BOMBA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BOMBA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2017 Cumartesi

Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!


caglar



Etrafında liberal tanınan, alkol kullanırken bu faaliyetini herkese duyurmaktan zevk alan ve bu sayede Fethullahçılığını gizlediğini sanan bir şaklaban var karşımızda. Bakın 11 Haziran 2010 tarihinde ne yazmış bu Fethullahçı Engin Ardıç…
Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!




“Her milli bayramda piyasaya çıkan “malul gazilere” getirecektim sözü… Geçen gün gene ortalıkta görüldüler.
Kalpak, Ayyıldız, Madalya, Palaska, Çakaralmaz tabanca, kama, bomba, velhasıl herşey yerli yerinde…

yatayHaddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

   Fakat bakıyorum, bu adamlar yaş olarak taş çatlasa benim kadarlar yahu! Hadi benden beş yaş büyük olsunlar. 
Hadi beş de benden koy, on yaş.
Yani “Milli Şef bebeleri” en fazla! Bu adamlar hangi savaşlara katıldılar da malul gazi oldular? “Malul” olmaları da şart değil, maşallah hepsi benden sağlam. Bu adamlar “feyk”… Neyk? Sahte yani, çakma…
Kore’nin, hatta Kıbrıs’ın kalpakla, cumhuriyetle, bayramıyla ne ilgisi var? Benim dedelerimden biri de büyük bir ihtimalle Viyana kuşatmasına katılmıştı, yeniçeri kılığına mı gireyim?
15 Temmuz gazileri törenlerde kılık değiştirmediler, kendilerine “şekil” yapmadılar.
Çünkü şaklaban değillerdir.”
Yukarıda yer alan satırlar daha doğrusu yukarıda yer alan pislikler maalesef ki bu ülkenin ulusal bir yayın organında yayınlanabilmiştir. 1 Kasım’da kaleme almış bu yazıyı Engin Ardıç adlı mahlukat.
Kendisinin tam anlamıyla ne yazdığını Leman dergisi vakti zamanında o kadar güzel karikatürize etmişti ki. 2010 yılında yayınlanan karikatürde yazısını yetiştirmeye çalışan bu mahlukatın kaleminden mürekkep yerine dışkı ile resmedilmesi o kadar güzel bir tasvirdi ki bu şaklaban için.
Her yandaş yazarı veya Fethullahçı tetikçi kalemşörleri okuyorum bu Cumhuriyet’e düşman olanların ne düşündüklerini kavramak için. Lakin Engin Ardıç denen mahlukatın yazdığı pislikleri okumak tamamen zaman kaybı, dolayısıyla yıllardır tek bir satırına bile açıp bakmadım.
Lakin yazının başında yer alan ve bu ülkenin şerefli gazileri için ağza alınmayacak hakaretleri eden bu mahlukat için basit bir arşiv taraması yapma vakti gelmiş demek ki. Etrafında liberal tanınan, alkol kullanırken bu faaliyetini herkese duyurmaktan zevk alan ve bu sayede Fethullahçılığını gizlediğini sanan bir şaklaban var karşımızda. Bakın 11 Haziran 2010 tarihinde ne yazmış bu Fethullahçı Engin Ardıç;
“Türkiye’de geçen hafta bir “Türkçe Olimpiyatı” yapıldı. Dünyanın dört bir yanından bülbül gibi Türkçe konuşan çocuklar geldiler, Türkçe şiirler okudular. Bu, sekizinci oluyor… Nefret kusulan “şeriatçı” hükümet döneminde, sekizinci keredir Türkçe şenliği düzenleniyor… Arapça şenliği değil…
Çocuklar da gerçekten dünyanın dört bir yanından. İçlerinde tam 84 ülkenin çocuğu var. Üstelik yalnızca bir şiir yarışması değil bu, Türkçe kompozisyon da var, halk oyunları da. “Sunuculuk” yarışması bile var. Kemalist basın buna gıcık kapıyor.
Çünkü bu çocukların bazıları “Fethullah Hocaefendi Hazretleri’nin okullarında okuyan” çocuklar.
Yani din eğitimi de alıyorlar. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında din eğitimi yok da maşallah, özel sektör bu eğitimi verince tu kaka…
(Şimdi “hocaefendi hazretleri” dediğim için bana da gıcık kaparlar, “papa hazretleri” ya da “patrik hazretleri” deyince sakıncalı bulmayanlar…)
Düşünsenize… Hiç ummadığınız bir ülkede karşınıza mükemmel Türkçe konuşan gençler çıkacak… Bunlar, kendi ülkelerinin “Türkiye uzmanlarını” da oluşturacaklar ileride… Hani, şu ya da bu nedenle yolu Türkiye’ye düşüp Türkçe öğrenmiş Amerikan gençlerinin State Department ya da CIA’da işlerinin hazır olması gibi! Ne var ki, bu çocuklar, Türk okulunda okumuş ve “Türkiye’ye muhabbet bağıyla bağlı” kişiler olacaklar büyüyünce.”2
Görüldüğü gibi bizim nazarımızda terörist başı olan ama kendisi için Hocaefendisi olan o şahsa bağlı bir mürit olan Engin Ardıç’ın nasıl hocaefendi hazretleri dediği şahsı amiyane tabirle yalamak için kalemindeki dışkıları döktüğünü görebiliyoruz.
Dahası bu Engin Ardıç FETÖ kumpasları olan Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde tetikçiliğin alasını yaparak, o kumpasların baş mağdurlarından birisi olan şehit Yarbay Ali Tatar için ‘mermiye kafa attı’ gibi çirkin ve aşağılıkça ithamlarda bulunmuş birisidir.
Tabi AKP-Cemaat kavgasından sonra birçok namlı FETÖ’cü gibi takiye yaparak Fethullah Gülen’e saydıran Engin Ardıç Efendi, bu takiyelerle kendisini kurtarmaya çalışsa da, gerçekler her zaman ortaya çıkmakla yükümlüdür.
Özellikle son dönemlerde özellikle siyasi iktidar içerisindeki Fethullahçılar gibi Atatürk’e hakaret ederek ortalığı karıştırmak isteyen bu Engin Ardıç, bahse konu yazısında Gaziler üzerinden yine Atatürk’e olan düşmanlığını kusmuştur.
Daha da vahimi 15 Temmuz gazilerini gerçek gazi, diğerlerini ise sahte olarak nitelendirecek kadar aşağılık bir tutum sergilemiştir. Bu ülkenin, bu cumhuriyetin yaşaması için kolunu bacağını kaybeden veya canını siper eden o kahramanları hiçbir kuvvet sınıflandıramaz, ayrıştıramaz!
Ha illa ki feyk veya sahte gazi arıyorsan Engin Efendi; bak sana bir örnek vereyim. 15 Temmuz esnasında sadece ayağını burkan ve sonrasında sapa sağlam hayatına devam eden Cumali İbin’in şu haberde ‘neden 15 Temmuz yardım paraları bize dağıtılmadı’ yakarışı var, aç oku sonra Kıbrıs’ta canını memleket için siper edenlere laf et.
Siyasi iktidar, son günlerde Atatürk ile barışma ve toplumun Atatürkçü kesimlerine zeytin dalı uzatma faaliyetlerine hız verdi.
Her ne kadar birçok yorumcu bu durumu seçim hesaplarına bağlasa da, ben tam tersine ülkenin yaşadığı krizlerin daha da derinleşmesi ihtimali dahilinde siyasi iktidarın özellikle Atatürkçü vatandaşlardan daha büyük krizler karşısında destek arayışı olarak okumaktayım.
Ve buradan o iktidarın sahibine de seslenmek isterim; samimiyetinizi ölçecek çok basit bir fırsat önünüze geçti. Engin Ardıç ve benzeri Atatürk düşmanlarını önce havuz medyanızda susturun ve sonrasında derhal yargı önüne çıkarın!
Bu had bilmez, iflah olmaz şaklabanlara artık birilerinin dur demesi gerekiyor…



Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

***

4 Kasım 2017 Cumartesi

BOMBA

BOMBA 

Yayin Tarihi 8 Ocak, 2010 
Kategori KÜLTÜREL

BOMBA (KİTAP ÖZETİ)
ÖMER SEYFETTİN



Karanlık ve serin eylül gecesinin yıldızsız seması altında Selanik, sanki gündüzki heyacanlardan , gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve sakin uyumaktadır. 
Rıhtım tenhadır. Olimpos Palas’ın , Kristal’in, Splandit Palas’ın, diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür. Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde, denize inen küçük merdivenin başında, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır. Gölgenin sahibi tahsilini Paris’te bitirip daha sonra dolgun bir maaşla İzmir’e giden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’dir. Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan garazi Avrupalılara, onların adetlerine, ananelerine, terbiyelerine, cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliği ile tanınmaktadır. Nazik ve şendir. savaşa tamamen karşıdır. İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri, gördükleri gazetelerde okuduklarının etkisindedir. Son derece rahatsızdır. Çünkü savaş çıkmıştır. 
İtalya Trablus’a saldırmıştır. Hayran olduğu, insaniyete hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların önceden önem vermediği hatta bazen çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmektedir. İlk Fransa’yı hatırlar. Daima fazilete, insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamakta, masum, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip hayatlarını, ruhlarını zaptetmektedir. Daha sonra İngiliz’leri düşünür ve İspanyol’ları, Almanla’rı hatta Belçika ve Portekiz’lileri en sonunda da İtalyan’ları düşünür. Hepsi aynıdır. Kenan Bey yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, Avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetcisi olduğunu düşündükce kahrolmaktadır. 

Düne gelinceye kadar kendisine bile Türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkar eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar Avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerek yürür. 

Evine gitme düşüncesinden uzaktır. Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne gelir. Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır. 

Yaşadığı olaylar onu şaşırtmış, mevcudyetini perişan etmiştir. Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinden ansızın uyanan millet, İtalyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır. Ne kadar İtalyan varsa şüphsiz kovulacaktır. 

İtalyan dostu görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler, içinde tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır. Başı ağrımakta başının ağrısından gözleri yaşarmaktadır. Yüzükoyun döner, gözünün önüne zevcesi, çoçuğu, evi gelir. O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır. Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırlar. Bir İtalyan’la izdaviç etmek, hayatını birleştirmek ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir mumtazlık gibi gelmiştir. 

Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşundan dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermeyi şiddetle reddetmiştir. 

Daha sonra ise gerek kişisel menfaatlerini gerekse kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenan Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir. 

Hikaye, gençliğini Makedonya’da geçirmiş eski bir zabitin hatıralarından alınmıştır. Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit halinden ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça şikayetçidir. Bu duruma rağmen kendine verilen görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır. Genç zabit, devamlı İstanbulu düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaptığı hovardalıkları anmaktadır. Şuan içinde bulunduğu durumu o eski günlere ne kadar zıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir. Oysa kendisi Hayat-ı Askeriye ye başlamadan önce hayallinde mükemmel, muntazam, şık bir ordu vardır. Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu durumu halinin farkındadır. Agah Usta bir akşam genç zabitin odasın gelerek ona bozuk İstanbul şivesiyle nasihatler vermeye başlar. Ona artık İstanbul hayellerini bir kenara bırakması gerektiğini Olayları fazla kafasına 
takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde bir tek atmasını ve kendisininde buna eşlik edebileceğini söyler. Agah Usta ayrıldıktan sonra genç zabit onun söylediklerinde doğruluk payı olduğuna kanaat getirir. Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe taraflarındaki keşif görevine talip olur. Genç zabit kendisine verilen keşif görevi sırasında, düşmana ait boş erzak ambarları ve bir kaç köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey elde edememişlerdir. Civarda bir çete olabileceği ihtimaline karşı müfrezesiyle birlikte köyde kalır.

İlk günler oldukca zordur. Yerleştiği kırık dökük , pislik içinde olan ev ve bulunduğu ortam adeta bütün mevcudiyetini yok etmiş, çaresiz bırakmıştır. Taki bir sabah penceresinden bakarken gördüğü Bulgar kızına kadar. Genç zabit bu kızdan çok etkilenir. Ona ilk görüşte aşık olmuştur. 

Yaşadığı bütün olumsuzlukları ona unutturmuş sanki aklını başından almıştır. Bütün her şeyi bırakıp uzaklara kaçmayı bile düşünmeye başlamıştır. Lakin kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini ve ülkesini kötü bir duruma düşmemesi için , uzaktan uzağa kendi içinde bir aşk yaşamaya başlar. Bulgar kızı da bu durumun farkındadır. Genç zabitin devamlı onu izlediğini ve gözetlediğini bilmektedir. Bulgar kızıda genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir.

‘Naş, naş
Çarigrad naş..
Raz-va-tri’

Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder.

‘Seni çok seviyorum
 Seni çok seviyorum
 Balkanlar’dan Şıka’dan
 Aşıp geldim sana

Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde çevirdikten sonra, genç kızın söylediği şekilde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru söyler. Ne yazık ki genç zabit için ayrılık zamanı gelmiştir. Askerler manastıra geri çağrılmakta dır. Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir tek kelime bile konuşamamıştır. Ona bu şekilde veda etmeden gitmek istemez. Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı gideceği sabah hancının çırağı ile göndermeye karar verir. Böylece genç zabitin gönderdiği hediyeyi genç kız ne reddedebilecek ne de teşekkür edebilecekti. O sabah zabit pençereden dışarı baktığında güzel kızı göremez. Yine de çırağı yanına çağırır ve hediyeyi tarif ettiği kıza teslim etmesini söyler, çırakta ona kızın adının Rada olduğunu söyleyerek odadan ayrılır. O sırada hancı içeri girer ve zabitin toplanmasına yardımcı olmaya başlar. Artık zabıt dayanamayarak Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar. Hancıda kendisini pek tanımam ,ama babası iyi adam değildi, kilisede papaz iken kalktı bir gün komite oldu, geçen senede Velmefce’de vuruldu diye cevap verir. Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün manasını sorar. Alacağı cevap onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine neden olacak vicdanını rahatsız edecektir. Aşk şarkısı zannettiği şarkının Türkçe karşılı şudur.

 ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’

HÜRRİYET BAYRAKLARI

Hikayenin kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya gelerek bir otele yerleşir. Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan naralar, türkülerin gürültüsü ile uyanır. Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci senesi olduğunu hatırlar. Milli bir bayram olduğunu “Lakin, acaba hangi milletin bayramı? ” diye düşünerek kalkar. Pencereden bakar, dışarıda karmakarışık bir kalabalık, kaynaşarak gitmektedir. Bulgar dükkanları açıktır. Sahipleri bu diyara yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına gülümseyerek bakmaktadırlar. Bir süre bu geçiş törenini , On Temmuz kutlamalarını izler. Dalmıştır, Türkiye’nin, vatanının, bu mutlaka öleceğine iman edilen hasta adamın hayatını düşünür, yeise pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü, işlemez bir hale geldiğini duymaktadır. Odanın kapısı açılır, Rum otelci atlarının hazır olduğunu söyler. Razlık’a gidecektir. Giyinir, yola çıkar. Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır. Atından iner, tepeye çıkar. Biraz ileride bir atlı görür, kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlar. Oda dinlenmektedir. yanına gider. Türkiye’de takdim vetakatdümebinced olmadığına Selam verir. Nereye gittiğini sorar. Gülümseyerek cevap verir.

‘Razlık’a efendim siz?’
 ‘Ben de’
 ‘O halde beraber gideriz’

Konuşmaya başlarlar. Konu politikadan açılır. Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu söyler. Mülazım kahramanımızın hayretine canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek.’ bu da lafmı? Bu bizim en büyük en şanlı günümüz, en mukaddes milli bayramımız keşke bir gün yerine üç gün olsa der. Kahramanımız iddaaların aksini söyleyerek asabi munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ilave eder.

‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’
‘Osmanlı milletinin…’
‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’
‘Hayır, asla . Bütün Osmanlıları. ‘
‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’
‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler,
 Ermeniler, Türkler.Hasılı hepsi.’
‘Bunlar demek hep bir millet?’;
‘Şüphesiz.’
‘Fakat ben şüpheliyim’ der.

Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kaide ise birbirlerinden tarihleri , ananeleri, meyilleri, müesseseleri, lisanları, mefkureleri ayrı milletleri cem edip hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını söyler. Mülazım şaşırmıştır. Onun şüphesiz ilk defa işittiği, bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe çevirmek için sözlerine devam eder. Osmanlılık kelimesinin duveli bir tabirden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanık milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha tabi daha makul, daha haklı mefkureleri olmayacağını anlatır. Lakin mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden coşmasından anlaşılmaktadır. Mulazım ‘sizinle münakaşa edemem‘ der. Çünkü fikirlerimiz taban tabana zıt.! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yüremeye başlarlar. Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim.‘ diye haykırır, ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’.

Parmağıyla bin metre kadar ileride ucurumlu bir yarın kenarındaki küçük bir Bulgar köyünü gösterir. Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve hakiki kardeş olduklarını dünyaya anlaktıklarını, bu mukaddes On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir. Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar hücum ettikleri zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık namına kanlarını dökeceklerini savunur. Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?.! der.

‘Evet bu Bulgarlar en sadık Osmanlılardır. Komitacılarla hiç münasebetleri yoktur. Fakat siz mutassıpsınız inanmazsınız. Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına rağmen kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye gitmeye karar verirler. Köye geldiklerinde mulazımın en sadık dost dediği Bulgar’ların, tam aksine vurdumduymaz tavırları , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en önemliside mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu şaşkınlık ve acı içinde görmüşlerdir….

www.turkceciler.com 

BOMBA HİKAYESİNİN ANAFİKRİ:
Türklük ve Milli Benlik fikridir.
HİKAYEDEKİ KAHRAMANLAR:
KENAN BEY; Avrupa’da çalışan bir mühendistir. Sonuçta Avrupa’ya gittiği için pişman oluyor. Vatanı seven bir kişidir.
GRAZİA; güzel ve kendi kültürüne bağlı bir kadındır. Kenan bey’in eşidir. Türklerin düşmanı olarak sayılır.
PRİMO; Kenan beyin oğludur. Türk olduğunu için gurur duyardı, fakat Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü bilmezdi. Kenan beyin etkisiyle kendi kültürüne sarılıyor.


http://www.yenidenergenekon.com/136-bomba-kitap-ozeti