Özcan PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özcan PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2017 Çarşamba

Diyanet Milli Değildir!

Diyanet Milli Değildir!


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
07 Ocak 2017



"15 Temmuz darbe girişiminden bu yana yazı yazmıyorum. Ancak eskiden yazdığım yazıları bugünlerde meydana gelen olaylar nedeni ile yeniden sizlere hatırlatıyorum. İki yıl önce kaleme aldığım "Diyanet Milli Değildir!" başlıklı yazımı, Diyanet'in tartışmalara yol açan eski yılın son Cuma'sındaki hutbesi ile Cübbeli Ahmet'in "santraç oyunu" açıklaması vesilesi ile sizlerle yine paylaşma ihtiyacı duydum. Benim yazdığım yazıdan bu yana geçen değil iki yılda bu konu ile ilgili son iki yüzyıldır değişen bir şey varsa sizde onu bana anlatın!"



"Türkiye Cumhuriyeti devletinin üzerinde oturduğu topraklar, dine dayalı meseleler sebepi ile ağır toplumsal ve siyasal sorunlar yaşıyor.

İslam dininin, vatandaşlarımız arasında etkisinin çok büyük olduğuna ve insanlarımızın Allah, Kur'an ve Peygamber aşkına bizzat şahitlik ediyoruz. Bundan da çok şükür, bir şikayetimiz yok!

Bu aşk beraberinde, ne yazık ki; istismarı, yalanı, köleliği, teslimiyeti, işbirlikçiliği getiriyor ve nihayetinde bu zaafiyetler Müslümanların dünya coğrafyasında zulüm görmesine neden oluyor!

Çünkü bu öylesine ulvi bir aşk ki; düşünceleri köreltiyor ve aklı dumura uğratıyor. Eğer hümanizmanın hakim olduğu demokratik bir dünyada yaşasak varsın bu aşk içinde eriyelim. Ancak vaziyet hiç de öyle değil. Malum insanoğlu Hz. Âdem'in çocuklarından bu yana hep bir kavga içinde. Ve biz Türklerde bu kavgada kendimizi savunmak durumundayız!

İslam dininin inananlar üzerindeki etkisini gören emperyalist küreselciler, başta İngiltere olmak üzere bu etkiyi Müslümanların aleyhine kullanmayı hep başarmıştır.

Günümüzde Müslüman ülkelerin nerede ise tamamı sömürge halindedir. Türkiye'nin de göstergelerine bakarak tıpkı Osmanlının son zamanlarında olduğu gibi yarı sömürge haline geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ancak gelişmeler Türkiye'nin bu yarı sömürge halini sürdüremeyip tam sömürge haline geleceğini bize göstermektedir. Osmanlı'da da böyle olmuş, Türkler, Sevr ile küçücük bir toprak parçasında şimdilik(!) yaşamaya mahkum edilmek istenmiştir.

Eğer bu güne kadar tam sömürge olmaya dayanabilmişsek, bunda Atatürk'ün temellerini attığı Türkiye Cumhuriyeti'nin, milli değerlere bağlı üniter yapıya sahip bir devlet oluşunun önemli bir rolü vardır..

Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken Osmanlı-Türk İmparatorluğu'nun yıkılışında, din adamları ve tarikatların rolünü ve yaptıklarını çok iyi görmüştür.

Yunanı Yunan bayrakları ile karşılayanlar, İngilizlerle dostluk edenler, Amerikan Mandacılığını isteyenler ve Kuvay-I Milliye'ye karşı olan isyanların içinde din adamları hep baş rol oynamıştır. Hatta bölücü Kürtçü Şeyh Said isyanının bile din adına başlatıldığı söylenip durulur.

Memleket ve Türk insanı, bugün olduğu gibi 100 yıl öncesinde de, o kadar bitap düşmüştür ki; bu bitap düşüşün ve ruhen çöküşün arkasında, din adamlarının fetvaları ve toplumu yönlendiren söylemleri vardır. Elbetteki, bunlar arasında milli tavırlar alan ve dinin esasına uygun davranan, esaret ve köleliği red eden, haysiyetli din adamları da vardır.

Devletin ve Müslüman Türk Milleti'nin aleyhine davranan din adamlarının, her türlü yanlışı savunması da, genellikle dinin korunması zorunluluğu ile ifade edilmiştir. Onlara göre din korunduktan sonra koruyanın kimliğinin hükmü yoktur. Bu sebeple vatan ve milliyet kavramlarının önemi olmaz. İşte bu anlayış günümüzde de "vatanı seccadeden ibaret görmek anlayışı" ile sürmektedir ve İngiliz siyasetinin bir tezahürüdür. Yani  din korunduktan sonra başımızda İngiliz, ABD, Yunan olmuş fark etmez! Bu yüzden din adamlarının büyük çoğunluğu, Türkiye Cumhuriyeti'ni dinsizliğin odağı olarak görmüş ve Türk Milletini bu yönde ikna etmiştir.

Atatürk bunları yaşamış ve görmüş bir insandır. Akıl, bilgi ve tecrübe süzgecinden geçirdikleri ile ilk yaptığı işlerden biri"Diyanet İşleri Teşkilatı" kurmak olmuştur. Amacı;  batıl inanç, hurafe ve sapkınlıklardan arınmış ve milli değerleri özümsemiş din adamları ile Müslüman Türk Milletinin geleceğine yön vermektir.

Geldiğimiz nokta ise bunun tam tersidir. İki yüz bin üzerinde çalışanı, yüz bin civarında imam, müezzin ve vaizi ile birlikte  Diyanet İşleri'nin Müslüman Türk Milleti'ni  gayr-milli bir çizgiye taşıdığını görüyoruz. Bu gün diyebiliriz ki; diyanetimiz "milliyetsiz sağ"ın elindedir. Diyanet üzerinde etkili tarikat ve cemaatler ise, milletin "Türk"lüğüne karşıdır hatta düşmandır.

Günümüzün din adamlarının kahır ekseriyeti, adı "Türk" olan milletin erimesi, çözülmesi ve dağılması için elinden geleni yapmaktadır.

1994 Yerel Seçimleri ile 2002 Genel Seçimleri öncesinde "Müslümanlar İktidara Gelsin" şimdi de onca hırsızlığa, ahlaksızlığa, yolsuzluğa ve dine aykırı davranışa rağmen "Müslümanlar İktidarda Kalsın" propagandası, din adamlarının çevresinde dönüp durmakta ve din adamları en azından buna sessiz kalmaktadır.

Camilerde, Türk Milletinin karşı karşıya olduğu tehlikelere ilişkin tek bir söz duymak mümkün değildir. Hatta bir gün Kastamonu'nun meşhur Musalla Camii'nde, "Zafer Haftası"na ilişkin vaaz dinlerken, zaferleri  Türk Ordusu kazanmış olmasına rağmen, vaiz tek bir kere bile "Türk" sözcüğünü diline almamıştı. Gerçi ben de hiç şaşırmamıştım!

Yani anlatmak istediğim o dur ki; din adamlarımızın ezici çoğunluğu milli değildir ve Türk olsalar bile Türk milliyetini red etmektedirler. Maalesef İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri bu tip insanlar yetiştirmektedir. Ve bu tesadüf değildir.

Buna karşılık Haçlı Dünyası'nın din adamları, kendi milli bilinçlerini devamlı canlı tutmakta, toplumsal sorunların milli menfaatler korunarak çözülmesi noktasında çaba harcamakta ve kiliseleri bu amaçla kullanmaktadır.

Din adamlarımızın ve Diyanet'in milli olmayışı çok önemli bir sorundur. Türk'ün asimilasyonu bu din adamlarının şuurlu politikaları sonucu ivme kazanmaktadır. Bu Türk'e karşı bir planın parçasıdır.

Hâlbuki bizler için tek gerçek, Türk Milletinden ve İslam Ümmetinden olduğumuzdur. Böyle olunca hem Türk Milleti hem de İslam Ümmeti için yaşarsınız. Biz övündüğümüz büyük medeniyetleri böyle kurduk. Türk olduğumuzu unutmadan!"



07 Ocak 2017

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=7929


Kudüs Perişan, Müslüman Perişan!


Kudüs Perişan, Müslüman Perişan!



Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
10 Ocak 2017


Bu hafta İsrail'e bir seyahat yaptım. Tabii ki İsrail'e gidip Kudüs'e gitmemek olmazdı bizde oralara giderek Mescid-i Aksa'yı ve Peygamber makamlarını ziyaret ettik. Falih Rıfkı Atay'ın "Zeytindağı" adlı eserinde anlattıklarını bizzat yerinde müşahede ettik. Hatta Cuma namazımızı da Mescid-i Aksa'da kıldık.

Biliyorsunuz, Peygamber Efendimiz Mirac Hadisesini Mescid-i Aksa'da yaşamıştır ve bir Hadislerinde "Oraya gidin ve içinde namaz kılın" demiştir. Yani o topraklar bizim için kutsal olan; gidilmesi, ziyaret edilmesi ve elde tutulması gereken topraklardır.

Ancak son durum itibarı ile Peygamber vasiyetini tutabildiğimiz pek söylenemez!

Müslümanlar için önemli olan bu topraklar, aynı zamanda Yahudiler ve Hıristiyanlar içinde önemlidir. Çünkü onların inançlarına göre bu topraklar, Peygamberlerinin ve milletlerinin ana vatanıdır.

Bu sebeple bahsettiğimiz coğrafya, binlerce yıldır dinler arası büyük bir mücadele alanıdır. Bu mücadele, insanlık tarihi açısından kanla ve göz yaşı ile doludur vede bu durum halen Filistinlilerin uğradığı zulüm ile devam etmektedir. Filistinlilerin içinde bulunduğu cismi ve ruhani hal bu durumdan kurtulmaya yeterli değildir. Tıpkı bizim içinde bulunduğumuz halden kurtulmak için yüz yıldır verdiğimiz mücadelenin yeterli olmayışı gibi!!! Yani çakma bir din anlayışına mağlup olma durumları Türkiye'de olduğu gibi Filistin'de de vardır. Bununda tesadüf olması mümkün değildir...

Günümüzde İsrail dediğimiz topraklar daha dün dediğimiz 1917 yılına kadar Osmanlı - Türk Devletinin elindeydi. Bugün ise"Küresel Güçler"in Yahudiler tarafından ikna edilmesi ile İsrail'in elindedir.

Her zaman söylüyorum, kendisini Türk gören veya görmeyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bugüne kadar başlarına geleni ve bundan sonra gelecek olanları anlamak istiyorlarsa, Balkanların ve Filistin'in dününü ve bugününü çok iyi bilmek zorundadırlar.

Kudüs ve gittiğimiz tüm yerlerde gördüğümüz o dur ki, Müslümanın hali perişandır. Baskı, zulüm, insan hakları ihlalleri, eğitimsizlik, işsizlik ve diğer sıkıntılar had boyuttadır. Bunu tüm İslam dünyası için söylemek mümkündür.

Haçlı ve Siyonist hâkimiyet, Müslümanları çevrelemiştir. İstikbal için öngörüm şudur ki, böyle giderse Mescid-i Aksa'ya belki oğlum girebilir ama torunlarımın girmesi mümkün değildir. Yahudiler bunu milli ve dini şuurları nedeni ile kısa sürede sağlayacaklardır.

Türk Milleti günümüz itibarı ile tarihle ve coğrafya ile ilişkisini kesmiş olduğundan olan biteni anlayamaz haldedir. Çağdaş ve entellektüel kesimler bu topraklar ile yeterince ilgilenmemektedir. Seyahat boyunca gördüğüme göre, bu topraklara giden insanlarımızın ezici çoğunluğu mütedeyyin insandır ve dini amaçla ziyaretlerde bulunmaktadırlar. Hrıstiyan ve Yahudi dünyasından gelen insanlar ise eğitimli ve entellektüel tiplerdir ve gezilerini dini olduğu kadar bilgi edinmek amacı ile yapmaktadırlar. Yani çoktan unuttuğumuz "Kızıl Elma"mız gibi bir stratejik hedefleri vardır.

Kudüs ve Filistin; ABD, İngiliz, Rus, Alman, Yunan kiliseleri ile benzerlerinin hakimiyet kurma mücadelesi verdiği bir alandır ve biz ise bu alanda maalesef yokuz!

Ancak gerek Filistinliler gerekse Yahudiler, "Biz Türküz" deyince sevgilerini ifade ettiler. Bu sevginin ecdadın onlara gösterdiği karşılıksız ilgi ve yardımdan geldiğini düşünüyorum.

Lafın özü şu, biz Türk Milleti olarak İsrail ve Filistin'le çok yakından ilgilenmeli, Peygamber vasiyeti olarak Mescid-i Aksa'yı boş bırakmamalı vede o topraklar ile ilgili milli ve dini hedefler ortaya koymalı, bunları gerçekleştirmek içinde çok çalışmalıyız. Yoksa sadece Filistin'de değil Türkiye dahil tüm İslam Dünyasında yok olur gideriz.

Yine karamsar bir yazı olmuş diyenlerede " Ne yapalım bunlar gerçeğin ta kendisi" diye cevap vererek bitirelim!

10 Ocak 2017


http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=7935



6-7 Eylül’ü Biliyorsunuz Ya 29 Ocak’ı?



6-7 Eylül’ü Biliyorsunuz Ya 29 Ocak’ı?




Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
30 Ocak 2017


" Yunanistan 8 haini iade etmeyip, Ege Denizindeki Türk Adalarını işgal etmeye ve Kıbrıs'ta Türk hâkimiyetine son vermeye çalıştıkça bende unutan veya hiç bilmeyen akıllara bir hatırlatayım dedim. Malum bugün 29 Ocak! "


Türk Milleti, tarihi sorunlar içinde boğuşup duruyor  ve bu sorunların içinden akıl ve bilgi yolu ile değil de, yumurta kapıya geldiğinde kaba kuvvet ile çıkmaya çalışıyor.

Vereceğimiz örnekte bunun bariz bir göstergesi...

Sizlere bir " 6-7 Eylül" ile " 29 Ocak " karşılaştırması yapmak istiyorum.

Çoğunluğunuzun 6-7 Eylül olaylarından haberdar ama buna karşılık 29 Ocak'tan pek bir bilginizin olmadığı malumumuz!

Hâlbuki 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 61 yıl geçmiş iken, 29 Ocak olaylarının üzerinden sadece 26 yıl geçti. Yani demek istediğim şu, 6-7 Eylül olayları meydana geldiğinde yaşayanların büyük bir kısmı öldü ve çoğunluğumuzda henüz doğmamıştık bile...

Ancak çoğunluğumuzun fiilen yaşadığı 29 Ocak 1988-1990 olaylarını, bırakın unutmayı duymadık bile ama buna karşılık 6-7 Eylül olayları film şeridi gibi önümüzde duruyor.

Gizli bir elin, bizi 29 Ocak olaylarından habersiz bırakırken, 6-7 Eylül olaylarını pişirip pişirip önümüze getirdiğini görüyoruz. Bunda da çok başarılılar.

Çünkü en basit bakış açısı ile 6-7 Eylül olayları Türkiye'de, 29 Ocak olayları Yunanistan'da oldu.

29 Ocak olaylarında Batı Trakya Türklerine verilen maddi zararın boyutu, 6-7 Eylül'de meydana gelen olaylardaki zarardan büyüktü.

Fikirlerinin tamamı yakınına katılmasam da Prof. Dr. Baskın Oran bile; 29 Ocak olayları ile 6-7 Eylül'ün bir çok benzerlikler gösteren kitlesel bir saldırı olayı olduğunu belirtiyor.

O dönem, İstanbul'daki Patrikhane'nin başındaki zatın muadili olan İskeçe Müftümüz rahmetli Mehmet Emin Aga ve daha birçok kişi öldüresiye saldırıya uğradı ve müftümüz günlerce Türkiye'de GATA'da tedavi gördü.

Şimdi size soruyorum; Patrik efendi Bartholomeos Türkiye'de böyle bir saldırıya uğrasa, dünya üzerimize çullanır mı, çullanmaz mı? Biz buna karşılık ne yapmışız, 29 Ocak'lardan Türk kamuoyunu habersiz bırakmışız! Rahmetli Mehmet Emin Aga'nın başına gelenleri anlatmamışız.

29 Ocak'ları hain aydın tipi bilmez ama kendine Türk Aydını yakıştırması yapanlarda bundan pek bir habersizdir. Siyasetimizi ise hiç sormayın, biz Türkler o cephede zaten perişan haldeyiz!

Peki olaylar bittikten sonra ne oldu? Türkiye, 6-7 Eylül olaylarında meydana gelen hadiselerden doğan zararı tazmin etti ve gereken tedbirleri aldı. Yunan tarafı ise Batı Trakya Türklerine karşı uyguladığı insanlık dışı politikaları aynen sürdürüyor.

Ne yazık ki; Yunanistan'daki Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının "29 Ocak Milli Direniş Günü" adını verdiği bu günü yaratan koşullar, günümüzde de devam etmektedir.

29 Ocak 1990'dan sonra Yunanistan'da ne oldu derseniz; Yunanistan asimilasyon politikalarına devam etti, 60.000'nin üzerinde Batı Trakya Türkünü hukuka uygun olmayan bir şekilde vatandaşlıktan çıkardı ve en önemlisi Türk Dünyasında bir yıldız gibi parlayan Batı Trakya Türklerinin lideri Dr. Sadık Ahmet'i planlı bir trafik kazası ile şehit etti.

Durmadı, Türkiye'ye; Ruhban Okulunu aç, Patrikhanenin Ekümenikliğini tanı, vakıf mallarını iade et, Kıbrıs ve Ege'deki taleplerimi karşıla diye baskı yaptı. Yetmedi PKK'ya kamplar açtı ve askeri - diplomatik destekler verdi. Şimdi de Ege'deki  Türk Adalarını işgal etmeyi sürdürüyor!

Biz bunlara karşı ne yaptık! 29 Ocak olaylarını konuşamadık bile...

Türkiye ile Yunanistan arasında sorunlar vardır ve olacaktır da... Ancak biz, bu sorunları bilmeli ve tedbirlerimizi ona göre almalıyız. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığını asla yalnız bırakamayız ve bırakmamalıyız. Çünkü onlar bizim için inanılmaz çileli bir hayat sürüyor ve her 29 Ocak'ta "Biz Türküz" diye haykırıyorlar.

Buradan Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığına sesleniyorum: "29 Ocak Milli Direniş Günü"nüz kutlu olsun. Unutmuyoruz ve unutturmayacağız!




30 Ocak 2017

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=7965



***