YAKLAŞMAKTA OLAN BÜYÜK EKONOMİK KRİZ DURDURULABİLİR Mİ?
Murat ÖZBÜLBÜL
Başbakan Binali Yıldırım “ Ekonomimizin temelleri sağlam ” diyor ve
bir ekonomik kriz tehlikesi olmadığını iddia ediyor..
Ben bir ekonomist olarak sayın Yıldırım’ın bu yargısına ne yazık ki
katılamıyorum..
Türk ekonomisinin temelleri sağlam değildir, hatta tam tersine Türk
ekonomisinin temelleri çürük ve hastalıklıdır dememiz çok daha
doğru olur düşüncesindeyim….
Öncelikle icat ve tasarım yapamayan teknoloji, sermaye, enerji ve
diğer doğal kaynaklarda dışarıya aşırı derecede bağımlı olan bir
ülkenin ekonomisi asla sağlıklı kabul edilemez…
Bu sağlıksız yapı ekonomimizin temel kronik sorunudur.
AKP iktidarı bu yapıyı düzeltmek vaadi ile iktidar olmuşsa da 14
yıllık iktidarı boyunca düzeltme yönünde ciddi bir aşama kaydedememiştir….
İkinci olarak ekonominin temeli güvendir, her ekonomi güven üzerine bina edilir.
Bir ekonomiye güvenin var olup olmadığını anlamak için evvel emir
ülkenin hukuki, siyasi ve güvenlik yapısının mevcut durumuna bakılır.
Türkiye’ye de bu gözle bakarsak :
Çok yakın bir zamanda yaşanan darbe teşebbüsü, ülkenin asker sivil
güvenlik bürokrasisinin bir terör örgütünün eline geçmesi ve bu
örgütün Genel Kurmay Başkanı dahil tüm kuvvet komutanlarını esir
almış olması, meclisi bombalamış hatta Başbakan ve Cumhurbaşkanını
öldürmeye teşebbüs etmiş olması demokratik bir ülkede çok ender
görülecek boyutta çok ciddi bir güvenlik zaafiyeti dir zaten.
Hukuku işleten bürokrasideki terör örgütünün etkisi ise dünya
tarihinde kolay bulunmayacak bir hukuk güvencesi zaafıdır.
OHAL ilanı ile birlikte bir çok anayasal hukuki güvencenin askıya
alınmış olması ise güven bunalımı yaratacak bir başka ana etkendir.
Bu durumda olan bir ülkenin hukukuna hiç kimse güvenemez.
Bütün bu güvenirlilik zaaflarının yanısıra rejim değişikliği riski
taşıyan bir anayasa değişikliği girişimi de siyasi belirsizliğe yol
açmaktadır. Ülkenin siyasi istikrarı da tartışmaya açılmakta ve güven
kaybı yaşanmasına yol açmaktadır.
Diğer yandan İŞİD, FETÖ ve PKK gibi üç önemli terör örgütünün
direkt tehdidi altındaki bir ülkede güvenlik ve güven sağlamanın çok
ama çok zor olduğunu da kabul etmek gerekir.
Sınır ötesi macera arayışları ve yaklaşık yüz yıl önce tanımlanmış
olan Lozan antlaşmasını tanımama söylemleri ise zaten bir ülkedeki
istikrara olan güveni havaya uçurmak için başlı başına yeter bir
sebeptir.
Bütün bu olguları alt alta yazıp topladığımızda Türkiye’de çok
ciddi bir güven sorunu olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Bu kadar
büyük bir güven bunalımı yaşayan bir ekonominin temellerinin
sağlamlığından bahsetmek olsa olsa halka moral verme amacı
taşıyan içi boş bir söylemden öteye gitmez….
Buraya kadar sadece “ekonomimizin temelleri sağlam” söylemini
analiz ettik ve sanırım ekonomiden anlayan herkes Türk ekonomisinin
temellerinin sağlam olmadığı konusunda bana katılacaktır.
Bu aşamadan sonra ise zaten temelleri sağlam olmayan Türk
ekonomisinin bu günkü kriz tehdidi karşısındaki durumuna göz
atmamız gerekir:
Küresel ölçekte bir paradigma değişikliği yaşandığı konusunda çoğu
ekonomist hemfikir; bundan böyle ucuz ve bol dolar bulmak, kolayca
borçlanmak dönemi bitti gibi görünüyor. Yeni seçilen Başkan
öncelikle küresel ekonominin sağlıklı işlemesini değil Amerikan ekonomisini
büyütmeyi hedefleyeceğini açıkça beyan etmektedir.
Bu yaklaşım önümüzdeki dönemde güçlü dolar, yüksek faiz ve yüksek
hammadde fiyatları ile karşılaşacağımızı işaret etmektedir.
Eğer Amerika’yı diğer gelişmiş
ülkelerde izlerse bunlar azgelişmiş ülkelerden ithalatı kısacak politikalar
uygulayacak demektir.
Bu durumda küresel ticaret hacmi düşecektir.
Türkiye gibi ithalata bağımlı ülkeler ithalatlarını finanse etmekte çok
zorlanacakları bir döneme girilmektedir. Türk ekonomisinin en büyük
kronik sorunu yüksek teknoloji, enerji ve hammadde de ithalata aşırı bağımlı olmasıdır.
Türkiye’nin ihracatı ise düşük teknolojili ve düşük katma değerli
ürünlerden ibarettir ve halihazırda bu segmentte küresel ölçekte çok
ciddi bir rekabet yaşanmaktadır , bu durumda bu rekabet ortamı
daha da sertleşecek demektir.
Türk ekonomisinin cari açık sorunu da zaten bu hastalıklı yapıdan
kaynaklanmaktadır. Önümüzdeki dönemde Türk ekonomisi ihracatta
zorlanırken ithalat artacak bu durum cari açığı kontrol edilemez bir
seviyeye yükseltecektir.
Türkiye’nin ihracat ile ilgili tek sorunu bu da değildir üstelik ana
ihracat pazarlarından çoğunda savaş yada iç savaş sürmektedir ve
bu ülkelerde ekonomik faaliyetler durma noktasındadır.
Diğer bir büyük pazar olan Rusya’ya uygulanan ambargo Rus
ekonomisinde çok ciddi bir durgunluğa hatta küçülmeye yol açmıştır .
Rus ekonomisine bağımlı olan ülkelerde de bu durgunluk etkilidir.
Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa’da ekonomik kriz
hala yatışmamış ekonomi canlanmamış beklenen ekonomik büyüme
başlamamıştır.
Amerika’nın politika değişikliği Avrupa’yı da muhakkak ki etkileyecektir.
Avrupa’da krizin sürmesi ve belki de derinleşmesi Türkiye’nin bu
pazada da sıkıntı çekmesine yol açacaktır. Ayrıca Avrupa ile yaratılan
siyasi gerilim ve olası yaptırımlar ekonomiye düşünülemeyecek
ölçüde büyük zarar verecektir.
Bu gün ne yazık ki siyasiler Avrupa ile siyasi ilişkileri germe konusunda
birbirleri ile yarışmaktadır.
Dışarıda ham madde fiyatları, faiz ve dolar yükselir ticaret hacmi
düşerken içerideki duruma da bir bakalım :
Öncelikle devletin kamu borcu stoğu göreceli olarak düşüktür ki bu
bir kriz döneminde ciddi bir avantajdır. Fakat bu borç stoğu yapısı
da sağlıklı değildir.
Çılgın projeler olarak adlandırılan çeşitli yap işlet devret projelerinde
verilmiş olan döviz bazındaki hazine garantileri fiilen devletin borcu
olsa dahi devletin bilançosunda borç olarak görülmemektedir. Köprüler, demiryolları,
enerji tesisleri, tüneller, şehir hastahaneleri gibi bir çok yap işlet
devret projesi bitmiş ve yahut sürmektedir. Bu çılgın projelerin hangi
çılgın bedellere yol açacağı yeni yeni ortaya çıkmaktadır.
Örneğin 20 milyar dolara mal
olması beklenen
Akkuyu Nükleer santrali için Ruslar’a 15 yılda toplam 80 milyar dolar
ödenecektir….
Diğer yandan Türk özel sektörü krize yaklaşık 200 milyar dolarlık bir
açık pozisyonda yakalanmıştır ve ekonominin küçüleceği bir dönemde
bir çok firmanın çok ciddi etkileneceği yaygın iflasların yaşanacağı açıktır.
Türk ekonomisinin en önemli döviz kazandırıcı sektörü şüphesiz ki
turizmdir. Turizm güven ve güvenlik bunalımından en çok etkilenen
sektördür. Terör tehdidi altında olan bir ülkenin turizmde başarılı bir
performans göstermesi mümkün değildir. Türkiye’ye turist gönderen
en önemli destinasyon şüphesiz ki Avrupa’dır Avrupa ile yaşanan
krizler şüphesiz ki önümüzdeki dönemde bu pazarda da ciddi sıkıntılara
yol açacaktır. Rusya ile nisbi bir rahatlama sağlanmış olsa dahi
Rusya’nın yaşadığı ekonomik kriz oradan da eskisi kadar bol ve para
harcamaya hazır turistin gelmesini engelleyecektir.
Görünen o ki turizm sektöründe 2016
yılında yaşanan küçülme ne yazık ki 2017 yılında da artarak sürecektir.
Devlet harcamaları açısından baktığımızda ise ortaya oldukça vahim bir tablo
çıkmaktadır gerek yut içinde gerekse yurt dışında sürdürülen terörle mücadele
bütçeye önemli bir yük getirecektir. Yurt dışı operasyonları olası maliyeti ise bu
günde öngörülememektedir bile. Herkes çok iyi bilirki günümüzde savaş pahallı
bir iştir ve ekonomileri olumsuz etkiler üstelik Türkiye gibi savunma sanayiinde
çok yüksek oranda ithalata bağımlı ülkelerde savaş çok daha ciddi bir maliyettir.
Bütün bunların yanında savaş bölgelerinden kaçan 3 milyondan fazla mültecinin
ağırlanması da Türk ekonomisini çok ama çok zorlayacak finanse edilmesi güç
bir yüktür. Yakın zamana kadar gelişmiş ülkelerin yardım ederek bu muazzam
maliyeti karşılamaya katkı verecekleri konuşuluyordu ama bu gün itibari ile bu
beklenti boşa çıkmış vaziyettedir.
Devlet harcamalarını arttıracak bütçe açığı verilmesine sebep olacak bir başka
olgu ise İdil, Silopi, Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova ve benzeri yerlerde
çatışmalar sonucu yıkılan on binlerce ev ve işyerinin devletçe yapılması büyük
ölçüde hasar gören altyapının yeniden inşası en az 99 depremi boyutunda bir
maliyet ortaya çıkaracaktır.
Buraya kadar öngördüğümüz tablo şudur ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı
faaliyetler önümüzdeki dönemde küçülecek ve döviz gelirleri düşecektir.
Dışarıdan doğrudan yatırımcı gelmesi yatırım yapması ve döviz getirmesi
azalacak belki de duracaktır. Dışarıdan borçlanmak hem zorlaşacak hemde
pahallanacaktır.
İçeride ise devletin harcamaları artarken küçülen ekonomi yüzünden gerek
doğrudan ve gerekse dolaylı vergi gelirleri ciddi oranda düşecektir. Özel sektör
borçlarını yenilemekte ve ödemekte çok ciddi sıkıntıya düşecektir.
Bütün bu yaşanacaklar ise zaten ekonomik krizin ta kendisi demektir.
Sonuçta ekonomi ciddi oranda küçülecek işsizlik artacak ve yaygın iflaslar
görülecektir. Siyasi iktidar bu gidişatı durdurmak için bir şeyler yapmak yerine
siyasi istikrarsızlığı arttıracak hamleler ile oyalanır ve dış maceralara hevesinde
devam ederse bu tablo beklenildiğinden de ağır yaşanacaktır.
Başbakan Binali Yıldırım “ Ekonomimizin temelleri sağlam ” diyor ve
bir ekonomik kriz tehlikesi olmadığını iddia ediyor..
Ben bir ekonomist olarak sayın Yıldırım’ın bu yargısına ne yazık ki
katılamıyorum..
Türk ekonomisinin temelleri sağlam değildir, hatta tam tersine Türk
ekonomisinin temelleri çürük ve hastalıklıdır dememiz çok daha
doğru olur düşüncesindeyim….
Öncelikle icat ve tasarım yapamayan teknoloji, sermaye, enerji ve
diğer doğal kaynaklarda dışarıya aşırı derecede bağımlı olan bir
ülkenin ekonomisi asla sağlıklı kabul edilemez…
Bu sağlıksız yapı ekonomimizin temel kronik sorunudur.
AKP iktidarı bu yapıyı düzeltmek vaadi ile iktidar olmuşsa da 14
yıllık iktidarı boyunca düzeltme yönünde ciddi bir aşama kaydedememiştir….
İkinci olarak ekonominin temeli güvendir, her ekonomi güven üzerine bina edilir.
Bir ekonomiye güvenin var olup olmadığını anlamak için evvel emir
ülkenin hukuki, siyasi ve güvenlik yapısının mevcut durumuna bakılır.
Türkiye’ye de bu gözle bakarsak :
Çok yakın bir zamanda yaşanan darbe teşebbüsü, ülkenin asker sivil
güvenlik bürokrasisinin bir terör örgütünün eline geçmesi ve bu
örgütün Genel Kurmay Başkanı dahil tüm kuvvet komutanlarını esir
almış olması, meclisi bombalamış hatta Başbakan ve Cumhurbaşkanını
öldürmeye teşebbüs etmiş olması demokratik bir ülkede çok ender
görülecek boyutta çok ciddi bir güvenlik zaafiyeti dir zaten.
Hukuku işleten bürokrasideki terör örgütünün etkisi ise dünya
tarihinde kolay bulunmayacak bir hukuk güvencesi zaafıdır.
OHAL ilanı ile birlikte bir çok anayasal hukuki güvencenin askıya
alınmış olması ise güven bunalımı yaratacak bir başka ana etkendir.
Bu durumda olan bir ülkenin hukukuna hiç kimse güvenemez.
Bütün bu güvenirlilik zaaflarının yanısıra rejim değişikliği riski
taşıyan bir anayasa değişikliği girişimi de siyasi belirsizliğe yol
açmaktadır. Ülkenin siyasi istikrarı da tartışmaya açılmakta ve güven
kaybı yaşanmasına yol açmaktadır.
Diğer yandan İŞİD, FETÖ ve PKK gibi üç önemli terör örgütünün
direkt tehdidi altındaki bir ülkede güvenlik ve güven sağlamanın çok
ama çok zor olduğunu da kabul etmek gerekir.
Sınır ötesi macera arayışları ve yaklaşık yüz yıl önce tanımlanmış
olan Lozan antlaşmasını tanımama söylemleri ise zaten bir ülkedeki
istikrara olan güveni havaya uçurmak için başlı başına yeter bir
sebeptir.
Bütün bu olguları alt alta yazıp topladığımızda Türkiye’de çok
ciddi bir güven sorunu olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Bu kadar
büyük bir güven bunalımı yaşayan bir ekonominin temellerinin
sağlamlığından bahsetmek olsa olsa halka moral verme amacı
taşıyan içi boş bir söylemden öteye gitmez….
Buraya kadar sadece “ekonomimizin temelleri sağlam” söylemini
analiz ettik ve sanırım ekonomiden anlayan herkes Türk ekonomisinin
temellerinin sağlam olmadığı konusunda bana katılacaktır.
Bu aşamadan sonra ise zaten temelleri sağlam olmayan Türk
ekonomisinin bu günkü kriz tehdidi karşısındaki durumuna göz
atmamız gerekir:
Küresel ölçekte bir paradigma değişikliği yaşandığı konusunda çoğu
ekonomist hemfikir; bundan böyle ucuz ve bol dolar bulmak, kolayca
borçlanmak dönemi bitti gibi görünüyor. Yeni seçilen Başkan
öncelikle küresel ekonominin sağlıklı işlemesini değil Amerikan ekonomisini
büyütmeyi hedefleyeceğini açıkça beyan etmektedir.
Bu yaklaşım önümüzdeki dönemde güçlü dolar, yüksek faiz ve yüksek
hammadde fiyatları ile karşılaşacağımızı işaret etmektedir.
Eğer Amerika’yı diğer gelişmiş
ülkelerde izlerse bunlar azgelişmiş ülkelerden ithalatı kısacak politikalar
uygulayacak demektir.
Bu durumda küresel ticaret hacmi düşecektir.
Türkiye gibi ithalata bağımlı ülkeler ithalatlarını finanse etmekte çok
zorlanacakları bir döneme girilmektedir. Türk ekonomisinin en büyük
kronik sorunu yüksek teknoloji, enerji ve hammadde de ithalata aşırı bağımlı olmasıdır.
Türkiye’nin ihracatı ise düşük teknolojili ve düşük katma değerli
ürünlerden ibarettir ve halihazırda bu segmentte küresel ölçekte çok
ciddi bir rekabet yaşanmaktadır , bu durumda bu rekabet ortamı
daha da sertleşecek demektir.
Türk ekonomisinin cari açık sorunu da zaten bu hastalıklı yapıdan
kaynaklanmaktadır. Önümüzdeki dönemde Türk ekonomisi ihracatta
zorlanırken ithalat artacak bu durum cari açığı kontrol edilemez bir
seviyeye yükseltecektir.
Türkiye’nin ihracat ile ilgili tek sorunu bu da değildir üstelik ana
ihracat pazarlarından çoğunda savaş yada iç savaş sürmektedir ve
bu ülkelerde ekonomik faaliyetler durma noktasındadır.
Diğer bir büyük pazar olan Rusya’ya uygulanan ambargo Rus
ekonomisinde çok ciddi bir durgunluğa hatta küçülmeye yol açmıştır .
Rus ekonomisine bağımlı olan ülkelerde de bu durgunluk etkilidir.
Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa’da ekonomik kriz
hala yatışmamış ekonomi canlanmamış beklenen ekonomik büyüme
başlamamıştır.
Amerika’nın politika değişikliği Avrupa’yı da muhakkak ki etkileyecektir.
Avrupa’da krizin sürmesi ve belki de derinleşmesi Türkiye’nin bu
pazada da sıkıntı çekmesine yol açacaktır. Ayrıca Avrupa ile yaratılan
siyasi gerilim ve olası yaptırımlar ekonomiye düşünülemeyecek
ölçüde büyük zarar verecektir.
Bu gün ne yazık ki siyasiler Avrupa ile siyasi ilişkileri germe konusunda
birbirleri ile yarışmaktadır.
Dışarıda ham madde fiyatları, faiz ve dolar yükselir ticaret hacmi
düşerken içerideki duruma da bir bakalım :
Öncelikle devletin kamu borcu stoğu göreceli olarak düşüktür ki bu
bir kriz döneminde ciddi bir avantajdır. Fakat bu borç stoğu yapısı
da sağlıklı değildir.
Çılgın projeler olarak adlandırılan çeşitli yap işlet devret projelerinde
verilmiş olan döviz bazındaki hazine garantileri fiilen devletin borcu
olsa dahi devletin bilançosunda borç olarak görülmemektedir. Köprüler, demiryolları,
enerji tesisleri, tüneller, şehir hastahaneleri gibi bir çok yap işlet
devret projesi bitmiş ve yahut sürmektedir. Bu çılgın projelerin hangi
çılgın bedellere yol açacağı yeni yeni ortaya çıkmaktadır.
Örneğin 20 milyar dolara mal
olması beklenen
Akkuyu Nükleer santrali için Ruslar’a 15 yılda toplam 80 milyar dolar
ödenecektir….
Diğer yandan Türk özel sektörü krize yaklaşık 200 milyar dolarlık bir
açık pozisyonda yakalanmıştır ve ekonominin küçüleceği bir dönemde
bir çok firmanın çok ciddi etkileneceği yaygın iflasların yaşanacağı açıktır.
Türk ekonomisinin en önemli döviz kazandırıcı sektörü şüphesiz ki
turizmdir. Turizm güven ve güvenlik bunalımından en çok etkilenen
sektördür. Terör tehdidi altında olan bir ülkenin turizmde başarılı bir
performans göstermesi mümkün değildir. Türkiye’ye turist gönderen
en önemli destinasyon şüphesiz ki Avrupa’dır Avrupa ile yaşanan
krizler şüphesiz ki önümüzdeki dönemde bu pazarda da ciddi sıkıntılara
yol açacaktır. Rusya ile nisbi bir rahatlama sağlanmış olsa dahi
Rusya’nın yaşadığı ekonomik kriz oradan da eskisi kadar bol ve para
harcamaya hazır turistin gelmesini engelleyecektir.
Görünen o ki turizm sektöründe 2016
yılında yaşanan küçülme ne yazık ki 2017 yılında da artarak sürecektir.
Devlet harcamaları açısından baktığımızda ise ortaya oldukça vahim bir tablo
çıkmaktadır gerek yut içinde gerekse yurt dışında sürdürülen terörle mücadele
bütçeye önemli bir yük getirecektir. Yurt dışı operasyonları olası maliyeti ise bu
günde öngörülememektedir bile. Herkes çok iyi bilirki günümüzde savaş pahallı
bir iştir ve ekonomileri olumsuz etkiler üstelik Türkiye gibi savunma sanayiinde
çok yüksek oranda ithalata bağımlı ülkelerde savaş çok daha ciddi bir maliyettir.
Bütün bunların yanında savaş bölgelerinden kaçan 3 milyondan fazla mültecinin
ağırlanması da Türk ekonomisini çok ama çok zorlayacak finanse edilmesi güç
bir yüktür. Yakın zamana kadar gelişmiş ülkelerin yardım ederek bu muazzam
maliyeti karşılamaya katkı verecekleri konuşuluyordu ama bu gün itibari ile bu
beklenti boşa çıkmış vaziyettedir.
Devlet harcamalarını arttıracak bütçe açığı verilmesine sebep olacak bir başka
olgu ise İdil, Silopi, Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova ve benzeri yerlerde
çatışmalar sonucu yıkılan on binlerce ev ve işyerinin devletçe yapılması büyük
ölçüde hasar gören altyapının yeniden inşası en az 99 depremi boyutunda bir
maliyet ortaya çıkaracaktır.
Buraya kadar öngördüğümüz tablo şudur ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı
faaliyetler önümüzdeki dönemde küçülecek ve döviz gelirleri düşecektir.
Dışarıdan doğrudan yatırımcı gelmesi yatırım yapması ve döviz getirmesi
azalacak belki de duracaktır. Dışarıdan borçlanmak hem zorlaşacak hemde
pahallanacaktır.
İçeride ise devletin harcamaları artarken küçülen ekonomi yüzünden gerek
doğrudan ve gerekse dolaylı vergi gelirleri ciddi oranda düşecektir. Özel sektör
borçlarını yenilemekte ve ödemekte çok ciddi sıkıntıya düşecektir.
Bütün bu yaşanacaklar ise zaten ekonomik krizin ta kendisi demektir.
Sonuçta ekonomi ciddi oranda küçülecek işsizlik artacak ve yaygın iflaslar
görülecektir. Siyasi iktidar bu gidişatı durdurmak için bir şeyler yapmak yerine
siyasi istikrarsızlığı arttıracak hamleler ile oyalanır ve dış maceralara hevesinde
devam ederse bu tablo beklenildiğinden de ağır yaşanacaktır.
***