Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2017 Çarşamba

Muhalefet Alternatif Olamadı mı?


Muhalefet Alternatif Olamadı mı?


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
10 Aralık 2009


Başlıktaki Türkçe imla kurallarına aykırılıktan dolayı özür dilerim ama meramımı anlatacak başka türlü bir ifade bulamadım.

Son günlerde kamuoyu araştırma şirketleri yaptıkları anketler sonucunda, hükümetin icraatları karşısında TBMM'de yer alan muhalefetin alternatif olamadığını açıklamaya başladı .

Burada muhalefet diye kast ettikleri aslında MHP ve CHP, diğerlerini dikkate aldıkları yok.

Bu sonuca nereden vardıkları meçhul ama söylemlerine bakılırsa bu sonucu istedikleri kesin.

Onlara parayı basan efendileri, bu sonucu her hangi bir araştırmaya gerek kalmaksızın onlardan zaten peşin peşin bekliyor.

Ülke bu kadar kötü yönetilirken, milli birlik her yönden çözülmeye çalışılırken, onların gündeme getirdiği tek sonuç muhalefetin yani özellikle ve sadece Bahçeli ile Baykal'ın iktidara alternatif olamaması.

Peki kim alternatif? Onu da söyleyemiyorlar ama müşterileri ufak ufak Sarıgül ismini fısıldıyor.

Masum Türker, Abdüllatif Şener, Osman Pamukoğlu, Numan Kurtulmuş ve diğerlerinin adı bile geçmiyor.

Gelin isterseniz muhalefetlerini iktidarın alternatifi haline getiremeyen Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ın ortak yanlarına bir bakalım.

İki lider de hükümetin uygulamalarına ve R.Tayyip Erdoğan'a karşı özellikle açılım konusunda milli birlikten ve üniter devlet yapısının korunmasından yana sert ve doğru bir muhalefet izliyorlar.

Özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli ve partisi hiçbir taviz vermeden Türk Milletinden yana tavrını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.

Deniz Baykal'da, Kemal Kılıçdaroğlu gibilerin ayrık otu misali çıkışlarına rağmen, tek millet, tek devlet, tek dil, tek vatan ilkelerinden geri adım atmıyor.

Böyle bir muhalefet elbette Türk kimliğini Anayasa'dan çıkartacağız diyen yeni Osmanlıcı AKP iktidarını ve bu iktidarı destekleyen güçleri rahatsız ediyor.

Amaçlarını tahakkuk ettirebilmek için iki güçlü siyasal yapıyı ve onun liderleri olan Bahçeli ve Baykal'ı kendilerine büyük bir engel olarak görüyorlar.

Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin iç ve dış düşmanları için Türk Milliyetçiliği her zaman en büyük tehlike olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk Milliyetçileri tarafından kurulduğu Amerikan ve İngiliz belgelerinde bile su götürmez bir gerçektir.

Kastettiğimiz, Türk Milliyetçiliği fikri ise günümüzde siyaset sahnesinde MHP'ce temsil edilmektedir. Bu yüzden MHP'nin olumlu muhalefeti ve muhalefetteki başarısı ile iktidara yürümesi onlar diye ifade ettiğimiz güçlere göre her surette engellenmelidir.

Buradan hareketle şimdi de bu anket işi ile uğraşan kamuoyu araştırma şirketlerinin son görevi muhalefetin ve özellikle MHP'nin, halkın gözünde iktidar alternatifi olamadığını halkın ağzından yine halka anlatmaktadır.

Bu bir psikolojik operasyondur.

Kamuoyu araştırma şirketlerinin yapamadığı kısmı da köşe yazarlarına ve televizyon programlarına yaptırmaya çalışıyorlar.

Satılmış medya neredeyse Türkiye'de yaşanan etnik bölücülüğün kaynağının Türk Milliyetçiliği olduğu konusunda bir tek davul zurna çalmıyor. Hatta Haber türk Gazetesinde Muharrem Sarıkaya "çoğunluk bölücülüğü" diye Türk Milletini itham eden bir kavram bile türetti.

Türk Milletinden yana tavır izleyen MHP ve CHP iktidar alternatifi olamıyor ve Türk Milleti de çoğunluk bölücülüğü yapıyor.

Oh ne ala! Boş bulduğunuz? atın bakalım .

Bunlara eklenen bir hususta kamuoyu araştırma şirketleri ve satılmış medya aracılığıyla ortaya konan ve fısıltı gazetesi ile Türkiye'ye yayılan MHP'nin başında Devlet Bahçeli, CHP'nin başında Deniz Baykal olmazsa bu partilerin oyu patlarmış efsanesi. Demeleri oymuş ki; bu iki lider partilerinin oyunu bırakın arttırmayı aksine azaltıyormuş...

Bir taksiye biniyorum aynı laf, bir esnafa gidiyorum aynı laf, kahvede bir çay içiyorum aynı laf, çarşı pazarda dolaşıyorum aynı laf... Değiştirsinler Bahçeli' yi, Baykal'ı bakın neler oluyor. Peki kimi getirsinler başa? Bu soruya cevap yok. Çünkü malum propaganda odakları henüz bu konuda propaganda yapmayarak mevcut iktidar için "ne yapalım alternatifleri yok bari devam etsinler" dedirtmeye çalışıyor.

Propaganda denklemi, çözebilenler için çok kolay değilmi? Halbuki bu iki lider de partilerince ve Türk Milletince büyük bir ittifakla hüsnü kabül görmüş, ülkelerinin hayrına çalışan, milli hassasiyete sahip çok değerli insanlar. Ancak bu gri propaganda; siyasal yaşama ilgisiz ve tuzaklardan bir haber vatandaşı maalesef çok etkiliyor.

Şimdi bunların belli odaklarca tek bir merkezden çıkarıldığını ve bu propagandaların amacının Türk Milletine ve Devletine zarar vermek olduğunu kabul ediyorsak, bunun tedbirlerini de el birliği ile almak zorundayız.

Psikolojik savaşın alt tanımlarından biri de; sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak ifade edilir. Psikolojik savaşta yenilen taraf, bilgi gücü zayıf olan taraftır. Eğer doğru insanların; ayakta kalmak ve toplumun geleceğinde söz sahibi olmak gibi bir kaygıları varsa, en azından psikolojik savaşa yenik düşmemek gerekir.

Propaganda bir topluluğun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge ve görüşlerdir. Propagandanın amacı propagandayı yapana doğrudan veya dolaylı fayda sağlar.

Beyaz, Gri, Kara ve karşı propaganda gibi propaganda türleri icra edilmek suretiyle propagandaya maruz kalanlar; politik ve ekonomik yalnızlığa itilmeye çalışılır.

Propagandanın cephanesi söz ve kelimelerdir. Propaganda yöntemi gelişi güzel sarf edilen sözler değildir. Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemin iyi hesaplanmış, şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş ve hedef kütlesi tayin edilmiş bir faaliyettir.

Bu bilgiler ışığında bakıldığında; iktidarın kuyruğunun bu kadar sıkışmış olduğu ve seçimlerin yaklaştığı bir süreçte kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptığı anketler sonucu "muhalefetin alternatif olamadığı" neticesi bir gri propaganda belgesidir.

Yine satılmış medyanın mensupları tarafından Büyük Türk Milletinin "çoğunluk bölücüsü" olarak ilanı esas tehlikeyi perdelemek için yapılan bir beyaz propaganda yalanıdır.

Üçüncüsü yani liderlerin partilerinin başından ayrılması için yapılan, beyaz ve gri propaganda yöntemleri ile desteklenen ve doğrudan Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal'ı hedef alan hile, entrika, yalan, sinsilik içeren kara propaganda örneğidir.

Türk Milleti; kendisinin hakkını ve hukukunu arayan, özellikle açılım belası konusunda bir haysiyet sınavı veren Bahçeli ile Baykal'ı; Avrupa ve Okyanus ötesi güçlerin yerli işbirlikçilerinin halkımızı yanıltıcı; beyaz, gri ve kara propagandalarından dolayı koruma altına almalı ve onlara yaptıkları güçlü muhalefet nedeniyle elden gelen tüm desteği vermesi gerekmektedir.

Gelin halimiz ortaya koyan bir kıssa ile noktayı koyalım:

Yıldırım Bayezid ve Timur, Ankara Savaşından sonra bir durum değerlendirmesi yaparlarken, Yıldırım Bayezid: "kuvvetlerimiz denkti sen niye başarılı oldun" diye Timur'a sorar.

Bu soru üzerine Timur parmağını uzatarak "gel ikimizde birbirimizin parmaklarını ısıralım" der.

Bir müddet sonra Yıldırım Bayezid acıya dayanamayarak "ah" deyince, Timur parmağını hemen kurtarır ve "biraz daha dayansaydın ben yenilecektim" der.

Sizlerde bu propagandalar karşısında uyanık olup biraz daha dişinizi sıkar ve doğruları yaparsanız hep beraber bu işin üstesinden birlikte geleceğiz.

Allah hepimize bu yolda sabır ve güç versin.


10 Aralık 2009

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1273



21 Ocak 2017 Cumartesi

3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet




3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet 


Behiç Gürcihan ,
Açık İstihbarat,

25 Temmuz 2016 Pazartesii

1995'te başlatılan Devleti dönüştürme projesinde aynanın kırıldığı noktaya geldik, dayandık. Bundan sonra aynadaki görüntümüz de, ayna da eskisi gibi olmayacak.

15Temmuz'a toplumsal yelpazenin neresinde yakalandıysanız bu aynanın karşısındayız hepimiz. Ve önce kendimizin sonra da diğerlerinin yansımalarından kırık dökük bir resmi anlamaya çalışıyoruz.

Tarihe dünyanın en traji-komik darbe girişimi olarak geçecek bu vahim kalkışmanın üzerinden bir hafta geçti ve hala ortaya dökülenleri birleştirmeye, olayların nasıl gerçekleştiğini net olarak tespit etmeye çalışıyoruz. Bir yanda aşırı şeffaflık bir yanda onca dezenformasyonun kararttığı sahnede el yordamı ile Gerçeği bulma derdindeyiz.

Gerçek özgürleştirir. Gerçek yegane kirlenmemiş ideolojidir.

Ve bütün bunları bu darbeyi karanlık ruhlarına merhem yapan linçsever cadı avcılarının kararttığı bir ufka karşı gerçekleştirmeye çalışmak da cabası.

Akla ve Ahlaka her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

İlahi çıkmazımız ise bu dönemi ülkede aklı ve ahlakı tarumar eden bir iktidar kadrosunun "öncülüğünde" aşmak zorunda olmamız.

Nasıl yapacağız?

Çok çetin bir karar vermek durumundayız.

Karşımızda siyaset ötesi ve siyaset üstü bir güç koalisyonu var ve  yıllardır muhalefet edip devirmeye çalıştığımız Tayyip Erdoğan portresini 15 Temmuz sonrası bu kırılan ayna üzerinden okumaya devam edemeyiz.

Ettiğimiz ve 15 Temmuz öncesi argümanlarla yol katedebileceğimizi düşündüğümüz noktada aynı zamanda bu ülkede diktatorya ve iç savaş heveslilerine malzeme sağlamanın ötesine geçemeyeceğiz.

Artık 1. önceliğimiz iç savaşı önlemek ve bunu yaparken Tayyip Erdoğan'ı diktatorya heveslerinden uzaklaştırmak olmalı.

Aksi takdirde AKP'yi devireceğiz derken ülkeyi uçurumdan aşağı sürüklemenin vebalini de bize yıkacaklar ; sanki yıllardır ülkeyi bu duruma onlar taşımamış gibi.

Ahlakı ve akılsızlığı kurumsallaştıranların bunu yapabilecek gücü de tıyneti de olduğundan şüpheniz olmasın.

Bu RTE ve temsil ettiklerine muhalefet etmeyi bırakmak anlamına gelmiyor.

Bu onca senedir gözümüzün önünde onlarca günah ve suç işlemiş bir kadroyu affetmek anlamına da gelmiyor.

Aksine RTE muhalefetini ; RTE'nin tabanındaki ve TAVANINDAKİ odakları çok daha iyi okuyarak ve artık karşı cepheyi kemikleştirmekten başka işe yaramayan söylemleri daha farklı bir üsluba çekerek gerçekleştirmemiz lazım.

Aksi takdirde ; gerçek ne olursa olsun ALGISI  "tanklara karşı duran adama"yükseltilmiş bir RTE portresine kağıt diplomalarla muhalefet etmeniz mümkün değildir.

Bu tarz kağıttan muhalefet ; elimizdeki sınırlı gücü de yanlış yere odaklamakla kalmayıp, ülkeyi diktatoryaya veya bir iç savaşa sürüklemek isteyen iç ve dış güçlerin önüne bolca manipule edilecek malzeme sunacaktır.

Bu malzeme sürekli yoğrulan yerel ve küresel dengeler teknesinde diktatoryanın da iç savaşın da hamuru olarak karılabilir. 

Bu Yeni Muhalefetin altını doldurmak bu yazının kapsamında değil fakat bu Yeni Muhalefetin dikkate alması gereken bir kaç temel noktayı sıralamakta fayda  var:

1) AKP 'nin ılımlı tabanı ve tavanı ile diyalog geliştirilmeli. Canı pahasına tankları durduranlara karşı Mine Kırıkkanat/Bekir Çoşkun söylemlerinden sıyrılıp daha sakin  ve derin söylemler geliştirilmeli.

2) 15 Temmuz gecesinde şehit olanlar saygı duyulan bir dille anılmalı sembolik kadrajlar inşa edilmeli. Örnek olarak köprüye kamyonu ile insan taşıyan çarşaflı kadın ;CHP  tarafından sahiplenilmeli ; çarşaflı kadın imgesinin tabanında yarattığı bütün alerjiye rağmen.

4) Devletin yeniden organizasyonu konusunda sahayı sadece AKP'ye bırakmayan ve RTE'nin asıl işvereni Devlet'le diyaloğa giren projeler geliştirilmeli.

5) Seçimler kadar nesilleri de hedefleyen  projeler geliştirilmeli. Toplumun AKP tabanını oluşturan özgül ağırlığının Maslow piramidinin alt basamaklarında yeraldığını unutmadan Meclis ve otel salonlarından mahalle kahvehanelerine inen örgütlenme modelleri uygulanmalı.

6) RTE 'nin Devlet ve Millet nezdindeki konumu çok iyi etüd edilerek , onu siyaset üstü bir figüre dönüştüren bu son hamlenin ertesinde RTE'yi sadece AKP'nin değil toplumun bütün kesimlerinin Cumhurbaşkanı olmaya ikna edecek ve psikolojisini bu yönde şekillendirecek hamleler yapılmalı. Bunca senedir toplumu geren ve bölen bütün özellikleri ortaya serilmiş bu portrenin bir türlü kendini toplumun bir kesimine sevdirememesinden kaynaklanan öfkesini enterne edecek, paranoyalarını değil güvenini besleyecek tavırlar geliştirilmeli. 

RTE'nin darbenin hemen sonrasında Taksim kışlasını yeniden ağzına alması da ; buna rağmen bu söylemine "Opera binasını da inşa edeceğiz" ile ince ayar çekmesini de bir kenara not edilmeli.

RTE'nin kitleleri kontrol ederken, bu kitleyi uca kadar getirip fakat asla o uçtan aşağı sürmemek için yaptığı ince ayarlarla gösterdiği "Brinkmanship"  yeteneği  , Türkiye'yi kontrollü kaos üzerinden şekillendirmek isteyenler açısından büyük değer  taşıyor.

Ve tabi Millet'ten bu kadar kopuk cuntacı kadroların tanklarını Millet'in üzerine sürmeleri ile sonuçlanan bu hazin ve vahim darbe  girişiminin nasıl olgunlaştığı ve kurgulandığı çok iyi etüd edilmeli.

Önümüzdeki 10 seneyi meşgul edecek bir soru ;

Bu darbe nasıl olgunlaştı ve kurgulandı?

Günlerdir ortaya saçılan yüzlerce bilgiyi ve sahte bilgiyi sıralayıp bunların arasından bir ayıklama yapacak değiliz. Herşey herkesin gözü önünde @acikistihbarat olarak gerçekleşiyor.

Bunların ışığında tezimizin ana hatlarını koyup bu darbenin nasıl kurgulandığına dair senaryomuzu ayrıntılandıralım.

Bu darbenin yönetimi üç katman üzerinden gerçekleştirilmiştir.

        1) TSK içinde AKP muhalifi ve/veya darbeden medet uman kariyerist subaylar

        2) TSK içinde yıllardır serpilmiş Fetullahçı cunta

        3) Fetullahçı cuntanın üst düzeyinin de yeraldığı ABD/NATO cuntası

Bugün darpedilmiş işkence edilmiş görüntüleri ile ekranlarda izlediğimiz yüzlerce subay ın çoğunluğu birinci gruptakiler.

Fetullahçı cunta işte bu AKP muhalefetini örgütleyerek sahaya sürdü ve Milletin öfkesine kurban etti. CIA kucağında büyüyen Fetullah şebekesinin sayıca az ama kritik noktalara adam yerleştirme taktiğini TSK içinde de uygulayarak bu kadro aracılığı ile daha geniş bir alana projeksiyon yapabildiği görülüyor. 

2. katmandaki bu Fetullahçı cunta kendisini minimum riske sokarak RTE'yi devirme planlarına TSK'yı alet ederken başarılı olacağına inanıyordu fakat esas plan 3.katmandaki NATO/CIA cuntası tarafından kurgulandı.

Tepe katmandaki ABD/NATO cuntası başarısız bir darbe girişimi üzerinden Türk Devleti ile birlikte yeni bir bölgesel dinamiğe start vermenin ve bu vesile ile Devlet'i yeniden şekillendirmenin hesabını yaptı ve BAŞARDI.

Aralarında üst düzey Fetullahçı cuntanın elemanlarının da olduğu ABD/NATO  cuntası darbeyi başarısız olmak üzere kurgularken ; 1 ve 2. katmanlardakiler bu plana kurban edildi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

RTE'yi devirmek üzere harekete geçirilen çarkların bir kısmını Boğaz Köprüsü'nde yenilmeye mahkum şekilde konuşlandırırken;

bir kısmını da RTE'nin üzerine çok geç ve çok yetersiz yollayarak ve  havada gerekli güvenlik garantilerini vererek RTE'nin hayati tehlikesini bertaraf etti.

Bu katmanlı yapıdır ki;

bir yandan F16'ların Meclisi bombalamasını sağladı ama RTE'yi havada veya havaalanında vurmasını engelledi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

Aylar öncesinden darbeci hareketlenmeyi tespit ettiği halde engelleyecek girişimlerde bulunmak yerine darbecileri daha da kışkırtıp kendisi darbe gecesi arazi olurken RTE'yi bile görece olarak son anda haberdar etti.

(Darbeci dinamiğin aylar öncesinden tespit edilmesinin işaretleri ile ilgili "eski" CIA ajanı Robert Baer'in CNN'deki açıklamalarına ve CIA stajyeri Emre Uslu'nun "ne zaman yurda döneceksin sorularına "Temmuz ayında" cevabı vermesine bakabilirsiniz)
Ve daha çok çiğneyeceğimiz senaryolar sonrasında RTE yeni dönemde Devlet'in ve yeni küresel ittifaklarının sembol ismi olarak "Başkanlık" mevkine taşındı.

Tabi burada ; NATO ve ABD  içindeki Atlantikçi(Rusya karşıtı)/Avrasyacı-Pasifikçi(Rusya dostu) kanatlar arasındaki ayrışmaları ;

Trump'ın arkasındaki Rusya dostu ABD ulusalcılarının küresel resimdeki rolünü ve Brexit'in küreselciler arasındaki ayrışmada nereye denk düştüğünü çok iyi etüd etmeliyiz.

Nihai tahlilde ; Devlet ve baş hatibi RTE  yeni küresel konjonktürde Ulusalcı ABD,Rusya ve İran ile aynı safta yerini pekiştirdi.

Devlet içindeki Enverist ekol Ankara'daki yerini sağlamlaştırdı ve 2023 yılına Enverist bir Neo-Osmanlı modeli ile girmek için Devlet içinde pürüz kalmadı.

Başta  Neo-Enver RTE ile.

Bu çerçeveden bakınca, son dönemde AKP saflarına geçen ve  devlet içindeki Enverist ekolün en önemli araçlarından Doğu Perinçek'in

"1-24 Temmuz 1908 ; Hürriyet Devriminin tarihidir"

tweetleri atması boşuna değil.

Ortalıktaki toz duman bulutu dağıldıktan sonra Devlet'in yeniden konsolidasyon çalışmaları çerçevesinde

1) "Açılım" sürecine yeniden start verilmesi

2) Erken seçim yapılarak Başkanlık sistemine geçilmesi

3)
 Zamanında Evren'in NATO'daki hamilerinin isteği doğrultusunda hazırlattığı vilayet sistemi çalışmasına benzer bir yapı üzerinden federatif yapıya geçiş

4)
 Devletin Neo-Osmanlı modeli çerçevesinde yeniden re-organizasyonu.

gündeme gelecektir.

Bunca bayrak sallanan süreç sonrasında "Öcalan" "ev hapsi" üzerinden serbest bırakılırsa hiç şaşmayın. HDP Genel Başkanı Demirtaş'ın bu süreçte araziye uyum sağlayıp sinsi bir sessizliğe bürünmesini bu plan çerçevesinde okuyun.

...

Son bir kaç yılda artık kamuoyunun gözü önünde cereyan etmeye başlayan Devlet içi güç savaşlarının  kanlı bir darbe girişimi ile ortaya saçılmasının arkasında CIA beslemesi Fetullah şebekesinin aslında yıllardır uyguladığı yöntemler mevcut.

Fetullah şebekesinin "Ergenekon" / Balyoz süreçlerinde uyguladığı yöntemleri anlamadan bu darbenin nasıl kurgulandığını anlamamız da mümkün olmayacaktır.

Yıllardır ABD'nin küresel ve bölgesel aracı olarak yetiştirilen Fetullahçılar CIA ve FBI'dan öğrendikleri metodolojileri aynen Devlet içindeki çalışmalarına yansıtmıştır.

ABD'den öğrendikleri önemli kavram ve metodolojilerden bir tanesi de Önleyici Dava/Önleyici Suç (Preventive Law/ Preventive Crime) doktrinidir.

Bu doktrin , normalde suç işlemeyecek kesimleri/kişileri içlerine özel ajanlar sokmak vasıtası ile suça teşvik etmek ve daha sonra suç anında ve sonrası bu kesimleri bertaraf etme üzerine kuruludur.

Fetullahçı şebeke "Ergenekon" sürecini kurgularken , AKP muhalefeti içerisine CMUK 139. maddesi uyarınca gizli soruşturmacılar sokarak, muhalif isimleri belli gruplar altında toplayarak aynı kadrajlara girmelerini sağlamıştır.Daha sonra "Ergenekon" mahkemelerinde insanlar sırf bir yemekte bir araya geldi, bir dernek toplantısında beraber bulundu diye aynı örgüt üyesi olmak suçlaması ile içeri atılmışlardır.

Keza Fetullahçıların bir diğer özelliği ateşteki kestaneyi kendilerinin değil maşaları aracılığı ile tutma başarılarıdır.

CIA çok başarılı bir şekilde bir istihbarat şebekesini bir cemaat yapısı ile çevrelemeyi başarmış ve bu yolla Devlet içerisinde ve toplumsal zeminde onlarca operasyona imza atmıştır. 

Tabi bunda zamanında Fetullah'ın Türkiye ve ABD'nin ortak malı olmasının ve hatta MGK'nın resmi cemaati olarak faaliyet göstermesinin büyük rolü vardır.

MGK'nın Fetullah cemaatini devlet adına kutsadığı belgeyi görmek isteyenler Ergün Poyraz'ın Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla El Ele) kitabına bakabilir.

Dünya ile birlikte ABD Devleti ; ABD devleti ile birlikte Türk Devleti kendi içinde ayrı kamplara savruldukça AKP-Cemaat işbirliği de bozuldu ve o noktadan itibaren Fetullah şebekesinin AKP ile birlikte uyguladığı yöntemleri bu sefer AKP'ye karşı TSK içinde kullandığı anlaşılıyor.

Askeri okullara sivil liselerden öğrenci alınmasının 2008 yılında AKP tarafından öönünün açıldığı gözönüne alınırsa ; TSK'daki komuta kademesinin üçte birinin Fetullahçı olması 2016 yılında mümkün değil; 2036 yılında belki.

Fakat iki şey mümkün:

1) Fetullahçıların TSK'nın kilit bazı mevkilerine - örnek Askeri yargı / adli müşavirlik , personel daire başkanlığı - sızmış olması

2) TSK'nın farklı seviyelerdeki komuta kademesinin en az yarısının AKP muhalifi olması ve bunların da bir kısmının işi darbeye götürecek kadar çılgınlaşması

Yukarıda açıkladığımız yöntemlerle Fetullahçı cuntanın TSK içindeki bu muhalefeti köpürtüp, kışkırtıp ve daha sonrasında AKP'ye karşı sahaya sürdüğü bir darbe girişimi ile karşı karşıya olduğumuz ihtimali en yüksek ihtimaldir.

Keza bu Fetullahçı cuntanın üzerinde başından beri varolan ABD/CIA üst aklı ise hem darbeyi kışkırtmış, hem de bir yandan bu darbenin başarısız olması için gerekli altyapı çalışmalarını yapmıştır.

Devlet'in yeni küresel konjonktür çevresinde ve RTE  liderliğinde re-organizasyonu için gerekli bütün bürokratik ve sosyolojik dinamikler işte bu  "BAŞARISIZ" darbe girişimi üzerinden yaratılarak bugün karşı karşıya olduğumuz "MİLLİ SEFERBERLİK" havası oluşturulmuştur.

Bu MİLLİ SEFERBERLİK havasının ne kadarının Milli, ne kadarının küresel olduğunu ve nereye savrulacağını izleyip göreceğiz.

Darbenin arkasındaki ABD  rolü (Bkz : NATO OSI birimleri)  ortaya çıktıkça Devlet içinde milliler ve küreselcilerin çekişmesi ;

Trump'ın seçilmesi ile birlikte ABD içindeki ulusalcılar ve küreselcilerin çekişmesi;

NATO/ABD/AB içindeki 2. Soğuk Savaş yanlıları ile Rusya ile işbirliği yanlılarının çekişmeleri;

ABD içe döndükçe dünyada İngiltere'nin başını çekeceği Atlantikçilerle Pasifikçiler arasındaki güç dengelerinin gidişatı hepimizin kaderini belirleyecek.

Bugüne kadar milli ve küresel güçlere kitleler nezdindeki karizmasını kiralayan bir lider olarak başarılı bir şekilde dansetmeyi başarabilmiş RTE ve AKP ; küresel filler tepişirken arada kalacak bizler açısından en ulaşılabilir güç odağı olarak karşımızda duruyor.

Muhalefet olarak bu iki odakla dansımız ülkemizin kaderini belirleyecek.

Maalesef; dansetmeyi reddetme şansımız kalmadı.

Nasıl dans edeceğimiz sorusunun cevabını ise başımızı elimizin arasına alıp uzun uzun düşünmeliyiz.

Kendimizi 10 sene sonra ; Keşke Esad Diktası sürseydi de bu iç savaşın ortasında eriyip gitmeseydik diyen Suriyeliler konumunda bulmak istemiyorsak.

B.G.
http://acikistihbarat.com/Haberler/10603-Haberler-3%20Katmanl%C4%B1%20Darbe%20Sonras%C4%B1%20%C3%87ok%20Katmanl%C4%B1%20Muhalefet%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan%20-%20A%C3%A7%C4%B1k%20%C4%B0stihbarat







30 Aralık 2016 Cuma

Ryan Mauro: “ Amerika Suriye Muhalefetini Kucaklamalıdır ”



Ryan Mauro: “ Amerika Suriye Muhalefetini Kucaklamalıdır ” 

27 Nisan 2011 















Suriye Uzmanı, Worldthreats.com’un kurucusu, Hristiyan Eylem Ağı’nın Milli Güvenlik danışmanı ve Wikistrat’ın stratejik analisti Ryan Mauro, Suriye’deki mevcut siyasi kriz ile ilgili görüşlerini ORSAM’la paylaştı. 





ORSAM: Öncelikle, Suriye’nin de domino etkisine girmesini bekliyor muydunuz? 26 Mart’ta yazdığınız bir makalede Suriye rejiminin, bölgede protestolara karşı en çok bağışıklığa sahip devlet olduğunu fakat şimdi ise çatışma merkezlerinden biri haline geldiğini belirtmiştiniz. 

Ryan Mauro: Ben Suriye’nin Yasemin Devrimi ile başlayan domino etkisinin bir parçası olacağından emindim. Diğer ülkelerde ayaklanmalara yol açan tüm faktörler Suriye’de fazlasıyla mevcuttu. Rejimin Facebook ve YouTube’u yasaklaması ve her türlü topluluğu derhal dağıtması, rejime biraz zaman kazandırdı. Tek ihtiyaç duyulan sadece bir kıvılcımdı. Önemli bir olay olması ya da bir dizi küçük olayın gittikçe büyüyecek olan eşzamanlı protestolara dönüşmesi gerekiyordu. Bu, Şam’da bir adamın güvenlik güçleri tarafından şiddete maruz kalması sonucu 1500 kişilik bir kalabalığın toplanması ile gerçekleşti. Bundan sonra küçük ama sık gösteriler düzenlendi. Rejim Dera’da devrim yanlısı sloganlar yazdıkları gerekçesiyle iki çocuğu tutukladı ve ondan sonra kibrit tutuştu. Dera’da protestolar başladı ve tüm ülkeye hızla yayıldı. Güvenlik güçleri her ateş ettiğindeprotestolar daha güçlendi. 

ORSAM: Beşar Esad’ın kriz yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Ryan Mauro: Beşar Esad bu krizi daha kötü yönetemezdi. Hala güvenlik güçlerinin protestoculara ateş ettiğini kabul etmiyor, bunun yerine radikal Selefistleri ve “silahlı grupları” suçluyor. Esad muhalefeti yabancı komplonun parçası olmakla suçladı. Bu her bir protestocuya yöneltilmiş bir hakarettir ve taleplerinin duyulmadığının da açık göstergesidir. Şiddet kullanılması ve tutuklamalar ile protestolar rejim değişikliği ile ilgili bir hal aldı. 

ORSAM: Suriye Ortadoğu’daki en istikrarlı devlet sayılıyordu. Şimdi uluslararası arenada Suriye’nin imajı hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Ve eğer Esad iktidarını korursa, dış politikanın olanlardan ne yönde etkileneceğini bekliyorsunuz? 

Ryan Mauro: Eğer Arap Baharı bize bir şey öğrettiyse o da açıkça istikrarlı rejimlerin de aniden sarsılabileceğidir. Tunus Devlet Başkanı Bin Ali de oldukça istikrarlı görülüyordu. Hiç kimse oradan gelecek bir domino etkisini düşünemezdi. Bin Ali gücüne rağmen hızlıca düştü ve bu da bölgedeki tüm halklara ilham kaynağı oldu. Suriye hükümetinin imajı diktatörlük olması nedeniyle kötüydü, ama bazıları İsrail ve Amerika karşıtı duruşunu takdir ediyordu. Şimdi yüzlerce sivil sokaklarda öldürülmüşken kimse rejimi savunamaz. Rejim sadece kendi gücünü koruyabilmek için kadın, çocuk demeden Arapları öldürüyor. Başka bir nedeni yok. Eğer Esad iktidarını 
korursa dış politikasının değişeceğini sanmıyorum. 

Zaten İran rejimi ile dost ve Hamas, Hizbullah ve diğer teröristlerin de sponsoru. Kendi rejimine istikrar kazandırmak gibi yanlış bir inançla, İsrail ile bir çatışmaya girmeye çalışması muhtemeldir. 

ORSAM: Makalelerinizde birçok kez Suriye’de kutlanması gereken bir devrim olduğunu, yerine gelecek hiçbir rejimin Esad rejimi’nden daha kötü olmayacağını yazdınız. Hiçbir endişeniz yok mu? 

Ryan Mauro: Alevilerin, nüfusun yüzde 6 ile 12’si oranında olması nedeniyle mezhepsel çatışma çıkmasını kesinlikle bekliyorum. 
Ama eğer Esad karşıtı bir Alevi iktidara gelirse ve Aleviler temsil edildiklerini hissederlerse, bu çatışmayı engelleyebilir. Gelecek hükümette Müslüman Kardeşlerin de söz hakkı olacak ama bunun çok fark yaratacağını düşünmüyorum. Esad terörü tamamen destekliyor. Müslüman Kardeşler, hükümetteki tek ses olmayacak. Onların gücünü dengeleyecek birçok İslamcı olmayan grup olacak. Dr. Barry Rubin İslamcıların sadece yüzde 15’lik bir nüfusun desteğini alacağını öngörüyor. 

ORSAM: Suriye’deki olaylara ilişkin Amerika’nın tavrına karşı oldukça eleştirel yaklaşıyorsunuz. Sizce Amerika nasıl davranmalı? 


Ryan Mauro: Amerika ve müttefiklerinin Esad rejimine karşı daha güçlü karşı geliyor olmamaları bir şanssızlık. Suriye’nin İran’dan uzaklaştırılabileceği ya da gerçekten reformlara başlayacağı ve Batı’ya yaklaşacağı gibi yanlış düşüncelere inananlar var. Bu, Esad iktidardayken asla olmayacak. Amerika aynı zamanda rejim değişikliğinin getireceği istikrarsızlıktan korkuyor ve Esad’ın düşüşünü destekleyerek emperyalist görünmek istemiyor. 

Başka bir çekince de Amerika’nın muhalefetin meşruiyetine gölge düşürmesi, ama sanıyorum bu çekinceler çok abartılı. Amerika’nın üst düzey Suriyeli yetkililere yaptırım uygulamayı ve şiddeti kınamayı planladığına ilişkin haberler var. Bu iyi ama daha fazlası yapılmalı. 
Suriye büyükelçisi geri çekilmeli. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile işbirliği yapmadığı için yaptırımlar uygulanmalı. Suriye muhalefeti 
kucaklanmalı. 

ORSAM: Yine makalelerinizde birçok defa değindiğiniz gibi bu süreçte adı geçen bir çok yabancı öğeler var. İsrail medyası İran’ın müdahalesine vurgu yapıyor, Suriye rejimi İsrail ve Müslüman Kardeşleri ya da Selefistleri suçluyor. Bu konudaki gerçek nedir? 

Ryan Mauro: Amerika İran’ın Suriye’ye müdahale ettiğini iddia ediyor ve bu doğru. 21 Mart’ta İran’dan Halep’e silah taşıyan bir gemi Türkiye’de yakalandı. İranlılar rehberlik ve ekipman sağlıyorlar ve Suriye’nin Reform Partisi’ne göre, Esad’ın generalleri, Humus’taki İran Devrim Muhafızları üssüne rapor veriyor. Esad protestoların ardında Selefistler’in olduğu izlenimini vermeye çalışıyor, ama bu bir hile. 

ORSAM: Suriye rejimi şu anda saldırıya geçmiş durumda. Bundan sonra ne olur, nasıl bir son bekliyorsunuz? 

Ryan Mauro: Birkaç senaryo var; Esad rejimi binlerce insanı öldürür ve büyük bir zararın ardından protestolara son verir. Ya da Esad’ın iktidarına son veren bir askeri darbe olabilir. Esad’ın ordusundan bazı gruplar ayrılıp, rejim yanlılarına karşı halkı korumak için savaşabilir. 
Zaten Dera’da Dördüncü ve Beşinci Tümen arasında çatışmalar var. 

ORSAM: Zamanınızı ve görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkürler. 

* Bu Söyleşi ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem tarafından 29 Nisan 2011’de gerçekleştirilmiştir. 
ORSAM 


***