönetiminin devrilmesini talep etmesi ve bölgedeki karşıtlarının da isyancılara destek vermesi İran yönetiminin isyancılara karşı Esad’a destek vermesine neden olmuştur.

İran yönetimi Suriye’deki gelişmeleri bölgesel gerginlikler ve hesaplaşmalar üzerinden okurken Türkiye’nin Suriyeli rejim muhaliflerinin yanında yer alması, iki ülkenin karşı taraflarda durmasıyla sonuçlanmıştır. Bununla birlikte her iki ülkede mevcut hükümetlerin Türkiye ile İran’ı doğrudan karşı karşıya getirecek eylem ve söylemlerden kaçındığı gözlemlenmektedir.

1. GİRİŞ

2011 yılına damgasına vuran “Arap baharı” ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşüm süreci Ortadoğu bölgesinin jeopolitik yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir ve değiştirmeye de devam etmektedir. Bu jeopolitik kırılma nedeniyle bölgesel ve küresel aktörler konumlarını yeniden değerlendirerek politikalarında önemli değişikliklere gitmiştir. Bununla beraber Arap baharının meydan okuması bölgede kimi yerlerde büyük bir dirençle karşılaşmıştır. 

Bu direnç noktalarından en önemlisi de Suriye’de ortaya çıkmıştır. Arap isyan ateşinin Suriye’ye sıçramasına ve kısa sürede yayılmasına rağmen bu ülkedeki Baas rejimi “direnmeye” devam etmektedir. Baas rejimi bu direnişi sırasında en büyük siyasi desteği İran’dan almaktadır. 

İran yönetimi 1979 İslam Devrimi’nden ilham aldığını iddia ettiği ve “İslami uyanış” diye adlandırdığı isyanları Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’de desteklemiştir.1 
İran yönetimi İslami uyanış çerçevesinde değerlendirse de buralardaki isyanların ortak özelliği statükocu, otoriter ve yozlaşmış yönetimlere karşı siyasal özgürlük, siyasal katılım, ekonomik ve sosyal adalet talebi ile tabandan gelen hareketler olmasıdır. Arap baharı sürecinde gerçekleşen devrimleri ve halk isyanlarını genellikle destekleyen İran yönetiminin yine otoriter bir rejime karşı “tabandan gelen isyan” karşısında Suriye rejimine destek vermesi zihinlerde birtakım sorulara yol açmaktadır. İran, Suriye isyanı karşısında neden farklı bir tutum almıştır? Diğer bir deyişle, İran’ın isyan karşısında Suriye rejimine destek vermesinin nedenleri nelerdir? Bu sorularla bağlantılı başka bir soru daha ortaya çıkmaktadır: İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin kapsamı nedir ve ne zamana kadar devam edecektir?

Bu çalışmada Arap baharı sürecinde İran-Suriye ilişkilerinin analiz edilmesi suretiyle yukarıdaki sorulara cevaplar bulunması hedeflenmiştir. Bu amaçla öncelikle iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin temelleri, İran’ın Suriye isyanı karşısındaki tutumu ve Esad yönetimine verdiği desteğin mahiyeti incelenmiştir. Ardından İran’ın Esad yönetimine verdiği desteği açıklamaya dönük yaklaşımlar ile İran-Suriye ilişkilerindeki sorunlar ele alınmıştır. Son olarak Arap baharı sürecinde İran’ın Suriye politikasının bölgeye ve Türkiye’ye yansımaları tartışılmıştır. 

2. İRAN-SURİYE İLİŞKİLERİNİN TEMELLERİ

Mart 2011’de Suriye’de neredeyse elli yıldır hâkim olan Baas rejimine karşı isyanın çıkmasından sonra Beşar Esad yönetimine destek veren ülkelerin başında İran gelmektedir. İranlı yetkililerin son zamanlarda yaptığı açıklamalar dan anlaşıldığı kadarıyla İran’ın Esad’a verdiği desteğin önümüzdeki günlerde de sürmesi beklenmektedir. 
Bu süreç, bölgede en uzun süreli ittifak olan İran-Suriye stratejik işbirliğinin ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha göstermiştir. İran ile Suriye arasındaki ilişkilerin neden bu kadar güçlü ve uzun soluklu olduğunu anlayabilmek için iki ülke arasındaki işbirliğini destekleyen tarihsel, ideolojik ve stratejik temellerin incelenmesi gerekmektedir. Zira bu arka plan, İran’ın süregelen Suriye politikasında belirleyici faktörlerden birisi olmuştur.

İran-Suriye dostluğu İran devrimi ile başlasa da İranlı devrimciler ile Baas rejimi arasındaki ilişkiler daha öncesine dayanmaktadır. İmam Musa Sadr başta olmak üzere İranlı İslamcı devrimcilerin bir kısmı, İran devrimi başlamadan önce, Lübnan iç savaşından mağdur olan Şiilere yardımcı olmak ve İsrail’e karşı savaşmak için Lübnan’a gitmiş ve orada Hafız Esad yönetimindeki Suriye’den destek almıştır. İranlı devrimciler ile Esad arasındaki ilişki devrim sırasında ve sonrasında da sürmüştür. Nitekim Suriye, devrim sonrası İran’da yeni rejimi tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuştur.2

İlk bakışta İslamcı İran ile sosyalist-milliyetçi Baas rejimi arasında ortaya çıkan yakınlaşma tuhaf gibi görünse de her iki ülkede hâkim olan ideolojiler arasında ortak bir yön vardır. Farklı kaynaklardan beslenmesine ve farklı hedeflere matuf olmasına rağmen Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı devrimci ve İslamcı İran ile Baas rejimi yönetimindeki Suriye’yi aynı noktada buluşturmuştur. Üstelik Mısır’ın Camp David süreciyle İsrail’e karşı “direniş cephesi”nden ayrılması ve Irak ile arasındaki gerginlikler nedeniyle Suriye’nin kendisini İsrail karşısında yalnız hissetmeye başladığı bir dönemde gerçekleşen İran devrimi, Esad yönetimi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Devrimci İran’ın Filistinli direniş örgütleri ile temas kurmak ve devrim ihraç etmek suretiyle Siyonizme 
karşı mücadelede bilfiil aktif rol oynamaya başlaması, hâlihazırda İsrail’e karşı defalarca savaşa girmiş, topraklarının bir kısmını kaybetmiş ve ülkesini direniş örgütlerine açmış Suriye’yi doğal bir dost haline getirmiştir.3 İdeolojik ortaklığın yanı sıra İran ile Suriye arasında kayda değer sorun olmaması da bu dostluğun uzun süreli olmasında etkili olmuştur.4 Devrim ihracı politikasının zirvede olduğu dönemlerde dahi İran’ın Suriye’ye karşı bu siyaseti izleme yoluna gitmemesi, iki ülke arasında ortaya çıkması muhtemel pürüzleri önlemiştir.

< Arap baharı sürecinde gerçekleşen devrimleri ve halk isyanlarını genellikle destekleyen İran yönetiminin yine otoriter bir rejime karşı “tabandan gelen isyan” karşısında Suriye rejimine destek vermesi zihinlerde birtakım sorulara yol açmaktadır. >

Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı temeli üzerine inşa edilen İran-Suriye dostluğu, iki devletin stratejik çıkarlarının örtüşmeye başlaması ve ortak tehditlere karşı işbirliği yapmaları nedeniyle ittifaka dönüşmüştür. İran-Suriye ilişkilerinin stratejik bir ittifaka evrilmesi sürecindeki dönüm noktalarından birisi, her iki ülkenin de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır.5 Baas Partisinin Suriye ve Irak kolları arasında ortaya çıkan “ideolojik” fikir ayrılıkları ve iki ülke arasındaki bölgesel rekabetten dolayı Saddam Hüseyin yönetimi ile ilişkileri bozulmuş olan Esad yönetimi, Irak 
askeri güçlerinin Eylül 1980’de İran’a saldırması üzerine İran’a destek vermiştir. Esasında aralarındaki husumetten dolayı Saddam Hüseyin’i dengelemek üzere Esad’ın İran’a verdiği bu destek, birkaç açıdan önemli olmuştur. Bir kere büyük güçlerle ilişkilerinin bozulması nedeniyle silah temininde güçlük çeken İran, Suriye üzerinden Doğu bloku menşeli silahları transfer edebilmiştir. İkincisi, Suriye’nin petrol boru hattını kapatmak suretiyle Irak’ın petrol ihracatına darbe vurması, Saddam Hüseyin’in savaşı sürdürmek için ihtiyacı olan maddi kaynakları zayıflatmıştır. Son olarak, Saddam Hüseyin’in İran-Irak savaşını bir Arap-Fars çatışması olarak lanse etmeye çalışmasına karşın Suriye’nin 
İran’ın yanında yer alması, bu propagandanın etkisini azaltmıştır. Bu desteğine karşılık Suriye, 1982-85 yılları arasında İran’dan ucuz petrol ile bir miktar maddi yardım almıştır.6

Temmuz 1982’de İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal etmesi Suriye-İran ilişkilerini perçinleyen bir başka faktör olarak ortaya çıkmıştır. Suriye açısından Lübnan’ın işgali, İsrail tarafından kuşatılmak anlamına gelmiştir. Bu yüzden Suriye, İsrail’e ve İsrail ile işbirliği yapan Beşir Cemayel hükümetine karşı Lübnanlıları seferber etmek istemiştir. Lübnanlı Şiilerin İsrail’e karşı seferber edilebilmesi için Suriye, ideolojik ve lojistik desteğe ihtiyaç duymuştur. İran ise Lübnan’a giderek İsrail’e karşı direnişçilere destek vermeyi, devrimci ve manevi bir sorumluk olarak görmüştür. Ayrıca, bu sayede Lübnan’a devrim ihraç edebileceğini ve Siyonizme karşı mücadelede önemli bir üs kazanabileceğini düşünmüştür.7 Bu noktada Suriye, İran’ın Lübnanlı Şiilere ulaşmasını engelleyebilir veya kolaylaştırabilirdi ki, Esad yönetimi ikinci yolu tercih etmiştir. Böylece, farklı beklentilerle 
de olsa ortak düşmana karşı mücadelede işbirliği, Suriye ile İran arasındaki 
ilişkilerin en önemli temellerinden birini oluşturmuştur.

< Farklı kaynaklardan beslenmesine ve farklı hedeflere matuf olmasına rağmen Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı devrimci ve İslamcı İran ile Baas rejimi yönetimindeki Suriye’yi aynı noktada buluşturmuştur. >

İran, devrim ihraç etme ve İsrail’e karşı mücadele siyaseti dâhilinde, Suriye ise Lübnan’da etkinliğini sürdürmek ve İsrail’e karşı denge sağlamak amacıyla Lübnanlı Şiilere destek vermek üzere uzlaşmıştır. Bu uzlaşı, İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’ndan küçük bir birliğin Suriye üzerinden Lübnan’a girmesi ve orada Hizbullah’ı organize etmesiyle sonuçlanmıştır. Giderek Lübnan Şiileri arasında etkinliğini artıran Hizbullah, hem Suriye’nin hem de İran’ın Lübnan’daki nüfuz unsuru ve ortak siyasi değerlerinden birisi olmuştur. 

1990’ların ilk yarısında başlayan “Ortadoğu Barış Süreci”ne Suriye’nin dâhil olması, İran-Suriye ittifakının “sallanmasına” ve öneminin azalmasına neden olmuştur. Suriye’nin bu görüşmelerde İran, Hizbullah ve diğer direniş örgütleriyle ilişkilerini pazarlık unsuru olarak kullanması, iki ülke liderleri arasındaki güveni sarsmıştır. Bu süreçte İran’ın en büyük endişesi, Suriye’nin Golan’dan çekilmesi karşılığında İsrail ile anlaşma yapmasıydı. İran açısından bakıldığında Suriye ile İsrail arasında sağlanacak başarılı bir anlaşma, Hizbullah’ın ve Filistin direniş örgütlerinin silahsızlandırılarak kontrol altına 
alınması anlamına geliyordu ki böyle bir gelişme İran’ın bölge siyasetinin temellerini sarsabilirdi.8 Bununla birlikte aynı dönemde Haşimi Rafsancani liderliğindeki İran dış politikasında pragmatizmin yükselmesi ve Batı ile ilişkilerini geliştirme arayışına girmesi, İran’ın Suriye’ye karşı sert tepki göstermesini önlemiştir. 

Barış sürecinin sonuçsuz kalması ve zamanla hem İran’ın hem de Suriye’nin Batı ile ilişkilerinin bozulması, iki ülke arasındaki ittifakın yeniden canlanmasına neden olmuştur. Özellikle 2003 yılından sonra her iki ülkeye yönelik olarak Amerikan tehditlerinin artması, özü itibariyle Amerikan karşıtı olan bu ittifakı güçlendirmiştir. Şubat 2005’te Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden Suriye’nin sorumlu tutulması, Beşar Esad yönetimi üzerindeki uluslararası baskının artmasına neden olmuştur. Aynı dönemde İran’da cumhurbaşkanı olan Mahmud Ahmedinejad’ın dış politikada Siyonizm 
karşıtlığı üzerinden radikal bir söylem benimsemesi ve İran nükleer programından kaynaklanan sorunda kendinden önceki yönetimin uzlaşmacı yaklaşımını terk etmesi, İran ile Batılı ülkeler arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Böylece hem Suriye hem de İran üzerinde artan uluslararası baskılar, iki ülkeyi birbirine daha çok yaklaştırmıştır. 

Giderek güçlenen İran-Suriye ittifakının yanı sıra 2005’ten sonra Irak’ta İran ile bağlantılı Şii siyasi hareketlerin etkili olduğu hükümetlerin kurulması, Ortadoğu’daki güç dengesinin bu ülke lehine değişmesine neden olmuştur.9 Bölgesel güç dengesinin bu şekilde değişmeye başlaması, İran’ın Şii hilali oluşturarak bölgede kendi hegemonyasını kurmaya çalıştığından endişelenen, Batı ile iyi ilişkilere sahip, geleneksel ve statükocu Arap rejimlerini rahatsız etmiştir. Aynı dönemde İran’ın nükleer programı ile füze programlarının hızla ilerlemesi bu ülkelerin rahatsızlığını daha da artırmıştır. Bunun üzerine, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Ürdün ve Hüsnü Mübarek 
yönetimindeki Mısır, İran’ın bölgede yükselişini durdurmak için yeni arayışlara girmiştir. 

<  İran açısından bakıldığında Suriye ile İsrail arasında sağlanacak başarılı bir anlaşma, Hizbullah’ın ve Filistin direniş örgütleri nin silahsızlandırılarak kontrol altına alınması anlamına geliyordu ki böyle bir gelişme İran’ın bölge siyasetinin temellerini sarsabilirdi. >

Böylece bir tarafta kendilerine “direniş cephesi” diyen İran, Suriye ve Hizbullah, diğer tarafta statükocu Arap rejimleri, yani Körfez ülkeleri, Ürdün ve Mısır, olmak üzere bölgede iki rakip kutup şekillenmeye başlamıştır.10 Ortadoğu’daki bu kutuplaşma, İsrail’in Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırması ve Aralık 2008’de Gazze’ye düzenlediği askeri operasyon esnasında net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Statükocu Arap rejimleri Hizbullah’ı ve Hamas’ı İsrail saldırılarını provoke etmekle ve İran’ın uydusu gibi davranmakla suçlarken İran ve Suriye, bu örgütlerin mücadelesine “direniş” çerçevesinde destek belirtmiştir. 

Şubat 2010’da Ahmedi nejad’ın Şam’a yaptığı ziyaret sırasında İran, Suriye ve 
Hizbullah arasındaki sıkı ilişki ve dayanışma bir kez daha ilan edilmiştir.11

Bölgede ortaya çıkan bu kutuplaşma, Arap baharı sürecinde İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin anlaşılmasındaki önemli hususlardan birini teşkil etmektedir. Zira Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere statükocu Arap rejimlerinin Esad yönetimine karşı Suriyeli isyancıları desteklemesi, İran tarafında “direniş cephesi”ne yapılan yeni bir saldırı olarak değerlendirilmiştir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder