Özcan PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özcan PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2017 Çarşamba

Zina Suçu ve R. T. Erdoğan



Zina Suçu ve R. T. Erdoğan



Özcan PEHLİVANOĞLU

ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
23 Mayıs 2010

Bundan yaklaşık üç yıl önce 13 Mart 2007 tarihinde "GÜNDEMİ KOŞTURUYORLAR" adlı bir yazı kaleme almış ve şöyle yazmıştım. "Türkiye enteresan bir coğrafya üzerinde. Ülkemiz içinde ve çevresinde devamlı olarak değişik hadiseler cereyan ediyor. Bunları yakalamak ve analiz etmek sıradan vatandaşın harcı değil. Zaten amaçlanan da bu."

Günümüzde Türkiye'yi içten ve dıştan etkileyen olaylara baktığımda üç yıl öncesinde belirttiğim şeylerin aynen artarak devam ettiğini görüyorum.

Vatandaş şaşkın bir şekilde her yönden tokat yer vaziyette.


Deniz Baykal'ın ortaya çıkan ve red etmediği görüntüleri büyük bir skandaldır. Bırakın Türk toplumunu dünyada hiç bir toplum evli bir kadınla, evlilik dışı bir ilişkiyi onaylamaz ve ahlâka uygun olarak kabul etmez.

Bu sebeple CHP eski lideri Deniz Baykal'ın yaptıkları hiçbir nedenle mazur gösterilemez. CHP'lilerin liderleri Deniz Baykal'a sahip çıkmasını anlıyor ama onun yaptıklarının sorgulanmamasını da yadırgıyorum.

Ayrıca AKP iktidarına karşı çok anlamlı bir muhalefet yapan Deniz Baykal'ın bu olay nedeniyle saf dışı kalması da ülkenin hayrına olmamıştır.

Başka bir açıdan bakılınca Deniz Baykal'ın başına gelenler özel hayatın ihlalidir ve kamuoyunun önüne bu şekilde getirilmesi bir alçaklıktır. Bu durum yani kişinin özel hayatının ihlali Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar açısından koruma altına alınmış ve özel hayatı ihlal edenler ceza kanunları açısından suçlu görülerek cezalandırma yoluna gidilmiştir.

Bu nedenle Deniz Baykal'a ve Nesrin Baytok'a karşı işlenen bir suç vardır ve bu suçu işleyenler mutlaka bulunarak cezalandırılmalıdır. Bu konuda da görev, Başbakan Erdoğan'a ve hükümete düşmektedir.

R. T. Erdoğan; bir yandan Baykal'a ahlak dersi vermeye kalkışırken diğer yandan İslam dininin en büyük günahlar arasında saydığı zina yapmayı, Türk Ceza Kanununda suç olmaktan çıkardığını unutmuş gözükmektedir.

İster dindar, ister mütedeyyin diyebileceğiniz R. T. Erdoğan, AB'nin isteğiyle orijinalinde olmamasına rağmen eski TCK'nun ilgili maddesine Atatürk tarafından konulan, zina'yı suç olmaktan çıkarmıştır. Türkiye'de bazı kesimler tarafından dinsizlikle suçlanan Atatürk'ün, birde muhafazakar lider R. T. Erdoğan'ın yaptığına bakın. Sizce hangisi dindar acaba? Ve bu konu niçin cemaat ve tarikatlar tarafından gündeme getirilmemekte ve Erdoğan'dan bu konuda hesap sorulmamaktadır?

Sonra da aynı R. T. Erdoğan, Baykal'ı gidip belden aşağı vuruyor. Kim haklı dersiniz? Ben ikisini de yaptıkları itibarıyla, haksız ve yanlış bulmaktayım.

Başbakan Erdoğan sadece bu konuda değil bir çok konuda Türk halkının kafasını karıştırmaya çalışmaktadır. Yabancıların kontrolüne girmiş ve yandaş olmayı becermiş medya bu kafa karıştırıcılığının aracılığını yapmaktadır. Böylece Erdoğan hedef kitlesine rahatça ulaşmaktadır.

Yine Erdoğan'ın, Fener Rum Patrikhanesini ve başındaki papaza, ecdadının ekümenikliği tanıma konusunda gösterdiği toleransı, kendisinin de çok rahatça gösterebileceğini, son Yunanistan gezisinde ifade etmesi ise Türk Milleti açısından asla kabul edilebilecek bir husus değildir.

Erdoğan'ın bu açıklaması; benim ve onun ecdadının farklı olduğunu göstermesi bakımından çok ilginçtir.

Benim ecdadım geçmişi şan dolu Osmanlı - Türk İmparatorluğu'nun efsaneleşmiş isimleri ile Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıdır. Onlar Türk Milletine inanılmaz tuzaklar kuran Patriği patrikhane kapısında asmış, patrikhaneyi "melanet yuvası" olarak nitelemiş ve başarabilseler patrikhaneyi sınırların dışına çıkarmaya çalışmış insanlardır.         "Ekümeniklik" iddiası asla benim ecdadım tarafından kabul görmemiş ve hoş karşılanmamıştır. Peki Sayın Erdoğan'ın patrikhanenin ekümeniklik iddiasından rahatsız olmayan bu ecdadı acaba kimlerdir?

BDP milletvekilleri ve İmralı canisinin açıklamaları karşısında sesi fazla çıkmayan, 8 yıllık AKP iktidarında bölücülüğün geldiği noktayı görmezden gelen Erdoğan'ın şehit cenazelerinde yükselen anlamlı feryatları çarpıtmaya çalışması da anlaşılır olmaktan çok uzaktır.,

Canı yanan halk kimi protesto edecektir?


Başbakan Erdoğan,değişik konular hakkında işine geldiği gibi konuşup, medya aracılığıyla halkı yanıltırken, ülkenin gerçek sorunu olan işsizlik, Şubat ayı itibarı ile % 14.4 çıkarak, işsiz sayısı 3.564.000 kişiye ulaşmıştır. Türkiye'nin eli iş tutması gereken genç nüfusunda ise bu oran % 25.5 'tir. Mart ayında ortaya  çıkan cari açık 4.3 milyar dolardır. Ocak - Mart 2010'da cari açık ise yıllık % 403 artışla  10 milyar dolara yükselmiştir. Ülkenin iç ve dış borç stokunun her gün arttığı ve cari açığın yükseldiği bir Türkiye'nin elbette sorunu R. T. Erdoğan'ın koşturduğu gündem olamaz.

Onun için satır aralarında Erdoğan'ın söylediği fakat Türk Milletine hiçbir fayda getirmeyecek hususları yakalamalı ve kendisine hak ettiği cevapları vermeliyiz.

23 Mayıs 2010

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1618





***

Soykırımı Tanımalısınız!!!


Soykırımı Tanımalısınız!!!


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
05 Mayıs 2010



Soykırımı Tanımalısınız!!!

Yine bir 24 Nisan geldi. Ermeniler ve Ermeni yandaşı olmaktan nemalananlar ayaklandı. Neymiş efendim "soykırım" olmuş. Türk Milletini arkadan vur, her türlü melaneti yap, soysuzluğun daniskasını gerçekleştir sonrada ağla. Ermeniye sadece mendil vermek lazım.

Ermenilerin ne menem bir millet olduğunu anlamak için Hocalı katliamına bakmak, yeterde artar bile. Eğer Türklerin tarihte buna benzer değil, ufacık bir katliam yaptığını ispat ederseniz hemen Türk Milletine mensubiyetten vazgeçeceğim.

Yok kardeşim yok! Yeryüzünde Türklerin gösterdiği hoşgörüyü, anlayışı ve insan sevgisini gösterebilen başka bir millet daha yok...

Kendisine kurşun atanı bile belki insafa gelir diye sırf  yaradılmışların en şereflisi olduğu için başını okşayarak kucaklayan ve onu sevgi ile bağrına basan başka bir millet daha yok bu yeryüzünde.

Hamile kadının karnındaki çocuğun cinsiyeti için yazı tura atan ve sonra karnını yararak cinsiyet tespiti yapan ve de süngüsünün üstünde henüz nefes almamış insan yavrusunu katleden bir Türk göremezsiniz. Ancak tarih hem de çok yakın bir zamanda böyle Ermenileri Hocalı'da  görmüştür.

Ermeniler, kendilerini daima korumuş ve kollamış olan Türk Milletini, Rusların ve diğer güçlerin kışkırtması sonucu arkadan vurmuştur. Dün kuvvetle Rusların kullandığı Ermeniler bu gün başta ABD olmak üzere bir çok güç tarafından Türklere karşı kullanılmaktadır.

İnsanın hadi ordan diyesi geliyor ama dünya artık o dünya değil. Bizi suni bir Ermeni meselesi ile meşgul ederek enerjimizi boşa çıkarmak isteyenlere karşı yine akılla dolu, doğru politikalar izleyerek karşılık vermeliyiz.

Dünyanın patronluğunu başka birine kaptırmak istemeyenler güçlü bir Türkiye istemiyor. Türkiye'nin bölgesel ve küresel güç olması haçlı zihniyetinin hiç kabul etmek istemediği bir şey. Hele birde Türk Dünyasının birliği ihtimali var ki bu ihtimal onların uykusunu kaçırıyor. Onun için devamlı surette suni meseleler üretmek  kaydıyla Türkiye meşgul ediliyor.

Osmanlı - Türk İmparatorluğu'nun  son 300 senesi ile genç Türkiye Cumhuriyetini 87 yıllık ömrü buna benzer sorunlarla uğraşmakla geçmiştir. Bu sebeple kalıcı ve istikrarlı stratejik hamleler içeren plan ve politikalara ihtiyaç vardır.

Yapılması gereken en önemli şeylerden biri, iç ihanetin afişe edilmesidir. Haydarpaşa Garında ve Taksim Meydanında sözde Ermeni Soykırımının tanınmasını isteyenlerin kim olduğunu Türk Milletinin bilmek ve tanımak hakkı vardır.

Düşünce özgürlüğünün bir insan hakkı olduğunu kabul etmekle birlikte bukalemun gibi davranarak Türk Milletine ihanet içinde olmanın yine Türk Milletine çok büyük bir haksızlık olduğunu belirtmeliyim.

Daima vurguladığım bir husus var. Yine tekrar etmek istiyorum. Türk Milletine yapılan bu haksızlığa cemaat ve tarikatların, minberleri ve kürsüleri işgal etmiş olan din adamlarının, sözde STK'ların, siyasal İslamcı medya ve bunların mensubu  gazetecilerin ve buna benzer olanların tepkisini görüyormusunuz?

Amerika'nın Iraktaki 1.5 milyon müslümanı katledişine ses çıkarmayıp sadece Türk ordusunu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarını hedef alıp yıpratmaya çalışan dinler arası diyalog ihanetinin mimarı kürtçü - Amerikancı cemaat acaba Ermenilerin bu taleplerini için ne diyor merak ediyorum doğrusu?

Cami cemaatini kandırıp, İslamiyeti kullanarak iktidar olanların Ermenilere ibadet için hazırladığı Van'ın Akdamar Adasındaki tören sebebiyle Türkiye Ermenileri Ruhani Meclis Başkanı Aram Ateşyan "Akdamar'da sınırlama olursa ayin yapmam" küstahlığı içinde "Biz hem kilisemizin isminin yazılmasını hem de haçın konulmasını istiyoruz" diyor.

Nerede bu taklacı cemaat ve tarikatlar. Onlar niye "Erivan'da yok edilmiş camilerimizden birinin yeniden ihyasını, Erivan semalarında ezan seslerini duymak, yine Erivan'da alnımızı secdeye vardırmak istiyoruz" diye haykırmıyorlar. Ama Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı olarak ben hepsini talep ediyorum.

Evet! Soykırım vardır ama bu soykırım Türk Milletine karşı yapılmıştır. Sadece 1821 - 1922 yılları arsında Balkanlar'da 5.5 milyon Türk katledilmiştir. Balkan Savaşlarında katledilen Müslüman Türkün sayısı 632 binin üzerindedir. Bu rakamları ben değil dünyanın  tanıdığı araştırmacı Justin McCarthy veriyor.

Balkanlarda Türklere karşı yapılan bu soykırım tanınmalıdır. Türk Milleti bu soykırımların peşine düşmelidir. İnsanlık tarihinin en büyük suçlarından biri olan "Balkanlarda Türk Soykırımı" dünyanın önüne getirilmelidir. Bu yetmez diyorsanız başta Ruslar, Çinliler olmak üzere Türk Dünyasında yapılan ve Prof. Dr. Turan Yazgan'ın hesabına göre katledilen 150 milyon Türkün hesabı suçlulardan sorulmalıdır.

Bunlar Türkün öldürülürken bile kendisini korumasını bir kabahat olarak görüyorlar. İstiyorlar ki Türk ölürken bile ses çıkarmasın. Uyan be Türk uyan artık...

05 Mayıs 2010

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1579

***

Muhalefet Alternatif Olamadı mı?


Muhalefet Alternatif Olamadı mı?


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
10 Aralık 2009


Başlıktaki Türkçe imla kurallarına aykırılıktan dolayı özür dilerim ama meramımı anlatacak başka türlü bir ifade bulamadım.

Son günlerde kamuoyu araştırma şirketleri yaptıkları anketler sonucunda, hükümetin icraatları karşısında TBMM'de yer alan muhalefetin alternatif olamadığını açıklamaya başladı .

Burada muhalefet diye kast ettikleri aslında MHP ve CHP, diğerlerini dikkate aldıkları yok.

Bu sonuca nereden vardıkları meçhul ama söylemlerine bakılırsa bu sonucu istedikleri kesin.

Onlara parayı basan efendileri, bu sonucu her hangi bir araştırmaya gerek kalmaksızın onlardan zaten peşin peşin bekliyor.

Ülke bu kadar kötü yönetilirken, milli birlik her yönden çözülmeye çalışılırken, onların gündeme getirdiği tek sonuç muhalefetin yani özellikle ve sadece Bahçeli ile Baykal'ın iktidara alternatif olamaması.

Peki kim alternatif? Onu da söyleyemiyorlar ama müşterileri ufak ufak Sarıgül ismini fısıldıyor.

Masum Türker, Abdüllatif Şener, Osman Pamukoğlu, Numan Kurtulmuş ve diğerlerinin adı bile geçmiyor.

Gelin isterseniz muhalefetlerini iktidarın alternatifi haline getiremeyen Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ın ortak yanlarına bir bakalım.

İki lider de hükümetin uygulamalarına ve R.Tayyip Erdoğan'a karşı özellikle açılım konusunda milli birlikten ve üniter devlet yapısının korunmasından yana sert ve doğru bir muhalefet izliyorlar.

Özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli ve partisi hiçbir taviz vermeden Türk Milletinden yana tavrını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.

Deniz Baykal'da, Kemal Kılıçdaroğlu gibilerin ayrık otu misali çıkışlarına rağmen, tek millet, tek devlet, tek dil, tek vatan ilkelerinden geri adım atmıyor.

Böyle bir muhalefet elbette Türk kimliğini Anayasa'dan çıkartacağız diyen yeni Osmanlıcı AKP iktidarını ve bu iktidarı destekleyen güçleri rahatsız ediyor.

Amaçlarını tahakkuk ettirebilmek için iki güçlü siyasal yapıyı ve onun liderleri olan Bahçeli ve Baykal'ı kendilerine büyük bir engel olarak görüyorlar.

Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin iç ve dış düşmanları için Türk Milliyetçiliği her zaman en büyük tehlike olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk Milliyetçileri tarafından kurulduğu Amerikan ve İngiliz belgelerinde bile su götürmez bir gerçektir.

Kastettiğimiz, Türk Milliyetçiliği fikri ise günümüzde siyaset sahnesinde MHP'ce temsil edilmektedir. Bu yüzden MHP'nin olumlu muhalefeti ve muhalefetteki başarısı ile iktidara yürümesi onlar diye ifade ettiğimiz güçlere göre her surette engellenmelidir.

Buradan hareketle şimdi de bu anket işi ile uğraşan kamuoyu araştırma şirketlerinin son görevi muhalefetin ve özellikle MHP'nin, halkın gözünde iktidar alternatifi olamadığını halkın ağzından yine halka anlatmaktadır.

Bu bir psikolojik operasyondur.

Kamuoyu araştırma şirketlerinin yapamadığı kısmı da köşe yazarlarına ve televizyon programlarına yaptırmaya çalışıyorlar.

Satılmış medya neredeyse Türkiye'de yaşanan etnik bölücülüğün kaynağının Türk Milliyetçiliği olduğu konusunda bir tek davul zurna çalmıyor. Hatta Haber türk Gazetesinde Muharrem Sarıkaya "çoğunluk bölücülüğü" diye Türk Milletini itham eden bir kavram bile türetti.

Türk Milletinden yana tavır izleyen MHP ve CHP iktidar alternatifi olamıyor ve Türk Milleti de çoğunluk bölücülüğü yapıyor.

Oh ne ala! Boş bulduğunuz? atın bakalım .

Bunlara eklenen bir hususta kamuoyu araştırma şirketleri ve satılmış medya aracılığıyla ortaya konan ve fısıltı gazetesi ile Türkiye'ye yayılan MHP'nin başında Devlet Bahçeli, CHP'nin başında Deniz Baykal olmazsa bu partilerin oyu patlarmış efsanesi. Demeleri oymuş ki; bu iki lider partilerinin oyunu bırakın arttırmayı aksine azaltıyormuş...

Bir taksiye biniyorum aynı laf, bir esnafa gidiyorum aynı laf, kahvede bir çay içiyorum aynı laf, çarşı pazarda dolaşıyorum aynı laf... Değiştirsinler Bahçeli' yi, Baykal'ı bakın neler oluyor. Peki kimi getirsinler başa? Bu soruya cevap yok. Çünkü malum propaganda odakları henüz bu konuda propaganda yapmayarak mevcut iktidar için "ne yapalım alternatifleri yok bari devam etsinler" dedirtmeye çalışıyor.

Propaganda denklemi, çözebilenler için çok kolay değilmi? Halbuki bu iki lider de partilerince ve Türk Milletince büyük bir ittifakla hüsnü kabül görmüş, ülkelerinin hayrına çalışan, milli hassasiyete sahip çok değerli insanlar. Ancak bu gri propaganda; siyasal yaşama ilgisiz ve tuzaklardan bir haber vatandaşı maalesef çok etkiliyor.

Şimdi bunların belli odaklarca tek bir merkezden çıkarıldığını ve bu propagandaların amacının Türk Milletine ve Devletine zarar vermek olduğunu kabul ediyorsak, bunun tedbirlerini de el birliği ile almak zorundayız.

Psikolojik savaşın alt tanımlarından biri de; sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak ifade edilir. Psikolojik savaşta yenilen taraf, bilgi gücü zayıf olan taraftır. Eğer doğru insanların; ayakta kalmak ve toplumun geleceğinde söz sahibi olmak gibi bir kaygıları varsa, en azından psikolojik savaşa yenik düşmemek gerekir.

Propaganda bir topluluğun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge ve görüşlerdir. Propagandanın amacı propagandayı yapana doğrudan veya dolaylı fayda sağlar.

Beyaz, Gri, Kara ve karşı propaganda gibi propaganda türleri icra edilmek suretiyle propagandaya maruz kalanlar; politik ve ekonomik yalnızlığa itilmeye çalışılır.

Propagandanın cephanesi söz ve kelimelerdir. Propaganda yöntemi gelişi güzel sarf edilen sözler değildir. Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemin iyi hesaplanmış, şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş ve hedef kütlesi tayin edilmiş bir faaliyettir.

Bu bilgiler ışığında bakıldığında; iktidarın kuyruğunun bu kadar sıkışmış olduğu ve seçimlerin yaklaştığı bir süreçte kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptığı anketler sonucu "muhalefetin alternatif olamadığı" neticesi bir gri propaganda belgesidir.

Yine satılmış medyanın mensupları tarafından Büyük Türk Milletinin "çoğunluk bölücüsü" olarak ilanı esas tehlikeyi perdelemek için yapılan bir beyaz propaganda yalanıdır.

Üçüncüsü yani liderlerin partilerinin başından ayrılması için yapılan, beyaz ve gri propaganda yöntemleri ile desteklenen ve doğrudan Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ı hedef alan hile, entrika, yalan, sinsilik içeren kara propaganda örneğidir.

Türk Milleti; kendisinin hakkını ve hukukunu arayan, özellikle açılım belası konusunda bir haysiyet sınavı veren Bahçeli ile Baykal'ı; Avrupa ve Okyanus ötesi güçlerin yerli işbirlikçilerinin halkımızı yanıltıcı; beyaz, gri ve kara propagandalarından dolayı koruma altına almalı ve onlara yaptıkları güçlü muhalefet nedeniyle elden gelen tüm desteği vermesi gerekmektedir.

Gelin halimiz ortaya koyan bir kıssa ile noktayı koyalım:

Yıldırım Bayezid ve Timur, Ankara Savaşından sonra bir durum değerlendirmesi yaparlarken, Yıldırım Bayezid: "kuvvetlerimiz denkti sen niye başarılı oldun" diye Timur'a sorar.

Bu soru üzerine Timur parmağını uzatarak "gel ikimizde birbirimizin parmaklarını ısıralım" der.

Bir müddet sonra Yıldırım Bayezid acıya dayanamayarak "ah" deyince, Timur parmağını hemen kurtarır ve "biraz daha dayansaydın ben yenilecektim" der.

Sizlerde bu propagandalar karşısında uyanık olup biraz daha dişinizi sıkar ve doğruları yaparsanız hep beraber bu işin üstesinden birlikte geleceğiz.

Allah hepimize bu yolda sabır ve güç versin.


10 Aralık 2009

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1273



Herkese Benden Bir Ayna!


Herkese Benden Bir Ayna!


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 

30 Kasım 2009



Türkiye'de yaşayan ve kendini Türk Milletine mensup gören insanlara tuhaf bir şeyler oldu. Adeta bir başkalaşmaya uğradık.

Bu topraklar üzerinde nefes alıp veren insanlarımız tarih boyunca tarif edile gelen klasik Türk tipine benzemez bir hale geldi. Ya da ben öyle zannediyorum.

Dinden anladıklarımız farklılaştı, örf ve adetler geriye atıldı, vicdanlar çarpıldı, ahlak erozyona uğradı, doğrular karşısında suskunlaşarak sadece bireysel menfaatler peşinde koşar hale geldik ve saymakla bitmeyecek kadar,  nice ruh ve karakter değişikliklerine uğradık...

Bunlar münferit olaylar olarak gözükse, önemli değil deyip geçiştireceğim ama örnekler o kadar çoğaldı ki; toplumsal menfaatlerin göz ardı edildiği bir çılgınlık sürecine girdik.

Şahsi menfaatlerimiz ve ikbal söz konusu ise; dini de, ticareti de, eğitimi de, evliliği de, milli kavramları da, siyasi sorunları da başımıza ne gelir diye düşünmeden bunlara uydurur hale geldik.

Bu durum bir güneş tutulması örneği gibi adeta bir toplum tutulmasıdır.

Doğruları yapmaktan kaçınmak ve bundan utanmamak; insani ve imani ölçülerle kabul edilemeyecek hususlardır.

Mesela bir adama hem hırsız demek hem de ne yapalım namaz kılıyor Müslüman bu diyerek onu belediye başkanı seçmek, akıllı ve ruhu sağlıklı insanların yapacağı bir iş  değildir. Bu örnek bu ülkede bir çok yerde yaşanmıştır. İş sadece bir hırsızı namaz kılıyor diye belediye başkanı ya da milletvekili seçmekle kalsa diyeceğimiz bir şey yok. Her türlü rezilliğin ve milli tehlikelerin kılıfının böylece ustaca hazırlanmış olması ve halkın bunu gaflet içinde seyretmesi, bize halkın belirli mihraklarca derin bir uykuya sokulduğunu gösteriyor.

Türk Milleti tarih boyunca bu tür uyku hallerini bir çok kez yaşamıştır.

Tarihte Çinlilerle yaptığımız mücadelelerde, Çinliler; Türklere karşı günümüzde uygulanan uyku ve gaflet içinde bırakma yöntemlerini deneyerek bize çok büyük zararlar vermiş ve Türk Milletini yok olma noktasına getirmiştir.

Yüzlerce yıldır Türk Milletinin yaşadığı ve özellikle de devlet kurduğu topraklarda hepinizin bildiğine inandığım birbirinden değişik bir çok sorun vardır.

Bu sorunların neredeyse tamamının dış kaynaklı olduğu kesindir. O kadar geriye gitmeden sadece Cumhuriyet döneminde yaşadıklarımıza bakarsak sorunlarımızda yabancı etkisini çok rahatlıkla görürüz. Yabancı etkisi yok diyenlerin hepsi, o sorunları yaratan yabancıların parasını ödeyerek satın aldığı kişilerdir.

Peki bu dış kaynakların Türk topraklarında sorun çıkartmak için buldukları uygun zemine ve bu oyunları gaflet içinde seyredenlere ne demeli?

Konumuz ihanet edenler değil onları zaten biliyoruz. Dikkat çekmek istediğimiz nokta her türlü yanlışı görmesine rağmen menfaatleri sebebiyle her türlü hadiseye "bile bile lades" diyen insanların toplumda yarattığı zafiyettir.

Türkiye'de Cumhuriyet döneminde çıkarılan ve son PKK olayının da dahil olduğu bütün isyanların hepsi dış desteklidir.

Son günlerin moda isyanı Dersim'de meydana gelen olaylarda, İngiliz ve Fransız parmağı olduğu delillerle sabittir. Hal böyle olunca Dersim'de isyan edenleri savunmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletini katliamla suçlamakta neyin nesi oluyor? Siz bana söylermisiniz ki; yeryüzünde kendisine karşı yapılan dış destekli bir iç isyanı eli kolu bağlı seyreden  bir devlet olacak. Elbette yoktur.

Burada önemli olan nokta, konuyla ilgili yanlışları bilmelerine rağmen susan ve menfaatlerini korumak adına takiyye yapan ve kendini Türk Milletine mensup olarak gören insanlardır. Bunların ne yazık ki etrafımızda olduğunu, hepimiz görüyoruz.

İngiltere, Fransa, İsrail, ABD, Almanya veya Rusya ya da diğerleri kendi amaçlarını tahakkuk ettirmek için önlerinde engel olarak gördükleri Türkiye üzerinde her türlü operasyonu yapabilirler.

Bunun için kendilerine yardım için yandaş olarak hainleri bulabilirler ve tarih boyunca da bulmuşlardır.

Ancak bu olayları gaflet içinde seyredenleri  aptallık derecesinde bir hümanizma ile olaylara bakanları, aslı astarı olmayan bir şekilde demokrasi havarisi kesilenleri ve tarihten bir türlü ders çıkaramayanları anlamak mümkün olamamaktadır.

Gerçi satılık medyayı, ücreti ödenmiş aydınların ihanetini ve kendini satmış cemaat ile tarikat şeyhlerini anlıyorum da kimseye müdanası olmayan sıradan vatandaşın, haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında bu kadar suskun kalmasına bir mana veremiyorum.

Eğer bu tepkisizlik ya da tavırsızlık, her hangi sebeple bir korku nedeni ile oluyorsa, unutmayalım  korkunun ecele hiçbir faydası yoktur. Korkmak, tavırsız, ilkesiz, duyarsız ve adam sendeci davranmak neticeyi değiştirmeyecek, başımıza gelecek olanları engellemeyecektir.

Dış güçler ülkemiz de bir olayı tezgahlarken toplumun sesini kısmak için yan faktörleri de dizayn etmektedir. Tıpkı günümüzde bilinmeyen bir açılıma toplumun ikna edilmesi için medyanın, bürokrasinin, siyasetin, satılmış aydınların, cemaatlerin ve tarikatların, sanatçıların, STK'ların top yekün çaba göstermesi gibi.

Açılım denen meçhul proje sadece siyasetin sunumu ile vatandaşı önüne gelse belki tekme yiyecek ama yukarıda saydığımız yardımcı unsurlar, tam mesai, halkı uyutarak ikna etme peşinde olunca, halk yine tereddüt etmeye başlıyor. İşte bu dış güçler ile yerli işbirlikçilerin değişmez ve vazgeçilmez bir yöntemidir.

Bu gün Türkiye'nin üzerinde amacı belli ancak uygulama planları çeşitli, tek bir oyun vardır. O da vatan bildiğimiz bu mübarek toprakların emperyalist haçlı zihniyetince teslim alınmasıdır.

Bunun hayata geçirilmesi için; açılım, pkk, medya, bilim dünyası, cemaat ve tarikat, siyaset gibi akla hayale gelmedik bir çok araç kullanılmaktadır.

İşaret ettiğimiz dış güçler; pkk eli ile terör yaratırken diğer yandan cemaat ve tarikatlar eliyle milli kimlikten arındırma projesini yürütmekte, medya eliyle zihinler karıştırılmakta, suni olarak çıkartılan ekonomik krizler sebebi ile midesinden başka bir şeyi düşünemez hale getirilen insanlarımız aydınların ihaneti ile de bir meçhule sürüklenmek istenmektedir.

Bütün bunlara karşı vatandaşlarımız ne yapmaktadır?  Bu sorunu cevabı bana göre bir muammadır.

Türk Milleti üzerine oynanan oyunun farkına varmıştır. Ancak buna rağmen, sosyal yapının Kürtleştirilmesi ve Araplaştırılması sebebiyle, nasıl bir ruhsal  işgale uğradığının farkında olmadan, adeta afyon yutmuş  bir halde, başına gelecek olanları uyuşuk bir vaziyette izlemektedir.

Türk Milletini karşılaştığı yaşamsal sorunlardan uzak ve uyku halinde tutmak için kullanılan en önemli arguman tarihimizde pek çok örneğini gördüğümüz gibi yine dinimizdir. Mustafa Kemal Atatürk "Bizi yanlış yola yönelten kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyup, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki Allah'a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur." Demesine rağmen günümüzde bu yoldan sapıldığını ve Atatürk'ün işaret ettiği olumsuzlukların yaşanmaya başladığını görüyoruz.

Peki hiç mi bunun farkında olanımız yok?

Günümüzde binlerce cemaat ve tarikat yuvasında Türk insanı İslam dini ile ilgili olmayan kurallarla derin bir uyku içine sokulmuştur.

Hayatı boyunca öğrenmek ve bilgi ile kendini tazelemek zorunda olan insanoğlu; bu eylemden uzak olunca, korku dozu artırılmış sloganlardan ibaret propagandaların etkisinde kolayca kalabilmektedir.

Müslüman Türkler bu gün dinimizin şekli kurallarını harfiyen yerine getirmekte ama her nedense tefekkürden büyük bir nispetle kaçınmaktadır. Nurettin Topçu bu hali "Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası olmayan bir iskelete iman adı verildi." diye tanımlıyor.

Eğer yazdıklarımızın aksi sabit olsaydı mücahitler müteahhit olmaz, "zinhar" diye söze başlayan çember sakallılar yoldan çıkmaz, Deniz Feneri ayağı altında fakirin ekmeğine göz dikilmez, Ali Dibolar sahne almaz, cemaat iktisadi teşebbüsleri kurulmaz, din kisvesi altında bölücülük bu kadar başını alıp gitmezdi...

Halkımızda bütün bu olanlara karşı sessizlik niye? Ne oldu bize? Oysa her şeyi görüyor ve hissediyoruz...

Topluma hakim olan anlayışlara şöyle bir bakın: "doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" aman ha doğru söylemeyin sonra yaşayacak köy bulamazsınız. "Sana dokunmayan yılan bin yaşasın" kimse çıkıpta bu yılan gün gelir sana da dokunur demiyor. Bunları "dostlar alışverişte görsün", "hem nalına hem mıhına" vb. gibi çoğaltmak mümkün. 

Yalnız herkes bilmelidir ki; doğru düşüncelerin ve bunların yaşama geçirilemediği bir toplum yaşamının felaketlerle karşılaşmaması imkansızdır.

Bir ferdin topluma zarar vermek pahasına kendi çıkarına yaptığı davranışlar gün gelir kendisi içinde bir sonuç vermez. Bu konuda düşünür Samuel Jackson "Adamlığın gerçek ölçütü insanın kendisine hayrı dokunmayanlara nasıl davrandığıdır." demektedir. Bu sebeple ülkeye inanılmaz derecede kötülük yapanlara karşı halen onlara adam muamelesi yapmak adamlık değildir.

Sıradan bir Türk insanı, yıkıcı bir ortamın yaşandığı bu günlerde, ülkenin jeo-politik yapısına yönelik, iç ve dış odaklı olayların tehdit edici boyutlarına karşı, çeşitli savunma mekanizmalarını kullanarak ayakta kalmayı başarmalıdır.

Bunun için yapması gereken şey çok basittir. Öncelikle özümüze dönmeliyiz. İman ve inancımızı her türlü yanlıştan arındırmalıyız. Bireysel menfaatler yerine toplumsal menfaatleri göz önüne almalıyız. Genel ahlak kurallarını yaşamımızda taviz vermeden uygulamalıyız. Doğruluk bizi yaksa bile hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamalıyız.

Unutulmamalıdır ki; gök kubbe çöktüğünde altında sadece hainler değil, gafiller ve haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytanlarda kalacaktır.

Amerika'nın kurucusu Thomas Jefferson "bizler faziletli kaldığımız sürece bizi kimse asla aldatamaz" diyor. İşte işin sırrı burada yani faziletli olmakta yatıyor.

Türk Milleti; ruhunda ve genetiğinde çok önemli özellikler taşıyan asil bir millettir. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz hadisi şerif yolu ile "Türkler size ilişmedikçe sizde onlara ilişmeyin" diyerek ashabını uyarmıştır. Hazreti Peygamberin bile böyle önem atfederek işaret ettiği Türk Milleti; bu gün kendinden bir haber  halde ve ne yapacağını bilmez bir vaziyettedir.

Türk Milletinin ağır sorunlarla karşı karşıya olduğu muhakkaktır. Ancak bu sorunların hiç biri çözümsüz değildir. Yeter ki karamsarlığa düşmeden yanlışlardan arınıp  silkinmek, yeniden tarih yazacak bir şahlanışa sebep olacaktır.

Bunu yapabilmek için kendi kendimizle bir yüzleşmeye ihtiyaç vardır. Bu yüzleşmeyi yapamazsak ödeyeceğimiz bedeller her geçen gün katlanarak artacaktır.

Gelin henüz vakit varken hepimiz bir aynanın önüne geçerek kendimizle bir yüzleşelim... Bu yüzleşme bize doğruları bir kez daha görme fırsatını verecektir. Ben de bunu kaçırmayalım diyorum. Üstelik aynalar da benden !

30 Kasım 2009


http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1251


**

Tek Çözüm: Siyaset



Tek Çözüm: Siyaset



Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
25 Kasım 2009


Uzun dönemdir yazdığım yazılara karşı, kendi görüşlerini yazan, soru soran veya eleştiren kardeşlerimiz oluyor.

Ancak son zamanlarda bunların birleştiği ortak nokta hep aynı olmaya başladı.

Beni sadece durum tespiti yapmakla eleştiriyor ve çözüm yollarını göstermediğimi söylüyorlar.

Bu eleştirilerinde pek haklı değiller ama ben yine de çözüm yollarının kesiştiği en önemli noktayı bir kez daha belirtmeliyim: Siyaset yapmak...

Türkiye ve Türk Milleti; içinde bulunduğu sıkıntılara birdenbire düşmedi. Ülkeyi yöneten siyasi iktidarlar uzun yıllar boyunca kötü icraatlarıyla bizi bu hale getirdi.

Osmanlı - Türk İmparatorluğu yıkılırken de benzer, sosyal - kültürel - ekonomik ve siyasal sorunları yaşıyorduk. Buradan sakın ola ki Türkiye Cumhuriyeti yıkılacak anlamı çıkmasın.

O dönem itibarı ile Türk Milletinin hayrına düşünen siyasetçiler ve siyasi iktidarlar; yaşanan sıkıntıları bir İstiklal Mücadelesi vermek suretiyle yeni bir Türk Devletinin kuruluşu ile taçlandırdı. İyi ki onlar varmış. Ancak o dönemler konuşulurken dikkat edin bu insanlar malum çevrelerce daima yerden yere vurulur. Sanki Türk Milletini ayağa kaldırmak bir suçmuş gibi!

Eğer Mustafa Kemal, asker üniformasını çıkarıp Türk Milletinin başına geçmeseydi ve kurduğu milli ordu ile var olma savaşını yapmasaydı, bunları devrimleri ile de perçinlemeseydi, bu gün Türk Milletinden ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinden söz etmek olanaksız olurdu.

Türk Milletinin, Atatürk'ün ölümü ile derin bir uyku haline sokularak, siyasetten uzak tutulması bu günkü tabloyu ortaya çıkarmıştır.

Siyaset yolu ile iktidar olmayı başaramıyorsanız, ekonomiyi kontrol edemiyorsunuz demektir. Ekonominin kontrolü elinizde değilse sanatı, kültürü, bilimsel gelişmeyi, sosyal olayları etkileyemiyorsunuz sonucu ortaya çıkar. Bunlarda halk üzerinde sosyolojik ve psikolojik değişimlere yol açar. Nitekim bu gün Türkiye'de her türlü yanlışı doğruymuş gibi benimseyen ve davranan büyük insan yığınları yaşamaktadır.

Siyasetin içinde olup iktidarı elinizde tutamazsanız, halkın devletle buluşma alanı olan bürokrasiyi de gaflet ve ihanetin içine terk etmişsiniz demektir.

Türkiye'nin günümüzdeki haline bakınca; Türküm demeyi bir kenara bırakın, Türk Milletine mensubum diyemeyen bir siyasi iktidar, kimin eline geçtiği belli olmayan bir sermaye, etnik kimliği ile övünen bir bürokrasi, yabancı kültür istilası, gayri milli bilim çevreleri, garip sosyal olaylar, Türk'e uzak sanatçı müsveddeleri görüyorsunuz .

Televizyonlarda bir basın toplantısı izliyoruz. Ortada Gürcüyüm diyen bir başbakan, solunda kürdüm diyen bir bakan, sağında arabım diyen bir bakan... Türk'üm diyeni arada bulasın...

Çünkü Türk siyasetin dışında kalmıştır. Dolayısıyla ekonomide, sanatta, kültürde ve bunlarla ilgili bürokraside artık Türk yoktur. Türk olmak bu sebeple geçer akçe değildir.

İktidar böyle de ana muhalefet farklı mı? Kimi söze Kürt Galip'in torunuyum diye başlar, kimi il başkanı babam kürt anam alevi kürt diye devam eder, kimi de Cumhuriyet tarihinde kara bir leke olan "Dersim İsyanı"nı savunur ve kendi genel başkan yardımcısını yerden yere vurur. Oysa Genel Başkan yardımcısı "Dersim İsyanı"nda yaşanan kara gerçekleri bilerek olaya vurgu yapmıştır. Kendisini de bu açıdan tebrik ediyorum. Ama sen misin bunu diyen...

Bu olayda da görülmüştür ki; iktidar partisini yönetenlerle ana muhalefetin içine yuvalanmış olanların benzer olay hakkında fikir beraberliği mevcuttur. Yine Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyetine tepki ve hesaplaşma çabası...

Keşke bu "Dersim İsyanı"nın kara tarafları açıklansa da Türk Milleti bunları bir öğrense.

Türk Siyasetinin; İslamcısı, sosyal demokratı, komünisti, laiki, liberali, muhafazakarı maalesef aynı ortak tabaktan beslenmektedir.

Bu sebeple Türk Siyasetinin geleceğinin kotarılmasının birkaç cengaverin mücadelesine kaldığını söylemek hiç yanlış olmaz.

Küresel güçlerin emrine girerek satılmışlığı tescil edilmiş olan medya da bütün bu işlerin müsebbibi olarak Türkleri göstererek Türk Milletini suçlamaktadır.

Satılmış olan medyanın Türk Milletinin iktidar olması halinde ülkenin bölüneceğini topluma pompalayarak gerçekleri saptırması ve menfaatlerini her şeyin önünde tutar hale gelmiş olan halkımızın aklına korkuyu da koymaya çalışması çok manidardır.

Gördüğünüz gibi, ülkenin içine düştüğü durum ve bundan çıkış yolu; siyasetten ve iktidar olmaktan geçmektedir.

Türk tarihi boyunca, boşluk bıraktığınız an siyasetimizi her zaman ihanet şebekeleri yönetir hale gelmiştir. Bu yıllardır süre gelen bir durumdur, sadece günümüze has bir özellik olarak da görülmemelidir.

Onun için yine vurguluyorum tek çözüm siyasettir.

Siyaset zor ve zahmetli bir iştir. Ancak mutlaka Türk Milletine mensup Türkiye Sevdalılarınca bir milli şuur çerçevesinde hakkıyla yapılmalıdır.

Türk çocukları milli bir iktidarda Türk bürokrasisinin önemli noktalarında görev yapmak üzere yetiştirilmelidir.

Gelecekten endişe duyan, bu günkü tabloda sorumluluğu olduğunu kabul eden herkes; taşın altına elini koymalı ve kolonizatör Türk Dervişlerinin Anadolu'yu ve Balkanları ruhen feth ettikleri gibi davranarak, Türk Milletini selamete çıkarmalıdırlar.

Bu vazifeyi kimse başkasından beklemeden, bulunduğu ortamda kendisi bizzat gereğini yaparak yerine getirmelidir.

Türk Milletini siyaseten iktidar yapmak için, başta ailemiz olmak üzere, okulda, işyerinde, çarşı - pazarda, camide, sokakta, mahallede, kahvede ve aklımıza gelen her ortamda; gönül ve düşünce seferberliği ilan etmeliyiz.

Gelişen olaylar ve psikolojik harekatlar çok iyi takip edilmeli, hepimiz olayları iyi düşünerek ve dikkatle izlemeli, bunlara bakarak iyi analizler yapmalı ve bu suretle Türk toplumunu aydınlatmayı başarmalıyız.

Ancak bu şekilde Türk Milletini içine düştüğü girdaptan kurtarabiliriz.

Yoksa siyaset; Türk Milletini aldatarak ve kandırarak iktidar olmuş olan Türk Milletinin düşmanlarının elinde kalır, bürokrasi onlara benzer, sanatçı diye müsveddeleri önümüze koyar, kültürümüzün adını değiştirir, inancımızı ve imanımızı yanlış yollarda zaafiyete uğratırlar.

Bunların bu gün olmadığını bana kim söyleyebilir?

Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı ve yaptıkları bizim önümüzü aydınlatan en büyük ışıktır.

Türk Milletinin bağrından çıkacak olan, Türk Milleti ve Türkiye Sevdalısı insanlarımız; fiilen milletin önüne çıkarak siyaset yapacak ve bizlerde onları vatanın her santimetrekaresinde elimizden ne geliyorsa, demokrasi yoluyla bir Kurtuluş Mücadelesi verir gibi katıksız ve şartsız destekleyeceğiz.

Görün bakalım o zaman şapka nasıl düşecek ve kel görünecek...


25 Kasım 2009

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1241


***

Türk(iye) Ekonomisi



Türk(iye) Ekonomisi


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
18 Kasım 2009

Etrafımız küresel güçlerin elinde bulunan satılık medya tarafından kuşatıldığı için gerçekleri görmekte zorlanıyor ve yapmamız gerekenleri başaramıyoruz.
Türkiye ve Türk Milleti tarihi günler yaşarken kaçımız bunun farkında, bunu bilmek oldukça zor Yine de elimizde bulunan imkanlarla bir avuç insanı aydınlatabilirsek ne mutlu bize Geçtiğimiz günlerin birinde, bir akademisyen dostumuz "artık Türk ekonomisi yok Türkiye ekonomisi var " dedi.
Ben de kendisine aradaki fark nedir diye sorunca: "Türk ekonomisi, Türklerin elindeki ekonomi demektir. Türkiye ekonomisi ise küresel güçlerin elindeki ekonomidir." diye devam etti.

Ne yani şimdi biz çalışırken, üretirken, harcarken, vergi verirken hep küresel güçler için mi bunları yapıyoruz?
Evet, maalesef küresel güçlerin hakim olduğu bir Türkiye ekonomisi için yaşıyoruz.
Onlara kazandırmak için çalışıyoruz. İşverenlerimiz zaten onlar oldu. Kamu ve özel sektörde yabancılara ve yabancılardan farkı olmayanlara; satılmayan kuruluşumuz neredeyse kalmadı.
Küresel güçlere hizmet etmek için doğuyorsun, okuyorsun, çalışıyorsun, evleniyorsun, emekli oluyorsun ve ölüyorsun!
Bu saydığım evrelerde sıkıntı çekmeyen, eğitiminin, emeğinin, çalışmasının ve nihayetinde emekliliğinin hakkını alan var mı?
Ya üretici için ne demeli? Türkiye ekonomisinin patronu küresel güçler; ya üretimi bırakın ya da benim dediğimi yapın diye acımasızca bastırıyor.

Küresel güçler; Türk ekonomisini, Türkiye ekonomisine dönüştürmek için onlarca yıldır ilmik ilmik dokuyarak hedefe ulaştı. Bizi 29 Ekim 1923'e Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde olan hale, gerisin geriye getirdi.
Artık elimizde olan bir şey kalmadı. Bayrak bizim ama ekonomi kimin? Burada ekonominin gücünün tam bağımsızlığın temel noktası olduğunu da belirtmeliyim.

Şimdi biz, üretimi ve ihracatı artıralım diye uğraşıyoruz. Herhalde bunu Türkiye ekonomisini ele geçiren küresel güçler için yapmış oluyoruz.
İşsizlik artıyormuş ve emek değerlendirilmiyormuş, Türkiye ekonomisini elinde tutan küresel güçlerin umurunda mı bu? ya da umurunda olur mu? Sana ne kadar az verirse, o kadar çok kazanacak. Sömürünün ana kuralı bu
Dünün emperyalistlerinin yerine geçen bu günün küreselcileri her yerde aynı yöntemi deniyorlar, Hükümetleri, üniversiteleri, medyayı ve dolayısıyla işadamlarını türlü yöntemlerle etkileyip ekonomiyi ele geçirip ülkenin gerçek sahibi haline geliyorlar.

Türkiye'nin yaşadıklarına bakınca hükümetin, üniversitenin ve medyanın küresel güçlerin emrinde olduğunu ve halkı gerçeklerden uzak tutmaya çalıştığını görüyoruz.
Halka, ele geçirilmiş mihraklar aracılığıyla ölüm korkusu hissettirilerek sıtmaya razı olması sağlanıyor.
Türkiye yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, coğrafi konumu ve jeopolitiği ile asla bu ekonomik sıkıntıları yaşamaması ve halkının refah içinde olması gereken bir ülke. Ancak ekonomi senin elinden çıkmışsa burnuna halka takılan bir hayvandan ne farkın kalmıştır?

Buna bilerek yol açanlar var. Hatta rıza gösterenler var. Ülkenin bu gün ekonomik olarak elimizden çıktığını yarın siyasi olarak da elimizden çıkacağını bilenler var. Ama size bunları anlatamıyorlar
Kürt açılımını yaparsak ülke paraya gark olacakmış, işsizlik azalacakmış, Türkiye uçup gidecekmiş! Bırakın bu palavraları
Türk ekonomisi iken, küresel güçlerin elinde "Türkiye ekonomisi" haline gelmiş bir yapı ile; hangi açılımı yaparsanız yapın o açılım dizlerinizin bir nebze daha yere doğru çöküşünü sağlayacaktır.

Satılık medyanın, Siyasal İslamcıların, küresel güçlerin eline düşmüş cemaat ve tarikatların, "Hıristiyan Kulübü" olarak değerlendirdikleri Avrupa Birliği'ne; ülkemize para gelecek ve refah yükselecek diye Türk düşmanı Papa'nın heykelinin altında atılan imzaların sonucunda paranın gelmediğini, refahımızın yükselmediğini, ekonominin el değiştirdiğini, açlık - yoksulluk ve işsizliğin tarihi boyutlarda arttığını sizlere bir kere daha hatırlatırım.

Bu gün aynı koro Kürt Açılımının sonuçları hakkında aynı türküyü söylüyor. Satılık Medya'da "Türkiye ekonomisi"nin sahibi olan küresel efendilerinin emri ile bu işlere direnenleri sanki kabahat onlardaymış gibi toplum önünde suçluyor.

Ortaya salınan diğer bir korkuda, AKP iktidardan giderse yerine küresel güçlerin, ABD'nin, AB'nin, İsrail'in ve onların kontrolündeki Arap Ülkelerinin desteklemediği bir iktidar gelirse ekonominin çökeceğidir.

Doğrudur, bende böyle bir beklenti içindeyim. Ancak ortada bir Türk ekonomisi olmadığı için "Türkiye ekonomisi"nin sahipleri, Türk halkını biraz daha köleleştirmek için her zaman böyle bir şeye tevessül edebilecektir.

Türk Milleti başına böyle bir akibetin gelebileceğini öngörmeli ve varlığını korumak için her türlü sıkıntıyı çözecek tedbirleri almalıdır.

Çünkü var olmak her şeyden önemlidir. Bunun içindir ki; Kastamonu'lu Şerife Bacı'lar bebeklerinin örtüsünü top mermilerine sararak, bebeklerini değil milletçe var olmalarını sağlayacak top mermilerini sıcak tutmuş, canlarını ölüme terk etmiş ve Türk Milletini korumuşlardır. Anlayacağınız Türk Milleti ile vatanını korumanın bedeli her zaman çok ağırdır.

Osmanlı - Türk İmparatorluğunun son yılları da böyleydi. Ekonomi devletin kontrolünden çıkmış yabancıların eline geçmişti. Emperyalistler Osmanlı'yı her türlü açılıma zorluyordu. Türk halkı ticaretle uğraşmıyordu. Ekonomi yabancıların ve onların Türk topraklarındaki temsilcileri olan Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Yezidi gibi gayrimüslimlerin elindeydi.

Türk halkı cephelerde savaşıyor, toprağını korumaya çalışıyor ve her defasında nedense hep kaybeden oluyordu. Bu durum Mustafa Kemal ortaya çıkıncaya kadar sürdü.

Milli devleti kurmayı başaran Atatürk, yabancıların elinde olan ekonomiyi millileştirme politikaları ve sıfır sermaye ile "Türk ekonomisi" haline getirmeyi başardı. Ancak bu gün yabancıların eline geçmiş olan "Türkiye ekonomisi"ni görse herhalde kahrından bir kez daha ölürdü.

Türkiye ekonomisinin sahiplerinin ana amacı, Türk Milletini bu topraklardan sürmektir. Bunun için ellerinde tuttukları para gücü ile Türk Milletinin duygularıyla, ruhuyla ve inançları ile oynayarak amaçlarını tahakkuk ettirecekleri uygun bir zemini yaratmaya çalışıyorlar.

Türk Milleti de olup biteni "Türkiye ekonomisi"ni elde tutan kaynaklardan ona sunulmasına izin verildiği ölçüde izliyor.

Açlık ve yoksullukla uğraşan, işsizlikle boğuşan ve iş bulsa bile kazandığı ile geçinemeyen, mükemmel eğitimlerine rağmen ülkesinde mutsuz edilen insanlarımız ile gençlerimizin gerçekleri görmesini beklemek onlardan çok fazla bir şey istemek olur.

Ancak yine de ülkenizin gerçeklerini görmek istiyorsanız Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı, AKP Grup Başkan Vekili Suat Kılıç'ı, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'i ve yandaş medya ile "Türkiye ekonomisi"nin emrindeki Doğan, Ciner, Karamehmet medyalarını izlerseniz,  satır aralarında, akibetinizi yakalayacaksınız.

Hadi bakalım! "Türkiye Kkonomisi"nin köleleri iş başına...

18 Kasım 2009

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1225


***********

Kulağında Küpe Olsun Unutma!







Kulağında Küpe Olsun Unutma!



ÖZCAN PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com
14 Kasım 2009


Türk Dünyasında özel bir yeri olan Gaspıralı İsmail Bey ; " Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle başla ..." diyor 
Günümüzde yaşadıklarımıza bakınca, Türk Milletine mensup her Türk evladı; içinde bulunduğu şartlara bakmaksızın millete hizmete tıpkı Gaspıralı İsmail bey 'in dediği gibi elinden gelen işle başlamalıdır.
Türk Milleti, yüzyıllar boyunca yaşadığı gerilemeyi, sürgün ve göçü Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde verdiği Kurtuluş Mücadelesi ile durdurmayı başarabilmiştir.
Tahir'ül Mevlevi, 14 Ağustos 1913 tarihli " Kulağında Küpe Olsun Unutma " adlı şiirinde

"Rumeli'nin dağı taşı ağlıyor
Kan içinde her subaşı ağlıyor
Parçalanmış gövdelerin yanında
Can çekişen arkadaşı ağlıyor" diye başlıyor ve ;

"Ey Müslüman kendini hiç avutma
Yüreğini öç almadan soğutma
İnim inim inleyişi yurdunun
Kulağında küpe olsun unutma ..." diyerek te bitiriyor.

Eğer unutmasaydık bu günleri yaşarmıydık?
Boğazımıza kadar borç, Başbakan'ın ifadesi ile 36 etnik parça bir millet, AB'nin ya da küreselcilerin emrine girmiş bir ekonomi, işsizlik, fakirlik, eğitimsizlik ve yine tarihte yaşadıklarımızın tekrar yaşanacağı endişesi...

Oysa biz bu badireleri atlatmış ve tedbirleri almıştık. Ne oldu bize?

Bu gün artık yaşamayan Yugoslavya Devletinin efsane başkanı Tito, 12 Mart 1968'de kendi devletinin kuruluş yıl dönümünde şunları söylüyor:

" Ülkemiz kristal bir küredir, Ben Tito olarak, bu küreyi ellerimle tutarak değil, alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde bu görevi birisi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuzla buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka ülkelere kalır... Dünyanın geleceğinin korunması önce Anadolu'ya düşer. Anadolu'da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır."

Acaba Türk Devleti ve milletinin geçmişte yaşadıklarından haberdarmıyız ve dünyanın kaderini kurtarma görevinin Türkiye' de yaşayan Türk Milletinin sırtında olduğunu biliyormuyuz?

Kusura bakmayın ama biz hiç bir şeyi bilmiyoruz. Bilseydik Habur'dan girip gövde gösterisi yapan zibidilere izin vermez, Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini bu kadar aşağılatmazdık.

Şunu bilmelisiniz ki; başımıza gelen hiç bir şey tesadüf değil. 12 Eylül, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, bölücübaşının teslimatı, 2001 krizi, Kemal Derviş, AKP ve Erdoğan iktidarı, aşırı borçlanma, ekonominin bağımsızlığını yitirişi, satılık medyanın çabaları, milletleşme sürecine darbe, Habur gösterisi ve daha nicelerinin hiç biri ama hiç biri tesadüf değildir.

Teröristlerin Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna rastlayan 29 Ekim'den bir gün önce Avrupa'dan İstanbul'a getirilmek istenmesi, Kürt açılımının 10 Kasım'da TBMM' ye getirilmesi asla tesadüf değildir.

Bu tarihlerin biri Türk Devletinin kuruluş tarihi diğeri ise milli devletin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün ölüm tarihi. Bu şekilde yaparak Türk Milletine karşı anlamlı tarihi hareketler oluşturmaya çalışıyorlar hem de Türk Milletini yönetenlerin eliyle...

Gelin isterseniz Prof. Dr. Ahmet Buran'ın "Kurşunlanan Türkoloji" adlı kitabında yer alan şu satırları bir okuyalım "Sovyetler döneminde bir çok Türkoloğun cezalandırıldığını ve genellikle kurşuna dizilerek öldürüldüklerini, öğrenince gerçekten çok üzüldüm. Bunlarla beraber bir çok şair, yazar, fikir ve devlet adamları da öldürülmüştü. Öldürülen bu şair, yazar, fikir ve devlet adamları Türk topluluklarının fikir ve kanaat önderleriydi. Onlar Türk toplumuna yol gösterecek, Türk dilini işleyecek ve Türk aydınlanmasını gerçekleştireceklerdi. Onları yok etmek, Türk Milletini, yolunu aydınlatacak ışıktan yoksun bırakmak demekti. Onlar sadece bir can değil, bir millet demekti..."

Görüyorsunuz değil mi? Türk milleti nasıl planlı oyunların içinde yok edilmek isteniyor.

Türk Milletini var etmek için mücadele edip katledilenlerden biride Sovyetlerin yani Rusların yargılanmasından 9 gün önce idama mahkum ettikleri ve kurşuna dizilerek şehit edilen büyük Kazak Türkü şair Mağcan Cumabay'dır.

Tanımıyorsunuz değil mi? Biliyorum, adını da duymadınız... Halbuki Elif Şafak, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Ahmet Kaya, Hülya Avşar, Sezen Aksu, Ahmet ve Mehmet Altan biraderler ve daha nicelerini ezbere biliyorsunuz değil mi?

Oysa sizin tanımadığınız ve Türk Milleti için canını vermiş olan Mağcan Cumabay'ın gönlünde Türkiye'de yaşayan Türk Milletinin özel bir yeri vardı.

Türk Milleti; Mustafa Kemal'le Kurtuluş Mücadelesini verirken, 1921 yılında yazdığı "Uzaktaki Kardeşime" isimli şiirini bizlere ithaf ettiğini bilmiyoruz bile... Mağcan Cumabay bu şiirinde bize seslenerek:

"Uzaktaki ağır azap çeken kardeşim!
Kuruyup lale gibi çöken kardeşim,
Amansız, zalim düşmanlar ortasında,
Göl gibi göz yaşı döken kardeşim!
Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılıp yıkılmayan yağan oklardan,
Türk'ün pars gibi yüreği varken,
Korkak kul mu olduk düşmandan sinen " diyerek yolumuzu işaret ediyordu.

Haberimiz yok değil mi? 
Bu kadar büyük bir millet olduğumuzdan. 
Düşman hep aynı oyunu oynuyor. 
Bazen kardeşimizi satın alıyor bazen pusu kuruyor. 
Ancak ruhumuzu kanatan Mağcan Cumabay'ın son iki dize de ifade ettikleridir. 
Eğer bizi bu hale düşürdüğünü sananlar varsa onlar utansın  Ama yanılıyorlar...
Günümüzde yaşadıklarımız yüzyıllardır devam eden saldırıların bu güne ait olanlarıdır. 
Türk Milletine karşı oynanan oyun tüm kuvveti ile sahnelenmeye devam etmektedir.
Atalarımızın neler çektiğini bilip anlayabilirsek bugünkü saldırıya mukavemet etmek o denli kolaylaşacaktır. 
Günümüz de saldırıların tek amacı vardır o da Türk Milletini yok etmektir.

Anayasadan Türk adını, Türkçeyi çıkartmak, 301. maddeyi kaldırmak isteyenler ve açılım diyenler aynı kişilerdir.

Bunlar terör örgütü üyesi olduklarını ikrar edenlerin ayağına devletin savcısını götürterek Türkiye Cumhuriyetini küçük düşürmüş ve terör 
örgütü üyelerini eyleme karışmasalar bile  cezalandıran Türk Ceza Kanunun 221. maddesi  başta olmak üzere Terörle Mücadele Kanununun 
ilgili maddelerini hiçe saymışlardır . Böyle devlet yönetilir mi ? Böyle Türk Milleti korunur mu ?


Hepimiz bal gibi biliyoruz ; ... Olmuyor , gitmiyor , yönetilemiyoruz ...

Bakın milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy kendi döneminde yaşananlara karşı Türk Milletinin  nasıl davranmasını gerektiğini mısralarında şöyle anlatıyor :

 “Tükürün milleti alçakça vuran darbelere ,
Tükürün , onlara alkış dağıtan kahpelere ...
Tükürün ehli salibin o hayasız yüzüne ,
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne ...
Medeniyet denilen maskara mahluku görün ,
Türkürün maskeli vicdanına asrın , tükürün ”

Mehmet Akif yaşasaydı bu gün için aynı mısraları söylermiydi ? Buna da siz karar verin .

Ama bana sorarsanız Mehmet Akif ; ortak noktaları Türk Milletine düşmanlık olan siyasal İslamcıları ve Amerikancı, AB'ci ve küreselci cemaat ile tarikatçıları 
tükürük yağmuruna tutardı diye düşünüyorum.

Araştırdıkça , okudukça , gezdikçe mensubu  olduğumuz Türk Milletinin büyüklüğünü defaatle  görüyoruz . Onun için bu büyük çınara baş eğdirilmek isteniyor .

Ecdat buna can pahasına izin vermemiş . 

Bizimde Türkiye Cumhuriyeti Devleti , Türk Milleti ve Cenab-ı Allah'la bu yolda olan mutabakatımız can bedenden çıksa bile ruhumuzda ebed müddet devam edecektir .

Bir çok şeyi bilmesekte bu yolda beraber olduğumuzu biliyorum . Bu da bana yeterde artar .
                             
14 Kasım 2009

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1216



Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı



Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı




Özcan PEHLİVANOĞLU
08 Kasım 2009

Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı

Kavramlar, her hangi bir şeyin anlaşılması bakımından çok önem taşımaktadır.
Bu nedenle bir meseleyi konuşmadan önce o meseleye ait kavramları ortaya koymak zorunluluğu vardır.

Türk Dünyası; Cumhuriyet döneminde, aydınlarımız arasında ve eğitim müfredatımızda gereken önemi görmemiştir.

Türk Dünyasına böyle bir bakış olmayınca; Türklerin yaşadığı coğrafyayı ve vatan olarak addedeceğimiz bu toprakların sınırlarını ne aklımızda ne de yazılı kaynaklar da yeterince çizmeyi başaramadık. Bu başarısızlık günümüzde de bizi zorlayan önemli bir etkendir.

Bu açıdan bakınca konuşma konumuz ve ilgi alanımız olan Balkanlara, kimimizin Balkan kimimizin Rumeli, kimimizin de Trakya adını taktığını görüyor ve o topraklardan bizlerde kendimizi  Balkanlı, Rumelili veya Trakyalı olarak adlandırıyoruz.

Böl, parçala ve yönet anlayışı ile Türk Milletine saldıran zihniyet; maalesef vatanımız olan bu toprakları, Balkan, Rumeli ya da Trakya olarak adlandırıp kafamızı karıştırmayı ve sanki bu topraklarda birbirinden farklı insanlar yaşıyormuş gibi bir havayı, ne yazık ki; kavramları doğru olarak kullanamadığımızdan ve yerine oturtamadığımızdan dolayı yaratmayı başarmıştır.

Oysa atalarımız bu topraklara; Konya, Balıkesir, Aydın,  Amasya, Tokat, Trabzon başta olmak üzere Anadolu topraklarından ya da ön göçler sebebiyle binlerce yıl evvel ata vatanımız olan Orta Asya'dan göç ederek gitmiştir.

Batı Dünyası bizim Balkan, Rumeli veya Trakya olarak adlandırdığımız bu topraklardan varlığımızı silmek adına  bu coğrafyaya "Güneydoğu Avrupa" adını vererek son noktayı koymuştur.

Bizler de maalesef bilerek veya bilmeyerek Batı'nın dayattığı bu "Güneydoğu Avrupa" adını günümüzde bir çok yerde sıklıkla kullanmaktayız.

Oysa bu topraklar "Türkiye" olarak adlandırılan coğrafyanın Avrupa kıtasında kalan kısmını oluşturmaktadır .Bu tarihi bir gerçektir .

Bu konuda en doğru tanımlamayı tarihçi Yılmaz Öztuna yaparak Balkan, Rumeli veya Trakya olarak adlandırdığımız bu coğrafyayı "Avrupa Türkiyesi" olarak adlandırmıştır.

Gerçekten Balkan, Rumeli ya da Trakya olarak adlandırdığımız bu coğrafyanın adı "Avrupa Türkiye'si"dir. Çünkü bu topraklar Osmanlı Türklerinin ayak basmasından binlerce yıl önce kuzeyden yapılan ön göçler sayesinde Türkler tarafından vatanlaştırılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'te "Türk Milleti, Asya'nın batısında ve Avrupa'nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler" diye tarif ettiği işte Avrupası ve Anadolusu ile bu Büyük Türkiye'dir.

Bu sebeple Türkiye'nin Avrupa topraklarında kalan kısmının çeşitli devletlerle işgal edildiğini ve Avrupa Türkiye'sinden Türk Milletinin zulüm ve soykırımla göç etmek zorunda bırakıldığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şunu bilmeliyiz ve yaşayan insanlarımıza anlatmalıyız ki; Türkiye'nin Avrupası ve Anadolusu tektir ve bu coğrafya üzerinde yaşayan milletin adı da Türk Milletidir.

Türk Milleti; Avrupası ve Anadolusu ile aynı sefayı süren, aynı cefayı çeken, tarih ve kültürü bir, ortak inanç değerlerine sahip, düşmanlarınca bir ve beraber görülen, insan sever, vatansever, iyi niyetli ve yüksek ahlaklı, namuslu, şerefli, onurlu, gururlu insan topluluğumuzu ifade eder.

Avrupa Türkiye'sinde olduğu gibi bu havayı soluyan kişi, kendini hangi etnik aidiyete mensup hissederse hissetsin Büyük Türk Milleti ailesinin aziz ve vazgeçilmez bir ferdidir.

Tarihçi Yılmaz Öztuna "Avrupa Türkiye'sinin Kaybı" adlı eserinde, Avrupa Türkiye'sinin kaybını anlatırken, günümüz Türkiye'sinin yaşadığı sorunların geçmişte büyük benzerliklerle Avrupa Türkiye'sinde de yaşandığını ve sonucun Avrupa Türkiye'sinin kaybı ile neticelendiğini belirtmektedir.

Öztuna'nın "Avrupa Türkiye'sinde Türk ve Türkiye düşmanlarının ağlarını nasıl uzun vadede fakat planla, sabırla ve kararlılıkla ördüğüne,  Osmanlı - Türk Devletinin kendisini bu ağlardan niçin ve nasıl kurtaramadığının mutlaka elde kalan Türkiye Türkleri tarafından iyi anlaşılmalıdır" uyarısına çok dikkat edilmelidir.

Avrupa Türkiye'sini ve kaybını ortaya koyduktan sonra vurgulamak istediğimiz diğer önemli bir nokta ise; Türk Milleti arasında suni olarak yaratılmaya çalışılan Anadolu - Rumeli ayrıştırması ve bunun bir tuzak olarak Türk Milletine karşı kullanılmasıdır.

Burada  kullanılan en önemli argüman Türkiye'nin yaşadığı sorunların ve bazı kesimlerce milli - manevi yapımıza uygun olmadığı düşünülen yenilik hareketlerinin, altında, Rumeli - Balkan topraklarından yani Avrupa Türkiye'sinden göç edenlerin bulunduğu düşüncesidir.

Avrupa Türkiye'sinin kaybı ile milyonlarca Türk ve kendini Türk hisseden  insanımız  Anadolumuzun dört bir yanına göç etmiş ve bu göçlere maruz kalan insanlarımız Anadolu insanı tarafından büyük bir muhabbetle kucaklanmıştır.          Günümüzde bir ve bütün olarak her türlü saldırıya karşı koyabiliyorsak millet olarak yaptığımız bu kucaklaşma sayesindedir.

Bu gün milyonlarca insan, Anadolu'nun dört bir köşesinde atalarının kaybedilen Türk topraklarından Anadoluya göç ettiğini bilerek yaşamaktadır.

Halkın arasında 93 Harbi olarak adlandırılan Osmanlı - Rus Savaşı ile 1912 - 1913 Balkan Savaşları neticesinde, evlerinden ve yurtlarından olarak Anadolu'ya sığınmak zorunda kalan insanlarımız; elde kalan son topraklarımızın yani Anadolu Türkiyesi de elden çıkmasın diye Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Mücadelesine canı yürekten katılmış ve nihayetinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletine büyük bir iştiyakla sahip çıkmıştır.

Avrupa Türkiye'sinden, Anadolu Türkiye'sine sadece canlarını kurtararak sığınabilenler, bağımsız ve güçlü bir milli devletin kurulmasını, belki yaşadıkları tecrübelerden dolayı herkesten fazla istemiş olabilirler.

Ancak bunun Balkan - Rumeli Türklerine herhangi bir ayrıcalık sağlar tarafı yoktur ve olmamıştır da.

Bu durum yani Cumhuriyete ve Atatürk'ün ortaya koyduğu değerlere sımsıkı sarılmak; bazı mihraklar tarafından Anadolu - Rumeli ayrışması yapılmak sureti ile zaman zaman Türk Milletinin önüne yeni bir tuzak olarak getirilmek istenmektedir.

Ancak bu düşüncede olanlar veya kasden bu fikri seslendirenler milyonlarca Rumeli - Balkan Türk'ünü Selanik Dönmeleri yani Sabetayistlerle karıştırmakta, Masonlarla olan hesaplarını da Rumeli - Balkan Türkleri üzerinden görmeye çalışmaktadırlar.

Bu tartışmanın yaratacağı sonuçlardan kendi lehlerine bir pay çıkarmaya kalkanlar da, tartışmaları değişik araçlarla körüklemektedir.         

Bunu yapanların Türk Milletine karşı bir kasdı vardır. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu topyekün Türk Milleti tarafından gerçekleştirilmiştir.

Öyleyse Rumeli - Balkan Türkü - Anadolu Türkü diye bir ayırım yoktur ve böyle bir ayırımda kimse tarafından yapılamaz. Varolan tek gerçek Türk Milleti ve onun başardıklarıdır.

Tekrar ediyorum ve bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, Anadolu - Rumeli ayrıştırmasını bilinçli olarak yapanların esas amacı; Rumeli - Balkan Türklerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki rolünü sulandırmak için araya Selanik Dönmelerini yani Sabetayistleri ve Mason Localarını katmak istemeleridir.

Böylelikle bir taşla birbirinden çok farklı iki hedef vurulmuş olmakta ve akıllar karıştırılmaktadır.

Selanik Dönmeleri yani Sabetayistler ve Mason Locaları o dönemin ve hatta günümüzün dikkate alınması gereken önemli unsurları olabilir.

Ancak bunlarla Rumeli - Balkan Türkleri asla bir tutulmamalı ve Avrupa Türkiye'sinden Anadoluya göç etmek zorunda kalan Rumeli - Balkan Türklerinin Cumhuriyet döneminde milletleşme sürecine, kültür ve edebiyata, akademik hayata, sanata, siyasete ve ekonomiye yaptığı katkılar unutulmamalıdır.

Türk Milletini böylesine bir Anadolu - Rumeli ayrıştırması ile birbirine karşı ötekileştirmek ve ayrıştırmak bu kadar ucuz ve kolay olmamalı; yaşamakta olduğumuz olaylar gözönüne alındığında buna gerçek Türk Aydınları asla fırsat ve izin vermemelidir.

KAYNAKÇA :

ACAROĞLU M. Türker                  
Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar I-II
İstanbul, IQ Yayınları, 2007

AGHATABAY Z. Cahide                
Mübadelenin Mazlum Misafirleri
İstanbul, Bengi Yayınları, 2007

AKÇINAR Ezgi Nihan                   
Göçmen
Denizli, Bilal Ofset, 2005

AYAŞLI Münevver                      
Rumeli ve Muhteşem İstanbul
İstanbul, Timaş Yayınları, 2003

CEYHAN Nesime                        
Balkan Savaşı Hikayeleri
İstanbul, Selis Kitapları, 2007

DUMAN H.Harun                        
Balkanlara Veda
İstanbul, Duyap Yayıncılık, 2005

HABLEMİTOĞLU Necip                
Yüzbinlerin Sürgünü, Kırım'da Türk Soykırımı
İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004

HALAÇOĞLU Ahmet                   
Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri
Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995

HANÇERLİ M. Yüksel                  
Girit Mübadillerinin son durağı: Çukurova
Adana, Hançerli Fotoğrafçılık Yayınları, 2007

KOBAKİZADE İsmail Hakkı         
Bir Mübadilin Hatıraları
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008

KILIÇ Osman                           
Kader Kurbanı
Ankara, Bisav, 2007

Mc CARTHY Justin                    
Ölüm ve Sürgün
İstanbul, İnkilap Yayınları, 1998

ÖZSOY İskender                      
Mübadelenin Öksüz Çocukları
İstanbul, Bağlam Yayınları, 2007

ÖZTUNA Yılmaz                      
Avrupa Türkiyesini Kaybımız
İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2006

PARLAR Suat                           
Bayraksız İstila
İstanbul, Bağdat Yayınları, 2007

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1204