BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2018 Pazartesi

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 14

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 14


ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN U/A 
HARP VE HAREKÂT HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Mu.Yzb. Adem ARAS 


ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları çeşitli açılardan zaman boyutu ile değerlendirilebilirse de, hukuken bu senaryolardaki zaman boyutundan çok şekil boyutu önem kazanmaktadır. Bu kapsamda konuya Uluslararası Hukuk, Harp ve Harekât Hukuku ve Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı ile ilgili kısa bilgiler vererek başlamak istiyorum. 

1. Uluslararası Hukuk 

Uluslararası Hukuk egemen devletlerin karşılıklı rızaları ile oluşur. 
Uluslararası Hukuku oluşturan kaynaklar asli ve yardımcı kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Asli kaynakları; uluslararası anlaşmalar, örf ve adet kuralları ve hukukun genel ilkeleri; yardımcı kaynakları ise, mahkeme kararları, doktrin ve hakkaniyet ve nısfet oluşturmaktadır. 

Uluslararası Hukukun etkinlik açısından iç hukuka nazaran bazı zayıf yönleri mevcuttur. İç hukukta egemenlik yetkisini kullanan devlet otoritesi, kanun koyucu yasama organı, mecburi yargı ve uluslararası kolluk gibi zorlayıcı bir kuvvetin olmaması Uluslararası Hukukun İç Hukuka nazaran zayıf yönlerini oluşturmaktadır. 

2. Harp ve Harekât Hukuku 

Harp ve Harekât Hukuku, silahlı çatışmaya başvurmanın meşruluğu (jus ad bellum) ve silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kurallar (jus in bello) olarak iki başlıkta incelenebilir. BM sisteminde saldırı savaşlarının yasaklanması ile birlikte, silahlı çatışma ancak BM şartında belirlenen istisnalar dâhilinde hukuki olabilmektedir. Silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kuralları düzenleyen silahlı çatışma hukuku ise çatışma esnasında şiddet kullanımını sınırlayan Uluslararası Hukukun bir dalıdır. 20’nci yy. başlarına kadar örf ve adet hukuku olarak uygulanan kuralların, bu tarihten itibaren yazılı hâle 
getirilmesi ile oluşan SÇH, çatışma sonrasında taraflar arasında kalıcı bir barışın tesis edilebilmesi için gerekli ortamı hazırlamak üzere düzenlemeler içermekte dir. Silahlı Çatışma Hukuku, ihtilafın askerî gerekler ile insani gerekler arasında bir denge kurularak azami derecede insanileştirilmesini amaçlamaktadır. 

Silahlı Çatışma Hukuku kuvvet kullanmanın meşruluğu (jus ad bellum) konusu ile ilgilenmez. Her ne sebeple olursa olsun silahlı çatışmanın başlaması ile devreye girer ve bu çatışmanın etkilerini mümkün olduğunca azaltmak ve insani hâle getirmek için bazı düzenlemeler ortaya koyar. Silahlı Çatışma Hukuku birçok konuda düzenlemeler içermekle birlikte, Cenevre Hukuku olarak da tanımlanan bu kuralları 12 Ağustos 1949 tarihli Kara ve Deniz Harbinde Hasta ve Yaralılar ile Kazazedelerin Durumlarının İyileştirilmesi, Harp Esirlerine 
Yapılacak Muamele ve Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına dair dört 
Sözleşme ile 8 Haziran 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışma Kurbanları ile Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına Dair Ek Protokoller oluşturmaktadır. 

3. Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı 

Kuvvet kullanma ile ilgili hukuksal ilkeler sürekli bir devinim ve değişim içinde olmakla beraber BM Antlaşması’nda çizilen çerçevenin hukuksal yapının temelini oluşturduğu, üzerinde mutabık olunan bir gerçektir. Uluslararası politikada yönlendirici konumundaki devletlerin özellikle ABD’nin bile kuvvet kullanımlarını bazen bu kurallara uymasa da BM sistemine uydurmaya gayret göstermesi bu yargının bir ispatıdır. 

BM Sözleşmesinin 2’nci madde 4’üncü fıkrası ilke olarak bir üye devletin, herhangi başka bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmasını veya BM amaçları ile bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda tehdit veya kuvvet kullanımını açıkça yasaklamıştır. Üye devletler kuvvet kullanmaya ilişkin yetkilerinden Güvenlik Konseyi lehine feragat etmişlerdir. 

BM sözleşmesi çerçevesinde kuvvet kullanımına yalnız iki durumda müsaade edilmiştir: 

. Güvenlik Konseyi kararı ile (Madde 39, 41, 42) 
. Meşru müdafaa çerçevesinde (madde 51) 

BM Sözleşmesi kuvvet kullanımını sınırlandırmasına rağmen, Uluslararası Hukukta bu konuyla ilgili yeni yorum ve gelişmeler söz konusudur. 

a. BM Kararı ile Kuvvet Kullanma 

BM kararı ile kuvvet kullanımı Güvenlik Konseyi’nin yetkisindedir. 
Barışın tehdidi, bozulması ve bir saldırının tespiti durumunda Güvenlik Konseyi kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbirler uygulanmasına karar verebilir. 

BM’nin barış için birlik kararı doğrultusunda istisnai hâllerde Genel Kurul da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbir kararı alabilmektedir. 

b. Meşru Müdafaa 

Meşru müdafaa BM Sözleşmesi’nin 51’inci maddesinde düzenlenmiştir. Münferit olabileceği gibi müşterek (kolektif) olarak da kullanılabilen bir haktır. Bir müdahalenin meşru müdafaa sayılabilmesi için silahlı bir saldırının varlığı, bu saldırıyı defetmek için kuvvet kullanımına gereklilik ve kullanılan kuvvette orantılılık ile bu hakkın BM Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar kullanılması gerekir. 

(1) Erken Meşru Müdafaa 

Erken meşru müdafaa, potansiyel bir tehlikeye karşı girişilen bir harekât değildir. Başlamış bir saldırı henüz hedefine ulaşmadan müdahale etmek, yani saldırgandan hızlı davranmaktır. 

(2) Önleyici Meşru Müdafaa 

Uluslararası Hukukta meşru müdafaa kavramına eklenen yeni bir yorumdur. Çok yakın bir gelecekte hedef devletin hayati ve millî menfaatlerine yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek bir silahlı saldırı ihtimali olabilir. Barışçı bir çözüm yolu yoksa ve başka da bir seçenek kalmamışsa; silahlı saldırı başlamamış bile olsa meşru müdafaa amacıyla kuvvet kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Önleyici 
(preemptive) meşru müdafaa olarak adlandırılan bu durum, uygulayan devletin amacı açısından öznel olabileceği için, Uluslararası Hukukun henüz kabul görmüş bir ilkesi değildir. 

c. İnsani Amaçlarla Müdahale 

Birleşmiş Milletler GK kararı olmadan insani amaçlarla askerî müdahale kavramı NATO’nun Kosova operasyonu sonrasında ortaya çıkmıştır. “Koruma yükümlülü ğü” olarak da adlandırılmaktadır. 
İnsani amaçlarla müdahale insanların yaşamasını temin ve can güvenliğinin 
korunması sorumluluğu demektir. 

 Güvenlik Konseyi’nin aldığı zorlayıcı tedbirler durumu kontrol altına almayı veya sorunu çözmeyi başaramayabilir. İlgili devlet bu konuda aciz ve/veya isteksiz kalabilir. Güvenlik Konseyi kuvvet kullanma kararı alamayabilir. Bu durumda devletler topluluğunun diğer üyeleri insani amaçlarla bir müdahalede bulunabilir. Bu yorum Uluslararası Hukuk açısından genel kabul görmüş bir ilke değildir. Böyle bir durumun meşruiyeti ancak zımnen kabul görmesi ile olabilir. Kosova operasyonu bu duruma en güzel örnektir. 

4. ABD’nin Irak’a Müdahalesi 

Irak’ın silahsızlanma programının BM bünyesinde oluşturulan denetim birimleri aracılığıyla uluslararası bir denetime tabi tutulmasında 1998 yılından beri bir ilerlemenin sağlanamaması, sonuçta, 8 Kasım 2002 tarihinde kabul edilen 1441 (2002) sayılı GK kararıyla bu denetimin yeniden canlanmasına yol açtı. ABD ve İngiltere, Konsey kararının Irak’a karşı kuvvet kullanma niteliğinde zorlayıcı tedbirlerin de uygulanabilmesi olanağını verdiğini savunurken; Fransa, Rusya ve o dönemde Konsey üyesi olan Almanya, öncelikle 687 (1991) sayılı kararda ve daha sonraki Konsey kararlarında belirtilen uluslararası denetim faaliyetinin 
sonuçlarının kesin bir şekilde görülmesine yönelik bir politikayı savunuyor ve tartışılan Konsey karar tasarısının da bu çerçevede bir yetki vermesinde ısrar ediyorlardı. 

ABD ve İngiltere’nin “gerekli tüm araçları kullanma” konusunda yetki verilmesi önerisi konseyde kabul görmemiş 1441 (2002) sayılı karar metninde mutabık kalınmıştır. 

Bu kararın sondan bir önceki paragrafında, Irak’ın, süregelen bir biçimde yükümlülüklerini ihlal etmesi nedeniyle ciddi sonuçlarla karşılaşacağı konusunda, Konsey tarafından defalarca uyarıldığına, bir kez daha dikkat çekiliyordu. 
Bu paragraf, ABD ve İngiltere tarafından, Irak’a karşı kuvvet kullanma yolunu açan bir yetki dayanağı olarak yorumlanmış, ancak bu yorum tarzı Güvenlik Konseyi’nde ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. Konsey önündeki bu 
durumun netleşmesiyle ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Azor Adalarında yaptıkları zirve toplantısı sonrasında, başta ABD olmak üzere, bu devletlerin “egemen yetkileri”ne dayanarak gerekli zorlayıcı tedbirlere başvuracakları belirtilmiş ve ABD ile İngiltere 20 Mart 2003 tarihinde, Irak’a karşı askerî harekâtı başlatmışlardır. 

Bu hâliyle ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’a karşı kuvvet kullanmalarını BM şartı istisnaları kapsamında meşru bir temele dayandırmak mümkün gözükmemektedir. İlk olarak olayda Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına ilişkin başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere BM’nin hiçbir organı karar almamıştır. İkinci olarak olayda meşru müdafaa şartları da mevcut değildir. Çünkü Irak, ABD ve koalisyon güçlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamıştır. Ayrıca konuya 
Irak’ın elinde kitle imha silahlarının bulunduğu iddiası açısından bakacak 
olursak da, Uluslararası Hukukta muhtemel bir saldırıya karşı meşru müdafaa hakkının kullanıldığı iddiasıyla kuvvet kullanılması kabul edilmemiştir. 

Konuya ABD ve koalisyon güçlerinin Irak halkını özgürleştirme iddiaları açısından baktığımızda da operasyonu hukuki açıdan meşru bir temele dayandırmak mümkün değildir. Bugün yürürlükteki Uluslararası Hukukta bir devlet içerisinde gerçekleşen insan hakları ihlallerine yönelik olarak diğer devletlerin insani müdahalede bulunabileceğine ilişkin genel kabul gören herhangi bir kural bulunmamaktadır. 

Silahlı Çatışma Hukuku açısından bu müdahale incelendiğinde, hukuki meşruluğu bir yana, işgalin fiilen başladığı 20 Mart 2003’ten itibaren, ABD’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmelerine uyma zorunluluğu vardır. Bu kapsamda savaş dışı kalanlar ile harp esirleri ve sivillere muamele konusunda sözleşmelerle kabul edilen insani standartlara uyma yükümlülüğü vardır. Ancak tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan ettiği gibi ABD’nin bu sözleşmelere uyduğu söylenemez. ABD’nin UCM statüsünü Irak’a müdahalesi öncesinde 31 
Aralık 2000 tarihinde, Bill Clinton döneminde imzalaması, sonrasında ise 
6 Mayıs 2002 tarihinde Bush yönetimi esnasında geri çekmesi; BM Güvenlik Konseyi’nden 1422 sayılı kararı çıkartarak, ABD vatandaşı barış gücü askerleri ve personelinin geçici olarak yargı kapsamı dışında tutulmasının sağlanması ve ABD vatandaşlarının UCM’ye iade/teslim edilmesinin önlenmesine hizmet eden ve dokunulmazlık veya madde 98 antlaşmaları olarak da adlandırılan iki taraflı uluslararası antlaşmalar yapması, silahlı çatışma hukukuna saygı derecesini göstermektedir. 

5. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları 

ABD, uluslararası kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından başlangıçta hukuka aykırı bulunan Irak’ı işgalini, BM sistemindeki etkinliği sayesinde 1483 sayılı kararı çıkartarak tanıtmış, 1511 sayılı karar ile işgal dönemi ile ilgili düzenlemeleri yapmış ve nihayet 1546 sayılı karar ile de işgali BM nezdinde hukuki hâle getirmiştir. Bundan sonraki süreçte de faaliyetlerini hukuki zeminde sürdürme eğilimi beklenmelidir. Bu kapsamda söz konusu senaryoları Uluslararası Harp ve Harekât Hukuku açısından şu şekilde değerlendirebiliriz. 

a. Birinci Senaryo (ABD 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaz) 

BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1546 sayılı kararın müzakereleri sırasında yetki devrinin yapılacağı Irak'ta, işgal sona ererken, egemenlik tam ve eksiksiz olarak yeniden Iraklılarca tesis edilirken, kendi yapılarını güvenlik sebebiyle oluşturamayan bir devlet nasıl olacak da çok uluslu güçle birlikte yaşayacak?" sorusu en önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır. Sonunda, Irak Geçici Hükümet Başkanı İyad Allavi ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell bu konuda uzlaştıklarını açıklayan ayrı ayrı yazılmış mektuplarını Güvenlik Konseyi üyelerine göndermişler dir. Allavi mektubunda, yetki konusunda anlaştıklarını, operasyonlarla ilgili kararların Iraklı bakanlar ve çokuluslu gücün komutanları tarafından oluşturulacak "Ulusal Güvenlik Konseyi Komitesi"nde alınacağını 
belirtmiştir. Powell da, düzenlenecek her operasyon öncesinde Iraklıların 
fikrinin sorulacağı konusunda söz vermiştir. Bu karar neticesinde 28 
Haziran 2004 tarihinde Irak’ta yönetimi Geçici Hükümet devralmıştır. Bu 
prosedür sonucunda Uluslararası Hukuk açısından işgalin sona erdiği ve 
Irak’taki ABD güçlerinin yerel otoritenin daveti üzerine orada bulunan 
güçler hâline geldiği değerlendirilebilir. Yine Uluslararası Hukuk açısından ABD’nin 2005 yılı sonuna kadar kalan sürede, BM nezdinde yeni bir girişimle buradaki güçlerinin statüsünü değiştirecek veya görevi uluslararası örgütlere devredecek bir karar tasarısı çıkarması beklenmemektedir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise Irak’taki durum niteliği uluslararası veya uluslararası olmayan mahiyette olsun bir silahlı çatışmadır. Bu nedenle Cenevre Sözleşmelerine taraf olan ABD güçlerinin eylemlerinin bu sözleşmelere, örf ve adet hukuku kurallarına uygun olması gerekir. Ancak ulusal ve uluslararası basından takip edilen haberler doğru ise, bu güçlerin Irak’ta sözleşme hükümlerinde ağır ihlal olarak belirlenen davranışları sergiledikleri ifade edilebilir. 

b. İkinci ve Üçüncü Senaryo (ABD 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkar/ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilmez) 

ABD’nin gerek iç ve gerekse uluslararası kamuoyu baskısı ve ülkesel çıkarları nedeniyle Irak’taki direnişin boyutları ne olursa olsun, Vietnam benzeri bir kaçışla bölgeden ayrılması uzak bir ihtimaldir. Bunun yerine, gerekli şartlar olgunlaştıktan sonra yetki devirleri ile kademeli olarak çekilme yönünde bir hareket daha kabul edilebilir ve hukuki gözükmektedir. Bu kapsamda hukuka uygun bir geri çekilme için Irak içindeki görevlerini uluslararası örgütlere (NATO, Arap Ülkeleri Birliği) veya BM Barış güçlerine bırakmak için gerekli altyapıyı 
oluşturmaya çalışacağı değerlendirilmelidir. Bu amaca yönelik olarak 
kamuoyunu hazırlamak için gerekli zaman da mevcuttur. ABD, Irak’ta 
Anayasanın hazırlanarak daimi hükümetin kurulması sonrasında, bu 
hükümetle yapılacak kuvvetlerin statüsü benzeri bir anlaşma ile Irak’taki 
güçlerini kademeli olarak geri çekebilir. Yine bu tür anlaşmalar ile Irak’ta 
daimi üslenmesine imkân verecek kazançlar sağlayabilir. 
Daimi hükümetin göreve başlaması ile ABD’nin buradaki etkin kontrolünün de 
son bulacağı değerlendirilebilir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise önem arz eden husus işgalin fiilen bitiş zamanıdır. Bu süre içerisinde sözleşmeler tarafından korunan kişiler (siviller, savaş esirleri, savaş dışı kalanlar) bu koruma haklarından aynı şekilde yararlanacaktır. NATO’nun İstanbul zirvesinde Irak güvenlik güçlerinin eğitiminin ittifak tarafından yapılmasına yönelik karar, ABD’nin Irak’tan kademeli çekilme yönündeki faaliyet takviminin ilk adımlarından biri olarak değerlendirilebilir. 

6. Sonuç 

Bölge açısından, ABD’nin aynı gerekçeleri kullanarak terörle top yekûn mücadele kapsamında, Suriye ve İran’a yönelik müdahale çabaları olabilir. 
Ancak, Irak konusunda yaşananlar sonrasında uluslararası kamuoyunu ve BM’yi, bu yönde ikna etmesi ve bu müdahaleleri aynı rahatlıkla yapabilmesi mümkün gözükmemektedir. 

Irak’ın federatif yapısının ABD güçlerinin çekilmesi sonrasında gevşeyerek dağılması ve müteakiben bölgede bir Kürt devleti kurulması ihtimali ile bu kapsamda ortaya çıkması muhtemel çatışmaların hukuki statüsüne yönelik gelişmelerin, bölgede istikrarı olumsuz etkileyeceği değerlendirilebilir. 

Uluslararası hukuk gibi sürekli gelişen bir alanda bugün hukuka uygun gözükmeyen bazı şeyler, hukukun evrimi sayesinde çok kısa süre içerisinde hukuksal hâle gelebilmekte, gelişen hukuk bugünün standartlarını tamamıyla değiştirebilmektedir. ABD’nin terörle topyekûn savaş kapsamında sıklıkla başvurduğu önleyici meşru müdafaa kavramının uzun vadede bir uluslararası örf ve adet kuralı hâline gelmesi de beklenebilir. 


***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 13

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 13




MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE TÜRKİYE VE BÖLGE ÜLKELERİ İLE ABD ARASINDA İŞ BİRLİĞİNİN SÜRDÜRÜLEBİLMESİ İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: Hv.Svn.Ütğm. Hüseyin ECİK 

Irak’ın işgalinin üzerinden geçen iki yılı aşkın sürede ABD’nin birçok konuda başarısızlığa uğradığı değerlendirilmektedir. Bu süre zarfında ölen asker sayısının 1600, yaralananların ise 10 binin üzerinde olduğu söylenmektedir. Peki Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimini kısa sürede yıkan ABD neden aynı kolaylıkla Irak’ta güvenliği sağlayamadı? Bu sorunun cevapları arasında “ABD’nin bölgeyi yeterince iyi tanıyan uzmanlardan yoksun olması” ve “bölge ülkelerini önemsememesi” de sayılmaktadır. 

Irak’ta yeni dengeler kurulurken Suriye, İran, Ürdün, Mısır, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yeterince dikkate alınmadığı düşünülmektedir. Oysa Irak gibi doğal sınırlara sahip olmayan, etnik ve dinî açılardan komşu ülkeler ile kuvvetli bağlantıları ve ortak geçmişi olan bir ülkenin, üstelik büyük bir yönetim boşluğu ve istikrarsızlığın yaşandığı bir dönemde bölgesel bağlarından ayrı düşünülmemesi gerekirdi. Irak’ta direnişçilerin kuvvetlenmesini sağlayan bu yaklaşımın sonuçları şu şekilde ortaya çıktı 27; 

İran’daki radikal Şiiler ile Irak Şiileri arasındaki etkileşim yoğun bir Amerikan düşmanlığına dönüştü. Devrim’den bu yana gerileme sürecinde olan İranlı radikaller, Irak’ta oluşan ortamı kendilerine fırsat bildiler. Bu sayede hem kendileri güçlendi, hem de Irak Şiilerini daha da Amerikan karşıtı yaptılar. 

Iraklı Arap milliyetçileri Suriye’deki bağları sayesinde ayakta kalmayı başardılar. Resmî düzeyde verilen sözlere karşın sınırın zayıflığı ve halklar arasındaki sempati Suriye’yi Irak’taki direniş için önemli bir unsur hâline getirdi. 

Diğer Arap ülkelerinin iş birliğini aramayan, onlarla gerçek planlarını paylaşma ihtiyacı dahi duymayan ABD’nin bu yaklaşımı bu ülkelerden Irak’a akın eden silahlı gruplar şeklinde kendisini gösterdi. Böylece Irak sınırlarından bazen milliyetçi Araplar, bazense dinci Araplar akın ettiler. Sonuçta Irak tüm bölge ülkelerindeki radikal grupların ABD ile hesaplaşma sahnesine dönüştü. 

Aslında iş birliğinin olmayışı sadece ABD’yi değil aynı zamanda bölge ülkelerini de zor durumda bırakmıştır. Irak’ın kaderini ABD’nin ellerine bırakmak hiç kimsenin işine gelmemektedir. Bölge ülkeleri Irak’taki gelişmelerin Orta Doğu’daki istikrarsızlığı daha da körükleyeceğinden ve kendi ülkelerinin toprak bütünlüğünün veya idare şekillerinin tehlikeye gireceğinden kaygı duymaktadırlar. Birinci Körfez Harekâtından çok etkilenen Türkiye Irak’ta gelişen olaylara seyirci kalmamak, oluşabilecek sonuçlara karşı ortak stratejiler belirlemek ve genel olarak Orta Doğu’da istikrarı temin etmek amacıyla savaştan hemen önce Irak’a komşu ülkeleri ilgilendiren yeni bir süreç başlatmıştır. 

Savaşı önlemek amacıyla ilk kez İstanbul’da yapılan Irak'a komşu ülkeler toplantısı, daha sonra savaşın etkilerinden bölge ülkelerini korumayı amaçlayan bir platforma dönüşmüştü. Son dönemde ise toplantılar Irak'a nasıl yardım edilebileceği ve bölgede istikrarın nasıl sağlanabileceği sorularına yanıt aramak maksadıyla yapılmaktadır. 

Irak ile sınır ya da coğrafi komşu sayılabilecek ülkeler resmen sekiz, gayriresmî oturumlarla birlikte onuncu kez bir araya gelmişlerdir. Resmi toplantılar sırasıyla; İstanbul, Riyad, Tahran, Şam, Kuveyt, iki kez Mısır ve Ürdün'de düzenlenmiştir. Gayriresmî toplantı ise; Haziran 2004'te İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Dışişleri Bakanları toplantısı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. 

İstanbul’da 30 Nisan 2005’te düzenlenen toplantıya Türkiye, Irak, İran, Suriye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn olmak üzere toplam dokuz ülke katılmıştır. Ayrıca diğer toplantılardan farklı olarak uluslararası örgütlerden BM, AB, İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği’nden de ilk defa iştirak etmişlerdir28. Düzenlenen bu toplantıların başlıca 4 ana hedefi olduğu söylenebilir. 

Bu hedefler; 

1. Irak'ın kalkınmasına yardımcı olmak, 

2. Komşu ülkeleri ortak zeminde bir arada tutmak, 

3. Bölgesel istikrar bazında katkı sağlamak ve 

4. Komşu ülkelerin uluslararası platformlarda katkı yapabilmesine olanak sağlamak olarak sıralanabilir. 

Bu hedeflerin ABD’nin çıkarlarıyla da uyuştuğunu söylemek mümkündür. Öyleyse bölge ülkeleriyle ABD’yi iş birliğine sürükleyecek ortamı yaratmak için ne yapılmalıdır? Öncelikle karşılıklı güven oluşturulmalıdır. ABD Irak operasyonunun “demokratikleştirme” ve “dünya güvenliğini sağlama” amaçlarını taşıdığını söylemesine karşın Orta Doğu’da asıl sebeplerin dinî ve ekonomik olduğuna inanılmaktadır. Bunun yanında ABD bölgedeki bazı ülkeleri antidemokratik olmakla, terörü desteklemekle ve kitle imha silahları üretmekle suçlamasına karşın hedefteki ülkeler bu iddiaları kabul etmemektedirler. Tarafların Irak konusunda aynı masada oturabilmesi için birbirlerine güven 
aşılaması gerekmektedir. 

Öyleyse Irak’tan çıkış senaryoları kapsamında Türkiye ve bölge ülkeleri ile ABD arasında iş birliğinin gerekliliği düşünüldüğünde, bunun etkin ve sürdürülebilir olması için taraflar hangi konularda mutabakat sağlamalı ve tedbir almalıdır? 



Harita-4 
1. Birinci Senaryo (ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

Bugün itibariyle Irak’ta henüz güvenlik ve istikrar sağlanamamış olup etnik ve dinî dengeler de oluşturulamamıştır. Seçimlerden sonra da şiddetin devam ettiği göz önünde bulundurulacak olursa ülkede çok yakın bir gelecekte huzur ortamının sağlanması mümkün görünmemektedir. Öyleyse Amerika herhangi bir sebeple güçlerini 2005’ten sonra çekmek durumunda kalırsa geride bıraktığı Irak’ın kendi sorunlarıyla baş edebilir seviyede güçlü olmasını isteyecektir. Güçlü bir Irak ise ancak toprak bütünlüğünün korunduğu federatif bir yapıda mümkün olacaktır. ABD’nin Irak’tan çekilmek için birinci senaryoyu kullanması bölge ülkeleri açısından en olumlu sonucu doğuracaktır. 

Fakat alınması gereken tedbirler için elde kalan mevcut zaman çok azdır. 

 a. 8 Mart 2004 tarihinde imzalanan Anayasa ile kuzeydeki Kürtlerin önemli kazanımlar elde etmesi bölgesel dengeleri değiştirme kapasitesine sahip önemli bir gelişmeydi. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler, söz konusu Anayasayı bağımsız devlet kurma yolunda atılan ilk somut adım şeklinde algılamıştı. Geçici Anayasa ile Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlere geniş ölçüde bir özerklik güvencesi verilmiş ve Kürtçe, Arapça’nın yanında devletin ikinci resmî dili olmuştu. Etnik ayrıcalıkların konfederasyona zemin hazırlayacağı gerçeğinden yola çıkarak ABD’nin ve İsrail’in Kürtler üzerindeki etkisi azaltılmalı ve yeni oluşturulacak Anayasada bu tür imtiyazlar verilmemelidir. 

 b. Suriye ve İran sınırlarından sızan teröristler Irak’ta güvensiz ortamın oluşmasındaki en önemli etkenler arasında gösterilmektedir. Federatif yapının korunması için etnik ve dinî çatışmalar engellenmeli bunun için de komşu ülkeler sınır güvenliğine önem göstermeli ve Irak ile istihbarat yönünden iş birliği içinde olmalıdır. 

 c. Irak'ta yaşayan bütün toplumların ve insanların her türlü (siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel vb.) haklarının anayasal güvence altına alındığı toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş bir Irak'ın oluşturulması kararlılığı ABD ve tüm bölge ülkelerince gösterilmelidir. 

 ç. İşgal kuvvetlerinin olmadığı bir ortamda iç güvenliğin tesisi ancak ülkenin kolluk kuvvetlerinin etkili olmasıyla sağlanabilir. Bu sebeple Irak’ın güvenlik güçlerinin kısa süre içerisinde yetiştirilmesi için komşu ülkeler yardım etmelidir. 

 d. Savaşın başlamasıyla birlikte Irak’ın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili ihaleler yapılması planlanmış ve askerî ihaleleri dağıtma yetkisi Kellogs&Brown isimli firmaya, diğer sivil ve altyapıya yönelik ihaleleri dağıtma yetkisi de Becthel isimli firmaya verilmişti29. Sonuçta beklenildiği gibi ihalelerin çoğunu ABD’li firmalar almıştı. Amerika Irak savaşını ekonomik kaygılarından dolayı başlatmadığını ispat etmek için bu ihalelere bölge ülkelerinin iştirakini artırmalıdır. 

 e. İran Orta Doğu bölgesinde, ABD’nin Irak’ı işgalini destekleyen tek ülkeydi. İşgalden sonra Saddam’ın devrilmesi ve Sünni ağırlıklı askerî kurumunun dağıtılmasıyla İran’ın Irak’taki etkinliği artmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Talabani’nin 1990’lı yıllarda Barzani’ye karşı İran’ın desteğini almış olması, Başbakan Caferi’nin Saddam döneminde İran’da sığınmacı olması ve yeni parlamentonun oluşturulmasında Şii kadrosunu belirleyen Şii lider Ayetullah Sistani’nin İran uyruklu olması, İran’ın Irak üzerinde ne kadar etkili olabileceğini 
göstermektedir30. Irak’ta dinî bir rejim kurulmasının önüne geçmek için 
İran-Irak ilişkileri bu yönüyle kontrol edilmelidir. 

 f. Irak’ta ocak ayında yapılan seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı Kürtlere, Başbakanlık Şiilere verilmiş olup 35 bakanlıktan Şiiler 17, Kürtler 8, Sünniler 6, Hıristiyanlar da 1 bakanlık almışlardır. Federatif yapının korunması için yönetimde adil paylaşım sağlanmalı, seçimlere katılmama kararı alan Sünnilerle, göz ardı edilmeye çalışılan Türkmenlere önümüzdeki dönemlerde yönetimde 
daha etkin rol verilmelidir. 

2. İkinci Senaryo (ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler ABD ikinci senaryoya göre yani 2006 yılından itibaren kademeli olarak çekilmesi durumunda Irak’ın güvenliğinin sağlanması ve yeniden yapılandırılması görevlerini BM ve NATO’ya devredebilir. Böyle bir yol izlenmesi Irak’ın federatif yapısının bozularak konfederasyona 
dönüşmesi olasılığını kuvvetlendirmektedir. ABD Irak’ta oluşabilecek 
konfederatif yapının kendisi için daha avantajlı sonuçlar yaratacağını  düşünebilir. 
Irak’ın konfederatif yapıya dönüşmesi ihtimalinin yüksek olduğu böyle bir ortamda Türkiye ve bölge ülkelerinin ABD ile ilişkilerini hangi konularda geliştirmesi gerekecektir? 

 a. Konfederatif bir yapının Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına zemin oluşturacağı açıktır. ABD’nin yardımıyla kurulan İsrail’in Orta Doğu ülkeleri üzerine etkisi düşünüldüğünde bölge ülkelerinin yine ABD desteğiyle başka bir devletin oluşumuna müsaade etmek istemeyeceği değerlendirilmekte dir. Öyleyse bölge ülkeleri ABD’ye, Irak’ın konfederatif bir yapıya dönüşmesinin Orta Doğu’da istikrarsızlığı artıracağını anlatma yollarını aramalıdır. 

 b. İran’ın Irak Savaşı’ndan güçlenerek çıkması ve nüfuz alanını genişletiyor olması, İsrail’in karşı tedbir olarak Kuzey Irak’taki Kürtlerle iş birliği yapması ve onları bağımsızlık için teşvik etmesi sonucunu doğurdu. İsrail’in geçen yıl Kuzey Irak’ta Kürt komandolar yetiştirdiği ve onlarla birlikte Suriye ve İran sınırına istihbarat amaçlı operasyonlar düzenlediği ortaya çıkmıştı31
Daha çok İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarını kontrol altında tutmak isteyen İsrail bununla birlikte İran ve Suriye’nin Filistin üzerindeki etkisini zayıflatmayı da planlamaktaydı. Bu durumda Türkiye ve bölge ülkeleri İsrail’in Kürtlerle olan iş birliğini engelleyici politikalar ortaya koymalı; ama bunun yanında İran’ın nükleer silah geliştirmesinin önlenmesi yönündeki faaliyetler desteklenmelidir. 

 c. Anayasanın kabulünden sonra İran’daki Kürtler 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan ilk Kürt Devleti olan “Mahabat Cumhuriyeti”nin merkezi kabul edilen Mahabat şehrinde 50 bin kişinin katılımıyla sevinç gösterilerinde bulunmuştu. Suriye’de ise Arap ve Kürt takımlarının karşılaştığı bir futbol maçı esnasında taraftarlar arasında başlayan kavga büyüyerek bütün şehri etkisi altına almış ve birçok kişinin ölmesiyle sonuçlanmıştı. İran ve Suriye kendi topraklarında yaşayan Kürt vatandaşlarının bu tür provokasyonlardan etkilenmemesi için tedbirler almalı onların yaşam standartlarını diğer vatandaşlarıyla eşit hâle getirmelidir. 

 ç. Kerkük petrol zenginliğinden dolayı Saddam döneminde Araplaştırılmış olup günümüzde de seçim öncesinde yapılan göçlerle Kürt hâkimiyeti altına sokulmaya çalışılmaktadır. Kerkük’ün Kürtlerin egemenliğinde olması muhtemel bir Kürt devletinin oluşumunu kuvvetlendirecektir. Bunun önüne geçmek ve etnik çatışmaların oluşmasını engellemek amacıyla bölgenin yerli halkı olan Türkmenlerin hakları gözetilmeli, bugüne kadar onlara yapılan zulümler ortaya 
çıkarılmalı ve bu bölgede yapılacak seçimlerin adil olması sağlanmalıdır. 

 d. Irak Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri ve Kolluk Güçlerinin oluşumu ve yapılanmasında toplulukların nüfusuna göre temsili esas alınmalı, mahallî bazdaki mevcut silahlı unsurların varlığına son verilmelidir. 

3. Üçüncü Senaryo (2025 Yılı Ve Sonrası ABD’nin Irak’tan Çekilmesi Ancak Bölgeden Çekilmemesi) Kapsamında Türkiye Ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

Bush yönetimi kongrenin desteğini alır, bütçesindeki açığa bir çare bulur ve Irak’ta güvenliği tesis edebilirse askerlerini çekmek istemeyecektir. Amerika Orta Doğu’da sadece Irak’ta değil diğer bölge ülkelerinde de etkili olmak istemektedir. Bu maksatla geçtiğimiz yıllarda Büyük Orta Doğu Projesi’ni ortaya koymuştur. Ancak Büyük Orta Doğu Projesi uzun vadeli ve sabır isteyen bir projedir. Amerika Irak’ta istikrarı sağlar ve halka Saddam döneminden daha iyi şartlar sunarsa, başta İran ve Suriye müteakiben diğer bölge ülkelerinin halkları üzerindeki etkisini artırıp sempati toplamaya çalışacaktır. Böylelikle Irak’ta askerî güç kullanarak kurmaya çalıştığı sistemi diğer bölge ülkelerinde yumuşak 
güç ile yapmayı deneyecektir. 2025 yılına kadar Irak’ta kalınması durumunda Amerika, Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki iş birliğinin sürdürebilmesi için; 

 a. Irak petrolünün güvenli bir şekilde nakli için projeler geliştirilmelidir. 

 b. Yeniden yapılandırma çalışmalarına bölge ülkelerinin iştirakinin olduğu kalıcı barış ortamını sağlamak için Serbest Ticaret Alanı oluşturulmalıdır. 

 c. Irak’la olan ticari iş birliğinin sorunsuz yürütülebilmesi için bölgedeki tüm ülkeler ulaştırma altyapılarını gözden geçirilmeli ve özellikle Türkiye-Irak-Suudi Arabistan-Körfez Ülkeleri ana ulaştırma koridoru tekrar faal hâle getirilmeli dir32. 

 ç. Terörün mali kaynaklarının önüne geçilmesi için iş birliği yapılmalıdır. 

Sonuç 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında karşısına birtakım problemlerin çıkması muhtemeldir. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse, karşılaşılacak olan problemlerin sayısının az ve üstesinden gelinmesinin kolay olacağı değerlendirilmektedir. 

Amerika savaşın başlangıcından bu yana Arapların tepkisini toplamıştır. Cezaevlerinde yapılan işkenceler, cinsel tacizler ve camilere yapılan baskınlar Arapları ve İslam dünyasını Amerikan aleyhtarlığına sürüklemiştir. Amerika bu imajını bölge ülkelerinin desteğini alarak düzeltebilir. 

İş birliği sağlanamazsa komşu ülkeler sınır güvenliğini önemsemeyebilir ve sonuçta Irak’a teröristlerin sızmaları kolaylaşır. 

Bölge ülkelerin dışlanması El Kaide gibi terör örgütlerini daha da radikalleştire bilir ve ABD teröre hedef ülke olma durumundan   kurtulamayabilir. Karşılıklı güven ortamının geliştirilmesi ve Orta Doğu’da istikrarın temini için, Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımının sağlanması ve Irak’tan çekilme senaryolarının bu toplantılarda görüşülmesi daha verimli sonuçlar doğurabilir. 

Amerika Irak’a girmesi öncesinde işgal için geçerli sebepler göstermediği gerekçesiyle dünya kamuoyunun tepkisiyle karşılaşmış, başta Türkiye, Almanya ve Fransa olmak üzere birçok müttefikiyle arası bozulmuştur. BM’den karar çıkmasını beklemeden ve müttefiklerinin yoğun itirazlarına rağmen başlattığı bu operasyondan beklediği neticeyi alamamıştır. ABD bundan sonra benzeri operasyonlar düzenleyebilmek için öncelikle uluslararası hukukun kurallarına uymalı ve müttefikleriyle ilişkilerini zedeleyecek davranışlardan kaçınmalıdır. 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında hem de çekildikten sonra karşısına birtakım problemlerin çıkması doğaldır. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse 
karşılaşılacak olan problemlerin sayısı az ve üstesinden gelinmesi kolay 
olacaktır. 

Bölge ülkeleri ve ABD Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, federal yapısının devam ettirilmesi, Anayasasında etnik ve dinî ayrımcılığın yapılmaması, Kerkük’ün statüsünün korunması ve yapılacak olan seçimlere her kesimin katılımının sağlanması konularında iş birliğini sürdürmelidir. Irak’ın yapısının konfederasyona dönüşmesinin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti oluşturmaya zemin hazırlayacağı unutulmamalı ve bunun engellenmesi yönünde ortak çaba sarf edilmelidir. 

Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımı sağlanmalı ve Irak’tan çekilme senaryoları bu toplantılarda görüşülmelidir. Amerika’ya, bölge ülkelerinin desteği alınmadan başlatacağı geri çekilmenin başarısızlıkla sonuçlanabileceği anlatılmalı ve hangi konularda destek sağlanabileceği ortaya konulmalıdır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

27 Sedat Laçiner ,Irak’ta ABD’nin yaptığı 7 ölümcül hata,(Çevrimiçi) http://www.turkishweekly.net/ 
, 1.11.2004. 
28 Irak'a Komşu Ülkeler Bir Arada, (Çevrimiçi) www.showtv.net., 29.04.2005. 
29 DİK Raporlar, Irak’ın Yeniden Yapılandırılması – Ekonomi ve Irak’la Ticaret, 
http://www.musiad.org.tr/disIliskiler/detay.asp 
30 Hayrullah, ABD ve Irak’taki İran projesi, Elrai Elaam gazetesi, www.ntvmsnbc.com/news/ 
31 Seymour Hersh, İsrail ateşle oynuyor, www.sabah.com.tr/2004/06/22 
32 Irak'la 2.5 Milyar $'lık Ticaret, http://www.aktifhaber.com/read_news 

14 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

ABD Iraktan Çikiş Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 12



ABD Iraktan Çikiş Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 12





MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARININ IRAK’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU KONUDA TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: P.Ütğm. Fatih AYDUĞAN 


“Güvenlik, Oksijen gibidir. Onu Kaybetmeye başlayıncaya kadar fark edemezsiniz. Fakat, bir kez gerçekleştiği takdirde başka düşünecek 
hiçbir şeyiniz olmaz.” 

Joseph Nye 

Irak, 21’inci yüzyılın başında, 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan konjonktürde ABD’nin güvenlik parametresinin ve terör odaklı emperyal politikalarının merkezinde yer almıştır. Saddam Hüseyin’in kitle imha silahı üretmesi ve teröre verdiği destek iddiaları sebebiyle ABD’nin Irak müdahalesi gerçekleşmiştir. ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri, başarılı olarak kabul edilen askerî operasyon sonrası, Irak’ta yönetimi Iraklılara bırakarak Irak’ın yeniden inşası için çalışmalara başlamıştır. Irak’ın Anayasasını yazmak üzere 30 Ocak 2005 tarihinde yapılan seçimlerden sonra ABD’nin askerî varlığı dünya kamuoyu tarafından sorgulanarak ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları gündeme gelmiştir. 

Irak’ın yeni Anayasasının oluşturulması ve ABD askerî varlığının meşruluğunun sorgulandığı, muhtemel çıkış senaryolarının gündeme getirildiği bu süreçte Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin güvenliğinin sağlanabilmesi için Irak'ın toprak bütünlüğü ve ulusal, siyasal birliği çok önemlidir. Bilindiği üzere Irak’ta etnik köken ve dine dayanan üç ana ağırlık merkezi mevcuttur. Birincisi; kuzeyde ABD’nin Körfez Savaşı sonrası verdiği destekle güçlenen KDP ve KYB liderliğindeki Kürt bölgesi. 
İkincisi; ortada bugüne kadar üniter Irak’ı savunmuş, nüfusça üstün 
olmamasına rağmen bu ülkeyi yönetmiş olan Sünni üçgeni. Ve üçüncüsü 
güneyde büyük Şii nüfusu barındıran ve milliyetini mezhebiyle tanımlayan Şii bölgesidir. Irak’ın %60’ı Şii, %20’si Sünni, %15’i Kürt ve %5’i ise Türkmen, Asuriler ve diğerleridir. 

ABD’nin müdahalesi sonrası egemen olan Sünni iktidarın gücünü 
kaybetmesiyle Irak’ta iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. El Kaide terör 
örgütünün El Zerkavi liderliğinde Irak’a yerleşmesi, Baas Partisinin tasfiyesi sonrası Sünnilerin işgal güçlerine karşı direniş göstermesi sonucunda Irak’taki en önemli problem olarak güvenlik ortaya çıkmıştır. Irak’ta giderek etnik özellik kazanma ihtimali olan şiddet ve terör olaylarının önüne geçilebilmesi için Sünnilerin yönetime katılmaları ve siyasal sürece dâhil olmaları gerekmektedir. Sünniler, Irak’ın toplam nüfusu bakımından (en azından) %20’sini oluşturmalarına karşın coğrafi açıdan Irak’ın yaklaşık yarısını kapsamaktadırlar. ABD’nin müdahalesine kadar, siyasi iktidarda azınlık olan ya da iktidardan uzak tutulan kesimler (Şiiler ve Kürtler) yeni iktidarın çoğunluğunu oluştururken, uzun süre iktidarı elinde bulunduran Sünniler bu seçimler sonucu iktidar olma gücünü kaybetmişler dir. Türkmenler de, geçmişte olduğu gibi bugün de uluslararası dengelerin kurbanı olup, siyasal iktidardan yine dışlanmışlardır. Bir Arap ülkesi ilk defa M.S. 740’da Abbasi Halifeliği’nin kurulmasından beri Şiiler tarafından yönetilecektir. İslam Dünyasının mezhep azınlığını oluşturan Şiiler (sadece İran, Bahreyn ve Irak’ta çoğunluk) bu süreçte ön safta yer alacaktır. 

Muhtemel çıkış senaryoları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından  değerlendirildiğin de;  Birinci senaryoda, ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü göz önüne alacağı düşüncesiyle hareket edildiği, ikincisinde ise toprak bütünlüğünü konfederal yapı içerisinde gelişen durumlara göre dikkate almayabileceği düşünülmüştür. 


Harita-2 
Irak’taki Etnik ve Dinî dağılımı gösteren Harita 

1. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması 

Bu senaryo, ABD’nin muhtemel çıkış senaryoları içerisinde Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından en olumlu senaryo olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu senaryonun başarılı olabilmesi için kısa bir süre içerisinde Irak’ın güvenlik problemini çözmesi, Anayasanın kabul edilmesi, siyasal sürece Irak’ın etnik ve dinî grupların hepsinin katılması, güçlü bir altyapının oluşturulması ve kaynakların adil bir şekilde dağıtılması gerekmektedir. ABD’nin dünya petrolünün %10’una ve yeryüzüne en yakın petrolüne sahip bir ülkenin bölünmesi ve böylece 
denetiminin iyice zorlaşmasına razı olmayacağı düşünüldüğünde kendi 
hedefleri doğrultusunda Irak Savaşı’nın başarılı olarak kabul edilebilmesi 
için Irak’tan çekildikten sonra istikrarın ve güvenliğin Iraklılar tarafından 
sağlanması bu senaryo kapsamında hedeflenmektedir. Bu senaryonun 
gerçekleşebilmesi için Irak’ın toprak bütünlüğü açısından yapılması 
gerekenler şunlar olmalıdır: 

ABD’nin bu senaryo kapsamında 2005 sonrası çekileceği öngörüldüğünde öncelikli olarak Irak’ın her gün kan gölüne çevrilmesine etken olan terör ve direniş hareketlerinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Direniş ve terör saldırılarının önüne geçilebilmesi için öncelikli olarak sınır güvenliği sağlanmalı ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için hangi etnik kökenden veya mezhepten olursa olsun bütün Iraklılar tarafından iş birliği yapılmalıdır. Direnişe son vermek için Sünnilerin siyasal sürece nüfusları oranında katılması sağlanmalıdır. Baas Partisi hâlâ Sünniler arasında itibara sahiptir. Amerikalıların algılamasına göre El Kaide Baas’la iş birliği içindedir. El Kaide örgütünün mali desteğinin ve Irak’ta 
yuvalanmasının engellenebilmesi için Baas Partisi siyasi sürece dâhil edilmelidir. Sünnilerin siyasi sürece dâhil edilmeleriyle Irak'taki direniş hareketi bölünecektir. 

Bugün Irak’ta bazı partilerin silahlı kanadı mevcuttur. Başta Kürt Bölgesinde yer alan “Peşmerge Kuvvetleri”, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi (SCIRI)’nin askerî kanadı “Bedir Tugayı” ve Mukteda El Sadr grubu “Mehdi Ordusu”nun Irak’ın güvenlik güçlerine katılması sağlanmalıdır. 

Irak polis ve askerî gücünün oluşturulabilmesi için NATO aktif olarak devreye sokulmalıdır. Teşkilatlanmaları ve eğitimleri NATO tarafından yapılmalıdır. Irak’ta asayişin ve güvenliğin sağlanabilmesi için Irak güvenlik teşkilatları aktif olarak yer almalıdır. 

Irak'ın anayasal ve yönetimsel yapısını oluşturma sürecinde başlıca etnik ve dinî gruplar; Şii Araplar, Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin aktif olarak katılması sağlanmalıdır. 15 Ekim 2005 tarihinde yapılacak referandum ile halkın oyuna sunulacak olan Anayasanın yürürlüğe girmesi için, yalnızca toplam evet oylarının toplam hayır oylarından fazla olması yetmeyecek; Irak'ı oluşturan 18 bölgeden 
hemen her birinde evet oylarının fazla çıkması gerekecek. 

Irak’ın dağılmasını engelleyebilecek ve toprak bütünlüğünü sağlayacak en önemli aktörlerin başında Şiiler yer almaktadır. Şiilerin 2003 Nisan’ından beri 500’den fazla din adamı öldürülmüş ve 24 Şii cami ile türbesi bombalanmıştır. 2004 yılında Şiilerin kutsal aşure gününde 181 kişi intihar saldırılarıyla öldürülmüş ve geçen iki ay içinde 60 ceset Dicle Nehri’nden çıkarılmıştır. Bugüne kadar Irak Şiilerinin bu saldırıları kan davasına dönüştürmemeleri, Sünnilerden öç almaya karşı çıkmaları Irak’ın toprak bütünlüğü açısından son derece önemli gelişmeler dir. Şiilerin, Irak Devleti’nin tarihinde ilk defa siyasi yaşamda ağırlıkları ile orantılı şekilde ele geçirdikleri temsil şansını geri çevirmeyecekleri değerlendirilmektedir. 

30 Ocak 2005 genel seçimleriyle birlikte yeni bir yapılanmanın eşiğine gelmiş olan Irak'ta Kürtler anahtar rolüne soyundular. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Talabani’nin oturması ve İslam siyaset ilişkilerinde laikliği savunan bir çizgi izliyor olmaları Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğü savunması açısından son derece önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 

Türkmenlere, Irak’ın yeniden yapılanması sürecinde, hazırlanan Geçici Anayasada, nüfuslarıyla orantılı bir temsil hakkı verilmemiştir. Türkmenlerin nüfuslarıyla orantılı temsil edilebilmeleri için ortak hareket etmeleri ve siyasal sürece katılmaları gerekmektedir. Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal yapısı açısından 1932 Anayasasında olduğu gibi Türkmenler Irak’ın kurucu unsurlarından biri olarak kabul edilmelidir. 

Federal bir devlet yapısı içinde etnik gruplar arasındaki en önemli anlaşmazlık konusunun doğal kaynakların ve gelirlerinin paylaşımı olacağı değerlendirilmekte dir. Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Kerkük, Irak’ın etnik ve mezhepsel çatışmasının bir sahnesi konumundadır. Kerkük kesinlikle bir grubun kontrolüne verilmeden bütün Iraklıların şehri olduğu, yeni Anayasada özel statüsü korunarak vurgulanmalıdır. 

Kerkük’ün petrol gelirleri Irak’ın barış ve istikrarı için kullanılmalıdır. 

Bütün bunların yanında Irak’ın altyapısı ve temel ihtiyaçları ABD tarafından süratle karşılanmalıdır. Irak petrol gelirlerinin şeffaf bir şekilde Iraklıların geleceği için harcanması sağlanmalıdır. Irak’ın petrol altyapısına ilave yatırımlar yapılarak dünya pazarlarına ulaşması Irak’ın istikrarı için önemlidir. Ülkenin yeniden imarı bütün Iraklılar için iş imkânı sağlayacaktır. Ekonomisi gelişmiş, güven ve istikrarın hâkim olduğu bir Irak Orta Doğu bölgesinde istikrara katkıda bulunacaktır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Bu senaryo kapsamında Türkiye Irak’taki bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Irak Başbakanı İbrahim Caferi'nin ilk yurt dışı gezisini Türkiye'ye yapması Türkiye açısından önemlidir. Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleşen Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı süreci canlı tutulmalı ve bölge ülkeleriyle beraber her platformda Irak’ın toprak bütünlüğünün bütün gruplar ve ülkeler için önemi belirtilmelidir. 

Türkiye, Kerkük konusunun yeni Anayasa düzenlemesi sırasında çözülmesini ve Kerkük'ün özel statü olarak Anayasa güvencesine alınmasını sağlamalıdır. Irak hükümetine bu konunun yeni Anayasada açıklığa kavuşturulmaması ve olumsuz gelişmelere açık bırakılması hâlinde, ileride iki ülke arasında problem olarak kalabileceği belirtilmelidir. 

ABD bölgeden çekilmeden, Türkiye ABD ile Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik operasyon ve iş birliği yapılmasını tekrar belirtmelidir. ABD çekildikten sonra PKK’ya karşı mücadelede Irak hükümetinin desteği sağlanmalıdır. Irak’ın yeniden yapılanması kapsamında Türkiye bütün kurumlarıyla aktif olarak yer almalıdır. Irak Ordusunun oluşturulmasına NATO’da yer alarak katkıda bulunmalı, Irak güvenlik güçlerinin eğitilmesini üstlenmelidir. 

Türkiye-Irak ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik ikili görüşmeler bir an önce tamamlanmalıdır. Terörün kol gezdiği bu ortamda bile Türkiye Irak'a 1.8 milyar dolar ihracat yapıyor, ithalatımız sadece 400 milyon dolar. İkinci bir hudut kapısı açılarak Türkiye’nin ticaretinin artırılması sağlanmalıdır. Irak’ın altyapı çalışmalarına Türk firmalarının girmesi teşvik edilmeli ve Türkiye, Irak’ın kalkınmasında Eximbank vasıtasıyla kredi sağlamalıdır. 

 Türkiye, Sünnilerin ve özellikle Türkmenlerin kurucu unsur olarak Anayasada yer almalarını ABD ve Irak hükümetine belirtmelidir. Ankara, Irak'ın kuruluşunda Bağdat'ın Milletler Cemiyeti'ne verdiği ve Irak'ı Araplar, Kürtler ve Türkmenler den oluşan bir devlet olarak tanımladığı zeminden hareket edilmesini talep etmelidir. Türkmenlerin 

Irak’ta etkili olarak temsil edilmesini teşvik etmelidir. Türkmenlerin Bağdat ve bütün dünyada çok etkili bir diplomasi ve politika yapmaları sağlanmalıdır. Yapılacak Anayasa referandumu öncesinde Türk sivil toplum örgütlerinin Türkmenlere seçim ve referandum uygulamaları konusunda yoğun bilgi vermesi sağlanmalıdır. 

2. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkabileceği Durumu 

İkinci senaryo kapsamında ABD’nin ekonomik, politik ve siyasal zorluklar sebebiyle 2006’dan itibaren kademeli olarak çekileceği öngörülmektedir. Bu senaryoda; ABD’nin çekilirken Irak’ın geleceğini, güçlü bir siyasal yapıya sahip Irak’tan ziyade etnik gruplar arasındaki anlaşmalara, bölge ülkeleri ve AB ülkeleriyle yapılması muhtemel anlaşmalara dayandıracağı düşünülmektedir. Bunun yanında güvenliği ve altyapı hazırlıklarını NATO ve BM gibi kuruluşlara devredeceği düşünülmektedir. Irak’taki yetkisini Irak hükümeti yerine uluslararası kuruluşlara devretmeye hazırlanan ABD’nin Irak’ın etnik ve dinî bazda parçalanmaya doğru gideceği ihtimalini varsaydığı kabul edilmelidir. Şu 
an için federatif bir yapının oluşumu için çalışıyor gibi gözükse de, ABD gücünün kademeli olarak çekilmesi sonrası etnik ve dinsel temelde yapılanmış konfederatif bir Irak’ın altyapısını bu zaman zarfında hazırlayabileceği değerlendirilmektedir. 

ABD’nin Irak’tan kademeli olarak çekilmesi sürecinde, artan şiddet olaylarının etnik ve mezhep tabanına yayılabileceği beklenmektedir. Terör saldırılarının ABD ile iş birliği yapan Irak güvenlik güçlerini ve iktidarda bulunan Şiileri hedef aldığı görülmektedir. Irak güvenlik güçlerine katılımın azalması ve hatta güvenlik görevlilerinin ayrılması sonucu kademeli olarak çekilen ABD geride tam bir kaos ortamı bırakacaktır. 

Irak’ın toprak bütünlüğü açısından Şiilerin kutsal mekanlarına ve din adamlarına yapılan saldırılara şu ana kadar Şiiler karşılık vermemişlerdir. Şiilerin bu saldırılara cevap vermesiyle Sünni tabanlı yapılan saldırıların Irak’ı Şii-Sünni iç savaşına sürükleyebileceği değerlendirilmektedir. 

ABD tarafından planlanan Irak’taki Başkanlık görevinin etnik kategoriye göre dağıtılması ve Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen parlamento seçimleri sırasında yine ABD’nin kontrolü altında olacak bir Kürt federe oluşumu için referandumun yapılması, Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tehlikeli boyuta ulaştığını gösteriyor. ABD’nin Kürtleri himaye eden yaklaşımının anayasal iradeye de benzer şekilde yansıması durumunda istikrarsızlık ortamının artabileceği ve bu 
durumun orta ve uzun vadede Irak’ı parçalanmaya kadar götürebileceği 
kıymetlendirilmektedir. 

Kuzey Irak’ta Kürtlere bir devlet kurdurulması ve Irak’ta Türkmen kenti Kerkük’ün bu sözde devlete bağlanmaya çalışılması, ayrıca Amerikan eliyle Telafer şehrinin de bu bölgeye dâhil edilmesiyle Kürtler Suriye’deki Kürt nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı bölgeyle temas kurabileceklerdir. Bunun sonucu olarak gelişmelerin, ABD’nin Orta Doğu Projesi kapsamında İran ve Suriye’nin sınırlarını değiştirme projesine dönüşecek olması muhtemeldir. Bu gelişmeler odağında Kuzey Irak’ta iç savaş çıkması, Kürtler ile İran-Türkiye-Araplar arasında etnik 
çatışmaların başlaması, ortaya çıkacak kaos ortamı nedeniyle El-Kaide ve PKK başta olmak üzere terör örgütlerinin bu bölgeyi mesken tutması  beklenmektedir. 
Konfederatif yapıya dönüşmesi muhtemel bir Irak’ta etnik gruplar arasında zararlı çıkması muhtemel olan Türkmenlerdir. Coğrafi olarak dağınık olmaları, başarıya olan inancın zayıflığı, geçmişten beri Türkmenlere yapılan haksızlıklara ABD’nin katkısı, Türkmenler arasında ortak hareket sorunu Türkmenlerin de parçalanmasına yol açacaktır. 

Konfederal bir Irak ABD’nin kademeli çekilmesi sürecinde bölge ülkelerinin müdahalesine maruz kalabilir. Kürt Devleti’nin İsrail’le yakın diyaloğu, Sünni Arap bölgesinin Ürdün’le federasyon kurması, Şii devletin İran’ın nüfuz alanına girmesi ve Türkmenlerin Türkiye tarafından korunması beklenebilecek gelişmelerdir. Fakat herhâlde ABD’nin, Irak topraklarında yıllar boyu Amerikan üsleri ve petrol bölgelerini koruyacak askeri bulunacaktır. 

ABD’nin yetkilerini uluslararası kuruluşlara devretmesi, kendisinin başaramadığı veya bölünmesini amaçladığı bir sürece yol açacaktır. Güvenlik ve altyapı çalışmalarının Irak’a sonradan konuşlandırılan NATO ve BM gibi örgütlerin eliyle yürütülmesinin başarı şansı oldukça zayıftır. 


Harita-3 
Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, Irak’ta konfederatif yapının hâkim olacağı değerlendirilen bu senaryo kapsamında bütün gruplara eşit mesafede yaklaşmalıdır. Çıkabilecek bir iç savaşa müdahale etmekten kaçınmalıdır. Gerek PKK konusunda gerek Irak’la ilgili hayati çıkarları tehlikeye girdiğinde Türkiye, güç kullanabileceğini ima ve yerine göre ifa etmelidir. Böyle bir durumda, yapılacak müdahalenin sınırlı olacağı, yalnızca Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldığı hem Irak halkına hem de bölge ülkelerine anlatılmalıdır. 

Irak’taki muhtemel bir parçalanmadan olumsuz etkilenecek olan İran ve Suriye ile ortak bir Irak politikası oluşturulmasının ve Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik birlikte hareket edilmesinin, muhtemel bir Kürt devletinin kurulması ihtimali göz önünde bulundurularak, Kürt devletinin yaşamasını engelleyecek stratejilerin bu ülkelerle birlikte şimdiden hazırlanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 

3. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumu 

Bu senaryo kapsamında ABD’nin 2025 yılından sonra Irak’tan çekileceği öngörülmektedir. ABD’nin petrol odaklı 2025 stratejisine göre 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve uzun yıllar süreceği öngörülen askerî güvenlik boyutu ile petrolün Batı pazarlarına güvenli ve kesintisiz bir biçimde taşınması temel politikaları olacaktır. ABD varlığının, Irak’ın toprak bütünlüğü açısından tehdit unsuru olarak değil de uzun yıllar Irak’ta güven ve istikrarın tesis edilmesi yönünde çalışacağı değerlendirilmektedir. ABD’nin Saddam döneminin izlerini silmek için Irak’ın ekonomik kalkınmasına ve toplumun sosyal önceliklerine önem vererek refah içerisinde yaşayan demokratik bir Irak Devleti ortaya 
çıkaracağı düşünülmektedir. 

ABD’nin Irak’ta uzun yıllar kalabilmesi için kendi iç siyaseti açısından ağır kayıplar vermeden Irak’ta güvenliği sağlaması gerekmektedir. Bu maksatla Irak güvenlik güçlerinin ve millî bir ordunun kurulması maksadıyla; etnik ve mezhep farklılıkları gözetilmeksizin bütün tarafların bu sürece dâhil edilmeleri temel konulardır. Irak’ın toprak bütünlüğü ve toplumsal mutabakatın sağlanabilmesi için Sünniler ve Türkmenlerin de Anayasa ve siyasi sürece dâhil edilmeleri 
gerekmektedir. Kürtlerin ve Şiilerin silahlı güçlerinin Irak ordusuna katılması sağlanmalıdır. İç istikrarın oluşturulması için öncelikle direnişçilerin bastırılması ve Irak El Kaide Cihat Örgütü’nün Irak’tan çıkartılması için kısa sürede geniş kapsamlı operasyonlar düzenlenmelidir. Irak’ın sınır güvenliğinin sağlanabilmesi için komşu ülkelerle anlaşmalar imzalanmalı ve sınırlarda güvenlik önlemleri 
artırılmalıdır. 

ABD’nin Irak işgalinde temel hedefleri olan; Irak petrollerinin dünya pazarlarına kesintisiz ve güvenli bir şekilde akıtılmasının, Orta Doğu’nun demokratikleşmesinin ve İsrail’in güvenliğinin sağlanabilmesinin yolu Irak’ın istikrarı, toprak bütünlüğü ve bağımsızlından geçmektedir. Bu maksatla Irak’ta özellikle Kürtlere ayrıcalık tanınmasına son verilmelidir. Kerkük’ün yeni dönemde özel statüsü Anayasada garanti altına alınarak hiçbir grubun egemenliğine 
veya kontrolüne verilmemelidir. Bu noktada Irak’ın toprak bütünlüğü açısından kaynakların adil olarak dağıtılması önemlidir. Irak’ta başlayacak bir istikrarsızlık veya devamında bir iç savaş sadece Irak ve Orta Doğu ile sınırlı kalmayacak, jeopolitik kırılma noktaları olan Kafkaslar ve Orta Asya’ya da kayabilecektir ve bu istikrarsızlık da ABD’nin küresel politikalarının sonunu getirecektir. Bu maksatla ABD başarılı olabilmek için Irak’ın toprak bütünlüğünü bozacak politik 
açılımlardan kaçınmalı ve Irak genelinde Irak vatandaşı bilincini ön plana 
çıkarmalıdır. 

Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler 

Türkiye, ABD’nin 2025 sonrası Irak’tan çıkacağı öngörülen bu senaryo kapsamında öncelikle Irak’ın siyasal sürecine destek vermeli ve Irak’taki bütün kesimlere eşit mesafede yaklaşarak Irak’ın politik ve toprak bütünlüğünü her platformda savunmaya devam etmelidir. Türkiye hayati öneme sahip iki konuda; Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Kerkük’ün herhangi bir grubun kontrolüne verilmeden özel statüsünün korunması konularında ABD ve Irak hükümeti ile iş birliğine giderek gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalıdır. Türkiye, Irak’la sınır güvenliğinin sağlanması ve terörist faaliyetlerin önlenmesi için iş birliği yapmalıdır. 

Ankara uzun vadede Türkmenlerin millî bilinçlerini ortaya çıkaracak, birlik ve bütünlüklerini koruyacak yeni bir yapılanmaya gitmelerini maddi ve manevi olarak desteklemelidir. Türkmenleri kültürel ve siyasi olarak tek başlarına ortak politikalar peşinde hareket edecek şekilde yönlendirmelidir. 

Türkiye bu dönem boyunca ABD ile tezkere sonrası oluşan havanın izlerini silmek için ABD’nin yanında yer almalıdır. Türkiye, Irak’ın yeniden inşasında gerekli altyapı desteğini sağlamalıdır. Diplomasi, ekonomik, sosyal ve kültürel vasıtalar aracılığıyla, Irak’ın yeniden yapılandırılmasında etkin bir rol oynamalıdır. Irak’ın en büyük ekonomik ortağı olabilmeli ve Batı’ya açılan koridor olarak Irak’la yakın iş birliğine gitmelidir. Türkiye, petrolün batı pazarlarına ulaştırılmasında ve ABD’nin enerji güvenliğinde en büyük ortağı olacak şekilde başta Kerkük-
Yumurtalık Boru Hattı olmak üzere bütün imkânların kullanılması için  çalışmalı dır. Irak’tan petrol ticaretinde petrolü Bağdat merkezli olarak tedarik etmeye dikkat etmelidir. 

Sonuç 

ABD’nin muhtemel çıkış senaryolarının Irak’ın toprak bütünlüğü açısından değerlendirilmesinin yapıldığı ve bu konuda Türkiye’nin alması gereken tedbirlerin belirtildiği bu bölümde; ABD’nin Irak müdahalesi, Orta Doğu stratejisi, küresel enerji politikaları ve küresel teröre karşı verdiği savaş kapsamında uyguladığı politikalarının başarılı olması Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasi yapısının istikrarı sağlayacak şekilde muhafaza edilmesine ve şekillenmesine bağlıdır. 

Irak’ta oluşacak yeni Anayasa ve sonrasında yapılacak seçim sürecinde güvenliğin sağlanması ve etnik mezhep ayrımı gözetmeksizin bütün grupların sürece dâhil edilmesi gerekmektedir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünü bütün gruplara eşit mesafede durarak savunmalı, kendi güvenliği açısından Kuzey Irak’ta PKK varlığına son verilmesi ve Kerkük’ün statüsü üzerindeki kaygılarını belirtmelidir. Türkiye Irak’ta yaşanabilecek olumlu veya olumsuz gelişmelere yönelik askerî, siyasi ve ekonomik stratejilerini hazırlamalıdır. Türkiye, Irak’ta konfederal bir Kürt devletinin mahzurlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya devam etmeli, bu yolla ABD yetkililerini bölgenin istikrarı için yönlendirmelidir. 

11 Eylül sonrası şekillenen dünyada, ABD gücünün sınırlarının oluşmasında ABD’nin “Küresel Hâkimiyet mi”, “Küresel Liderlik mi” peşinde koştuğu ve bundan sonrası için neler planladığı Irak politikalarında yaşam bulacaktır. 

13 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 11

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 11




ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI 

Yazan: Mu.Yzb. Tamer AKKAN 

Genel 

Ünlü Amerikalı sosyal bilimci Samuel HUNTİNGTON, çok bilinen “Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde, 1990 sonrası dünyanın dokuz ayrı medeniyetten oluştuğunu18 iddia etmişti; birazdan incelemeye gayret edeceğimiz konuda bahsi geçen beş ülke de (ki dördü ait oldukları medeniyetin tartışmasız lideri durumundadırlar) bu sınıflandırmada farklı gruplarda yer almaktadırlar. İşte bu farklılık ve liderlik hâlen yaşanmakta olan olayların da ana sebebini ortaya koyar: Büyük güçlerin çıkar mücadelesi. 

ABD yapmış olduğu Afganistan ve Irak müdahalelerini, uluslararası arenada haklı görünebilmek maksadıyla, her ne kadar demokrasi, insan hakları, kadın hakları, kitle imha silahları ve terörizmle mücadele, özgürlük gibi idealist söylemlere dayandırmaya gayret etse de, en iyimser yorumla bile bunların sadece ikincil amaçlar yahut ana maksada ulaşmak için kullanılan araçlar olarak değerlendirilmeleri uygun olacaktır. Asıl amaç ise kulağa Türkçe’de biraz sevimsiz gelse de çıkardır. Tüm ülkeler çıkarlarına ulaşmak üzere Zbigniew 
BRZEZİNSKİ’nin tanımına benzer şekilde, dünya satranç tahtasında karşılıklı hamlelerini yapmaktadırlar. Uluslararası arenada bu satrancı aktörlerin tamamı birbiriyle oynamakta ve aynı zamanda da muhtemel rakiplerinin diğerleri ile oynadığı oyunlara bakmaktadırlar. ABD’nin Irak’ta yaptığı hamle sadece Irak ile kendini ilgilendirmenin çok ötesine geçmiş ve başta büyük devletler olmak üzere birçok devleti birçok sebepten ötürü etkileyen ve ilgilendiren bir hamle olmuştur. 

Bu hamlenin küresel boyuttaki en önemli etkisi öncelikle dünya enerji piyasalarına olmuştur. Temmuz 2003’te Yeni Delhi’de yapılan beşinci Asya Güvenlik Konferansı’nda sunulan bir bildiride; 11 Eylül ve Irak Harekâtlarının akabinde, çok değişken bir hâl alan dünya petrol piyasalarının, ekonomiler için ciddi risk teşkil ettiği belirtilmiştir19Bu konuda dünya enerji ajansının verilerine baktığımızda, 1999-2020 arasında dünya petrol tüketiminin %60 artacağı ve bu artışın da büyük oranda gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. Enerji bir ülkenin gelişmesi, o ülkede yaşam kalitesinin temini için vazgeçilmez bir unsur ve aynı zamanda dünyada ekonomik anlamda en büyük sektördür. Hâlen dünyanın petrol üretiminin yaklaşık %30’u Orta Doğu kökenli iken bu oranın 2020’li yıllarda %60’ları geçeceği öngörülmektedir20. Bu bağlamda ülkeler ekonomiyi, değişen ve asimetrikleşen tehdit ortamında, en öncelikli güvenlik sorunu olarak algılamaktadırlar. Eskiden uluslararası ilişkilerin konularına baktığımızda gündemi silahsızlanma antlaşmaları, yıldız savaşları, askerî yardımlar, nükleer denemeler, ideoloji ve devrim ihraçları gibi klasik, güvenlik odaklı konular, göze çarpmaktaydı. Günümüzde ise gümrük duvarları nın kaldırılması, kotalar, serbest ticaret, enerji temini ve benzeri ekonomi odaklı konular görülmektedir. ABD-Rusya arasındaki zirvede, en kritik konulardan biri YUKOS petrol şirketi olabilmektedir. 

Tüm bu enerji konuları beraberinde bir başka sorunu daha gündeme getirmiştir; enerjinin üretiminden pazarlanma ve taşınmasına kadar her alanda güvenilir bir ortam, yani enerji güvenliği ihtiyacı. Eskiden gelen sorunlar, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik dönemi ve kaç kutuplu olacağına karar verememiş bu dünyada, ABD kendi güvenliği ve bu bağlamda enerji güvenliği sorununa küresel yaklaşmakta ve bunu temin için de dünyanın her tarafında 
konuşlanmakta dır. Chalmers JOHNSON Amerika’nın Üsler İmparatorluğu adlı makalesinde, resmî rakamlara göre ABD’nin ülke dışında 130 farklı ülkede toplam 702 üssü olduğunu belirtmektedir. 
Yazar bu büyük rakamın bile aslında gerçeği tam olarak yansıtmadığını, 
çünkü Pentagon’un, örneğin Kosova, Afganistan, Özbekistan, Kırgızistan, Irak,İsrail, Kuveyt ve Katar’daki üslerden, aynı raporda hiç bahsetmediğinin altını çizmektedir21. Bu durum gerek Çin gerekse Rusya tarafından doğal olarak ABD’nin çevreleme politikası22 olarak algılanmaktadır. ABD bu konuşlanması ile hem stratejik açıdan kendine rakip gördüğü ilk iki ülke olan Çin ve Rusya’yı Soğuk Savaş dönemine göre çok daha yakından çevrelemekte, ayrıca yine bu ülkeler açısından hayati öneme haiz enerji havza ve iletim güzergâhlarını kontrol altında tutabilmektedir. Ekonomik gelişmeyi ve bu sayede güce ulaşabilmeyi 
temin edebilmek için Rusya sahip olduğu enerjiyi satmak, Çin ise ihtiyaç 
duyduğu enerjiyi almak zorundadır. Bu her iki ülkenin ortak zayıflığıdır ayrıca Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın ise Çeçenistan’daki sorunları bir diğer benzer sıkıntılarıdır. ABD mevcut konuşlanması ile aynı zamanda bu iki sorunlu bölgeye de yakın olarak söz konusu ülkeleri tedirgin etmektedir. 

Japonya ise Çin ve Rusya ile tarihten gelip hâlâ devam eden sorunları ve ABD ile yakın iş birliği nedeniyle bu oyuna farklı bir boyut katmaktadır. Enerjiye muhtaç olan Japon ekonomisi bu benzerlik sebebiyle Çin ile ortak bir çıkara sahip olması gerekir gibi görünür. Ancak zayıf askerî ve siyasi gücüne rağmen devasa ekonomik  gücü üzerinden önce bölgesel sonra da küresel güç olma iddiasındaki 
Japonya için, benzer iddialara sahip Çin en dişli rakip konumundadır. Rusya ise hem Çin’e karşı denge sağlamak hem de enerji sağlayıcısı olması konumu ile Japonya açısından daha iş yapılabilir bir ülke konumundadır. 

Şimdi öncelikle, ABD’nin Irak Harekâtının neden ve nasıl Çin, Rusya, Japonya’yı ilgilendirdiğini, ardından da ABD’nin burada yapması muhtemel yeni hamlelerine karşı adı geçen ülkelerin takınabileceği tavırları anlatmaya çalışacağım. 

1. ABD’nin Irak Harekâtı Ve Çin 

a. Genel 

Dünyanın en büyük nüfusuna ve en hızlı gelişen ekonomisine sahip olan Çin, enerjiye olan ve hızla artan ihtiyacı sebebiyle, dünya enerji havzalarının merkezi sayılabilecek ve kendisi de önemli enerji kaynaklarına sahip Irak’ın, güç oyununda en büyük rakibi tarafından işgalinden etkilenmiştir. ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük petrol tüketicisi olan Çin çok büyük oranda dışa bağımlıdır. 1993 yılına kadar kendi petrol kaynakları sayesinde petrolde dışa bağımlı olmayan Çin bu yıldan sonra yakaladığı yıllık ortalama %9 büyüme ile enerji ithal etmeye başlamak zorunda kalmış ve bugün bölgesinde Japonya’dan sonraki en büyük ithalatçı konumuna gelmiştir23. 

Irak Harekâtı sonrası artan petrol fiyatları en büyük darbeyi bu ülkeye vurmuş ve ayrıca İran ile yapmış olduğu enerji antlaşmalarının da riske girmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca stratejik rakibi ABD’nin oyunda yeni bir taşı daha almış olması sıkıntısını arttırmıştır. ABD’yi engellemek için BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’ın işgali için gerekli onayı vermemiş ancak bu pasif hamlesi yeterli olmamıştır. 


Harita-1 
Irak Enerji Kaynaklarını Gösteren Harita 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

Bu durumun gerçekleşmesi ABD’nin dünya genelinde hâlen 
uygulamakta olduğu sert politikalardan ani bir geri dönüş yapması 
anlamına gelir ki bu pek olası görülmemektedir. Ancak gerçekleştiği 
faraziyesi ile yaklaştığımızda bu durumun Çin açısından en iyi durum 
senaryosu olduğunu söyleyebiliriz. Kurulacak bağımsız Irak Devleti 
ağırlıklı olarak Şii idarecilerin kontrolünde olacaktır. Hâlen İran ile yoğun 
ve iyi ilişkiler içinde olan Çin yönetimi bu referansla Irak ile de yakın 
ilişkiler kurma imkânına şu andan çok daha fazla kavuşacaktır. Ayrıca bu 
durumun dünya genelinde oluşturacağı görece olumlu havayla enerji 
fiyatlarının daha aşağıya düşmesi ve dünya ticaret hacminin özellikle 
savunma dışı alanlarda artması ihtimali de Çin açısından olumlu 
gelişmeler olacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

Çekilmenin başlangıç yılının sarkabilmesi ihtimaline rağmen, gerçekleşmesi en muhtemel senaryodur. Bu durumda ABD genel olarak dünyadaki genel düzeni ve kısmen yumuşatarak eğilimlerini devam ettirmiş olacaktır. Çin kurulması muhtemel bir BM Güvenlik Gücü tarzı organizasyonda istekli olmasına rağmen önerilmesi muhtemel geri planda kalmış ve etkisiz bir pozisyon sebebi ile sadece dışardan destek olmakla yetinecektir. Buna karşın başta enerji ve inşaat konularında olmak üzere ülke içinde yatırımlar yaparak, güçlü olduğu ekonomik 
alanda ön plana çıkmak için çaba harcayacaktır. Enerji fiyatları yüksek seyrini koruyacak Çin ise burada oluşan kaybını ticaret ile telafi etmeye 
çalışacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

ABD, klasik güç politikalarının devamı anlamına gelen bu senaryoda, dünyada fosil enerji kaynak kullanımının düşüş eğilimi göstermeye başlayacağı 2025 yılı civarına kadar Irak’ta kalarak Suriye, İran gibi çevre ülkelere de yayılıp enerji yanında diğer kritik konu olan jeopolitik konuşlanma yolu ile küresel hâkimiyetini pekiştirmeye çalışacaktır. Fiziki sınırları zaten ABD üsleri ile çevrelenmiş olan Çin ise, ekonomik güvenlik alanlarının da tek bir süper gücün elinde olmasından 
çok fazla memnun kalmayacaktır. Bu durum Çin’i, tarihsel sürtüşmelerine rağmen, çıkarlarının kesişeceği Hindistan’la, (muhtemelen Şangay İş Birliği Örgütü, ŞİÖ bünyesinde) iş birliğine yöneltecektir. 

2. ABD’nin Irak Harekâtı ve Rusya 

a. Genel 

Soğuk Savaş öncesinin iki süper, emperyalist gücünden biri olan SSCB’nin mirasçısı Rusya, gücünü sürdürememiş ancak, o dönemin benzeri yaklaşımlardan da vazgeçememiştir. Eskiden ABD ile problemi olan zayıf ülkeler, sırtlarını SSCB’ye dayardı, şimdi ise Rusya’ya dayama eğilimindedirler. Ancak Rusya şu an yaşadığı ekonomik, etnik ve idari sorunlar sebebiyle, selefinin etkinliğinden uzaktır. Yaptığı kısmi karşı çıkışlar, ABD’den aldığı birkaç ödünle genelde bastırılmaktadır. Irak olayında da başlangıçta karşı çıkmış, eski Irak hükümetiyle yaptığı milyarlarca dolarlık ticari antlaşmalarla elini kuvvetlendirmeye çalışmış, ancak neticede işgali sessiz kalarak kabullenmiştir. Bu işgal ve sonrasındaki süreç de Rusya’ya artan petrol fiyatlarıyla büyük bir çıkar sağlamıştır. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde Rusya bu çekilmenin kendi karşı 
çıkışları ile gerçekleştiğini, süper güce karşı koyduğunu, bunun kendi 
zaferi olduğunu resmen olmasa da ilan edecektir. ABD’nin çekilmesi ile 
oluşacak boşlukta eski iyi ilişkilerini kullanarak Orta Doğu’da etkinliğini 
arttırmaya çalışacaktır. Tüm bu artılarına karşın bu durumda ortaya 
çıkacak petrol fiyatlarındaki muhtemel gerileme nedeniyle, Rusya gibi 
ekonomisi büyük oranda enerji satışından gelecek girdiye dayanan bir 
ülke için, bu senaryonun en iyi senaryo olduğunu söylemek zor olacaktır. 
Bu durumda Rusya’nın bu senaryonun gerçekleşmesine olanak 
sağlayacak girişimlerde bulunmasını, kısa vadede beklememek 
gerekmektedir. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Rusya açısından en iyi durum senaryosu da diyebileceğimiz bu senaryonun, muhtemel etkilerini incelediğimizde görüyoruz ki; Rusya hem bu kademeli çıkışta etkisi olduğunu iddia edebilecek, hem de aynı yüksek düzeyde seyretmesi muhtemel petrol fiyatları sayesinde kısa vadede ekonomik bir sıkıntı yaşamayacaktır. Bu durum, dünyada terörle etkin mücadele söylemini ön plana çıkaran eğilimin de devamı anlamına geldiği için, aynı zamanda Çeçenistan sorununun yakın zamanda tekrar gündeme gelmesine de engel olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa vadede ekonomik açıdan Rusya’nın yararına bir tablo sergilerken, uzun vadede, hem ABD’nin çevreleme politikasının etkinliğini artırarak devamı ve bu kapsamda Rusya’nın etkinlik alanının daralması anlamına gelecek, hem de o dönemde ortaya çıkması muhtemel alternatif enerji kaynakları ülkeyi ekonomik sıkıntı içine sokabilecektir. Rusya bu süreçte bir yandan ekonomisini alternatif sektörlere kaydırarak çeşitlendirmek, öte yandan da ŞİÖ kapsamında, 
Çin ile birlikte, ABD’nin etkinliğini sınırlamaya çalışmak uğraşında olacaktır. Ancak ŞİÖ’de Çin’in lider konumu, bu durumdan pek de hazzetmeyen Rusya’nın, Orta Asya’da alternatif ve kendisinin lider olabileceği bir örgütlenme ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda, ŞİÖ’de bir problem çıkması durumunda, Şubat 2002'de Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan tarafından kurulan Orta Asya İş Birliği Örgütü’ne (OAİÖ) Ekim 2004’te katılan Rusya24, gelecekte başta Hindistan olmak üzere ilave ülkelerle, bu örgütü daha ön plana çıkartmak ve lider olduğu bir organizasyona sahip olmak isteyecektir. 

3. ABD’nin Irak Harekâtı ve Japonya 

a. Genel 

Küresel güç olma isteği duyan devletlerden biri de Japonya’dır. Şu an askerî harcamalar bakımından ABD’den sonra dünya ikincisi olan Japonya; İngiltere ve Fransa’dan bile büyük kara kuvvetlerine; ABD, Rusya, Çin ve İngiltere’den sonra en büyük beşinci deniz kuvvetlerine, dünyanın on ikinci büyük hava kuvvetlerine sahiptir25. Japonya’nın tekrar (her alanda) güçlenme isteğine karşı en büyük tepki eski düşmanı ve komşusu Çin ve sonra da daha üstü kapalı şekilde Rusya’dan gelmektedir. Bu durum ister istemez Japonya’nın genel olarak güç 
mücadelesinde, (en azından şimdilik) ABD’nin yanında yer almasına yol açmıştır. Bu kapsamda Japon hükümeti, Irak Harekâtında ABD’ye, kamuoyundan gelen olumsuz tepkilere26 rağmen asker dâhil her türlü desteği vermiştir. Kendisi de enerji ithal eden bir ülke olmasına rağmen Japonya enerji kontrolünün sadece Rusya ya da Çin’de olmasındansa, müttefiki ABD’de olmasını tercih etmektedir. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu ABD’nin bu ani çıkışı şu aşamada petrol fiyat avantajı, ticari gelişim gibi konularda Japonya lehine sonuçlar doğuracak olsa da, Çin’in çok daha fazla lehine bir durum oluşturacaktır. En büyük bölgesel rakibinin kendi önüne geçmesi yerine, ekonomik alanda belli bedeller ödemek, Japonya açısından daha cazip bir seçenektir. Ancak yine de bu durum gerçekleşirse Japonya, ticari yönden Irak ile ilişkilerini geliştirerek bölgede etkin olmaya çalışacak ve rakipleri kontrolündeki fosil enerji kaynakları yerine, yüksek teknolojik imkânları ile kendi kontrolünde olacak alternatif enerji kaynaklarına daha hızlı geçiş için uğraşacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu Japonya için çok daha cazip görünen bu seçenek gerçekleşirse, Çin bir müddet daha frenlenebilecek, bu süreçte ülke ekonomik gücünün yanında askerî ve siyasi gücünü de geliştirme imkânına kavuşacaktır. Açıkça beyan etmeseler de Japonlar, orta vadede Çin ve Rusya gibi iki nükleer güce sahip komşusunu sebep göstererek, kitle imha silahlarına sahip olmaya çalışacaktır. ABD bu durumda muhtemelen Japonya’nın bu talebini diğer küresel rakiplerini dengelemek adına kabul edecektir. Irak’tan kademeli çıkış esnasında kurulabilecek barış gücü  yapılanmalarında da, Japonya’yı yine aktif olarak görmek mümkün olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa ve orta vadede Japon menfaatleri ile çelişmemektedir. Ancak uzun vadede birtakım problemler mevcuttur. Uzun vadede bu senaryonun sonu ABD’nin baskın olacağı tek kutuplu bir dünya düzenidir, bu durum ise gelecekte çok kutuplu dünyada küresel bir güç olma amacında bir ülke için, uygun değildir. Bu durumda da Japonya’nın ekonomik gücünü askerî ve siyasi bir güce dönüştürme çabaları devam edecektir. 

3. Sonuç 

Mevcut durum ve öngörülen senaryolar ışığında baktığımızda, geleceğin, Asyalı yeni güç merkezi adayları ile ABD arasında, tek-çok kutuplu dünya düzeni mücadelesi şeklinde geçeceğini söylemek, hiç de yanlış olmayacaktır. Uzun vadede bu mücadelede yeni yükselmeye başlayan güçlerin, hâlen zirvede olan güçlere göre avantajlı oldukları söylenebilir. Türkiye’nin burada yapması gereken ise uluslararası ilişkileri, güç mücadelelerini futbol takımı taraftarlığı gibi değil satranç gibi algılamak ve yürütmektir, aksi takdirde sık sık mat olmak işten bile 
değildir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

18 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, 3. bs., çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir, İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004, s. 20. 
19 Mehmet Ögütçü, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security Conference“Asian and Chinese Security Issues in the Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 
Mayıs 2005. 
20 A.e. 
21 Chalmers Johnson, “America's Empire of Bases”, 2004, (Çevrimiçi), 
http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 
22 Barış Adıbelli, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve Güvenlik Yapılanması”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004, s. 221. 
23 Drew Thompson, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 
24 Nurullo Muhtorov, Arkadi Dubnov, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 
2004, (Çevrimiçi) 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc., 29 
Mayıs 2005. 
25 Gavan McCormack, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 
26 Eric Prideaux, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 


KAYNAKÇA 

1. ADIBELLİ Barış, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre 
Denkleminde Tehdit Algılaması Ve Güvenlik Yapılanması”, Stratejik 
Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik 
Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004. 
2. BRZEZINSKI Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, (Çev. 
Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık), İstanbul, Sabah Kitapları, 1998. 
3. HUNTİNGTON Samuel P. Medeniyetler Çatışması, 3. bs., 
(çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyanus 
Yayınları, 2004. 
4. JOHNSON Chalmers, “America's Empire of Bases”, 
(Çevrimiçi), http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 
5. MCCORMACK Gavan, “Koizumi's Japan in Bush's World: 
After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 
6. MUHTOROV Nurullo, DUBNOV Arkadi, “Çin'siz Fakat Rusya 
İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi), 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler 
/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc, 29 Mayıs 2005. 
7. ÖGÜTÇÜ Mehmet, “China’s Energy Security: Geopolitical 
Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security 
Conference“Asian and Chinese Security Issues in the Decade to 
2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 
Mayıs 2005. 
8. PRİDEAUX Eric, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew 
with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 
9. THOMPSON Drew, “China's Global Strategy For Energy, 
Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 


12 Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***