Devletin Dersim Arşivini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devletin Dersim Arşivini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2016 Perşembe

Devletin Dersim Arşivini Açıklıyoruz


Devletin Dersim Arşivini Açıklıyoruz




Dersim Tartışmasını Belgelerle bitiriyoruz



YAZAN ; Serap Yeşiltuna

Kaya Ataberk.., Aktardı...,

TÜRKSOLU ve Ulusal Parti olarak biz en başından beri net olan tavrımızı bugün daha da kalın çizgilerle belirtme ve Dersim tartışmalarına bir nihayet verme imkânına sahibiz. Bu imkânı bize 
yazarımız Serap Yeşiltuna'nın son araştırma kitabı veriyor: Devletin Dersim Arşivi. Yeşiltuna'nın çalışması etrafında o kadar fırtınalar kopan ama kimsenin 
incelemeye yanaşmadığı Dersim Arşivini Türk milletinin önüne koyuyor. 

Madem belgeler konuşunca herkesin  susması gerekir biz de "buyurun işte belgeler!" diyoruz. Bakalım, Dersimciler bu belgelerden sonra da katliam 
yapıldığını, Seyit Rıza'nın gariban bir köylü olduğunu, devletin Dersim'e sadece askerî binalar inşa ettiğini, gerçekte ayaklanma olmadığını devletin provokasyon yaptığını, 
iddia edebilecekler mi?


Son ayların en yoğun tartışılan konusu bilindiği gibi 1937-38 Dersim İsyanı ve bu isyanın bastırılması oldu. CHP'nin "Dersimci" milletvekili Hüseyin Aygün'ün tetikçiliğini yaptığı tartışmanın daha ilk gününden itibaren Türk milletini, Türk Ordusu'nu ve Ulu Önder Atatürk'ü karalamak, katliamcı ilan etmek amacını taşıdığını tespit etmiştik.

Ne Hüseyin Aygün'ün Dersim açıklamalarını Zaman Gazetesine yapması tesadüftü ne de bu açıklamaların hemen ardından Tayyip'in elinde bir "belgeyle" kürsüye çıkıp devletin katliam yaptığını ve kendisinin bunun için özür dilediğini açıklaması rastlantıydı. Ortada bilinçli bir plan, Cumhuriyet'e ve Atatürk dönemine yönelik bir provokasyon vardı. Daha tartışmanın bu ilk günlerinde, devletin Dersimlilerden değil, İngiliz-Fransız emperyalistlerinin desteğiyle ve kendi feodal çıkarları için isyan eden dedeleri adına Dersimlilerin devletten özür dilemesi gerektiğini açıkladığımızda kıyamet kopmuştu.

Tüm Dersimci cephe devlet arşivlerinin açılmasını, belgelerin konuşmasını "katliamın" ortaya çıkmasını istiyordu. Gelgelelim bunu söyleyenlerden bir kişi bile bunu yapmıyordu. Oysaki artık Devletin Dersim Arşivine ulaşmanın önünde bir engel yoktu.



 < TÜRKSOLU ve Ulusal Parti olarak biz en başından beri net olan tavrımızı bugün daha da kalın çizgilerle belirtme ve Dersim tartışmalarına bir nihayet verme imkânına sahibiz. Bu imkânı bize yazarımız Serap Yeşiltuna'nın son araştırma kitabı veriyor: Devletin Dersim Arşivi. Yeşiltuna'nın çalışması etrafında o kadar fırtınalar kopan ama kimsenin incelemeye yanaşmadığı Dersim Arşivini Türk milletinin önüne koyuyor.

Madem belgeler konuşunca herkesin susması gerekir biz de " Buyurun işte Belgeler!" diyoruz.  

Bakalım, Dersimciler bu belgelerden sonra da katliam yapıldığını, Seyit Rıza'nın gariban bir köylü olduğunu, devletin Dersim'e sadece askerî binalar inşa ettiğini, gerçekte 
ayaklanma olmadığını devletin provokasyon yaptığını, Dersim ayaklanmacılarının Batılı emperyalistlerin ajanları olmadığını iddia edebilecekler mi?  >

Buyurun Dersim'de ne olduğunu Belgelerden görelim!

Devletin Dersim raporlarında aşiret düzeni, feodalizm ve halk

Dersimcilerin iddiası 1930'lu yıllarda Dersim'de her şeyin güllük gülistanlık ve halkın yaşamından çok memnun olduğu bir ortamda devletin gelip provokasyonla Dersim'e müdahale ettiği üzerine kuruludur. Ama belgeler Dersimcilerin iddialarının tersi bir durumu kanıtlamaktadır. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın 1931 ve Dersim'in de içinde bulunduğu yörenin en üst sorumlusu I. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Öngören'in 1932 tarihli raporlarına göre Dersim halkı müthiş bir yoksulluk içindedir ve bu yoksulluğun sebebi de Seyit Rıza ve benzeri aşiret feodallerinin sömürüsü ve silahlı zorbalığıdır. Aşiret zorbaları eşkıyalık ve kan davası yöntemleriyle hem Erzincan, Elazığ gibi komşu illerin halkını canından bezdirmektedir hem de Dersim halkını. Devlet adamlarının raporlarında Dersim halkının bu feodal ağaların kölesi durumunda olduğu ve bunların sözünden çıkma ihtimalleri olmadığı için her türlü eşkıyalık benzeri işe alet edildikleri anlatılmaktadır.

Öngören'in raporunun fikri çok açıktır: Osmanlı'dan beri devlet Dersim'e isyan çıktıkça müdahale etmiştir ama bu yeterli değildir. Buraya bir ıslahat planıyla müdahale edilmesi ve halkın feodal sömürüden kurtarılması gerekmektedir. Şükrü Kaya ise raporunda meselenin tek çözüm yolunun; "Topraksız ve ağaların esiri olan köylülerin topraklandırılması" olduğunu belirtiyor. Yine İbrahim Tali Öngören bu silahlı ve köleliğe yakın sömürüyü Seyitlik ve Şeyhliğin manevi sömürüsüyle beraber değerlendirmektedir:

"Halkın samim maneviyatında bütün bir kudretile yerleşen seyitlik tegallübünü istihsal menfaatinde en tabi ve en kuvvetli muavin telakki ettiğinden ona el uzatmış tegallüpte maddi sahada temin ettiği tahakküm ve mütefevvik nüfuzlarını manevi esaslarda takviye etmeği faideli bulduğu için seyitliği emellerinde siper, Şeyhliği duygularında mükemmel bir alet yapmak istemiş ve her iki taraf düşüncelerinde temamiyle muvaffak olmuşlardır. Bu kuvvetler arzularının sahalarında, en küçük rahatsızlığa uğramadan mutlak bir ahenk içinde yürümüşler, tegallüp ezmiş, Seyitlik halkı sindiren bir emniyetle yerleştiği kalplerden tegallübün mevkiini sağlamlamıştır. Halk ise derin bir aciz ve sefaleti umumiye içinde bu tahakkümlerin mutlak bir esiri olmuş, elinde avucunda en küçük bir şeyi bile kalmadığı ve her şeyden mahrum olduğu için, değil hakkına hayatına taalluk eden bütün işlerde maddi ve manevi muhit şumullük tesis ettiği saltanın arkasından naçar bir vaziyete sürüklenmiştir".

Belgelerin bize gösterdiği durum çok açıktır. Gerici ve sömürücü olan Seyit Rıza başta olmak üzere isyancı aşiret reisleridir. Halkın yanında ve ilerici olan, halkı dönemin deyimiyle bu "mütegallibe"nin elinden kurtarmaya çalışansa Cumhuriyet rejimidir.

Devletin provokasyonu yok ayaklanmacıların planlı nüfus ve silah yığınağı var

TÜRKSOLU'nun 345. sayısında Gökçe Fırat, başyazıda Tunceli iline ait nüfus istatistiklerini karşılaştırmış ve buraya yoğun bir isyancı yığınağının yapıldığını, 1927-1935 yılları arasındaki anormal nüfus artışına dayanarak tespit etmişti. Belgeler bu saptamayı tamamen teyit eder niteliktedir.

Koçgiri isyanının liderlerinden Alişir gibi kışkırtmacı Kürtçüler başta olmak üzere Dersim'e önemli bir nüfus yığınağının yapıldığı, bunların özellikle Seyit Rıza'nın himayesine girdikleri görülmektedir. Kürtçülerin Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılmasının ardından Dersim'i yeni isyanın merkez üssü olarak seçtikleri hem Muş Milletvekili Hasan Reşit Tankut'un 1931 tarihli raporundan, hem de İbrahim Tali Öngören'in anılan raporundan anlaşılmaktadır. Devlet, Dersim aşiretlerinin elindeki silah miktarını 25.000 civarında tahmin etmektedir. Gerçi ayaklanmaya katılan isyancı sayısının bunun altında olduğu ortadadır. 91 Dersim aşiretinin sadece altısı Seyit Rıza'ya katılacaktır. Fakat bu düzeyde bir silah yığınağının varlığı bile ayaklanma hazırlığını kanıtlamaktadır.

İbrahim Tali Öngören, raporunda bu durumu şöyle özetler:

"Dersim'de mevcut silah mikdarı, asgari bir tahmin ile yirmi beş bin raddesindedir. Geçen sene kuraklığı ve cenupta silah fiyatlarının yüksekliğinden vuku bulan kaçakçılığa rağmen bu mikdar yine asgaridir. Kürtçülerin mühim bir merkezi faaliyet sahası olmak üzere telakki ettikleri Dersim sahasına gizliden gizliye silah ithal ettiklerine de kuvvetli bir ihtimal atf etmekteyiz".

Durum burada da çok açıktır: asıl provokasyon hazırlığını gerici feodaller ve bilinçli Kürtçüler yapmaktadır. Devletse olanları tespit etmekte ve önlem alınması gerektiğini görmektedir.

Seyit Rıza mazlum bir köylü değil, Taşnak-Hoybun üyesi bir zorbadır

Seyit Rıza'nın kimliği de Devletin Dersim Arşivinde sabittir. Şükrü Kaya, Seyit Rıza'yı ve amaçlarını şöyle özetlemektedir:

"Seyit Rıza'nın günden güne nüfuz ve hükmünü arttırdığı meşhuttur. Yağma ve hırsızlıklardan en çok istifade ettiği ve hükümete en az ehemmiyet verdiği için diğer aşiret ağaları zahirde onu telin etmekte fakat hakikatta ona gıpta eylemekte ve gittikçe nüfuz ve tefevvukunu kerahetle kabul etmektedirler. Hariçtekilerle münasebetlerinden şüphe edilen ve Koçkiri'ye kadar nüfuzu şamil olan ve hariçteki katil ve hırsızları da himaye ederek silah kuvvetini ve adamlarını artıran bu adam kat'i tedbir alınmazsa istikbalin Dersim için hazırlanmış bir şefidir".

Fakat Seyit Rıza sadece bir feodal zorba değil aynı zamanda İngiliz-Fransız himayesinde kurulan Ermeni-Kürt ittifakı Taşnak-Hoybun örgütünün de aidat veren bir üyesidir. Yine Şükrü Kaya'nın 12.5.1929 tarihli başka bir raporunda Taşnak-Hoybun örgütünün Dersim'e el attığı belirtilmiştir. 12.12.1934 tarihli İçişleri Bakanlığına ait bir başka raporsa Seyit Rıza'nın Taşnak-Hoybun örgütüyle bağlantısını kanıtlamaktadır.

Bogos ve Mehmet adlı iki Hoybuncunun Suriye'den Dersim'e geldikleri, Seyit Rıza'dan çok yardım gördükleri ve onu örgütlerine üye yaptıkları, Seyit Rıza'nın aylık 50 lira aidat verdiğinin öğrenildiği anlatılmaktadır.

İhanet belgelerle sabittir. Ama durum sadece bundan da ibaret değildir. Bugün Seyit Rıza'nın bir "Alevi ayaklanmacısı" olduğunu iddia eden çevrelerin bu rapor karşısında ne diyecekleri merak konusudur. Hoybun, Şeyh Sait ayaklanmasının kılıç artığı Şafii şeriatçı Kürtlerin örgütüdür. Taşnaklar da bilindiği gibi Hıristiyan Ermenilerdir. Bunların örgütüne üye olan Seyit Rıza'nın hiç de inanç gibi bir davası olmadığı da ortadadır.

  Devlet: Dersimliler Alevi Türklerdir,

İbrahim Tali Öngören'in ve Hasan Reşit Tankut'un raporları aynı zamanda Devletin, Dersimlileri kendi vatandaşı ve soydaşı olarak gördüğünü kanıtlar. Martin van Bruinessen gibi yabancı araştırmacıların da tespit ettiği bir gerçek Devlet adamlarının raporlarında vardır. Raporlarda Dersim aşiretlerinin gerçekte Alevi Türkmen boyları oldukları ve Şah İsmail Safevi-Yavuz Sultan Selim mücadelesinde buraya çekilmiş ve zamanla dillerini kaybettikleri tespit edilmiştir. İlk Anadolu'ya gelişleri ise Cengiz Han'ın önünden çekilen Türk Sultanı Celaleddin Harezmşah'la beraber olduğu anlatılmaktadır. Devlet Dersimliyi Kürt aşiret reislerinin tahakkümü altına girmekten ve dolayısıyla Kürtleşmekten kurtarmayı istemektedir. Öngören bu tespitleri şöyle özetlemiştir:

"Sünniler Alevilere Kürt, Aleviler de Sünnilere Türk derler. Cahil ve basit bir hezyan fikrinin mahsûlü bulunan bu isnadın devam ve şuyuunda dün acemlik bugün de Kürtçülük, istifade mevkiindedir. Bu halin tabiî ruşunda bırakılması, bilhassa Kürtlere komşu olan Dersim Alevilerinin bazılarında kendilerinin Türk'ten ayrı bir millet ve Kürt oldukları hakkında yanlış bir zehap ve kanaatın uyanmasında amil olmuştur".

Devlet, Dersimliyi hiç de kendisinden ayrı ve yok edilmesi gereken unsurlar olarak görmemektedir. Aksine bu insanlarla kaynaşılmaya çalışılmaktadır.





Fransızların silah desteğinin inkâr kabul etmez belgeleri ortaya çıktı


<    Fransızların silah kaçırma olayını nasıl tertipledikleri Şam Konsolosluğumuzdan, 
Dışişlerine 16.7.1938 tarihinde gelen raporla ortaya koyuluyor. (en üsste)
Şükrü Kaya'nın, Seyit Rıza'yı ve amaçlarını anlattığı raporundan bir bölüm. (üstte)  >

Dersim ayaklanması sırasında emperyalist Batı'nın gazeteleri ayaklanmacılara açık destek vermiştir. Bu yayınlar yine Devlet tarafından takip edilmiş ve arşivlenmiştir. Fransa mandası altında bulunan Suriye ve Lübnan ise Ermeni ve Kürt örgütlerinin üssü durumundadır. Taşnak-Hoybun başta olmak üzere bu iki ülke Dersim ayaklanmacılarına silah kaçırmanın stratejik merkezi haline getirilmiştir.

Daha isyandan yıllar önce Fransa'nın Seyit Rıza'yla ilişki kurmuş olduğu belgelerle sabittir. Vali Ali Kemali Bey'in 9.10.1931 tarihli raporuna göre "Biri Fransız, diğeri Arap olmak üzere iki kişinin, Seyit Rıza'nın yanına geldikleri ve Seyit Rıza'nın kardeşi Seyit Ağa ile birlikte Mazgirt, Palu ve Kigi kazalarını dolaştıkları" bildirilmektedir. Bu ilişki; isyanın en sıcak günleri sırasında Fransızların, isyancılara silah desteğinde bulunmasını bile sağlamıştır.

Devletin Dersim Arşivinde Fransızların silah kaçırma olayını nasıl tertipledikleri Şam Konsolosluğumuzdan, Dışişlerine 16.7.1938 tarihinde şöyle bildirilmiştir:

"15-16 gecesi Beyrut'tan Mahmut Kahle vasıtasile Şam'a dört kamyon içinde pestil sandıklarında bombalar, sekiz Hotgiz ve makinalı tüfenkler getirilmiştir. 17 gecesi Şamlı Şimdinan Kürtleri marifetile sevk edilmiştir. Monbüç'ten Urfa tarikile Dersim'e gönderilmiştir. Fransızların işidir".

İşte "Dersimcilerin" çok görmek istedikleri Devletin Dersim Arşivi, böyle ihanet, emperyalizm uşaklığı ve alçaklık belgeleriyle doludur! 150'liklerden, yurtdışına çıkarılmış şehzade Mahmut Şevket'e, Taşnaklardan, Şeyh Sait artıklarına ve Fransızlara kadar çok örgütlü bir destekçi koalisyonu vardır Dersimcilerin.

Devlet Dersim'e medeniyet getirmiştir

"Dersimciler"in bir diğer iddiası olan Devletin, Dersim'de sadece askerî harcamalar yaptığı yalanı da belgelerle tümden çürümektedir. Devletin Dersim'de isyan döneminde bile yaptığı harcamaların önemli kısmı Dersim'e medeniyet götürmek için yapılan eğitim, sağlık, iletişim, sulama gibi işlere yapılmıştır.

1937 senesinin olağanüstü bütçesinde Dersim için harcanan 500.000 TL'nin oluşumu 3.3.1937 tarihli yazışmaya göre şöyledir:

Pülümür subay ve memur evleri için toplam 80.000 TL harcanırken, okul inşaatları ve açılan okulların sürekli masrafları için 90.000TL, Elazığ Hastanesi için 100.000 TL, Karakol inşaat ve tamiratları için 100.000 TL, Bingöl hükümet konağı için 50.000 TL, sulama ve telefon için de toplam 70.000 TL harcanmıştır.

Yani halkın eğitim, sulama, iletişim ve sağlık ihtiyaçlarına toplam olarak 260.000 TL yapmaktadır. Bu da ayrılan bütçenin çoğunluğunu oluşturmaktadır.

23.7.1938 tarihli cetveldeyse 1935 mali yılından beri Dersim ıslahatı için yapılan harcamalar gösterilmiştir. Burada da toplam harcama 7.052.170 TL görünürken, harekât masrafları 2.959.805 TL, imar ve bayındırlık için harcanan meblağ ise 4.092.365 TL olarak görünmektedir.

Tüm bu belgeler, bir kara propagandayı daha çürütmektedir. "Topraksız ve ağaların esiri olan köylüyü topraklandırmayı" planlayan halkçı Cumhuriyet, feodallerin egemenliğinin de ancak medeniyetle aşılabileceğinin bilincindedir. Bayındırlık ve ıslahat planının bu medeniyet projesine göre yapmıştır. Tunceli Kanunu da bunun için çıkarılmıştır. İskân programı da bunun için uygulanmıştır.

Belgelerde iskâna tabi tutulacakların daha sağlıklı koşullara sahip ve verimli yerlere nakledilmelerinin gerekliğinden tutalım, yerleştirildikleri yerlerde çalışacakları işlere ve evlerinin tuvaletlerine kadar her şeyin devlet tarafından düşünüldüğü görülmektedir. "Dersimciler" Devletin halkı katlettiğini iddialarına buyursunlar buradan bir kanıt bulsunlar!

Dersim Arşivi katliamın olmadığını da kanıtlıyor

"Dersimciler"in en temel iddiası olan 1937-38 bastırma harekâtının devletin katliamı olduğu tezi de Devlet Arşivinin belgeleri tarafından çürütülmektedir. "Dersimciler", Devletin silahsız insanlara karşı büyük kuvvetle saldırdığını söylemektedirler. Fakat o dönemin "Dersimcileri" bugünküleri yalanlamaktadır. Ayaklanmacıların en büyük destekçisi olan Taşnaklar, gazetelerinde isyandan bakalım nasıl bahsetmektedirler:

Paris'te yayınlanan Taşnakların Haraç gazetesinin 3.7.1937 tarihli sayısında çıkan "Dersim hükümeti teşekkül etti" başlıklı yazıda, isyancıların bir Kürt yönetimi kuracak kadar başarılı oldukları övülerek anlatılmaktadır. Türk Ordusu'na 1.428 ölü 1.178 yaralı zayiatı verdirildiği; ayaklanmacıların ise ancak 378 ölü ve 272 yaralı kaybı olduğu başarı belgesi olarak sunulmaktadır. Yine aynı gazete 20.7.1937 tarihli sayısında isyancıların üç Türk uçağını düşürdüğünü ve Çınar ağzı mevkiinde 1.000 kişilik Türk kuvvetinin 900'ünü katlettiğini yine överek anlatmaktadır. 23.7.1937 tarihinde 100 bin silahlı Kürt isyancıdan bahsedilmektedir.

Ortada örgütlü ve silahlı bir isyan olduğu son derece açıktır. Anlaşılmaktadır ki o dönemin "Dersimcileri", ilk başlarda isyancıların başarılarını anlatırken propaganda için durumu abartmaktadırlar. İsyancılar Cumhuriyet güçleri karşısında gerilemeye başladıkça ağız değiştirilecek ve "katliam"dan bahsedilecektir. Nasıl ki bugün PKK, askerin yaptığı operasyonlarda verdiği kayıpları kabul etmek istemiyorsa o günlerde de aynı taktik uygulanmıştır. PKK tamamen bitirildiği bir operasyona uğradığı zaman bu kez yine bunun adı "katliam" olarak konulacaktır. "Dersimcilerin" taktiği değişmemiştir.

Devletin teslim olanlara dokunmadığı da belgelerle sabittir. Dersim aşiretlerinden teslim olanlar hiçbir sıkıntı çekmemiştir. 28.7.1938 tarihine, yani isyanın en çatışmalı günlerine ait belgede bile Haydaran aşiretinden 100 ailenin devlete hiç korkmadan sığınabildiği görülmektedir. Bir katliam ortamında böyle bir olayın yaşanmayacağı çok açıktır.

Yine ilk kez yayınlanan arşiv belgelerinde gün gün askerî harekât raporları mevcuttur. Bunlarda o gün ele geçirilen isyancı sayısı ve ne kadarının ölü ne kadarının diri ele geçirildiğinin kayıtları vardır. Bu raporların bize verdiği toplam ölen isyancı sayısı 3,828'dir. Ki bu rakamın içerisinde raporlardaki hava bombardımanları sırasında ölen isyancılarla ilgili tahmini rakamlar da vardır. Bu tahminlerin dışındaysa 2.000-3.000 dolaylarını aşmayan bir rakam karşımıza çıkmaktadır.


  <    Gelelim, o çok konuşulan 13.806 rakamına… Bu sayı arşiv belgeleri içinde  sadece bir yerde-BCA, MMK, (030. 10) / 11.751.30)- kodlu katalogda) geçmektedir. 

Belge -1 İkinci Teşrin 1939- yani 1 Kasım 1939 tarihlidir. 1936-37-38-39  yılları arasında yapılan tüm harekâtlarda ölü ele geçirilen ayaklanmacı sayısı 
olarak verilmektedir. Ancak bu belge son derece şüpheli bir belgedir.
Tüm arşivde olmayan ve olmaması gereken bir şey bu "belge"de olmuştur: Aynı klasör içinde arşivlenmiş diğer belgelerin tarihi bu " Belge" ninkine nedense uygun değildir! 
Önceki sayfalarda gelen belgeler 1938'in Kasım ayına aittir. Sonra gelen sayfalardaysa yeniden 1938 Kasımına geri dönülmektedir. 
Yine (BCA, MMK, (0.30.10)/ 111.751.29) kodlu yani anılan belgeden bir önceki klasör 31 Ekim 1938 tarihli bir belgeyi, yine bir sonra gelen 
(BCA, MMK, (0.30.10) /111.751.31) kodlu belge de 30 Aralık 1938 tarihini taşımaktadır. 
Diğer tüm  belgelerin arşivlenme mantığı normal uygulamaya göredir. Fakat bu 13.806 rakamı nasıl olmuşsa bir istisna oluşturmuştur! 
Bu "belge"nin tarihi, kendi klasörü içindeki belgelere de kendinden önce ve sonra gelen klasörlerdeki belgelere de  uymamaktadır. _

Gelelim, o çok konuşulan 13.806 rakamına… Bu sayı arşiv belgeleri içinde sadece bir yerde-BCA, MMK, (030. 10) / 11.751.30)- kodlu katalogda) geçmektedir. Belge -1 İkinci Teşrin 1939- yani 1 Kasım 1939 tarihlidir. 1936-37-38-39 yılları arasında yapılan tüm harekâtlarda ölü ele geçirilen ayaklanmacı sayısı olarak verilmektedir. Ancak bu belge son derece şüpheli bir belgedir.

Tüm arşivde olmayan ve olmaması gereken bir şey bu " Belge "de olmuştur: Aynı klasör içinde arşivlenmiş diğer belgelerin tarihi bu "belge"ninkine nedense uygun değildir! Önceki sayfalarda gelen belgeler 1938'in Kasım ayına aittir. Sonra gelen sayfalardaysa yeniden 1938 Kasımına geri dönülmektedir. Yine (BCA, MMK, (0.30.10)/ 111.751.29) kodlu yani anılan belgeden bir önceki klasör 31 Ekim 1938 tarihli bir belgeyi, yine bir sonra gelen (BCA, MMK, (0.30.10) /111.751.31) kodlu belge de 30 Aralık 1938 tarihini taşımaktadır. Diğer tüm belgelerin arşivlenme mantığı normal uygulamaya göredir. Fakat bu 13.806 rakamı nasıl olmuşsa bir istisna oluşturmuştur! Bu "belge"nin tarihi, kendi klasörü içindeki belgelere de kendinden önce ve sonra gelen klasörlerdeki belgelere de uymamaktadır. >

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, aynı zaman dilimine ait belgelerin yaklaşık olarak aynı başlangıç kodlarıyla arşivlendiği, bu kodların da tarih ilerledikçe daha yüksek bitiş rakamları ile numaralandırıldığı bir sisteme sahiptir. Yani daha geç bir tarihe ait belgenin kodunun da öncekilerden daha büyük bir rakam olması gerekmektedir. "Belge" bu anlamda da Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nin genel sistemiyle uyumsuzdur. Böyle bir "belge" ya yazıldığı söylenen zamandan önce yani yazılmadan önce arşivlenmiştir; ya bu "belge" için arşivleme kuralları istisna olarak ihlal edilmiştir ya da gerçekte böyle bir "belge" hiç yazılmamıştır.

Bu garip durumun yanı sıra anılan "belgede"ki ölü isyancı rakamlarının, günlük askerî raporlardaki rakamların toplamıyla tutmaması daha doğrusu çok yüksek olması "belge"yi daha da şüpheli duruma düşürmektedir.

Yani tüm " Dersimcilerin " tek dayanağı olabilecek " belge " işte böyle son derece şüpheli bir durumdadır.

Bu şüphelerin de ötesinde yine 345. sayımızdaki başyazısında Gökçe Fırat'ın kanıtladığı gibi hem bu rakamın hem de bununla beraber verilen 11.683 kişilik "sürgün" rakamının doğru olması imkânsızdır. Harekâtta ya hiç ölen yoktur ya da kimse "sürgün"e gönderilmemiştir! Dersimciler ya bunu kabul etmek zorundadırlar ya da gerçek rakam olduğu belgelerle sabit olan sadece 2.000 isyancının öldüğünü… Kısacası "Dersimcilere" bu kapıdan da ekmek yoktur.

Arşiv isteyen " Dersimciler ", buyurun işte arşiv!

Devletin Dersim Arşivinin sonuçları açıktır:

Devlet katliam yapmamıştır, halka hiç zarar vermeden feodal sömürücülerin isyanını bastırmıştır.

Cumhuriyetin amacı Türkiye'den ve dünyadan yalıtılmış, aşiret zorbalarının elindeki Dersim'e medeniyet getirmek, yoksul köylüleri kölelikten kurtarmaktır.

Batılı emperyalistler, özellikle de Fransızlar ve İngilizler; bu aşiret zorbalarını sonuna kadar kullanmışlardır. Bunlara silah da dâhil her türlü desteği sağlamışlardır.

Taşnak-Hoybun örgütü tamamen işin içindedir. Kürt-Ermeni ittifakı, Türk Alevi nüfusu Kürtleştirmeyi bir strateji olarak benimsemiştir. Devlet gerçekten de Türk Alevi olan Dersim halkını kendinden ayrı değerlendirmemiş, onu Türklüğe ve medeniyete kazanmak için hareket etmiştir.

Nakil ve iskân, insanların daha iyi şartlara sahip olan ve zorbaların baskısının geçerli olamayacağı yerlere taşınması demektir. Katliam gibi sürgün de yalandır.

"Dersimciler" arşivler açılsın istiyorlardı!

Arşiv açıldı. Buyurun işte Arşiv!

Kaya Ataberk
Aktardı...,

http://www.turksolu.com.tr/353/ataberk353.htm