Serhat ERKMEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Serhat ERKMEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2017 Cumartesi

Türkiye’den Cihada 10 Bin Kişi Gitti

  Türkiye’den Cihada 10 Bin Kişi Gitti 


Serhat Erkmen 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
26 Haziran 2015 Cuma




Türkiye’den Cihada 10 Bin Kişi Gitti


İpek YEZDANİ’nin21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu Masası Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen ile gerçekleştirdiği söyleşi sonrasında Hürriyet gazetesinde yayınladığı haberi sunuyoruz:

Son 10 yıldır El Kaide, iki buçuk yıldır da IŞİD ve El Nusra gibi cihatçı 
örgütler hakkında Türkiye ve Irak’ta saha çalışmaları yürüten 21.Yüzyıl Türkiye 
Enstitüsü Ortadoğu Masası Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen’in araştırmasına göre son üç yılda cihatçı silahlı gruplara katılmak üzere 10 bine yakın kişi 
Türkiye’den Suriye ve Irak’a gitti, bunun 7000’den fazlasıysa IŞİD’e katıldı.

Mücahitler dışında Türkiye’den yüzlerce ailenin de İslam Devleti kontrolünde 
yaşamak üzere IŞİD kontrolündeki Rakka, Musul ve Telafer’e yerleştiğini belirten Erkmen, IŞİD’e katılımların yarısından fazlasını ailelerin oluşturduğuna dikkat çekti.

Türkiye’den IŞİD’e en çok katılım olan illerin sırasıyla İstanbul, Ankara, 
Konya, Adana, Diyarbakır, Gaziantep olduğunu vurgulayan Erkmen, Türkiye’den IŞİD ve diğer cihatçı örgütlere katılımlarla ilgili iki yıldan fazla süren saha 
araştırmasına ilişkin Hürriyet’in sorularını yanıtladı:

- Türkiye’den Suriye ve Irak’taki cihatçı gruplara katılımın düzeyi nedir?
 - Gerek Irak’taki El Kaide’de, gerek Suriye’de yer alan örgütlerden Nusra 
Cephesi, Cundul Şam, Ahrar-u Şam başta olmak üzere çeşitli grupların içinde, 
gerekse de IŞİD’in içerisinde baştan beri Türkler var. Ancak IŞİD son iki yılda 
kısa süre içerisinde bölgede ve dünyada nasıl ilgi odağı haline geldiyse Türkiye 
içinde de aynı hızla bir ilgi odağı haline geldi. Türkiye’den Suriye ve Irak’a 
cihat etmek amacıyla giden mücahitler, onlara eşlik eden aileleri, yani 
muhacirler ve onlara lojistik, vs. destek veren kitleyi dikkate aldığımızda son 
üç yılda gidenlerin ve gidip-dönenlerin toplamda 10 bine yaklaştığını görüyoruz. 
Türkiye’den katılımların yüzde 70’i ise IŞİD’e  yönelik. Bu rakamın içinde 
sadece eli silah tutanlar değil, onlarla giden aileler ve onlara lojistik destek 
veren kesimler de var.  

YÜZLERCE AİLE ‘İSLAM DEVLETİ’ ÇATISINDA YAŞAMAYA GİTTİ

- IŞİD’in kontrolü altındaki bölgelere gidenlerin arasında ailelerin ağırlığı ne kadar?
 - Aileler, şu ana kadar pek konuşulmayan bir olgu. Bugün Türkiye’nin neredeyse her vilayetinden çok sayıda aile; küçük gruplar halinde ya da bir ailenin tüm fertlerini kapsayacak şekilde IŞİD’in kontrolündeki topraklara gittiler. 
Mücahitler dışında Türkiye’den yüzlerce aile  İslam Devleti kontrolünde yaşamak 
üzere IŞİD kontrolündeki Rakka, Musul ve Telafer’e yerleşti. Hatta bunların 
arasında oradaki yaşam zorluklarını görerek Türkiye’ye geri dönenler de oldu. 
Gittikten sonra çocuklarını, eşini, anne-babasını yanına aldıran çok sayıda 
savaşçı da var. Yani gidenlerin yarısından fazlasını, yaklaşık yüzde 60’ını 
aileler oluşturuyor.

SINIRDAN GEÇİŞLERİN KOLAYLIĞI SAYIYI ARTIRDI

- Türkiye’den IŞİD’e katılanların temel motivasyonu nedir?
 Türkiyeli mücahitlerin Suriye ve Irak’a gitme nedenleri “din kardeşlerinin 
mazlumiyetini gidermek, üzerlerine farz olunan cihada katılmak ve hilafet çatısı 
altında yaşamak” olarak özetlenebilir. Bu iki ülkeye gerek savaşmak için gerek 
yerleşmek için gidenlerin yüzde 90’ının temel motivasyonu cihattır.

- Peki, aile olarak buradan kalkıp gidenlerin temel motivasyonu nedir, İslam Devleti’nde yaşamak mı?
- Evet, temel olarak bu. Önemli bir kısmının gitme sebebini İslam Devleti çatısı 
altında yaşama motivasyonu olarak görüyoruz. Dünyanın her yerinde buna benzer bir motivasyon var fakat Türkiye’de son dönemde bunun artmasının en önemli nedeni; coğrafi yakınlık. Ayrıca yakın bir zamana kadar sınırdan geçişlerin hiç de zor olmaması, çok sayıda ailenin tasını tarağını toplayıp sınırdan geçip gitmelerine sebep oldu.

- Şu an sınırdan geçişler ne durumda?
 - Şu an sınırdan geçişlerin çok daha zor olduğu açık, ancak imkansız değil. 
Belli geçiş güzergahları var, bu güzergahlardan hala bir takım illegal 
yöntemlerle geçiş yapılabilmesi mümkün.

TÜRKİYE’DE IŞİD KAPALI HÜCRELER HALİNDE ÖRGÜTLÜ

- Türkiye’de IŞİD örgütlenmesi şu anda ne düzeyde? 
 - Türkiye’de IŞİD örgütlenmesinin kapalı hücreler halinde olduğu biliyoruz 
ancak bu hücrelerin tam olarak nerelerde bulunduğuna ilişkin güvenlik güçlerinin elinde detaylı bir veri yok.  IŞİD; çok hızlı gelişen ve yayılan bir örgüt. Hiyerarşik düzenden ziyade yatay olarak örgütlendiğini görüyoruz. Bu da onun hücrelerinin sayısının tespit edilmesini zorlaştırıyor. Ancak şu anda Türkiye’de IŞİD’e sempatiyle bakanların sayısının gidenlerin çok daha üstünde olduğunu söyleyebiliriz. Yani gittikçe gelişen bir insan havuzu var.

- Peki Türkiye’den IŞİD’e katılımda bir artış var mı?
- Türkiye’den katılım istikrarlı bir şekilde sürekli artış gösteriyor. Suriye’ye 
gidişin kolay olması, IŞİD’in Türk basınında daha çok yer alması gibi faktörler 
katılımı artırmış durumda ve bunda bir azalma da görülmüyor.

EN ÇOK KATILIM İSTANBUL VE ANKARA’DAN

- Daha çok hangi illerden ve hangi yaş aralığından katılım var? 
- IŞİD’e katılımların en çok olduğu vilayetler sırasıyla İstanbul, Ankara, 
Konya, Adana, Diyarbakır, Gaziantep. Bunları Bursa, Sakarya, Bingöl, Muş, 
Adıyaman gibi vilayetler izliyor. Ancak ülkenin neredeyse her vilayetinden az 
sayıda da olsa insanın Suriye ve Irak’a gittiği ya da gidip döndüğü görülüyor. 
Bununla birlikte, illerin nüfusuna oranla gidenlerin sayısı baz alındığında Doğu 
ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki katılımın çok daha yoğun olduğu ortaya 
çıkıyor. IŞİD’e katılmada yoğunluklu yaş aralığı ise 17-25 yaş arası. Nusra 
cephesinde bu yaş aralığı biraz daha artıyor. Ama genellikle katılımın genç 
kuşak arasında olduğunu görüyoruz. Bu da dünyadaki genel eğilimle paralellik gösteriyor.

TÜRKİYELİLER KOMUTA KATINA KADAR YÜKSELDİLER

- Türkiye’den IŞİD’e kayılanlar örgüt içerisinde hangi kademelerde görev alıyor?
 - Aralarında savaşçı olanlar var, yönetici konumunda olanlar var, özellikle 
tecrübeli kişilerin komuta kademelerinde yer aldıkları ve belli coğrafi 
bölgelerde ciddi sorumluluklar üstlendikleri görülüyor. 

- IŞİD şu anda Türkiye için bir tehdit oluşturuyor mu?
- Dünyanın her yeri için bir tehdit oluşturuyor. IŞİD’in şu anda birincil 
önceliği Türkiye’ye yönelmek değil ama bugün Türkçe “Konstantinniye” diye bir 
dergi çıkarıyorsa; günün birinde Türkiye’ye de bir tehdit oluşturacağı açıktır. 
Unutmayalım ki Türkiye’de El Kaide saldırıları Kasım 2003’te iki büyük 
saldırıyla başlamış, daha sonra daha küçük çaplı saldırılarla devam etmişti.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29383934.asp 


Uzman Hakkında
Serhat Erkmen 
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi


Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye'ye Dönen IŞİD'liler Nasıl Bir Tehdit Oluşturuyor? 
  Barzani'nin İstifası ve IKBY'de İç Dinamikler 
  İdlib operasyonu ne anlama geliyor? Amacı ne? 
  IKBY Referandumunun Arka Planı ve Muhtemel Sonuçları 
  Astana Çatışmayı İdlib'e Mi Taşıyor? 
  Irak’ta Kürt Devletinin Sınırları Mı Çiziliyor? 
  Suriye'de Kartlar Yeniden Dağılıyor 
  Kuzey Irak'ta Referandum Gerçekleşecek Mi? 
  Türkiye'ye yönelik IŞİD tehdidi değişiyor mu? 
  İdlib'de El Kaide Neden Güçleniyor? 
  DEAŞ'ın Musul'dan Çıkarılması Sonrası Irak ve Yeni Çatışma Dinamikleri 
  IŞİD'in 3 Yılı: Nereden Nereye? 
  İdlib/Suriye'ye Türk askeri gönderilmesi ne anlama gelir? 
  Kuzey Irak’ta Bağımsızlıktan Önceki Son Adım: Referandum 
  Katar Krizi ve Suriye Savaşı; Kim Ne İstiyor, Ne Yapıyor? 
  Türkiye'nin Katar'a Desteğinde Risk ve Fırsatlar 
  Deyr ez Zor'da Hakimiyet Savaşı 
  Manchester Saldırısı Ve 'Dönüşen' DEAŞ Tehdidi 
  Manchester Saldırısı Ne Anlama Geliyor? 
  ABD İle Yeni Krizler Kapıda 
  Suriye ABD ve Rusya arasında etki sahalarına bölünüyor 
  Türkiye'nin Çekilmesi İhtimal Dışı! 
  IŞİD’İN Yapısal Dönüşümü Ekseninde Paris Saldırısını Anlamak 
  Haydar Ibadi'nin Reform Girişimi: Elektrik Kesintisinden Büyük Siyasi Hamleye 
  Ortadoğu'daki Son Gelişmeler ve Türkiye'yi Bekleyen Sorunlar 
  Türkiye’den Cihada 10 Bin Kişi Gitti 
   Suriye'nin Kuzeyinde ABD-YPG İttifakı 
  İsrail'de Seçim Öncesi Son Dengeler ve Senaryolar 
  Peşmergenin Kuzey Harekatı: Hedefler, Strateji Ve Olası Sonuçlar 
  2014 Yılında Irak’taki 10 Önemli Gelişme 
  Ana Başlıklarıyla Irak’ta Yaşanan Çatışmaları Anlamak: Temel Dinamikler, 
  Güncel Gelişmeler ve Öngörüler 
  "Güvenli Bölge" Ne Anlama Geliyor? 
  Tazehurmatu: Bir Türkmen Direnişinin Hikâyesi 
  Kobani Savaşı’nın PKK Üzerindeki Etkileri  
  "İslam Devleti" Örgütü İle Iraklı Kürtler Arasındaki Çatışmanın Ana Hatları, 
  Nedenleri ve Kısa Vadeli Etkileri 
  Irak'ta Cumhurbaşkanı Seçimi, Kürtler Arasındaki Dengeler ve Bağdat'la  İlişkiler 
  İsrail'in Gazze Saldırısı: Çatışmanın Derinleşmesinin Nedenleri Ve Ortadoğu Denklemindeki Yeri 
  Irak'taki Gelişmeler Niçin Bir Sünni Arap Ayaklanması Değildir?  
  Telafer Düştü 
  Musul’un Düştü Sıra Tıkrit’te Mi? IŞİD’ın Stratejisi, Beklentileri ve Hareket Tarzı 

Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA        canlı tv film izle
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: FemaBilişim
  
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/06/26/8215/turkiyeden-cihada-10-bin-kisi-gitti


 ***



5 Ekim 2017 Perşembe

Ortadoğu’da Kilitlenen Güç Mücadelesi ve Yeni Çatışma Olasılığı


Ortadoğu’da Kilitlenen Güç Mücadelesi ve Yeni Çatışma Olasılığı 



Serhat ERKMEN 
İnceleme ,

Suriye’de 1,5 yılını dolduran iç savaş bölgenin yeni vekaleten savaş alanına dönüşmüştür. Bir anlamda İran ve rakipleri Suriye üzerinden bir vekâleten savaşa girişmişlerdir. 




Giriş 

Ortadoğu’nun yakın tarihi, pek çoğu sonuçsuzbiten ya da daha doğrusu yaşanan sorunlara kısa vadede çözüm üretmeyen çok sayıda çatışmayla 
doludur. Bölge devletleri arasında bazıları ikili bazıları çok taraflı olan devletlerarası çatışmalar ve savaşların yerini zaman zaman bölge ülkeleri 
arasında bir vekâleten savaşa dönüşen iç savaşlar almıştır. Ancak her bir örnek yeni sorun alanları üretmiş, geçmişten kalan sorunlara çözüm getirememiştir. 

Uluslararası ilişkiler literatüründe savaşa yatkınlık derecesinde en üst sıralarda yer alan bölgelerden birisi olan Ortadoğu’da neredeyse 
birkaç yıl aralıklarla yeni savaş, çatışma, isyan ve iç savaş deneyimleri yaşanmaya başlamıştır. Bu eğilimin Soğuk Savaş döneminde de 
sürdüğü ancak iki kutuplu sistemin yıkılmasın-dan sonra daha sık kendisini gösterdiği söylenebilir. Bu nedenle bu yazıda Ortadoğu’da dengelerinde 
yaşanan yeni tıkanıklık ve bunun sonucuolarak ortaya çıkabilecek yeni çatışma ihtimalleri ele alınacaktır. 

Ortadoğu’daki Yeni Tıkanıklığın Nedenleri 

Son 2 yıldır Ortadoğu’da yaşanan hızlı değişim, bölgenin 2003’ten beri yaşadığı kökten değişim sürecinin içinde yeni bir tıkanıklık noktasına ulaşmıştır. Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra tam anlamıyla yerleşen bölgesel ilişkiler, 1950 ve 60’lı yıllarda birçok Arap ülkesinde yaşanan devrimlerle kendi içinde kırılmalar yaşamıştır. Bu kırılmalar dan sonra bölgedeki ittifaklar her seferinde yeniden değişmiş ve çoğunlukla küçük ya da bölgesel çaplı çatışmalar, iç savaşlar ya da darbe-karşı darbe girişimleriyle sonuçlanmıştır. 
1948’de İsrail’in kurulmasının ardından aralıklarla tekrarlanan Arap İsrail Savaşları, 1950’li yıllarda Mısır, Irak, Libya gibi devletlerdeki devrimlerden 
sonra diğer Arap ülkelerinde gerçekleşen darbe/karşı darbe (devrim/karşı devrim) süreçleri, 1979’da İran İslam Devrimi’nden sonra İran-Irak Savaşı ve Suudi Arabistan’daki karışıklıklar ve son olarak 2003’te Irak’ın işgalinden sonra 2006 yılında gerçekleşen İsrail-Hizbullah çatışması bu olaylara örnek olarak gösterilebilir. 

Sayıları artırılabilecek bütün bu örneklerin temel paydası Ortadoğu alt sistemindeki temel kırılma noktalarının ardından ve genellikle önemli 
tıkanıkların yaşandığı süreçlerde ortaya çıkmalarıdır. Özellikle günümüz Ortadoğu’sunda 2003 sonrasında yaşanmaya başlayan değişim sürecinin 
hala tamamlandığı söylenemez. Irak’ın askeri ve siyasi olarak eski gücünü yitirmesi bölgedekigüç dengesinin “Sünni-Şii” ekseninde yeniden 
tanımlanma ya başlamasına neden olmuştur. 

İran’ın Irak’taki etkisini her geçen gün artırması, Hizbullah ve Hamas gibi devlet dışı aktörler yoluyla hem Arap-İsrail Barış sürecinin yönlendirilmesinde 
kritik bir rol oynamaya başlaması hem de Doğu Akdeniz’de ihmal edilemeyecek bir güç olarak belirmesi, Suriye’nin istikrarı ve Irak’ta oynadığı rol nedeniyle bölgede fiziki gücünün üzerinde bir etkinlik sağlaması 2005’ten itibaren “Şii Ekseni” tartışmasının alevlenmesine neden olmuştur. 

Şii Ekseni’nde sayılan aktörlerin tamamının “Şii” olmamasına rağmen temelde İran’ın bölgedeki gücüne destek sağlaması “Sünni” olarak tanımlanan 
ve ortak paydaları statükonun devamı olan bir dizi devletin (Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar…) işbirliğini ortaya çıkmıştır. 2000’li yıllardaki 
bu mücadele o zaman da etnik ve mezhepselboyutlar taşımaktaydı, bugün de taşımaktadır. 

Fakat bu güç mücadelesinin temeli sadece etnik ve mezhepsel boyutlara indirgenemeyecek kadar karmaşık olabilir. Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının 
uluslararası piyasalara alternatif yollarla ulaşması, demografik baskı altında ezilen devletlerdeki otoriter rejimlerin kendi toplumlarını yönetememeleri, tek ürün ihracına dayalı ekonomilerin her geçen gün artırdığı gelir dağılımı bozukluğu, toplumsal adaletsizliğin dayanılmaz boyutlara ulaşması, hızlı ve aşırı silahlanmanın yarattığı savaş ihtiyacı gibi faktörler Ortado-ğu’daki etnik ve mezhepsel sorunların arka planında yatan ya da onları her geçen gün besleyen faktörler olmuşlardır. 2000’li yılların ortasında yukarıda sayılan faktörlerin bileşkesi sonucunda nasıl bir çatışma yaşandıysa bugün de Ortadoğu benzer bir ortama doğru sürüklenmektedir. 

Hatırlanabileceği gibi, Ortadoğu’da 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde vekâleten savaşa dönüşmüş, 

-Filistinde barış süreci tıkanmış,
-Iraktaki iç savaş bölğe devletleri arasında bir vekaleten savaşa dönüşmüş.,
-Petrolün yarattığı refah, Sorgulanmaya başlanmış, 
-Radikal dinci hareketler yeni savaş alanları bulmuş,
-Hizbullahın Lübnanda gücü artmıştır..,


Böylece Ortadoğu devletleri arasındaki güç dengesinin İran ve müttefikleri lehine değiştiği bir durum ortaya çıkmıştı. Böylesine bir ortamda Hizbullah, İsrail’i istemediği bir savaşın içine çekerek İsrail’in yenilmezliği mitini yıkan bir çatışma yürütebilmişti. 1 aydan biraz fazla süren çatışmadan sonra İsrail’in sınırları ötesindeki gücünün sorgulandığı, Lübnan’ın daha fazla Hizbullah’ın kontrolüne geçmesine neden olan bir sürecin başladığı, Suriye’nin üzerindekiİsrail baskısının azaldığı, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki Fetih varlığına son verdiği yeni dönemin 
kapıları açılmıştı. İran ve müttefiklerinin yükselişe geçtiği bu dönem birkaç sene devam etse de Ortadoğu’nun uluslararası sisteme eklemlenmesinden 
kaynaklanan sorunların ve yılların birikiminin yarattığı yeni dönüşüm süreci bölgede yeni bir dinamizm başlatmıştır. 

Yeni Tıkanıklık Dönemi ve Yeni Çatışma Olasılığı 

Kaynağı ve nedeni ne olursa olsun Arap Baharı sadece eskimiş, baskıcı ve eşitsizlik üreten rejimlerin yıkılmasıyla ya da krize girmesiyle sonuçlan mamıştır. Açık bir biçimde bölgedeki devletler arasındaki güç dengesini ve devlet dışı aktörlerin etkinliğini de etkilemiştir. 
Birebir analoji yapmak doğru olmasa da Arap Baharı’nın, Ortadoğu’daki güç dengesi üzerinde 2003 Irak’ın İşgali’nin yarattığına benzer etkiler yaratığı söylenebilir. Bu çerçevede Irak’taki değişimin yerini Mısır ve Suriye almıştır. Bir yandan Ortadoğu’nun en önemli siyasi ve askeri aktörlerinden olan Mısır iç sorunlara eğilmekten başını kaldırmaz duruma gelmiştir. Mısır’da 2011’de eski rejimin devrilmesinden sonra hala yerine yeni bir rejim yerleşememiş, ülke ekonomik ve siyasi krizlerle sürekli çalkalanır bir hal almıştır. 

Bu nedenle Ortadoğu denkleminin en önemli ayaklarından birisi en azından bugün için kendi sorunlarıyla başa çıkmaya çalışmakta, bölgenin geri kalanına şimdilik güç projeksiyonu yapamamaktadır. Ancak daha da önemlisi, Irak’ın yerini Suriye’nin almasıdır. Irak’takine benzer bir işgal süreci yaşanmadığı için Suriye’de rejim devrilmemiş olsa da Suriye’de 1,5 yılını dolduran iç savaş bölgenin yeni vekaleten savaş alanına dönüşmüştür. 
Bir anlamda İran ve rakipleri Suriye üzerinden bir vekâleten savaşa girişmişler dir. Fakat aynı Irak’ta olduğu gibi Suriye’deki iç savaşın etkileri de sadece bu ülkeyle sınırlı kalmamıştır. Irak’taki iç savaş nasıl Ürdün’ü demografik ve ekonomik olarak etkilediyse Suriye’deki iç savaş da Lübnan’ı çok daha ağır bir biçimde etkilemektedir. Dahası, Irak’takinin ötesinde Suriye’deki iç savaşın diğer komşu ülkelerin siyasi ve ekonomik yapıları üzerinde de önemli etkiler yarattığı görülmektedir. Buna ek olarak, İsrail’deki siyasetin tıkanmışlığı, İran’ın içine sürüklendiği yönetim krizi, Suudi Arabistan ve Katar’ın Arap Baharı’nı Suriye’de sürdürürken Körfez’e sıçramasını engelleme çabası 2011 yılından bu yana bölgedeki güç dengesini tersine çevirmektedir. Fakat güç dengesindeki değişim beklendiği kadar çabuk gerçekleşmemekte, tarihin başka dönemlerinde olduğu gibi bir kez daha statükoya toslamaktadır. Özetle, bir kısmı iç dinamikler den bir kısmı devrimci değişim girişimlerinin başarısızlığından bir kısmı da bölge devletlerinin birbirleriyle mücadelelerinden kaynaklanan yeni dinamikler Ortadoğu’da yeni bir tıkanmışlık yaratmaktadır. 

Bu yeni tıkanıklık dönemi kabaca şöyle resmedilebilir: 


< Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmada taraf olması onu Lübnan içinde siyasi olarak zayıflattığı gibi askeri kaynaklarının önemli bir kısmının da erimesine neden olmaktadır. >

1- Suriye’de kısa sürede devrilmesi beklenen Esad Yönetimi devrilmemiştir. Ülke her geçen gün uzayan, ülkenin birliğini tehdit eden ve etkisi sınırlarının ötesine geçen bir uzatılmış iç savaşa sürüklenmektedir. Suriye’deki iç savaşın nasıl bitirilebileceği bilinmemektedir. Dahası, bölge devletlerinin ya da bölge dışı güçlerin başta parçalanma olmak üzere keskin bir değişimden duydukları korku ve endişe iç savaşı uzatmaktadır. 

2- Arap Baharı’nın ilk döneminde eski yönetimlerin kolaylıkla devrildiği yerlerde bile değişim süreci yeni bir evreye ulaşmış, Mısır ve Tunus gibi ülkeler yeni bir istikrarsızlık dönemine sürüklenmiştir. 

3- Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler Basra Kröfezi’nden uzak coğrafyada değişim ve demokratikleşmeyi desteklerken Bahreyn’de kesinve net bir tavır 
almışlardır. Arap Baharı’nın Bahreyn’e ulaşması şimdilik engellenmiştir, ancak bu engellemenin sonsuza kadar süremeyeceği gerçeği Körfez devletlerini 
ciddi olarak düşündürmektedir. 

4- Filistin’de Barış Süreci tamamen tıkanmıştır. Tıkanıklığın tek kaynağı İsrail ile Filistinliler arasındaki uzlaşmazlık değil, aynı zamanda İsraillilerin (sürekli siyasi istikrarsızlık ve zayıf hükümetler) ve Filistinlilerin (Hamas ve Fetih arasında her geçen gün derinleşen güç mücadelesi) kendi içlerinde aşamadıkları iktidar mücadelesidir. 

5- İran, hızla bir siyasi kaos ortamına sürüklenmektedir. İslam Devrimi’nden bu yana en gergin günlerini yaşayan İran iç siyasetinde ılımlılar ile radikaller arasında bir güç mücadelesinin ötesinde son derece karmaşık bir güç mücadelesi patlak vermiştir. Bugün İran’da 2000’li yılların ortasında olduğu gibi içeride sağlanan ittifaklarla tüm dikkatini ve kaynaklarını dış mücadeleye yönelten bir rejimden ziyade dışarıdaki müttefiklerini teker teker kaybeden ve içeride üst üste siyasi kaoslar yaşayan bir rejim bulunmaktadır. 

6- İran’daki siyasi kaosa rağmen, hatta tam da bu nedenle hızlanan nükleer çalışmalar ya da müzakerelerin etkisizliği İsrail’i her geçen gün artan bir güvenlik kaygısına yöneltmektedir. İçeride ve dışarıda sıkışan İran’ın rejimini garanti altına alma yolu olarak nükleer gücü görmesi İsrail’in İran konusundaki endişelerinin artmasına neden olmaktadır. 

7- Devletler ya da devlet dışı aktörler birkaç sene öncesindeki ittifaklarını değiştirmeye başlamışlardır. 

Bunun en belirgin üç örneği vardır: Türkiye, Hamas ve Mısır. Türkiye, Suriye ile sıkı bir ittifak halindeyken, bugün neredeyse çatışma noktasına gelmiştir. 
Hamas kısa bir süre öncesinde İran ve Suriye’nin önemli müttefikleri arasın-dayken bugün açıkça bu ülkelerden uzaklaşmaktadır. 
Mısır ise İsrail ile olan anlaşmasını tam olarak bozmamasına rağmen belirgin bir pozisyon değişimi sergilemektedir. 

8- Ortadoğu siyasetinde Kürtler önemli bir dinamik olarak ortaya çıkmıştır. 2003’ten sonra Irak bağlamında önem kazanan Kürtler, Suriye’de de en önemli aktörlerden birisi haline gelmiştir. Suriye’de gerçek bir rejim değişikliğinin Ortadoğu’da yeni bir Kürt özerk yönetiminin ya da federal bölgesinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanması ihtimali çok güçlüdür. 

9- Suriye’deki iç savaş Lübnan’daki güç dengesini son derece yakından etkilemektedir. 2012 yılındaki pekçok olayın da gösterdiği gibi ülkedeki 
siyasi istikrarsızlık artmaktadır. Suriye’deki çatışmaların bir uzantısı olarak Lübnan’da da çatışmalar meydana gelmektedir. Ülkede parlamento seçiminin yapılması gerekmesine rağmen seçimin gerçekleşmesi olasılığı hayli düşmüştür. 

   < Özetle Ortadoğu’da değişimin ulaştığı yeni aşama, bölgedeki hiçbir devletin memnun olmadığı, her bir devleti iç ve dış politikada krizlere sürükleyen ve bölgede siyasi mücadelenin dışında silahlı çatışmanın da tırmandığı bir noktaya ulaşmıştır. >

Maalesef, Ortadoğu’da bu tür tıkanmışlıkların sonunda en çok karşılaşılan olgu iki ya da daha fazla ülke arasında gerçekleşen doğrudan 
ya da vekâleten savaşlar olmaktadır. Bu nedenle Ortadoğu’daki mevcut tıkanıklığın önümüzdeki dönemde de devam etmesi halinde bölgede bir 
savaşın gerçekleşmesi ihtimalinin güçlü olduğu söylenebilir. 

Sonuç Yerine: Nasıl Bir Çatışma? 

Bu noktada sorulan soru ise savaşın ne zaman ve nerede patlak verebileceğidir? Her iki soruya da yanıt verebilmek tahminden öteye geçemese de Ortadoğu’nun yakın tarihi ve bölgedeki güç mücadelesinin kilitlendiği noktalar yaklaşık 1 yıl içinde İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan topraklarında yeniden bir çatışma yaşanması ihtimalini diğerlerine göre daha güçlü kılmaktadır. 

Peki, neden Lübnan’da İsrail ve Hizbullah çatışması? Bu tür bir çatışmanın kesin bir galibi olma-dıkça bölgedeki tıkanıklığın aşılmasında bir aşama olması mümkün değildir. Ancak yukarıdaki tablo dikkate alınırsa bölgedeki kamplaşmanın her iki taraftaki üyeleri karşılaştıkları stratejik tıkanıklığı aşmak için çatışmayı bir fırsat olarak görebilir. Olası bir çatışmanın taraflardan birisinin lehinde sonuçlanması bölgede yeni bir stratejik durum yaratabilir. Çatışmanın mevcut tıkanıklığı çözecek bir biçimde sonuçlanmaması ise önceki yıllardaki kısır döngünün bir süre sonra yeniden tekrarlanmasına neden olacaktır. Olası bir çatışmadan doğabilecek sonuçlar şunlar olabilir: 

1- İsrail, İran’dan her geçen gün artan bir tehdit algılamakta, dahası kendi kamuoyunu sürekli olarak yeni bir çatışmaya hazırlamaya çalışmaktadır. 
Mevcut askeri ve siyasi koşullar İsrail’in İran ile doğrudan çatışmasını ya da İsrail’in İran’a bir hava saldırısı yaparak nükleer programını durdurma sını mümkün kılmamaktadır. Bu durumda sancılı bir dönemden geçerek kurulan yeni İsrail hükümeti için en iyi yol İran’a doğrudan vuramadığı darbeyi dolaylı yoldan vurmaktır. Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmada taraf olması onu Lübnan içinde siyasi olarak zayıflattığı gibi askeri kaynaklarının önemli bir kısmının da erimesine neden olmaktadır. Dahası, Suriye’de rejimin düşmesi ihtimali İran için bir endişe kaynağıdır. 
Suriye’nin düşmesi halinde Doğu Akdeniz’de İran’ın tek müttefiki olarak Hizbullah kalacaktır. Bu nedenle Suriye düşmeden, Hizbullah tekrar 
Lübnan’ın içine odaklanmadan ve hatta konvansiyonel olmayan silahlara sahip olmadan İsrail’in Hizbullah’ı etkisiz hale getirme şansı olabilir. Ha-
mas ile giriştiği son çatışmada yeni füze savunma sisteminden tatminkar sonuçlar alan İsrail’in Hizbullah’ın elindeki füzelerden eskisi kadar endişelenmediği görülmektedir. Dahası Suriye’deki iç çatışmadan kaynaklanan nedenlerle Hizbullah olası bir çatışmanın uzaması halinde lojistik sorunlar 
da yaşayabilecektir. Ancak İsrail’in bu tür bir çatışmadan istediğini alarak çıkması ancak İsrail’in Hizbullah’a kısa sürede kesin bir darbe 
indirmesi ve Lübnan’daki siyasi üstünlüğünü sarsacak bir durum yaratmasıyla mümkün olabilir. Aksi taktirde İsrail açısından çatışmanın mevcut 
durumu devam ettirecek bir sonuç üretebileceği söylenebilir. İsrail bu durumda uluslararası alanda bir kez daha meşruiyet kaybına uğrasa da bu 
İsrail’in stratejik çıkarlarını hayati bir biçimde etkilemeyecektir. 

2- İsrail ile Lübnan arasındaki çatışma bir anlamda Arap devletleri ile İran arasında sıkışan denklemin aşılmasını sağlamak için bir araca dönüşebilir. Lübnan’da uzun süreden beri devam eden Hizbullah üstünlüğü İsrail ile girilen her savaştan sonra artmıştır. Buna karşın Suudi Arabistan’ın Lübnan’da kendisine yakın grupları iktidar için desteklediği bilinmektedir. Fakat tüm desteğe rağmen Hizbullah’ın askeri gücüyle desteklediği siyasi üstünlüğünü diğer grupların aşması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu tür bir çatışmada İsrail’in Hizbullah’a vurabileceği ağır bir darbe Lübnan’daki güç dengesinin Hizbullah karşıtı ya da Körfez Ülkeleri yanlısı grupların lehine değişmesine neden olabilir. Bunun da ötesinde Hizbullah’ın İsrail ile gireceği bir çatışmada alabileceği bir darbe Suriye’deki çatışmanın sona erme sürecini de hızlandırabilir. Hizbullah’ın desteğinden mahrum kalan Şam Yönetimi’nin hemen çökmesini beklemek doğru olmasa da Esad Yönetimi açısından bu gelişmenin önemli bir darbe olacağı unutulmamalıdır. 

3- Lübnan’daki olası çatışmanın Suriye’deki olaylar üzerinde orta ve uzun vadede etki yaratması kaçınılmazdır. Bir kere bu tür bir çatışma Esad Yönetimi ’ni doğrudan kurtarmayacaktır. Çatışmayı bahane ederek Suriye İsrail’e saldırmadığı sürece, Şam ile Tel Aviv arasında bir çatışma yaşanması olasılığı düşüktür. Dolayısıyla Şam’ın diğer Arap devletlerine ve Arap kamuoyuna yönelik İsrail ile çatışan tek Arap devleti olma yönündeki propaganda girişimi sonuç vermeyecektir. Dahası Suriye’nin bu tür bir çatışmaya dahil olması İsrail’in Suriye ordusuna vurabileceği ağır bir darbe ile Suriye’de rejimin ömrünü azaltabilir. Fakat Hizbullah’ın İsrail ile çatışmaya girmesi Suriye’ye giden önemli bir desteği kesebilir. 
Bu destek Suriye rejimi için her geçen gün daha hayati hale geldiğinden olası bir çatışma Suriye’deki iç savaşta Şam’ın kayıpları hanesine yazılacaktır. 

4-Hamas’ın taraf değiştirmesinden sonra Hizbullah’ın uğrayacağı büyük güç kaybı Ortadoğu’daki değişim sürecini Lübnan’a doğru yönlendirebileceğinden 
Akdeniz kıyısında değişim yanlısı olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler önemli bir kazanım elde edecektir. Hizbullah’ın etkisi nedeniyle etkilemekte 
çok zorlandıkları Lübnan’a girebilecek olan bu devletler İran’a vuracakları bu darbeyle önemli bir mevzi daha kazanacaklardır. 

5- Bu tür bir çatışma İsrail ve bazı Arap ülkeleri açısından olumlu sonuç doğurabileceği gibi tam tersi sonuçlar da üretebilir. Özellikle olası bir çatışma dan Hizbullah’ın gücünü koruyarak çıkması İran ve müttefikleri açısından önemli bir stratejik zafer olabilir. İran’da iç politikanın her geçen gün daha fazla krize sürüklendiği bir ortamda dış politikada yaşanacak bir kriz ülke içindeki kaosortamının büyümesini engelleyebilir. Özellikle dini lidere bağlı olanlar ile muhafazakarlar arasındaki güç mücadelesinin tırmanışa geçtiği şu dönemde bölgede İran’ın daha da güçlenmesi için çatışmaların sürdürülmesini savunan taraflar için bu savaş bulunmaz bir fırsattır. Dış tehdit gerekçesini göstererek ülkedeki iç karışıklıkları engellemek isteyecek olan İran’daki hâkim grup içeride daha da sertleşmenin meşruiyetini dışarıdaki bir çatışmayla sağlayabilir. Bu nedenle İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş İran rejimi içindeki kırılmalar için bir panzehir olabilir. 

6- Diğer yandan İsrail ile Hizbullah arasında-ki olası bir çatışmadan Hizbullah’ın güçlenerekçıkması Suriye rejimi açısından psikolojik ve hatta maddi bir 
avantaj yaratabilir. Hizbullah’ın gücünü koruyabilmesi sadece bölgesel denklem açısından değil Lübnan’daki denklem açısından da önemlidir. 
Lübnan’da bir kez daha Hizbullah karşıtı grupların zayıflaması Lübnan’dan Suriyeli muhaliflere yapılacak yardımı azaltacağı gibi Hizbullah’ın daha güçlü bir 
biçimde Suriye’dekiişlere odaklanmasını beraberinde getirebilir. 

7- Lübnan’da olası bir savaş Batı dünyasında Suriye savaşının yayılma etkisine ilişkin korkuları tetikleyeceğinden Batı ülkelerinin zaten Suriye’ye müdahale konusundaki isteksiz tutumunu daha da pekiştirecektir. Böylece Suriye’deki rejim kendisini daha da güvenli hissedecektir. 

8- İran, Lübnan’daki bir çatışmayı yanıtsız bırakmayacak, bu durumdan İsrail kadar Körfez ülkelerini de sorumlu tutacaktır. Bu durumda Bahreyn’in yeniden istikrarsızlığa sürüklenmesi mümkün olabilir. İran’ın Bahreyn kozunu oynaması ise siyasi mücadele sahasını genişletebileceği gibi Lübnan’da köşeye sıkışması halinde bile süreci tersine çevirmeye yönelik bir hamle olabilecektir. 

Özetle, bölgedeki sıkışan güç dengesi ve ilişkiler her geçen gün daha da tıkanmaktadır. Bu ise gerek devlet/rejim tipleri gerekse bölge dinamikleri 
nedeniyle savaş eğilimi yüksek bir bölge olan Ortadoğu’da yeni bir çatışmanın işaretlerini vermektedir. Türkiye’nin de bu tür bir çatışmadan 
etkilenmesi kaçınılmaz olacağından bu olasılığa karşı kendisini hazırlaması gerekmektedir. 



***


4 Temmuz 2016 Pazartesi

Erdoğan:Şah, Putin:Mat -Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 2




Erdoğan:Şah, Putin:Mat 

-Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 2



Yazar: 
Serhat Erkmen
Bekir Ali Yüksel




1.      Olasılık: Ukrayna’da Suriye’ye Rusya’yı Kuşatmak


ABD’nin bir süredir Rus tehdidi nedeniyle (Kırım'ın işgali, Ukrayna'nın de facto bölünmesinden sonra) Doğu Avrupa, Baltık ve Kuzey Avrupa ülkelerinin topraklarını Amerikan askerlerine ve savaş makinelerine açmasıyla söz konusu ülkelere yığınak yaptığı görülmektedir. Ağustos ayı içinde IŞİD tehdidi bahanesiyle İncirliğe belirsiz bir süre için belirsiz bir miktarda bir askeri yığınağı Türkiye'nin davetiyle yapması bunun önemli göstergelerinden birisi olarak kabul edilebilir. Eğer, ABD’nin Suriye planı bir yandan Rusya’nın doğu Akdeniz’deki varlığının belkemiği olan Suriye’de rejimin savaştan başarıyla çıkmasını engellerken diğer yandan IŞİD’i bir cendereye alarak etki alanını ve kapasitesini sınırlandırmaksa bunun için Türkiye’den iyi bir müttefik bulacağa benzememektedir.

Llyod Austin'in Senato'daki tanıklığında da ifade ettiği gibi, ABD'nin IŞİD’le mücadelesi uzun vadeli ve aşamalı bir stratejiye dayanmaktadır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için Türkiye hayati bir önem teşkil etmektedir ve Austin de İncirliğin kullanıma açılması ve Türkiye'nin bu koalisyona dahil olmasını son dönemdeki en önemli kazanım olarak nitelemektedir.

Coğrafi konumu ve askeri kapasitesiyle Karadeniz’den Ortadoğu’ya ABD’nin bu istediğini verebilecek en önemli ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin Suriye topraklarına girerek IŞİD’in etki alanını sınırlayacak bir pozisyon alması bu örgüt üzerinde sadece çatışmadan kaynaklı etki yaratmaz. Aynı zamanda örgütün dış dünyayla fiziki bağının koparılmasında anahtar rol oynar. Uzun bir süredir ABD’nin IŞİD ve benzeri örgütlere yönelik politikasının “yok etme”ye değil etki alanını sınırlamaya yönelik olduğu zaten bilinmektedir. Bu tür örgütler doğrudan ABD çıkarlarını ya da anavatanını tehdit etmediği sürece ABD’nin onları yok etmek için kaynak, zaman, para ve güç harcama isteği ve politikasının olmadığı 1980’lerden itibaren defalarca karşılaşılan bir durumdur. Bunun da ötesinde ABD, IŞİD ya da benzeri revizyonist örgütlerin yarattığı dinamiklerden korkan statükocu ülkeleri veya onların liderlerini askeri, ekonomik, istihbari ve siyasi yardımlar yoluyla ayakta tutarak bu yapıları kendisine daha bağımlı hale getirmektedir. Dolayısıyla IŞİD benzeri örgütler ABD için bir tehdit olabilirler. Ancak sınırlandırılmış ve doğrudan güvenlik tehdidi yaratmayan bu tip aktörler ABD için zaman zaman bir fırsat kapısına da dönüşmektedirler. Öte yandan IŞİD’in Suriye’de yarattığı durum Esad Yönetimi’ni bir yandan baskı altına alırken, diğer yandan da rejimin tam olarak devrilmesini de engellemektedir. Bu bağlamda IŞİD’in Suriye’de yaptıkları, Rusya’nın enerjisini tek bir noktada toplamasını engelleyen bir avantaja da dönüşebilir. Yani, Türkiye’nin Suriye’de bir bölge oluşturması IŞİD’in etkinliğini sınırlandıran diğer yandan da Rusya’nın Ortadoğu’daki en önemli iki müttefiki olan İran ve Suriye’yi kazanamayacakları ve her ikisini de tüketen uzun vadeli bir yıpratma savaşına sürükleyecektir. Rusya’nın Suriye konusunda artan ilgisi ve çatışmaya “örtülü ama doğrudan” katılımı bu ülkenin Kırım’daki oldu bittiyi bir başka yerde yapmasının önüne geçecektir. Tüm bunlara ek olarak Suriye’de bu türden bir dinamiğin parçası olan Türkiye kaçınılmaz olarak ABD’ye daha bağımlı hale gelecektir.

Peki Türkiye’nin bu tür bir operasyondan beklentisi ne olabilir? Hükümet için ABD destekli bir “bölge” oluşturmak fikrinin iki dış politika bir de iç politika anlamında stratejik beklenti yarattığı görülmektedir. AKP’nin Suriye’deki en önemli stratejik hedefi Halep ve civarında Türkiye’nin domine edebileceği bir arka bahçenin kurulmasıdır. Bu arka bahçe PKK ile ya da sınırdaki Kürt devleti olasılığıyla mücadelede taşıdığı önem kadar Davutoğlu’nun kitaplarında da yer bulan hinterland arayışının en kritik dönüm noktasıdır. Halep taşıdığı ekonomik değerden ziyade Suriye’nin kuzeyinde Doğu-Batı ekseninde sahip olduğu stratejik konum nedeniyle hayati önemdedir. Üstelik Halep’in kontrolü AKP için “Yeni Osmanlıcı” çıkışın en sembolik kalesi olarak sunulacaktır. İkinci beklenti ise açık bir biçimde “Kürt koridoru”nun engellenmesidir. Halep’in kuzeyini Türkiye’nin kontrol etmesi halinde, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de birlikte ya da ayrı ayrı hedeflenen; enerji-su kaynaklarına ve dinamik bir nüfusa sahip, varoluşunu savaşla toprak kazanarak ilerlemeye ve Batı ile kuracağı stratejik ilişkiye bağlayan bir Kürt devletinin denize çıkma beklentisi sona erdirilmiş olacaktır. 

Bu, Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde Kürt hareketlerin ortaklaşmasını engelleyemeyen Türkiye için önemli bir kazanım noktası olacaktır. Bu noktada IŞİD ile savaş, bir güvenlik tercihi değil PKK’nın yenilmesi ve Kürt Koridoru’nun oluşumunun engellenmesi için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülmektedir. Üstelik, AKP’nin dış politikadaki bu iki beklentisinin yanı sıra IŞİD’le mücadelenin AKP’nin iç politikadaki hedeflerini gerçekleştirmek için bulunmaz bir fırsat olabileceği düşünülmektedir. Şöyle ki; Batı’da özgürlükler ve demokrasi karnesi kırıklarla dolu AKP, kendisini ve ortaya koyduğu “ılımlı İslamcılık” çizgisini IŞİD’e karşı bir panzehir olarak sunmak isteyecektir. IŞİD’le mücadelede istikrarlı, kontrol edilebilir ve radikal versiyonlara karşı “ılımlı İslamcı” bir rejim önerisi ABD’nin Pakistan’da kabul ettiği bir modeldir. 

Bu bağlamda Pakistan’ın Afganistan ve kendi ülkesinde bulunan radikal gruplarla mücadele ederken rejimin “İslamcılaştırılması” ve bu bağlamda meşrulaştırılması arayışının AKP tarafından Türkiye bağlamında denenmeye çalışmasına tanık olunacaktır. Daha açık bir ifadeyle, AKP Türkiye’deki rejimi değiştirirken bunun için gerekli olan her türlü istikrar aracını Batı’ya “meşru bir hedef” çerçevesinde elde ediyor görüntüsü çizecektir. Yani, Türkiye’de belli bir dönem son derece baskıcı bir düzen kurup, kurulan yeni düzeni “ılımlı dinci” kodlar üzerinden savunarak meşrulaştırma arayışına gidecektir. Bu AKP’nin ABD’ye kabul ettirmek isteyeceği model olabilir. Böylece ABD’nin ikinci bir Pakistan’ı olabilecektir.
Özetle, eğer ABD ile Türkiye arasında geniş çaplı bir anlaşma varsa: AKP’nin Suriye’ye müdahalesinden ABD’nin IŞİD’in etki alanını sınırlandırma ve Rusya’yı sıkıştırma elde etmeyi hedeflemektedir. AKP ise Halep’i ardyöresine katmak, Kürt Koridoru’nu engellemek ve kendi iktidarını korumak için uyguladığı baskıcı yöntemleri ve Türkiye’de gerçekleştirmeye çalıştığı kalıcı dönüşümü sağlamak beklentisinde olduğu değerlendirmesi yapılabilir.

2.      Olasılık Kontrollü Kürt Devleti İnşası


Bu durum ise aslında ABD'nin niyeti hakkındaki şüpheleri artırmaktadır. ABD aslında başka bir şeye mi hazırlanmaktadır? Büyükelçinin açıklamalarında Türkiye'de PKK terör örgütüyle tekrar müzakere masasına oturulmasına yönelik baskıcı ifadeleri, Suriye'nin kuzeyinde PYD'ye toz kondurmayan değerlendirmeleri var. Hal böyle olunca IŞİD eliyle bölgeyi dizayn etmeye çalışan ABD'nin bu bağlamda ilk etapta bağımsızlıkları olmasa da Suriye ve Türkiye'deki özerk Kürt bölge yönetimlerinin oluşumunu izlemek, denetlemek, kontrol etmek ve gerekirse müdahale etmek için bölgedeki askeri varlığını artırmakta olduğunu söylemeliyiz. Çünkü Büyükelçi Bass "üzerinde anlaştığımız hedefleri gerçekleştirinceye kadar Türkiye'deyiz, bırakıp gitmek gibi bir niyetimiz yok" anlamında ifadeler kullanıyor. Bu açıklamadan hemen sonra 4 Eylül’de Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin Güneydoğu Anadolu’ya seyahatler konusunda yurttaşlarını uyarması ve Adana Başkonsolosluğu çalışanlarının ailelerini gönüllü olarak başka kentlere yollamasını istemesi dikkat çekici bir gelişmedir.

Peki, Türkiye ABD'nin IŞİD stratejisine ne kadar hakim, yönlendirme yapabiliyor mu, ABD'nin "end state"nin (nihai durum yani Suriye, Irak, Türkiye coğrafyasında neler öngörüyor, nasıl yapılar planlıyor vs) ne olduğunu, bu projenin kapsamını biliyor muyuz? Bu soruların cevabı kocaman bir hayır. İşin can sıkıcı yanı ise hiçbir şey bilmediğimiz Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilintili bu projenin en önemli safhalarının Türkiye'yi yöneten AKP iktidarının verdiği açık çek ile yapılacak olmasıdır.

Eğer ABD, IŞİD'i sınırlandırmak ve Rusya'yı çevrelemek adına Türkiye'nin Suriye'ye girmesine izin verir gibi yaparken diğer yandan PKK/PYD'yi kollama yönündeki politikasını sürdürüyorsa bu durum Ankara'nın beklentilerinin boşa çıkması anlamına gelir. Nitekim, her ne kadar AKPli karar vericiler "büyük" ve "stratejik" adımlar attıkları imajını vermeye çalışsalar da son 10 yılda Türk-Amerikan ilişkileri her seferinde Türkiye'yi daha fazla taviz vermeye iten stratejik çıkmazlarla doludur. En son olarak İncirlik'i ABD'nin kullanımına açtıktan sonra IŞİD'e karşı yapılan hava operasyonlarının parçası haline gelen Türkiye'nin durumu ortadadır. AKP basit bir soruya açık bir yanıt verememektedir. Eğer söylendiği gibi Türkiye'nin önündeki birinci tehdit PKK ise neden terörle mücadeleyi bitirmek için yapılacak sınır ötesi operasyon PKK ya da onun uzantılarını doğrudan hedef almamaktadır da, oluşturulabilecek bir koridor aracılığıyla dolaylı bir hedef alma söz konusudur. Bunun nedeni, ABD'nin PYD ve YPG konusundaki açık tavrıdır. ABD, Türkiye'yi IŞİD’le mücadele kapsamında sonu belirsiz bir maceranın içine sürüklerken öte yandan sahada diğer "yardımcısı" olarak gördüğü PYD'den vazgeçmiyorsa bu aslında Türkiye ile ABD arasında Ortadoğu'da genel ve kapsamlı bir ittifakla yapılan bir hareket olmadığını göstermektedir. Bu durumda Türkiye, IŞİD’le mücadele kapsamında bir bataklığa sürüklenirken Suriye sınırında PYD ve bağlı unsurların varlığının meşrulaştığı bir düzeni önce fiili sonra da resmi düzeyde kabul etmeye zorlanacaktır.






RUSYA'NIN SURİYE ÇIKARMASI: YENİ OYUN-YENİ DENGE


ABD'nin Türkiye'yi de içine alacak şekilde Rusya'yı kuşatması, Suriye'de dengeleri değiştirecek bir askeri müdahale üretmeden kısa bir süre önce Rusya'nın kapsamlı bir karşı hamlesiyle tüm denklem yeniden değişmiştir. Rusya'nın Suriye'deki iç savaşın bir parçası olduğu uzun süreden beri bilinen bir gerçektir. Moskova, Esad Yönetimi'ni sadece diplomatik alanda savunmakla kalmamış, Suriye ordusuna silah, mühimmat ve danışmanlık desteği vermeyi kesmemiştir. Fakat Ağustos ayı ortasında Rusya, önceki 4 yıldan daha farklı bir biçimde Suriye'de kapsamlı ve doğrudan bir varlık bulundurmak üzere bir operasyona başlamıştır. Bu bağlamda önce Ağustos 2015 ortasında Suriye'ye altı MIG-31 gönderdiği açıklanmıştır. Bundan kısa bir süre sonra 20 Ağustos'ta, Rusya'nın Karadeniz Filosu'na bağlı bir savaş gemisi Türk Boğazları'nı kullanarak Akdeniz'de bilinmeyen bir istikamete doğru yola çıkmış, 3 gün sonra Suriye'nin Tartus Limanı'na inmiştir. Bu gelişmeleri takiben Eylül ayının ilk haftasında 7 dev Rus askeri kargo uçağı Irak hava sahasını kullanarak Suriye'ye askeri malzeme taşımıştır. Son olarak Eylül 2015’in ikinci haftasında bir taktik SU-30 filosunun El Asad Uluslararası Havaalanına konuşlandırıldığı görülmüştür. En azından basına yansıdığı kadarıyla elde edilen bilgiler ışığında Rusya'nın 1 ay içinde Suriye'ye yarım düzine T-90 tankı, 15 howitzer, 35 zırhlı personel taşıyıcı, 200 özel kuvvet askeri ve 1500 kadar da teknik personel ve askeri danışman konuşlandırdığı görülmektedir. Elbette bu sayılar Suriye'deki iç savaşın gidişatını biranda rejim lehine değiştirebilecek bir güce işaret etmemektedir. Ancak Rusya'nın hamlesinin özellikle uluslararası alanda yarattığı etki ve uzun vadeli sonuçları bu girişimin önemini anlamamıza yardımcı olabilir.





















*Haritalar 

www.understandingwar.org 

sitesinden alınarak Türkçeleştirilmiştir.



Rusya'nın hamlesinin stratejik gerekçeleri



Rusya'nın Suriye'deki hamlesini sadece Suriye ve hatta Ortadoğu ekseninde okumak yetersiz kalacaktır. Ukrayna, Orta Asya ve Doğu Avrupa'da mevzi kaybetmenin eşiğinde olan Rusya'nın petrol fiyatlarının düşmesinin getirdiği büyük ekonomik kayıplar ve hatta ekonomik kriz riskiyle birlikte ABD karşısında zor duruma düştüğü görülmektedir. Bu nedenle Rusya geleceği açısından stratejik gördüğü konularda zamana yayılan bir savunma pozisyonundan stratejik olarak kayıpla çıkma ihtimalini güçlü gördüğünden Doğu Avrupa'dan Karadeniz'e buradan da Ortadoğu'ya kadar bir dizi hamle yapmaktadır. Bu bağlamda Rusya'nın Doğu Avrupa'daki sınırlı askeri hareketliliği ile Suriye'deki girişimi arasında bir bağ olduğu söylenebilir.

Bazı analizciler Rusya'nın Suriye'deki askeri hareketliliğinin sahadaki sonucu değiştirmeye yetmeyecek ve BM Genel Kurulu öncesinde bir diplomatik pazarlık unsuru olarak kullanılmanın ötesine geçmeyecek bir hamle olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre, Rusya, ABD'yi Suriye'de Esad rejiminin devrilmesine neden olacak bir girişimde bulunmasından uzak tutmak için diplomasi kulislerinde ikna etmeye çalışırken, askeri gücünü bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır. Ancak bu değerlendirme Rusya'nın Suriye'deki varlığının yarattığı etkileri tam olarak açıklayamamaktadır.

Aslında, Rusya'nın Suriye bağlamında iki ayaklı bir stratejiyi hayata geçirdiği açıktır: Suriye'ye doğrudan askeri konuşlanma ve diplomatik süreç.
Askeri konuşlanmaya paralel bir diplomatik hamlenin ilk etapta sonuç verdiği de görülmektedir. Rusya'nın başlattığı diplomatik hamlenin ilk sinyali 1 hafta önce eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Marti Ahtisaari'nin Rusya'nın Esad'ın çekilmesine ilişkin 2012'deki önerisini basına sızdırmasıyla başlamıştır. Batı'nın bu öneriyi kabul etmemesini bir hata olarak niteleyen Ahtisaari'nin önerisinin ardından Rusya'nın Esad'ın çözümün bir parçası olmamasını kabul etmeyeceği açıklaması gelmiştir. Ardından Soçi'de Lavrov ile Türk Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu'nun görüşmesinde Rusya'nın Türkiye'yi üstü kapalı ama sert bir biçimde eleştirdiği Esad lehine açıklama gündeme gelmiştir. Aynı tarihlerde ABD ve Avrupa'da yayın yapan önemli gazetelerde Rusya ve ABD arasında BM Genel Kurulu'nda bir Putin-Obama görüşmesi ayarlandığı sızdırılmaya başlamıştır. Ancak asıl ilginç olan 9 Eylül'de İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond'un "İran ve Rusya'nın görevden ayrılmasını garantilemesi halinde Beşar Esad'ın görevde kalabileceği 6 aylık bir geçiş hükümetinin kabul edilebileceği" ve 19 Eylül'de ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin "Esad'ın gitmesinin gerektiği ancak bunun zamanlamasının müzakereyle belirlenebileceği" açıklamaları olmuştur.

Ancak Rusya'nın askeri konuşlanmasının sadece diplomasi masasında bir kart olarak görülmesi olan bitenin tam olarak anlaşılmasının önüne geçecektir. Rusya'nın Suriye'ye gönderdiği güç sahadaki askeri dengeleri en azından şu andaki miktarı ve niteliğiyle tek başına değiştirecek kadar büyük değildir. Fakat, bu konuşlanmanın şu anki haliyle sınırlı kalacağı da beklenmemelidir. Rusya'nın konuşlanmasının Suriye'deki taktik Ortadoğu'daki stratejik etkilerine bakıldığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Rus Askeri Konuşlanmasının Sahadaki Olası etkileri

1. Şu ana kadar elde edilen bilgiler ışığında Rusya'nın Suriye'de öncelikle muhaliflerin kritik bölgelerdeki ilerleyişini durdurmayı hedeflediği görülmektedir. Her ne kadar IŞİD ile mücadele konsepti öne çıkarılsa ve Rusya askeri hamlesini IŞİD’le mücadele çerçevesine oturtsa da Şam'ın güneyindeki konuşlanma dışındakilerinin tamamı Nusret Cephesi liderliğindeki Fetih Ordusu ile diğer IŞİD dışı muhaliflerin ilerleme noktaları üzerindedir. Bu noktada Rusya'nın ilk hedefinin Lazkiye'ye yönelen muhaliflerin durdurulması, Tartus'taki Rus askeri üssünün güvence altına alınması ve Halep ile rejim arasında lojistiğin kesilmek üzere olan alanlara müdahale etmeyi hedeflediği görülmektedir.

2. Rusya'nın sahadaki önceliklerinden birisi de Humus'un muhaliflerin kontrolüne girmesini engellemektedir.

3. Şam'ın yakınlarında IŞİD'in başlattığı saldırıların püskürtülerek başkentin tamamen güvence altına alınması ve güvenli halkanın genişletilmesi hedeflenmektedir.

Rusya'nın orta vadede rejim üzerinde baskının azalması için, Türkiye sınırına doğru bulunan bölgelerde İdlib-Lazkiye hattının tamamen güvence altına alınması ve Halep'in tekrar rejim tarafından kuşatılmasını sağlamak gerekmektedir. Görüldüğü gibi ABD'nin temelde IŞİD'e odaklanması ve çıkarları uygun gördüğü sürece Nusret Cephesi'ne yönelik operasyonlar yürütmesinin aksine Rusya'nın öncelikli odağı rejim için daha acil stratejik tehditler üretmesi beklenen muhalif unsurlardır. Ancak elbette Rusya'nın IŞİD içindeki Kafkas kökenlilere yönelik operasyonlar (Şam Yönetimi'nin gözden çıkardığı Rakka'ya aylar sonra ilk kez hava operasyonu düzenlemesinin ardında kimin hedef olduğu sorusu sorulmalıdır) ve Palmyra gibi çok amaçlı kullanılabilecek stratejik bölgelere yönelik girişimlerinin de orta vadede olabileceği söylenebilir. 

Rus Askeri Konuşlanmasının Suriye ve Ortadoğu'daki Olası Stratejik Etkileri

Rusya'nın Suriye'deki hamlesinin ABD'yi büyük çaplı bir pazarlığa oturtmak olduğu görünen bir gerçektir. Ancak bu hedefin içinde Ortadoğu bağlamında değerlendirilmesi gereken başlıklar da bulunmaktadır.

1. Rusya bir kez daha Arap rejimlerine gerektiğinde yanlarında silahla dahi durabileceğini göstermektedir. Darbeden sonra gelişen Mısır-Rusya ilişkileri dikkate alınarak değerlendirildiğinde Rusya Arap Baharı'ndan rejim tehdidi bağlamında etkilenen Arap ülkelerine açık bir destek mesajı göndermektedir. Bu mesaj, İran ile birlikte Rusya'nın ortak desteğini alan bir devletin dış müdahaleyle karşılaşması halinde rejim güvenliğinin sağlanacağıdır. Böylece Rusya, Ortadoğu'da kriz anlarında doğrudan müdahil olabilecek bölge dışı en önemli dış güç olmaya çalışacaktır.

2. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde tek başına ya da bir koalisyonla gerçekleştireceği askeri operasyon sonucunda kurulacak bir güvenli bölge beklentisini tamamen suya düşürmüştür. Bunun iki nedeni vardır: a. Bir yandan IŞİD diğer yandan Rusya'nın daha güçlü bir biçimde desteklediği Esad Rejimi'yle mücadele ederken güvenli bir bölge oluşturabilecek bir güce sahip olma vasfını tamamen yitirecektir. b. Rusya'nın Suriye'ye verdiği ya da konuşlandırdığı hava savunma sistemleri olası bir çatışma riskinde Türkiye açısından tehlikeyi büyütmüştür. Muhaliflerin elinde hava gücünün bulunmadığı, ABD içinse çok yetersiz kalacağı düşünüldüğünde bu tür bir sistemin iki hedefi olabilir: İsrail veya Suriye sınırlarında operasyon yapmayı planlayan bir başka ülke. Bu noktada en hassas olan husus Suriye-Rusya ortaklığının koalisyonu hedef almayacağının görülmesidir. Halihazırda Rusya ile ABD arasında IŞİD'e karşı yürütülecek operasyonlarda birbirlerine zarar verilmemesi için koordinasyon sağlanması kararlaştırılmışken yerleştirilen silahların koalisyona karşı kullanılması ihtimali düşüktür. Bununla birlikte tek başına hareket eden ülkeler açısından kritik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Özetle, Türkiye'nin tek başına bir askeri harekatla güvenli bölge yaratma düşüncesi Rusya'nın sahadaki fiziki varlığıyla birlikte tamamen suya düşmüştür. 

3. Rusya'nın askeri hamlesi, çıkmaza giren ABD için bir çıkış yolu yaratabilir. 16 Eylül 2015'te Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'nde konuşan CENTCOM Komutanı Lloyd Austin'in Suriye için çizdiği çerçeve ABD'nin Suriye'deki IŞİD operasyonlarının tam bir açmaza girdiğini göstermektedir. Eğit-Donat'ın moral olarak çöküşü ve fiili olarak işlevsiz kalmasıyla birlikte Austin tarafından dile getirildiği gibi ABD için Suriye'de tek etkin araç olarak Kürtler kalmıştır. Dolayısıyla ABD’li yetkililer defalarca Esad'ın görevden ayrılması gerektiğini ileri sürseler de ellerindeki araçlarla bunu gerçekleştiremeyeceğini farkına varmışlardır. Bunun da ötesinde Suriye'nin kuzeyinde ABD'ye yakın bir güç oluşturmak suretiyle sahada üstünlük sağlama çabasının tek bir aktöre dayanması ABD'nin hem IŞİD karşısında istediğini alamamasına hem de muhalifler arasında uzun vadeli bir yapı oluşturamamasına neden olmaktadır. Bu noktadan sonra ABD'nin Rusya ile çatışarak Suriye'de gerçekten bir değişim sürecini desteklemek ile IŞİD’le mücadeleyi merkeze alıp Şam Yönetimi'ni kerhen ve dolaylı olarak Rusya'nın aracılığıyla zamana yayarak kabul etmek arasında bir tercih yapmak durumunda kalmasına şahit olunabilecektir.

4. Suriye ve Irak'taki Kürtlerin ilişkilerinde bir değişim görülmektedir. Aylardır birbirleriyle önemli sorunlar yaşayan KDP ile PYD arasında yeniden bir diyalog ortamı doğmuştur. Bu diyalogun Rusya ve ABD'nin hızlanan hamlelerinden bağımsız olduğu düşünülemez. Başından beri Moskova'yı ikinci adres olarak belirleyen PYD ile ABD ile ilişkilerini stratejik düzeye taşımayı hedefleyen KDP arasında Erbil'de gerçekleşen toplantı ve sonrasında KDP, KYB ve Gorran heyetlerinin PYD'nin 6. Kongresi'ne katılmak üzere Suriye'ye gitmeleri önemli birer işaret olarak değerlendirilmelidir. Rusya ve ABD arasında bir anlaşma mı, yoksa çatışma mı olacağının öngörülemediği bu dönemde Kürtler pozisyonlarını sağlamlaştırmak için bir çıkış stratejisi üretme yoluna gitmek durumunda kalmışlardır. Bu noktada PKK'nın terörist saldırılarını sürdürmesi onu PYD üzerinden ABD ve Rusya ile görüşmekten alıkoymamaktadır. Ancak Türkiye'deki terörist faaliyetlerini uzatıp KDP'ye gerginliği sürdürmek, Suriye'nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşturmasını güçleştirebilir.

5. Rusya'nın Suriye'de daha görünür hale gelmesi başta Kafkas kökenli gruplar olmak üzere cihatçı grupları daha fazla motive edecektir. Rusya ile doğrudan ya da dolaylı olarak Afganistan, Bosna ve Çeçenistan'da savaşan, bu doğrultuda önemli bir öfke birikimine sahip kişi ya da gruplarda motivasyonun yükselmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu nedenle Suriye'ye dışarıdan gelen savaşçılarda içeriği kısmen değişmiş yeni bir dalga görülebilir.

6. Rusya'nın hamlesi kısa vadede Ortadoğu'da tekrar Soğuk Savaş'taki ağırlığını yaratmasını sağlama potansiyeli sunsa da bu varlığın maddi ağırlığının nasıl taşınabileceği bir soru işaretidir. Rusya, Kırım'daki oldu bittiyi dikkat dağıtarak meşrulaştırmaya ve ABD ve müttefiklerine en sıkışık oldukları coğrafyada tehditler ve fırsatlar dolu yeni bir seçenek açmaya yoğunlaşmıştır. Ancak Afganistan örneğinin de gösterdiği gibi Rusya'nın ülke dışındaki askeri maceralarının sonu beklendiği gibi gitmeyebilir, bu nedenle Suriye daha büyük ölçekte bir hesaplaşma sahasına dönüşebilir.

Sonuç


Son iki ay içinde Suriye'de Ankara, Moskova ve Washington eksenli gelişmeler bir yandan Türkiye'yi zorlu bir maceraya sürüklenmenin eşiğine getirmişken, diğer yandan Rusya'nın müdahalesiyle birlikte yeni bir denklem yaratmıştır. Bu bağlamda AKP tarafından sürdürülen Suriye politikası Türkiye'yi bölgede stratejik bir felakete sürüklemektedir. Getirisi net bir şekilde ortaya konulamayan, politik hedefi belirsiz, uygulaması zor, yeni güvenlik riskleri getirecek ve Türkiye'yi iç ve dış politikada daha büyük sorunlara itecek bir girişimin sonucunda Türkiye'nin Suriye'de bir çatışma/savaşa sürüklenmesi hala kaçınılmaz değildir. Ancak, Eylül ayı başında yoğunlaşan Türkiye'nin Suriye'de askeri harekat yapabilme olasılığı Rusya'nın hamleleriyle birlikte geri plana düşmüştür. Bu noktada bu tür bir hamlenin yaratabileceği sonuçlara odaklanılınca karşılaşılan tablo şöyle tanımlanabilir:

1. Açık ve basit bir biçimde söylemek gerekirse Türkiye'nin Suriye'de bir askeri harekat gerçekleştirmesi halinde kurşunun nereden geleceği belli olmayacaktır. Onlarca grubun bulunduğu ve her tür istihbarat servisinin cirit attığı bir bölgede TSK açık hedef haline gelecektir.

2. Doğrudan mücadelenin ABD tarafından engellendiği PYD ile Suriye topraklarında mücadele etmek çok güç olacaktır. Suriye'de bulunacak askeri varlığımız her türlü örtülü operasyona hazır olmalıdır. IŞİD veya başka bir örgüt kisvesi altında Türk askerine yönelik PKK-PYD'nin sürekli taciz durumunda bulunacağı açıktır.

3. Ülke içinde büyük bir güvenlik zafiyeti doğacaktır. PKK terör örgütü açıklamalara göre hareket eden bir örgüt değildir. Suriye'de adı istediği kadar IŞİD'e karşı operasyon olsun, gerçekleşecek bir sınır ötesi operasyonun nihai hedefinin onun stratejik emellerini engellemek olduğu bilinecektir. Bu nedenle Türkiye içinde siyasi istikrarsızlık yaratmak için başta İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde olmak üzere yüzlerce militanını silahlı kalkışmaya yönlendirip, terörü büyük şehirlere taşıyacaktır.

4. Şu ana kadar Türkiye'nin operasyonlarına sınırlı bir yanıt üreten IŞİD, Suriye'de kendisine karşı doğrudan bir çarpışmaya giren Türkiye'ye karşı ülke içindeki hücrelerini harekete geçirecektir. Her ne kadar IŞİD'e operasyon adı altında güvenlik güçlerinin 2 aydır yoğun faaliyetleri sürse de bu operasyonların kendisi dahi Türk güvenlik bürokrasinin IŞİD'in kapasite ve örgütlenmesi konusunda ne denli zafiyet içinde olduğunu göstermektedir. Daha kısa ve öz bir ifadeyle TSK'nın IŞİD'e karşı bir operasyonu başlatması halinde Türkiye içinde canlı bombalar patlayacaktır.

5. BM'den bir karar çıkmaması durumunda uluslararası kamuoyun nezdinde Türkiye, Suriye topraklarını işgal eden bir ülke konumuna sokulacaktır. Başlangıçta IŞİD'e karşı operasyon gerekçesiyle uluslararası alanda büyük tepki görmese de zaman içinde karşımıza yeni bir Çekiç Güç durumu çıkabilecektir. Meşruiyeti olmayan bir fiili durumu sürdürmek için ABD'nin sürekli desteğini aramak zorunda kalan Türkiye, kendi kontrolü dışında kalan bir operasyonun hedef tahtasına dönüşebilecektir.

6. İran ve Rusya'nın bu tür bir hamleye vereceği yanıt her türlü boyutu içerebilecektir. Türkiye'yi içeride siyasi sıkıntılara sokmak isteyen her ülke Suriye'de bunu yaptırabilecek fırsatlar bulabilecektir.

7. IŞİD’le mücadele kapsamında girilen "güvenli bölge"nin güvenliğinin sağlanamaması, Türkiye'nin beklentilerinin karşılanamamasına neden olabilecektir. Medyada geçen harita ve bilgilerin çoğunun temel coğrafi bilgi, saha gerçekleri ve askeri ihtiyaçlarla ilişkisi olmadığı görülmektedir. TSK'nın Suriye'ye girmesi, muhaliflerin kontrolündeki bir araziye yerleşmesini değil, IŞİD'in bazı bölgelerden çıkarılmasını gerektirecektir.

8. Çıkış süresi ve stratejisi belli olmayan bir operasyonun başlaması Türkiye için terörle mücadele enerjisi, kaynak kullanımı, siyasi sermaye, uluslararası meşruiyet gibi konularda bir kara delik yaratabilir. Bu tür bir harekatın stratejik olarak kaçınılmaz durumda olmasında dahi ucu açık ve gerçekleşmesi imkansız ya da uzun yılları bulacak hedeflerden ziyade sınırları iyi tanımlanmış bir çıkış stratejisiyle yapılması gerekmektedir. Hatırlanması gereken en önemli nokta, bu tür bir harekatın askeri boyutunun bir sonuç değil, araç olduğudur. AKP'nin ülkeyi sürüklediği siyasi faturanın bedelini güvenlik güçleri başta olmak üzere tüm Türk halkı ödeyecektir. 

Bu nedenle Suriye, Türkiye için sadece askeri değil aynı zamanda stratejik ve siyasi bir bataklığa dönüşmemesi için çıkış stratejisi olmayan, nihai hedefi bulunmayan ve Türkiye'yi daha fazla güvensizlik ve istikrarsızlığa sürükleyecek bir çatışma atmosferinden kaçınılmalıdır.

Sonuç olarak son aylarda yaşananlar, Erdoğan’ın Suriye’de “şah” demeye hazırlanırken, Putin’in hızla nerede ise “mat” hamlesini yapmasına yol açtı. Bundan sonra Türkiye için tek  kurtuluşun “rok” olup olmadığı tartışılmalıdır.

http://idealimforum.blogspot.com.tr/2016/07/erdogansah-putinmat-putinin-suriye_4.html

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/09/23/8304/erdogansah-putinmat-putinin-suriye-hamlesi-turkiyenin-suriyeye-girisini-engelledi



..

Erdoğan:Şah, Putin:Mat _ Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 1



Erdoğan:Şah, Putin:Mat 

-Putin’in Suriye Hamlesi Türkiye'nin Suriye’ye Girişini Engelledi, BÖLÜM 1



Yazar: 
Serhat Erkmen
Bekir Ali Yüksel


Ağustos ve Eylül 2015, Türkiye'nin Suriye politikası ve Suriye'deki stratejik dengelerin değişimi açısından son derece önemli bir dönem olmuştur. Ülkemizde seçim sonrası siyasi ortam, koalisyon görüşmeleri ve terörle mücadele gündemin ana maddelerini teşkil ettiğinden Suriye meselesi bir yanıp bir sönen bir konuya dönüşmüştür. Oysa, özellikle son iki ayda Ankara, Şam, Bağdat, Tahran, Londra, Moskova ve Washington merkezli gelişmeler Suriye'de kısa bir süre içinde bir uçtan diğerine savrulma yaratmıştır. Öyle ki Eylül ayının ilk haftasında Türkiye, Suriye'de bir güvenli bölge oluşturmak için doğrudan ve sınırlı bir askeri müdahale için düğmeye basmışken ayın ortalarında denklem tamamen değişmiş, Esad rejiminin kalıcılığına dair önemli bir dönemeç dönülmüştür. Halen son derece sıcak gelişmelere sahne olan Suriye'de Eylül 2015 belki de kader ayı olacaktır. Ay sonunda New York'ta yapılacak BM Genel Kurulu'na giden liderlerin çoğunun aklında Suriye'deki son durumun olacağı görülmektedir. Gizli ya da açık diplomasi kanallarının sonuna kadar zorlanacağı New York'ta Putin-Obama görüşmesinin gerçekleşmesi Suriye'de yaşananlar açısından olabilecek en önemli gelişmedir. ABD ile Rusya'nın nasıl bir Suriye istedikleri konusunda anlaşamasalar dahi nasıl bir Suriye istemedikleri konusunda uzlaşabilmeleri sahadaki gelişmelerin gidişatını da değerlendirecektir. Bu bağlamda bakıldığında belki de Suriye'deki iç savaşın tarihi yazıldığında içinde bulunduğumuz döneme özel bir başlık açılacaktır. Bu nedenle son dönemdeki gelişmeleri ve yakın gelecekte yaşanabilecek değişimi iki ayrı temel gelişme üzerinden değerlendirmenin yararlı olacağını düşünerek bu analizi ele aldık.

Türkiye'nin Suriye'ye Müdahalesi

Temmuz ayında yaşanan gelişmelerden sonra Ağustos'taki hızı artan hazırlık dönemi Eylül ayı başında Türkiye'nin (Erdoğan’ın) Suriye politikasını yeni bir aşamaya ulaştırmıştır. Bu aşamada 2011’den bu yana Suriye iç savaşının cephe gerisi olan Türkiye, Suriye iç savaşına Ağustos 2015 itibariyle ABD ile koalisyonu çerçevesinde havadan doğrudan müdahil olmuştur. Bu adımlar sonucunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Suriye iç savaşına karadan müdahil olmaya hazırladığı görülmüştür. Ağustos ayının tamamında ve Eylül ayının ilk haftalarında izlenen bazı göstergeler, Türkiye'nin Suriye'de koşar adım bir çatışmaya sürüklendiğini ortaya koymaktaydı. Ancak bu yola neden gidildiği öncelikle değerlendirilmesi gereken husustur. Bu çerçevede AKP’nin Suriye politikasının temel mantığının TSK’yı neden Suriye iç savaşına müdahil olmaya sevk ettiği ortaya konulacaktır. Bunu son aylarda Türkiye’de askeri yapıda gerçekleşen gelişmelerin incelenmesi izleyecektir. Son olarak ise Suriye’ye bir Türk müdahalesi ile ilgili ABD’den gelen açıklamalar tahlil edilecektir.

AKP’nin Dış Politikasının Suriye İç Savaşına Müdahale Doğuran Mantığı

Aslında Türkiye'nin Suriye'ye müdahale edebileceği tartışması ya da öngörüsü yeni değildir. Üstelik, ülkenin yeniden seçim atmosferine girmesiyle birlikte bu müdahaleyi iç politik mülahazalar çerçevesinde temellendiren bazı iddialar da bulunmaktadır. Bu değerlendirmelere göre seçim öncesinde bu tür bir müdahale gerekçe olarak kullanılarak seçimin ertelenmesi ya da olası çatışmanın yaratabileceği rüzgardan yararlanarak hükümeti domine eden partinin oy kazanması mümkün olabilecektir. Fakat, Türkiye'nin Suriye'de sürüklendiği çatışmanın sadece konjonktürel bir durum olduğu ve seçim dönemiyle sınırlı bir olasılık olduğu da doğru değildir. Türkiye'nin izlediği Suriye politikası, sahadaki dengeler, Şam rejiminin attığı adımlar ve Suriye'de etkin olan dış güçlerin hamlelerin kesişimi Türkiye'yi Suriye'de bir savaşa sürüklemektedir.
Buradaki savaştan ne anlaşıldığının da altının çizilmesi gerekir. Türkiye 2011 yılının sonlarından itibaren Suriye'de çeşitli gruplara verdiği maddi destek nedeniyle uzun bir süre önce iç savaşın parçası haline gelmiştir. Mevcut Suriye politikasını destekleyen siyasetçiler, yetkililer ya da analizciler dahi Türkiye'nin rejim karşıtı grupları desteklediğini reddetmemektedir. Bu konudaki tartışma daha çok desteğin hangi gruba verildiği noktasında düğümlenmektedir. Konuyla ilgili görüş bildirenler ya da bilgi aktaranlar Türkiye'nin IŞİD veya Nusret Cephesi'ne destek verdiği iddialarını reddederken, diğer gruplara yönelik destek faaliyetlerini "siyasi, stratejik veya insani meşruiyet" çerçevesinde kabul etmekte ve onaylamaktadırlar. Buna ek olarak 24 Ağustos 2015'te ABD ile imzalanan mutabakat metninin neticesinde Türkiye'nin 29 Ağustos günü Suriye'deki hedeflere düzenlenen hava operasyonlarına doğrudan katılmasıyla Suriye'deki iç savaşa müdahil olmadığı savunulamaz hale gelmiştir. Bu nedenle bizim Türkiye'nin Suriye'de savaşa sürükleniyor ifadesinden kastımız mevcut durumun ötesinde doğrudan ama sınırlı bir askeri müdahaleye yaklaşmış olmasıdır. Bu savımızı destekleyen göstergeler şöyle sıralanabilir:

1. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde kurmak istediği "bölge"nin kendiliğinden veya yerel aktörlerin kendi çabalarıyla kurulamayacağı ortaya çıkmıştır: 

Kamuoyunda "güvenli", "tampon", "uçuşa yasak" ve "terörden arındırılmış" sıfatlarıyla geçen ve kabaca Azez'den Cerablus'a kadar olan sınır hattıyla bunun güneyindeki alanı kapsayan bölgede bazı silahlı grupların desteklenmesi yoluyla güvenli bölge oluşturulamayacağı artık görülmüştür. Bunun göstergeleri şunlardır:




a. Nusret Cephesi’nin IŞİD’e Karşı Kurulan Cepheden Çekilmesi

Nusret Cephesi'nin (NC) anılan cepheden çekilmesi yaklaşan fırtınanın habercisidir. Fetih Ordusu'nun belkemiğini oluşturan ve ayrıca özellikle Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e karşı en önemli dengeleyici olarak görülen NC, 9 Ağustos günü yayınladığı bildiriyle Türkiye'nin de ismini açıkça zikrederek koalisyonun yapacağı operasyonlara destek vermeyeceğini ilan ederek daha güney ve batıdaki alanlara çekileceğini açıklamıştır. Nitekim, "Eğit-Donat" kapsamında Suriye'ye gönderilen ilk grubun üyelerinden bazılarını öldüren ve bazılarını da esir alan NC, çatışmanın ısınacağını görerek yeni denklemin bir parçası olmamak için adeta aradan çekilmiştir. NC'nin bu tavrının stratejik (uzun vadede kendisinin hedef alınacağı), taktiksel (IŞİD’le cephe hattında bulunup ağır zayiatlar vermek) ve ideolojik (İslami mücadelenin ABD ve Batı desteğiyle yürütülmesindense grupların kendi iradeleriyle birleşmesi) gibi nedenleri bulunmaktadır. Ancak bu nedenler bir yana NC'nin bu hamlesi koalisyonun desteklediği gruplar ile IŞİD arasındaki çatışmanın çok daha büyüyeceğini görmesinin sonucunda meydana gelmiştir. NC gibi sahadaki gelişmeleri iyi analiz eden bir grubun "fırtınanın kopmak üzere olduğu" değerlendirmesini yapması en önemli göstergelerden birisidir.

b. YPG/PKK’nın Fırat’ın Batısına Geçmek İçin Hazırlıklara Başlaması

YPG'nin Rakka Cephesi'ndeki ilerlemesi çoktan durmuş, açıkça Cerablus'a yönelmiştir. Tel Abyad'ı ele geçiren ve daha sonra da Ayn Isa'da kısmi de olsa bir kontrol sağlayan YPG'nin sonraki hedefinin Fırat'ın Batısı olduğu açıktır. YPG, büyük ölçüde Kürtlerin demografik üstünlüğüne paralel olan alanlarda ilerlemesine rağmen Arapların yaşadığı bölgelerde de ilerleyebildiğini (göç ettirme, yerel hassasiyetleri kullanma, silahlı güç uygulama, yerel ortaklar bulma vb. gibi yöntemlerle) göstermiştir. Dolayısıyla demografinin bölgede üstün bir silahlı gücün ilerleyişine engel olmadığı (sadece yavaşlatabildiği) ortaya çıkmıştır. Buna karşılık, YPG ile IŞİD arasındaki çatışmaların daha çok Cezire Vilayeti'nde yoğunlaştığı görülmektedir. Rakka ve civarına yapılan ABD hava operasyonlarına rağmen son bir hafta içinde ABD'nin hava desteğinin El Hawl ile Mare'ye yoğunlaşmasının da gösterdiği gibi YPG'nin güney ve doğu hattında ilerlemesi durmuştur. Tersine YPG Cerablus civarına doğru büyük bir yığınak yapmaktadır. Bu bölgede 2500-3000 PKK/YPG’li toplanmışlardır. Fırat'ın batısına geçmek YPG için sadece psikolojik bir eşik değil aynı zamanda Afrin-Kobani arasındaki bölgenin kontrolüne ilişkin planın önemli bir dönüm noktasıdır. YPG'nin batıya doğru ilerlemesinin yeni evresi başlamak üzeredir. IŞİD'in diğer bölgelerdeki saldırıları bunu yavaşlatmakta ya da geciktirmektedir. Ancak düğmeye basılmasının artık çok uzakta olmadığı söylenebilir.

c. Amerikan Hava Desteği IŞİD’e Karşı Savaşan Grupların IŞİD Karşında Gerilemesini Engellememektedir

Uluslararası koalisyonun desteklediği gruplar IŞİD karşısında aldıkları hava desteğine rağmen tutunamamaktadır. NC'nin çekilmesinden sonra muhaliflerin IŞİD karşısındaki durumu tabloyu çok net ortaya koymaktadır. Mare kasabasının etrafında yaşananlar tüm dengeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. IŞİD'in Mayıs sonu Haziran başında başlattığı Azez hamlesi, NC'nin de dahil olduğu gruplar tarafından güçlükle durdurulmuştur. Ancak Şam Cephesi'nin de katılmasıyla sayısal gücü çoğalan ve aldığı destekteki miktar ve nitelik artışıyla birlikte sonuç verici bir hamle yapması beklenen muhalifler önce IŞİD hatlarına yaptıkları taarruzlarda başarılı olamamışlar, daha sonra da Mare'nin kuşatılmasının önünü açacak kritik köyleri kaybetmişlerdir. IŞİD, bu evrede muhalif grupların enerjisini Halep'in batısıyla İdlib arasındaki bölgeye yoğunlaştırmasını fırsat bilerek kritik bir hamle yapmıştır. Hamlenin bir sonraki evresinde Mare'yi tamamen ele geçirebilecek ve Tel Rıfat'ı da alabilmesi halinde Halep Türkiye bağlantısını büyük ölçüde kesebilecektir. Bu ihtimal her geçen gün güçlenmektedir. Buna ek olarak IŞİD'in Türkiye sınırına paralel köyleri yavaş da olsa istikrarlı bir şekilde ele geçirdiği görülmektedir. Bu göstergeler, IŞİD'i bölgeden temizlemesi beklenen muhaliflerin tersine her geçen gün güç kaybettiklerini göstermektedir. Üstelik aralarındaki ihtilafları çözemeyen ve en azından IŞİD'e karşı ortak savaşma becerisi gösteremeyen muhaliflerin halihazırda dar bir alanda kontrolü sağlayamazken IŞİD'den arındırılmış bölge olması beklenen daha geniş bir alanı nasıl tutacağı da büyük bir soru işaretidir. Özetle, IŞİD ilerlerken, YPG ciddi bir hamleye hazırlanırken her ikisinin de karşısında durması beklenen grupların bu kapasiteye ulaştığına dair hiçbir gösterge yoktur.

Özetle: Türkiye'nin Halep'in kuzeyinde (büyüklüğü farklı boyutlarda ifade edilen ama çoğu da gerçeklikten ve temel saha bilgisinden yoksun haritalarda gösterilen alanlarda) yerel unsurlara destek vermek yoluyla oluşturmak istediği bölgenin

1. Muhalif grupların kapasite yetersizliği

2. Hava operasyonlarının IŞİD'i yavaşlatmasına rağmen durduramaması

3. NC'nin kritik kararı sonucunda IŞİD karşıtı koalisyonun en kritik öğesinin çekilmesi

4. YPG'nin Cerablus hamlesinin yakınlaşması nedeniyle,
yakın gelecekte kendiliğinden oluşamayacağı ortaya çıkmıştır. 

Bu durum, Türkiye'nin neredeyse hayati ölçüde stratejik önem atfettiği (kırmızı çizgiler olduğunu ilan ettiğine ve PKK terör örgütünün saldırılarının arttığı bir dönemde MGK'da dahi görüşüldüğüne göre değerlendirmenin düzeyi bu olmalı) "bölge" oluşumu Türkiye'nin doğrudan müdahalesi olmaksızın gerçekçiliğini yitirmiştir.

Bu gelişmelerin sonu ne olabilir? Güvenli, tampon, arındırılmış bölgenin tüm gerekçeleri kamuoyunda onu savunanlar tarafından defalarca gerekçelendirilmiştir. Bununla birlikte, asıl neden, güvenli bölge oluşamaması halinde muhaliflerin Halep Operasyonu'nun bir süre sonra sürdürülemez hale gelmesi veya rejimin ya da IŞİD'in Halep'i kontrol edecek noktaya ulaşmasıdır. Suriyeli muhaliflerin çoğunun da dile getirdiği gibi Halep "devrimin en önemli dönüm noktasıdır. Halep'in düşmesi herşeyi değiştirir". Özetle 4 yıldır Suriye'de rejim değişikliğini esas alan bir dış politika izleyen Türkiye'nin Halep'teki yenilgisi Suriye politikasının çökmesiyle sonuçlanabilir. Bu bağlamda YPG'nin veya IŞİD'in bu hattı kapatması Türkiye'nin Suriye politikası açısından onarılamaz bir yara açacaktır. Bu nedenle adı ne olursa olsun bir bölgenin kurulması için Türkiye bir operasyon başlatabilir. Sınırdaki konuşlanma ve yapılan tüm hazırlıklar buna işaret etmektedir.





2. Türkiye kamuoyu Suriye'ye müdahaleye hazırlanmaya çalışılmaktadır


Son dönemde basında Halep'in 82. Vilayet olması gibi propaganda malzemeleri tek başına veri olarak kabul edilmeyebilir. Ancak gerek YPG'nin gerekse IŞİD'in ele alınış biçimleri kamuoyunda müdahale için zemin hazırlama yönündedir. YPG'nin PKK'nın bir uzantısı olması, Türkiye'de artan terör saldırıları dikkate alındığında Suriye'nin kuzeyinde PKK denetiminde kurulacak bir Kürt devletini potansiyel tehdit olmaktan çıkartıp doğrudan ve yakın bir tehdide dönüştürmektedir. Bu bağlamda yapılacak bir müdahalenin PKK'nın bu hamlesinin önünü kesmek için olacağı kamuoyunda her gün işlenmektedir. Ancak uluslararası dengelerin (özellikle ABD-YPG ilişkisinin) bu tür bir müdahaleyi pek de kolaylaştırmadığı dikkate alındığında "müdahale edilecek olanın" IŞİD olacağı savı daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Bu bağlamda sınırda IŞİD ile ilişkili her şey bir an önce müdahale edilmesini gerektiren bir dille ele alınmaktadır. Türkiye'nin hava operasyonlarına katılmasının duyurulmasından kısa bir süre sonra, IŞİD'in kontrol ettiği bölgelerden askerlerimize ateş açılması bunun en açık örneğidir. Mülki amirler olayın kaçakçılıkla ilişkili olduğunu açıklasalar da basında olay IŞİD ile özdeşleştirilmektedir. Hemen ardından Irak'ın Bağdat kentindeki Sadr semtinde yaşanan kaçırılma olayının failleri de aynı örgütte aranmaktadır. Ayrıca son kamuoyu yoklamaları halkın önemli bir kesiminin IŞİD'i bir tehdit olarak görmesiyle birleşince Türkiye için bir taşla iki kuş vurma imkanı doğmaktadır. Türkiye'nin IŞİD'den arındırılmış bir bölge oluşturulması gerekçesiyle Suriye'ye girmesinin aslında YPG'nin önünü kesmeyi hedeflediği artık açıkça dile getirilen bir yaklaşım olmuştur. Böylece IŞİD'e yönelik bir operasyonun Türkiye'yi gereksiz bir riske atacağı eleştirisine karşı asıl hedefin Türkiye içinde terör eylemleri gerçekleştiren PKK'nın Suriye'deki uzantısına yapılacağı söylemi müdahalenin altyapısını hazırlayan söylemlerin ana eksenini oluşturmaktadır.

3. Türkiye, diğer bölge ülkeleri ve büyük güçlerin hamleleri karşısında köşeye sıkışmıştır


Her ne kadar Türkiye'de Suriye denilince gündem ülkenin kuzeyine odaklanmaktaysa da yaşanan çatışmaların ve diğer dış aktörlerin hamlelerinin de değerlendirmeye katılması gerekmektedir. Basınımızda defalarca İran ve Rusya'nın Şam Yönetimi'nden vazgeçtiği haberleri çıksa da atılan somut adımların hiçbirisi bu beklentiyi doğrulamamaktadır. Üstelik Rusya ve İran'ın sahada her geçen gün varlığını artırdığı da gözlemlenmektedir. Yıllardır İran'ın doğrudan ve Ortadoğu'daki vekilleri aracılığıyla dahil olduğu savaşa son dönemde Rusya'nın özel askeri birlikleriyle katıldığı artık tamamen gün ışığına çıkmıştır. Dolayısıyla Şam Yönetimi'nin ardındaki dış desteğin kesileceği varsayımı gittikçe zayıflamaktadır. Dahası, ABD ile İran arasında nükleer mesele üzerinde varılan anlaşmanın Suriye'yi etkilemeyecek olması düşünülemezdir. Her ne kadar, her iki taraf da iç yasal mekanizmalarında anlaşmayı onaylamasalar da en azından şu aşamada Suriye'de birbirlerine tamamen karşıt olma pozisyonundan çıkmışlardır.

Buna karşılık, Türkiye'nin uluslararası koalisyona dahil olması bağımsız hamle yapma seçeneğini de sınırlamıştır. ABD'nin sahadaki mücadeleyi IŞİD'e odaklaması ve bu çerçevede PYD'yi de müttefiklerinden birisi olarak görmesi Türkiye için bir zamanla yarış başlatmıştır. 

a. Şam'ın ardındaki desteğin kesilmeyeceğinin anlaşılması

b. PYD'nin Cerablus'a dayanması,

c. IŞİD'in Mare ve Türkiye sınırından başlattığı operasyondaki "başarısı",


Türkiye'yi bir bölge kurmak istiyorsa bu operasyonu bir an önce gerçekleştirmek zorunda bırakmıştır.

YPG'nin Cerablus'u geçerek bir oldu bitti yaratması Türkiye açısından ya ABD'nin sahadaki müttefikiyle çatışarak oldu bittiyi kabul etmek ya da 2014 öncesinde izlediği taktiğe dönmek durumunda kalmasına neden olacaktır ki; bu seçeneklerin üçü de birbirinden riskli ve başarılı sonuç getirme ihtimali düşük seçeneklerdir. Ayrıca şu ana kadar yapılan açıklamalarda ABD'nin en azından kısa vadede ve Türk basınında iddia edildiği biçimde bir "bölge" fikrini desteklemediği de anlaşılmaktadır. Bu nedenle "bölge", sadece Rusya ve İran'ın isteği hilafına değil, ABD'nin de katılımının dışında hayata geçirilecek bir süreç gibi görünmektedir. ABD'nin sahadaki çeşitli gruplarla ilişkisi düşünüldüğünde önceki dönemlerden daha aktif ve etkin olduğu görülse de hala Suriye'nin kuzeyinde tam bir yönlendiriciliğe sahip olmadığı söylenebilir. Bu nedenle ABD'nin sahadaki varlığı YPG ya da çeşitli muhalif gruplar aracılığıyla tam bir hakimiyete dönüşmeden, Türkiye'nin bir hamle yapması beklentisi doğmuştur. Üstelik, 1 Kasım'da gerçekleşecek seçim sonucunda yeniden bir koalisyon hükümeti kurulma zorunluluğunun ortaya çıkması ve olası koalisyon hükümetinde bu konuda ortaya çıkabilecek derin görüş ayrılıkları da bu müdahaleyi öne çekmekteydi. Dolayısıyla, Türkiye'nin eğer bir "bölge" oluşturma planı varsa bunu hayata geçirmesi için süre kısalmaktaydı.

Özetle, yukarıda sayılan üç kategorideki yapısal ve konjonktürel göstergeler Türkiye'nin Suriye'de hızla bir çatışmaya sürüklendiğini gösteriyordu. 3 Eylül 2015'te TBMM'de çıkarılan tezkereyle birlikte iç hukuk açısından da savunulabilir hale gelen bu süreç yakın gelecekte Türkiye'nin kendisini büyük bir maceranın içinde bulacağının son işareti olarak okunmaktaydı.

Suriye’ye Müdahale İle İlgili Askeri Hazırlıklar

Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahale ile ilgili askeri hazırlıklar hızla ilerlemektedir. İncirlik Mutabakatı sonrasında, Kandil başta olmak üzere Kuzey Irak’taki PKK hedeflerinin vurulması, Suriye’ye TSK’nın karadan müdahalesi ile Suriye-Kuzey Irak-Türkiye’de PKK ile mücadele arasında bir ilişki kurulduğunu göstermektedir. Ya da Türk güvenlik bürokrasisi İncirlik Mutabakatını bu doğrultuda yorumlamayı tercih etmektedir. Türk güvenlik bürokrasinin aklında TSK’nın Suriye’ye karadan müdahalesi sonrasında, Amerikan Hava Kuvvetleri’nin kara gücü olarak PKK/YPG’ye daha fazla ihtiyaç duymayacağı, Suriye’de koalisyonun kara gücünü TSK’nın oluşturacağı ön kabulü olabilir. Suriye’ye karadan gerçekleşecek bir askeri müdahale için yapılan hazırlıklar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir. 

1) TSK, yaz 2015 boyunca Suriye sınırına önemli bir askeri yığınak gerçekleştirmiştir.

2) Özel Kuvvetlerden emekli olanların tekrar özel kuvvetlerde göreve başlamaları için hukuki düzenleme yapılarak sözleşmeli özel kuvvet personeli oluşturulmuştur.

3) 2015 yazı boyunca Kilis-Halep arasındaki coğrafyada sürekli artan sayıda Türk Özel Kuvvetlerinin varlığından bahsedilir olmuştur.

4) Kara Kuvvetlerine ait zırhlı birliklerin hızla kontrol ve tamirden geçmesi sağlanmaktadır.

5) Ankara’daki askeri hastanelere sahra hastanesi kurulması için emir verilmiştir.  

6) Sınırın Suriye tarafından, Kilis’in hemen güneyine düşen bölge Sultan Murat Tugayları tarafından askeri bölge ilan edilip, burada yaşayanlar evlerini boşaltmıştır.  


Güney Doğu Anadolu’da Temmuz sonu itibariyle başlayan ve tırmanan PKK terörüne karşı Eylül başına kadar pasif savunma ve KKK birliklerini mücadele dışında tutma politikası, 5 Eylül 2015’te Cizre’de başlayan ve komando birliklerinin takıldığı operasyonlar ile kısmen sona ermiştir. Önümüzdeki günlerde PKK tarafından ayaklanma için hazırlanmaya çalışılan ilçelerde de Cizre benzeri askeri operasyonlar düzenlenebilir. Bu operasyonların çok önemli bir amacı da Suriye’ye inen birliklerin arka ve yan kanat güvenliğinin sağlanması olacaktır.

Türkiye'nin Hazırlıklarına ABD'nin Tepkisi ve Washington’dan Gelen Açıklamalar

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 3 Eylül 2015’te bölge ülkelerinin IŞİD ile savaşmak için Suriye’ye kara kuvvetleri göndereceklerine inandığını açıklaması bu konudaki en dikkat çekici açıklama olmuştur. Doğru zaman geldiğinde Suriye'nin bazı komşularının sorumluluk üstlenmesini beklediğini belirten Kerry "Bunun nasıl olacağına ilişkin detayları bölgedeki diğer ülkelerle görüşüyoruz. Sahada bazı kuvvetlerin bulunmasına ihtiyaç var ve uygun zamanı geldiğinde bunların orada olacağına ikna oldum. Bölgede bunu yapma yeteneği olanlar var" demiştir. Kerry hangi ülkelerin kara gücü göndermeye ikna edildiği konusunda ilave bilgi vermedi ancak "Amerikan Başkanının açıklamaları ve direktifleri çok nettir ki Amerikan askerleri bu denklemin içinde yer almayacaktır" açıklamasını yaptı. Kerry, bu konunun Eylül 2015’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gündeme geleceğini ve tüm ülkelerden bu konuda görüş alınacağını da belirtti. Kerry'nin bu cümleleri analiz edildiğinde ABD'nin Türkiye'nin rolünde bir değişiklik beklediği sonucu çıkarılabilir. Bilindiği gibi Suriye'nin komşuları İsrail, Ürdün, Irak, Lübnan ve Türkiye'dir.Kerry'nin bahsettiği "bazı komşular" kimlerdir? İsrail'in bu türden bir müdahalesini ne Ortadoğu denkleminin kaldırabileceği ne de ABD'nin onaylamayacağı açıktır. Üstelik, IŞİD'in kontrol altında tuttuğu bölge büyük ölçüde İsrail sınırlarından uzaktır. Ürdün ve Lübnan ise hem iç karışıklıkları hem de silahlı güç kapasiteleri nedeniyle Kerry'nin bahsettiği kara kuvvetlerini oluşturabilecek kapasitede değildir. Irak ise kendi ülkesinin neredeyse üçte birini IŞİD'e kaybetmiş ve geri almakta önemli bir aşama kaydedememişken Suriye'ye kara kuvveti gönderebilecek durumda değildir. Bu noktada geriye bu kapasiteye sahip bir tek ülke kalmaktadır: Türkiye.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass de CNN Türk'te 03 Eylül 2015'te yayımlanan röportajında " Amerikalılar İncirlik'te ne kadar kalacak? " sorusuna: " Süre konusunda ise; üstünde uzlaştığımız hedefe ulaşmak için, yani DAEŞ’i zayıflatmak ve nihayetinde yenilgiye uğratmak için ne kadar zaman gerekirse, o kadar burada kalacağımızı düşünüyoruz. O nedenle, bu konuya belli bir zaman dilimi açısından değil, belirlenen hedefler açısından yaklaşıyoruz." cevabını vermiştir. Bass’in,  "Amerika’dan ne kadar büyüklükte bir güç gelecek?" sorusuna verdiği cevap ise şöyledir: "DAEŞ’e karşı askeri operasyon yürütecek ABD ve diğer potansiyel koalisyon güçlerinin zaman içinde Türkiye’de hatırı sayılır büyüklükte bir varlığa sahip olacağını ve önemli katkılarda bulunacağını tahmin ediyoruz. Kurulacak yapı askeri harekatın nasıl gelişeceğine ve DAEŞ’e karşı en etkili çözümün gerekliliklerinin ne olacağına bağlı olacak."

Büyükelçinin tarifiyle "hatırı sayılır" bir askeri gücü Türkiye'ye yığmak, yani çok sağlam güvenceler almış olmalılar. Hatırı sayılır bir askeri kuvvet tanımlaması da ilginç. Büyükelçi Bass, muhtemelen istihbarat gerekçesinden ziyade Türk toplumundan fazla tepki çekmemek için askeri kuvvetin rakamsal büyüklüğünü açıklamıyor ancak açıklamalarından Türkiye'ye yerleşecek yabancı askeri kuvvetin oldukça büyük olacağı anlaşılmaktadır. Aynı gün ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Peter Cook da İncirlik'teki görevli ABD personelinin ailelerinin masrafları hükümet tarafından karşılanacak şekilde bölgeyi terk edebileceklerini açıkladı. Sadece İncirlik için geçerli olan ve Türkiye'deki diğer bölgelere uygulanmayacağı ilan edilen kural, İncirlik Merkezli bir askeri hareketliliğin büyük ölçüde artacağı ve buna bağlı olarak tehditlerin de artacağı anlamına geliyordu.

Özetle, ABD, Türkiye'nin son dönemde yaptığı hazırlıkların farkındaydı ve hatta Suriye'deki köşeye sıkışmışlığı ve uzun vadeli planları ekseninde ele aldığında bu müdahaleyi el altından destekleyen bir tavrın içine girmişti. ABD'nin bu tavrının birbirini dışlamayan ancak öncelik sıralaması farklı olabilecek iki ayrı nedene dayandığı ileri sürülebilirdi: Ya ABD ile Türkiye arasında Kafkasya, Karadeniz ve Ortadoğu’yu kapsayan geniş kapsamlı bir anlaşma bulunmaktadır ya da ABD Türkiye’yi bir başka hedefe doğru yönlendirirken asıl olarak Türkiye ve civarında kurulacak bir Kürt devletinin adımlarını kendi planları dahilinde uzun vadeye yayarak hayata geçirmektedir:


2 Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

..