Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2017 Çarşamba

Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı



Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı




Özcan PEHLİVANOĞLU
08 Kasım 2009

Avrupa Türkiyesi ve Anadolu – Rumeli Ayrıştırması Tuzağı

Kavramlar, her hangi bir şeyin anlaşılması bakımından çok önem taşımaktadır.
Bu nedenle bir meseleyi konuşmadan önce o meseleye ait kavramları ortaya koymak zorunluluğu vardır.

Türk Dünyası; Cumhuriyet döneminde, aydınlarımız arasında ve eğitim müfredatımızda gereken önemi görmemiştir.

Türk Dünyasına böyle bir bakış olmayınca; Türklerin yaşadığı coğrafyayı ve vatan olarak addedeceğimiz bu toprakların sınırlarını ne aklımızda ne de yazılı kaynaklar da yeterince çizmeyi başaramadık. Bu başarısızlık günümüzde de bizi zorlayan önemli bir etkendir.

Bu açıdan bakınca konuşma konumuz ve ilgi alanımız olan Balkanlara, kimimizin Balkan kimimizin Rumeli, kimimizin de Trakya adını taktığını görüyor ve o topraklardan bizlerde kendimizi  Balkanlı, Rumelili veya Trakyalı olarak adlandırıyoruz.

Böl, parçala ve yönet anlayışı ile Türk Milletine saldıran zihniyet; maalesef vatanımız olan bu toprakları, Balkan, Rumeli ya da Trakya olarak adlandırıp kafamızı karıştırmayı ve sanki bu topraklarda birbirinden farklı insanlar yaşıyormuş gibi bir havayı, ne yazık ki; kavramları doğru olarak kullanamadığımızdan ve yerine oturtamadığımızdan dolayı yaratmayı başarmıştır.

Oysa atalarımız bu topraklara; Konya, Balıkesir, Aydın,  Amasya, Tokat, Trabzon başta olmak üzere Anadolu topraklarından ya da ön göçler sebebiyle binlerce yıl evvel ata vatanımız olan Orta Asya'dan göç ederek gitmiştir.

Batı Dünyası bizim Balkan, Rumeli veya Trakya olarak adlandırdığımız bu topraklardan varlığımızı silmek adına  bu coğrafyaya "Güneydoğu Avrupa" adını vererek son noktayı koymuştur.

Bizler de maalesef bilerek veya bilmeyerek Batı'nın dayattığı bu "Güneydoğu Avrupa" adını günümüzde bir çok yerde sıklıkla kullanmaktayız.

Oysa bu topraklar "Türkiye" olarak adlandırılan coğrafyanın Avrupa kıtasında kalan kısmını oluşturmaktadır .Bu tarihi bir gerçektir .

Bu konuda en doğru tanımlamayı tarihçi Yılmaz Öztuna yaparak Balkan, Rumeli veya Trakya olarak adlandırdığımız bu coğrafyayı "Avrupa Türkiyesi" olarak adlandırmıştır.

Gerçekten Balkan, Rumeli ya da Trakya olarak adlandırdığımız bu coğrafyanın adı "Avrupa Türkiye'si"dir. Çünkü bu topraklar Osmanlı Türklerinin ayak basmasından binlerce yıl önce kuzeyden yapılan ön göçler sayesinde Türkler tarafından vatanlaştırılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'te "Türk Milleti, Asya'nın batısında ve Avrupa'nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler" diye tarif ettiği işte Avrupası ve Anadolusu ile bu Büyük Türkiye'dir.

Bu sebeple Türkiye'nin Avrupa topraklarında kalan kısmının çeşitli devletlerle işgal edildiğini ve Avrupa Türkiye'sinden Türk Milletinin zulüm ve soykırımla göç etmek zorunda bırakıldığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şunu bilmeliyiz ve yaşayan insanlarımıza anlatmalıyız ki; Türkiye'nin Avrupası ve Anadolusu tektir ve bu coğrafya üzerinde yaşayan milletin adı da Türk Milletidir.

Türk Milleti; Avrupası ve Anadolusu ile aynı sefayı süren, aynı cefayı çeken, tarih ve kültürü bir, ortak inanç değerlerine sahip, düşmanlarınca bir ve beraber görülen, insan sever, vatansever, iyi niyetli ve yüksek ahlaklı, namuslu, şerefli, onurlu, gururlu insan topluluğumuzu ifade eder.

Avrupa Türkiye'sinde olduğu gibi bu havayı soluyan kişi, kendini hangi etnik aidiyete mensup hissederse hissetsin Büyük Türk Milleti ailesinin aziz ve vazgeçilmez bir ferdidir.

Tarihçi Yılmaz Öztuna "Avrupa Türkiye'sinin Kaybı" adlı eserinde, Avrupa Türkiye'sinin kaybını anlatırken, günümüz Türkiye'sinin yaşadığı sorunların geçmişte büyük benzerliklerle Avrupa Türkiye'sinde de yaşandığını ve sonucun Avrupa Türkiye'sinin kaybı ile neticelendiğini belirtmektedir.

Öztuna'nın "Avrupa Türkiye'sinde Türk ve Türkiye düşmanlarının ağlarını nasıl uzun vadede fakat planla, sabırla ve kararlılıkla ördüğüne,  Osmanlı - Türk Devletinin kendisini bu ağlardan niçin ve nasıl kurtaramadığının mutlaka elde kalan Türkiye Türkleri tarafından iyi anlaşılmalıdır" uyarısına çok dikkat edilmelidir.

Avrupa Türkiye'sini ve kaybını ortaya koyduktan sonra vurgulamak istediğimiz diğer önemli bir nokta ise; Türk Milleti arasında suni olarak yaratılmaya çalışılan Anadolu - Rumeli ayrıştırması ve bunun bir tuzak olarak Türk Milletine karşı kullanılmasıdır.

Burada  kullanılan en önemli argüman Türkiye'nin yaşadığı sorunların ve bazı kesimlerce milli - manevi yapımıza uygun olmadığı düşünülen yenilik hareketlerinin, altında, Rumeli - Balkan topraklarından yani Avrupa Türkiye'sinden göç edenlerin bulunduğu düşüncesidir.

Avrupa Türkiye'sinin kaybı ile milyonlarca Türk ve kendini Türk hisseden  insanımız  Anadolumuzun dört bir yanına göç etmiş ve bu göçlere maruz kalan insanlarımız Anadolu insanı tarafından büyük bir muhabbetle kucaklanmıştır.          Günümüzde bir ve bütün olarak her türlü saldırıya karşı koyabiliyorsak millet olarak yaptığımız bu kucaklaşma sayesindedir.

Bu gün milyonlarca insan, Anadolu'nun dört bir köşesinde atalarının kaybedilen Türk topraklarından Anadoluya göç ettiğini bilerek yaşamaktadır.

Halkın arasında 93 Harbi olarak adlandırılan Osmanlı - Rus Savaşı ile 1912 - 1913 Balkan Savaşları neticesinde, evlerinden ve yurtlarından olarak Anadolu'ya sığınmak zorunda kalan insanlarımız; elde kalan son topraklarımızın yani Anadolu Türkiyesi de elden çıkmasın diye Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Mücadelesine canı yürekten katılmış ve nihayetinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletine büyük bir iştiyakla sahip çıkmıştır.

Avrupa Türkiye'sinden, Anadolu Türkiye'sine sadece canlarını kurtararak sığınabilenler, bağımsız ve güçlü bir milli devletin kurulmasını, belki yaşadıkları tecrübelerden dolayı herkesten fazla istemiş olabilirler.

Ancak bunun Balkan - Rumeli Türklerine herhangi bir ayrıcalık sağlar tarafı yoktur ve olmamıştır da.

Bu durum yani Cumhuriyete ve Atatürk'ün ortaya koyduğu değerlere sımsıkı sarılmak; bazı mihraklar tarafından Anadolu - Rumeli ayrışması yapılmak sureti ile zaman zaman Türk Milletinin önüne yeni bir tuzak olarak getirilmek istenmektedir.

Ancak bu düşüncede olanlar veya kasden bu fikri seslendirenler milyonlarca Rumeli - Balkan Türk'ünü Selanik Dönmeleri yani Sabetayistlerle karıştırmakta, Masonlarla olan hesaplarını da Rumeli - Balkan Türkleri üzerinden görmeye çalışmaktadırlar.

Bu tartışmanın yaratacağı sonuçlardan kendi lehlerine bir pay çıkarmaya kalkanlar da, tartışmaları değişik araçlarla körüklemektedir.         

Bunu yapanların Türk Milletine karşı bir kasdı vardır. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu topyekün Türk Milleti tarafından gerçekleştirilmiştir.

Öyleyse Rumeli - Balkan Türkü - Anadolu Türkü diye bir ayırım yoktur ve böyle bir ayırımda kimse tarafından yapılamaz. Varolan tek gerçek Türk Milleti ve onun başardıklarıdır.

Tekrar ediyorum ve bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, Anadolu - Rumeli ayrıştırmasını bilinçli olarak yapanların esas amacı; Rumeli - Balkan Türklerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki rolünü sulandırmak için araya Selanik Dönmelerini yani Sabetayistleri ve Mason Localarını katmak istemeleridir.

Böylelikle bir taşla birbirinden çok farklı iki hedef vurulmuş olmakta ve akıllar karıştırılmaktadır.

Selanik Dönmeleri yani Sabetayistler ve Mason Locaları o dönemin ve hatta günümüzün dikkate alınması gereken önemli unsurları olabilir.

Ancak bunlarla Rumeli - Balkan Türkleri asla bir tutulmamalı ve Avrupa Türkiye'sinden Anadoluya göç etmek zorunda kalan Rumeli - Balkan Türklerinin Cumhuriyet döneminde milletleşme sürecine, kültür ve edebiyata, akademik hayata, sanata, siyasete ve ekonomiye yaptığı katkılar unutulmamalıdır.

Türk Milletini böylesine bir Anadolu - Rumeli ayrıştırması ile birbirine karşı ötekileştirmek ve ayrıştırmak bu kadar ucuz ve kolay olmamalı; yaşamakta olduğumuz olaylar gözönüne alındığında buna gerçek Türk Aydınları asla fırsat ve izin vermemelidir.

KAYNAKÇA :

ACAROĞLU M. Türker                  
Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar I-II
İstanbul, IQ Yayınları, 2007

AGHATABAY Z. Cahide                
Mübadelenin Mazlum Misafirleri
İstanbul, Bengi Yayınları, 2007

AKÇINAR Ezgi Nihan                   
Göçmen
Denizli, Bilal Ofset, 2005

AYAŞLI Münevver                      
Rumeli ve Muhteşem İstanbul
İstanbul, Timaş Yayınları, 2003

CEYHAN Nesime                        
Balkan Savaşı Hikayeleri
İstanbul, Selis Kitapları, 2007

DUMAN H.Harun                        
Balkanlara Veda
İstanbul, Duyap Yayıncılık, 2005

HABLEMİTOĞLU Necip                
Yüzbinlerin Sürgünü, Kırım'da Türk Soykırımı
İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004

HALAÇOĞLU Ahmet                   
Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri
Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995

HANÇERLİ M. Yüksel                  
Girit Mübadillerinin son durağı: Çukurova
Adana, Hançerli Fotoğrafçılık Yayınları, 2007

KOBAKİZADE İsmail Hakkı         
Bir Mübadilin Hatıraları
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008

KILIÇ Osman                           
Kader Kurbanı
Ankara, Bisav, 2007

Mc CARTHY Justin                    
Ölüm ve Sürgün
İstanbul, İnkilap Yayınları, 1998

ÖZSOY İskender                      
Mübadelenin Öksüz Çocukları
İstanbul, Bağlam Yayınları, 2007

ÖZTUNA Yılmaz                      
Avrupa Türkiyesini Kaybımız
İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2006

PARLAR Suat                           
Bayraksız İstila
İstanbul, Bağdat Yayınları, 2007

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1204



3 Haziran 2016 Cuma

SÖMÜRGECİ DEVLETLERİN KANLI MİRASI - SYKES - PİCOT ANTLAŞMASI




SÖMÜRGECİ DEVLETLERİN KANLI MİRASI - SYKES - PİCOT ANTLAŞMASI


Sömürgecilerin Kanlı Mirası - Sykes-Picot Anlaşması

CETVELLE BÖLÜNEN ORTADOĞU VE ARAP DEVLETLERİ BUGÜN NE DURUMA GELDİ.?



İSLAM ÜLKELERİ BİRİBİRLERİYLE SAVAŞ & İÇSAVAŞ HALİNDELER..

Masadaki Osmanlı İmparatorluğu haritasının üzerinde, Akdeniz kıyısındaki Akka’ya koyduğu parmağını kuzeye doğru, ta Kerkük’e kadar sürükledi:

“Buradan E noktasından, Akka’dan; K noktasına, Kerkük’e kadar bir çizgi çekmek istiyorum.”

İşte Ortadoğu’da bugün de devam eden bir çok sorunun ve çatışmanın temellerini oluşturacak gizli anlaşmaya giden yol, 36 yaşındaki İngiliz politikacı ve diplomat Sir Mark Sykes’ın bu sözleriyle başlamış oldu.


http://appsaljazeera.com/interactive/sp100/

MASABAŞINDA SÖMÜRGE PAYLAŞIMI

Tarihçi James Barr’ın ‘Kumda bir hat’ (A line in the sand) adlı kitabında anlattığına göre, tarih 16 Aralık 1915’di. Kendisini Ortadoğu uzmanı olarak pazarlamış ama bu konudaki bilgisi şüpheli Sykes, İngiltere savaş kabinesine Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılması gerektiği konusundaki görüşlerini anlatıyordu:



“Bu hattın güneyi bizim denetimimizde olmalı. Kuzeyini Fransızlara bırakabiliriz. Fransa ile bu konuda mümkün olduğu kadar çabuk anlaşıp, Suriye konusunda da kesin bir anlaşmaya varmalıyız.”

Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağının tartışıldığı bu toplantıdan iki yıl sonra, Filistin’de bir İsrail Devleti kurulması için ilk adımları atan zamanın Deniz Kuvvetleri Amirali Arthur Balfour, Sykes’ın önerisi karşısında kuşkuluydu:

“Mısır’ın 90-100 mil doğusundaki toprakları önemsiyoruz ama siz bize daha da doğuya çöle ve çok az ekilebilir toprağı olan bir alana doğru gitmemizi öneriyorsunuz. Bu bizim Mısır’daki pozisyonumuzu güçlendirmek yerine zayıflatır.”

Tartışmaları dinleyen dönemin İngiltere Başbakanı Henry Asquith toplantıya noktayı koydu:

“Fransızlarla diplomatik bir anlaşma yapmalıyız.”



İngiltere’nin çıkarları

İngiltere, kazanacağına emin olduğu Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda nasıl şekillendireceğini belirlemek üzere ilgili bakanlıkların temsilcilerinden oluşan bir komite kurmuştu. 
Bu komitede Savaş Bakanlığı’nın danışmanı da Skyes’dı. 

Komitenin hazırladığı rapora göre, İngiltere’nin önündeki seçenekler şunlardı:

• Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletlerince ilhakı;
• Osmanlı Devleti’nin topraklarının etki alanı olarak paylaşılması;             Osmanlı Devleti’ni olduğu gibi bırakmak ama hükümetini tabii kılmak;
• Osmanlı’yı yarı özerk bölgelere ayırıp, yerinden yönetimlerini sağlamak. 

Düşünülen yarı özerk bölgeler de şunlardı; Suriye, Filistin, 
Ermenistan, Anadolu, Mezapotamya.

Komite, Bakanlar Kurulu’na bu seçeneği tavsiye etmeye karar verdi.

İngiltere’nin derdi, Mısır ve Süveyş Kanalı’nı, ayrıca Hindistan’a giden yolları korumaktı. O dönemde yeni yeni keşfedilmeye başlanan ama 
var olup olmadığından emin olunmayan Irak’taki petrol yatakları da gözardı edilmiyordu. Komite’nin önerdiği çözüme göre, İngiltere Akdeniz’den Basra Körfezine kadar olan bölgeyi etkisi altına alacaktı.

Sykes, bir arkadaşına şunları yazıyordu;

“Türkiye diye bir şey artık var olmamalı. İzmir, Yunanlıların olacaktır. Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin, Mezopotamya İngiliz ve geri kalan İstanbul dâhil Rus.”

Fransa’nın çıkarları



Ancak bir sorun vardı, Suriye’yi isteyen Fransa’yı bu plana ikna etmek.

İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşına müttefik olarak girmiş olsa da Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağı konusunda birbirlerine güvenmiyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce de Afrika için anlaşmazlığa düştükleri olmuştu.

Akdeniz’in doğusunda ticari, politik ve dini ilişkiler kurmuş olan Paris hükümeti içinse, Suriye ve Filistin, Ortadoğu’nun Fransası’ydı. 

Fransızlar, bu tezlerini desteklemek için bu bölgede Haçlı Seferleri sırasında Latin Krallıkları kurduklarını bile hatırlatıyor ve bölge halkının Fransa yönetimi altında yaşamayı istediğini öne sürüyordu. Onlara göre Şam, olası bir Arap İslâm Devleti’nin merkeziydi ve böyle bir merkezin rakip İngilizlerin denetimine girmesi kabul edilemezdi.

Fransızlar, İngiltere’nin Ortadoğu emellerini de imparatorluklarını genişletmek arzusu olarak algılıyordu.

Cihad korkusu

İngiltere’nin başka bir derdi de Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girerken ‘cihad’ ilan etmiş olmasıydı. İngilizler, özellikle o dönemdeki Hindistan’dan topladıkları Müslüman askerlerinin cihad çağrısına uyacağından endişeliydi. Hem bu olasılığın etkisini azaltmak, hem de o dönemde yeni yeni ortaya çıkan diğer doğal kaynakların yönetimini ele geçirmek üzere Arap Krallığı vaat ederek ayaklandırmayı umdukları Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile görüşmelere başlamıştı. Fransızlar, bu görüşmeleri fark ettiklerinde öfkelerini gizlemediler.

Gizli Sykes-Picot anlaşmasına giden görüşmelerin ilk turu denilebilecek görüşmeler, işte bu ortamda 23 Kasım 1915’te Londra’da gerçekleşti.

Fransızların üstün bir kültürü olduğuna inanan ve Doğu Akdeniz’in Fransız mandası altında olması gerektiğini savunan Koloni Partisi üyesi, Osmanlı Devleti ile ülkesi savaşa girinceye kadar Fransa’nın Beyrut’taki Konsolosu George Picot, bu toplantıda müttefiklerinin Şerif Hüseyin’e verdiği sözleri şu sözlerle eleştiriyordu:

“Araplara büyük bir devlet sözü vermek, onların gözüne kum atmak gibi bir şey. Böyle bir devlet hiç bir zaman olamaz. Çok fazla sayıdaki Arap kabilelerinden bir bütün oluşturamazsınız.”

Fransa’nın taktiği

Fransızların karşı olduğu şey, İngiltere denetimindeki büyük bir Arap Devleti’ydi. Yoksa onların planı da bölgede Arap ülkeleri kurmaya dayanıyordu ama kukla Arap ülkeleri. Zira Fransa, Suriye’yi doğrudan denetimi altına almanın maliyetli olacağını hesaplıyordu. 
Picot, doğrudan Fransız hakimiyetini sadece Akdeniz kıyılarında ve genişletilmiş bir Lübnan’da istiyordu. Onun müzakere taktiği şuydu; 
Fransa, Suriye’nin tamamı için doğrudan yönetimde ısrar edecek ama bu isteğini müzakerelerde daraltarak taviz vermiş gibi görünecekti.

Musul meselesi

Picot’nun bir hedefi de Fransız etki alanını Musul’a kadar uzatmaktı. İngilizler de bu konuda diretiyormuş gibi yapıyorlardı zira Musul’u Fransızlara bırakarak, müttefikleri olmalarına rağmen güvenmedikleri Rusya ile aralarında Fransızların tampon olmasını istiyorlardı.

Filistin meselesi

Sykes ve Picot’un anlaşamadığı başka bir nokta da Filistin’di. Her ikisi de Filistin’i istiyordu. İngilizler ayrıca Mısır’ı koruyacak bir donanma yerleştirmek için İskenderun Limanı’nı da talep ediyordu.

Kırmızı-Mavi-Kahverengi uzlaşma

Uzun pazarlıklar sonucunda İngiltere ve Fransa uzlaşmaya vardı. Osmanlı Devleti’nin bugünkü Ortadoğu’daki toprakları kırmızı, mavi ve kahverengi bölgelere boyanmıştı.

İngilizler, İskenderun’dan vazgeçme karşılığında Akka ile Hayfa limanlarını alıyordu. Bu bölge dışındaki Filistin toprakları kahverengiydi, yani uluslararası yönetime bırakılacak, kaderine sonra karar verilecekti.

Bağdat ve Basra kırmızıydı, yani İngilizlere bırakılıyordu. Fransa büyük Lübnan’ı, Adana ve çevresini alıyordu artık mavi renkliydi. 
Bu bölgelerde İngiltere ve Fransa doğrudan ya da dolaylı yönetimler kuracaktı. Ayrıca İngilizler, Kerkük’ten Gazze’ye kadar bir alanı da etki alanı olarak belirlemişti. Fransızların etki alanıysa Musul, Halep ve Şam üçgeninde olacaktı. Bu etki alanlarında Arap Devletleri kurulacaktı.

Ortadoğu halklarının ne istediğini tamamıyla gözardı eden ve sömürgeleştiren bu gizli anlaşmanın uygulanmasının koşulunu İngiltere ve Fransa şöyle belirledi: Arap isyanından sonra.

Ancak çok geçmeden İngilizler, Musul’u Fransızlara, Filistin’i uluslararası yönetime bıraktıklarına pişman oldular. Savaş sırasında her iki durumu da değiştirecek hamleler yaptılar.

İngiliz ve Fransızların Filistin oyunu




Sykes ve Picot bu gizli anlaşmayı onay için Rusya’ya götürdüler. İngilizler gibi, Fransızlar da Filistin anlaşmasından memnun değildi. 

İngilizlere fazla ödün verildiğini düşünen Ruslar, Fransızlarla başka bir gizli anlaşma yapmışlardı, Filistin’i uluslararası yönetime değil, Fransa’ya bırakmak üzerineydi bu anlaşma. Fransızların ve İngilizlerin birbirinden habersiz Filistin hesapları, her ikisini de o dönemde yavaş yavaş güçlenmeye başlayan Siyonist hareketle işbirliğini götürdü ve bugünkü Filistin meselesinin temelleri de o dönemde atılmaya başlandı. Arap halklarının isteklerini iyice gözardı ediyordu bu durum.

Ruslar devrede

Ruslar, pek beğenmedikleri bu anlaşmayı, yine de kendi çıkarlarını geliştirerek onaylamayı tercih ettiler. Ruslar adına müzakereleri dönemin Dışişleri Bakanı Sergei Sazanov yaptı. O yüzden anlaşmaya Sykes-Picot-Sazanov anlaşması da deniliyor. 

Ruslar, kendilerine bırakılan İstanbul ve Boğazları yeterli görmeyip, Trabzon, Erzurum ve Van’ı da istedi. İngiltere ve Fransa da kabul etti.

Ancak anlaşmanın üzerinden çok zaman geçmeden Rusya’da devrim oldu. Bolşevikler, Rus Dışişleri Bakanlığındaki belgeleri yayınlamaya başladı. Böylece Sykes-Picot anlaşmasıyla ilgili yazışmalar da anlaşma daha uygulamaya tam olarak girmeden ortaya çıkmış oldu.
Osmanlı Devleti’nin o dönemdeki yöneticilerinden Cemal Paşa, 4 Aralık 1917’de Beyrut’ta Sykes-Picot anlaşmasının farkında olarak bir konuşma yaptı:

“İngilizlerin gerçek amacı artık biliniyor. Şimdi Şerif Hüseyin, kendisinin neden olduğu bu aşağılamaya katlanıp, İslâm’ın Halifesi’nin önerdiği onuru, İngilizlere köle bir devlete değiştirecek mi?”

Hicaz’da çoktan bir ayaklanma başlatmış olan Şerif Hüseyin, İngiltere ile ittifaka devam etme kararı aldı. Ancak savaş bittiğinde elinde kalan hayallerinin çok gerisindeydi. İngiltere ve Fransa, Suriye için bir dönem anlaşmazlık yaşasa da, Ortadoğu Skyes-Picot temelinde şekillendi. Sonrasındaki gelişmelerle Skyes-Picot kağıt üzerinde yazıldığı şekliyle uygulanmadı ama bugünkü Ortadoğu’ya şekil veren ilk yazılı belge olarak tarihe geçti.

http://appsaljazeera.com/interactive/sp100/al-jazeera-t%C3%BCrk---masaba%C5%9F%C4%B1nda-s%C3%B6m%C3%BCrge-payla%C5%9F%C4%B1m%C4%B1.html

Sykes kimdir?




Birinci Dünya Savaşı boyunca İngiliz Savaş Bakanlığı’nın üst düzey bürokratları arasında yer alan Sir Mark Sykes, zengin bir ailenin 1879 doğumlu tek çocuğuydu.

Yedi yaşındayken, babasıyla birlikte Doğu’ya yaptığı seyahat bütün hayatını etkiledi. Türkçe ve Arapça bildiği izlenimini yaratmayı seviyordu ama her iki dili de bilmiyordu. 25 yaşına gelmeden yazdığı kitaplardan biri, “Halife’nin son mirası: Türk İmparatorluğu’nun kısa tarihi”, sık sık gezdiği Osmanlı coğrafyasına nasıl baktığını da gösteriyordu. Çocukluğundan beri dolaştığı bu topraklarda değişime ve ilerlemeye karşıydı. Örneğin bu kitapta Osmanlı İmparatorluğu’nun yapmaya başladığı demiryollarına, kültürel değişim yarattığı için karşı 
çıkıyordu.

İstanbul’daki elçilikte dört yıl çalışan Sykes 1911’de Avam Kamarasına seçilmiş, Birinci Dünya Savaşı başlayınca 1914’te Churchill’e yazdığı bir mektupta Osmanlı’ya karşı çalışabileceğini, halkı ayaklandırabileceğini yazmıştı:

“Yerel eğilimler ve olanaklar konusunda tüm bildiklerimin emrinizde olacağını söylersem beni kendi çıkarlarını gözeten biri olarak görmeyeceğinizi umarım.”

Hemen olmasa da nihayet istediği gibi bir iş bulan Sykes, İngiltere’nin Ortadoğu politikasının biçimlendirildiği ve Arap ayaklanmasını destekleyen Arap Bürosu’nun da kurulmasına ön ayak oldu.

1916’da imzaladığı ve Ortadoğu’yu şekillendiren Sykes-Picot anlaşmasında Fransızlara fazla ödün verdiğini sonradan düşünse de, yine de bu anlaşmanın uygulanmasının daha detaylı bir biçimde ele alındığı 1919 Paris Konferası’na da diplomat olarak katıldı. Ancak imzaladığı anlaşmanın Ortadoğu’yu bugün de süren anlaşmazlıklara nasıl sürüklediğini görmeden o yıllarda dünyayı saran İspanyol gribi yüzünden 39 yaşında 1919’da öldü.

2007’de kuş gribi tekrar dünyayı tehdit etmeye başlayınca, bilimsel araştırmalar da kullanılmak üzere mezarının açılmasına karar verildi. Sykes öldüğünde kurşun bir tabuta konmuştu, cesedinde H1N1 virüsünün DNA’sının bulanabileceği, böylece virüsün gelişiminin izlenebileceği düşünülüyordu. Ancak, tabutu zaman içinde çökmüş ve Sykes’ın cesedi de çürümüştü.

Picot kimdir?

François Georges Picot, aileden sömürgeciydi. Babası Fransız Afrikası Komitesi kurucusu, kardeşiyse Fransız Asyası Komitesi saymanıydı. 

1870 doğumlu Picot, Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre avukatlık yapmış fakat kariyer değiştirmeye karar vererek Dışişleri Bakanlığı’na girmişti. Hararetli bir biçimde Fransız Suriyesi fikrini savunuyordu. Koloni Partisi üyesiydi.

Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce Beyrut’ta konsolos olarak çalışıyordu. O dönemde bağımsızlık yolunda Fransa’nın yardımını isteyen Arap aydınlarıyla iletişime geçmişti. Savaşın başlayacağını anlayınca, Yunan hükümetinden temin ettiği silah ve cephanenin Lübnan Hristiyanlarının eline geçmesini sağlamıştı. Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu birbirlerine savaş ilân edince Beyrut’u terk etmesi gerekmiş ama Arap aydınları ile bağımsızlık üzerine yazışmalarını konsolosluk binasında bırakmıştı. Yazıştığı Arap aydınlarının kimliği böylece ortaya çıktı, önemli bir kısmı da idam edildi.

Fransa’nın Suriye ve Filistin’deki Yüksek Komiserliği’ni 1917-1919 yılları arasında yapan Picot, daha sonra Bulgaristan ve Arjantin’de büyükelçilik yaptı.

Hazırlayan;
..............................

Ayşe Karabat

Tasarım - Uygulama
..............................

Bora Yıldırım
Sevda Öztürk

Kaynaklar
..............................

"Arapların gözünden 1. Dünya Savaşı" Belgeseli, Al Jazeera
 "Barışa son veren barış", David Fromkin
 "A line in the sand", James Barr
 "The Arabs: A History", Eugene Rogan

http://appsaljazeera.com/interactive/sp100/al-jazeera-t%C3%BCrk---sykes-ve-picot-kimdir.html


****