23 Ocak 2020 Perşembe

İNSANLIK SUÇLARI, BÖLÜM 1

İNSANLIK SUÇLARI, BÖLÜM 1





Siyasal bilimci ve demograf; Rudolph J. Rummel 
    
19. Ve 20.  Yüzyılda  gerçekleşen soykırımlarda , mevcut iktidarlar  tarafından  çeşitli  teknikler  kullanılarak  öldürülen insan  sayısının  170  milyon  olduğunu  belirtiyor  ve  soykırım tarifinin  daha  da  geniş  tutulup , buna  insanın  insana  karşı gerçekleştirdiği  her  türlü  öldürme  olayı  dahil  edilirse  bu rakamın   300  milyona  yakın  olduğunun  tespitini  yapıyor. 

Rummel  kendi  tespit  ettiği  belge ve bilgilere göre , soykırım  ( genocide )  ve  her  türlü  insan  kırımının  ( democide ) İspanyol  engizisyonu  döneminde  yaygın  olarak  uygulandığını ve 1480-1758  yılları  arasında  124 milyon  insanın  , İspanyol monarşisi  tarafından  engizisyon  mahkemeleri  kovuşturmaları sonucunda  katledildiğini  belirtiyor.

Günümüzde  insanlığın , soykırım  konusunda  uluslar arası retorikten  dolayı  oluşan  genel  kanı  sonucu , soykırım  denince akla  sadece  Nazi  dönemi  Almanya’sını  yöneten  ekibin               ( 1938 – 1945 ) ; Yahudileri , Çingeneleri  ve  diğer  çeşitli milliyetten ve etnik kökenden gelen grupları ve üyelerini sistematik  ve  planlı   hedef   seçerek  yok  etmesini  getirmektedir.

Ancak  konunun  Nazilerle  başlamadığını  belirten Amerikalı  psikolog  ve  sosyolog  Williams James  bu  konudaki insanlık   tarihiyle   ilgili   araştırmasında “ tarih kan deryasıdır “ ( 1910 )  diyor . William  James  gibi  konu  üzerinde  araştırma yapan çeşitli bilim adamları da , soykırımın Nazilerin yaptıklarıyla  sınırlandırılamayacağını  ve  insanlık  tarihinin diğer dönemlerinin de bu tür zalimliklerle dolu olduğunu belirtiyorlar.

“ Kabalıklara ve vahşiliklere insanlık tarihinin tüm evrelerinde  rastlandığını ve  yok etme  olaylarının  Antik  çağların  nispeten  müşterek  vakası  olduğunu “  belirtiyorlar.

Uluslar arası arenada soykırım ( genocide / jenosid ) kavramının  tarifini  yapan , gündeme  gelmesi  ve  kullanılmasına ön  ayak olan , BM  soykırım  sözleşmesinin  hazırlanması  ve sonuçlanması evrelerinde birinci dereceden katkı yapan kişi yukarıda da belirttiğimiz gibi Polonyalı hukukçu Raphale Lemkin’di. 

Lemkin  1933  te  yapılan   5. Uluslar arası  Hukukçular Ekim  Kongresinden  itibaren  soykırımın  uluslar arası ceza yasası olarak kabulü ve bunun devletlerin iç hukuklarında yer alması  ve  aynı  şekilde  düzenlenmesi için , hukukçuların katıldığı Uluslar arası  Hukuk Konferanslarında ( Madrid ve Lahey ) terimin işerliği ve kabulü için öneriler veriyor ve çalışmalar yapıyor ve soykırımı ilk olarak 1933’de şöyle tarif ediyordu :
“ dini , milli ve ırki grubun yok edilmesidir. “

Lemkin  “ soykırım :  direkt  olarak  kişileri  hedef  almaz , kişinin  dahil  olduğu  grubu  hedef  alır ,  kişi  de  bu  gruba  dahil olduğu  için  saldırıya  uğrar. “ diyordu.

Lemkin’in  yoğun  çalışmaları  sonucu  dikkat çeken soykırım kavgası , İkinci Dünya Savaşında yaşanan toplu katliamlardan  dolayı , uluslar arası bir uzlaşma çerçevesinde 1946 yılında oluşturulan soykırım sözleşmesi taslağından biraz farklı bir biçimde , zamanın uluslar arası dengelerine uygun olarak  1948  yılında  BM  tarafından  kabul  edildi.


AVRUPALILARIN KÖLE TİCARETİ : AFRİKALILARIN TEHCİRİ

1600’lü   yıllarda  İspanya’da  ve  diğer  Avrupa  ülkelerinde baş  gösteren  ekonomik  ve siyasi krizler , Avrupalıların denizaşırı bölgelere yönelmesine yol açtı. 

Bunun  için her bir Avrupa devleti , kendi  siyasi  ülke  sınırlarını  ve  hükümetler de  kendi siyasi iktidarlarını korumak amacıyla  ,  yeni  ekonomik yatırım ve kalkınma alanları yaratmak için Afrika, Asya ve Amerika kıtasını sömürgeleştirmeye başladılar.

 Bu  da  sonuç  olarak   yeni sömürgelere göç edilmesine       ve de  ihtiyaca  göre  sürekli   yeni  sömürgeler oluşturulmasına yol  açtı. 

İşgal  edilen  bu yeni sömürgelerde sömürgeciler , ilk önce  kendi  toplumlarındaki  ekonomik  taleplerin  karşılanması ve  Avrupalı  devletlerin  arasında  ticaretin  yayılması için  ,  yeni gelir  getiren  tarım  alanları   yarattılar. 

Çünkü  ,  1600’lü  yıllardaki   Avrupa’da  ,   ekonomik   krizden  dolayı  binlerce  Avrupalı  işsiz  kalmıştı  ve  fakirlik   artarak   yayılmaktaydı.  

Avrupalıların   ülkelerindeki   krizden  dolayı   ekonomik   rekabetteki  zayıflıkları   ,   her   ülkede   siyasi   ve   ekonomik   daralmaya   ,   ülkeler   arasındaki   karşılıklı  gerginliğe   ve  savaş   rüzgarlarının    da   esmesine   yol   açıyordu.  

İlerleyen    zaman   süreci   içerisindeki   gelişmelere göre , sömürgelerdeki   iş  gücü   ihtiyacını   karşılamak   maksadıyla ,  sömürgeciler   tarafından   Afrika   ve  Güneydoğu  Asya dan  yeni  sömürgelere  köle  ticaretine   başlandı   ve   gerçekleştirildi.


1650  - 1713   yılları  arasında   ,  Afrikalı   köle   ticareti   bir endüstri   olarak    ,   Amerikada’ki    yeni   sömürgelerde   yeni   tarım  alanlarının   geliştirilmesine   ve  yeni  maden  yatakları bulunmasına  paralel  şekilde  gelişen iş gücü  talebine bağlı olarak  Danimarkalı – Norveçli   ,  Fransız   , Hollandalı  , İspanyol , İngiliz ve Portekizli  köle  tacirleri  tarafından  çok  karlı  bir  ticaret  alanına  dönüştürüldü.

Köle  ticareti  ve  kölelerin  ucuz  iş  gücü  olarak kullanılması ve üretimi artırmaları o kadar karlı bir iş ti ki        16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla  kadar  olan  zaman  içerisinde  , özellikle  İngiliz , Portekizli  , İspanyol ,  Danimarkalı – Norveçli , Fransız  ve Hollandalı  köle tacirleri tarafından , Afrika kıtasından   12 – 13,5  milyon arasında Afrikalı insan , Amerika’ya  köle  olarak  tehcir  edildi.

Afrikalıların , Amerika daki yeni sömürge alanlarına , Avrupalılar tarafından yapılan bu tehcirler sırasında , Kuzey Amerikaya tehcir edilen  Afrikalı  kölelerin % 25 i sömürgeciler tarafından  dayatılan ağır yaşam ve iş koşullarına dayanamayarak  ilk  18  ay  içerisinde  öldü.

Bunun dışında , Afrika dan Amerika’ya yapılan köle sevkiyatı sırasında da , İngilizlerin elindeki köle ticareti  filolarındaki yaşam koşullarına dayanamayan ortalama % 6,5  oranındaki  köle  yaşamını   yitirdi. 

İSPANYOLLAR;

İspanyollar ilk köle ticaretine başlayan Avrupalılardandı.   İspanyollar   ilk  etapta  ,  1520  yılında  Afrika dan  Meksika’ ya  2,000  köle  getirdiler. 1550’de ise ,  3,000  köleyi   Peru’ya   sevk  ettiler .  Daha  sonra  ,   köle  tehcirini   ve   iş  gücünü  , İspanya’nın  yeni sömürge alanları olan ; Bolivya  ,  Şili ve  Ekvator’a  yaydılar. 1640’da ise , Peru’nun  bugünkü  başkenti Lima’ya getirilen  köle  sayısı  20,000   kişiyi   buldu .  18.  Yüzyıl’a   gelindiğinde  , Peru’da  zorla  iskan  ettirilen   köle   90,000 ‘e   ulaşmıştı.

Buna   karşılık  Meksika’da   iskan  ettirilen  köle sayısı ise  ,  6,000 dolaylarındaydı. 1650 yılında ekonomik gelişmeye uygun olarak , yeni iş gücü ihtiyacını karşılamak için , Peru ve Meksika’ya  İspanyollar tarafından , Afrika’dan 300,000 civarında  çok  büyük  bir  köle  tehciri  yapıldı.

Sömürgecilikte hiçbir sınır tanımayan Avrupalı sömürgeciler, kendi ekonomilerinin gelişmesi için Güney Amerikanın diğer bölgelerine de köle tehcirini yaymaya başladılar.

1575 – 1591   yılları  arasında , sırf  Angola ’dan   Brezilya’ya ve İspanyol Batı Hint bölgesine 52,000 köle , 1617 yılından itibaren ise , her yıl  28,000  köle Angola ve Kongo dan aynı bölgelere  gemilerle  tehcir  edildi.   

İspanyol ve Portekiz sömürgecilerinin , Brezilya daki , özellikle şeker üretimiyle ilgili olarak yarattıkları yeni tarım alanlarındaki ucuz iş gücüne ihtiyaç gittikçe büyümeye başlayınca,   bu   sefer bir yıl içerisinde  (  1700 lerin başlarında )   600,000   Afrikalı  köle  bölgeye   tehcir edildi.

1798 yılında , Brezilya’da  gerçekleştirilen  nüfus  sayımında   Brezilya’daki   iş  gücüne  yönelik   olarak  Afrika’dan   tehcirlerin   sonucunda  1,582,000    köle   ( o zaman ki  Brezilya ya  Fransızlar  ve   Hollandılaların  da  sürekli  köle  taşıdılar )  olduğu  saptandı.

1600 yıllarında aynı gerekçeler ve sömürgeci mantıkla hareket eden Fransızlar da , köle ticaretini ve köle iş gücünü geliştirdi.

Saint Dominique adasını elinde bulunduran Fransız sömürgecileri ,  1660 yılında  Afrika dan 18,000 köleyi adaya tehcir etti.

İngilizler  yeni sömürge alanlarının olduğu , Amerika Kıtasına , 1700  yılından 1808 yılına kadar 3,1 milyon Afrikalı köle tehcir ederek , birinci sırada yer alırken  ,  1 milyonun üzerinde  Afrikalı  köle  tehcir  eden  İspanyollar   ikinci  sırada  ve 1 milyon Afrikalı  köle tehcir eden  Fransızlar ise  üçüncü  sırada  yer  alıyorlardı.

Danimarka   gemilerindeki 60,783  köleden ancak  46,387  kişi  Amerikaya  ayak  basabilmişti. Geri kalanlar ise , Amerika’ya  varamadan  gemideki  ağır  şartlardan                         ( işkenceden , angaryadan , aç bırakılmaktan , hastalıktan vs. ) dolayı    ölmüştü.

Klein’ın   verilerine  karşılık  ,  konuyla ilgili araştırma yapan  diğer  tarihçiler ve demograflar ise , Afrika ve Atlantik ötesi  arasında  yapılan  köle  ticaretinin  esas  sayısının                25  milyon  kişiyi   kapsadığını  belirtiyorlar.

Araştırmacıların   tespitlerine  göre  , tehcir  edilen  her  1,000  köleden   ortalama  35 - 45 arasında  insanın  gemideki  yada  sömürgedeki  ağır  koşullara  dayanamamaktan dolayı  kısa sürede öldüğü de  eski belgelerde kayıtlara düşüldüğü görülmektedir. 

Köle  iş  gücü  kullanımı  konusunda  , Avrupalı sömürgeciler sadece , Afrika’dan Amerika Kıtasına köle tehciri yapmakla kalmadılar , aynı zamanda paralel olarak Afrika kıtasında  da  aynı  yöntemi  geliştirdiler.

Güney  Afrika da sömürgeciliğe başlayan Hollandalılar  , 1662  yılında  Cape şehrini oluşturdular.

Batı Afrika   kıyılarındaki Guinea  ve Angola’dan tehcir ettikleri  kölelerle  birlikte , Güney  Afrika ‘da , ekonomik çıkarlar  sağlamak   için , bölgeye  yerleşmeye  başladılar.  

1692 ila 1793 yılları arasında Hollandalı sömürgeciler tarafından , 64,848 köle , sömürgeci tarım ekonomisinin geliştirilmesi  için  Cape  bölgesi   sömürgesine  tehcir  edildiler   ve  ağır  koşullarda  çalıştırıldılar.   

Hollandalılar  tarafından  bu şekilde sürdürülen sömürgecilik  ve  tehcir  olayları , 140  yıl   boyunca  devam etti. Bu  zaman  içerisinde  bir  çok  köle  , ağır şartlarda dayanamadığı için ve Hollandalılardan kaynaklanan hastalıklardan  öldü.

VOC ,  Güney  Amerika’da  oluşturulan  Hollanda sömürgesi Surinam’daki yeni tarım alanlarına sürekli köle taşıyordu. VOC  firmasının  çeşitli  düzeyde  rakipleri   olan , diğer  devletlere bağlı  köle ticareti yapan firmalar ise, Cape bölgesi ve Güney Afrika’ya yakın denizlerde aynı şekilde faaliyette  bulunuyorlardı.

Bu Hollandalı olmayan firmalarda , Madagaskar’dan Fransız sömürgelerine  ve Mozambik’ten Brezilya’daki Rio Portekiz   sömürgesine  köle  taşıyan  gemilerdi.

Aynı  zamanda bu gemiler , Hollandalılar tarafından oluşturulan  , Güney Afrika’daki Cape – Hollanda sömürgesindeki  köle  pazarına  VOC  firmasının  dışında  da  köle  tehciri  yapıyorlardı.

Burada  bu  yüzden , büyük  bir  köle pazarı  ve  borsası oluşturulmuştu.

Cape – Hollanda   sömürgesine   köleler  başlıca ; Endonezya  Madagaskar , Mozambik , Malabar , Sri Lanka’dan tehcir ediliyorlardı.

     Cape , Graaf – Reinet , Drankenstein , Swellendam , ve Stellenbosch  Hollanda sömürge bölgelerine , tehcir edilen bu köleler , sırt  maddi  çıkar  elde  etmek   karşılığında , sömürgeciler tarafından , Avrupalıların çeşitli bölgelerde ve kıtalarda   oluşturdukları   yeni   sömürgelere   dağıtılıyorlardı.

Köle  ticareti  ve tehcirle ilgili olarak yukarıda anlatıldığı gibi beyaz Avrupalı insanın siyah Afrikalıya yaptığı ırkçılığa dayalı köleciliğin , psikolojik , sosyal ve kültürel etkileri günümüze  kadar  sürdü.

Avrupalılar yaptıkları köle ticareti vasıtasıyla , kendi ekonomilerini  geliştirdiler ama milyonlarca insanı ülkelerinden ve  yaşamlarından  zorla  kopartarak , Afrika  halklarının  mevcut kültür , gelenek  ve  sosyal düzenlerine büyük darbeler vurdular.

Avrupalılar ,  Afrika’dan yaptıkları bu köle tehciriyle birlikte , Afrika’daki  bir  çok  bölgede  topluluklar arasında insan gücü ihtiyacı doğmasına , ekonomik , sosyal , siyasi , demografik  ve  kültürel   kaosa   yol açtılar.

Afrika da  değişik  bölgelerde  insanların  ,  Afrikalıların köle   ticaretinde  bir  meta  haline  getirilmesiyle de ,  Afrikalıların  günümüze   kadar kökeni Avrupalı olan beyaz adamlar  tarafından , her   türlü  aşağılayıcı   muameleye  tabii   tutulmasına   ve   aşağı   bir  ırk  olarak  görülmesine   neden  oldu.    



AVRUPA   KÖKENLİ   KUZEY  ve  GÜNEY  ( BEYAZ ) AMERİKALILARIN   AMERİKALI   YERLİ   HALKLARA KARŞI    SOYKIRIMI

İSPANYOLLAR

Amerika  kıtasının , Avrupalıların kendi değerlendirmelerine   göre  ,   ilk  defa  ,  Avrupalı  bir   İspanyol olan  Colombus  tarafından   (  İspanya  Kralı  Ferdinand  ve Kraliçesi    Isabella’nın   himayesindeydi  )   1492    yılında  keşfedilmesiyle   birlikte  ,  Avrupa  kıtasında  yer  alan  ülkelerin  iktidarları  bu   yeni   keşfedilen   kıtayı   işgal  etmek  ve  oralarda kendi  siyasi ve ekonomik coğrafyalarını oluşturmak amacıyla birbirleriyle   adeta  yarış edercesine   Karayipler  ,   Meksika   daha  sonra  tüm  güney  ve  Kuzey  Amerika’yı  içine  alacak  bir biçimde  işgale   başladılar.

1492 yılında  Colombus’un  Amerika  Kıtasında  ,  Hispaniola  adasına  (  bugünkü Haiti  ve Dominik Cumhuriyetinin  bulunduğu  ada )  50  kişiyle  ayak  bastığı zaman , ada da toplam nüfusu  8  milyon  olan Arawaks  Yerlileri yaşıyordu.

Edinilen bilgilere göre bölgede , hüküm süren  22 yıllık İspanyol  egemenliğiyle birlikte ilk sıralarda 8 milyon  ( bazı veriler  5  milyon  )   Arawaks  yerlisinin   yaşadığı  ada  da 22   yıl   sonra   geride   kalan  nüfus  sayısı  ise  sadece  28,000 di.

Colombus’un   Karayiplere ,   17   gemiyle tekrar geri dönüşü  olan  1493 yılından sonra , Karayiplerde yaşayan 8 milyon  Arawaks  (  Tanios  )  yerlisinin  İspanyol  egemenliği sırasında , fiziki  olarak yok edilmesinden , hastalık ve köle ticareti yapılmasından , çocukların sömürgeciler tarafından parçalanarak  köpeklere yem olarak atılmalarından , toplu şekillerde asılmalardan , işkencelerden 

( Özellikle  yerlilerin  İspanyollar  şişe geçirilerek  alevde  yapılan insan  kızartması / çevirmesi  yapılması  yaygın  bir uygulamaydı )  dolayı soykırıma uğratıldı.

Sömürgecilerin  adaya ayak bastıklarından 50 yıl sonra ise ada da yaşayan yerli halktan sadece 200 kişi ancak hayatta kalmıştı.

Olaylara  tanıklık  eden , zamanın bir İspanyol misyoneri , Bartolome de las Casas  bölgesinde , kendi  gördüklerini  not  ettiği yazılarında  , sömürgecilerin yerlilere karşı yaptığı katliamlarla  ilgili  şunları  belirtiyor :

“ Bir gün Las Casas önlerinde , İspanyollar 3,000 kişinin kellesini kesiyorlardı , organlarını  parçalıyorlardı  ve ırzlarına geçiyorlardı. Ben hayatımda bu kadar barbarlığın benim insanlarım  tarafından  yapıldığının  hiç bir örneğine hiçbir zaman bir anı olarak şahit olmadım “

Diyor  ve  yazısına  şöyle  devam  ediyor ;

“ İspanyollar  kendilerinden  kaçan  çocukların  bacaklarını koparıyor , insanları  kaynayan  kazanlara  atıyorlardı , insanları iki  parçaya  ayırıyorlardı , yerlileri  bir  kancaya  domuz asar gibi  asıyorlar ve  kızartıyorlardı. Kızaran  insanları  ise  köpeklere  yiyecek  olarak  veriyorlardı. “

1519  yılında , İspanyol  Corte’in  Meksika’yı  feth  etmesiyle birlikte , ilk  başta  12  milyon  yerli nüfusu olan Meksika da , 1600  yılına  gelindiği zaman ancak 1 milyon yerli hayatta kalmıştı.

İspanyollar  Meksika  nın  California  bölgesini egemenlikleri  altına aldıkları zamanda , 700,000 olan bölgedeki yerli nüfusu ise , 1845 yılında yerlilere yapılan soykırımlardan dolayı  200,000  kişiye  düşmüştü.

1850 yılında California ABD egemenliğine girince , katliamlardan geriye kalan 200,000  yerliden  10,000’i               1854 yılında köle olarak pazarda satıldılar. 1852 yılında , California’nın  yerli  nüfusu  85,000’di . 1862 yılına gelindiğinde ise , bu  sayı  35,000  kişiye  düşmüştü. 

Buna  sebep  ise , 1849  yılında  ABD  askerlerinin  Pomo yerli  kabilesine  saldırısından  dolayı ,  Pomoların yok edilmesiydi.  Aynı  dönemde , ABD  askerleri ,  2,000 – 3,000 Yama  yerli  kabilesinden  olan insanları  katletti.  Bölgenin  diğer güçlü kabilelerinden Yukiler’e de saldıran ABD askerleri , saldırıda  12,000  Yuki’yi  katlettiler. 

Sömürgecilerin Yukilere yaptıkları seri katliamlarından sonra , Yukilerden  geriye  kalan  nüfus  ise  , sadece  200  kişiydi.

Saldırılar ve yerli katliamları hiç durmadan bütün bölgelerde  devam etti.

1860 yılında California’nın Indian Adasındaki ABD saldırısında , yüzlerce  yerli  kadın  ve  çocuk  katledildi. 

1900  yılına  gelindiği zaman , 1800 lerin ilk yarısında 700,000 kişi olan California yerli nüfusundan yerlilere karşı sömürgeciler tarafından yapılan katliamlardan sonra ancak 15,000  kişi  hayatta  kalabilmişti.

İspanyolların ve Kuzey Amerikalıların eski İspanyol sömürge bölgesinde ( California , Mexico ) yaptıkları yerli  katliamlarından  sonra , 1492 yılında , 7 milyon olan ( bazı verilere göre 12  milyon ) yerli nüfusu , 1892 yılına gelindiği zaman , 500,000  kişiye  inmişti.

Bir  başka  veriye  göre  ise , İspanyol  Colombus’un Amerika  kıtasına  ayak  bastığı  zaman  ve daha sonra                48. Birleşik  Devletler  bölgesine  girecek  olan  bölgede                 12   milyon  yerli  yaşıyordu , 400  yıl  sonra  ise , yerli  nüfusunun  % 95’i   soykırıma  uğratılarak  sayıları  sömürgeciler  tarafından 200 bin  ( bazı verilere göre 237 bin )  kişiye  düşürülmüştü.

İNGİLİZLER

Yerlilere ilişkin İngilizler sömürgecilerin , öldürme amaçlı işledikleri  soykırımlarda ,  insanları  vurarak  öldürmeleri dışında , sömürgecilerin  Amerika kıtasına bilerek yaydıkları çiçek  hastalığının  da  büyük  payı  vardı.

1607 yılında , Rio Grande ve Virgina bölgesini sömürgeleştirmek  için gelen İngilizlerin hazırladıkları bir raporda  da  bu  durum  su yüzüne  çıkıyordu.

Buna  bir  örnek  verecek olursak , hastalıklardan ve öldürme olaylarından önce bölgede yaşayan , Powhatans yerli kabilesinin nüfusu , 1600 yıllarında 50,000 iken , İngilizlerin hastalık  yayarak  yerlileri  soykırıma  uğratmaları  sonucu ,  1607 yılında  Powhatanlardan  geriye  ancak 5,000 kişi hayatta kalmıştı.

1607 yılında Jamestown bölgesini işgal eden İngilizler , bölgede  yakaladıkları  her  yerliyi  kayıtsız şartsız öldürüyorlardı.

Bu   konuda  Tarihçi   David E.Stannard   şöyle  diyor :

“  Yüzlerce yerli hiç yoktan meydana gelen saldırılarda katledildiler.  Diğer   yüzlercesi   ise  çeşitli  entrikalarla  zehirlenip  öldürüldüler.  Yerlilerin   kanoları  paramparça  edildi  bütün  tarım  alanları yakılıp yıkıldı. Ne  zaman  yerliler  barış istediyse  hep  İngilizler  tarafından  sahte  bir  anlaşma  yapıldı  ve  ardında  İngilizler  barış  zamanında  olduğunu  sanan yerlilere , beklenmedik   bir  biçimde tekrar saldırdılar. Çünkü sömürgeciler   yerlileri  yeryüzünden silmek istiyorlardı. Onun için  yerlilere  karşı  her  türlü  öldürme  olayını  kendilerine  reva gördüler ,  yerlilerin  ekili  alanlarını  da  sırf yerlileri aç bırakarak  yok  etmek   için   yaktılar   “   demektedir.

Yerlileri  yabani  ve  barbar  olarak gösteren birçok Avrupalı kaynağa karşın , tarihçi David Stannard’ın yaptığı araştırmayı  yayınladığı  eseri American Holocaust’da Stannard’ın  sözünü  ettiği  Virginia’da yerleşmiş olan Powhatan’lı Paspaghegh yerlileri , bölgede tarımı çok iyi geliştirmişler  ve  iyi  seviyede  bir  medeniyet  kurmuşlardı.

Bölgeye   yerleşen  500  İngiliz  sömürgeci  her  yıl ,  yerlilerin buğday üretiminden 1610 yılına kadar aralıksız olarak yararlanıyordu.

1610 kışında yerlilerden buğday alamayan bölgedeki İngilizler , kuru  kış  ve  açlıktan meydana gelen ölümlerden dolayı  nüfusları  60  kişiye  kadar  düştü.

Açlıktan  ölen  İngilizlerin  ölümlerini  kabullenemeyen İngiliz Bölge Valisi , Paspaghegh kabilesi yerlilerine karşı savaş ilan etti ve 15 kadarını öldürdü , kabilenin kraliçesini ve çocuklarını  kaçırdı  ve  evlerini  ateşe  verdi.

İngilizler kaçırdıkları yerli çocuklarının hepsini ve Paspaghegh  katlettiler  ve  cesetlerini  ırmaklara  attılar.

1624  yılında ise , 60 silahlı  İngiliz in  saldırılarında  ise  ,  800  savunmasız  kadın , erkek , çocuk kendi yerleşim bölgelerinde   katledildiler.

1644  yılında ise, yerliler  yavaş  yavaş  topraklarının  işgal edilmesine  ve  yaşam  şartlarının zorlaştırılmasına karşı mücadele etmeye başladılar ve  İngilizlerin saldırılarına karşılık , 500  yeni  sömürgeciyi  öldürdüler.

Bunun  üzerine bölge valisi William Berkeley , yerlileri yok etme amacıyla yerlileri iç ve verimsiz bölgelere tehcir ettirmeyi hedefleyen  bir  stratejiyi  uygulamaya  koydu.

1637  yılında  yerlilerin  sömürgeciler tarafından katledilmesi Virginia’da olduğu gibi Massachusetts’de de sürdürüldü.

Connecticut  ırmağına  yakın bölgedeki  Black adasında , İngiliz  bir  subayın  emriyle  bölgede  bulunan  ne  kadar  erkek yerli   varsa   katledildi   ve   bölgenin  en  güçlü  Pequot  kabilesine  ait  iki  yerleşim  birimi  yakıldı ,  yerleşim  birimindeki  yerli kadın ve çocuklarda hiç acımadan İngiliz askerleri   tarafından   katledildi.

Connecticut’ta General Court kumandasındaki ingiliz kuvvetleri ise , yerli  yerleşim  bölgesi  Mystic at Dawn’a   saldırıda bulundu ve bir saat içinde 700 tane yerli kadın , yaşlı erkek  ve  çocuğu  katletti.

1900  yılına  gelindiğinde , yerlilerin yüzyıllarca , yüzbinler olarak  yaşadıkları bölgelerde aşırı derecede yerli nüfusunun azalmasından dolayı  Avrupalı  sömürgecilerin  yerlilere yaptıkları   soykırımların   sonuçlarını   algılamak  çok  zor değildi.

AMERİKALILAR

Amerika’da 1900 yılına gelindiğinde milyonlarca yerliden geriye  hayatta  kalanlar  şunlardı ;

New Hampshire  22 kişi  ,  Delaware 9 kişi , Alabama 177 kişi  Arkansas 66 kişi , Connecticut 153 kişi , Georgia 19 kişi , Kentucky  102 kişi , Massachusets  587 kişi , Ohio  42  kişi ,  Rhode  Island  35  kişi , South  Carolina  121  kişi ,  Tennessee 108 kişi , Texas  470  kişi , West  Virginia  12  kişi , Maryland  3  kişi ve  New  Jersey  de  ise  5  kişi  hayatta  kalmıştı.

Amerikada’daki  Avrupa  kökenli  sömürgecilerin , yerlilere soykırım  uygulamasına  ilişkin  olarak , Amerikan Devlet Başkanı  Theodore Roosevelt’in Amerikalıların yerlilere yaptıkları katliamlarla ilgili söylediği söz , Amerikalıların yerlilere  karşı  besledikleri  soykırımcılığı  çok  iyi  özetliyordu.

Roosevelt yerlilerle ilgili olarak ırkçı ve soykırımcı görüşlerini  anlattığı  bir  konuşmasında :

“  Ben  en  iyi yerli ( kızılderili ) ölü yerlidir diyebilecek kadar  çok  ileri  gitmek  istemiyorum  ama onda dokuzu öyledir. “ diyebilmekteydi.

Esasında Roosevelt’in bu ırkçı ve soykırımcı sözlerinin altında  yatan  neden  şuydu ;

Roosevelt , Black Hills’den South Dakota’ya kadar olan bölgeyi fethetmek istiyordu. Roosevelt’in rüyası gerçekleştiği zaman  sayısız  yerli çocuk , kadın , yaşlı ve erkek katliama uğradı. 

Daha  sonra  yerlilere karşı , aynı ırkçı ve soykırımcı düşünce ve retorik South Dakotalı General ve vali William Jankov tarafından , yerlilere karşı yapılan insanlık dışı uygulamalarda  da  kullanıldı.

Kuzey  Amerika’daki  yerli soykırımlarında , Avrupa kökenli  yeni  Amerikalılar  ( sömürgeciler )  her  türlü insanlık dışı   sayılacak  yöntemi  kullanıyorlardı. 

Yeni  Amerikalıların  bu  kullandıkları soykırım yöntemlerini  başlıca  sayacak  olursak ,  şöyle  özetleyebiliriz ;

Toplu soykırımlar , hastalık yayarak oluşturulan soykırımlar , işkencelerle hedefe varılan soykırımlar , ürünleri yakıp   yıkarak  ve  hayvanları  katlederek yerli halkı aç bırakarak  oluşturulan soykırımlar , zorla kadınları kısırlaştırarak  oluşturulan biyolojik  soykırımlar , 

yerlilerin  bin yıllardır yaşadıkları topraklardan yerlileri dağıtıp yok etmeye yönelik  olarak  yaptıkları  tehcir  yoluyla  gerçekleşen soykırımlar , yeni Amerikalıların  kendi  değerlerini  zorla empoze ederek yerlilerin beyninin ( özellikle çocukların ) yıkanması yoluyla uygulanan soykırımlar ,

 ( beynin sömürgeleştirilmesi / asimilasyon ) , yerleşim bölgelerinin  yakılması  yoluyla  uygulanan  soykırımlar , şamanist  ve  totemist dine inanan yerliler arasındaki dini ibadet özgürlüğünün  kaldırılması   yoluyla  uygulanan  soykırımlardı.

New York  ve  Pennsilvania’da  yaşayan  ve  çok  büyük  bir yerli   kabilesi  olan   Iraquoisler   tehcirlerden  dolayı  en  sonunda yaşamlarının  anlam  getiren  her  şeylerini  bırakarak  Kanada’ya  gitmek  zorunda  bırakıldılar.

Daha sonra bu  yerli  kabilesinden  birkaç  yüzyıl  sonra  yerli  kabilesinden  birkaç  yüzyıl  sonra  hemen hemen arda hiçbir şey  kalmadı.

1830  yılında  ABD’nin   aldığı  yerlileri  tehcir  kanunuyla  , 5  tane  Choctaws , Creeks , Chickasaws , Cherokees , ve Seminoles yerli medeniyetlerinden 100,000 kişi Mississipi bölgesine  ABD’nin  kontrolünde  olarak  tehcir  edildiler.

Tehcire   karşı  çıkan  Cherokees  kabilesinden  yüzlerce  kişi ise  katledildi.

Özellikle yerli çocukların asimile edilerek kendi kültürlerinden kopmaları için Jesuit ( hristiyan   tarikatı ) örgütlenmesi yoluyla açılan okullarda öğretilen sömürgeci hrıstiyan  kültür  ve  sosyal  değerlerle  şartlandırılıyorlardı.

Dil  eğitimi  verilmesi  ve  çocukların asla okulda yatılı olarak yer aldıkları müddet içerisinde hiçbir zaman kendi anadilinin  konuşmasına  olanak  verilmemesi  yoluyla yapılıyordu.

Pensylvanyadaki “ Charlis Indian  Industrial “ okulunun kurucusu , Capt.  Richard  H. Pratt ‘ın     “ İnsanları koruyabilmek  için  yerlileri öldüreceksin “ sözüyle yerli çocuklara okul yoluyla yapılan bu kültürel asimilasyonun esasında  yerlileri  yok  etmek  olduğunu  doğruluyordu.

Kuzey  Amerika’ya  ek olarak Latin Amerika’da da Avrupalı sömürgeciler , aynı türden soykırımları aynı amaçları güderek ,  yerlilere  karşı  uyguladılar.

1970 – 1980  yılında  zamanın  ABD  Başkanı, Ronald  Reagan  tarafından  bizzat  direktif  verilerek  desteklenen ABD destekli Guatemala’daki mevcut hükümet birlikleri ve paramiliter örgütler tarafından , yüzyıllardan beri yerlilere  gerekçesiz  olarak  uygulanan  soykırım uygulamalarının  bir  devamı  olarak , insanlık  tarihinde  Aztekler  gibi  önemli  medeniyetlerden birisi olan Myaların en son nesli olan Guatemala da yaşayan yerlilerden binlercesi kaçırıldı ,

Yerlilerin  400 e yakın  yaşadığı  köy  ve  tarım  alanları  yok edildi , bir çoğu işkenceden geçirildi ve bu soykırım uygulamalarının  sonucunda  ise , 200,000  Maya  yerlisi  tamamen katledildi.

Olayların  dünya  kamuoyu  nezdinde  ortaya  çıkması  ve yoğun  uluslar arası  protestolardan  dolayı , 1999 yılında ABD Başkanı   Bill Clinton , Mayalara Guatemala   askerleri tarafından yapılan bu saldırılarda ve katliamlarda Reagan dönemindeki  ABD’nin  aktif  rolünden  dolayı  resmi  olarak  yerli  halktan  özür  diledi.

Sömürgecilerin  Latin  Amerika’ da  yerlilere karşı yaptıkları   soykırımların  araştırmacıların  Hans Goning ,  yaptığı   yorumda , sömürgeci  anlayışın  hala sürdürüldüğünü belirtiyor  ve   bu  konuda  şöyle  diyor ;

“ Latin Amerika’da  hala fetihler günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Bu fetihler hala fethedilmeyen ormanlar ve dağlık  alanlarda  sürdürülmektedir.  Amazon yerlilerinin köyleri Orta  Amerika’nın bu arka ormanları , buralara çiftlikler açma ve maden arama gerekçesiyle gelen eli silahlı güçler                          ( sömürgeciler )  tarafından  işgal  edilmektedir. “ 

Araştırmacı Arne Falk – Rönne’de Latin Amerika yerlileriyle  ilgili  yaptığı  bir  araştırmada , Kuzey ve Orta Amerşka’daki  yerlilere  uygulanan  sömürgeci  soykırımlarda olduğu  gibi , Latin  Amerika’daki  Avrupa  asıllıların  yaptıkları soykırımlarda da  , yerlilerin  yaşadıkları bölgelerin işgal edildiğini  ve  planlı olarak sömürgeciler tarafından aynı ekonomik çıkar  amacı  güdülerek , Avrupa  asıllılar  tarafından Kuzey Amerika’daki soykırımlarda olduğu gibi , soykırımcı metotların   aynen   uygulandığını   gözler   önüne   sermektedir.

 Arne Falk – Rönne’nin  yaptığı  araştırma  sonuçlarına  göre , Avrupalı sömürgeciler tarafından üzerlerinde soykırım uygulanan  yerli grupları ve yaşadıkları bölgeleri kısaca şöyle özetleyebiliriz ;

Brezilyanın Rio Arinos bölgesinde yaşayan Tapayuna yerlileri ,  1967  yılında bölgelerini işgale gelen Avrupa asıllı ticaret  adamları  ( sömürgeciler )  tarafından  unlarına ve sularına  zehirli  madde  olan  arsenik  karıştırılarak  yok edildiler.

Geride kalan çok az miktardaki Tapayuna yerlisi ise , profesyonel  yerli  insan  avcıları tarafından , ormanlarda avlandı. 

10,000 kişilik nüfusu olan Cinta Larga yerlileri ise , Brezilyanın Rio Jureaneler bölgesinde , 1962 / 1963 yılında sömürgeciler  tarafından  tamamen  yok edildi.Bu gruptan hayatta  sadece  tesadüf  olarak ,  20  kişi  kaldı.

Brezilyanın  Rio  Manuel  bölgesinde  yaşayan Kraho yerlileri ise , bölgenin güçlü adamı Pedro Alfons – egnen tarafından  yerleşim  birimleri  yakıldı  ve  daha  sonra  aynı  şahıs ve  adamları  tarafından , verimsiz  ve Malarya hastalığının yaygın  olduğu  bir bölgeye tehcir edildiler.Tehcir edilen Kraho’lar tehcir edildikleri bölgede , açlık ve hastalıktan dolayı tamamen  yok  oldular.

Brezilyanın  Belo Horizonte bölgesinde yaşayan 5,000 nüfuslu  Maxakali yerlileri ise , baskılardan ve sömürgeci avcıların kendilerini avda avlayarak öldürmelerinden dolayı tamamen  yok  edildi.

Brezilyanın Rondon bölgesinde yaşayan binlerce Nambikvara  yerlisi  de 4 – 5  dolar  karşılığı  verilen  ödüllerle , beyaz  sömürgeci  avcılar  tarafından  katledildiler.

Beyaz  avcılar tarafından yerli avlarında katledilmelerden dolayı , 1968 yılında Nambikvara’dan geriye ancak 500 kişi hayatta  kaldı.

Brezilyanın  Rondonia  bölgesinde  yaşayan  binlerce    Pakaa – nova yerliside , 1900 yılında Avrupalı sömürgeciler tarafından  bulundukları  yerleşim  birimi  tamamen  sarıldı    ve hiç birinin kurtulmasına göz yumulmayıp kurşunlanarak katledildiler.

Brezilyanın   Itibuna  bölgesinde  yaşayan  Pataxo yerlileri ise , sömürgeciler  tarafından  hastalık  yayılarak  katledildiler.

Brezilyanın  Rio  Xingus  bölgesinde  yaşayan Bororo yerlileri de bilinçli olarak sömürgeciler tarafından yok edilmek için  verimsiz  bir  bölgeye  tehcir edildiler ve bir çoğu yeni yaşama  ayak  uyduramadığı  için  hastalıktan  kırıldı.  

Bugüne  kadar  konuyla ilgili yapılan araştırmalardan ortaya çıkan verilerden edinilen bilgilere göre , Amerika’ya Avrupalılar  gelmeden  önce  yaklaşık 100 / 145 milyonun üzerinde yerli yaşarken , 

Avrupalı   sömürgeci  Colombus’un Amerika’yı  500 yıl  önce  keşfiyle  birlikte  yerli  nüfusun  bir  çok  nedenlerden  dolayı yavaş yavaş  Avrupalı sömürgecilerin boyunduruğuna geçtiği  ve  birçoğunun  Avrupalılar  tarafından  çeşitli  neden  ve metotlarla soykırıma uğratıldığı yukarıdaki tarihsel  bilgiler  ışığında  da  iyice  belirginleşmektedir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder