BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2015 Perşembe

TÜRK BASINININ DEVLERİ, SİYASETE ETKİLERİ, VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ,



TÜRK BASINININ  DEVLERİ, 
SİYASETE ETKİLERİ, 
VE 
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ,


Medya patronlarının, Aydın Doğan ya da Mehmet Emin Karamehmet’in, hangi alanlarda at koşturduğunu ve nasıl bir kazanım elde ettiğini, tümüyle olmasa da, resmi kayıtlardan izlemek mümkün. Peki manevi tercihlerin temel oluşturduğu çıkarlar için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Bu sorunun cevabı “cemaat medyası”nın nasıl bu kadar yükseldiğini de ortaya koyuyor.
Güventürk Görgülü
23 Mayıs 2008 – Türkiye’de 12 Eylül sonrasında, Özal dönemiyle birlikte geleneksel gazete sahipliği sisteminin değişimine şahit olduk. Dünyada daha önce tamamlanmış bu süreç, “Gazetecilik”ten “Medya grupları”na geçiş dönemiydi.
Yeni Asır’la tanınan Dinç Bilgin ve arkadaşları bu dönemde İstanbul’a gelip Sabah’ı kurdular. Ardından Turgut Bey’in oğlu Ahmet ve Kemal Uzan’ın oğlu Cem, “sihirli kutu”larının kapağını açıp özel televizyonculuk dönemini başlattılar. Haldun Simavi’nin Günaydın’ı Asil Nadir’e satması, Nadir’in peşpeşe gazete satın alması, Erol Simavi’nin Hürriyet’i Aydın Doğan’a devretmesi ve burada anlatmaya gerek olmayan bir sürü satın alma, satma, batma, çıkma, birleşme öyküsü…
Bu dönemde gazete sahipleri, “gazete sahibi” olmaktan çıkıp “medya patronları”na dönüştüler. Medya grupları ya holdinglerin eline geçti ya da medya grupları holdingleşti.
Bu süreçte kafayı medya, haber etiği gibi konulara takanların en büyük eleştirisi, kuralsız ve fütursuzca holdingleşen medyanın kazandığı sınırsız manipülasyon gücüydü. Hangi patron hangi devlet ihalesine giriyor, hangi ihale için hükümeti nasıl etkilemeye çalışıyor tartışıp dururduk –hala da tartışmaya devam ediyoruz. Çiller’le Doğan Grubu’nun, Mesut Yılmaz’la Sabah Grubu’nun çatışmalarının altında hep bu “verdim-vermedim” kavgası aranır, çoğu zaman da açık ve net bir şekilde bulunurdu. Zaten bu işe kafayı takmış gazeteciler bulamazsa, rakip medya grubu bunu bulur, çıkartır, ortaya dökerdi.
Yalnızca hükümetle değil, bu grupların kendi aralarındaki çıkar çatışmaları da bitmek tükenmek bilmeyen kavgalara yol açardı, hala da açmaya devam ediyor… Doğan Grubu’yla Sabah Grubu’nun, Uzanlar’la Doğan Grubu’nun bitmeyen kavgalarının ardında hep bu çıkar çelişkilerinin yattığını artık hepimiz biliyoruz. Bilmek bir yana, hangi ihale, hangi şirket, hangi iş nedeniyle birbirlerine düştüklerini madde madde saymak bile mümkün artık.
Bu yazının temel eleştiri noktasını hatırlatmakta fayda var: Çok değişik sektörlerde faaliyetleri olan bir sermaye grubunun aynı zamanda medya sahibi olmasındaki ana sakınca nedir?
Temel sakıncaları iki başlık altında toplayabiliriz:
Birincisi, eldeki medya gücünün, o sermaye grubunun diğer ekonomik faaliyetleri lehine; okuyucuyu, izleyiciyi, kamu otoritelerini ve tüketiciyi yanıltacak, haksız rekabet yaratacak şekilde kullanabilme olanağıdır.
İkincisi ise sermaye grubunun medya dışındaki diğer ekonomik çıkarları için yürütme ve yasamayı, hatta yargıyı etkileme gücü kazanması veya tam tersinin geçerli olmasıdır. Yani yürütmenin/hükümetin belirli bir ekonomik çıkar vaadi veya ekonomik kayıp tehdidiyle medyayı etkileme gücüne sahip olmasıdır. Her iki durumda da medya-toplum ilişkisi ve medya iktidar ilişkisi manipülatif hale gelir, okuyucu, izleyici ve tüketiciler açısından arka plandaki çıkar ilişkileri algılanamaz, algılanamadığı için de karşı konulamaz olur. Sonuçta toplum, medya ve hükümet karşısında zayıf düşer.
Ama şimdilerde, 1990’ların sonuna kadar geçerliliğini koruyan medya sahipliği düzeninin bile 2000’ler sonrasında ortayla çıkan yeni medya sahipliği düzeninden daha “ehven-i şer” olduğunu görmeye başladık. Zira 2000’lerin başına kadar güçlenen “holding medyası”, artık yerini yavaş yavaş “cemaat medyası’na terk ediyor. Aman yanlış anlaşılmasın “medya cemaatlerin eline geçti laiklik elden gidecek” kaygısından kesinlikle söz etmiyorum. Temel sorun ve çelişkinin bu olmadığını düşünmem bir yana, elinde ıstampayla gezip ağzından “La” hecesi çıkan herkesin alnının ortasına “laikçi-ergenekoncu” kaşesi basan arkadaşların hedefi olmayla da niyetim yok. Söylemek istediğim kısaca, cemaat medyasının çıkar ilişkilerinin holding medyasının çıkar ilişkilerinden çok ama çok daha kalın bir sis perdesinin arkasında bulunması, bu nedenle sözünü ettiğim sakıncaları çok daha derin biçimde ortaya çıkartmasıdır.
Şöyle örnek vereyim: Diyelim ki Hürriyet gazetesinde İstanbul Belediyesi aleyhine çıkan haberler gördük. Hemen arkasından birkaç rakip dergi, gazete veya televizyon kanalında, veya medya sitesinde Hürriyet’in bu çıkışının Hilton arazisiyle ilgili olduğunu, Doğan Grubu tarafından satın alınan sözkonusu arazinin imar planlarının değiştirilerek büyük bir rant elde edilmek istendiğini, bunun için de belediyeye baskı yapıldığını okuyabiliyoruz. Bazen bunu tahmin ediyoruz, bazen biliyoruz.
Veya diyelim ki Çukurova Holding yönetimindeki Türkcell’in hizmetleriyle ilgili bir haberi, Akşam gazetesinde veya Show TV’de görmek bizi artık şaşırtmıyor. Çünkü bunların grup gazetesi, grup televizyonu olduğunu artık herkes biliyor.
Tabii bu durumu gazetecilerin veya medya işini kafaya takmış birkaç okuyucunun bilmesi, konuyu herkesin bildiği anlamına gelmiyor. Okuyucu ve izleyici çoğunluğunun burada haksızlığa uğradığını ve uğramayla devam ettiğini kabul ediyoruz. Şimdi bu haksızlığı bir tarafa koyup, benzer başka bir duruma bakalım…
Son dönemde, TMSF eliyle veya başka yollarla el değiştirmiş veya başlangıçtan itibaren cemaat yayını olarak kurulmuş medyalara bir göz atalım. Son söylediğim grup için Zaman gazetesi iyi bir örnek. Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu, Cihan Haber Ajansı ve diğerleri oldukça büyük bir medya grubunun üyeleri. Bu grubun bir kişiye veya aileye değil, “Fethullah Hoca Efendi Cemaati” olarak bilinen gruba ait olduğu, bu grup tarafından kurulduğu ve büyütüldüğü söyleniyor.
Şimdi diyelim ki Zaman’da Kaz Dağları’nda altın aranmasına karşı çıkanlarla ilgili bir haber yapıldı. Haberde, bu işe karşı çıkanların ekonomik gelişmeyi baltaladığına vurgu yapılarak Kaz Dağları’nda altın arama faaliyetlerine açıkça destek veriliyor. Hatta tek bir haberle yetinilmeyip bu tavrı sürdüren bir dizi haber de yapılıyor. Peki bu durumda biz bu gazetenin Kaz Dağları’nda altın çıkartılmasını destekleyen haberlerinin cemaatin tercihleriyle bir ilgisi olup olmadığını biliyor muyuz? Hayır, bilmiyoruz. Peki öğrenebiliyor muyuz? Hayır, öğrenemiyoruz? Peki öğrenme şansımız var mı? Hayır, yok.
Bir başka örnek daha verelim. Diyelim ki yine Zaman’da İstanbul’daki kentsel dönüşüm projelerini destekleyen haberler çıkıyor. Bu haberler gerçekten objektif gazetecilik kriterlerine uygun olarak mı yapılıyor, yoksa cemaatin tercihlerine uygun olarak mı? Mesela Fethullah Hoca Efendi Cemaati’nden işadamları bu kentsel dönüşüm projelerine giriyorlar mı? Giriyorlarsa bunlar kimler? Bu ihalelere giren kişiler gazetenin yazı işleri kararlarını etkiliyorlar mı? Ne ölçüde etkiliyorlar? Bu soruların cevabını biliyor muyuz? Hayır. Cevabını alma şansımız var mı? Hayır.
Şimdi bir de soruları tersten soralım. Kaz Dağları’nda altın arayan veya aramak isteyen şirketlerin sahiplerinin bu Fethullah Hoca Efendi Cemaati’ne yakın olup olmadıklarını bilebilir miyiz? Elbette bilemeyiz. Peki kentsel dönüşüm işlerine giren şirketlerin bu cemaatten olup olmadıklarını bilme şansımız var mı? Elbette yok!
Burası özgür ve demokratik bir ülke. Hiçkimse manevi tercihleri nedeniyle fişlenemez ve ayırıma tabi tutulamaz. İşte bu nedenle bu “manevi” tercihlerin maddi kazançlara dönüşüp dönüşmediğini asla bilemeyiz. Değil mi?
Evet, Aydın Doğan’ın veya Mehmet Emin Karamehmet’in kaç tane şirketi var, bunları biliyoruz. Bilmeyenler de İstanbul Ticaret Odası’nın kayıtlarını açıp bakabilirler. Halka açık tüm şirketlerin ortaklık yapıları SPK veya İMKB’den bulunabilir. Bu şirketler devletten, belediyeden ne ihale aldılar, nerede altın, nerede maden aradılar, hangi markaları ithal ediyorlar, ne ihraç ediyorlar, hangi uluslararası şirketlerin temsilciliklerini yapıyorlar hepsini -tam olmasa da- büyük oranda öğrenme şansımız var. Buradaki çıkar ilişkilerini çözmeye kalktığınızda açık ve resmi kayıtlar sizi büyük ölçüde bir sonuca ulaştırıyor.
Peki diğer taraf? “Maalesef” diyemiyorum, çünkü bu hepimizin bireysel özgürlük alanını ilgilendiren bir konu; manevi tercihlerimizin kaydedildiği İstanbul Ticaret Odası gibi bir oda yok. Kimse kimsenin cemaatinin veya tarikatinin çetelesini tutmuyor. Ama diğer yandan manevi ilişkilerin maddi çıkarlara dönüşüp dönüşmediğinin kayıtları da ortaya çıkamıyor. Ve cemaatler de bu “özgürlük alanını” maddi çıkar için sonuna kadar kullanabiliyorlar.
İşte “cemaat medyasının çıkar ilişkilerinin holding medyasının çıkar ilişkilerinden çok ama çok daha kalın bir sis perdesinin arkasında bulunması”ndan kastım da tam bu… Çok sayıda kişi ve en küçüğünden en büyüğüne çok sayıda firma, kanıtlanması mümkün olmayan ilişkiler, yazılı hale getirilmeyen anlaşmalar, “low profile” organizasyonlar, tanımlanamayan çıkarlar…
“Cemaat medyası” bugün artık “holding medyası”ndan daha ürkütücü bir duruma geldi ve geliyor. Çünkü cemaat medyasında ne zaman, kim tarafından, ne amaçla manipülasyon yapıldığı daha kalın bir sis perdesinin arkasında kalıyor.
Cemaat medyasının hükümetle veya belediyelerle olan ilişkileri belirsiz. Kim kimi ne kadar etkiliyor veya yönlendiriyor belirsiz ve her zaman da belirsiz kalacak…
Holdinglerin manipülasyonlarına karşı sütten çıkmış ak kaşık edasıyla “medyada etik” işlerinin dibine vuran cemaat medyası yöneticileri acaba dışarıdan bakıldığında böyle göründüklerinin farkındalar mı? Yoksa onlar da ortaya çıkan bu havadan memnun mu? Belki de bu dumanlı havanın zamanla her yeri kaplamasını tercih ediyorlardır. Kimbilir!..

.