ASKERİ DARBELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ASKERİ DARBELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2017 Salı

ASKERİ DARBELER: TÜRKİYE'DE YENİDEN ASKERİ DARBE OLUR MU?

ASKERİ DARBELER: TÜRKİYE'DE YENİDEN ASKERİ DARBE OLUR MU?


Onur Dikmeci
28 Oct 2016 

Siyasi terminolojide darbe 1990'lı yıllar yani postmodern döneme kadar tek bir tanımı içermekteydi. Üniformalı silahlı grubun yani ekseriyetle ordunun seçilmiş siyasileri tehdit, baskı veya zor kullanma metotlarıyla siyasi kulvardan men etmek suretiyle kısmi ya da genel doğrudan veya dolaylı olarak ülke yönetimini zapt etmek manasındaydı. Postmodern evrede ise darbenin tanımına alt başlıklar eklendi ve ekonomik tetikçilik, siyasi manüplasyon, medyatik eylemler gibi unsurlarında darbe dahilinde değerlendirilmesi gerektiği ortaya çıktı. Türkiye bu sayılan başlıklardan hepsiyle siyasi yaşantısında tanışmış olabilir fakat yapısı gereği en çok adından söz ettiren ve etkisi hissedilen Askeri kulvardaki darbelerdir. Türklerin yaşadıkları coğrafyalar herdaim kalabalık ve sorunlu unsurlara komşuluk yaptığından dolayı askerlik meslekten ziyade bir yaşam biçimi olarak belirlendi. Türklerin geliştirdiği iş kolları ve verdikleri eserlere baktığımızda demircilik, avcılık, kılıç, ok gibi askeri kategoride yer alan meslekler ve gereçler göze çarpar.  Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi sosyal yapısı İmparatorluk irdelenmeden anlaşılamaz veya eksik kalır. Çünkü bugünler dünün iz düşümleri mahiyetindedir. Şu halde Osmanlı Devleti incelendiğinde Devlet'in başı Padişah'ın İlmiye veya Kalemiye sınıflarına değil Seyfiye sınıfından olduğu görülür. Arapça kökenli "Seyf" kılıç manasındadır ve Padişah kılıç tutanların zümresinde en baştadır. Yani o evvela bir hoca, alim, müderris değil askerdir, Başkomutandır. Devlet mekanizmasında önemli mevkiler işgal eden Beylerbeyi, Vali, Sadrazam, Beylerbeyi, Kaptan-ı Derya seçkin birer askerdirler. Devlet yöneticilerinin sivil bürokrasiden yetiştirilme usulü 19. Yüzyıldan sonra ancak görülür. Yani Osmanlı Devleti asker egemen, militarist ve orducu bir yapıdadır. Devletin her şeyi konumunda bulunan ve Padişah Osman'ın katliyle ilk defa bir denetim mekanizması halini alan ordunun modernizasyonu meselesi Osmanlı'da ele alınmış, devletin kurtuluşunun çaresi ordu modernizasyonunda görüldüğünden yeni askeri mektepler yeni tedrisatlarıyla tesis edilmiş bu durum askeri zümrenin sivil zümreye oranla çok daha eğitimli ve kültürlü bir yapıda olmasını sağlamış ve ordu bu dönemde aydınlanmanın öncüsü olduğu gibi sivil kesimlede arası açılarak giderek ayrıcalıklı hale gelmiştir. Aydınlanmacı ordu Cumhuriyet döneminde ise kışlasına çekilecek fakat kimi zaman rejimin koruyucusu sıfatıyla siyasete müdahale edecektir. Osmanlı Devletinde Yeniçeri ayaklanmaları, devlet adamı ve padişah katletmeleri hatta askerin kendi arasında (Yeniçeri-Sipahi kavgası / Ayrıntılı bilgilere Erhan Afyoncu'nun Osmanlı'da Askeri Darbeler kitabından ulaşılabilir) çatışmaları gözlemlenmekle beraber modernist ilk darbe Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesiydi. Çünkü bu olaya Harp Okulu ve mektepli Subaylar karışmıştı. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi de başka bir modernist darbe olmakla birlikte İttihat ve Terakki'nin çekirdek kadrosunun çoğunlukla askerlerden oluştuğu doğrudur. Fakat bu İttihatçılara özgü bir özellik değildir. Öyle ki İttihat ve Terakki muhalifi Halaskar Zabitan grubu da mevcuttur. Kurtarıcı Subaylar manasına gelen Halaskar Zabitan adından da anlaşılacağı gibi askerlerden oluşuyordu. Yani askerlerden oluşan bir cemiyetin reaksiyoner manada muhalifleri avukatlar, gazeteciler, müderrisler değil yine askerlerden oluşan bir gruptu. Kurtuluş savaşını veren ve Cumhuriyet'i kuran kadronunda ekseriyetle askerlerden oluştuğu görülür. Cumhuriyetle beraber Polis teşkilatıda modernize edildi fakat bu grup asla ordunun yerini tutmadı öyle ki polis müdürleri bile askerlerden atanırdı. Mustafa Kemal Atatürk'ün fevkalade karizmatik bir lider ve başarılı komutan olmasının yanında Fevzi Çakmak'ı Genelkurmay Başkanlığına getirmesi kendisine yönelik bir askeri darbe ihtimalini tamamen ortadan kaldırdı. Zaten Cumhuriyet kurulduğunda da siyasetten orduyu arındırıyordu çünkü kendisine yönelik en ciddi ve örgütlü muhalefetin askerlerden gelebileceğini biliyordu. Cumhuriyet'in ilk ciddi cuntası 1946'da İsmet İnönü'ye karşı kurulmakla beraber İnönü'nün başarılı bir askeri kariyeri çoğu ordu komutanının kendisinin astı durumunda bulunmaları ve doğru siyasi okumaları sebebiyle fiili bir darbe girişimi yaşanmadı. Cumhuriyet döneminin ilk askeri darbesi 27 Mayıs 1960'ta yaşandı ve parlamento fesh edildi. Darbeden iki hafta sonra 38 kişilik bir cunta listesi hazırlanmasına rağmen elbetteki bu askeri müdahale 38 kişinin icraatı değildi çünkü müdahale sabahı ordu neredeyse gövdesi ve bütünüyle darbeye destek verdi. 1962 ve 1963 Kurmay Albay Talat Aydemir'in darbe girişimleri başarısız olmakla birlikte bu girişimlerde özellikle Karacı ve Havacı subaylar karşı karşıya geldi ordu kendi içerisinde çatıştı. 12 Mart 1971 muhtırası bir başka askeri darbe olmakla birlikte parlamento fesh edilmedi fakat ordu siyasete yeniden ağırlığını koydu. 12 Eylül 1980 emir komuta zinciri dahilinde bir darbe girişimi olmakla birlikte 28 Şubat 1997 günü Ankara Sincan'da bazı tankların bakım gerekçesiyle yollardan geçirilmesi postmodern darbe tanımlamasıyla literatürdeki yerini almış oldu .

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

Artık olmaz, yapılamaz, o devirler geçti gibi cümlelerin  hiçte geçerli olmadığı anlaşıldı. Kimi reklam filmleri bazı köşe yazarlarının aleni darbe imaları ve Genelkurmay bünyesinde illegal grupların yürüttüğü faaliyetler bir askeri kalkışmanın yaşanabileceğinin sinyallerini veriyordu. Nitekim 15 Temmuz akşamıda bu durum fiilen yaşandı. Yalnız bu darbenin Türk Siyasi Tarihindeki darbe girişimlerinden oldukça farklı yönleri bulunuyordu.

A) İlk defa bir askeri darbede Halk askerin karşısına çıktı
B) İlk defa bir askeri darbede asker ile polis çatıştı. Öyleki örneğin 12 Eylül'de Cumhurbaşkanlığı polis komiseri Tacettin Cumhurbaşkanlığındaki polislerin silahlarını toplayarak muhafız alayına teslim etmişti. Oysa 15 Temmuz'da darbeye destek veren polisler olmakla birlikte Emniyet teşkilatı ağırlıklı olarak darbenin karşısında yer aldı
C) İlk defa bir siyasi lider darbeye direnmiş oldu
D) Özellikle 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Meclis'in üzerinden jetler alçak uçuş yapmışlardı fakat ilk kez 15 Temmuz'da Büyük Millet Meclisi vuruldu
E) İlk kez bir darbe başladıktan sadece birkaç saat sonra engellenebileceği yönünde bir inanç oluştu
F) İlk kez bir darbe ardında bu denli şaibe bırakmış oldu .

Neticede darbe bertaraf edildi. Fakat şimdi akıllarda çok ciddi bir soru varlığını sürdürüyor. Yeni bir askeri darbe olabilir mi ?

ASKERİ DARBE OLUR MU? 

15 Temmuz 2016'dan sonra yaşanılan bazı hadiselere değinelim;
1) Komuta kademesinin safı halen meçhuldür ve görevdedirler
2) Darbeden sonra illegal gruplara üye olduğu bilinen Adli Müşavir görevden alınıp başka göreve verildi. Bu durum medyaya yansıdıktan sonra sehven yanlışlık yapıldığı belirtilip şahıs ihraç edildi. Bu olay kurumsal ciddiyetsizliği bir anlamda vurgulamış oldu
3) Darbecilerin haberleşme programı olarak bilinen Bylock'un şu an bazı askerlerce halen kullanıldığı ve bu yöndeki ihbarların karargahça ciddiye alınmadığı vurgulandı
4) Muvazzaf 1700 Albayın bu programı kullandıkları Mit tarafından tespit edildi
5) Darbenin siyasi ayağı hiç konuşulmadı oysa asker sivil işbirliği yaşanmadan darbe olamazdı. Örneğin 27 Mayıs evveli asker Sivil Bakan Şemi Ergin ve ekibiyle yoğun görüşmüştü. 12 Eylül evveli cunta eski asker olmasına rağmen emekli olduğundan sivil hayatta bulunan Fahri Korütürk'e teklif götürmüştü. 28 Şubat döneminde karargah pek çok sivil siyasetçiyi ağırladı. Fakat 15 Temmuz'un siyasi misyonu neredeyse konuşulmadı. Bu durumda tehlikeli bir muamma durumundadır.

Bir anti parantezle belirtmek gerekirki sivil itaatsizlik eylemleri 2013 Gezi parkı olaylarından beri Kırmızı Kitap dahilindedir. Bugüne döndüğümüzde darbe ile alakalı binlerce personel güvenlik birimlerinden uzaklaştırıldı ve şu anda atıl vaziyetteler. Geçmiş yıllarda Emniyet'in İstihbarat ve Terörle Mücadele gibi hassas birimlerinde görev yapan personele ücreti karşılığında Glock marka silah dağıtılmış diğer birimledeki bazı polis memurları bu durumu yargıya taşımışlardı. O zaman bu durum illegal gruplar kendi personelini silahlandırıyor şeklinde yorumlanmıştı. Bu teori tutarlı olmakla birlikte hassas daireleri elinde bulunduran illegal gruplar ihraç edilmiş kimi personeli kurum envanterinden çalmak suretiyle silahlandırabilir. Tank ve ağır silahların şehir merkezlerinden taşınmalarıda birşey ifade etmez çünkü yeni bir askeri darbe piyade sınıfından gelebilecektir. Pentagon eski danışmanı E. Lutwak'a göre darbenin oluşması için bazı koşullar vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir
1) Siyasi kriz
2) Askeri başarısızlık
3) Ekonomik kriz

Gerçektende bununla uyumlu olabilecek bir rapor kısa süre evvel Kriz Grubu tarafından yayımlandı ve Türkiye'nin ekonomik olarak zedeleneceği belirtildi. Hatırlanacaktır ki kimi kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye'nin kredi notunu düşürdüler. Terör eylemleri hız kazanırken, Musul operasyonu konusunda Türkiye'nin siyasi ve askeri bir başarısızlığı için bazı gruplar ittifaklarını oluşturdular. İşte bu tablo tam da Lutwak'ın çizdiği ile uyumlu. Bu kaotik durumları yaşayan Türkiye'de baş gösterecek "silahlı" bir sivil itaatsizlik eylemide sıkıyönetim ilan ettirmeye yönelik olabilir. Ordu Polis Özel Güvenlik ihraç edilmiş ve açığa alınmış kabaca 200,000 kişilik ve eli silah tutan bir grubun varlığı pek ürkütücü görülüyor. Ordunun bel kemiği olan Uzman Çavuş ve Astsubaylar sivilden temindir ve General ile Albay seviyesinde bile bu denli güçlü olan illegal örgütün, çok küçük rütbeli subaylar ile Uzman Çavuş, Astsubay gruplarındaki etkinliği anormal oranlarda olabilir. Yani muhtemel bir askeri kalkışma piyade sınıfının yanında Uzman-Astsubay-Teğmen Üsteğmen Yüzbaşı rütbelerinden müteakip olabilir. Bunun Türkiye siyasi tarihinde de yeri vardır. 1960'larda Teğmen Üsteğmen ve Yüzbaşılardan oluşan askerler Belçika Klübü adıyla cunta oluşturup askeri darbe tertiplemişlerdi.

NASIL BİR ORDU? DARBE NASIL ÖNLENİR

Pratikte geçerliliği zayıf olsa da ordunun bulunduğu her ülkede askeri darbe ihtimali vardır. Tabi bu zihniyetteki askerlerin eğilim ciddiyetleri ve sayıları önemlidir. Türkiye'ye baktığımızda 15 Temmuz darbesinin tedirginliği ve ihtiyatıyla ordu ile alakalı bazı yeni kararlar isabetliyken bazıları meçhuldür. Askeri Liselerin kapatılmaları, Milli Savunma Bakanlığının sivilleşmesi yerinde ve doğrudur. Fakat Harp Okullarının kapatılmaları yerine bu okullara belirlenen süre öğrenci alımlarının durdurulmaları yeni bir sistemle eğitim öğretim hayatlarına devam etmeleri uygundur. Okullarda sivil öğretmen ve başarılı sivil öğrencilerde yer almalı sivil öğrencilere askeri okullarda daha çok yüksek lisans doktora hakkı tanınarak asker sivil kaynaşmaları sağlanmalıdır. İllegal örgüte üye olduğu yönünde ihbar alınan askerler hakkında soruşturmalar ciddi ve ivedilikle sürdürülmelidir. Çoğu kesim tarafından meşruiyetini kaybettiğine inanılan komuta kademesi değiştirilmelidir. Orduevleri Tsk mensubu memur ve işçilere de açılmakla birlikte böylelikle subay ve generale uygulanan kast sistemi delinmeli onlarında birer insan oldukları imajı pekiştirilmelidir. Asker hastane ve askeri mahkemelerin kapatılması yanlış olmakla beraber bunlar üzerlerindeki denetim mekanizmaları işlevsel hale getirilmelidir.
Yasal düzenlemeler lüzumludur fakat hiçbir düzenleme tek başına darbeyi önleme konusunda yeterli değildir. Bu kurumsal eğilimden de çok halkın demokratik bilinç seviyesiyle orantılıdır. Yani sivil toplum anlayışı, muhalefet kültürü ve farklılıkların zenginlik telakki edildiği bir düzende darbe olmasıda darbe olsa bile başarılı olabilmeside mümkün değildir .

***

5 Ekim 2017 Perşembe

ORTADOĞU’DA ASKER-SİYASET İLİŞKİSİ VE ASKERİ DARBELER


ORTADOĞU’DA ASKER-SİYASET İLİŞKİSİ VE ASKERİ DARBELER 



Bayram SİNKAYA 
Yrd. Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, ORSAM 
Danışmanı ORSAM RAPORU



Modern Ortadoğu’da ilk askeri darbe Irak’ta gerçekleşmiştir. Irak’ın bağımsız olmasından kısa bir süre sonra ordunun başına geçirilen General Bekir Sıdkı Ekim 1936’da ‘darbe’ tehdidiyle hükümetin değişmesini sağlamıştır. O zamandan günümüze kadar Ortadoğu’da yaklaşık 45 askeri darbe gerçekleşmiştir. 

Asker-siyaset ilişkileri, Ortadoğu çalışmalarında uzun zamandan beri ihmal edilen alanlardan birisi olmuştur. Soğuk Savaş yıllarında art arda yapılan darbelere karşın, 1980’lerden itibaren hâkim rejimlerin konsolidasyonu ile demokratikleşme ve küreselleşme vb. süreçler nedeniyle askerlerin siyasetle ilişkilerine pek bakılmamıştır. 

İran’da Devrim Muhafızları Ordusu’nun siyasette artan ağırlığı, Arap Baharı sürecinde halk hareketlerinin seyrinde güvenlik güçlerinin ve orduların oynadığı 
kritik roller ile Temmuz 2013’te Mısır’da yapılan askeri darbe, Ortadoğu’da asker-siyaset ilişkilerine ilginin giderek artmasına sebep olmuştur. 

Askerliğin ve siyasetin farklı uzmanlık gerektiren ayrı meslekler olarak ortaya çıkması ve kurumsallaşmasından beri ordunun siyaset ile nasıl bir ilişki içerisinde olması gerektiği tartışılagelmektedir. Buradaki temel mesele, belirli bir siyasal yapıyı düşmanlara karşı savunması ve bu siyasal yapının askeri çıkarlarının korunması için ihdas edilen ve kendilerine güç verilen askerlerin, siyasi iradeyi temsil eden otoriteye tabi olmasıdır. Fakat tarih boyunca askerler ile siyasi otorite arasında farklı ilişki tipleri ortaya çıkmıştır. Kimi zaman askerler siyasi otoriteyi çeşitli şekillerde etki altına almaya çalışmış, kimi zamanlarda da 
bizzat müdahale ederek siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Askerlerin siyasete müdahalesi sonucunda siyasi iktidarın olağanüstü yollardan ve zorla değiştirilmesine ‘askeri darbe’ denilir. Bu çalışmada Ortadoğu’da asker-siyaset ilişkileri ele alınacak ve askeri darbeler tartışılacaktır. 

Asker-Siyaset İlişkileri 

Modern Ortadoğu siyasetinde de askerler önemli roller oynamıştır. Modernleşme sürecinde ilk reformların askeri alanlarda yapılması ve özellikle askeri eğitim 
alanında kaydedilen gelişmeler sonucunda askerler, ‘ilerici aydınlar’ olarak gerek kendi toplumlarındaki Batılılaşma yanlısı kesimler arasında gerekse yabancı 
muhatapları karşısında saygın bir yer edinmiştir. Modern Ortadoğu’da devlet inşası sürecinde ilk teşkil edilen kurumlardan birisi de ordudur. Ordu, sadece 
ülkede güvenliğin ve istikrarın sağlanmasında değil, askere alma ve eğitim vb. faaliyetleri ile millet inşasında da en etkili kurumlardan birisi olmuştur. Keza, 
bağımsızlığın emperyalistlere karşı askeri mücadele verilerek kazanıldığı ülkelerde, askerler ulusal birliği ve kurtuluşu temsil eden kahramanlar olarak öne çıkmış ve ülke siyasetinin güçlü ve etkili aktörleri olmuştur. 

Birçok Ortadoğu ülkesinde devletin ve milletin inşasında önemli roller ifa eden askerler, sonraki dönemlerde kendilerini milletin, devletin ve rejimin 
bekasının koruyucuları olarak görmüştür. Böylece doğrudan askeriye ile bağlantılı olmayan siyasi iktidara tabi olmak bir yana, kimi hükümetler yönetme 
kapasiteleri, ideolojik eğilimleri veya dış politika tercihleri nedeniyle askerler tarafından devlete, milletin bekasına veya ulusal çıkarlara tehdit olarak görülmüştür. 
Siyasete bakışlarını bir takım ulvi gerekçelerle izah etme eğiliminde olsalar da siyaset ile ilişkilerinde bir sınıf, zümre veya kurum olarak askerlerin çıkarlarının 
önemli rol oynadığı yadsınamaz. Kendilerini ayrıcalıklı bir zümre olarak gören askerler, kendilerine siyaset üzerinde gözetim rolü vehmetmiştir. Diğer yandan 
bölgede çözülemeyen kronik sorunlar ile güvenlik tehditleri askerlerin ön plana çıkmasına sebep olmaktadır. Çeşitli sebeplerle ülke siyasetinde öne çıkan ordu, 
‘stratejik’ kaygılar veya ‘sınıf çıkarları’ gereği kendi ekonomik ağlarını kurmuş ve ulusal ekonomi üzerinde de etkili olmaya başlamıştır. 

Ordular genellikle bir zümre olarak görülse de birçok örnekte görüldüğü gibi etnik, ideolojik, maddi çıkar vb. nedenlerle hizipleşme ile malul olabilir. Kendi 
içinde birlik ruhu ne kadar güçlü olursa, ordunun siyasete müdahaleleri de o kadar etkili olur. Ordunun çeşitli hiziplere ayrılması bir bütün olarak askeri 
kapasitesini zayıflatmasının yanı sıra, ordu içindeki hiziplerden birisinin siyasete müdahale etmeye çalışması iç çatışmalara sebep olabilir. 

<  Birçok Ortadoğu ülkesinde devletin ve milletin inşasında önemli roller ifa eden askerler, sonraki dönemlerde kendilerini milletin, devletin ve rejimin bekasının koruyucuları olarak görmüştür. >

Dolayısıyla, belirli bir durumda asker-siyaset ilişkilerini belirlenmesinde ordunun yapısı, ideolojik duruşu ve geçmişi etkili olabilir. Bu nedenle, ilgili 
literatürde ordular kendi içindeki birliktelik ruhu, ideolojik duruşu, askeri uzmanlığa verdiği önem, devlet ve toplumla ilişkileri vb. açılardan profesyonel 
ordu, devrimci ordu, pretoryen ordu gibi çeşitli tiplere ayrılır. Profesyonel orduların kurumsallaşmasını tamamladığı ve bütün askeri kapasitelerini sivil siyasi iktidarın hizmetine sunduğu kabul edilir. Kendilerini devrimin koruyucusu ve kollayıcısı olarak gören ordular ise tabiatıyla siyasi yapılardır ve sık sık siyasete müdahale eder. Çeşitli hizipleşmeler ve çıkar çatışmaları ile malul olan pretoryen ordular ise türlü bahanelerle siyasete müdahale etme eğilimindedir. Ordunun siyasete müdahaleleri de farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır; askeri darbeler siyasete doğrudan müdahaledir. Ortadoğu’daki orduların çoğu pretoryen ordu olarak adlandırılır ve ordunun siyasete müdahalesi ordunun bu yapısı ile izah edilir. Askerlerin siyaset üzerindeki etkileri ise gözetim, vesayet, doğrudan yönetim vb. şekiller alabilmektedir. Askerlerin siyasete müdahaleleri belirli bir rejimin veya hükümetin muhafazası doğrultusunda olabileceği gibi bazı alanlarda reform yapılmasına veya politika değişikliğine gidilmesine yönelik de olabilir. 

Orduların özelliklerinin yanı sıra askerlerin içlerinden geldikleri toplum ile siyasi iktidarların durumu, devletin kurumsallaşması vb. faktörler asker-siyaset 
ilişkilerinin seyrinde etkili olmaktadır. Sivil iktidarların zayıflığı, yönetici elitler arasındaki şiddetli ihtilaflar, iç çatışmalar, savaşlarda karşılaşılan yenilgiler veya 
yabancı müdahaleleri, askerlerin siyasete müdahalesinin önünü açmıştır. Uzun süren buhran dönemlerinin ardından bazı güçlü askeri liderler, ‘at sırtında beklenen güçlü lider’ ve ‘milletin kurtarıcısı’ olarak görülmüştür. 

Bazı siyasi gruplar veya toplumsal kesimler farklı amaçlarla zaman zaman askerlerin veya ordu içindeki bir hizbin siyasete müdahale etmesini cesaretlendirmiş, bu durum ‘başarılı’ darbelerden sonra ‘meşruiyet’ unsuru olarak kullanılmıştır. 

Ortadoğu’da Askeri Darbeler 

Modern Ortadoğu’da ilk askeri darbe Irak’ta gerçekleşmiştir. Irak’ın bağımsız olmasından kısa bir süre sonra ordunun başına geçirilen General Bekir Sıdkı Ekim 1936’da ‘darbe’ tehdidiyle hükümetin değişmesini sağlamıştır. O zamandan günümüze kadar Ortadoğu’da yaklaşık 45 askeri darbe gerçekleşmiştir. Askerlerin siyasetteki ağırlığına rağmen, başka bölgelerle karşılaştırıldığında Ortadoğu darbelerde başı çekmez; 1950 -2010 yılları arasında dünyada meydana gelen darbelerin yüzde 15’i bu bölgede olmuştur. Bu oranla Ortadoğu bölgesi, Afrika, Latin Amerika ve Asya bölgelerinin gerisinde kalmaktadır. Darbelerin çoğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda olmuş, 1990’lardan sonra bütün dünyada ve Ortadoğu’da darbelerin sayısı belirgin bir şekilde azalmıştır. ‘Başarılı’ darbe girişimlerinin yanı sıra sayısı tam olarak bilinemeyen çok sayıda darbe girişimi vardır. Fakat bu darbe girişimleri kimi zaman ileri aşamalarda, kimi zaman ise daha ilk safhalarda bastırıldığı için bu konuda sağlıklı veriler yoktur. Keza, bazı zamanlarda hükümetler güçlerini pekiştirmek ve rakiplerini tasfiye etmek için ‘darbe girişimi’ olduğu iddiasında bulunmuştur. 

Birçok örnekte olduğu gibi Ortadoğu’da da askeri darbelerden sonra otoriter yönetimler kurulmuştur. Askerler kimi zaman doğrudan iktidarı ele almış, kimi 
zaman ise hükümet üzerinde vasi rolü oynayarak iktidarın şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Darbe yoluyla iktidarı ele geçiren liderler meşruiyetlerini 
güçlendirmek için bazı reformlar yapmış, popülist politikalar izlemiştir. Kısmi halk desteğinin yanı sıra siyasete getirdikleri yeni çizgi ve yaptıkları reformlar 
nedeniyle birçok darbeci lider, kendisini devrimci olarak addetmiştir. Mesela, 1952’de Mısır’da iktidarı darbe ile ele geçiren Cemal Abdülnasır birçok çevrede 
‘devrimci olarak anılmıştır. İzleyen dönemlerde farklı ülkelerde askeri darbeciler kendilerini ‘devrimci’ olarak tanımlamaya devam etmiştir. Hatta Temmuz 

< Ordunun çeşitli hiziplere ayrılması bir bütün olarak askeri kapasitesini zayıflatmasının yanı sıra, ordu içindeki hiziplerden birisinin 
siyasete müdahale etmeye çalışması iç çatışmalara sebep olabilir. >

2013’te Mısır’da seçilmiş Mursi hükümetini deviren darbenin lideri Abdülfettah Sisi ordunun müdahalesini, “halkın devrimin korunması çağrısına” cevap 
olarak nitelendirmiştir. 

Darbeciler kendi eylemlerini devrim olarak nitelendirseler ve bazı toplumsal kesimlerin desteğini alsalar da darbe ile devrimi birbirinden ayıran en önemli 
özellik devrimlerin halk hareketlerinin sonucu olma-sıdır. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Mademki darbeler halk desteğinden yoksundur ve 
darbe sonrası genellikle otoriter rejimler kurulur, o halde halk neden darbelere karşı durmaz? 

Her şeyden önce darbe sonrası alınan sıkıyönetim tedbirleri ve darbeye dışarıdan verilen destek, direnmeyi neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Cezayir’de 
1992’de İslami Kurtuluş Cephesi’nin (FIS) darbeye karşı mücadele etmesi yedi yıl süren kanlı bir iç savaşa sebep olmuştur. Keza Mısır Cumhurbaşkanı 
Mursi’ye yapılan darbeye karşı direnen sivillere karşı silah kullanan darbeciler, 3,500’den fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Daha önemlisi, 
modern Ortadoğu’da hüküm süren rejimlerin çoğunun ciddi bir meşruiyet sorunuyla malul olmasıdır. Yozlaşma, ekonomi ve dış politika gibi alanlarda başarısızlıkları ve ‘milli çıkarları’ korumaktan aciz kalmaları vb. nedenlerle, darbe ile iktidardan uzaklaştırılan hükümetlerin arkasında pek kimse durmamıştır. Yani darbeye karşı durmak bir yana, darbeyle iktidardan uzaklaştırılan hükümetlerin, devrilen rejimlerin arkasından üzülen pek kimse olmamıştır. İktidardaki hükümetlerin ve rejimlerin halk desteğinden ve meşruiyetten mahrum olması, askeri darbe girişimlerini kolaylaştırmıştır. 


Bayram SİNKAYA 
Yrd. Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, ORSAM 
Danışmanı ORSAM RAPORU

***