Erdoğan:Şah, Putin:Mat
-Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 1
Yazar:
Serhat Erkmen
Bekir Ali Yüksel
Ağustos ve Eylül 2015, Türkiye'nin Suriye politikası ve Suriye'deki stratejik dengelerin değişimi açısından son derece önemli bir dönem olmuştur. Ülkemizde seçim sonrası siyasi ortam, koalisyon görüşmeleri ve terörle mücadele gündemin ana maddelerini teşkil ettiğinden Suriye meselesi bir yanıp bir sönen bir konuya dönüşmüştür. Oysa, özellikle son iki ayda Ankara, Şam, Bağdat, Tahran, Londra, Moskova ve Washington merkezli gelişmeler Suriye'de kısa bir süre içinde bir uçtan diğerine savrulma yaratmıştır. Öyle ki Eylül ayının ilk haftasında Türkiye, Suriye'de bir güvenli bölge oluşturmak için doğrudan ve sınırlı bir askeri müdahale için düğmeye basmışken ayın ortalarında denklem tamamen değişmiş, Esad rejiminin kalıcılığına dair önemli bir dönemeç dönülmüştür. Halen son derece sıcak gelişmelere sahne olan Suriye'de Eylül 2015 belki de kader ayı olacaktır. Ay sonunda New York'ta yapılacak BM Genel Kurulu'na giden liderlerin çoğunun aklında Suriye'deki son durumun olacağı görülmektedir. Gizli ya da açık diplomasi kanallarının sonuna kadar zorlanacağı New York'ta Putin-Obama görüşmesinin gerçekleşmesi Suriye'de yaşananlar açısından olabilecek en önemli gelişmedir. ABD ile Rusya'nın nasıl bir Suriye istedikleri konusunda anlaşamasalar dahi nasıl bir Suriye istemedikleri konusunda uzlaşabilmeleri sahadaki gelişmelerin gidişatını da değerlendirecektir. Bu bağlamda bakıldığında belki de Suriye'deki iç savaşın tarihi yazıldığında içinde bulunduğumuz döneme özel bir başlık açılacaktır. Bu nedenle son dönemdeki gelişmeleri ve yakın gelecekte yaşanabilecek değişimi iki ayrı temel gelişme üzerinden değerlendirmenin yararlı olacağını düşünerek bu analizi ele aldık.
Türkiye'nin Suriye'ye Müdahalesi
Temmuz ayında yaşanan gelişmelerden sonra Ağustos'taki hızı artan hazırlık dönemi Eylül ayı başında Türkiye'nin (Erdoğan’ın) Suriye politikasını yeni bir aşamaya ulaştırmıştır. Bu aşamada 2011’den bu yana Suriye iç savaşının cephe gerisi olan Türkiye, Suriye iç savaşına Ağustos 2015 itibariyle ABD ile koalisyonu çerçevesinde havadan doğrudan müdahil olmuştur. Bu adımlar sonucunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Suriye iç savaşına karadan müdahil olmaya hazırladığı görülmüştür. Ağustos ayının tamamında ve Eylül ayının ilk haftalarında izlenen bazı göstergeler, Türkiye'nin Suriye'de koşar adım bir çatışmaya sürüklendiğini ortaya koymaktaydı. Ancak bu yola neden gidildiği öncelikle değerlendirilmesi gereken husustur. Bu çerçevede AKP’nin Suriye politikasının temel mantığının TSK’yı neden Suriye iç savaşına müdahil olmaya sevk ettiği ortaya konulacaktır. Bunu son aylarda Türkiye’de askeri yapıda gerçekleşen gelişmelerin incelenmesi izleyecektir. Son olarak ise Suriye’ye bir Türk müdahalesi ile ilgili ABD’den gelen açıklamalar tahlil edilecektir.
AKP’nin Dış Politikasının Suriye İç Savaşına Müdahale Doğuran Mantığı
Aslında Türkiye'nin Suriye'ye müdahale edebileceği tartışması ya da öngörüsü yeni değildir. Üstelik, ülkenin yeniden seçim atmosferine girmesiyle birlikte bu müdahaleyi iç politik mülahazalar çerçevesinde temellendiren bazı iddialar da bulunmaktadır. Bu değerlendirmelere göre seçim öncesinde bu tür bir müdahale gerekçe olarak kullanılarak seçimin ertelenmesi ya da olası çatışmanın yaratabileceği rüzgardan yararlanarak hükümeti domine eden partinin oy kazanması mümkün olabilecektir. Fakat, Türkiye'nin Suriye'de sürüklendiği çatışmanın sadece konjonktürel bir durum olduğu ve seçim dönemiyle sınırlı bir olasılık olduğu da doğru değildir. Türkiye'nin izlediği Suriye politikası, sahadaki dengeler, Şam rejiminin attığı adımlar ve Suriye'de etkin olan dış güçlerin hamlelerin kesişimi Türkiye'yi Suriye'de bir savaşa sürüklemektedir.
Buradaki savaştan ne anlaşıldığının da altının çizilmesi gerekir. Türkiye 2011 yılının sonlarından itibaren Suriye'de çeşitli gruplara verdiği maddi destek nedeniyle uzun bir süre önce iç savaşın parçası haline gelmiştir. Mevcut Suriye politikasını destekleyen siyasetçiler, yetkililer ya da analizciler dahi Türkiye'nin rejim karşıtı grupları desteklediğini reddetmemektedir. Bu konudaki tartışma daha çok desteğin hangi gruba verildiği noktasında düğümlenmektedir. Konuyla ilgili görüş bildirenler ya da bilgi aktaranlar Türkiye'nin IŞİD veya Nusret Cephesi'ne destek verdiği iddialarını reddederken, diğer gruplara yönelik destek faaliyetlerini "siyasi, stratejik veya insani meşruiyet" çerçevesinde kabul etmekte ve onaylamaktadırlar. Buna ek olarak 24 Ağustos 2015'te ABD ile imzalanan mutabakat metninin neticesinde Türkiye'nin 29 Ağustos günü Suriye'deki hedeflere düzenlenen hava operasyonlarına doğrudan katılmasıyla Suriye'deki iç savaşa müdahil olmadığı savunulamaz hale gelmiştir. Bu nedenle bizim Türkiye'nin Suriye'de savaşa sürükleniyor ifadesinden kastımız mevcut durumun ötesinde doğrudan ama sınırlı bir askeri müdahaleye yaklaşmış olmasıdır. Bu savımızı destekleyen göstergeler şöyle sıralanabilir:
1. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde kurmak istediği "bölge"nin kendiliğinden veya yerel aktörlerin kendi çabalarıyla kurulamayacağı ortaya çıkmıştır:
Kamuoyunda "güvenli", "tampon", "uçuşa yasak" ve "terörden arındırılmış" sıfatlarıyla geçen ve kabaca Azez'den Cerablus'a kadar olan sınır hattıyla bunun güneyindeki alanı kapsayan bölgede bazı silahlı grupların desteklenmesi yoluyla güvenli bölge oluşturulamayacağı artık görülmüştür. Bunun göstergeleri şunlardır:
a. Nusret Cephesi’nin IŞİD’e Karşı Kurulan Cepheden Çekilmesi
Nusret Cephesi'nin (NC) anılan cepheden çekilmesi yaklaşan fırtınanın habercisidir. Fetih Ordusu'nun belkemiğini oluşturan ve ayrıca özellikle Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e karşı en önemli dengeleyici olarak görülen NC, 9 Ağustos günü yayınladığı bildiriyle Türkiye'nin de ismini açıkça zikrederek koalisyonun yapacağı operasyonlara destek vermeyeceğini ilan ederek daha güney ve batıdaki alanlara çekileceğini açıklamıştır. Nitekim, "Eğit-Donat" kapsamında Suriye'ye gönderilen ilk grubun üyelerinden bazılarını öldüren ve bazılarını da esir alan NC, çatışmanın ısınacağını görerek yeni denklemin bir parçası olmamak için adeta aradan çekilmiştir. NC'nin bu tavrının stratejik (uzun vadede kendisinin hedef alınacağı), taktiksel (IŞİD’le cephe hattında bulunup ağır zayiatlar vermek) ve ideolojik (İslami mücadelenin ABD ve Batı desteğiyle yürütülmesindense grupların kendi iradeleriyle birleşmesi) gibi nedenleri bulunmaktadır. Ancak bu nedenler bir yana NC'nin bu hamlesi koalisyonun desteklediği gruplar ile IŞİD arasındaki çatışmanın çok daha büyüyeceğini görmesinin sonucunda meydana gelmiştir. NC gibi sahadaki gelişmeleri iyi analiz eden bir grubun "fırtınanın kopmak üzere olduğu" değerlendirmesini yapması en önemli göstergelerden birisidir.
b. YPG/PKK’nın Fırat’ın Batısına Geçmek İçin Hazırlıklara Başlaması
YPG'nin Rakka Cephesi'ndeki ilerlemesi çoktan durmuş, açıkça Cerablus'a yönelmiştir. Tel Abyad'ı ele geçiren ve daha sonra da Ayn Isa'da kısmi de olsa bir kontrol sağlayan YPG'nin sonraki hedefinin Fırat'ın Batısı olduğu açıktır. YPG, büyük ölçüde Kürtlerin demografik üstünlüğüne paralel olan alanlarda ilerlemesine rağmen Arapların yaşadığı bölgelerde de ilerleyebildiğini (göç ettirme, yerel hassasiyetleri kullanma, silahlı güç uygulama, yerel ortaklar bulma vb. gibi yöntemlerle) göstermiştir. Dolayısıyla demografinin bölgede üstün bir silahlı gücün ilerleyişine engel olmadığı (sadece yavaşlatabildiği) ortaya çıkmıştır. Buna karşılık, YPG ile IŞİD arasındaki çatışmaların daha çok Cezire Vilayeti'nde yoğunlaştığı görülmektedir. Rakka ve civarına yapılan ABD hava operasyonlarına rağmen son bir hafta içinde ABD'nin hava desteğinin El Hawl ile Mare'ye yoğunlaşmasının da gösterdiği gibi YPG'nin güney ve doğu hattında ilerlemesi durmuştur. Tersine YPG Cerablus civarına doğru büyük bir yığınak yapmaktadır. Bu bölgede 2500-3000 PKK/YPG’li toplanmışlardır. Fırat'ın batısına geçmek YPG için sadece psikolojik bir eşik değil aynı zamanda Afrin-Kobani arasındaki bölgenin kontrolüne ilişkin planın önemli bir dönüm noktasıdır. YPG'nin batıya doğru ilerlemesinin yeni evresi başlamak üzeredir. IŞİD'in diğer bölgelerdeki saldırıları bunu yavaşlatmakta ya da geciktirmektedir. Ancak düğmeye basılmasının artık çok uzakta olmadığı söylenebilir.
c. Amerikan Hava Desteği IŞİD’e Karşı Savaşan Grupların IŞİD Karşında Gerilemesini Engellememektedir
Uluslararası koalisyonun desteklediği gruplar IŞİD karşısında aldıkları hava desteğine rağmen tutunamamaktadır. NC'nin çekilmesinden sonra muhaliflerin IŞİD karşısındaki durumu tabloyu çok net ortaya koymaktadır. Mare kasabasının etrafında yaşananlar tüm dengeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. IŞİD'in Mayıs sonu Haziran başında başlattığı Azez hamlesi, NC'nin de dahil olduğu gruplar tarafından güçlükle durdurulmuştur. Ancak Şam Cephesi'nin de katılmasıyla sayısal gücü çoğalan ve aldığı destekteki miktar ve nitelik artışıyla birlikte sonuç verici bir hamle yapması beklenen muhalifler önce IŞİD hatlarına yaptıkları taarruzlarda başarılı olamamışlar, daha sonra da Mare'nin kuşatılmasının önünü açacak kritik köyleri kaybetmişlerdir. IŞİD, bu evrede muhalif grupların enerjisini Halep'in batısıyla İdlib arasındaki bölgeye yoğunlaştırmasını fırsat bilerek kritik bir hamle yapmıştır. Hamlenin bir sonraki evresinde Mare'yi tamamen ele geçirebilecek ve Tel Rıfat'ı da alabilmesi halinde Halep Türkiye bağlantısını büyük ölçüde kesebilecektir. Bu ihtimal her geçen gün güçlenmektedir. Buna ek olarak IŞİD'in Türkiye sınırına paralel köyleri yavaş da olsa istikrarlı bir şekilde ele geçirdiği görülmektedir. Bu göstergeler, IŞİD'i bölgeden temizlemesi beklenen muhaliflerin tersine her geçen gün güç kaybettiklerini göstermektedir. Üstelik aralarındaki ihtilafları çözemeyen ve en azından IŞİD'e karşı ortak savaşma becerisi gösteremeyen muhaliflerin halihazırda dar bir alanda kontrolü sağlayamazken IŞİD'den arındırılmış bölge olması beklenen daha geniş bir alanı nasıl tutacağı da büyük bir soru işaretidir. Özetle, IŞİD ilerlerken, YPG ciddi bir hamleye hazırlanırken her ikisinin de karşısında durması beklenen grupların bu kapasiteye ulaştığına dair hiçbir gösterge yoktur.
Özetle: Türkiye'nin Halep'in kuzeyinde (büyüklüğü farklı boyutlarda ifade edilen ama çoğu da gerçeklikten ve temel saha bilgisinden yoksun haritalarda gösterilen alanlarda) yerel unsurlara destek vermek yoluyla oluşturmak istediği bölgenin
1. Muhalif grupların kapasite yetersizliği
2. Hava operasyonlarının IŞİD'i yavaşlatmasına rağmen durduramaması
3. NC'nin kritik kararı sonucunda IŞİD karşıtı koalisyonun en kritik öğesinin çekilmesi
4. YPG'nin Cerablus hamlesinin yakınlaşması nedeniyle,
yakın gelecekte kendiliğinden oluşamayacağı ortaya çıkmıştır.
Bu durum, Türkiye'nin neredeyse hayati ölçüde stratejik önem atfettiği (kırmızı çizgiler olduğunu ilan ettiğine ve PKK terör örgütünün saldırılarının arttığı bir dönemde MGK'da dahi görüşüldüğüne göre değerlendirmenin düzeyi bu olmalı) "bölge" oluşumu Türkiye'nin doğrudan müdahalesi olmaksızın gerçekçiliğini yitirmiştir.
Bu gelişmelerin sonu ne olabilir? Güvenli, tampon, arındırılmış bölgenin tüm gerekçeleri kamuoyunda onu savunanlar tarafından defalarca gerekçelendirilmiştir. Bununla birlikte, asıl neden, güvenli bölge oluşamaması halinde muhaliflerin Halep Operasyonu'nun bir süre sonra sürdürülemez hale gelmesi veya rejimin ya da IŞİD'in Halep'i kontrol edecek noktaya ulaşmasıdır. Suriyeli muhaliflerin çoğunun da dile getirdiği gibi Halep "devrimin en önemli dönüm noktasıdır. Halep'in düşmesi herşeyi değiştirir". Özetle 4 yıldır Suriye'de rejim değişikliğini esas alan bir dış politika izleyen Türkiye'nin Halep'teki yenilgisi Suriye politikasının çökmesiyle sonuçlanabilir. Bu bağlamda YPG'nin veya IŞİD'in bu hattı kapatması Türkiye'nin Suriye politikası açısından onarılamaz bir yara açacaktır. Bu nedenle adı ne olursa olsun bir bölgenin kurulması için Türkiye bir operasyon başlatabilir. Sınırdaki konuşlanma ve yapılan tüm hazırlıklar buna işaret etmektedir.
2. Türkiye kamuoyu Suriye'ye müdahaleye hazırlanmaya çalışılmaktadır
Son dönemde basında Halep'in 82. Vilayet olması gibi propaganda malzemeleri tek başına veri olarak kabul edilmeyebilir. Ancak gerek YPG'nin gerekse IŞİD'in ele alınış biçimleri kamuoyunda müdahale için zemin hazırlama yönündedir. YPG'nin PKK'nın bir uzantısı olması, Türkiye'de artan terör saldırıları dikkate alındığında Suriye'nin kuzeyinde PKK denetiminde kurulacak bir Kürt devletini potansiyel tehdit olmaktan çıkartıp doğrudan ve yakın bir tehdide dönüştürmektedir. Bu bağlamda yapılacak bir müdahalenin PKK'nın bu hamlesinin önünü kesmek için olacağı kamuoyunda her gün işlenmektedir. Ancak uluslararası dengelerin (özellikle ABD-YPG ilişkisinin) bu tür bir müdahaleyi pek de kolaylaştırmadığı dikkate alındığında "müdahale edilecek olanın" IŞİD olacağı savı daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Bu bağlamda sınırda IŞİD ile ilişkili her şey bir an önce müdahale edilmesini gerektiren bir dille ele alınmaktadır. Türkiye'nin hava operasyonlarına katılmasının duyurulmasından kısa bir süre sonra, IŞİD'in kontrol ettiği bölgelerden askerlerimize ateş açılması bunun en açık örneğidir. Mülki amirler olayın kaçakçılıkla ilişkili olduğunu açıklasalar da basında olay IŞİD ile özdeşleştirilmektedir. Hemen ardından Irak'ın Bağdat kentindeki Sadr semtinde yaşanan kaçırılma olayının failleri de aynı örgütte aranmaktadır. Ayrıca son kamuoyu yoklamaları halkın önemli bir kesiminin IŞİD'i bir tehdit olarak görmesiyle birleşince Türkiye için bir taşla iki kuş vurma imkanı doğmaktadır. Türkiye'nin IŞİD'den arındırılmış bir bölge oluşturulması gerekçesiyle Suriye'ye girmesinin aslında YPG'nin önünü kesmeyi hedeflediği artık açıkça dile getirilen bir yaklaşım olmuştur. Böylece IŞİD'e yönelik bir operasyonun Türkiye'yi gereksiz bir riske atacağı eleştirisine karşı asıl hedefin Türkiye içinde terör eylemleri gerçekleştiren PKK'nın Suriye'deki uzantısına yapılacağı söylemi müdahalenin altyapısını hazırlayan söylemlerin ana eksenini oluşturmaktadır.
3. Türkiye, diğer bölge ülkeleri ve büyük güçlerin hamleleri karşısında köşeye sıkışmıştır
Her ne kadar Türkiye'de Suriye denilince gündem ülkenin kuzeyine odaklanmaktaysa da yaşanan çatışmaların ve diğer dış aktörlerin hamlelerinin de değerlendirmeye katılması gerekmektedir. Basınımızda defalarca İran ve Rusya'nın Şam Yönetimi'nden vazgeçtiği haberleri çıksa da atılan somut adımların hiçbirisi bu beklentiyi doğrulamamaktadır. Üstelik Rusya ve İran'ın sahada her geçen gün varlığını artırdığı da gözlemlenmektedir. Yıllardır İran'ın doğrudan ve Ortadoğu'daki vekilleri aracılığıyla dahil olduğu savaşa son dönemde Rusya'nın özel askeri birlikleriyle katıldığı artık tamamen gün ışığına çıkmıştır. Dolayısıyla Şam Yönetimi'nin ardındaki dış desteğin kesileceği varsayımı gittikçe zayıflamaktadır. Dahası, ABD ile İran arasında nükleer mesele üzerinde varılan anlaşmanın Suriye'yi etkilemeyecek olması düşünülemezdir. Her ne kadar, her iki taraf da iç yasal mekanizmalarında anlaşmayı onaylamasalar da en azından şu aşamada Suriye'de birbirlerine tamamen karşıt olma pozisyonundan çıkmışlardır.
Buna karşılık, Türkiye'nin uluslararası koalisyona dahil olması bağımsız hamle yapma seçeneğini de sınırlamıştır. ABD'nin sahadaki mücadeleyi IŞİD'e odaklaması ve bu çerçevede PYD'yi de müttefiklerinden birisi olarak görmesi Türkiye için bir zamanla yarış başlatmıştır.
a. Şam'ın ardındaki desteğin kesilmeyeceğinin anlaşılması
b. PYD'nin Cerablus'a dayanması,
c. IŞİD'in Mare ve Türkiye sınırından başlattığı operasyondaki "başarısı",
Türkiye'yi bir bölge kurmak istiyorsa bu operasyonu bir an önce gerçekleştirmek zorunda bırakmıştır.
YPG'nin Cerablus'u geçerek bir oldu bitti yaratması Türkiye açısından ya ABD'nin sahadaki müttefikiyle çatışarak oldu bittiyi kabul etmek ya da 2014 öncesinde izlediği taktiğe dönmek durumunda kalmasına neden olacaktır ki; bu seçeneklerin üçü de birbirinden riskli ve başarılı sonuç getirme ihtimali düşük seçeneklerdir. Ayrıca şu ana kadar yapılan açıklamalarda ABD'nin en azından kısa vadede ve Türk basınında iddia edildiği biçimde bir "bölge" fikrini desteklemediği de anlaşılmaktadır. Bu nedenle "bölge", sadece Rusya ve İran'ın isteği hilafına değil, ABD'nin de katılımının dışında hayata geçirilecek bir süreç gibi görünmektedir. ABD'nin sahadaki çeşitli gruplarla ilişkisi düşünüldüğünde önceki dönemlerden daha aktif ve etkin olduğu görülse de hala Suriye'nin kuzeyinde tam bir yönlendiriciliğe sahip olmadığı söylenebilir. Bu nedenle ABD'nin sahadaki varlığı YPG ya da çeşitli muhalif gruplar aracılığıyla tam bir hakimiyete dönüşmeden, Türkiye'nin bir hamle yapması beklentisi doğmuştur. Üstelik, 1 Kasım'da gerçekleşecek seçim sonucunda yeniden bir koalisyon hükümeti kurulma zorunluluğunun ortaya çıkması ve olası koalisyon hükümetinde bu konuda ortaya çıkabilecek derin görüş ayrılıkları da bu müdahaleyi öne çekmekteydi. Dolayısıyla, Türkiye'nin eğer bir "bölge" oluşturma planı varsa bunu hayata geçirmesi için süre kısalmaktaydı.
Özetle, yukarıda sayılan üç kategorideki yapısal ve konjonktürel göstergeler Türkiye'nin Suriye'de hızla bir çatışmaya sürüklendiğini gösteriyordu. 3 Eylül 2015'te TBMM'de çıkarılan tezkereyle birlikte iç hukuk açısından da savunulabilir hale gelen bu süreç yakın gelecekte Türkiye'nin kendisini büyük bir maceranın içinde bulacağının son işareti olarak okunmaktaydı.
Suriye’ye Müdahale İle İlgili Askeri Hazırlıklar
Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahale ile ilgili askeri hazırlıklar hızla ilerlemektedir. İncirlik Mutabakatı sonrasında, Kandil başta olmak üzere Kuzey Irak’taki PKK hedeflerinin vurulması, Suriye’ye TSK’nın karadan müdahalesi ile Suriye-Kuzey Irak-Türkiye’de PKK ile mücadele arasında bir ilişki kurulduğunu göstermektedir. Ya da Türk güvenlik bürokrasisi İncirlik Mutabakatını bu doğrultuda yorumlamayı tercih etmektedir. Türk güvenlik bürokrasinin aklında TSK’nın Suriye’ye karadan müdahalesi sonrasında, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin kara gücü olarak PKK/YPG’ye daha fazla ihtiyaç duymayacağı, Suriye’de koalisyonun kara gücünü TSK’nın oluşturacağı ön kabulü olabilir. Suriye’ye karadan gerçekleşecek bir askeri müdahale için yapılan hazırlıklar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
1) TSK, yaz 2015 boyunca Suriye sınırına önemli bir askeri yığınak gerçekleştirmiştir.
2) Özel Kuvvetlerden emekli olanların tekrar özel kuvvetlerde göreve başlamaları için hukuki düzenleme yapılarak sözleşmeli özel kuvvet personeli oluşturulmuştur.
3) 2015 yazı boyunca Kilis-Halep arasındaki coğrafyada sürekli artan sayıda Türk Özel Kuvvetlerinin varlığından bahsedilir olmuştur.
4) Kara Kuvvetlerine ait zırhlı birliklerin hızla kontrol ve tamirden geçmesi sağlanmaktadır.
5) Ankara’daki askeri hastanelere sahra hastanesi kurulması için emir verilmiştir.
6) Sınırın Suriye tarafından, Kilis’in hemen güneyine düşen bölge Sultan Murat Tugayları tarafından askeri bölge ilan edilip, burada yaşayanlar evlerini boşaltmıştır.
Güney Doğu Anadolu’da Temmuz sonu itibariyle başlayan ve tırmanan PKK terörüne karşı Eylül başına kadar pasif savunma ve KKK birliklerini mücadele dışında tutma politikası, 5 Eylül 2015’te Cizre’de başlayan ve komando birliklerinin takıldığı operasyonlar ile kısmen sona ermiştir. Önümüzdeki günlerde PKK tarafından ayaklanma için hazırlanmaya çalışılan ilçelerde de Cizre benzeri askeri operasyonlar düzenlenebilir. Bu operasyonların çok önemli bir amacı da Suriye’ye inen birliklerin arka ve yan kanat güvenliğinin sağlanması olacaktır.
Türkiye'nin Hazırlıklarına ABD'nin Tepkisi ve Washington’dan Gelen Açıklamalar
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 3 Eylül 2015’te bölge ülkelerinin IŞİD ile savaşmak için Suriye’ye kara kuvvetleri göndereceklerine inandığını açıklaması bu konudaki en dikkat çekici açıklama olmuştur. Doğru zaman geldiğinde Suriye'nin bazı komşularının sorumluluk üstlenmesini beklediğini belirten Kerry "Bunun nasıl olacağına ilişkin detayları bölgedeki diğer ülkelerle görüşüyoruz. Sahada bazı kuvvetlerin bulunmasına ihtiyaç var ve uygun zamanı geldiğinde bunların orada olacağına ikna oldum. Bölgede bunu yapma yeteneği olanlar var" demiştir. Kerry hangi ülkelerin kara gücü göndermeye ikna edildiği konusunda ilave bilgi vermedi ancak "Amerikan Başkanının açıklamaları ve direktifleri çok nettir ki Amerikan askerleri bu denklemin içinde yer almayacaktır" açıklamasını yaptı. Kerry, bu konunun Eylül 2015’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gündeme geleceğini ve tüm ülkelerden bu konuda görüş alınacağını da belirtti. Kerry'nin bu cümleleri analiz edildiğinde ABD'nin Türkiye'nin rolünde bir değişiklik beklediği sonucu çıkarılabilir. Bilindiği gibi Suriye'nin komşuları İsrail, Ürdün, Irak, Lübnan ve Türkiye'dir.Kerry'nin bahsettiği "bazı komşular" kimlerdir? İsrail'in bu türden bir müdahalesini ne Ortadoğu denkleminin kaldırabileceği ne de ABD'nin onaylamayacağı açıktır. Üstelik, IŞİD'in kontrol altında tuttuğu bölge büyük ölçüde İsrail sınırlarından uzaktır. Ürdün ve Lübnan ise hem iç karışıklıkları hem de silahlı güç kapasiteleri nedeniyle Kerry'nin bahsettiği kara kuvvetlerini oluşturabilecek kapasitede değildir. Irak ise kendi ülkesinin neredeyse üçte birini IŞİD'e kaybetmiş ve geri almakta önemli bir aşama kaydedememişken Suriye'ye kara kuvveti gönderebilecek durumda değildir. Bu noktada geriye bu kapasiteye sahip bir tek ülke kalmaktadır: Türkiye.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass de CNN Türk'te 03 Eylül 2015'te yayımlanan röportajında " Amerikalılar İncirlik'te ne kadar kalacak? " sorusuna: " Süre konusunda ise; üstünde uzlaştığımız hedefe ulaşmak için, yani DAEŞ’i zayıflatmak ve nihayetinde yenilgiye uğratmak için ne kadar zaman gerekirse, o kadar burada kalacağımızı düşünüyoruz. O nedenle, bu konuya belli bir zaman dilimi açısından değil, belirlenen hedefler açısından yaklaşıyoruz." cevabını vermiştir. Bass’in, "Amerika’dan ne kadar büyüklükte bir güç gelecek?" sorusuna verdiği cevap ise şöyledir: "DAEŞ’e karşı askeri operasyon yürütecek ABD ve diğer potansiyel koalisyon güçlerinin zaman içinde Türkiye’de hatırı sayılır büyüklükte bir varlığa sahip olacağını ve önemli katkılarda bulunacağını tahmin ediyoruz. Kurulacak yapı askeri harekatın nasıl gelişeceğine ve DAEŞ’e karşı en etkili çözümün gerekliliklerinin ne olacağına bağlı olacak."
Büyükelçinin tarifiyle "hatırı sayılır" bir askeri gücü Türkiye'ye yığmak, yani çok sağlam güvenceler almış olmalılar. Hatırı sayılır bir askeri kuvvet tanımlaması da ilginç. Büyükelçi Bass, muhtemelen istihbarat gerekçesinden ziyade Türk toplumundan fazla tepki çekmemek için askeri kuvvetin rakamsal büyüklüğünü açıklamıyor ancak açıklamalarından Türkiye'ye yerleşecek yabancı askeri kuvvetin oldukça büyük olacağı anlaşılmaktadır. Aynı gün ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Peter Cook da İncirlik'teki görevli ABD personelinin ailelerinin masrafları hükümet tarafından karşılanacak şekilde bölgeyi terk edebileceklerini açıkladı. Sadece İncirlik için geçerli olan ve Türkiye'deki diğer bölgelere uygulanmayacağı ilan edilen kural, İncirlik Merkezli bir askeri hareketliliğin büyük ölçüde artacağı ve buna bağlı olarak tehditlerin de artacağı anlamına geliyordu.
Özetle, ABD, Türkiye'nin son dönemde yaptığı hazırlıkların farkındaydı ve hatta Suriye'deki köşeye sıkışmışlığı ve uzun vadeli planları ekseninde ele aldığında bu müdahaleyi el altından destekleyen bir tavrın içine girmişti. ABD'nin bu tavrının birbirini dışlamayan ancak öncelik sıralaması farklı olabilecek iki ayrı nedene dayandığı ileri sürülebilirdi: Ya ABD ile Türkiye arasında Kafkasya, Karadeniz ve Ortadoğu’yu kapsayan geniş kapsamlı bir anlaşma bulunmaktadır ya da ABD Türkiye’yi bir başka hedefe doğru yönlendirirken asıl olarak Türkiye ve civarında kurulacak bir Kürt devletinin adımlarını kendi planları dahilinde uzun vadeye yayarak hayata geçirmektedir:
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder