ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI
İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki
Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak
edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve
terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme
seçenekleri tartışılmaktadır.
Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti.
Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz
günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil,
seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır.
Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu
meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de,
Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması
sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim
sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı
büyük olacaktır.
Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD
askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi,
bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa
hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete
itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen
Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî
ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının
ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu
gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu
da belirtmiştir.
Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar
Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir,
güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan
aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta
denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini
kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle,
kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her
bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı
oluyor.
Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı
yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde
birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı
Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı.
Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist
Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te
yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavrayamamak, Vietnam’da da kaybın
sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor.
Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan
süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği
sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te
yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne
alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade
etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama
yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya
çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan
aşmıştır. Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile
karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden
kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır.
Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı
tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği,
ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça
tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte
bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki
fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir.
Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere,
300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için
yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş,
sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş
askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları,
gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına
yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla
birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla
birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak
halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan
ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar
tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı
tarafından değerlendirilmektedir.
Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği
stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça
iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon
planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta
bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim
televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri,
Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıklarını ifade
etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak
olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman
imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek
ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar
karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında
yapılan değerlendirmeler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu
yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek
farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği
açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin
kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili
olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak:
Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu:
“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici
Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de
sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her
defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık
hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor.
Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında
direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna
rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200
binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini
kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya
olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini
anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak
gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin
helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi
anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde
edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile,
ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en
güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği
sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor.
Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken
unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır:
- Siyasi olarak yeniden yapılanma,
- Ekonomik yapılanma,
- Sosyal yapılanma,
- Güvenliğin tesisi.
Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi
bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi
yapılanmanın gerçekleşemeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik”
olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır.
Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve
cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi
dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi,
etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır.
Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz
kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de
yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler,
eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından
olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan
Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim
kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu.
Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı.
Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor.
Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı
1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük
çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın
askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı
olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır.
2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında
%14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye
düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve
siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel
olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler
alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da
artırmıştır.
Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden
biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten
dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü
belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu
kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25
Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking
Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar
dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde
bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor.
Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan
özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak
halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü
savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan
Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı
olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve
uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na
olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların
öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu
görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte
görünüyor.
Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı
incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu
ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun
buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu
algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların
yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor.
Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş
Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu
tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın
içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi
bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin,
direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu,
ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak
mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin
vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak
güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle
gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve
Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş
çıkabilir. Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplardan,
yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden
oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda
bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç
savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan
destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye
müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi
pek tasvip görmüyor.
ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam
istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi
içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü
savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly
Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir
konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı
altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-
muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin
yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD
yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi
belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri
dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle
mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de
önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî
varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını
kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine
sunduklarını da söylüyor.
Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak
da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını
sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını
vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun
uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu
geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba
ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek
için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını
Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde.
Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı.
Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun
kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye
olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş,
direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve
mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle
mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya
koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir
orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini
sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı
hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor.
Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor.
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor.
Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan
atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana
sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken,
bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete
yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara
af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak
hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor.
ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı
çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu.
Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık
2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde
ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile
hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak
hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı.
Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD,
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli.
Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten
olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil,
sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri
değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza
indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet,
işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini
incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli.
ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni
hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş
döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına
verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı.
Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik
girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan
hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna
tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden
Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11
Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak
bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde
ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve
belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası
kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor:
“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki,
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD,
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği kurmayı başarmıştı.”
Kaynak:www.globalsecurıty.net
ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için
başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine
alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins,
“Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir.
Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı
bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın
istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen
diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı.
Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde
geri çekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve
beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol
oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması
ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın
doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana.
Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre
zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak.
Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir
daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu
bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones,
9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı
konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu
müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un
güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “
geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden
yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde
bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin
topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun
dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya
olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece
devam edeceği değerlendirilmektedir.
***