TÜRKİYEDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYEDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2017 Pazar

1958 YILI HAZİRAN AYINDA TÜRKİYE’DE YAPILAN KIBRIS MİTİNGLERİ

1958 YILI HAZİRAN AYINDA TÜRKİYE’DE YAPILAN KIBRIS MİTİNGLERİ 


İÇİNDEKİLER 

ÖNSÖZ 
GİRİŞ 

I. BÖLÜM 


(1878-1958) 


1- Kıbrıs İle İlgili Rum-Yunan Taleplerinin Ortaya Çıkış Süreci 
2- Rum-Yunan İkilisinin Enosis İstekleri ve Türklerin Tepkileri 

II. BÖLÜM 

1958 YILI HAZİRAN AYINDA TÜRKİYE’DE YAPILAN KIBRIS MİTİNGLERİ 

1- Lefkoşa Mitingi 
2- İstanbul Mitingi 
3- Ankara Mitingi 
4- Hatay Mitingi 
5- Kayseri Mitingi 
6- Ordu Mitingi 
7- İzmir Mitingi 
8- Adana Mitingi 
9- Kırıkkale Mitingi 
10- Malatya Mitingi 
11- Erzurum Mitingi 
12- Çorum Mitingi 
13- Antalya Mitingi 
14- Samsun Mitingi 
15- Elazığ Mitingi 
16- Kırşehir Mitingi 
17- Balıkesir Mitingi 
18- Kahramanmaraş Mitingi 
19- Eskişehir Mitingi 
20- Konya Mitingi 
21- İskenderun Mitingi 
22- Bursa Mitingi 
23- Kastamonu Mitingi 
24- Kars Mitingi 
25- Sivas Mitingi 
26- Tokat Mitingi 
27- Aydın Mitingi 
28- Denizli Mitingi 
29- Afyon Mitingi 
30- Bingöl Mitingi 
31- Niğde Mitingi 
32- Çanakkale Mitingi 
33- Mersin Mitingi 
34- Isparta Mitingi 


III. BÖLÜM 


1958 YILI TEMMUZ AYINDA TÜRKİYE’DE YAPILAN KIBRIS MİTİNGLERİ 


1- Çankırı Mitingi 
2- Amasya Mitingi 
3- Gaziantep Mitingi 
4- Sakarya Mitingi 
5- Uşak Mitingi 
6- Zonguldak Mitingi 
7- Diyarbakır Mitingi 
8- Urfa Mitingi 



SONUÇ 

KAYNAKÇA 






31 Ekim 2017 Salı

ASKERİ DARBELER: TÜRKİYE'DE YENİDEN ASKERİ DARBE OLUR MU?

ASKERİ DARBELER: TÜRKİYE'DE YENİDEN ASKERİ DARBE OLUR MU?


Onur Dikmeci
28 Oct 2016 

Siyasi terminolojide darbe 1990'lı yıllar yani postmodern döneme kadar tek bir tanımı içermekteydi. Üniformalı silahlı grubun yani ekseriyetle ordunun seçilmiş siyasileri tehdit, baskı veya zor kullanma metotlarıyla siyasi kulvardan men etmek suretiyle kısmi ya da genel doğrudan veya dolaylı olarak ülke yönetimini zapt etmek manasındaydı. Postmodern evrede ise darbenin tanımına alt başlıklar eklendi ve ekonomik tetikçilik, siyasi manüplasyon, medyatik eylemler gibi unsurlarında darbe dahilinde değerlendirilmesi gerektiği ortaya çıktı. Türkiye bu sayılan başlıklardan hepsiyle siyasi yaşantısında tanışmış olabilir fakat yapısı gereği en çok adından söz ettiren ve etkisi hissedilen Askeri kulvardaki darbelerdir. Türklerin yaşadıkları coğrafyalar herdaim kalabalık ve sorunlu unsurlara komşuluk yaptığından dolayı askerlik meslekten ziyade bir yaşam biçimi olarak belirlendi. Türklerin geliştirdiği iş kolları ve verdikleri eserlere baktığımızda demircilik, avcılık, kılıç, ok gibi askeri kategoride yer alan meslekler ve gereçler göze çarpar.  Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi sosyal yapısı İmparatorluk irdelenmeden anlaşılamaz veya eksik kalır. Çünkü bugünler dünün iz düşümleri mahiyetindedir. Şu halde Osmanlı Devleti incelendiğinde Devlet'in başı Padişah'ın İlmiye veya Kalemiye sınıflarına değil Seyfiye sınıfından olduğu görülür. Arapça kökenli "Seyf" kılıç manasındadır ve Padişah kılıç tutanların zümresinde en baştadır. Yani o evvela bir hoca, alim, müderris değil askerdir, Başkomutandır. Devlet mekanizmasında önemli mevkiler işgal eden Beylerbeyi, Vali, Sadrazam, Beylerbeyi, Kaptan-ı Derya seçkin birer askerdirler. Devlet yöneticilerinin sivil bürokrasiden yetiştirilme usulü 19. Yüzyıldan sonra ancak görülür. Yani Osmanlı Devleti asker egemen, militarist ve orducu bir yapıdadır. Devletin her şeyi konumunda bulunan ve Padişah Osman'ın katliyle ilk defa bir denetim mekanizması halini alan ordunun modernizasyonu meselesi Osmanlı'da ele alınmış, devletin kurtuluşunun çaresi ordu modernizasyonunda görüldüğünden yeni askeri mektepler yeni tedrisatlarıyla tesis edilmiş bu durum askeri zümrenin sivil zümreye oranla çok daha eğitimli ve kültürlü bir yapıda olmasını sağlamış ve ordu bu dönemde aydınlanmanın öncüsü olduğu gibi sivil kesimlede arası açılarak giderek ayrıcalıklı hale gelmiştir. Aydınlanmacı ordu Cumhuriyet döneminde ise kışlasına çekilecek fakat kimi zaman rejimin koruyucusu sıfatıyla siyasete müdahale edecektir. Osmanlı Devletinde Yeniçeri ayaklanmaları, devlet adamı ve padişah katletmeleri hatta askerin kendi arasında (Yeniçeri-Sipahi kavgası / Ayrıntılı bilgilere Erhan Afyoncu'nun Osmanlı'da Askeri Darbeler kitabından ulaşılabilir) çatışmaları gözlemlenmekle beraber modernist ilk darbe Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesiydi. Çünkü bu olaya Harp Okulu ve mektepli Subaylar karışmıştı. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi de başka bir modernist darbe olmakla birlikte İttihat ve Terakki'nin çekirdek kadrosunun çoğunlukla askerlerden oluştuğu doğrudur. Fakat bu İttihatçılara özgü bir özellik değildir. Öyle ki İttihat ve Terakki muhalifi Halaskar Zabitan grubu da mevcuttur. Kurtarıcı Subaylar manasına gelen Halaskar Zabitan adından da anlaşılacağı gibi askerlerden oluşuyordu. Yani askerlerden oluşan bir cemiyetin reaksiyoner manada muhalifleri avukatlar, gazeteciler, müderrisler değil yine askerlerden oluşan bir gruptu. Kurtuluş savaşını veren ve Cumhuriyet'i kuran kadronunda ekseriyetle askerlerden oluştuğu görülür. Cumhuriyetle beraber Polis teşkilatıda modernize edildi fakat bu grup asla ordunun yerini tutmadı öyle ki polis müdürleri bile askerlerden atanırdı. Mustafa Kemal Atatürk'ün fevkalade karizmatik bir lider ve başarılı komutan olmasının yanında Fevzi Çakmak'ı Genelkurmay Başkanlığına getirmesi kendisine yönelik bir askeri darbe ihtimalini tamamen ortadan kaldırdı. Zaten Cumhuriyet kurulduğunda da siyasetten orduyu arındırıyordu çünkü kendisine yönelik en ciddi ve örgütlü muhalefetin askerlerden gelebileceğini biliyordu. Cumhuriyet'in ilk ciddi cuntası 1946'da İsmet İnönü'ye karşı kurulmakla beraber İnönü'nün başarılı bir askeri kariyeri çoğu ordu komutanının kendisinin astı durumunda bulunmaları ve doğru siyasi okumaları sebebiyle fiili bir darbe girişimi yaşanmadı. Cumhuriyet döneminin ilk askeri darbesi 27 Mayıs 1960'ta yaşandı ve parlamento fesh edildi. Darbeden iki hafta sonra 38 kişilik bir cunta listesi hazırlanmasına rağmen elbetteki bu askeri müdahale 38 kişinin icraatı değildi çünkü müdahale sabahı ordu neredeyse gövdesi ve bütünüyle darbeye destek verdi. 1962 ve 1963 Kurmay Albay Talat Aydemir'in darbe girişimleri başarısız olmakla birlikte bu girişimlerde özellikle Karacı ve Havacı subaylar karşı karşıya geldi ordu kendi içerisinde çatıştı. 12 Mart 1971 muhtırası bir başka askeri darbe olmakla birlikte parlamento fesh edilmedi fakat ordu siyasete yeniden ağırlığını koydu. 12 Eylül 1980 emir komuta zinciri dahilinde bir darbe girişimi olmakla birlikte 28 Şubat 1997 günü Ankara Sincan'da bazı tankların bakım gerekçesiyle yollardan geçirilmesi postmodern darbe tanımlamasıyla literatürdeki yerini almış oldu .

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

Artık olmaz, yapılamaz, o devirler geçti gibi cümlelerin  hiçte geçerli olmadığı anlaşıldı. Kimi reklam filmleri bazı köşe yazarlarının aleni darbe imaları ve Genelkurmay bünyesinde illegal grupların yürüttüğü faaliyetler bir askeri kalkışmanın yaşanabileceğinin sinyallerini veriyordu. Nitekim 15 Temmuz akşamıda bu durum fiilen yaşandı. Yalnız bu darbenin Türk Siyasi Tarihindeki darbe girişimlerinden oldukça farklı yönleri bulunuyordu.

A) İlk defa bir askeri darbede Halk askerin karşısına çıktı
B) İlk defa bir askeri darbede asker ile polis çatıştı. Öyleki örneğin 12 Eylül'de Cumhurbaşkanlığı polis komiseri Tacettin Cumhurbaşkanlığındaki polislerin silahlarını toplayarak muhafız alayına teslim etmişti. Oysa 15 Temmuz'da darbeye destek veren polisler olmakla birlikte Emniyet teşkilatı ağırlıklı olarak darbenin karşısında yer aldı
C) İlk defa bir siyasi lider darbeye direnmiş oldu
D) Özellikle 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Meclis'in üzerinden jetler alçak uçuş yapmışlardı fakat ilk kez 15 Temmuz'da Büyük Millet Meclisi vuruldu
E) İlk kez bir darbe başladıktan sadece birkaç saat sonra engellenebileceği yönünde bir inanç oluştu
F) İlk kez bir darbe ardında bu denli şaibe bırakmış oldu .

Neticede darbe bertaraf edildi. Fakat şimdi akıllarda çok ciddi bir soru varlığını sürdürüyor. Yeni bir askeri darbe olabilir mi ?

ASKERİ DARBE OLUR MU? 

15 Temmuz 2016'dan sonra yaşanılan bazı hadiselere değinelim;
1) Komuta kademesinin safı halen meçhuldür ve görevdedirler
2) Darbeden sonra illegal gruplara üye olduğu bilinen Adli Müşavir görevden alınıp başka göreve verildi. Bu durum medyaya yansıdıktan sonra sehven yanlışlık yapıldığı belirtilip şahıs ihraç edildi. Bu olay kurumsal ciddiyetsizliği bir anlamda vurgulamış oldu
3) Darbecilerin haberleşme programı olarak bilinen Bylock'un şu an bazı askerlerce halen kullanıldığı ve bu yöndeki ihbarların karargahça ciddiye alınmadığı vurgulandı
4) Muvazzaf 1700 Albayın bu programı kullandıkları Mit tarafından tespit edildi
5) Darbenin siyasi ayağı hiç konuşulmadı oysa asker sivil işbirliği yaşanmadan darbe olamazdı. Örneğin 27 Mayıs evveli asker Sivil Bakan Şemi Ergin ve ekibiyle yoğun görüşmüştü. 12 Eylül evveli cunta eski asker olmasına rağmen emekli olduğundan sivil hayatta bulunan Fahri Korütürk'e teklif götürmüştü. 28 Şubat döneminde karargah pek çok sivil siyasetçiyi ağırladı. Fakat 15 Temmuz'un siyasi misyonu neredeyse konuşulmadı. Bu durumda tehlikeli bir muamma durumundadır.

Bir anti parantezle belirtmek gerekirki sivil itaatsizlik eylemleri 2013 Gezi parkı olaylarından beri Kırmızı Kitap dahilindedir. Bugüne döndüğümüzde darbe ile alakalı binlerce personel güvenlik birimlerinden uzaklaştırıldı ve şu anda atıl vaziyetteler. Geçmiş yıllarda Emniyet'in İstihbarat ve Terörle Mücadele gibi hassas birimlerinde görev yapan personele ücreti karşılığında Glock marka silah dağıtılmış diğer birimledeki bazı polis memurları bu durumu yargıya taşımışlardı. O zaman bu durum illegal gruplar kendi personelini silahlandırıyor şeklinde yorumlanmıştı. Bu teori tutarlı olmakla birlikte hassas daireleri elinde bulunduran illegal gruplar ihraç edilmiş kimi personeli kurum envanterinden çalmak suretiyle silahlandırabilir. Tank ve ağır silahların şehir merkezlerinden taşınmalarıda birşey ifade etmez çünkü yeni bir askeri darbe piyade sınıfından gelebilecektir. Pentagon eski danışmanı E. Lutwak'a göre darbenin oluşması için bazı koşullar vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir
1) Siyasi kriz
2) Askeri başarısızlık
3) Ekonomik kriz

Gerçektende bununla uyumlu olabilecek bir rapor kısa süre evvel Kriz Grubu tarafından yayımlandı ve Türkiye'nin ekonomik olarak zedeleneceği belirtildi. Hatırlanacaktır ki kimi kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye'nin kredi notunu düşürdüler. Terör eylemleri hız kazanırken, Musul operasyonu konusunda Türkiye'nin siyasi ve askeri bir başarısızlığı için bazı gruplar ittifaklarını oluşturdular. İşte bu tablo tam da Lutwak'ın çizdiği ile uyumlu. Bu kaotik durumları yaşayan Türkiye'de baş gösterecek "silahlı" bir sivil itaatsizlik eylemide sıkıyönetim ilan ettirmeye yönelik olabilir. Ordu Polis Özel Güvenlik ihraç edilmiş ve açığa alınmış kabaca 200,000 kişilik ve eli silah tutan bir grubun varlığı pek ürkütücü görülüyor. Ordunun bel kemiği olan Uzman Çavuş ve Astsubaylar sivilden temindir ve General ile Albay seviyesinde bile bu denli güçlü olan illegal örgütün, çok küçük rütbeli subaylar ile Uzman Çavuş, Astsubay gruplarındaki etkinliği anormal oranlarda olabilir. Yani muhtemel bir askeri kalkışma piyade sınıfının yanında Uzman-Astsubay-Teğmen Üsteğmen Yüzbaşı rütbelerinden müteakip olabilir. Bunun Türkiye siyasi tarihinde de yeri vardır. 1960'larda Teğmen Üsteğmen ve Yüzbaşılardan oluşan askerler Belçika Klübü adıyla cunta oluşturup askeri darbe tertiplemişlerdi.

NASIL BİR ORDU? DARBE NASIL ÖNLENİR

Pratikte geçerliliği zayıf olsa da ordunun bulunduğu her ülkede askeri darbe ihtimali vardır. Tabi bu zihniyetteki askerlerin eğilim ciddiyetleri ve sayıları önemlidir. Türkiye'ye baktığımızda 15 Temmuz darbesinin tedirginliği ve ihtiyatıyla ordu ile alakalı bazı yeni kararlar isabetliyken bazıları meçhuldür. Askeri Liselerin kapatılmaları, Milli Savunma Bakanlığının sivilleşmesi yerinde ve doğrudur. Fakat Harp Okullarının kapatılmaları yerine bu okullara belirlenen süre öğrenci alımlarının durdurulmaları yeni bir sistemle eğitim öğretim hayatlarına devam etmeleri uygundur. Okullarda sivil öğretmen ve başarılı sivil öğrencilerde yer almalı sivil öğrencilere askeri okullarda daha çok yüksek lisans doktora hakkı tanınarak asker sivil kaynaşmaları sağlanmalıdır. İllegal örgüte üye olduğu yönünde ihbar alınan askerler hakkında soruşturmalar ciddi ve ivedilikle sürdürülmelidir. Çoğu kesim tarafından meşruiyetini kaybettiğine inanılan komuta kademesi değiştirilmelidir. Orduevleri Tsk mensubu memur ve işçilere de açılmakla birlikte böylelikle subay ve generale uygulanan kast sistemi delinmeli onlarında birer insan oldukları imajı pekiştirilmelidir. Asker hastane ve askeri mahkemelerin kapatılması yanlış olmakla beraber bunlar üzerlerindeki denetim mekanizmaları işlevsel hale getirilmelidir.
Yasal düzenlemeler lüzumludur fakat hiçbir düzenleme tek başına darbeyi önleme konusunda yeterli değildir. Bu kurumsal eğilimden de çok halkın demokratik bilinç seviyesiyle orantılıdır. Yani sivil toplum anlayışı, muhalefet kültürü ve farklılıkların zenginlik telakki edildiği bir düzende darbe olmasıda darbe olsa bile başarılı olabilmeside mümkün değildir .

***

31 Mayıs 2017 Çarşamba

NİSAN 2017 SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMİ TÜRKİYE'DE BAŞARIYA ULAŞABİLİR Mİ?






NİSAN 2017 SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMİ TÜRKİYE'DE BAŞARIYA ULAŞABİLİR Mİ?



SİVİL İTAATSİZLİK: NİSAN 2017 SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMİ TÜRKİYE'DE BAŞARIYA ULAŞABİLİR Mİ?

Onur Dikmeci
Ulusal Güvenlik ve Strateji
28 Apr 2017 11:49 AM PDT


19. yüzyılın sonunda siyaset bilimi ve toplum biliminin yepyeni bir ilgi alanıoluşmuştu. Henry David Thoreau tarafından açıklanan kuram sivil itaatsizlikti. 

O günden bugüne özellikle postmodern toplum tipinde sivil itaatsizlik eylemleri sıkça görüldü. Bu eylemler neticesinde bazen istenilen siyasi ve ekonomik 
operasyonlar geliştirilirken bazen ise neticesiz kalan olaylar yığınına toplumlar yakinen tanıklık ettiler. Literatüre kazandırıldığından itibaren sivil itaatsizlik 
gelişim seyri incelendiğinde şu gibi temel özellikleri içerdiği görülür;

.Sivil itaatsizlik eylemleri genellikle gayrıyasal olmakla birlikte kesinlikle legal olaylarıilke edinmiştir
.Sivil itaatsizlik eylemleri hakim otoriteye karşıgeliştirilir
.Sivil itaatsizlik eylemlerinin adından da anlaşılacağıüzere, sivil, silahsız ve toplumun her kesiminden insanlarıkapsayan geniştabanlıbir pratik olması 
  amaçlanmıştır
.Sivil itaatsizlik eylemleri programlıveya programsız seyredebilir
.Genellikle sivil itaatsizlik eylemleri, talep edilen hususlar karşılanana kadar devam ettirilir
.Sivil itaatsizlik eylemleri çok çeşitlidir. Yürüyüşler, sessiz protestolar, oturma eylemleri, aynısaatlerde başlayan ve biten etkinlikler hatta vergi ödememe gibi 
  çok çeşitli yöntemleri içerebilir
.Sivil itaatsizlik eylemlerinin süreleri uzadıkça illegal unsurların eylemlere sızma ihtimali doğar ve bu durum şiddet gibi sivil itaatsizliğin doğasına aykırıbir 
  fiiliyatın belirmesine yol açar
.Sivil itaatsizlik eylemlerinin genellikle dışyönlendirmeli yönleri bulunmaktadır
.Profesyonel sivil itaatsizlikçiler özel olarak istihbarat kurumlarıtarafından yetiştirilmektedir
.Sivil itaatsizlik eylemlerine karşıpekçok ülke ulusal güvenlik kurullarınca tedbirler geliştirilmeye çalışılmaktadır

Bu temel hususların ardından dünyada şimdiye kadar binlerce sivil itaatsizlik eylemi yaşanmıştır ve yaşanmaya devam edecektir. 

İlginç olan bazıörnekleri incelemek yerinde olacaktır;

Duran Adam Eylemi: 2013 İstanbul Gezi Parkıprotestolarısırasında çok ilginç bir tepki medyaya yansıdı. Planlıolup olmadığıbilinmeyen bir şekilde Atatürk Kültür 
Merkezi karşısında bir şahıs kıpırdamadan, konuşmadan ve sadece binaya bakarak beklemeye başladı. 

Yaklaşık iki saat sonra insanlar bu eylemi fark etti ve onlarda iştirak etti. 
Genel kolluk bu protesto biçimine alışkın değilken müdahale edip etmeme konusunda kararsız kaldıve tarihin en ilginç sivil itaatsizlik eylemlerinden 
birine tanıklık edinilmişolundu.

Tuz Yürüyüşü: İngiltere'nin Hindistan'a uyguladığıtuz yasasına karşıMahatma Gandhi başkaldırdıve tuz yapmak için denize yürümeyi teklif etti. İlk başta 
80 kişiyle başlayan ve önemsiz gibi görülen eylem kısa sürede 12.000'den fazla destekçiyle devam etti. Nihayetinde tuz yürüyüşü Hindistan'ın hürriyetine 
zemin hazırlamışoldu.

Lale Devrimi: Kırgızistan'da halk kitlelerin katılımıyla gerçekleştirilen eylemler neticesinde devlet başkanıAskar Akayev ülkeyi terk etmek durumunda kaldıve 
yönetim değişti.

15 Temmuz 2016: 15 Temmuz Türkiye askeri kalkışmasısırasında meydanlara çıkan halk zırhlıaraçların önlerinde durarak meydan okudular ve darbe girişimi nde bulunmak isteyen personelin direncini kırdılar. Bu eylem dünyanın en ilginç ve ülke bütünlüğünden yana sivil itaatsizliğiydi ve kanımızca siyaset bilimi, 
sosyoloji literatüründe bu şekilde yer alacaktı.

Özellikle renkli devrimler esnasında sivil itaatsizlik eylemleri görülmekle birlikte dışülkelerin medya gruplarıve finans oligarklarıbu eylemlere doğrudan müdahil 
olma tavrıgöstermektedir.

Türkiye'de 16 Nisan 2017 referandum oylamalarından sonra başlatılmaya çalışılan sivil itaatsizlik eylemleri başarılıolabilir mi? Bu eylemler yakın Türk siyasi tarihinin en kapsamlısivil itaatsizlik eylemi olan Gezi Olaylarıile mukayese edilmektedir. Nisan 2017 Sivil İtaatsizlik eylemlerinin özellikleri şu şekilde 
vurgulanabilir:

.Eylemlere geniştabanlıkatılım isteği doğmamıştır
.Referandum sonucuna muhalif olan pekçok kişi dahi eylemleri doğru bulmamışlardır
.Eylemlerde Türk Bayrağıgibi kapsayıcıbir sembol kullanılmamıştır bu da eylemlere farklımahiyetler yüklenmesini kolaylaştırmıştır
.Eylemlerin ideolojik manalıolduklarıyönünde kamuoyu nezdinde intibah uyanmıştır
.Eylemlere liderlik edebilecek organizasyon ya da aktör bulunmamaktadır. Eylemler sahipsiz kalmıştır
.Eylemlerin cılızlığısebebiyle dışkamuoyu desteği neredeyse sağlanamamıştır bu da evrensel tepkileri içeren bir sivil itaatsizlik eylemi ihtimalini ortadan 
kaldırmıştır
.Referandum neticesinin Avrupa İnsan HaklarıMahkemesine götürülme seçeneğinin dillendirilmesi bu eylemleri daha da marjinalleştirmiştir

Netice itibariyle Nisan 2017 sivil itaatsizlik eylemlerinin başarıya ulaşmalarımümkün değildir. Zaten istenilen netice hususunda da ihtilaf vardır. 
Seçim yenilenmesinden, iktidarın istifa etmesine ya da yeni sistemin tamamiyle rafa kaldırılmasına kadar söylem ve fikir birliği olmayan bir kargaşa söz 
konusudur.

Ayrıca 2013'den itibaren sivil itaatsizlik eylemleri KırmızıKitap kapsamına alınmıştır. Bu da devletin artık bu gibi eylemlere daha hazırlıklıolabileceğini işaret etmektedir. Nisan 2017 sivil itaatsizlik eylemleri başarıya ulaşamasa da önümüzdeki süreçte yeni konular ile alakalıyeni eylemler görülebilecektir. 
Burada hayati önemli husus itaatsizlikte bulunan kitlelerin karşılarına irili ufaklıbaşka grupların çıkartılmalarının kesinlikle desteklenmemeleri gerektiği, 
istihbarat ve genel kolluk birimleriyle eylemlerin kontrol altına alınmaya çalışılmasıidrak edilmelidir. Çünkü çatışan grupların dindirilmesi her zaman silahlıve organize bir gücün sahaya davet edilmeleriyle mümkündür. Bu da sıkıyönetim hatta darbe gibi neticeleri doğurabilir.



***

23 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE’DE LAİKLİĞİN KABULÜ VE TÜRK - ARAP İLİŞKİLERİNE ETKİSİ







TÜRKİYE’DE LAİKLİĞİN KABULÜ VE TÜRK - ARAP İLİŞKİLERİNE ETKİSİ



AVRASYA DOSYASI  - ARAP DÜNYASI 
Doç. Dr. Zekeriya KURŞUN
* Marmara Üniversitesi 

1- Türkiye’de Laikliğin Kabulü ve Türk-Arap İlişkilerine Etkisi 


Türk-Arap ilişkileri tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. 
Kaynakların zikrettiğine göre, daha İslamiyetin Arap yarımada sından çıkarak yayılmaya başladığı tarihlerde Orta Asya’da, Çin sınır boylarında Araplar, Türkler ile karşılaşmışlar ve iyi ilişkiler kurmuşlardır. 
Ancak bilindiği kadarıyla doğrudan ilk ilişkiler, Abbasi Devleti’nin kuruluşuyla başlamıştır. Hatta Emevilere karşı 750 yılındaki Abbasi ihtilali, Horasan Türkleri’nin yardımlarıyla gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten sonra daha sıkı ilişki içine giren iki unsur kaynaşarak zaman zaman adeta tek bir millet intibaını vermişlerdir. Özellikle, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlüklü devletine son vererek, siyasi dağınıklık içinde bulunan Arapları Osmanlı hakimiyeti altına almasından sonra, iki millet asırlarca aynı kaderi paylaşmış ve aralarında ciddi sürtüşmeler ve kavgalar meydana gelmeden birlikte yaşamışlardı. Ancak onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıllarda bir taraftan Osmanlı Devleti’nin zayıflayarak 
çöküşe doğru gitmesi, diğer taraftan, Osmanlı hakimiyetindeki Arap topraklarının emperyalist devletler için iştah kabartıcı özellikler kazanması, iki millet arasında çoğunluğu dış kaynaklı çeşitli problemlerin doğmasına sebep olmuştur. Bütün olumsuz gelişmelere rağmen iki millet, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar -Şerif Hüseyin’in isyanı istisna edilirse fiilen iç içe yaşamayı sürdürebilmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin mağlup devletler safında yer almış olması, çağdaş Orta-Doğu’nun kaderinin belirlenmesinde büyük rol oynamıştır. Zira, savaşın sona ermesiyle birlikte Araplar ile meskün bölgeler, savaş sırasında İtilaf devletlerinin aralarında yaptıkları gizli anlaşmalar gereği işgal edilmiş ve yer yer manda idareleri tesis edilmişti. 

Sadece Osmanlı Devleti’nin bir kısım toprakları üzerinde kurulmuş olan Genç Türkiye işgalcilere karşı mukavemet ederek bağımsızlığını koruyabilmişti. 

Türkiye’deki istiklal mücadelesi bütün ezilmiş milletler için ve özellikle geçmişte aynı tarihi ve kaderi paylaşan Araplar için bir ümit ışığı olmuştu. Bu anlamda 
gerek manda idaresi altındaki Araplar ve gerekse Mısır gibi yarı bağımsız Arap devletlerinde yaşayan diğer Araplar’ın büyük hayranlığını ve övgüsünü kazanan Türk İstiklal Mücadelesi, o bölgelerdeki şair ve ediblerin ilham kaynağı olmuş, milli mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk için pek çok şiirler kaleme almışlardı. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi ünlü Mısırlı şair Ahmet Şevki ve şiirleri dir. 

Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920 tarihinde T.B.M.M.nin gizli oturumlarından birinde yaptığı konuşmasında, İslam dünyasının Türkiye’ye olan ilgisini şu şekilde ifade ediyordu: 

Kuvva-yi maddiye ve maneviye karşısında bütün cihan ve Hıristiyan siyasetinin en şedid (şiddetli) hırslarla ehl-i salib (haçlı) muharebesi yapmasına karşı hudut haricinde bize zahir (yardımcı) olacak bir noktai istinadı (dayanak noktası) teşkil edecek kuvvetleri düşünmek mecburiyeti pek tabii idi. İşte haricen ifade etmemekle beraber hakikatte bu nokta-i istinadı aramaktan geri durmadık. Bittabi selamet ve necat için yegane müracaat ettiğimiz menba (kaynak) kuvva-yi alemi İslamiyet olmuştu. Alem-i İslamiyet bir çok nokta-i nazarlardan milletimizle, devletimizin istiklaliyle yakından ve fevkalade bir surette alaka ve merbutiyet-i diniyyesi olmakla ve bu vechile bütün alem-i İslamin manen bize muavin ve müzahir olduğunu zaten kabul ediyoruz.


Mustafa Kemal’in işaret ettiği bu yakınlaşma sadece duygularda kalmamış, özellikle Suriye ve Irak Arapları, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki vaadlerini yerine getirmeyen ve hatta tesis ettikleri tahkir edici manda sistemleri ile kendilerine zulmeden İngiliz ve Fransızlar karşısında tekrar Türkler ile bütünleş me gayreti içine girmişlerdir. Suriye ve Irak’tan hem İstanbul hükümetine ve hem de T.B.M.M.ne yapılan müracaatların yanı sıra, Birinci Büyük Millet Meclisi’ne mebus göndermek için Yemen’de de seçimler yapılmıştır. Ancak ne hazindir ki tam bilinmeyen sebeplerden dolayı bu yakınlaşmalar meyvelerini verememiştir. Hatta bu bölgelerde Türkiye’de sürdürülen İstiklal mücadelesi 
büyük bir coşku ile karşılandığı gibi, İstiklal Savaşı’ndan sonra da  başlatılan inkılap hareketleri yakından ve ilgi ile izlenmiştir. 


1 - Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi Oturumlarında Sorunlar ve Görüşler, ( Nşr Raşit Metel) istanbul 1990, s.18. 

0 sıralarda hemen hepsi bir Avrupa’lı devletin mandası altında kalan başta Arap ülkeleri olmak üzere bütün İslam dünyası, Türkiye’nin başarısını kendi  gelecekleri için bir ümit ışığı olarak telakki etmeye başlamıştı. Ankara, adeta kurtuluşun reçetesine sahip bir ilticagah; Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin’in dediği gibi, müslümanların nazarında "mukaddes" bir kent oluvermişti. Nitekim, 1921 baharında Ankara’yı ziyaret eden müslüman ülkelerin temsilcilerinden Afganistan temsilcisinin Anadolu’da çıkan İstikbal gazetesine verdiği demecinde ki ifadeleri de yukarıdaki düşünceleri doğrular mahiyettedir. 

“Afganlılar, bu gibi mili hareketleri, İslam dünyasının selameti ve kurtuluşunu temin edecek mahiyyette telakki eylemektedir. Afganistan Türkiye’yi büyük rehber olarak kabul etmekte... ve bütün müslüman milletler müttehiden Ankara Hükümeti için çalışmaları gerekmektedir.."

2 - Zaten Büyük Millet Meclisi’nin açılışından sonra, genel olarak İslam ülkelerinin ve özelde de Arapların ilgisinin, Afganlı mürahhasın ifadesi  doğrultusun da geliştiğini görmekteyiz. Türk-Arap münaferetine sebep olan en önemli olayın müsebbibi Şerif Hüseyin’in her iki oğlunun da, yani gerek Ürdün emin Abdullah (sonradan Ürdün Kralı) ve gerekse önce Suriye ve akabinde Irak’a kral olan Faysal’ın, Türkiye’ye ve Mustafa Kemal’e yakın ilgi duyup iyi ilişkiler tesis etme arzusu ortaya koymaları da başka şekilde açıklanamaz. 

Buraya kadar anlatılan ve tarihin de onayladığı olaylara bakıldığında, esasında iki milletin bu yakınlaşmasının devam etmesi gerekiyordu. Fakat bu durum tam tersine olmuş ve Türkler ile Araplar gittikçe birbirlerinden uzaklaşmışlardır. 

Bu konuda araştırma ve yorum yapan tarihçi ve siyaset bilimcileri, bunu değişik nedenlere bağlamaktadırlar. Ancak, genelde şu ortak noktada birleşilmektedir. Bu günkü Orta-Doğu’nun oluşum yıllarında, bağımsızlığını kısa zamanda kazanmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, kalkınması ve çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması için batılılaşmayı hedef seçmesine paralel; Arap dünyası da kendilerini aldatan ve sömürgeleştiren batıya karşı bağımsızlık mücadelesini başlatması, Türkler ile ortaya çıkış şartları birbirinden farklı ve bir çok devletten oluşan Arapları -en azından psikolojik olarak- karşı karşıya getirmiştir. 

Kadnye Hüseyin, Mukaddes Ankara’dan Mektuplar, Ankara 1998, s. 6 

Özellikle Birinci Dünya Savaşı akabindeki gelişmeler, Türk-Arap ilişkilerini belirlemede oldukça etkili olmuşlardır. Zira bu dönem zarfında Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilmiştir. Dolayısıyla, modern tanımıyla Orta-Doğu’da temel birleştirici vasıf olan siyasal birlik ortadan kalkmıştır. Başka bir ifade ile hem Türkler ile Araplar ve hem de bizzat Araplar kendi aralarında yolların ayrılış noktasına gelmişlerdir. Şüphesiz bu sonucun meydana gelmesinde iki önemli faktör de yardımcı olmuştur. Birincisi, bölgede bulunan uluslararası sömürgeci güçlerin müdahaleleridir. İkincisi ise, gerek Türkler ve gerekse Arapların bu müdahalelere karşı koymak için milliyetçi fikirlere başvurmasıdır. Bu iki faktörün çarpışması, yirminci yüzyılda Türk-Arap ve Arapların kendi aralarındaki ilişkileri belirlemiş, diğer bir deyişle Orta-Doğu’daki mevcut sistemin ortaya çıkmasını sağlamıştır.3 

Ancak aynı yıllarda bu gelişmelerin yanı sıra, Türkler ile Arapları birbirinden uzaklaştıran ve genelde fazla irdelenmeyen başka bir sebep daha ortaya çıkmıştı. 0 da 1928 yılında Türkiye’de, devlet idaresinde laiklik ilkesinin resmen benimsenmiş olmasıydı.4 

Bilindiği gibi, 1928 senesine kadar, Osmanlı Devleti anayasalarında olduğu gibi, 1924 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, bir ölçüde dini esaslara dayanmakta; başka bir ifadeyle İslamiyet, resmen devlet dini olarak kabul edilmekte ve şer’i hükümlerin yerine getirilmesi devlet görevleri arasında yer almaktaydı. 

1928’de Başvekil İsmet İnönü ve arkadaşlarından oluşan 120 milletvekilinin imzalarıyla Anayasanın ilgili maddelerinde değişiklik teklifi yapılmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce teklif kabul edilerek, Anayasanın bazı maddeleri laiklik esasına göre yeniden düzenlenmiştir. 
Buna göre, 1924 Anayasasındaki "Devletin resmi dini, din-i İslamdır" ibaresiyle 26. Maddedeki "ahkam-i şer’iyyenin tenfizi" ifadeleri kaldırılmıştır. 1937 yılında yapılan bir takım başka değişiklikler ile birlikte "Laiklik" kelimesi de Anayasaya konmuştur.5 

Esasında kendilerine kurtuluş modeli olarak gördükleri Türkiye’deki bütün gelişmeleri yakından takip eden Arap dünyası, o tarihe kadar hiç bir İslam ülkesinde görülmeyen ve dolayısıyla anlamaları da onlar için oldukça güç olan böyle bir uygulamayı hayretle karşılamışlardır. Ali Fuat Başgil’in de ifade ettiği gibi, Hıristiyan dünyasının kendi özel şartlarından doğan laikliği müslüman ülkelerin anlaması oldukça güçtü.6 

3 Seyyar el-Cemil, el-Osmaniyyun ve Tekvinu ‘1 Arab el-Hadis, Beyrut 1989, s. 58 vd. 

4 Aslında zihinsel olarak Türkler ile Araplar arasındaki ayrılık daha eskilere dayanmaktadır. Bunun en bariz göstergesi, 19.Yüzyılın ortalarında İstanbul merkezli Tanzimat ve Islahat hareketlerine karşılık, Şam, Kahire, Sudan ve benzeri Arap bölgelerinde başlatılan " Dinde İslahat " hareketlerinin farklı istikametleri seçmelerinde görülmüştür. 

5 Ali FuadBaflgil, Din ve Laiklik, ‹stanbul 1985 (Alt›nc› bask›), s. 17-18. 

6 A.g.e. s. 152. 


Hele hayatlarının hemen her cephesine dinin hükmettiği, hatta dillerini, örf ve geleneklerini bile dinleri ile özdeşleştirmiş Arap toplumunun böyle bir uygulamayı anlaması adeta imkansızdı. Bu anlama güçlüğünün yanında bir de enformasyon yetersizliği, Türkiye’nin Araplar nezdindeki "kudsiyetini" sarsmıştır. Hatta denilebilir ki, günümüze 7 kadar "laiklik meselesi" Arap kamuoyunun yönlendirilmesinde kullanılan en önemli araçlardan bir tanesi olmuştur. 
Aslında sosyal yapıların ve içinde barındırdıkları cemaatlerin çeşitliliği itibariyle, Türkiye’den daha fazla laikliğe ihtiyaç duyan Arap ülkelerinin en azından bazılarında, geçmişte Türkiye’de laikliğin benimsenmesine karşı yapılan olumsuz propaganda, bu gün kendileri için bir handikap olmuştur. Arap dünyasında, Türkiye’yi laikliği benimsediği için eleştiren bir takım çevreler, bu gün gelinen noktada, bölgede de laikliğe geçişi bir zaruret olarak görmekle birlikte, bunu kamuoylarına anlatmakta zorlanmaktadırlar. İşin en ilginç yanlarından bir tanesi de, bu gün pek çok Arap devletinin anayasasında "din" bir referans olarak gösterilmemekle birlikte; bu güne kadar hiç biri "laik devlet" olduğunu ortaya koyma cesareti gösterememiştir. 

Diğer taraftan, esasında devlet idaresinde laikliğin benimsenmesinin gerekçeleri nin, bizzat Türkiye tarafından Arap kamuoyuna anlatılması ve Türk-Arap ilişkilerinde bunun icra ettiği olumsuz tesirlerin ortadan kaldırması gerekmekte dir. Bu durum ilişkilerin seyrine olumlu yönde etki edeceği gibi, orada laikliğe temayül eden rejimlere de yardımcı olacaktır. Ancak maalesef bu konuda, bu güne kadar hemen hemen hiç bir çalışma yapılmadığı gibi, bu hususun bir "sorun" olarak algılandığına dair de bir ip ucu bulunmamaktadır. Bu yüzden laikliğin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na girdiği yıllarda yapılmış oldukça mütevazı bir çalışma burada zikredilmeye değer bulunmuştur. 

2- Laiklik Risalesi ve Yayımlanmasının Gerekçeleri karşı propaganda maksadıyla, muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti’nin arzusu ve bilgisi dahilinde, Mısır’da ilginç bir risale, Arapça ve Osmanlıca olarak neşredilmiştir. 

Türkiye’de laikliğin kabul edilmesi, Arap dünyasında bir takım mahfilleri harekete geçirmiş ve Türkiye aleyhinde -günümüzde halen devam etmekte olan yoğun propagandalar başlatılmıştı. İşte bunun üzerine 24 sahifeden oluşan bu kitapçık, Türk Dışişleri’nin desteği ile Mısır’da kurulmuş olan Türk-Arap Muhadeneti (el Muhadene et-Türkiyye el-Arabiyye) Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır. 


7 Bu gün Arap ülkelerinde, siyasetçilerin bazıları ve radikal dini akımların hemen hepsi, Türkiye’yi "Laiklik" ilkesinden dolayı dinsizlikle suçlamakta ve Arap kamuoyunu Türkiye aleyhine yönlendirmektedirler. Özellikle, kendi ülkelerinde laikliğe yaklaşan uygulamaları eleştirmeye cesaret edemeyen bir takım kesimler, Türkiye’yi ve özellikle Atatürk’ü eleştiren bir takım yazı ve fikirler neşretmek suretiyle, bu Şekilde kendi yönetimlerine karşı gizli bir muhalefet sergilemekte dirler. Örneğin Mısır’da Nasır sonrası gelişmeleri tenkid etmek isteyen  İslami bir dergi, Atatürk ve İnkılaplarını dosya konusu olarak seçmiştir. "Kemal Atatürk Raidu’l Cehlaniyye fifiarhi’l Avsat" El-Muhtar el-İslami,; Temmuz 1987, Yıl 8, Say› 54, s.38-54. 


Üzerinde baskı tarihi olmamakla birlikte muhtevasından 1937-38 yıllarında neşredildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihin esasında başka bir önemi bulunmaktadır. 0 da, bir kaç yıldan beri bozulmuş olan Türk-Mısır ilişkilerini yeniden başlatmak için Atatürk’ün, Kral Fuad’ın cenazesine özel temsilci gönderdiği bir dönemin hemen sonrasına rastlamasıdır. Aslında bu durum Türkiye’nin kısa zamanda Arap ülkelerine bakışı konusunda ulaştığı gelişme ve değişimi göstermesi 
bakımından da manidardır. Nitekim 1920 yılında Atatürk, ecnebilerin en çok korktukları, fevkalade mutevahhiş (vahşileştiki eri) oldukları İslamiyet siyasetinin dahi alenen ifadesinden mümkün olduğu kadar mücanebete (uzak durmaya) kendimizi mecbur gördük.8 derken, özellikle laiklik prensibinin benimsendiği bu yıllarda şartların da değişmesiyle İslam ülkeleri ile Türkiye’nin iyi ilişkiler tesis etme ve hatta benimsenmiş olan laiklik prensibini onlara da anlatma gayreti içine girişilmiş olması bu değişimin önemli bir göstergesidir. 

Risalenin önsözü de yukarıdaki düşüncelerimizi desteklemektedir. Önsözde risalenin neşredilme sebebi, "laiklik bahane edilerek Arap ülkelerinde Türkiye aleyhinde yapılan propagandalara (muhtemelen bu propagandaların önemli bir bölümü Türkiye’nin nüfuzundan korkan bölgedeki yabancı manda rejimleri tarafından desteklenmekteydi.) bir cevap vermek ve laikliği benimsemesi ile Türkiye’nin dinsizleştiğine dair yayılan yanlış kanaatlerin düzeltilmesinin hedeflendiği" zikredilmektedir. Esasında laiklik hakkında bilinen bilgilerin ötesinde yeni bir şey getirmeyen risale, muhtevasından ziyade yukarıda belirtilen hedefinden dolayı anlam kazanmaktadır. Zira bu gün bile, Arap 
dünyasındaki Türkiye imaji oldukça olumsuzdur. Bunun pek çok sebebi olmakla birlikte; en başlıcası karşılıklı enformasyon akışının olmamasıdır. 

1937 yılında hissedilen ve çok mutevazı bir faaliyetle telafi edilmeye çalışılan bu hususun, maalesef Türk dışişlerinin hala dikkatini çekmemiş olması oldukça düşündürücüdür. Zira takip edilecek çok ciddi bir yöntemle, Türk-Arap ilişkilerini yeniden gözden geçirecek olur isek, ulaşacağımız sonuç, büyük ölçüde iki milletin arasında, paylaşım probleminden ziyade, psikolojik bir soğukluğun var olduğudur. 
Bunun en önemli sebebi de asırlarca iç içe yaşamış iki unsurun, zaman aşımına paralel olarak birbirine yabancılaşmasıdır. 
Bu da şüphesiz  karşılıklı doğru enformasyon yokluğuna dayanmaktadır. 

8 Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Oturumlarında Sorunlar ve Görüşler, s. 17 


Eğer çağdaş metodlar ile bu eksiklik giderilebilirse, hem uluslararası ilişkilerde blok bir desteğin kazanılması imkanına kavuşulabilir ve hem de uluslararası 
arenada bölgesel işbirliğinin doğuracağı ağırlık merkezleri oluşturulabilir. 


Burada tam metnini vereceğimiz ve 1937’li yıllarda yalnızca enformatik endişelerle yayımlanan risalenin bir başka özelliği de, halen Türkiye’de ve Arap devletlerinin bir çoğunda tartışılmakta olan laikliğin, Türkiye Anayasası’na girdiği yıllarda nasıl anlaşıldığını -en azından risalenin naşirlerince- yansıtıyor olması dır. 

Risalenin 15 sahifesi Arapça, 9 sahifesi Osmanlıca olarak neşredilmiştir. Bilindiği gibi, 1937 yılında, Arap ülkelerinde hala Osmanlıca bilenler olduğu gibi, devlet kademelerinin üst düzeylerinde çalışan pek çok kişi de Osmanlı okullarından yetişmiş kimseler idi. Bu yüzden, Türkiye’de kısa bir süre önce gerçekleştirilen harf inkılabına rağmen, bu risalenin Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde kolay okunmasını sağlamak için Arapça’nın yanında Osmanlıca da yayımlanması uygun bulunmuştu. 

3- Türk-Arap Dostluk Cemiyetinin Laiklik Üzerine Risalesi 9 

Önsöz 

Cemiyetimiz laikliği (Laicisme) izah eden bu broşür ile büyük bir hakikati Türk ve Arap alemine arz etmek ihtiyaçını duymuştur. Çünkü laiklik şunun, bunun ağzında yanlış propagandalara vesile vermektedir. Herkes bilmelidir ki; İslamiyet çok yüksek, ilahi ve müebbed [ebedi] bir dindir ve yer yüzünde iki büyük millete istinad etmektedir. Bu büyük ulusun biri Araplar diğeri de Türklerdir. İslamiyetin inkişaf ve müdafaasında bu iki necib milletin sonsuz fedakarlıkları ve hizmetleri vardır. Allah kendilerinden razı olsun ve asakir-i nusret-me’ser-i islamiyeyi [Allahın yardımına mazhar olmuş İslam Orduları] ila ahiri’ddevran [dünyanın sonuna kadar] mansur ve muzaffer eylesin. 

Maazallah bu iki millet olmazsa din-i İslam kafirler elinde bazıçe-i hevesat [arzuların oyuncağı] olur. 

Türkiye’de ibadet ve itikadata asla müdahale edilmez, ma’bedler tamamen serbesttir. Bu böyle iken laiklik diye Türk müslüman kardeşlerimizin aleyhinde hasseten küffar tarafından iftira edilmesi şayan-i ibrettir, hazer ediniz. 

Kitabın Osmanlıca kısmı bu günkü dile yakın, oldukça sade bir uslüp taşıdığı için Arapça’sını tercüme etmek yerine Osmanlıca kısmını aynen vermeyi uygun gördük Anlaşılması güç bazı yerlerin bu günkü karşılıklarını köşeli parantez içinde verdik. Aynı Şekilde Arapçasında olup, Osmanlıca’sında olmayan kısmı da metne ilave ettik. 


Bu sebepledir ki büyük hakikatten tahrif edenlere karşı laikliğin ma’na ve şumülünü Arap ve Türk alemine yaymağı vazife bildik. İslamın bir şartı ve rüknü kuvvetli ve müstakil olmaktır. Türkler müstakil ve kuvvetlidir. Hamd olsun kavm-i necib Arab dahi yer, yer istiklalini kazanmaktadır. Ati-i karibde [yakın gelecekte] bütün ehl-i islamın istiklali iltaf-i sübhaniyeden [Allahın lütfundan] me’mül [beklenmekte] ve mütemennadir. 

Laiklik Meselesi 

[Laikliğin faydasını ve hayırlı sonuçlarını inkar den pek çok insan görmekteyiz. Fakat gerçekte laiklik insanoğlu için mutlu sonuçlar doğuran rahatlık ve suküneti tesis eden bir sistemdir.]10 

Laiklik isminden tutalım. Laikliğin ma’nası nedir? Yahud, laiklik dinsizlik demek midir? 

Hayır! 

Laiklik, hiçbir zaman dinsizlik demek değildir. Çünkü dinsizlik için kitaplarda "gayr-i dini" ta’biri kullanılır. Laiklik için ise sadece, "la-dini" sözü isti’mal [kullanılır] olunur. Bu noktayı iyice kavrayabilmek için şöyle bir tasnif yapalım: 

İnsanların hareketleri şu üç şekilde adlandırılır. 

1- Dini hareket: Mesela namaz kılmak, oruç tutmak gibi. 

2- Gayr-i dini hareket: Yani dine mugayir, dinle taban tabana zıt hareket demektir. Mesela cebren namazı menetmek, oruç tutanları hapsetmek gibi. 

3- La-dini hareket: Yani ikincisi gibi dine aykırı, dine zıt hareket değil, sadece dinden başka bir hareket demektir. Mesela toprağı sürmek, madenleri işlemek, hayvan beslemek vesaire gibi. 

Görüyorsunuz ki, la-dini hareketlerimiz, dünya işlerimizi tanzim ediyor ve ahiret işlerimize hiç bir zarar vermiyor. Dini hareketlerimiz ise, ahiret işlerine aittir. 
Gayr-i dini hareketlere gelince, bunlar ahiret işlerine zarar veren ve dine mugayir olan fiiller ve hareketlerdir. 

Hülasa, laiklik sözü nerede geçerse, anlayacağımız mana, dine zıt olmayan, ahiret işlerine zarar vermeyen, yalnız dünya işlerine, yaşamak ve çalışmak meselelerine taalluk eden filler ve hareketler demektir. Buna kani olmak için şimdi de bu yabancı sözün, yabancı memleketlerde kullanıldığı yeri görelim: 

10 Parantez içindeki kısım Arapça kısımında olup Osmanlıca’sında yoktur. 

Nasıl ki, zabıt veya nefer elbisesi giymiş olanlara asker, başka türlü giyenlere de sivil derlerse, eskiden beri Hıristiyanlar nezdinde, papaz elbisesi giyenlere "Rahib", başka türlü giyenlere "Laik" derler. 

Bu itiyad [alışkanlık], Hıristiyan memleketlerinin hemen hepsinde eski devirlerde de var idi. Şimdi de mevcuttur. Mesela papazlar, bir misafir geldiğini haber veren hizmetçilerine sorarlar. 

-Kimdir bu zat! bir papaz mı bir laik mi? 

Görüyorsunuz ki burada laik sözü aynen papaz kisvesi taşımayan şahıs manasına kullanılmıştır. Tabiidir ki, Hıristiyanlarda da, müslümanlarda 
da hülasa her dinde papaz veya hoca sınıfından olmayan herkes dinsiz demek değildir ve olamaz. Fakat İslamlar arasında, hocalar sınıfına mensub olmayanlara Hıristiyanlardaki laik ta’biri gibi umumi bir isim vermek adet olmamıştır. Yalnız bazı yerlerde mesela Antakya’mızda bunu andıran bir söz vardır. Sarıklı ve Sarıksız gibi. Şu halde her laik dinsiz ise her sarıksızın da dinsiz olması lazım gelir ki: bunu asla kabul edemeyiz arkadaşlar. 

Laik sözünün manasını böylece anlamış olduktan sonra şimdi biraz da laik devletin ne demek olduğunu görelim: 

Eski asırlarda devletler, halkın dini hareketlerini yani ahiret işlerini tanzim ederler fakat laik hareketlerine karışmazlardı. Dünya işlerinde onları mühmel [ihmal edilmiş] ve serbest bırakırlardı. Bunlara dini devlet derlerdi. Amerika keşfedilmezden evvel Avrupa devletleri zayıf ve fakir birer dini devlet, Hıristiyan devleti idi. Fakat sonra laik devlet oldular ve büyüdüler. Hıristiyan devletler içinde Habeşistan son dini devlet halinde kalmıştı. İki sene evvel o da tarihden silindi. 

İslam devletleri hep birer dini devlet idi. Osmanlı devleti de bir dini devlet olarak kalmıştı. Dini devletlerde devletin reisi ya doğrudan doğruya dini reisidir. Yahud da dini müesseseler ile uğraşan ve dini reisleri ve din adamlarını idare eden aciz, halkın refah ve saadetini te’mine gayr-i muktedir; iş ve çalışma hayatını tanzimden uzak bir varlıktır. 

Laik devletin işleri artmış vazifeleri da! budak salmıştır. Köylü, sanatkar, tüccar, mal sahibi hasılı her cins ve her sınıftan bütün halk; her işinde devlet müesseseleriyle münasebette bulunur. Bu göze görünmeyen devlet tesiri, her dakika yanımızdadır. Ya biz ona koşarız, ya o bizi takip eder. Yani; laik devlet, gözümüzle göremeyip elimizle tutamadığımız halde, her dakika bizi terk etmeyen bir gizli kuvvet bir görünmeyen gıda olan hava-yi nesimi gibidir. Onu teneffüs ettiğimiz vakit, onun sayesinde yaşadığımız vakit bu nimet bize tabii ve ehemmiyetsiz görünür. 

Fakat; bir dakika ondan mahrum kaldık mı, onsuz yaşadık mı, derhal boğuluruz. Helak oluruz. Yani yabancıların esareti altıma gireriz. 

İşte kendi devletini değiştirip, yabancı bir devletin idaresinde bulunanlar ise, havaya yabancı bir madde bir zehirli gaz karışmış gibi, farkında olmaksızın yavaş yavaş zehirlenirler ve boğulurlar. 

Boğulmanın bir başka şekli daha vardır. Bu vaziyette, koklanılan hava kendi havamızdır. Safdır, içensine zehir falan gibi yabancı bir şey karışmış değildir. Fakat kapalı ve karanlık bir mağarada gibiyiz. Bu eski ve değişmemiş hava, kullana kullana tefessüh [bozulmuş] etmiştir. 
Eskimiş ve bozulmuştur, bu da insanı başka türlü zehirleyici ve mahvedici bir havadır. 

İşte Müslümanlar! Bu hal, irtica ve taassub halidir. cemaatleri ve milletleri geri bırakan onları yeniliklerin ve inkılapların nimetlerinden mahrum eden feci ve umumi bir zehirlenme halidir. 

Nasıl ki, uykudan uyanan her ferd kapalı odaların pencerelerini açarak havayı değiştirmek temiz ve yeni bir hava almak ihtiyacını duyarsa, gaflet ve cehalet uykusundan uyanan cemaatler ve milletler de inkılaplar yapmak yani milletin görüş ve uyanış havasını değiştirmek devlete temiz ve yeni şekiller vermek mecburiyetindedir ki işte buna yeni rejim derler. 

Hulasa, cemaatler ve milletlerin de tıpkı fertler gibi cehalet ve gaflet uykusundan uyanarak temiz hava alması ve yeni rejimlere kavuşması şarttır, lazımdır. 

Müslümanlar! 

Burada sırası gelmiş iken şunu da ilave edelim. Belki içimizde biraz daha başka türlü düşünen olur ve hatıra şöyle bir sual gelebilir: Evet denebilir ki devlet hem dünya işlerini hem de ahiret işlerini döndürsün. Niye sadece dünya işleriyle meşgul oluyor da ahiret işlerini ihmal ediyor? 

Fakat bu muhakeme yanlıştır. Böyle düşünürsek doğru bir neticeye varamayız. 

Müslümanlar! 

Çünkü hepimiz biliriz ki mihver daima tek olur. Bu gün dünya işlerinin tek mihverini teşkil eden devlet, ister istemez ahiret işlerine müdahale edemeyecek tir. Bunun başka çaresi yoktur. Fakat endişe etmeyelim! Ahiret işleri bundan dolayı, zararlı çıkmış değildir. 

Bilakis! Laik devletin dine müdahale etmemesi ahiret işleri için daha karlı olmuştur. Çünkü devletlerin ahiret işlerine parmağını taktığı eski devirlerde daha mı iyi yaşanırdı sanıyorsunuz? 0 zamanlar işlerin daha mı iyi yürüdüğünü zannedersiniz? 

Hayır! 

Çünkü ahiret işlerini tanzim edenler ancak peygamberlerdir. Devletler, bu işten ellerini çekmelidirler ki, ahiret işleri, peygamberlerin kurduğu o esaslı ve değişmez mihver etrafında dönmekte devem etsinler. Devlet mihveni de işe karıştı mı eski mihvenin istikameti büsbütün değişir ve din işleri bozulmuş olur. 

Bu iddiamıza misal getirmek için çok uzağa gitmeyelim. Bizzat kendi memleketimizde bile bunun acı misallerine şahid değil miyiz? 

Mesela, devletlerin din işlerine burnunu soktuğu eski devirlerde dünya ve ahiret işleri birbirine karışarak her şey nizamdan dışarıya çıkmadı mı? 

Mesela, fıstık kabuğunu doldurmayan bir mesele yüzünden aramızda sünnilik ve şiilik diye bir takım ayrılıklar baş göstermedi mi? 
Aynı yurdun sahipleri aynı toprağın çocukları bir hiç yüzünden asırlarca birbirine düşman nazarıyla bakmadı mı? 

Hamdolsun ki, bize şefkat ve teveccüh gösteren Türkiye devleti laikdir. Adildir. Şii kardeşlerimize üvey muamelesi yapmaz. Herkesi bir tutar; dinleri herkesin vicdanı içinde serbest bırakır, ahalinin ancak dünya işleriyle uğraşır, halkın işini gücünü tanzim etmesine yardım eder. Köylünün toprağını ekmesi işim yoluna koymasıyla alakadar olur. Felakete düşen her ferde arka, ilerleme isteyen her gence destek olur. 
İşte müşfik ve adil Türkiye devleti Sünni ve Şii dargın kardeşlerinibarıştırdı. Onlara tatlı öğütler verdi. Babaca yardımlarda bulundu. 

İşte bu birleşme laiklik yüzünden olmuştur. Görüyorsunuz ki laiklik ve laik devlet rejiminin mazarratı değil bilakis ifadesi vardır. 

Evet Müslümanlar! 

Türkiye Cumhuriyeti laik bir devletdir ve ahalinin dünya işlerini tanzim etmek için laik olmak mecburiyetindedir. Topraklan yabancılar almasın, ahaliyi haraca kesmesin, halkın ırz ve namusu, malı, canı siyanet edilsin diye laik olmak mecburiyetindedir. Evet, bu gün Türkiye Cumhuriyeti laikdir. Kuvvetlidir. Halkçıdır. Halkın rahatı için çalışır. 

Dünyanın böyle dehşetli buhranlar geçirdiği bir zamanda zenginliği dillere destan olan Avrupa memleketlerinde bile ahalinin işsizlikden yoksulluktan kırıldığı hatta yarı aç, yarı tok olduğu bu acaib zamanlarda eğer Türkiye’nin başında Osmanlı devleti kalmış olsaydı ümmet-i muhammedin hali nice olurdu bir düşünelim! Ve hiç şüphe etmeyelim ki harb-i umümideki sıkıntılardan daha beter eziyet çekilirdi. Zavallı ahali açlıktan ve hastalıktan kırılırdı. 

Halbuki bu gün Türkiye halkı, Avrupa’nın o meşhur zengin milletlerinin çoğundan daha rahat, daha emin yaşamaktadır. Karınları tok, üstleri bütündür. Canlarından mallarından emin çalışmakta ve hayırlı devlete dua etmektedirler. 

Türkiye Cumhuriyeti kendi hududları dahilideki ahalisine bir baba gibi baktıktan sonra hududları dışında kalmış müslümanlardan bile şefkat ve yardımını esirgemiyor. 

Evet müslümanlar, Türkiye laik bir devlettir. Bütün Avrupa devletleri laikdir ve laik olduktan sonradır ki terakki etmişler, kuvvetlenmişler ve zengin olmuşlar dır. 

Laik olmadan evvel, fakir küçük ve zayıf birer Hıristiyan cemaatı halinde idiler. Onlar bizden daha evvel davranıp laik oldukları için bizi çok geçtiler. Hıristiyanlar içinde laik olmayan tek bir devlet kalmıştı. İşte bu yüzden Habeşistan en geride kalmış ve nihayet geçen sene batmış ve mahvolmuştur. Müslümanlar içinde ise bir tek devlet laikliği kabul etmiştir. 0 da Türkiye Cumhuriyetidir. İşte bunun içindir ki Türkiye, diğer İslam memleketleri içinde en kuvvetli, en rahat ve en yüksek mevkie çıkmıştır. Şimdi bu mukayeselerden sonra laikliğin ehemmiyet ve lüzumunun takdirini size bırakıyoruz. 

Muhterem müslümanlar! 

Laik rejim sizi asla korkutmasın. Dinimize dokunan yoktur. Bilakis dininiz daha fazla kuvvetlenecek daha ciddi daha samimi daha mukaddes olacak daha çok şeref kazanacaktır. Laiklikten Avrupa devletleri büyüyüp dünyaya hakim olduktan sonradır ki Hıristiyanlık itibar kazandı ve her tarafa bu derece yayılıp dal budak saldı. 

Halbuki Avrupa devletleri laik olmazdan evvel Hıristiyanlığın bu kadar kıymet ve itibarı yoktu. Hıristiyanlar, müslümanların eli altında zebün idiler, çok zayıf ve fakir idiler. 

Düşmanlarımızın silahlarıyla silahlanmak en akıllıca bir hareket değil midir? Madem ki onlar laiklikten bu derece faide gördüler, niçin biz de bir an evvel o yoldan yürümeyelim. Görüyoruz ki o yolun hedefi çok karlıdır. Hülasa yukarıda söylediğimiz gibi laiklik sadece ladini olmaktır. 
Gayr-i dini olmak değildir. Gayr-i dini olmak dini ortadan kaldırmak demektir. 

Türkiye’de camiler herkese açıktır. müftüler, imamlar ve müezzinlere devlet maaş verir. 

Vakia Türkiye Cumhuriyeti, İslam dininin şerefini arttırmak için din adamları arasındaki cahil ve şarlatanları ayırmış ve onları din işleriyle uğraşmaktan menetmiştir. Fakat diğer taraftan da alim ve kıymetli hocaların ciddi mesaisini takdir ederek onlara laik olduğu kıymeti vermektedir. 

İstanbul Üniversitesine bağlı bir İslami Tedkikler Enstitüsü vardır. Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’da bir de mükemmel İslam müzesi açmıştır. 

Hülasa müslümanlar! 

Türkiye’nin laikliği İslamlığa zarar vermemiş bilakis İslamlığın şerefini arttırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ancak İslamlığın şerefini ihlal edecek 
cahil ve menfaat-perest hocaları dağıtmış fakat ciddi, alim ve temiz ahlaklı olanlara dokunmamıştır. 

Çünkü! Zulum ve iltimas kaynağı olan Osmanlı sarayının etrafında asırlardan beri cahil ve kötü ruhlu hocalar toplanmıştı ve bunların yetiştirmeleri İstanbul’da kök salmıştı. Bunlar bizim hocalarımıza benzemezlerdi. 

Bunlar din namına halkı haraca keserler ve kendileri gizli gizli her dinsizliği yapmaktan çekinmezlerdi. İşte laik hükümet, İslam dinini bu kötü unsurlardan kurtarmak için bunların medreselerini kapattı. İçlerinden muzır olanlarını cezalandırdı. Bütün bu dini ıslahat İslamlığın zararına değil, iyiliğine olmuştur. Buna emin olalım. 

Hülasa: Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki başımızda bulunan devlet, laik olmazsa ahalinin dünya işlerini tanzim için bir Hıristiyan laik devlet gelip başımıza geçiyor. Buna Manda İdaresi diyorlar. Tunusta, Fasta, Trablusgarbta hasılı henüz laik olmamış bütün İslam memleketlerinde olduğu gibi. 

Halbuki kurduğumuz idare laik olursa yabancıların gelmesine ve ahalinin haraca kesilmesine lüzum kalmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nde olduğu gibi. Demek ki devletin laik olması, ahalinin bu derecelerde iyiliğine imiş. Hasılı laik rejimin iyiliği hakkında misalleri saymakla bitiremeyiz. 

Şu halde Müslümanlar! 

Yanlış telkinlere kapılmayalım, bizi aldatmak isteyenlerin sözlerine kulak asmayalım, Türkiye’de dinsizlik değil sadece laiklik vardır. Türkiye din aleyhine çalışmıyor. Bilakis dinin şerefini arttırmağa uğraşıyor. Laiklik kötü bir şey değildir. Bilakis memleketin selameti halkın refah ve saadeti için şarttır. Tehlikesi değil faidesi vardır. Laiklik dinsizliktir şeklindeki yanlış inanışları düzeltelim ve aldanışları tashih edelim. Yeni rejim ve doğru yolun meziyetlerini anlamayanlara kızmayalım, onlara doğru yolu göstermeğe çalışalım. Ancak böylelikle İslam alemi asırlardan beri içinde bocaladığı sıkıntılardan kurtulur. Müstakil ve rahat olur, hür ve mesud yaşar. 

Doç. Dr. Zekeriya KURŞUN

..


2 Nisan 2015 Perşembe

TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 12




TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 12




"ADİL EKONOMİK DÜZEN" MASALI

Refah Partisi ve Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın sloganı haline gelen ve bir yeryüzü cenneti vaadeden "Adil Düzen" aslında, bir ütopya bile değil. Ütopyaların, sistematik düşünce sistemlerinin içinden çıkabildiği biliniyor. Örneğin; Jules Verne'in Aya Yolculuk'u bir ütopyadır ama, sistematik düşünce ürünü olduğu için, bir süre sonra ütopya olmaktan çıkıp gerçekleşebilmiştir.
22 Kasım 1992 tarihli Ekonomist dergisi, Adil Düzen'in niteliğini araştırıyor ve "masal" kavramını uygun görüyor. Derginin haberini bir ek metin olarak olduğu gibi aktarıyorum:
"...Olmaz, demeyin... Türkiye'de her şey olur. Mevcut seçim sistemi değiştirilmez de bölünme modası devam ederse, Refah bal gibi iktidar olur.
İktidar olduğunda RP Başkanı Erbakan'ın ilk yapacağı şey de kendi icadı olan 'Adil Ekonomik Düzen'i gündeme getirmek olacak tabii... Şu sırada kamuoyunda, RP'nin kendi tesettür politikasını halka empoze edip etmeyeceği tartışılıyor.
Ama esas araştırılması gereken nokta, RP'nin önerdiği ekonomik politika. Bu 'program' hayata geçirildiği takdirde, ekonominin Richter ölçeğinde 7.5'luk bir deprem kaçınılmaz olacak.
Neler olacak neler?
Erbakan, başbakan olduğunda neler olacak neler?
Faiz ve para olarak ödenen vergiler kalkacak. Herkes, malının yüzde 2.5'ini yine mal olarak devlete verecek.
Teşvik belgesi yerine, teminatlı ehliyet vesikası, oda üyelik belgesi yerine de ahlaki topluluğun verdiği 'teminatlı tezkiye' belgesi gelecek. Tabii, bu belgeler, her dönem olduğu gibi, iktidara yakın ve mütedeyyin görünen kişilere verilecek. Laik görüşte direnen işadamlarına kredi verilmeyeceğini tahmin etmek için, kahin olmaya da gerek yok, pek tabii. Bu tür bir model, Türkiye'nin dünya ekonomisi ile bütünleşme çabalarıyla da bağdaşmayacak.
Uygulanabilir mi?
Biz, Necmettin Hoca'nın Adil Ekonomik Düzen adlı kitabını satır satır şerh ettikten sonra ekonomistlere, tarihçilere ve işadamlarına bu modelin hayata geçirilme şansını sorduk.
İktisat tarihçisi Prof. Haydar Kazgan, bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı:
"RP'nin yaptığı büyük bir sahtekarlık. Faiz yerine ticarete iştirak payı veriyor. Halbuki bu, bal gibi faizdir. Osmanlı İmparatorluğu da, faizcilikle işe girişmiş, en güçlü olduğu dönemde faizciliğe girmiş. Faiz, Galata'da kendini göstermiş. Refah Partisi'nin iktidara gelme ümidi olmadığı için böyle şeyleri ortaya atıyor. Suudilerin hepsi faizcidir. İşte İran'ın durumu ortada."
Osmanlı tarihi ile ilgili kitaplarda da 1459 ile 1563 arasında, yani imparatorluğun en şaşaalı döneminde bile, faizin mevcut olduğunu, vakıfların bile ona onbir hesabıyla (yüzde 10) paralarını işlettiklerini yazıyor.

Tarihten bir yaprak...

Geçmiş dönemlerdeki faiz işlemleri kitabına uyduruluyor ve muamelei seriye denen uygulama, gerektiğinde mahkeme defterlerinde bile yer alıyordu. Osmanlı döneminde bazı borçlular, bugün bazı uyanıkların yaptığı gibi ödedikleri faizin toplamı anaparayı aşınca, borçlarının ödendiğini ileri sürüyor ve ödemeyi durduruyorlardı. 1558 yılında alman şu mahkeme kararı, faizin varlığını belgeliyor:
Üsküdar Kadısı, bu tür bir davayı Şeyhülislam Ebusuut Efendi'ye başvurarak çözmek istedi, şu soruyu yöneltti: "Davacının borçlusu olan davalı, her yıl davacıya faiz diye bir miktar akçe verse ama şer'i muamele olmuş olmasa, sonra verdiğim akçeyi asıl mala say diyerek davacıya vermese, davacının almaya hakkı olur mu? Beyan buyurula..."
Ebussuut Efendi'nin halen ilgili defterlerde incelenebilecek şu cevabı faizin o dönemde de meşru sayıldığını gösteriyor: "Alır. Faiz borcum diye verdikten sonra asıl mala sayılsın demeye hakkı olmaz."
Ekonomik Kaos Ankara Üniversitesi, SBF profesörlerinden Korkut Boratav, Erbakan'ın modelinin tümüyle uygulanmasını imkansız görüyor ve şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Bu modelin tümüyle hayata geçirilmesi mümkün değildir. Parça parça ve kimi öğeleri bazı İslam ülkelerinde uygulanıyor. Örneğin Mısır'da hızla gelişen İslami bankalar, birkaç yıl önce büyük bir skandal ile çöktüler. Bu kurumlara tasarruflarını yatırmış olan halkı dolandırarak ülke dışına para kaçırdıkları anlaşıldı."
Genç Yönetici ve İşadamları Derneği Başkanı Şerif Kaynar ise, Refah Partisi'nin ekonomik hedeflerinin, uygulama aşamasında bir kaos ortaya çıkacağını düşünüyor ve "Bugünkü konjonktürde faizsiz bir ekonominin yaşayabileceğine inanmıyorum", diyor.
Maliye Profesörü İzzettin Önder'e göre, vergi konusundaki Refah önerilerinin uygulanma şansı sıfır:
"Refahın ekonomi politikasının hiç şansı yok. Vergiyi kaldıracak, yerine koyun alacak. Koyunun bir parasal değeri yok mu? Bunun adı vergi olmuyor da ne oluyor peki?.. Bunlar aldatmacadır."
Bu nasıl kredi?..
Hoca'nın adil ekonomik düzenindeki en büyük kozlarından biri, 'hakkı müktesep karşılığı kredi'.
Bu kredi şöyle işleyecek: Bir bankaya, örneğin 1000 lira yatıran bir mudi, bir yıl sonunda, bir ay vade ile 12 bin lira alabilecek. Bir yıl vade ile almak istediğinde ise müktesep hak (kazanılmış hak) kredisi bin lira olacak. Alınan yüksek tutardaki krediyle, bir ay içinde iş çevirme imkanı yok. Ancak vade bir yıla uzadığında ise alman kredi yatırılan paraya eşit oluyor. Bu durumda tasarruf sahiplerinin ne kârı, ne de zararı olacak ve bankaya para yatırmanın bir cazibesi kalmayacak. Bu önerinin Con Ahmed'in enerjisiz işleyen devridaim makinesinden bir farkı yok.
Çoban Devlet
Yeni ekonomik düzenin en ilginç ve uygulanması zor noktalarından biri de ayni vergi uygulaması. Erbakan'a göre 80 koyunu olan kişi bunun kırkta birini yani, iki koyunu devlete verecek. Devletin bu koyunu paraya çevirme imkanı teorik olarak var. Ancak devlete verilen mallara alıcı çıkmaması durumunda, devletin elinde yüzbinlerce koyun birikebilecek. Türkiye'de 46 milyon koyı:n bulunduğuna göre, devletin koyun varlığı 1 milyon 150 bine kadar çıkabilecek. Motor, otomobil ve diğer malların üretiminde de ayni vergi alındığını varsayarsak, devlet bu varlıklarını koyacak ağıl, depo ve antrepo bulamayacak.
Erbakan'ın varsayımına göre, içki veya erotik dergilerin satışı polisiye önlem ve yasaklarla değil, irşad edilmiş insanların talebinin azalması ile yok olacak. Talebin sıfıra inmesine kadar olan dönemde, devlet bu tür mal üreten şirketlerden vergi olarak viski veya 'Playboy' almak zorunda kalacak. Bunları paraya çevirmek istediğinde ise, bu muzır şeylerin satıcısı durumuna düşecek.
Ayni verginin sorunları bunlarla da bitmiyor. Örneğin bugünün vergi rekortmeni Matild Manukyan, vergisini ayni olarak ödemek istediğinde ne yapacak?
Devlet her şeye ortak
Sanayi kuruluşları ile ilgili önerilerde hayal mahsulü gibi görünüyor. Adil ekonomik düzende, her sanayi tesisinin beş ortağı bulunacak. Bu ortaklar; tesis sahibi, yönetici kadro, işçi ve devlet olacak. Her birinin üretim ve kazançtaki payı, yüzde 20'yi aşmayacak. Bu model esasında, işçi veya hemşehri şirketlerinde uygulanan ancak, yürütülemeyen bir yönteme çok benziyor.
Mussolini İtalya'sında denenen korporatif sistemle de birçok ortak noktaları var. Devlete ağırlık vermesi de ilkel bir sosyalist anlayıştan esinlenmiş görünüyor. Ancak bu modelin işlemesi çok zor. İşleseydi, işçi şirketleri bugünkü zor duruma düşmezdi. Hele şirketin zarar etmesi durumunda işler karışacak. Örneğin motor fabrikasında çalışanlara, ekmek parası yerine motor verildiğinde, işçi karnını nasıl doyuracak?
İlkel bir model
Bilim adamları mal olarak (ayni) vergi ödeme yönteminin, modelin ütopik niteliğini sergilediğini söylüyorlar. Prof. Korkut Boratav ilkelliğin, ütopik niteliğinden daha belirgin olduğunu vurguluyor ve 'Tartışılması bile gereksiz' diyor. Prof. Kazgan ise, bu sistemi mantıksız bulduğunu belirterek, şu yorumu yapıyor:
"Necmettin Hoca bazı şeyler söylüyor. Faizi kaldırdık demekle faiz kalkmaz. Türk ekonomisini bu şekle sokarsanız kapalı bir ekonomi olur. O zaman dış dünyaya bir adım attığınızda ne ihracat yapabilirsiniz, ne başka bir şey. Dışardaki adam paranın faizini ister..."



ERBAKAN'IN MODELİNDE MASON PARMAĞI

RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın önerdiği yatırım projesi karşılığı kredi sistemi, Batı ülkelerinde 40 yılı aşkın bir süredir uygulanan risk sermayesi (venture capital) sisteminin bir kopyası.
Devlet Bakanı Tansu Çiller, ileri teknoloji alanında iş kuracaklara faizsiz kredi verilmesini öngören bu sistemi yıllardır savunuyor. Bu sistem, ilk kez 1946 yılında, Amerika'da General George Doriot tarafından ortaya atıldı. Bu sistem, bugün Japonya'dan İsrail'e kadar, çok sayıda ülkede zaten uygulanıyor.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Murat Çizakça da faizsiz İslam bankacılığı çerçevesi içinde risk sermayesi şirketlerinin kurulabileceğini, Erbakan'm kitabının yazılmasından çok önce belirtmiş ve ciddi şekilde analiz etmişti.
'Görüldüğü gibi modeldeki bu önemli unsur, yeni değil. Üstelik kapitalist ve emperyalist bir ülkede gerçekleştirilmiş ve geliştirilmiş. Yani, o Refahçıların çok taktığı bir mason zihniyetin ürünü."

-31 Aralık 1992: Aralık ayı başında gösterime giren 'Temel İçgüdü' adlı filmin Ankara'daki gösterimleri, Refah Partisi milletvekillerinin yaptığı suç duyurusu üzerine, 31 Aralık 1992 günü yasaklandı. Yasaklama kararını alan Ankara 15. Sulh Ceza Mahkemesi, kararı "sözkonusu filmde halkın utanmasına yol açacak sahneler bulunduğu" savıyla verdi. Gösterime girdiği birçok ülkede olay yaratan Temel İçgüdü, Ankara'daki karardan sonra, İzmir ve Samsun'da da yasaklandı.
-14 Aralık 1992: TBMM, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesini görüşüyor. Genel Kurul'da söz alıp görüş bildirenlerin şeriatçılara nasıl prim verdiklerinin anlaşılması açısından, bazı örnekleri sunmakta yarar var:
"Biz, siyasetin emrinde bir din istemiyoruz; dinin emrinde bir siyaset kabul ediyoruz." (Ekrem Ceyhun, Diyanet'ten sorumlu Devlet Bakanı)
"Kur'an"ın baştan sona, cümle cümle yapılacak tefsiri, Kur'an'ın bu asra bakan gizli sırlarını aydınlatacaktır." (Mehmet Özkan, DYP)
"Biz, Doğru Yol Partisi olarak ve Sayın Başbakan Süleyman Demirci, Diyanet'in üstünde, hepinizin bildiği gibi, titremektedir." (Yahya Uslu, DYP)
"Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatımız, milletimizin göz bebeğidir. Hiç kimse buna yan bakamaz." (Yahya Uslu, DYP)
"Peygamberlerin çoğunun şarktan, filozofların ekseriyetinin de batıdan çıkması gösteriyor ki, bizde din hem hayatın hayatı, hem nuru, hem esasıdır." (Mehmet Ö/kan, DYP)
"Ben diyorum ki: Türkiye'nin esas kurtuluşu, o caminin dışında kalan insanların caminin içerisine girerek ibadet etmesiyle olacaktır." (İsmail Sancak, DYP)
"Fikir anarşisinden kurtulmak için, Diyanet'in fetvada ileri bir mevkide olması lazımdır." (Mehmet Özkan, DYP)
"Terör, hırsızlık, adaletsizlik, rüşvet, fuhuş, kumar gibi cemiyet hastalıklarının nisbeten ortadan kaldırılması için, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı iyileştirilmelidir." (İsmail Sancak, DYP)
"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İslam, her ailenin, her kabilenin nizamı; İslam, her cemiyetin sistemidir. İslam bütün çağların, bütün mekanların dinidir." (Hasan Dikici, K.Maraş Milletvekili)
"Sevgili hocam, 383 imam hatip okulundan 310 tanesi Süleyman Demirel'in imzasıyla açıldığı gibi, bunun 19 tanesi de -Allah rahmet eylesin- sayın Adnan Menderes tarafından açıldığını söyleyerek, 383 imam hatip okulunun 330 tanesinin altında aynı ekolün imzası, aynı başbakanların imzasının olduğunu ise söyleyebilirim." (Yahya Uslu, DYP)
"Sözlerime, memuriyetim esnasında olan bir olayı anlatarak devam etmek istiyorum. Ben belediye görevlisiyim. Bir mahallede cami yapılacaktı. Orada, bir takım cemiyet başkanlığı hesapları yapan kişi, caminin yapılmasına mani olmak istedi; şikayet dilekçesi ile birlikte bana geldi. Kendisine 'Arkadaş, sen bu şikayet dilekçesini bana verme. Eğer o caminin yapılmasını sen durdurursan, o mahaMeye giremezsin' dedim." (İsmail Sancak, DYP)
"TRT'nin mevcut kanallarından birisinin Diyanet İşleri Başkanlığı'na tahsis edilmesi sağlanmalıdır." (Mehmet Özkan, DYP)
"PTT Genel Müdürlüğü'nden özel bir hat tahsis edilerek, 'Alo Diyanet' isimli bir servisin kurulmasını teklif ediyorum." (Mehmet Özkan, DYP)
"Diyanet İşleri Başkanlığı, devlet protokolunda öngörülen konuma yerleştirilmeli ve buna bağlı olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı'mıza kırmızı plaka tahsis edilmelidir." (Mehmet Özkan, DYP) (PEHLİVAN, Battal: Aleviler ve Diyanet, Sf. 145. 1993, İstanbul)

-24 Ocak 1993: Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Uğur Mumcu, Ankara Karlı sokaktaki otomobiline yerleştirilen, C-4 tipi plastik bombanın patlaması üzerine öldü. Saat 14.00 sıralarında, haberin öğrenilmesinden itibaren yurdun her yerinde şeriatı lanetleyen gösteriler ve yürüyüşler başladı. İnsanlar ayakta, en duyarlı anlarını yaşarlarken bile şeriat durmadı. İstanbul Halaskargazi caddesindeki Bulgar Kilisesi'nin yanında Uğur Mumcu anısına düzenlenen Mumcu kitap standı, 26 Ocak'ın ilk saatlerinde yakıldı.
Mumcu'nun cenazesi; Ankara'da, onbinlerce kişinin katılımıyla, 27 Ocak 1993 günü yapıldı. Tören, şeriatçılara karşı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük gövde gösterisi olarak nitelendi. Onbinlerce insan bağırıyordu:
"Katiller bulunsun, hesap sorulsun", "Türkiye İran olmayacak", "Faşizme karşı omuz omuza", "Uğur'un katili kontrgerilla", "İrtica'nın başı Çankaya'da", "Genciz, Güçlüyüz, Atatürk'çüyüz", "Mollalar İran'a'Y'Bir mum söndü, yeni mumlar yanacak", "İrtica'nın maaşı Çankaya'dan", "Çankaya'nın şişmanı, laiklik düşmanı", "Kahrolsun Şeriat", "Uğurlar ölmez", "Uğurlar ölmedi, ölmeyecek", "Solda birlik", "Mollalar orduya alınamaz".
Onbinler ağıt yakıyordu:
"Ne bir haram yedi, ne cana kıydı/ Ekmek kadar aziz, su gibi aydı/ Hiç kimse duymadan, hükümler giydi/ Yiğidim aslanım, burda yatıyor/ Yiğidim Uğur'um, burda yatıyor."
Onbinler haykırıyordu:
"Ankara'nın taşına bak/ Gözlerimin yaşına bak/ Uğur Mumcu şehit olmuş/ Şu feleğin işine bak."
-4 Şubat 1993: İran'ın önde gelen gazetesi 'Cumhuri İslami'nin başyazısında Aziz Nesin, ağır bir şekilde suçlandı ve Salman Rushdi'yle aynı sonu paylaşması gerektiği yorumu yapıldı. Başyazıda, "Şeytan Ayetleri" kitabından dolayı Humeyni tarafından ölüme mahkum edilen Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rushdi'nin kitabını, Türkiye'de yayımlayacağını açıklayan Nesin'in, "Müslümanlar arasında yerinin kalmadığı ve Rushdi gibi, öldürülmesinin mubah olduğu" belirtildi. Nesin hakkında, "Siyonist uşağı", "Pis bir siyon" ve "Pis yazar" deyimlerini kullanan gazetede, ilk adım olarak İran'da çok tutulan yazarın kitaplarının boykot edilmesi istendi. İran'daki radikal kanadın sözcüsü olarak tanınan gazetenin makalesinde, "Salman Rushdi, peygambere ve İslama hakaret ettiği için idama mahkum edilmiştir. Aziz Nesin de bu hakaret ve ihaneti onayladığı için aynı hüküm altındadır. İslami milletimizin ve hükümetimizin bu kişiye tepkisini ve nefretini açıklaması gerekiyor. Salman Rushdi, siyasi bir sorundan önce, İslami bir karardır", denildi. Başyazıda, "İslam dünyası bu konuda hiçbir uzlaşmayı kabul etmediği için, Rushdi'nin yolunu izleyen herkesin onun kaderini paylaşacağı" belirtildi.
-28 Şubat 1993: Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından, son yıllarda güneydoğu bölgesinde, özellikle PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile girdiği çatışmada etkin olan ve Kürtlerin "Hizbul Kontra" adını taktıkları Hizbullah hakkında hazırlanan rapor basına yansıdı. İkibin'e Doğru dergisinde kapak haberi olarak yayınlanan raporda, örgütün Türkiye'deki eylemleri hakkında şunlar söyleniyor:
"Ülkemizde, özellikle başkent Ankara'da görevli yabancı misyon mensuplarına karşı gerçekleştirilen bombalı suikast olaylarının bu örgüt tarafından yapıldığı kanaati mevcuttur. 1987 yılından bugüne kadar; ikisi ABD'li, ikisi Suudi Arabistan'lı, biri İsraü'li ve diğeri de Mısır'h olmak üzere altı yabancı uyruklu şahsa girişilen eylemlerin bu örgüt tarafından gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir. Eylemlerin hepsi, faili meçhuldür. Bugüne kadar maalesef bu olayların failleri tespit edilmemiştir."
"l Aralık 1984 tarihinde, İstanbul ilinde bir kuyumcu soygununa müdahale eden güvenlik kuvvetleriyle sanıklar arasında çıkan silahlı çatışma neticesi, faillerden biri olay yerinde yakalanmıştır. Şahsın yapılan sorgusunda illegal Hizbullah örgütü mensubu olduğu, kuyumcuyu örgüt adına arkadaşlarıyla birlikte soymaya teşebbüs ettikleri öğrenilmiştir. Genişletilen tahkikat sonucunda örgüt mensubu olduğu anlaşılan 13 kişi; bir adet Sten marka makinalı tabanca, dört adet çeşitli çapta tabanca, bu tabancalara ait şarjörler, bine yakın mermi ve bol miktarda örgütsel dokümanlarla birlikte yakalanmışlardır."
"Şeriat kanunlarının geçerli olduğu İran örneğinde olduğu gibi bir İslam devleti kurmak amacı doğrultusunda faaliyet yürüten Hizbullahi kesim, ülkenin bölünmesi, devletin yıkılmasını arzulamamaktadır. Amacı, TC devletinin siyasi sistemini İslami kurallara uydurmakla sınırlıdır. Ümmeti böldüğü ve Müslümanları güçsüz bırakacağı gerekçesiyle PKK'nın bölücü fikirlerini tasvip etmemektedir."
"1991 yılı Mayıs ayından itibaren Güneydoğu Anadolu bölgemizin bazı il ve ilçelerinde PKK ile, kamuoyunda Hizbullahçılar olarak adlandırılan grubun adam öldürme, bombalama, kundaklama, darp ve silahlı saldırı şeklinde cereyan eden karşılıklı çatışmaları süregelmektedir. Hizbullahi kesimin ülkemizde gerçekleştirdiği, eyleme dönük bu tür faaliyetleri, 1991 yılı başlarından itibaren yeni bir boyut kazanmaya başlamıştır.
PKK'nın halktan para toplama, kepenk kapatma, lehte propaganda yapmak, kısaca şunu yap bunu yapma türü istekleri, artık belli bir kesim tarafından yerine getirilmiyordu. Bu isteklerin yerine getirilmesi için baskı, zulüm, dayak ve tehdit metodları ise işe yaramamıştı.
İşte PKK, bu kesimi baskı altına alabilmek ve kendi isteklerine boyun eğdirebilmek gayesiyle, 08 Mayıs 1991 tarihinde Şırnak'ın İdil ilçesinde Hizbullahi kesimin önde gelen isimlerinden M.Şerif Karaaslan'ın anne ve babası, Hayriye ve Sabri Karaaslan'ı evlerinde silahla taramak suretiyle öldürme eylemini gerçekleştirmişlerdir." (2000'e Doğru. 28.2.1993. Sf. 8-14)
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde açılan Hizbullah davasının iddianamesinde ise örgütün iç yapısının iç yapısı ve örgütlenmesi şöyle anlatılıyor:
"a)İlim Cemaati:
İlim cemaatine mensup olanlara göre, aslolan cihat, yani silahlı mücadeledir; önce ona ağırlık verilmelidir. Silahlı mücadele bir temizlik, bir yıldırım harekatıdır. Aynı zamanda, bir güç gösterisidir. Sessiz ve kararsız kitleyi davaya kazanmanın (olanağı. H.N.) olmadığı takdirde zorlamanın tek yolu budur. Zira iyi olarak örgütlenmiş, davaya inanan, bilinçli ve kararlı az sayıda militan; örgütsüz ve dağınık olan çok sayıda sempatizana göre daha yararlı olarak silahlı mücadele verebilir.
Dini yayınlarla tebliğ yoluna bel bağlama, lafazanlıktan, laf ebeliğinden başka bir şey değildir; boşuna bir zaman kaybıdır. Tebliğ, ancak silahlı mücadeleyle yürütüldüğünde etkili olabilir.
Gerçekten de tebliğ hem uzun vadelidir, hem de büyük risk içerir. Gizlilik ve eylem seçeneğini azaltır, zorlaştırır, ihanet yollarını ve pişmanlıkları,örgüt içine sızmaları hızlandırır.
b) Menzil Cemaati (Fecir Cemaati):
Menzil veya Fecir cemaatine göre ise cihat, yani silahlı mücadele için zaman çok erkendir. Cihat yoluna, İslam devriminin yolu tıkanmadıkça başvurulmamalıdır. İslam devrimi için izlenecek yol, önce tebliğ yoluyla taban genişletme ve yeni katılımlar sağlama, cemaatleşme yoluyla yeni katılımları bilinçli ve davaya inanmış militan haline dönüştürme; son çare olarak da cihat ilan etmektir. Kararlı çoğunluğun hareketi, sonucu hızlandırır, alt yapının güçlendirilmesi için üst yapı kurumlarının oluşumunu çabuklaştırır. Demokratik yol kapanmamışken silahlı mücadeleye başvurmak cinnettir. Gereksiz yere dökülecek kan devrimi kendi içinde boğar. Aynı zamanda, güvenlik güçlerinin de dikkatini gereksiz yere üzerine çeker." (Hizbullah İddianamesi, Sf. 8)

HİZBULLAH'IN ÖRGÜTLENMESİ

"Menzil Grubu'nun siyasi lideri, Fidan Güngör'dür. Dini lideri ise Mansur Güzelsoy'dur. Şura üyeleri; sanıklarından Mehmet Yaşasın, Zeki Savaş ve Sadrettin Ay'dan oluşmaktadır.
Şura üyelerinden Mehmet Yaşasın tebliğ grubunun; Zeki Savaş cihad grubunun; Sadrettin Ay ise camii örgütlenmelerinin sorumlusudur. Şura üyelerinden kimlikleri tesbit edilebilenler, bu şahıslar olup diğerlerinin henüz kimlikleri tesbit edilememiştir.
Şura üyelerinden Sadrettin Ay öldürülmüştür; dini lider, siyasi lider ve şura üyesi Zeki Savaş halen firarda bulunmaktadır.
Diyarbakır Askeri Kanat sorumlusu, sanık Emin Tenşi'dir. Askeri kanatta görev alanlardan; Selçuk Atasoy, Gülsan Aydın, Mehmet Tarduş, Abdullah Deniz, Orhan Tektekin, İrfan Aydın bu davanın sanıklarıdır. Askeri kanat görevlilerinden Turhan Aydın yakalanmış olup Adıyaman Cezaevi'nde tutukludur.
Askeri kanat mensuplarından; Muhittin Karaaslan, Şuayp Polat, Ubedullah Can, Azmi Efe ölü olarak ele geçirilmişlerdir.
Askeri kanada mensup olanlardan; Mehmet Murat Benlice, Hamit Kaya, Cengiz Aydın, Lokman Pirizade, Seyfettin Ay, Halil Yıldız, Kadri Akboğa, Hasan Kurt halen firarda bulunmaktadır.
Diyarbakır Tebliğ Grubu:
Sorumlusu, sanık Mehmet Yaşasın'dır. Yardımcıları: Abdülselam Akgül (ölü), yüksek öğretim birimi sorumlusu; Rafet Şener, orta öğretim birimi sorumlusudur. (Rafet Şener halen l nolu DGM'de 1993/719 esas sayılı dosya üzerinde yargılanmaktadır.)
Yüksek öğretim biriminde faaliyet gösterenlerden; Abdülhamit Güler, Kemal Koyuncu, Sabri İdgü, Yüksel Özgan, Mehmet Eken, Cengiz Temel, Behçet Güngör, Fevzi Demir bu davanın sanıklarıdır.
Halk biriminde faaliyet gösterenlerden; Hakan Elem, Murat Koyuncu, Mehmet Polat, Mehmet Koyuncu, Mehmet Rüzgar, Sedri Eren davamızın sanıklarıdır.
Batman Fecir Grubu:
Batman Fecir Grubu'nun Menzil grubuyla birlikte aynı ideoloji ve yöntemi benimsedikleri; aynı nedenlerle ilim cemaatinden ayrıldıkları; ayrıldıktan sonra bölgede tek güç olarak faaliyet göstermek isteyen İlim Grubu'nun saldırısına uğradıkları, hedefi haline geldikleri; Batman'da, Fecir Kitabevi çevresinde cemaatleştikleri için bu isim altında tanındıkları; Menzil cemaatiyle birlikte İlim Grubu'na karşı eylem birliği içine girdikleri ve ortak eylemler gerçekleştirdikleri; Menzil cemaatiyle bir ve türdeş yapıda oldukları; dini liderlerinin İhsan Yeşilırmak (ölü), siyasi liderlerinin Gıyasettin Uğur(ölü), şura üyelerinden tesbit olunanın Zeki Amedi kod adlı Zeki Savaş olduğu;
Zeki Savaş'ın şura üyesi olarak Batman askeri kanadından da sorumlu bulunduğu, Menzil grubunun şura üyesi Zeki Savaş'la aynı kişi olduğu; Fecir grubunun askeri kanat sorumlusunun Eyüp Bozkurt olduğu; Fecir kanadının Cihat grubunun (askeri kanadının) Gülsan Aydın, Muhammed Beşir Toprak, Vahdeddin Edebali, Gıyasettin Uysal, Nasip Hiçyılmaz, Osman Sevim, Metin Eren, Hasan Güzel'den oluştuğu anlaşılmaktadır.
Eyüp Bozkurt ile Zeki Savaş arasındaki bağlantıyı Osman Sevim teşkil etmektedir. Osman Sevim, aynı zamanda Satımlar olarak adlandırılan ideolojik nedenlerle gerçekleştirdikleri silahlı eylemlerde satır kullandıkları için bu isimle adlandırılan grubun üyeleri Şerif Gezer, Ali Kan, Cahid Öztürk isimli sanıkların da lideri konumundadır."
- 21 Nisan 1993: Cumhurbaşkanı Turgut Özal toprağa verildi. 17 Nisan'da, Ankara'da ölen Özal, Fatih Camii'nde kılınan öğle namazının ardından Vatan Caddesi'ne; daha önce kendisinin Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın itibarlarının iadesi için yaptırdığı anıt mezarın ucundaki alana götürüldü. Fatih Camii'nden bando eşliğinde alınan Özal'in naaşını yol boyunca izleyen şeriatçı gruplar, "Müslüman Özal" diye slogan atarak tekbir getirdiler. Sloganların bir amacı da, "Müslüman Cumhurbaşkanı'nın cenazesinin gavur usulü bandoda cenaze marşı çalınarak götürülmesine tepki" ve bandonun sesini bastırmaktı. Şeriatçılar, yollarını açan Özal'ı son yolculuğuna böyle uğurladılar.
-12 Mayıs 1993: Yapım ve yönetimini gazeteci Erhan Akyıldız'ın üstlendiği ve HBB televizyon kanalında yayınlanan Yüksek Tansiyon adlı tartışma programında, eski İstanbul Vaizi Hasan Ali Buldan ile Alevi kökenli yazar Cemal Şener, Alevilik konusunu tartıştılar. Program beklenmedik bir biçimde gelişti ve eski vaiz Buldan, açtı ağzını, yumdu gözünü:
"İbni Sina adlı bir Yahudi, Hazreti Muhammed'in ölümünden sonra Hazreti Ali'yi kandırarak böyle sapık bir akımı ortaya çıkarmıştır."
"Alevilik sapık bir inançtır, Müslümanlıkla ilgisi yoktur." "Avrupalılar ve Şia, İslam'ı bölmek için Alevileri destekliyor." "Aleviler, Tanrı tanımaz, Muhammed'i peygamber olarak kabul etmezler. Ali'yi Allah olarak görürler."
"Aleviler namaz kılmaz ve camiye gitmezler. Camilere hayvan bağlarlar."
"Aleviler mumsöndü yaparlar." "Cehennemde Alevilere yer ayrılmıştır."
-29 Mayıs 1993: Cağaloğlu'ndaki Cezeri Kasım Paşa Camii'nde biriken kalabalık, cuma namazından sonra tekbir getirerek pankartlar açtı. Pankartlarda, "Aydınlık-Rüşdü elele", "İslami hareket engellenemez", "Muhammed'e can feda", "Zillet bizden uzaktır", "Kahrolsun İngiltere ve yerli uşakları" sloganları yer aldı.
Salman Rushdi'nin Şeytan Ayetleri kitabından bazı pasajların Aydınlık gazetcsinde yayınlanmasını protesto eden gericiler, "İslam'a yapılan saldırılara izin vermeyelim", başlıklı bir bildiri dağıttılar. Gericiler, yüzlerce polisten oluşan kordona karşılık vilayete doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş sırasında tekbir getirip, "İslam düşmanlarını cezalandıracağız", "Aydınlık, defol", "Kafirlere yer yok", "Kafirlere karşı Müslümanlar birleşin" sloganları atan gericiler, polisle çatıştı. Gericiler daha sonra, valilik binasının yanıbaşındaki Kaynak Yayınevi'ni ellerindeki sopalar ve demir çubuklarla tahrip ederek yayınevi görevlisi İsmet Öğütücü'yü yaraladılar. Baskın sırasında Aydınlık, Cumhuriyet, Özgür Gündem ve Zaman gazeteleri ile bir İngiliz bayrağı yakıldı. Olaylar sırasında göstericilerin dağıttığı bildiride, "Kur'an'ın korunmuşluğuna dil uzatan, Hz.Peygamber'in aile hayatını haşa, bir genelev ortamına benzeten ve yine ümmetin anaları olan Hz.Peygamber'in hanımlarına haşa, fahişe deme cüretinde bulunan böylesi azgın bir kafirin deli saçmalarının yayınlanması karşısında sessiz mi kalacağız?
Müslümanlar, hesap sorunuz. Nisa suresinde belirtildiği gibi: İnananlar Allah yolunda savaşırlar, kafirler de Tağut yolunda savaşırlar.
O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır."
-2 Temmuz 1993: Sivas'ta 35 aydın, şeriatçıların tekbir sesleri arasında ve devletin gözü önünde yakılarak öldürüldü. İslamcılar için artık, söz bitmişti...

SON SÖZ

Türk emekçisi on yıllarca ezildi. Yaşamın yüküyle ezildi, siyasi yasaklarla ezildi, sınıf çatışmasının şiddetiyle ezildi, emperyalizmin baskısıyla ezildi. Yaşam standardında, teknolojide, bilimde, kültürsanatta, sporda hep ezildi. Cumhuriyet tarihi bir anlamda, Türk emekçisinin ve aydının ezilme tarihidir. Karadeniz'in dalgalarındaki Mustafa Suphilcrden Sivas ateşlerindeki 33 ışığa, hepsi ezilmenin tarih kitabının altı çizili harflerini oluşturdular. Bütün bu zulüm, egemenlerin bilerek ve isteyerek yani, hukuk deyimiyle, teammüden bir boşluk oluşturma çabalarının somut sonuçlarıdır.
Şimdi bu boşluk, daha 1950'den itibaren sırtını egemenlere dayayan şeriatçılarca doldurulmak isteniyor. Bir noktaya da gelindi saylır. İstenen de buydu: Sol'u engellemek. Ne ile ve nasıl olursa olsun; engellemek.
Ortanın sağıyla olmadı. Sivil faşist hareketlerle olmadı. Askeri darbelerle olmadı. Emekçiler ve Sol hepsine direndi. Sokak sokak, kent kent direndiler.
Şeriatçıların yarattığı kilitlenmenin çözümü, emekçilerdedir.
Emekçiler mi?
Onlar ne yaptıklarını, iyi bilirler.

EKLER;

TEKKE VE ZAVİYELERİN KAPATILDIĞI GÜNLERDE İSTANBUL'DAKİ TARİKAT DERGAHLARI

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun'un çıktığı günlerde, İstanbul'da yarı resmi kimliğe sahip 307 tarikat merkezi vardı. Yasadan sonra tüm bu dergâh, tekke, hankâh ve zaviyeler kapatıldı. Aşağıdaki liste, Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'nin 8. cildinden alındı.


MERKEZİN ADI                                                            SEMTİ                   ZİKİR/AYİN
GÜNÜ

BAYRAMİ TARİKATI
1- Divitçiler dergâhı        Üsküdar              Salı
2- Ekmekyemez dergâhı              Salacak Pazartesi
3- Himmetdede dergâhı              Nakkaşpaşa       Perşembe
4- Tevilmehmedefendi dergâhı                Altımermer        Salı

BEDEVİ
5- Ağaçkakan dergâhı    Yedikule              Çarşamba
6- Arabzade dergâhı      Kasımpaşa          Salı
7- Ebürriza dergâhı         K.paşa/Tatavla  Pazar
8- İslambey dergâhı       Eyüp      Cuma
9- Şeyhhamed dergâhı Çengelköy          Cumartesi
10- Şeyhhamil dergâhı  Beylerbeyi          Pazar
11- Şeyhhasib dergâhı   Toptaşı Pazartesi
12- Şeyhhüseyin dergâhı             İstavroz               Perşembe

CELVETİ TARİKATI
13- Acıbadem dergâhı   Üsküdar              Cumartesi
14- Akarca dergâhı          Tophane             Çarşamba
15- Akbıyık dergâhı         Ahırkapu             Çarşamba
16- Alaeddinefendi dergâhı        Sofular Pazartesi
17- Atpazarı Osmanefendi d.     Fatih      Pazar
18- Atpazarı Osmanefendi d.     Üsküdar              Cuma
19- Ayşcsultan dergâhı  İmrahor               Perşembe
20- Bacılar dergâhı          Üsk/Hüdai          Salı
21- Bandırmalı dergâhı  Üsk/İnadiye       Cuma
22- Çakırdede d. (Karaabalı dergâhı)      Dolmabahçe      Çarşamba
23- Divitçizade dergâhı  Üsküdar              Cuma
24- Hüdaiazizmahmudefendi d.               Üsküdar              Cuma
25- İskenderbaba dergâhıÜsküdar          Üsküdar              Çarşamba
26- Keşfi Osmanefendi dergâhı Vezneciler          Çarşamba
27- Küçükayasofya dergâhı         Camii içinde       Cuma
28- Mihrimah sultan dergâhı      Üsk/İskele          Perşembe
29- Musalla dergâhı        Bulgurlu               Perşembe
30- Sarmaşık dergâhı     Edirnekapı          Perşembe
31- Şeyhfenai dergâhı   Üsk/Pazarbaşı   Çarşamba
32- Şeyhselami dergâhı Üsküdar              Pazartesi
33- Şeyhselami dergâhı Büyükçamlıca    Çarşamba
34- Tembelhacımehmed dergâhı             Üsküdar              Perşembe

CERRAHİ TARİKATI
35- Arifdede dergâhı     Üsküdar              Perşembe 36- Çaylakzade dergâhı          Nuruosmaniye Perşembe
37- Halilnizameddin dergâhı       Edirnekapı          Çarşamba
38- İplikçimehmed dergâhı         Otlukotu yok.    Perşembe
39- Karabaş dergâhı       Rumelihisarı       Perşembe
40- Karagöz dergâhı       Silivrikapı             Çarşamba
41- Nureddincerrahi dergâhı      Karagümrük       Pazartesi
42- Sertarikzade dergâhı              Fatih      Salı
43- Sertarikzade dergâhı              Nişancı Pazar
44- Şeyhali dergâhı         Otakcılar              Pazar
45- Tameşvar dergâhı    Eyüp      Perşembe
46- Yağcızade dergâhı(Balaban d.)           Üsküdar              Cumartesi
47- Yesarizade dergâhı  Sofular Cumartesi
48- Yıldızdede dergâhı   Bahçekapı           Çarşamba
49- Başçıhacımahmud dergâhı   Haseki  Çarşamba
50- Gülşenitatarefendi dergahı Tophane             Perşembe
51- Şeyhail dergâhı         Balat      Salı

HALVETİ TARİKATI
52- Bülbülcüzade dergâhı            Fatih      ?
53- Çizmeciler dergâhı   Kabataş               Pazar
54- Hamzazade dergâhı                Fatih      Salı
55- İshakkaramani dergâhı          Sütlüce Cuma
56- Kasımçelebi dergâhı               Çemberlitaş       Cuma
57- Kulemeydanı dergâhı            Yedikule              Çarşamba
58- Maçka dergâhı          Maçka  Pazartesi
59- Sadullahçavuş dergâhı           Silivrikapı             Cumartesi
60- Şevkiefendi dergâhı               Mimarağa           Salı
61- Şeyhhafız dergâhı    Karacaahmet     Pazar
62- Şeyhsüleyman dergâhı         Beykoz Perşembe
63- Tekkeci dergâhı        Topkapı dışı        Cuma
64- Üçler dergâhı             Silivrikapı             Cuma

KADİRİ TARİKATI
65- Abdalyakub d. (Hekimoğlualipaşa d.)             Camii içinde       Cuma
66- Abdüsselam dergâhı              Hekimoğlu          Pazar
67- Ahbaba dergâhı        Fındıklı  Çarşamba
68- Avnizade dergâhı     Üsküdar              Cumartesi
69- Bayrampaşa d. (Paşmakı Şerif d.)     Haseki  Cuma
70- Büyükpiyale dergâhı              Kasımpaşa          Cuma
71- Çenezade dergâhı   Eskiali    Pazartesi
72- Doğramacı dergâhı  Zındanarkası      Çarşamba
73- Dülgeroğlu dergâhı Saraçhane          Perşembe
74- Emirefendi dergâhı Kulaksız               Perşembe
75- Erdekbaba dergâhı  Haseki  Pazar
76- Evlicebaba dergâhı  Eyüp      Cuma
77- Fıstıklı dergâhı           Hasköy Pazartesi
78- Gavsizade dergâhı   Mevlanakapı     Cumartesi
79- Hacıilyas dergâhı      Eğrikapı                Perşembe
80- Hakiefendi dergâhı Eyüp      Cuma
81- Hamdiefendi dergâhı             Sinanpaşa           Çarşamba
82- Havuzbaşı dergâhı (Özbekler d.)       Beylerbeyi          Perşembe
83- Haydardede dergâhı              Saraçhane          Pazar
84- Hindiler dergâhı        Selamsız              Cumartesi
85- Hindiler dergâhı        Horhor Cumartesi
86- Kabakulak dergâhı   Karagümrük       Perşembe
87- Kaadirihane dergâhı               Tophane             Salı
88- Kaledıbı dergâhı       Mevlanakapı     Çarşamba
89- Karabaş dergâhı       Tophane             Perşembe
90- Kartalbaba dergâhı  Nuhkuyusu        Salı
91- Kavafhüseyin dergâhı            Emirgan               Cuma
92- Kavafmehmed dergâhı         Balcıyokuşu        Cumartesi
93- Kaygusuzbaba dergâhı          Ayasofya             Pazar
94- Kelami dergâhı          Mevlanakapı     Salı
95- Kolancıeminefendi dergâhı Otakcılar              Cumartesi
96- Küçükpiyale dergâhı               Kasımpaşa          Cumartesi
97- Kürkçü dergâhı         Lalezar  Pazar
98- Kürkçüzade dergâhı               Silivrikapı             Pazar
99- Mısırlıibrahim dergâhı            Sultanahmet     Cuma
100- Mollaçelebi dergâhı             Eyüp      Cuma
101- Muabbirhasanefendi d.     Kasımpaşa          Çarşamba
102- Nazmizade dergâhı              Şehremini           Pazartesi
103- Nebati dergâhı Tophane    Fatih      Çarşamba
104- Nişancı dergâhı       Aksaray               Cumartesi
105- Oğlanşeyh dergâhı               Mevlanakapı     Pazar
106- Peykdede dergâhı Şehremini           Pazartesi
107- Rem'i dergâhı          Edirnekapı          Çarşamba
108- Resmi dergâhı         Üsküdar              Cuma
109-Serbölük dergâhı    Ayasofya             Perşembe
110- Şeyhhulusi dergâhı               Bebek/Kayalar  Çarşamba
111- Şeyhmehmed dergâhı        Keçeciler             Cuma
112- Şeyhşemsi dergâhı               Haseki  Perşembe
113- Şeyhtaha dergâhı  Davutpaşa isk.  Perşembe
114- Taşçı dergâhı (Gümüşdede d.)        Kasımpaşa          Pazartesi
115- Türabı dergâhı        Kasımpaşa          Cuma
116- Vaniahmedefendi dergâhı                Lalezar  Pazar
117- Yahyaefendi dergâhı           Fatih      Cuma
118- Yahyakethüda d. (Yahubaba d.)     Kasımpaşa          Çarşamba
119- Yarımcababa dergâhı           Paşalimanı          Cumartesi
120- Yavedud dergâhı   Ayvansaray        Cuma
121- Zincirlikuyu dergâhı              Üsküdar              Cumartesi

MEVLEVİ TARİKATI
122- Bahariye Mevlevihanesi     Bahariye              Çarşamba
123- Galatasaray Mevlevihanesi              Galata   Cuma,Salı
124- Üsküdar Mevlevihanesi     Üsküdar              Cumartesi
125- Kasımpaşa Mevlevihanesi Kasımpaşa          Pazar
126- Yenikapı Mevlevihanesi     Yenikapı              P.tesi,Per.

NAKŞİBENDİ TARİKATI
127-Afifehatun dergâhı                Eyüp      Perşembe
128- Akbaba dergâhı      Beykoz Perşembe
129- Babahaydar dergâhı             Eyüp      Perşembe
130- Bademli dergâhı     Sütlüce Perşembe
131- Baliefendi dergâhı Silivrikapı             Cuma
132- Çolakhasanefendi dergâhı Eyüp      Cuma
133- Derunimehmedefendi d.  Vezneciler          Perşembe
134- Ebusaidülhudri dergâhı       Kariye   Cuma
135- Emirbuhari dergâhı               Edirnekapı          Cuma
136- Emirbuhari dergâhı               Unkapanı            Perşembe
137- Emirbuhari dergâhı               Eğrikapı                Perşembe
138-Feyziye dergâhı       K.M.paşa            Cuma
139- Feyzullahefendi dergâhı    Halıcılarköşkü    Cuma
140- Hacıbeşirağa dergâhı           Babıali   Perşembe
141- Hakikiosmanefendi dergâhı             Eğrikapı                Perşembe
142- Hakikizade dergâhı               Eğrikapı                Pazar
143- Hatuniye dergâhı   Eyüp      Pazartesi
144- Hüsrevpaşa dergâhı             Eyüp      Perşembe
145- Kalenderhane dergâhı        Eyüp      Perşembe
146- Kalenderhane Hindiler d.   Üsk/Çinili            Perşembe
147- Karaağaç dergâhı   Karaağaç             Perşembe
148- Karayağdı dergâhı Eyüp      Perşembe
149- Kaşgari dergâhı       Eyüp      Perşembe
150-Kefevi dergâhı         Salmatomruk    Salı
151- Kırkağaç dergâhı    Aksaray               Perşembe
152- Kirpasi dergâhı        Eyüp      Pazar
153- Mehmedsaidefendi dergâhı            Fındıklı  Perşembe
154- Mercimek dergâhı Langa    Cuma
155- Mesnevihane dergâhı         ?             Çar.,Cuma
156- Mimarsinan dergâhı             Aşıkpaşa              Salı
157- Muabbirhasanefendi d.     Eskiali    Perşembe
158-Muradmolla dergâhı             ?             Çarş.,Pazar
159-Mustafadede dergâhı          Fatih      Cumartesi
160- Mustafapaşa dergâhı          Otakçılar              Perşembe
161- Nalbandmehmedefendi d.               Rumelihisarı       Perşembe
162- Nazifdede dergâhı                Anadoluhisarı    Perşembe
163- Neccarzade d. (Sinanpaşa d.)          Beşiktaş               Pazartesi
164- Öküzcebaba dergâhı            K.M.paşa            Cuma
165-Özbek dergâhı         Üsküdar              Cuma
166-Özbekler dergâhı    Sultanahmet     Cuma
167-Özbekler dergâhı    Sultantepsi         Perşembe
168-Perişanbaba dergâhı             Kazlıçeşme         Perşembe
169-Safvetipaşa dergâhı              Hocapaşa            Perşembe
170-Sarıbaba dergâhı     Sarıyer  Pazar
171-Selimiye dergâhı     Üsküdar              Perşembe
172-Seyyidbaba dergâhı              Haseki  Perşembe
173- Şahkulu d. (Merdiköyü d.) Merdivenköy    Perşembe
174-Şehidler dergâhı     Rumelihisarı       Perşembe
175-Şeyhabdullah dergâhı          Kanlıca  Perşembe
176-Şeyhali dergâhı        Eyüp      Perşembe
177-Şeyhhıfzı dergâhı    Unkapanı            Perşembe
178- Şeyhkamil dergâhı Edirnekapı          Pazar
179-Şeyhmurad dergâhı              Nişancı Cuma
180- Şeyhsadık dergâhı Üsküdar              Perşembe
181-Şeyhsaid dergâhı    Fındıklı  Pazar
182- Şeyhselami dergâhı              Eyüp      Pazar
183-Şeyhselim dergâhı Üsküdar              Perşembe
184- Tahirağa dergâhı    Aşıkpaşa              Perşembe
185-Tahirbaba dergâhı  Büyükçamlıca    Perşembe
186-Valdesultan dergâhı              Edirnekapı          Perşembe
187-Vezir dergâhı            Eyüp      Perşembe
188- Yahyaefendi dergâhı           Beşiktaş               Perşembe
189- Yahyazade dergâhı               Yayla     Perşembe
190- Yuşa dergâhı            Beykoz Perşembe
191-Zıbınışerif dergâhı  Taşkasap             Pazar

RIFAİ TARİKATI
192- Alikuzu d. (Çürüklük dergâhı)          Kasımpaşa          Cumartesi
193- Alyanak dergâhı     Lalezar  Perşembe
194- Bekarbey dergâhı  Hobyar Cumartesi
195- Cündi dergâhı         Altımermer        Pazartesi
196- Düğümlübaba d. (Aracıbaşı d.)        Sultanahmet     Pazar
197- Hulviefendi dergâhı             Şehremini           Salı
198- Karababa dergâhı  Atikali   Salı
199- Karanuhud dergâhı              Halıcılar Çarşamba
200- Karasanklı dergâhı Küçük M.paşa   Pazartesi
201- Kılıcımehmedefendi derg. Mevlanakapı     Pazar
202- Kubbe dergâhı        Fatih      Cuma
203- Marufiefendi dergâhı          Kasımpaşa          Pazartesi
204- Osmanefendi dergâhı         Topkapı               Cumartesi
205- Paşababa d. (Hoca dergâhı)              Tophane             Çarşamba
206- Raşedefendi dergâhı           Fatih      Cuma
207- Saçlıefendi dergâhı               Küçükayasofya Pazar
208- Saifefendi dergâhı Şehremini           Cuma
209- Saidçavuş dergâhı Küçük M.paşa   Perşembe
210- Salihefendi dergâhı              Karagümrük       Pazartesi
211- Sancakdar dergâhı Ayasofya             Cuma
212- Sandıkçışeyh dergâhı           Üsküdar              Cumartesi
213- Saraçishak dergâhı                Tavşantaşı          Pazar
214- Seyyahşeyh dergâhı            Kabasakal           Pazar
215- Sultanosman dergâhı          Otakçılar              Cuma
216- Şerbetdar dergâhı Mollagürani       Cuma
217- Şeyhabdullah dergâhı         Odabaşı çarş.     Çarşamba
218-Şeyharifdergâhı      Hüsrevpaşa        Çarşamba
219- Şeyhhafız dergâhı Üsküdar              Perşembe
220- Şeyhmahmud dergâhı        Üsküdar              Çarşamba
221- Şeyhnuri dergâhı   Üsküdar              Çarşamba
222- Şeyhsırrı dergâhı    Kıztaşı   Pazar
223- Şeyhülislam dergâhı             Eyüp      Perşembe
224- Tarsusi dergâhı       Mevlanakapı     Cuma
225- Yahyazade dergâhı               Eyüp      Pazartesi
226- Yeşiltulumba dergâhı           Unkapanı            Cuma

SAADİ TARİKATI
227- Abdüsselam d. (Kovacıdede d.)      Koska    Pazartesi
228- Abidçelebi dergâhı               Kadıçeşmesi      Perşembe
229- Balçık dergâhı          Defterdar           Cumartesi
230- Caferpaşa dergâhı Eyüp      Cuma
231- Ciğerimdede dergâhı           Kasımpaşa          Pazartesi
232- Çakırağa dergâhı    Edirneköprüsü  Cuma
233- Ejder dergâhı          Karagümrük       Pazartesi
234- Etyemez dergâhı   Samatya              Perşembe
235- Fındıkzade dergâhı               Yüksekkaldırım Pazartesi
236- Ganiefendi d. (Hallaçbaba d.)          Üsküdar              Cuma
237- Hamidiye dergâhı  Kuşdili   Pazar
238- Hasankudsiefendi dergâhı Mevlanakapı     Salı
239- Hasırcızade dergâhı              Sütlüce Çarşamba
240- İsaefendi dergâhı  Halıcılarköşkü    Cuma
241- Kadem d. (Halilhamdipaşa d.)          Davudpaşa         Salı
242- Kantarcıbaba dergâhı          Gümüşsüyü       Cuma
243- Malatyalıismailağa d.           Üsküdar              Salı
244- Raşidefendi dergâhı             Şehremini           Pazartesi
245- Sancaktar dergâhı Üsküdar              Pazar
247- Sır dergâhı Otakçılar              Cuma
248- Şeyhcevher dergâhı             Okmeydanı        Salı
249- Taşlıburun d. (Lageri d.)      Eyüp      Perşembe

SİNANİ TARİKATI
250- Haririmehmedefendi d.     Topkapı               Cuma
251 - Ümmisinan dergâhı             Eyüp      Çarşamba
252- Zekaizade dergâhı Şehremini           Cuma

SÜNBÜLİ TARİKATI
253- Beşikçizade dergâhı             Davudpaşa         Salı
254- Cihangirhasanefendi d.      Cihangir camii    Pazartesi
255- Çayır dergâhı(Safvetipaşa d.)           Silivrikapı             Pazar
256- Dırağman dergâhı  Draman               Çarşamba
257- Erdebil dergâhı       Ayasofya             Cuma
258- Ferruhkahya dergâhı           Balat      Cuma
259- Hacıevhad dergâhı                Yedikule              Pazartesi
260- Hacıkadın dergâhı  Samatya              Perşembe
261 - İbrahimpaşa dergâhı           Nişancı Salı
262- Karamehmedpaşa dergâhı               Aksaray               Cuma
263- Keşficaferefendi dergâhı   Fındıklı  Cumartesi
264- Koruk dergâhı         Mollagürani       Salı
265- Mehmedağa dergâhı           Çarşamba           Cumartesi
266- Merkezefendi dergâhı        Merkezefendi  Perşembe
267- Mimaracem dergâhı            Mevlanakapı     Çarşamba
268- Mirahur dergâhı     Yedikule              Pazar
269- Ramazanefendi dergâhı     K.M.paşa            Pazartesi
270- Saçlıhüseyinefendi dergâhı              Üsküdar              Pazartesi
271- Sirkeci dergâhı        Küçük M.Paşa   Çarşamba
272- Sivasi dergâhı          Sultanselim        Perşembe
273- Sivasi dergâhı          Eyüp,Nişancı      Perşembe
274- Sümbülefendi dergâhı        K.M.Paşa            Cuma
275- Şahsultan dergâhı Eyüp      Salı

..