DİYE BİR YER VARMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİYE BİR YER VARMI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU DİYE BİR YER VARMI.?




ORTADOĞU DİYE BİR YER VARMI.?



Sedat Laçiner
Eklenme Tarihi: 
25 Temmuz 2014 00:00 
Güncelleme: 28 Ekim 2015 13:12

Ortadoğu diye bir yer var mı? 


Ortadoğu Nasıl İcat Edildi?

Ortadoğu için ‘ Siyasi Bataklık ’ terimi sıkça kullanılır, çünkü bölgede yaşanan pek çok sorun öylesine karmaşıktır ki müdahale edeni perişan eden. 
Üstelik sorunlar da bir türlü çözülemez, onlarca yıl devam eder.
‘Bataklık’ kelimesini zaman zaman ben de kullanıyorum, ancak bölgeyi aşağılamak için değil, bir durumu tespit edebilmek, bölgenin ülkeleri sorun girdaplarına çeken yönünü vurgulamak için… Buna karşın şunu da eklemekten kendimi alamıyorum, Ortadoğu bir bataklıksa biz o bataklığın içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla bölge ile ilgilenmemek mümkün değil. Yapmamız gereken bölgeyi görmezden gelmek değil, tehlikelerinin farkında olmak ve ona göre davranmaktır.

BATAKLIK MI? 

Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, 20 Temmuz 2014 günü partisinin bir toplantısında ‘ Bataklık’  yakıştırmasına karşı çıktı ve şöyle dedi:
“ Belki birileri ' Ortadoğu Bataklığına bulaşmayalım ' diyecek. Ama biz, o bataklık dedikleri Şam'ı, Şam-ı Şerif bilmişiz. O bataklık dedikleri Ortadoğu'daki Mekke'yi, Medine'yi Kabe bilmişiz. O bataklık dedikleri Ortadoğu'daki Bağdat'ı Kardeş bilmişiz… Ortadoğu Bataklık değil, vicdanları ve insanlığı ayağa kaldıran o aziz vahiyin merkezidir. Hira'nın Merkezidir. Tur-i Sina'dır. Zeytin dir Kudüs'tür. Kahire'dir.”

  Bu sözleri okuyunca Sayın Davutoğlu’nun ‘Ortadoğu’ dediği yerlerin aslında bugün kullandığımız anlamıyla ‘Ortadoğu’ olmadığını fark ettim. Sayın Davutoğlu da kabul edecektir ki ‘Ortadoğu’ kavramı yeni bir kavramdır. 

19. yüzyılda Ortadoğu (Middle East) diye bir yer yoktur. Osmanlı, Sayın Bakanın saydığı yerlere Ortadoğu demezdi. Batılılar da 20. yüzyıldan önce bu yerlere 
Ortadoğu demezdi.

Dolayısıyla “ Ortadoğu Bataklıktır ” dediğimizde sonradan üretilmiş bir kavram ve sonradan icat edilmiş yapay bir bölgeden bahsediyoruz.
Dilerseniz bu noktada kısacık bir tarih dersine girelim ve Ortadoğu kavramının nasıl doğduğuna bir göz atalım. Eminim ondan sonra daha rahat tartışabileceğiz.

ORTADOĞU BİR BÖLGE Mİ?

Coğrafi ya da siyasi anlamda bölgeler ortak ve yakın özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Örneğin kıtalar, denizlerle çevrili geniş toprak parçalarıdır. Yarımadalar, dağlar, nehirler vs. coğrafi bölgelerin sınırlarını belirler. Dinler, mezhepler veya konuşulan dil ve lehçeler vs. de bölgelerin tanımlanmasında kullanılabilir (İslam Dünyası, Latin Amerika örneklerinde olduğu gibi). Gelir düzeyi de bölgelendirmede yararlı olabilir (Kuzey-Güney gibi). Kısacası bir toprak parçasının diğerlerinden ayrılabilmesi için anlamlı özelliklerinin olması ve en azından bir yönden ortak özelliklere sahip olması gerekir. 
Bu kriterler çerçevesinde ele alındığında Ortadoğu diye bir bölge yoktur. 20. yüzyıla kadar da böyle bir isim dahi mevcut olmamıştır.
Dikkatli inceleyecek olur isek, özellikle son yıllarda ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ olarak sunulan bölge birbirinden oldukça farklı bölgelerden oluşmaktadır ve bölge ülkeleri ve halkları arasındaki ortak yönler sanılanın aksine oldukça azdır:

Bu sözde bölge iki ayrı Okyanus (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı deniz (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar Denizi) kıyılarında bulunmaktadır. Üç ayrı kıtaya (Afrika, Asya ve Avrupa) yayılmıştır. 10 ayrı alt bölgeden (Güney ve Kuzey Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan, Büyük Filistin ve Suriye, Mezopotamya, Hazar Havzası, Orta Asya (Türkistan), Hint Yarımadası) oluşmaktadır.

Üç tek tanrılı din (Müslümanlık, Hristiyanlık ve Musevilik) ve neredeyse sayısız mezhebi ve yorumuyla bu bölgede yaşamaktadır. Dinsizlik ve pagan dini yorumlar da dâhil olmak üzere binlerce dini ve ahlaki inanış adı geçen geniş coğrafyada halen yaşanmaktadır ve bu anlamda dünyanın en büyük laboratuvarlarından biridir. 

Batı’da hepsi Arap sansa da bölge başta Türkler, Araplar ve Farsiler olmak üzere onlarca farklı etnik-dilsel gruptan oluşmaktadır.

Diğer bir deyişle ‘Ortadoğu’ veya ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ diye adlandırılan ‘bölge’, yeryüzünde homojenlik açısından bölge olabilecek belki de en son coğrafyadır. 

Nitekim Sudan’ın Afrika-Arap kültürü ile Tunus’un Fransız-Afrika-Arap kültürü karşılaştırıldığında ne kadar farklı ülkelerden bahsettiğimiz kendiliğinden anlaşılacaktır.  
Veya Türkiye ile Afganistan karşılaştırıldığında, iki ülkenin ne kadar farklı olduğu kolayca görülecektir.
Aynı şekilde Azerbaycan ile Mısır’ı karşılaştırmak, aynı bölge içinde zikretmek de tuhaftır. Bir Suudi Arabistan ile Kırgızistan, bir Kıbrıs ile Katar da aynı bölge içinde olamayacak kadar farklıdırlar.

Peki, nedir bu ısrar? Neden herkes bir Ortadoğu’dur tutturmaktadır? Nereden çıktı bu, bölge olamayan bölge. Ortadoğu bölge olamazken, ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ da nereden çıktı peki?

‘ ORTADOĞU ’ NASIL İCAT EDİLDİ?

Daha önce de belirttiğimiz üzere ‘Ortadoğu’ kavramı tarih boyunca 20. yüzyıla kadar kullanılmamış bir kavramdır. Anadolu, Mezopotamya, Şam, Hicaz, Filistin veya Kafkasya isimleri ile kıyaslandığında ‘ Ortadoğu’nun yapay, üretilmiş, hatta icat edilmiş bir kavram olduğu söylenebilir. Her icat gibi, bu icattan pratik beklentiler vardır. 

Onun da bir işlevi vardır ve bu açıdan bakıldığında ‘Ortadoğu’ denen bölge aslında önce İngiliz, ardından da Amerikan Çıkar Bölgesi anlamına gelir.
20. yüzyılın başlarına kadar Fransızlar Osmanlı toprakları için ‘Yakın Doğu’ kavramını icat etmişlerdir. Bu kavram Osmanlı’nın başladığı yerde başlar, fakat nerede bittiği tam olarak belirlenmemiştir. Çin, Japonya gibi bölgelerin Uzak Doğu olduğu konusunda ise mutabakat vardır.

Özellikle 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu’nun Çin ve çevresindeki ekonomik ve askeri yayılması Yakın Doğu (Near East) ve Uzak Doğu (Far East) ayırımının daha sık kullanılmasına yol açtı.

Ortadoğu’ (Middle East) kelimesi ise ilk olarak Eylül 1902’de Londra’da yayınlanmakta olan National Review’da görülmüştür.

Kelimenin ‘mucidi’ Amerikalı bir deniz subayı ve öğretim üyesi olan Alfred Thayer Mahan’dır (1840-1914). Mahan dünyaya hâkim olacak gücün, denizlere hâkim olan güç olduğu kuramının sahibidir. Özellikle Britanya ( İngiliz ) İmparatorluğu’nun deniz gücü üzerine uzman olan Mahan sıradan bir akademisyen değildir. The Times gazetesi Mahan’ı, Kopernik ile karşılaştıracak kadar ileri gitmiştir.

Mahan’ın National Review’daki makalesinin adı ‘Pers (Basra) Körfezi ve Uluslararası İlişkiler’dir (The Persian Gulf and International Relations). Mahan’a göre Hindistan ve Uzak Doğu’nun güvenliğini temin etmesi gereken Britanya’nın bu bölgelere giden yolu da güvenli tutması gerekir. Bu da Basra Körfezi’nin güvenli olmasından geçer.

Özellikle Rusya’nın trans-Sibirya hattı ve Orta Asya’daki ilerlemeleri, Rusları Hindistan’a ve Pasifik’e tehlikeli bir şekilde çok yaklaştırmıştır. Bu ortamda Basra Körfezi, Süveyş Kanal’ından sonra Hindistan’a geçişte en önemli ‘atlama taşı’dır. Britanya, Rusya’yı engellemek için gerekirse Almanlarla da işbirliği yapmalı ve Rusları gözaltında tutmalıdır. İşte Mahan’a göre ‘Ortadoğu’ bu bölgedir, yani Basra Körfezi ve çevresi. Bu bakış açısına göre ‘Ortadoğu’ en çok Rusları Hindistan ve Pasifik’ten uzak tutmada işe yarayacaktır. Ayrıca denizlerdeki üstünlüğün korunmasında stratejik bir konuma sahiptir.
Mahan’ın ‘Ortadoğu’ kavramı yoğun bir ilgi görmüş, önce The Times makaleyi yeniden basmış, ardından da Iganitius Valentine  Chirol’un (1852-1929) 
‘Ortadoğu Sorunu’ (The Middle Eastern Question) adlı makalelerini basmıştır. Daha sonra bu seri yazılar 1903’te ‘Ortadoğu Sorunu veya Hindistan’ın Savunması Sorunları’ (The Middle East Question or Some Problems of Indian Defence) adı altında kitaplaştı. Chirol’un ‘Ortadoğu’ terimi, Mahan’ın terimine göre daha genişletilmiştir: Chirol, ‘Ortadoğu’ dediği zaman sadece Basra Körfezi’ni değil, Hindistan’a giden yoldaki tüm toprakları, Irak, Doğu Arabistan, Afganistan, Tibet ve Asya’nın diğer bölgelerini de kapsıyordu.
Yani, hem ‘daha genişletilmiş bir Ortadoğu kavramı’ vardı, hem de Chirol’un ‘Ortadoğu’su yeni genişletmelere de müsaitti. Chirol’a göre Anadolu ve Balkanlar ise Yakın Doğu ’ ( Near East ) idi.

Chirol için Ortadoğu’nun en önemli işlevi Hindistan’ın korunması olacaktı. Fakat Rusların Kafkaslar’da, Bakü’de işlettikleri petrol de önemli bir faktördü. 

Rusları petrol zenginliği önemli bir üstünlüktü ve Britanya kısa sürede Kafkaslar ile ‘ İlgilenmek ’ zorundaydı.

Yine Almanlar Yakın Doğu’da, yani Anadolu ve Balkanlar’da güçleniyordu ve Ortadoğu bu ‘ Saldırı ’ için de önemli bir kazanım olurdu. Son olarak Chirol, Japonların Uzak Doğu’da yükselişi açısından da Ortadoğu’nun önemine değiniyordu.

Kısacası, Ortadoğu ‘İngiliz Çıkar Bölgesi’ idi. Bunun dışında Ortadoğu denen bölgenin coğrafi veya siyasi kendisinden kaynaklanan ayırıcı bir özelliği yoktu. ‘Bölge’ dışı bir güç, kendi çıkarları için önemsediği pek çok bölgeye ad ve misyon veriyordu.

İNGİLTERE, ORTADOĞU’YU ÜRETTİ

İngiltere’nin Ortadoğu kavramı bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Mısır’a kadar genişledi. Londra Hükümeti, Mahan ve Chirol’ün tezlerini sahaya indirdi ve bugün Ortadoğu dediğimiz bölgeyi inşa etti.

Petrolün önemindeki artış ve dünya savaşı, bölgenin genişlemesinde önemli bir rol oynadı. Savaş gemilerinde kömür yerine petrol kullanılmaya başlanınca bölgenin önemi, daha bir artmıştır.  Churchil bu durumu “ Petrolün bir Damlası için.., Bir Damla kan vermeye hazırız ” sözleriyle ifade etmiştir.

İngiltere'nin Ortadoğusu Türkleri dışarı bırakmak ve Arapları parçalı tutmak üzerine kurulmuştur. Ortadoğu bir anlamda Osmanlı topraklarının gazpedilmesi ve Osmanlı düzeni yerine böl-yönet mantığıyla yeni bir düzenin oluşturulmadırır.  

Dediğimiz gibi, İngilizler, Fransızları da ikna ederek bugün Ortadoğu dediğimiz bölgeyi kelimenin tam anlamıyla ürettiler. Bu nedenle bugün eğer Ortadoğu kelimesini kullanıyorsak bunun yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir bölge olmadığını, konuştuğumuzun Batılılarca icat edilmiş ve yakın bir zamanda da sona erebilecek bir kavram olduğunu unutmamalıyız.

Türkiye ve İslam dünyası olarak son birkaç yüzyıldır kavram üretmekte zorlandığımızdan, başkalarının kavramlarıyla düşünmeye başlıyoruz. Bunun adı aslında beyinleri işgaldir. Eğer yaşadığımız topraklara bile başkalarının bakış açısı ile bakmaya başladıysak buna zihin işgali ve kontrolü denir. Bu nedenle Türk akademisyenlerin ve uygulayıcıların ilk yapması gereken Ortadoğu kavramını alternatif kavramlar ile değiştirmek olmalıdır. Aksi taktirde başkasının kelimeleriyle kendi dünyamızı oluşturamayız.

Unutmamamız gereken bir diğer husus ise bu düzeni bölgemize inşa edenler onun korunmasını da doğal olarak sağlarlar. Yani düzenin sahipleri kurdukları düzenin birileri tarafından yıkılmasına kolayca müsaade etmezler. Bu nedenle bölge halklarını ayaklandırarak, mesela Arap Baharı’yla kolayca bu düzenin yıkılacağını düşünmek tedbirsizlik olur. Ne yazık ki son birkaç yıldır Türkiye aşırı derecede idealist bir dil kullanmaktadır, ideallerin şehvetiyle gerçekçi olmayan hedeflerin peşinde son derece yetersiz araçlarla sonuç almayı ummaktadır. Suriye bunun en açık göstergesi olmuştur. Suriye’de son derece idealist hedefleri olan Türkiye gücünün ötesinde girişimleriyle istemeden de olsa, iç savaşın daha da derinleşmesine ve Suriye’nin yerle bir olmasına neden olan unsurlar arasında yer almıştır.

ABD, BÖLGEYİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRDİ

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ‘Yakın Doğu’ ve ‘Ortadoğu’ kavramlarını bir arada kullandı. Fakat temelde İngiltere’nin ‘çıkar bölgesi’ bunda sonra ABD’ye geçiyordu, en azından Anglo-Saksonlar Ortadoğu’yu birlikte idare etmeye başlıyordu… Artık Ortadoğu’nun ne olduğunu tanımlayacak olan ve kavramı genişletecek olan ABD’ydi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra inşa edilen Ortadoğu, arada geçirdiği restorasyonları saymazsak 2003 Irak Savaşı’ndan sonra tanınamaz hale geldi. Bunun detaylarını bir başka yazıda ele alacağız. Şimdilik şunu söylemekle yetinelim, ABD Irak’ta görünürde büyük kayıplara uğradı. Ancak Amerika Ordusu’nu Irak’a sokan bir grup bu savaşla tüm istediklerini aldı. Irak ve Suriye’nin bugünkü hali, IŞİD, Sünni-Şii kutuplaşması ve daha nicesi önemli oranda planlanmış ve arzulanan sonuçlardı.

Başka bir deyişle 2003'den sonra ABD, Ortadoğu denen kavramı genişletti ve bölgeye yeni bir şekil verdi. Bazıları ABD'nin Irak işgalini başarısızlık olarak değerlendirir. 
Ancak bu noktada hangi ABD sorusunu sormak gerekir. ABD'nin bir kısmı için başarısızlık sayılan bu işgal neo-con cenah için başarısızlık değil, tam bir başarıdır.

TÜRKİYE TEDBİRLİ VE SABIRLI OLMAK ZORUNDA

Son söz olarak tekrar edelim, eğer ‘Ortadoğu’ diye bir kavramı kullanacaksanız ona en çok yakışan sıfat bataklıktır. Çünkü Ortadoğu bir 20. yüzyıl icadıdır ve bölge halkları için bataklık şeklinde dizayn edilmiştir. Bu kurallar çerçevesinde oyunu oynarsanız girdiğiniz labirentlerden çıkmanıza müsaade etmezler.
Türkiye, bir yandan oyunun kurallarını bilmelidir, diğer taraftan tüm öfkeyi üzerine çekmemeye dikkat etmelidir, aynı zamanda taraftan bölgeyi ‘ Ortadoğu ’ olmaktan çıkaracak alternatifler kurmalıdır. Bu ise ciddi ve uzun süreli yatırımları gerektirir. Türkiye, bugün bölgeyi dönüştürecek ve bataklıktan çıkaracak iktisadi, siyasi ve sosyal güce sahip değildir. Bu nedenle gücünü iktisatlı kullanmak, tedbirli olmak ve kendisi gibi düşünenleri işbirliğine yöneltmek durumundadır. Sabırsız bir Türkiye hem kendi sonunu getirir, hem de bölgenin bataklıktan çıkmak için ümitlerini kırar. Sözün özü sabır gücün en önemli unsurudur, kontrolsüz güç güç değildir.


-----

Not: Ortadoğu Kavramının doğuşu konusunda daha geniş bilgi isteyenler ayrıca şu kaynağa da bakabilirler:
Roger Adelson, ‘London and the Invention of the Middle East; Money, Power, And War, 1902-1922’,  
[Londra ve Ortadoğu’nun İcadı; Para, Güç ve Savaş, 1902-1922], 
(New Haven ve Londra: Yale University Pres, 1995).


***