21 Temmuz 2016 Perşembe

SEN GELMEZSEN ŞAFAK SÖKMEZ., KIBRIS BARIŞ HAREKATININ 42 YILI KUTLU OLSUN



SEN GELMEZSEN ŞAFAK SÖKMEZ., KIBRIS BARIŞ HAREKATININ 42 YILI KUTLU OLSUN

Kıbrıs Barış Harekatı’nın 42. Yılı: Sen Gelmezsen Şafak Sökmez

Yazar: Gözde Kılıç Yaşın


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı'nda Kıbrıs harekâtının 41’inci yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bu çerçevede 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece harekâtın şehit ve gazilerini anmak için Yavuz Çıkarma Plajı’nda 6 yıldır yapılan “Şafak Nöbeti” artık gelenekselleşmiş bir etkinlik halini aldı. Şafak Nöbeti, 1974’te şafakla adaya gelen Türk askerini bekleyişi ifade eden temsili bir etkinliktir. Her yıl çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu binlerce kişi ellerinde bayraklar ve meşalelerle şafak nöbetini tutmak üzere konvoy halinde 20 Temmuz 1974’te Türk Ordusu’nun adaya ilk adımını attığı Yavuz Çıkarma Plajı’na iniyor. Plaj üzerine kurulan platformda bu sene sema gösterisi gerçekleştirilmesi, Din İşleri Başkanlığı'na bağlı 25 imamın katıldığı zafer duası, şehit olan Türk askerleri için Kuran-ı Kerim okunması ardından havai fişek gösterileri yapıldı. Gece, sabah ezanının sahilde okunması ve havai fişeklerin atılmasıyla son buldu. Aslında Şafak Nöbeti, devlet törenlerinin düzeyinin düşürülmesi durumunda halkın kendi kutlu günlerine nasıl sahip çıkacağının bir göstergesi olarak da görülmelidir.






Katılımın çok yoğun olması, 20 Temmuz’un algılanışında Kıbrıs Türkünün hemfikir olduğu izlenimi yaratıyor. Nitekim 20 Temmuz 1974’ü izleyen süreç için kimi zaman farklı görüşler gündeme gelse de 20 Temmuz 1974’te başlayan ve 16 Ağustos 1974 günü sona eren Kıbrıs Barış Harekatı’nın Türklere dönük katliamları durduran bir müdahale olduğuna itiraz eden yok gibi görünüyor. Harekat düzenlenmemiş ve Yunan Darbesi başarı ile sonuçlanmış olsaydı Muratağa, Sandallar, Atlılar, Taşkent gibi köylerde yapılan toplu katliâmların kısa bir süre içinde adanın tamamında gerçekleştirileceğine hiçbir kesimin şüphesi bulunmuyor. Nitekim Muratağa- Sandallar- Atlılar, Alâminyo, Taşkent, Ayvasıl'da yaşananların Rumların bir "iç savaş" görünümüyle tüm Türkleri Ada'dan temizleme niyetinin sonucu olduğu da BM raporlarında yer almaktadır. 







Rum hükümetinin aldığı bir kararla Türkler, Ada'nın yüzde 3'lük kısmında yaşamaya mahkûm edilmiş, temel yiyecek ve ilaç temininden dahi yoksun bırakan ağır bir ambargoya tabi tutulmuşlardı. Bu döneme ilişkin BM Güvenlik Gücü'nün yaptıkları ve yapmadıkları da aslında sürecin gidişatını belirleyen temel faktörlerdendi. 17 Mart 1964'te BM Barış Gücü askerleri Ada'ya çıkmış, ilk iş olarak da silahsızlandırmaya girişmişti. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George W. Ball, döneme ilişkin raporunda,[1] 


    1964'de BM Güvenlik Konseyi'nden acilen Barış Gücü isteyen Makarios'un amacının Türkiye'nin müdahalesini engellemek ve "Rumların Türk kıyımına rahatça devam etmesini sağlamak" olduğunu açıkça dile getiriyor. Nitekim BM Barış Gücü, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs'ta Türklere Rumlar tarafından uygulanan insanlık dışı katliamların, evlerin ve köylerin zorla boşaltılmasının, izolasyonların, dolaşım özgürlüğü kısıtlamasının önüne geçememişti. Dahası Türklerin ellerinden kendilerini savunabilecekleri silahlarını toplamakla da yeni katliamların önünü açmıştı.

Barış Harekatı’nın 41. Yıldönümü Kutlamalarındaki Aksaklıklar

Barış Harekatı yıllardır kutlanıyor ancak bu yıl Cumhurbaşkanı’nın sol kesimden gelen Mustafa Akıncı olması, iktidar partisinin sol CTP olması bir takım itirazların da gündeme gelmesine sebep oluyor. İtirazların genel çerçevesi de bir yandan müzakereler yürütülürken bir yandan Rum tarafının “yas günü” olarak gördüğü bir günün, “işgal” olarak değerlendirdiği bir Harekât’ın kutlanıyor olmasının ikircikli bir duruş yarattığı yönündedir. Pek tabi ki bu yorumlara EOKA’nın (Ethniki Organosis Kibriyon Agoniston) Kıbrıs’ı kan gölüne çevirerek terör ve tedhiş hareketlerine başladığı 1 Nisan 1955’e atfen 1 Nisan’ların Rum tarafında kahramanlık günü olarak kutlandığı ibaresi eklenmemektedir. Aynı mantıkla Rum tarafının da 1 Nisan kutlamalarını ve bugün madalya dağıtımını bırakması ve hatta Kanlı Noel’e atfen 21 Aralık’ların Rum tarafında da yas günü ilan edilmesi gerekmez miydi? 1974'e dek süren ve  500 Türkün kurşuna dizilmesine, yüzlercesinin canlı canlı gömülmesine, yakılmasına ya da kuyulara atılmasına, 30 bin insanın evlerini terk etmesine ve 103 Türk köyünün tamamen yok edilmesine sebep olan ağır katliam Aralık 1963'te Kanlı Noel'le başlamış mıydı? 

Nitekim Kıbrıs Türk solunun en büyük açmazı, “ayarı” Türk siyasilere vermeye çalışırken Rum siyasiler ve Rum Kilisesi’nin pozisyonunu göz ardı etmeleridir.







Barış Harekatı’nın 41. Yılı kutlamalarına gölge düşüren bir diğer gelişme de Rum Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in Mustafa Akıncı’nın “1974 sadece barış harekâtı değil bir savaştı” şeklindeki sözlerini selamladığını ifade eden yazılı açıklamasıydı.  Aynı yaklaşımı Rum gazetelerin de sürdürdüğü gözlemlenmektedir. Simerini, haberi “Akıncı’nın 1974’le İlgili İtirafı... Kıbrıslı Türk Lider En Büyük Kurbanların Kıbrıslı Rumlar Olduğunu Kabul Ediyor” başlık ve spotlarıyla duyururken. Alithia, “Akıncı, Ankara’yı Düzeltiyor! Kıbrıslı Türk Lider Mesajında ‘Barış Harekâtı’ Değil Savaştı ve En Büyük Kurbanları Kıbrıslı Rumlardı Dedi” başlığını kullandı. Politis ise “Mustafa Akıncı’dan Tarihi Özeleştiri... 1974 Savaştı, Kurbanları Kıbrıslı Rumlardı” başlığını tercih ederken ve Fileleftheros da “Akıncı: 1974’ün En Büyük Kurbanları Kıbrıslı Rumlardı” başlığını kullandı.[2] Halbuki KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın konuşmasının başı ve sonunda daha farklı bir mana yüklüydü. Nitekim "Tarihi hep 20 Temmuz gününden başlatmak isteyenler var ancak 20 Temmuz aslında bir sonuç... Onun 5 gün öncesi var, 15 Temmuz olmasa 20 Temmuz da olmazdı" sözleri faşist Yunan cuntasının 15 Temmuz'daki Enosis amaçlı darbesine makul bir göndermedir. Anastasiadis ve Rum basının ön plana çıkardığı sözlerin bütünü de aynı şekilde darbeyi ön plana çıkarıyordu: “Kuşkusuz ki biz adına ‘Barış Harekatı’ desek de bu bir savaştı.. Kimimiz yaşamını, kimimiz yakınını kaybetti. Ocaklar söndü, aileler dağıldı... Ayrıca binlercemiz göçmenlik travmasıyla başa çıkmak durumunda kaldık. Kıbrıs Rum toplumu, Yunan cuntasının sebep olduğu 1974 trajedisinin en büyük mağdurlarından birisi oldu.”[3]






Bu çerçevede öncelikle KKTC solunun da esasen 20 Temmuz 1974 konusunda Kıbrıs Türklerinin geri kalanıyla aynı fikirde olduğu tespiti yapılmalıdır. Akıncı bazı köşe yazarlarının eleştirilerine de söz konusu açıklamasıyla cevap vermiştir. İkinci olarak ise Akıncı’nın Rum tarafının bir takım açıklamaları nasıl saptırabildiğini görmesi ve Türk gazeteci veya araştırmacıların müzakere sürecine ilişkin gelişmeleri Rum basınından öğrenmek zorunda kalmasının yarattığı benzer sakıncaları gidermesi gerekmektedir. Sonuçta Anastasiadis ya da Rum basının bir açıklamayı tamamen farklı bir anlamda söylenmiş gibi yorumlaması sadece Rum kamuoyuna Akıncı’yı sempatik göstermek için yapılmamıştır. Hatta muhtemelen bu sebeplerden biri dahi değildir. Türk vatanseverlerin Akıncı’ya güveninin yıpratılmasının daha esaslı bir sebep olacağı açıktır. Müzakerelerle ilgili olarak da Anastasiadis'in Akıncı ile uzlaşmanın çok kolay olacağı yönündeki ima içeren sözlerinin arka planında aynı niyet yatıyor gibi görünmektedir. 




Sonuç: Yunan Mahkemelerinin Barış Harekatı Yorumu

Rum basınının çarpıtmalarına ve Türk basınındaki törenlerden vazgeçilsin yönündeki anlamsız çağrıya rağmen –zira Şafak Nöbeti halk hareketidirve devlet töreni kaldırılacak olsa bile devam edecek gibi görünmektedir- Türk Barış Harekatı’nın 41. Yıldönümü KKTC’de coşkuyla kutlanmıştır. Tüm itirazı olanlara da Yunanistan mahkemelerinin bir kararını sunmak yerinde olacaktır. 22 Temmuz 1974'de Lefkoşa üzerinde uçarken, Kıbrıslı Rumların açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanan Yunan Delta nakliye uçağının içinde ölen oğlu için tazminat talebinde bulunan bir Yunan'ın davayı temyiz mahkemesine taşıması üzerine Yunanistan yüksek mahkemesi tartışmaları çözecek bir karar vermiştir.  Atina Temyiz Mahkemesi'nin 21 Mart 1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararına göre[4]

"Türkiye'nin Zürih ve Londra Antlaşmaları çerçevesinde garantör devlet olarak Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır. 

Asıl sorumlu, haklarında dava açılan Yunanlı Subaylardır. Zürih Antlaşmasını imzalayan devletler, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, garantör devletler olarak Kıbrıs'ın herhangi bir devletle birleşmesini, bölünmesini, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin güvenliğini garanti altına alıp, koruyacaklarına dair taahhütlerde bulunmuşlardır. 15 Temmuz 1974'te General Yuannidis, Ada'daki Yunan Birliği Komutanı General Yorgacis ve 102 Yunanlı subayın yer aldığı darbeyi yapmıştır. Kıbrıs Anayasası ayaklar altına alındıktan sonra, adamları Nicos Sampson başa getirilmiştir. Türkiye 20 Temmuz 1974'te ancak yaratılan bu durumdan sonra Adaya müdahalede bulunmuştur."Atina Temyiz Mahkemesi her ne kadar 20 Temmuz 1974 öncesi yaşanan katliamlara girmiyorsa da gelişmelerin kronolojisinde tarihi gerçekleri ortaya koyuyor. Sonuçta bu yıl Kıbrıs'ta barışın, huzurun 42. yılıdır: Kutlu Olsun... 


[1]George W. Ball, The Past Has Another Pattern, Memoirs, Norton & Co, New York 1982
[2]Akıncı'nın '20 Temmuz' konuşması Rum basınında ses getirdi,  http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/58/news/167740/PageName/GUNEY_KIBRIS, 20
 Temmuz 2015
[3] Akıncı’nın açıklamasının tamamı için bkz. http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/167738/PageName/KIBRIS_HABERLERI
[4]Söz konusu kararın çevirisi, konuyu basına ilk kez taşıyan Prof. Dr. Ata Atun tarafından yapılmıştır. 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2015/07/20/8242/kibris-baris-harekatinin-41-yili-sen-gelmezsen-safak-sokmez


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder