Ortadoğuda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğuda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2017 Perşembe

Ortadoğu’da Kilitlenen Güç Mücadelesi ve Yeni Çatışma Olasılığı


Ortadoğu’da Kilitlenen Güç Mücadelesi ve Yeni Çatışma Olasılığı 



Serhat ERKMEN 
İnceleme ,

Suriye’de 1,5 yılını dolduran iç savaş bölgenin yeni vekaleten savaş alanına dönüşmüştür. Bir anlamda İran ve rakipleri Suriye üzerinden bir vekâleten savaşa girişmişlerdir. 




Giriş 

Ortadoğu’nun yakın tarihi, pek çoğu sonuçsuzbiten ya da daha doğrusu yaşanan sorunlara kısa vadede çözüm üretmeyen çok sayıda çatışmayla 
doludur. Bölge devletleri arasında bazıları ikili bazıları çok taraflı olan devletlerarası çatışmalar ve savaşların yerini zaman zaman bölge ülkeleri 
arasında bir vekâleten savaşa dönüşen iç savaşlar almıştır. Ancak her bir örnek yeni sorun alanları üretmiş, geçmişten kalan sorunlara çözüm getirememiştir. 

Uluslararası ilişkiler literatüründe savaşa yatkınlık derecesinde en üst sıralarda yer alan bölgelerden birisi olan Ortadoğu’da neredeyse 
birkaç yıl aralıklarla yeni savaş, çatışma, isyan ve iç savaş deneyimleri yaşanmaya başlamıştır. Bu eğilimin Soğuk Savaş döneminde de 
sürdüğü ancak iki kutuplu sistemin yıkılmasın-dan sonra daha sık kendisini gösterdiği söylenebilir. Bu nedenle bu yazıda Ortadoğu’da dengelerinde 
yaşanan yeni tıkanıklık ve bunun sonucuolarak ortaya çıkabilecek yeni çatışma ihtimalleri ele alınacaktır. 

Ortadoğu’daki Yeni Tıkanıklığın Nedenleri 

Son 2 yıldır Ortadoğu’da yaşanan hızlı değişim, bölgenin 2003’ten beri yaşadığı kökten değişim sürecinin içinde yeni bir tıkanıklık noktasına ulaşmıştır. Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra tam anlamıyla yerleşen bölgesel ilişkiler, 1950 ve 60’lı yıllarda birçok Arap ülkesinde yaşanan devrimlerle kendi içinde kırılmalar yaşamıştır. Bu kırılmalar dan sonra bölgedeki ittifaklar her seferinde yeniden değişmiş ve çoğunlukla küçük ya da bölgesel çaplı çatışmalar, iç savaşlar ya da darbe-karşı darbe girişimleriyle sonuçlanmıştır. 
1948’de İsrail’in kurulmasının ardından aralıklarla tekrarlanan Arap İsrail Savaşları, 1950’li yıllarda Mısır, Irak, Libya gibi devletlerdeki devrimlerden 
sonra diğer Arap ülkelerinde gerçekleşen darbe/karşı darbe (devrim/karşı devrim) süreçleri, 1979’da İran İslam Devrimi’nden sonra İran-Irak Savaşı ve Suudi Arabistan’daki karışıklıklar ve son olarak 2003’te Irak’ın işgalinden sonra 2006 yılında gerçekleşen İsrail-Hizbullah çatışması bu olaylara örnek olarak gösterilebilir. 

Sayıları artırılabilecek bütün bu örneklerin temel paydası Ortadoğu alt sistemindeki temel kırılma noktalarının ardından ve genellikle önemli 
tıkanıkların yaşandığı süreçlerde ortaya çıkmalarıdır. Özellikle günümüz Ortadoğu’sunda 2003 sonrasında yaşanmaya başlayan değişim sürecinin 
hala tamamlandığı söylenemez. Irak’ın askeri ve siyasi olarak eski gücünü yitirmesi bölgedekigüç dengesinin “Sünni-Şii” ekseninde yeniden 
tanımlanma ya başlamasına neden olmuştur. 

İran’ın Irak’taki etkisini her geçen gün artırması, Hizbullah ve Hamas gibi devlet dışı aktörler yoluyla hem Arap-İsrail Barış sürecinin yönlendirilmesinde 
kritik bir rol oynamaya başlaması hem de Doğu Akdeniz’de ihmal edilemeyecek bir güç olarak belirmesi, Suriye’nin istikrarı ve Irak’ta oynadığı rol nedeniyle bölgede fiziki gücünün üzerinde bir etkinlik sağlaması 2005’ten itibaren “Şii Ekseni” tartışmasının alevlenmesine neden olmuştur. 

Şii Ekseni’nde sayılan aktörlerin tamamının “Şii” olmamasına rağmen temelde İran’ın bölgedeki gücüne destek sağlaması “Sünni” olarak tanımlanan 
ve ortak paydaları statükonun devamı olan bir dizi devletin (Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar…) işbirliğini ortaya çıkmıştır. 2000’li yıllardaki 
bu mücadele o zaman da etnik ve mezhepselboyutlar taşımaktaydı, bugün de taşımaktadır. 

Fakat bu güç mücadelesinin temeli sadece etnik ve mezhepsel boyutlara indirgenemeyecek kadar karmaşık olabilir. Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının 
uluslararası piyasalara alternatif yollarla ulaşması, demografik baskı altında ezilen devletlerdeki otoriter rejimlerin kendi toplumlarını yönetememeleri, tek ürün ihracına dayalı ekonomilerin her geçen gün artırdığı gelir dağılımı bozukluğu, toplumsal adaletsizliğin dayanılmaz boyutlara ulaşması, hızlı ve aşırı silahlanmanın yarattığı savaş ihtiyacı gibi faktörler Ortado-ğu’daki etnik ve mezhepsel sorunların arka planında yatan ya da onları her geçen gün besleyen faktörler olmuşlardır. 2000’li yılların ortasında yukarıda sayılan faktörlerin bileşkesi sonucunda nasıl bir çatışma yaşandıysa bugün de Ortadoğu benzer bir ortama doğru sürüklenmektedir. 

Hatırlanabileceği gibi, Ortadoğu’da 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde vekâleten savaşa dönüşmüş, 

-Filistinde barış süreci tıkanmış,
-Iraktaki iç savaş bölğe devletleri arasında bir vekaleten savaşa dönüşmüş.,
-Petrolün yarattığı refah, Sorgulanmaya başlanmış, 
-Radikal dinci hareketler yeni savaş alanları bulmuş,
-Hizbullahın Lübnanda gücü artmıştır..,


Böylece Ortadoğu devletleri arasındaki güç dengesinin İran ve müttefikleri lehine değiştiği bir durum ortaya çıkmıştı. Böylesine bir ortamda Hizbullah, İsrail’i istemediği bir savaşın içine çekerek İsrail’in yenilmezliği mitini yıkan bir çatışma yürütebilmişti. 1 aydan biraz fazla süren çatışmadan sonra İsrail’in sınırları ötesindeki gücünün sorgulandığı, Lübnan’ın daha fazla Hizbullah’ın kontrolüne geçmesine neden olan bir sürecin başladığı, Suriye’nin üzerindekiİsrail baskısının azaldığı, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki Fetih varlığına son verdiği yeni dönemin 
kapıları açılmıştı. İran ve müttefiklerinin yükselişe geçtiği bu dönem birkaç sene devam etse de Ortadoğu’nun uluslararası sisteme eklemlenmesinden 
kaynaklanan sorunların ve yılların birikiminin yarattığı yeni dönüşüm süreci bölgede yeni bir dinamizm başlatmıştır. 

Yeni Tıkanıklık Dönemi ve Yeni Çatışma Olasılığı 

Kaynağı ve nedeni ne olursa olsun Arap Baharı sadece eskimiş, baskıcı ve eşitsizlik üreten rejimlerin yıkılmasıyla ya da krize girmesiyle sonuçlan mamıştır. Açık bir biçimde bölgedeki devletler arasındaki güç dengesini ve devlet dışı aktörlerin etkinliğini de etkilemiştir. 
Birebir analoji yapmak doğru olmasa da Arap Baharı’nın, Ortadoğu’daki güç dengesi üzerinde 2003 Irak’ın İşgali’nin yarattığına benzer etkiler yaratığı söylenebilir. Bu çerçevede Irak’taki değişimin yerini Mısır ve Suriye almıştır. Bir yandan Ortadoğu’nun en önemli siyasi ve askeri aktörlerinden olan Mısır iç sorunlara eğilmekten başını kaldırmaz duruma gelmiştir. Mısır’da 2011’de eski rejimin devrilmesinden sonra hala yerine yeni bir rejim yerleşememiş, ülke ekonomik ve siyasi krizlerle sürekli çalkalanır bir hal almıştır. 

Bu nedenle Ortadoğu denkleminin en önemli ayaklarından birisi en azından bugün için kendi sorunlarıyla başa çıkmaya çalışmakta, bölgenin geri kalanına şimdilik güç projeksiyonu yapamamaktadır. Ancak daha da önemlisi, Irak’ın yerini Suriye’nin almasıdır. Irak’takine benzer bir işgal süreci yaşanmadığı için Suriye’de rejim devrilmemiş olsa da Suriye’de 1,5 yılını dolduran iç savaş bölgenin yeni vekaleten savaş alanına dönüşmüştür. 
Bir anlamda İran ve rakipleri Suriye üzerinden bir vekâleten savaşa girişmişler dir. Fakat aynı Irak’ta olduğu gibi Suriye’deki iç savaşın etkileri de sadece bu ülkeyle sınırlı kalmamıştır. Irak’taki iç savaş nasıl Ürdün’ü demografik ve ekonomik olarak etkilediyse Suriye’deki iç savaş da Lübnan’ı çok daha ağır bir biçimde etkilemektedir. Dahası, Irak’takinin ötesinde Suriye’deki iç savaşın diğer komşu ülkelerin siyasi ve ekonomik yapıları üzerinde de önemli etkiler yarattığı görülmektedir. Buna ek olarak, İsrail’deki siyasetin tıkanmışlığı, İran’ın içine sürüklendiği yönetim krizi, Suudi Arabistan ve Katar’ın Arap Baharı’nı Suriye’de sürdürürken Körfez’e sıçramasını engelleme çabası 2011 yılından bu yana bölgedeki güç dengesini tersine çevirmektedir. Fakat güç dengesindeki değişim beklendiği kadar çabuk gerçekleşmemekte, tarihin başka dönemlerinde olduğu gibi bir kez daha statükoya toslamaktadır. Özetle, bir kısmı iç dinamikler den bir kısmı devrimci değişim girişimlerinin başarısızlığından bir kısmı da bölge devletlerinin birbirleriyle mücadelelerinden kaynaklanan yeni dinamikler Ortadoğu’da yeni bir tıkanmışlık yaratmaktadır. 

Bu yeni tıkanıklık dönemi kabaca şöyle resmedilebilir: 


< Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmada taraf olması onu Lübnan içinde siyasi olarak zayıflattığı gibi askeri kaynaklarının önemli bir kısmının da erimesine neden olmaktadır. >

1- Suriye’de kısa sürede devrilmesi beklenen Esad Yönetimi devrilmemiştir. Ülke her geçen gün uzayan, ülkenin birliğini tehdit eden ve etkisi sınırlarının ötesine geçen bir uzatılmış iç savaşa sürüklenmektedir. Suriye’deki iç savaşın nasıl bitirilebileceği bilinmemektedir. Dahası, bölge devletlerinin ya da bölge dışı güçlerin başta parçalanma olmak üzere keskin bir değişimden duydukları korku ve endişe iç savaşı uzatmaktadır. 

2- Arap Baharı’nın ilk döneminde eski yönetimlerin kolaylıkla devrildiği yerlerde bile değişim süreci yeni bir evreye ulaşmış, Mısır ve Tunus gibi ülkeler yeni bir istikrarsızlık dönemine sürüklenmiştir. 

3- Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler Basra Kröfezi’nden uzak coğrafyada değişim ve demokratikleşmeyi desteklerken Bahreyn’de kesinve net bir tavır 
almışlardır. Arap Baharı’nın Bahreyn’e ulaşması şimdilik engellenmiştir, ancak bu engellemenin sonsuza kadar süremeyeceği gerçeği Körfez devletlerini 
ciddi olarak düşündürmektedir. 

4- Filistin’de Barış Süreci tamamen tıkanmıştır. Tıkanıklığın tek kaynağı İsrail ile Filistinliler arasındaki uzlaşmazlık değil, aynı zamanda İsraillilerin (sürekli siyasi istikrarsızlık ve zayıf hükümetler) ve Filistinlilerin (Hamas ve Fetih arasında her geçen gün derinleşen güç mücadelesi) kendi içlerinde aşamadıkları iktidar mücadelesidir. 

5- İran, hızla bir siyasi kaos ortamına sürüklenmektedir. İslam Devrimi’nden bu yana en gergin günlerini yaşayan İran iç siyasetinde ılımlılar ile radikaller arasında bir güç mücadelesinin ötesinde son derece karmaşık bir güç mücadelesi patlak vermiştir. Bugün İran’da 2000’li yılların ortasında olduğu gibi içeride sağlanan ittifaklarla tüm dikkatini ve kaynaklarını dış mücadeleye yönelten bir rejimden ziyade dışarıdaki müttefiklerini teker teker kaybeden ve içeride üst üste siyasi kaoslar yaşayan bir rejim bulunmaktadır. 

6- İran’daki siyasi kaosa rağmen, hatta tam da bu nedenle hızlanan nükleer çalışmalar ya da müzakerelerin etkisizliği İsrail’i her geçen gün artan bir güvenlik kaygısına yöneltmektedir. İçeride ve dışarıda sıkışan İran’ın rejimini garanti altına alma yolu olarak nükleer gücü görmesi İsrail’in İran konusundaki endişelerinin artmasına neden olmaktadır. 

7- Devletler ya da devlet dışı aktörler birkaç sene öncesindeki ittifaklarını değiştirmeye başlamışlardır. 

Bunun en belirgin üç örneği vardır: Türkiye, Hamas ve Mısır. Türkiye, Suriye ile sıkı bir ittifak halindeyken, bugün neredeyse çatışma noktasına gelmiştir. 
Hamas kısa bir süre öncesinde İran ve Suriye’nin önemli müttefikleri arasın-dayken bugün açıkça bu ülkelerden uzaklaşmaktadır. 
Mısır ise İsrail ile olan anlaşmasını tam olarak bozmamasına rağmen belirgin bir pozisyon değişimi sergilemektedir. 

8- Ortadoğu siyasetinde Kürtler önemli bir dinamik olarak ortaya çıkmıştır. 2003’ten sonra Irak bağlamında önem kazanan Kürtler, Suriye’de de en önemli aktörlerden birisi haline gelmiştir. Suriye’de gerçek bir rejim değişikliğinin Ortadoğu’da yeni bir Kürt özerk yönetiminin ya da federal bölgesinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanması ihtimali çok güçlüdür. 

9- Suriye’deki iç savaş Lübnan’daki güç dengesini son derece yakından etkilemektedir. 2012 yılındaki pekçok olayın da gösterdiği gibi ülkedeki 
siyasi istikrarsızlık artmaktadır. Suriye’deki çatışmaların bir uzantısı olarak Lübnan’da da çatışmalar meydana gelmektedir. Ülkede parlamento seçiminin yapılması gerekmesine rağmen seçimin gerçekleşmesi olasılığı hayli düşmüştür. 

   < Özetle Ortadoğu’da değişimin ulaştığı yeni aşama, bölgedeki hiçbir devletin memnun olmadığı, her bir devleti iç ve dış politikada krizlere sürükleyen ve bölgede siyasi mücadelenin dışında silahlı çatışmanın da tırmandığı bir noktaya ulaşmıştır. >

Maalesef, Ortadoğu’da bu tür tıkanmışlıkların sonunda en çok karşılaşılan olgu iki ya da daha fazla ülke arasında gerçekleşen doğrudan 
ya da vekâleten savaşlar olmaktadır. Bu nedenle Ortadoğu’daki mevcut tıkanıklığın önümüzdeki dönemde de devam etmesi halinde bölgede bir 
savaşın gerçekleşmesi ihtimalinin güçlü olduğu söylenebilir. 

Sonuç Yerine: Nasıl Bir Çatışma? 

Bu noktada sorulan soru ise savaşın ne zaman ve nerede patlak verebileceğidir? Her iki soruya da yanıt verebilmek tahminden öteye geçemese de Ortadoğu’nun yakın tarihi ve bölgedeki güç mücadelesinin kilitlendiği noktalar yaklaşık 1 yıl içinde İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan topraklarında yeniden bir çatışma yaşanması ihtimalini diğerlerine göre daha güçlü kılmaktadır. 

Peki, neden Lübnan’da İsrail ve Hizbullah çatışması? Bu tür bir çatışmanın kesin bir galibi olma-dıkça bölgedeki tıkanıklığın aşılmasında bir aşama olması mümkün değildir. Ancak yukarıdaki tablo dikkate alınırsa bölgedeki kamplaşmanın her iki taraftaki üyeleri karşılaştıkları stratejik tıkanıklığı aşmak için çatışmayı bir fırsat olarak görebilir. Olası bir çatışmanın taraflardan birisinin lehinde sonuçlanması bölgede yeni bir stratejik durum yaratabilir. Çatışmanın mevcut tıkanıklığı çözecek bir biçimde sonuçlanmaması ise önceki yıllardaki kısır döngünün bir süre sonra yeniden tekrarlanmasına neden olacaktır. Olası bir çatışmadan doğabilecek sonuçlar şunlar olabilir: 

1- İsrail, İran’dan her geçen gün artan bir tehdit algılamakta, dahası kendi kamuoyunu sürekli olarak yeni bir çatışmaya hazırlamaya çalışmaktadır. 
Mevcut askeri ve siyasi koşullar İsrail’in İran ile doğrudan çatışmasını ya da İsrail’in İran’a bir hava saldırısı yaparak nükleer programını durdurma sını mümkün kılmamaktadır. Bu durumda sancılı bir dönemden geçerek kurulan yeni İsrail hükümeti için en iyi yol İran’a doğrudan vuramadığı darbeyi dolaylı yoldan vurmaktır. Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmada taraf olması onu Lübnan içinde siyasi olarak zayıflattığı gibi askeri kaynaklarının önemli bir kısmının da erimesine neden olmaktadır. Dahası, Suriye’de rejimin düşmesi ihtimali İran için bir endişe kaynağıdır. 
Suriye’nin düşmesi halinde Doğu Akdeniz’de İran’ın tek müttefiki olarak Hizbullah kalacaktır. Bu nedenle Suriye düşmeden, Hizbullah tekrar 
Lübnan’ın içine odaklanmadan ve hatta konvansiyonel olmayan silahlara sahip olmadan İsrail’in Hizbullah’ı etkisiz hale getirme şansı olabilir. Ha-
mas ile giriştiği son çatışmada yeni füze savunma sisteminden tatminkar sonuçlar alan İsrail’in Hizbullah’ın elindeki füzelerden eskisi kadar endişelenmediği görülmektedir. Dahası Suriye’deki iç çatışmadan kaynaklanan nedenlerle Hizbullah olası bir çatışmanın uzaması halinde lojistik sorunlar 
da yaşayabilecektir. Ancak İsrail’in bu tür bir çatışmadan istediğini alarak çıkması ancak İsrail’in Hizbullah’a kısa sürede kesin bir darbe 
indirmesi ve Lübnan’daki siyasi üstünlüğünü sarsacak bir durum yaratmasıyla mümkün olabilir. Aksi taktirde İsrail açısından çatışmanın mevcut 
durumu devam ettirecek bir sonuç üretebileceği söylenebilir. İsrail bu durumda uluslararası alanda bir kez daha meşruiyet kaybına uğrasa da bu 
İsrail’in stratejik çıkarlarını hayati bir biçimde etkilemeyecektir. 

2- İsrail ile Lübnan arasındaki çatışma bir anlamda Arap devletleri ile İran arasında sıkışan denklemin aşılmasını sağlamak için bir araca dönüşebilir. Lübnan’da uzun süreden beri devam eden Hizbullah üstünlüğü İsrail ile girilen her savaştan sonra artmıştır. Buna karşın Suudi Arabistan’ın Lübnan’da kendisine yakın grupları iktidar için desteklediği bilinmektedir. Fakat tüm desteğe rağmen Hizbullah’ın askeri gücüyle desteklediği siyasi üstünlüğünü diğer grupların aşması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu tür bir çatışmada İsrail’in Hizbullah’a vurabileceği ağır bir darbe Lübnan’daki güç dengesinin Hizbullah karşıtı ya da Körfez Ülkeleri yanlısı grupların lehine değişmesine neden olabilir. Bunun da ötesinde Hizbullah’ın İsrail ile gireceği bir çatışmada alabileceği bir darbe Suriye’deki çatışmanın sona erme sürecini de hızlandırabilir. Hizbullah’ın desteğinden mahrum kalan Şam Yönetimi’nin hemen çökmesini beklemek doğru olmasa da Esad Yönetimi açısından bu gelişmenin önemli bir darbe olacağı unutulmamalıdır. 

3- Lübnan’daki olası çatışmanın Suriye’deki olaylar üzerinde orta ve uzun vadede etki yaratması kaçınılmazdır. Bir kere bu tür bir çatışma Esad Yönetimi ’ni doğrudan kurtarmayacaktır. Çatışmayı bahane ederek Suriye İsrail’e saldırmadığı sürece, Şam ile Tel Aviv arasında bir çatışma yaşanması olasılığı düşüktür. Dolayısıyla Şam’ın diğer Arap devletlerine ve Arap kamuoyuna yönelik İsrail ile çatışan tek Arap devleti olma yönündeki propaganda girişimi sonuç vermeyecektir. Dahası Suriye’nin bu tür bir çatışmaya dahil olması İsrail’in Suriye ordusuna vurabileceği ağır bir darbe ile Suriye’de rejimin ömrünü azaltabilir. Fakat Hizbullah’ın İsrail ile çatışmaya girmesi Suriye’ye giden önemli bir desteği kesebilir. 
Bu destek Suriye rejimi için her geçen gün daha hayati hale geldiğinden olası bir çatışma Suriye’deki iç savaşta Şam’ın kayıpları hanesine yazılacaktır. 

4-Hamas’ın taraf değiştirmesinden sonra Hizbullah’ın uğrayacağı büyük güç kaybı Ortadoğu’daki değişim sürecini Lübnan’a doğru yönlendirebileceğinden 
Akdeniz kıyısında değişim yanlısı olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler önemli bir kazanım elde edecektir. Hizbullah’ın etkisi nedeniyle etkilemekte 
çok zorlandıkları Lübnan’a girebilecek olan bu devletler İran’a vuracakları bu darbeyle önemli bir mevzi daha kazanacaklardır. 

5- Bu tür bir çatışma İsrail ve bazı Arap ülkeleri açısından olumlu sonuç doğurabileceği gibi tam tersi sonuçlar da üretebilir. Özellikle olası bir çatışma dan Hizbullah’ın gücünü koruyarak çıkması İran ve müttefikleri açısından önemli bir stratejik zafer olabilir. İran’da iç politikanın her geçen gün daha fazla krize sürüklendiği bir ortamda dış politikada yaşanacak bir kriz ülke içindeki kaosortamının büyümesini engelleyebilir. Özellikle dini lidere bağlı olanlar ile muhafazakarlar arasındaki güç mücadelesinin tırmanışa geçtiği şu dönemde bölgede İran’ın daha da güçlenmesi için çatışmaların sürdürülmesini savunan taraflar için bu savaş bulunmaz bir fırsattır. Dış tehdit gerekçesini göstererek ülkedeki iç karışıklıkları engellemek isteyecek olan İran’daki hâkim grup içeride daha da sertleşmenin meşruiyetini dışarıdaki bir çatışmayla sağlayabilir. Bu nedenle İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş İran rejimi içindeki kırılmalar için bir panzehir olabilir. 

6- Diğer yandan İsrail ile Hizbullah arasında-ki olası bir çatışmadan Hizbullah’ın güçlenerekçıkması Suriye rejimi açısından psikolojik ve hatta maddi bir 
avantaj yaratabilir. Hizbullah’ın gücünü koruyabilmesi sadece bölgesel denklem açısından değil Lübnan’daki denklem açısından da önemlidir. 
Lübnan’da bir kez daha Hizbullah karşıtı grupların zayıflaması Lübnan’dan Suriyeli muhaliflere yapılacak yardımı azaltacağı gibi Hizbullah’ın daha güçlü bir 
biçimde Suriye’dekiişlere odaklanmasını beraberinde getirebilir. 

7- Lübnan’da olası bir savaş Batı dünyasında Suriye savaşının yayılma etkisine ilişkin korkuları tetikleyeceğinden Batı ülkelerinin zaten Suriye’ye müdahale konusundaki isteksiz tutumunu daha da pekiştirecektir. Böylece Suriye’deki rejim kendisini daha da güvenli hissedecektir. 

8- İran, Lübnan’daki bir çatışmayı yanıtsız bırakmayacak, bu durumdan İsrail kadar Körfez ülkelerini de sorumlu tutacaktır. Bu durumda Bahreyn’in yeniden istikrarsızlığa sürüklenmesi mümkün olabilir. İran’ın Bahreyn kozunu oynaması ise siyasi mücadele sahasını genişletebileceği gibi Lübnan’da köşeye sıkışması halinde bile süreci tersine çevirmeye yönelik bir hamle olabilecektir. 

Özetle, bölgedeki sıkışan güç dengesi ve ilişkiler her geçen gün daha da tıkanmaktadır. Bu ise gerek devlet/rejim tipleri gerekse bölge dinamikleri 
nedeniyle savaş eğilimi yüksek bir bölge olan Ortadoğu’da yeni bir çatışmanın işaretlerini vermektedir. Türkiye’nin de bu tür bir çatışmadan 
etkilenmesi kaçınılmaz olacağından bu olasılığa karşı kendisini hazırlaması gerekmektedir. 



***


ORTADOĞU’DA ASKER-SİYASET İLİŞKİSİ VE ASKERİ DARBELER


ORTADOĞU’DA ASKER-SİYASET İLİŞKİSİ VE ASKERİ DARBELER 



Bayram SİNKAYA 
Yrd. Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, ORSAM 
Danışmanı ORSAM RAPORU



Modern Ortadoğu’da ilk askeri darbe Irak’ta gerçekleşmiştir. Irak’ın bağımsız olmasından kısa bir süre sonra ordunun başına geçirilen General Bekir Sıdkı Ekim 1936’da ‘darbe’ tehdidiyle hükümetin değişmesini sağlamıştır. O zamandan günümüze kadar Ortadoğu’da yaklaşık 45 askeri darbe gerçekleşmiştir. 

Asker-siyaset ilişkileri, Ortadoğu çalışmalarında uzun zamandan beri ihmal edilen alanlardan birisi olmuştur. Soğuk Savaş yıllarında art arda yapılan darbelere karşın, 1980’lerden itibaren hâkim rejimlerin konsolidasyonu ile demokratikleşme ve küreselleşme vb. süreçler nedeniyle askerlerin siyasetle ilişkilerine pek bakılmamıştır. 

İran’da Devrim Muhafızları Ordusu’nun siyasette artan ağırlığı, Arap Baharı sürecinde halk hareketlerinin seyrinde güvenlik güçlerinin ve orduların oynadığı 
kritik roller ile Temmuz 2013’te Mısır’da yapılan askeri darbe, Ortadoğu’da asker-siyaset ilişkilerine ilginin giderek artmasına sebep olmuştur. 

Askerliğin ve siyasetin farklı uzmanlık gerektiren ayrı meslekler olarak ortaya çıkması ve kurumsallaşmasından beri ordunun siyaset ile nasıl bir ilişki içerisinde olması gerektiği tartışılagelmektedir. Buradaki temel mesele, belirli bir siyasal yapıyı düşmanlara karşı savunması ve bu siyasal yapının askeri çıkarlarının korunması için ihdas edilen ve kendilerine güç verilen askerlerin, siyasi iradeyi temsil eden otoriteye tabi olmasıdır. Fakat tarih boyunca askerler ile siyasi otorite arasında farklı ilişki tipleri ortaya çıkmıştır. Kimi zaman askerler siyasi otoriteyi çeşitli şekillerde etki altına almaya çalışmış, kimi zamanlarda da 
bizzat müdahale ederek siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Askerlerin siyasete müdahalesi sonucunda siyasi iktidarın olağanüstü yollardan ve zorla değiştirilmesine ‘askeri darbe’ denilir. Bu çalışmada Ortadoğu’da asker-siyaset ilişkileri ele alınacak ve askeri darbeler tartışılacaktır. 

Asker-Siyaset İlişkileri 

Modern Ortadoğu siyasetinde de askerler önemli roller oynamıştır. Modernleşme sürecinde ilk reformların askeri alanlarda yapılması ve özellikle askeri eğitim 
alanında kaydedilen gelişmeler sonucunda askerler, ‘ilerici aydınlar’ olarak gerek kendi toplumlarındaki Batılılaşma yanlısı kesimler arasında gerekse yabancı 
muhatapları karşısında saygın bir yer edinmiştir. Modern Ortadoğu’da devlet inşası sürecinde ilk teşkil edilen kurumlardan birisi de ordudur. Ordu, sadece 
ülkede güvenliğin ve istikrarın sağlanmasında değil, askere alma ve eğitim vb. faaliyetleri ile millet inşasında da en etkili kurumlardan birisi olmuştur. Keza, 
bağımsızlığın emperyalistlere karşı askeri mücadele verilerek kazanıldığı ülkelerde, askerler ulusal birliği ve kurtuluşu temsil eden kahramanlar olarak öne çıkmış ve ülke siyasetinin güçlü ve etkili aktörleri olmuştur. 

Birçok Ortadoğu ülkesinde devletin ve milletin inşasında önemli roller ifa eden askerler, sonraki dönemlerde kendilerini milletin, devletin ve rejimin 
bekasının koruyucuları olarak görmüştür. Böylece doğrudan askeriye ile bağlantılı olmayan siyasi iktidara tabi olmak bir yana, kimi hükümetler yönetme 
kapasiteleri, ideolojik eğilimleri veya dış politika tercihleri nedeniyle askerler tarafından devlete, milletin bekasına veya ulusal çıkarlara tehdit olarak görülmüştür. 
Siyasete bakışlarını bir takım ulvi gerekçelerle izah etme eğiliminde olsalar da siyaset ile ilişkilerinde bir sınıf, zümre veya kurum olarak askerlerin çıkarlarının 
önemli rol oynadığı yadsınamaz. Kendilerini ayrıcalıklı bir zümre olarak gören askerler, kendilerine siyaset üzerinde gözetim rolü vehmetmiştir. Diğer yandan 
bölgede çözülemeyen kronik sorunlar ile güvenlik tehditleri askerlerin ön plana çıkmasına sebep olmaktadır. Çeşitli sebeplerle ülke siyasetinde öne çıkan ordu, 
‘stratejik’ kaygılar veya ‘sınıf çıkarları’ gereği kendi ekonomik ağlarını kurmuş ve ulusal ekonomi üzerinde de etkili olmaya başlamıştır. 

Ordular genellikle bir zümre olarak görülse de birçok örnekte görüldüğü gibi etnik, ideolojik, maddi çıkar vb. nedenlerle hizipleşme ile malul olabilir. Kendi 
içinde birlik ruhu ne kadar güçlü olursa, ordunun siyasete müdahaleleri de o kadar etkili olur. Ordunun çeşitli hiziplere ayrılması bir bütün olarak askeri 
kapasitesini zayıflatmasının yanı sıra, ordu içindeki hiziplerden birisinin siyasete müdahale etmeye çalışması iç çatışmalara sebep olabilir. 

<  Birçok Ortadoğu ülkesinde devletin ve milletin inşasında önemli roller ifa eden askerler, sonraki dönemlerde kendilerini milletin, devletin ve rejimin bekasının koruyucuları olarak görmüştür. >

Dolayısıyla, belirli bir durumda asker-siyaset ilişkilerini belirlenmesinde ordunun yapısı, ideolojik duruşu ve geçmişi etkili olabilir. Bu nedenle, ilgili 
literatürde ordular kendi içindeki birliktelik ruhu, ideolojik duruşu, askeri uzmanlığa verdiği önem, devlet ve toplumla ilişkileri vb. açılardan profesyonel 
ordu, devrimci ordu, pretoryen ordu gibi çeşitli tiplere ayrılır. Profesyonel orduların kurumsallaşmasını tamamladığı ve bütün askeri kapasitelerini sivil siyasi iktidarın hizmetine sunduğu kabul edilir. Kendilerini devrimin koruyucusu ve kollayıcısı olarak gören ordular ise tabiatıyla siyasi yapılardır ve sık sık siyasete müdahale eder. Çeşitli hizipleşmeler ve çıkar çatışmaları ile malul olan pretoryen ordular ise türlü bahanelerle siyasete müdahale etme eğilimindedir. Ordunun siyasete müdahaleleri de farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır; askeri darbeler siyasete doğrudan müdahaledir. Ortadoğu’daki orduların çoğu pretoryen ordu olarak adlandırılır ve ordunun siyasete müdahalesi ordunun bu yapısı ile izah edilir. Askerlerin siyaset üzerindeki etkileri ise gözetim, vesayet, doğrudan yönetim vb. şekiller alabilmektedir. Askerlerin siyasete müdahaleleri belirli bir rejimin veya hükümetin muhafazası doğrultusunda olabileceği gibi bazı alanlarda reform yapılmasına veya politika değişikliğine gidilmesine yönelik de olabilir. 

Orduların özelliklerinin yanı sıra askerlerin içlerinden geldikleri toplum ile siyasi iktidarların durumu, devletin kurumsallaşması vb. faktörler asker-siyaset 
ilişkilerinin seyrinde etkili olmaktadır. Sivil iktidarların zayıflığı, yönetici elitler arasındaki şiddetli ihtilaflar, iç çatışmalar, savaşlarda karşılaşılan yenilgiler veya 
yabancı müdahaleleri, askerlerin siyasete müdahalesinin önünü açmıştır. Uzun süren buhran dönemlerinin ardından bazı güçlü askeri liderler, ‘at sırtında beklenen güçlü lider’ ve ‘milletin kurtarıcısı’ olarak görülmüştür. 

Bazı siyasi gruplar veya toplumsal kesimler farklı amaçlarla zaman zaman askerlerin veya ordu içindeki bir hizbin siyasete müdahale etmesini cesaretlendirmiş, bu durum ‘başarılı’ darbelerden sonra ‘meşruiyet’ unsuru olarak kullanılmıştır. 

Ortadoğu’da Askeri Darbeler 

Modern Ortadoğu’da ilk askeri darbe Irak’ta gerçekleşmiştir. Irak’ın bağımsız olmasından kısa bir süre sonra ordunun başına geçirilen General Bekir Sıdkı Ekim 1936’da ‘darbe’ tehdidiyle hükümetin değişmesini sağlamıştır. O zamandan günümüze kadar Ortadoğu’da yaklaşık 45 askeri darbe gerçekleşmiştir. Askerlerin siyasetteki ağırlığına rağmen, başka bölgelerle karşılaştırıldığında Ortadoğu darbelerde başı çekmez; 1950 -2010 yılları arasında dünyada meydana gelen darbelerin yüzde 15’i bu bölgede olmuştur. Bu oranla Ortadoğu bölgesi, Afrika, Latin Amerika ve Asya bölgelerinin gerisinde kalmaktadır. Darbelerin çoğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda olmuş, 1990’lardan sonra bütün dünyada ve Ortadoğu’da darbelerin sayısı belirgin bir şekilde azalmıştır. ‘Başarılı’ darbe girişimlerinin yanı sıra sayısı tam olarak bilinemeyen çok sayıda darbe girişimi vardır. Fakat bu darbe girişimleri kimi zaman ileri aşamalarda, kimi zaman ise daha ilk safhalarda bastırıldığı için bu konuda sağlıklı veriler yoktur. Keza, bazı zamanlarda hükümetler güçlerini pekiştirmek ve rakiplerini tasfiye etmek için ‘darbe girişimi’ olduğu iddiasında bulunmuştur. 

Birçok örnekte olduğu gibi Ortadoğu’da da askeri darbelerden sonra otoriter yönetimler kurulmuştur. Askerler kimi zaman doğrudan iktidarı ele almış, kimi 
zaman ise hükümet üzerinde vasi rolü oynayarak iktidarın şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Darbe yoluyla iktidarı ele geçiren liderler meşruiyetlerini 
güçlendirmek için bazı reformlar yapmış, popülist politikalar izlemiştir. Kısmi halk desteğinin yanı sıra siyasete getirdikleri yeni çizgi ve yaptıkları reformlar 
nedeniyle birçok darbeci lider, kendisini devrimci olarak addetmiştir. Mesela, 1952’de Mısır’da iktidarı darbe ile ele geçiren Cemal Abdülnasır birçok çevrede 
‘devrimci olarak anılmıştır. İzleyen dönemlerde farklı ülkelerde askeri darbeciler kendilerini ‘devrimci’ olarak tanımlamaya devam etmiştir. Hatta Temmuz 

< Ordunun çeşitli hiziplere ayrılması bir bütün olarak askeri kapasitesini zayıflatmasının yanı sıra, ordu içindeki hiziplerden birisinin 
siyasete müdahale etmeye çalışması iç çatışmalara sebep olabilir. >

2013’te Mısır’da seçilmiş Mursi hükümetini deviren darbenin lideri Abdülfettah Sisi ordunun müdahalesini, “halkın devrimin korunması çağrısına” cevap 
olarak nitelendirmiştir. 

Darbeciler kendi eylemlerini devrim olarak nitelendirseler ve bazı toplumsal kesimlerin desteğini alsalar da darbe ile devrimi birbirinden ayıran en önemli 
özellik devrimlerin halk hareketlerinin sonucu olma-sıdır. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Mademki darbeler halk desteğinden yoksundur ve 
darbe sonrası genellikle otoriter rejimler kurulur, o halde halk neden darbelere karşı durmaz? 

Her şeyden önce darbe sonrası alınan sıkıyönetim tedbirleri ve darbeye dışarıdan verilen destek, direnmeyi neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Cezayir’de 
1992’de İslami Kurtuluş Cephesi’nin (FIS) darbeye karşı mücadele etmesi yedi yıl süren kanlı bir iç savaşa sebep olmuştur. Keza Mısır Cumhurbaşkanı 
Mursi’ye yapılan darbeye karşı direnen sivillere karşı silah kullanan darbeciler, 3,500’den fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Daha önemlisi, 
modern Ortadoğu’da hüküm süren rejimlerin çoğunun ciddi bir meşruiyet sorunuyla malul olmasıdır. Yozlaşma, ekonomi ve dış politika gibi alanlarda başarısızlıkları ve ‘milli çıkarları’ korumaktan aciz kalmaları vb. nedenlerle, darbe ile iktidardan uzaklaştırılan hükümetlerin arkasında pek kimse durmamıştır. Yani darbeye karşı durmak bir yana, darbeyle iktidardan uzaklaştırılan hükümetlerin, devrilen rejimlerin arkasından üzülen pek kimse olmamıştır. İktidardaki hükümetlerin ve rejimlerin halk desteğinden ve meşruiyetten mahrum olması, askeri darbe girişimlerini kolaylaştırmıştır. 


Bayram SİNKAYA 
Yrd. Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, ORSAM 
Danışmanı ORSAM RAPORU

***

10 Nisan 2016 Pazar

Ortadoğu’da Yeni Dengelere Doğru



 Ortadoğu’da Yeni Dengelere Doğru


Erol Manisalı
8 Temmuz 2013


Mısır’da Mursi’nin gidişinin anlamı ne? Hem de ABD desteği ile.

– Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir yönetim sağlanacaktı.

– Ordunun da desteği ile sağlanmıştı da.

– ABD bu girişimleri destekledi.

Tahrir’de o dönemde ortaya çıkan halk gösterisinin estirdiği rüzgâr da kullanılarak bu oluşum sağlandı. Mursi, “ Seçilmiş bir lider ” olarak sahneye çıkarıldı.

Mısır’daki bu gelişmeler “ Fas’tan Körfez’e, Arap dünyası için bir sembol niteliğindeydi; Müslüman Kardeşler iktidarı Arap dünyasına egemen kılınacak ve ‘ılımlı İslam üzerinden’ Ortadoğu Arap dünyası yeniden yapılandırılacaktı.”

Hatta Türkiye de onlara örnek olarak gösteriliyordu. Ancak model tutmadı; Mursi (ve Müslüman Kardeşler) Mısır’daki geleneksel günlük yaşam tarzı üzerinde yeni baskılar getirmeye başladı. Kadınlar üzerinde baskı arttı; ordunun belirlediği koşullar içinde seçilen yeni başkan yetkilerini, neredeyse Mübarek’i aratmayacak düzeye çıkarmaya başladı. Radikal İslamcılar, 10 milyonu aşan Hıristiyanın yaşadığı Mısır’da Hıristiyan din adamlarına da saldırmaya başladılar.

Durumdan vazife çıkaran Darbeciler!

Geniş halk hareketlerinin rüzgârından yararlanan ordu darbe yaptı ve Mursi ve kimi liderleri gözaltına aldı. Ordunun koyduğu kurallarla getirilen (ve seçtirilen) Mursi yine ordu tarafından gönderiliyordu.

– ABD, Mursi’den rahatsız olmaya başlamıştı; radikal ve Batı karşıtı İslami çevreler yavaş yavaş güçleniyorlardı.

– Benzer hareketlerin diğer Arap ülkelerine yayılma tehlikesi vardı. Bu nedenle Mursi’nin ordu tarafından bertaraf edilmesine kayıtsız kaldı ve “darbe” sözcüğünü bile kullanmadı.

Şimdi ne olacak?

– ABD’nin Arap ülkeleri için tercih ettiği Müslüman Kardeşler modeli Mısır’da yürümemiştir. Halk daha özgür, baskı altında kalmadan yaşamak istiyor, milyonlar meydanları dolduruyor. Artık geniş halk kitleleri yeni iletişim araçları ile her şeyi ve her yeri görebiliyor. Gizlilik kalmadı.
– Ancak demokrasiyi getirecek altyapı, örgütlenme ve kurumlaşma yoktu ya da çok yetersizdi.
– “Sisteme, iktisadi ve ticari entegrasyonu” ülkenin sosyal ve siyasal sorunlarını çözmüyordu. Çoğunlukla da ters yönde etkiler yaratıyordu.

Son duruma üzülenler ve sevinenler

– Suriye çok mutlu; çünkü Ortadoğu Arap dünyasının yeniden yapılandırma projesi büyük yara aldı.
– Müslüman Kardeşler’in kendi ülkelerinde egemen olmasından korkan kimi Arap ülkeleri de mutlu; başta S. Arabistan Kralı.
– Ankara ise en mutsuzların başında geliyor; elindeki kartların büyük bir kısmını kaybetmiş durumda.
– ABD biraz sıkıntılı olmasına karşın elinde oynayabileceği daha çok kart var; üstelik her an ortaklarını değiştirme olanağına da sahip. AB ise ABD’nin çizgisinde kaldı.
Müslüman Kardeşler odaklı Batı politikasının Ortadoğu’da terk edilmeye başlandığını söylemek yanlış olmaz. Tabii kimsenin görmek istemediği şeyse Mısır’da iç savaş çıkması olasılığıdır.
Son 48 saatteki gelişmeler bu olasılığı gündemde tutuyor. Cezayir bu felaketi yaşadı. Şayet böyle bir felaket yaşanırsa Mısır’da da Sudan’da olduğu gibi 10 milyonluk bir Hıristiyan devleti ortaya çıkar.

Cumhuriyet
8 Tem, 2013

http://www.ilk-kursun.com/haber/151212/erol-manisali-ortadoguda-yeni-dengelere-dogru/


..

Ortadoğu’da Demokrasi Yaşar mı?



Ortadoğu’da Demokrasi Yaşar mı?


Erol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com 
28 Ocak 2013 Pazartesi


Arap ülkelerinden, İran’dan, İsrail’den ve Türkiye’den oluşan Ortadoğu coğrafyasında demokrasi yaşar mı? Yaşamasını kim ister? Kimler istemez ve karşı çıkar?


Demokrasi açısından Ortadoğu “azgelişmiş bir bölgedir”. İç dinamikler, demokrasinin gelişmemesi için her türlü özellikleri yarattılar ve yaratmaktalar.


- Tarihteki Atina demokrasisi, kentteki küçük bir azınlığın egemenliği üzerine oturtulmuştu.


- Roma mı? Romalı azınlığın hukuku, geri kalan büyük çoğunluğun hukuksuzluğu üzerine inşa edilmişti.


Atina ve Roma uygarlıkları (ve demokrasisi) üzerine kurulduğu savı ile yükselen Batı, Atina ve Roma’daki azınlık demokrasisini küresel bir boyuta uzun yıllar taşımış ve sürdürmüştür.


Bugün Ortadoğu ülkelerinde demokrasi olmasını gelişmiş demokratik dünya ister mi?


- ABD ve Avrupa büyükleri neden istesinler ki? Irak’ta, Mısır’da, S. Arabistan’da ve Türkiye’de “kendilerinde olduğu gibi” demokrasi kurulursa onlara ne faydası olur?


Türkiye, Mısır ya da İran ABD’de olduğu gibi “ihale kanunu” uygulamış olsalar, bundan kim yarar sağlar? Kim zarar görür?


- Dış güçlerin güdümü altında demokrasiye geçmiş bir ülkeyi tarih kaydetmemiştir diyen büyük insanımız bu ironiyi ne güzel vurgulamıştır.

- ABD, İngiltere ve Fransa “Hitler belasından kurtulmak için” Almanya’nın kendi denetimleri altında demokrasiye geçmesini istemişlerdir. Hem de “aynı kültürün ve ortak değerlerin insanları” oldukları için.


Ortadoğu’da demokrasi olursa 


Semavi dinlerin Ortadoğu’dan doğmasına karşın demokrasi Avrupa’da yeşermiş ve gelişmiştir. Kendi ülkelerinde örgütlü demokrasiyi uygulamaya başlayan Avrupalı ülkeler Ortadoğu’da tayin ettikleri krallar, paşalar, ağalar ve şeyhlerle bölgeyi sömürgeleştirmişlerdir. Demokrasinin gelişmemesi için bütün yolları kapadılar.


Çöken ve Sevr ile paylaşılmaya başlayan Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti bir istisna olarak doğdu.

O dönemdeki Avrupa’nın emperyalist güçlerine karşı kurulan Cumhuriyet, demokrasinin de temellerini atmaya ve altyapısını hazırlamaya başladı. Hem de savaştığı Avrupa iken “onun çağdaş ve uygar değerlerini benimseyerek”.

Bu bir çelişki değildi; çağdaş uygarlık değerlerine yaklaşmak için gerekiyordu. Ama Türkiye küresel güçler tarafından “çizgi dışı ve diğer Ortadoğu ülkelerine kötü örnek olarak algılandı”.


- Ya diğer Ortadoğu ülkeleri de Türkiye’nin yolundan giderlerse,


- Onlar da “Batılı gibi hareket etmeye başlarlarsa” neler olurdu neler.


- İran’da seçimlerle işbaşına gelen Musaddık’ın yolu kesildi; demokrasi yerine bir şah iktidara oturtuldu. Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas’ta kimi kıpırdanmaların yolu kesildi, vesayet altına alındılar.


- Ortadoğu ülkelerinde iç dinamikler, “ Gerçek bir katılımcı demokrasinin oluşmaması için ” etkilendi ve yönlendirildi.


- Türkiye ve İsrail iki istisna olarak kaldılar. Ancak 1990’da soğuk savaşın sona ermesinden sonra Türkiye “Müslüman Ortadoğu içinde çizgi dışı bir konumda kaldı”. Yerli yerine oturtulması gerekiyordu.


Bugün Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye’nin geçirmekte olduğu süreç, “bu küresel çelişkiler zincirinin bir halkasıdır”. İsrail de bir bakıma Türkiye ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Hem Batı’nın bölgedeki uzantısı konumundalar hem de Batı ve bölge ülkeleri ile sorunlar yaşıyorlar.


Ankara’nın Bağdat, Şam ve Tahran’la yaşamakta olduğu sorunlar, değişik bir biçimde Tel Aviv için de söz konusudur.


Küresel güçlerle yatağa girdiğiniz zaman ezilmeniz kaçınılmazdır.


http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/400228/Ortadogu__8217_da_Demokrasi_Yasar_mi_.html


.