Doç. Dr. Sedat Laçiner etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç. Dr. Sedat Laçiner etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2020 Perşembe

Suriye Üzerine Bir Analiz

Suriye Üzerine Bir Analiz


11.08.2011 11:58



Türkiye 1990 ların sonunda savaşın eşiğine geldiği Suriye ile olan ilişkilerini...
Star'dan Sedat Laçiner, Türkiye'nin Suriye politikasını değerlendirdiği ve Suriye krizine İsrail cephesinden baktığı bugünkü yazısında Suriye'de Türkiye'yi bekleyen tehlikeye dikkat çekti.

İsrail'in Suriye'yi neden düşman olarak gördüğünü açıklayan Laçiner, Türkiye üzerine kurulan tuzağı da belirtti. İsrail'in bir taşla İran, Hizbullah, Suriye ve Türkiye'yi vurmak istediği yorumuna yer veren Star yazarı, Türklerin Suriye bataklığına çekilmesiyle hedeflenenleri sıraladı.

İşte Laçiner'in çarpıcı analizi:

Suriye Krizi'ne bir an için İsrail'in cephesinden bakalım ve soralım İsrail için Suriye'de en iyi çözüm nedir? Suriye bildiğimiz gibi İsrail'in zayıflatmak istediği ülkelerin başında geliyor. Hatta ABD Irak'a girdiği zaman İsrailliler Suriye'nin de işgal edilmesi için çok çaba sarf etmişlerdi. Eğer Türkiye olmasaydı belki de Suriye daha o zaman Bush'un askerleri tarafından işgal edilmiş olacaktı.

İSRAİL'İN SURİYE İLE SORUNU

İsrail'in Suriye'den hazzetmemesinin çok sebebi var. Öncelikle Suriye, İran'ın baş müttefiki. İkinci olarak Lübnan'da İsrail karşıtı grupları İran ile birlikte Suriye destekliyor. Başka bir deyişle eğer Suriye çökerse veya Batı yanlısı bloğa çekilebilirse İsrail hem İran'ı yalnızlaştırmış olacak, hem de komşusu Lübnan ve Suriye'den gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmiş olacak. Bu açıdan bakıldığında Suriye'nin tıpkı 1970'lerin Lübnan'ında olduğu gibi uzun ve kanlı bir iç savaşa sürüklenmesi İsrail tarafından arzu ediliyor olabilir. Fakat bazı İsraillilerin Suriye Krizi'nden beklentileri bunun çok daha ötesinde. Onlar bir taşla sadece İran'ı, Hizbullah'ı ve Suriye'yi değil, aynı zamanda Türkiye'yi de vurmak istiyorlar.

SURİYE'DE KURULAN TUZAK

Malum son dönemde İsrail'i en fazla köşeye sıkıştıran ülke Türkiye. Bunun temel nedeni ise Türklerin son 10 yılda kazandıkları siyasi, askeri ve ekonomik özgüven. Ayrıca Türklerin komşularıyla anlamsız kavgalara uzaklaşıp, bunun yerine bölgesel ticaret ve işbirliklerine girmesi onları daha bağımsız, dolayısıyla daha bir 'söz dinlemez' hale getiriyor. Türkiye'nin yeni dış politikasında en başarılı ve en verimli örneği ise Suriye oluşturuyordu. Türkiye 1990'ların sonunda savaşın eşiğine geldiği Suriye ile olan ilişkilerini sınırları gevşetecek kadar ileri götürdü. Suriye'ye çok ciddi ekonomik, siyasi ve insani yatırımlar yapıldı.

İSRAİL'İN SURİYE ÜZERİNDEN TÜRKİYE'Yİ VURMA PLANI

Ancak Esed Rejimi'nin bir türlü kendisini yenileyememesi ve Arap Baharı olarak adlandırılan sokak hareketlerini kanlı bir şekilde bastırmaya çalışması Türkiye'yi içinden çıkılması güç bir yol ayrımına getirdi. Türkiye ya tüm ahlaki ve siyasi ilkelerini ayaklar altına alıp kârına bakacak, ya da ilkeli davranıp Suriye'deki yatırımlarını tehlikeye atacak. İşte İsrail için büyük fırsat bu noktada ortaya çıkıyor. Eğer Türkler 'Suriye bataklığı'na çekilebilirse İsrail yukarıda sayılan kazanımlarına ek olarak Türkiye'nin kendisine dönük muhalefetini de kırmış olacak. Eğer Türkiye son dönemde artan telkinlere kulak verip Suriye'ye karşı operasyonun en önünde yer alırsa, Suriye tüm yaşananların sorumlusu olarak Türkiye'yi görecek ve daha da kötüsü Araplar arasında taraf haline gelen Türkiye özellikle Filistin meselesi gibi konularda siyaset üstü öncü rolünü kaybetmiş olacak. Tüm bunlara ilaveten Türkiye bu ülkede silahlı bir çatışmaya da çekilebilirse bu durumda ekonomisi ve dış ilişkileri bozulduğu için yine Batı'nın kapısını çalacak, dolayısıyla İsrail'e karşı zayıflamış ve belki de dizleri üzerine çökertilmiş olacak.

Böyle düşünenler için Suriye'nin basiretsizliği ve kendisini yenileme kapasitesinin zayıflığı çok önemli bir avantaj. Ayrıca Türkiye ile Suriye arasındaki tarihi, kültürel, etnik ve dini bağların gücü de olası bir çatışmayı derinleştirme etkisine sahip. Nitekim Başbakan Erdoğan ?Suriye bizim iç işimizdir? demedi mi? Bundan kasıt Suriye ve Türkiye aynı ailenin iki üyesi demektir. Ve herkes bilir ki kardeş kavgaları en acı olanıdır ve uzun vadede onarılması güç yaralar açar.

Böyle bir senaryoda Türkiye'nin ve Suriye'nin izole olması ve zayıflaması tek sonuç olmaz. Bu durumda başta İran olmak üzere tüm bölgesel aktörler Batı karşısında zayıflar ve bölge dışı inisiyatiflere gün doğar. Elbette tüm bu yazdıklarımız bazılarının zihninde olduğunu sandığımız senaryolardır. Fakat bugüne kadar hep böyle olmadı mı? Ortadoğu hep bu tür senaryolarda kendisine biçilen rollere mahkûm kalmadı mı? Ya söz konusu senaryoların birer figüranı olacağız, ya da kendi senaryolarımızda kendi rollerimizi oynayacağız.

http://www.tevhidhaber.com/suriye-uzerine-bir-analiz-79261h.htm


****

3 Kasım 2017 Cuma

Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler BÖLÜM 4


Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler BÖLÜM 4



Ancak sayıları milyonlarla ölçülen bu kitle Londra Hükümeti tarafından ciddi anlamda ihmal edilmişti. İngiltere’ye gittiğinizde adeta iki ayrı İngiltere vardı. 
Müslümanların ve diğer bazı azınlıkların yaşadığı mahallelerde standartlar ve hatta yasalar daha farklı uygulanırken, beyaz İngilizler farklı bir dünyada yaşıyorlardı. Hükümetin boş bıraktığı alanı camiler doldurdu. Camii sadece bir ibadet yeri olmadı, aynı zamanda hukuk makamı, sosyal ve kültürel faaliyetlerin kalbi oldu. Düğünler, cenazeler, eğitim ve daha birçok aktivite camilere bırakıldı. Ancak böylesine önemli bir rol verilen camiiler ehil olmayan ellere bırakıldı. Eğitimsiz ve radikal birçok kişi imamlık görevini yapar iken İngiliz Hükümeti Müslüman İngilizlerin hükümeti olamadı. Böylece camiiler, dolayısıyla sokaklar radikallerin insafına bırakıldı: 


11 Eylül olaylarından sonra bu kişiler Üsame Bin Ladin benzeri kişilerin açık hedefi haline geldi. Buna rağmen İngiliz güvenlik güçleri Müslüman mahallelerindeki sorunları görmezden geldiler. İngiliz istihbaratından bir görevli 2004 yılında Türkiye’deki bir toplantıda İstanbul Bombalamaları’nın nedeni sorarken bu satırların yazarı asıl tehlikenin İngiltere’deki Müslüman mahallelerinde olduğunu söylemişti. İngiliz istihbaratçı bu tespite gülerek karşılık verdi ve ‘Pakistanlılar… terör…’ dedi. Yüz hatları tespiti çok uçuk bulduğunu gösteriyordu. Londra bombalamaları bu konuşmadan yaklaşık 6 ay sonra gerçekleşti ve tespitimizin ne kadar doğru olduğunu gözler önüne serdi. Aynı İngiltere güvenlik güçleri şimdi benzeri bir hatayı daha yapıyor. Geçmişte bazı kesimleri değerlendirme dışı bırakan İngiliz istihbaratı bir saldırıda birkaç kişinin belli bir kesimden gelmesi nedeniyle saplantısal bir şekilde o kesimler üzerine yükleniyor. Buna karşın İngiltere Müslümanlarının yukarıda özetlediğimiz sahipsizlikleri devam ediyor. 

XI. TERÖR YASALARI BAŞARILI MI? 

Terörle mücadele yasalarında performansı ölçmek gerçekten zordur. Yasalardan önce ve sonra gerçekleşen saldırıları ve ölü-yaralı sayısını karşılaştırmak dahi bazı durumlarda yeterli değildir. Örneğin İsrail-Filistin Sorunu’nda böyle bir yöntem yararlı olabilirken İngiltere örneğinde böyle bir ölçüme gitmek zordur. Çünkü istikrarlı bir şekilde devam eden saldırılardan çok saldırı olasılığından bahsedilmektedir. Garip bir şekilde İngiltere örneğinde saldırı olasılığındaki artış hiçbir zaman yasaların veya güvenlik güçlerinin başarısızlığı ile ilişkilendirilmemiştir. Ne kadar çok saldırı tehdidi olur ise o kadar sert yasa yapma gereği ve güvenlik güçlerinin yetkilerini arttırma eğilimi doğmaktadır. Belki de bunun bilincinde olarak güvenlik güçleri de tehdit haberlerini sıkça medyaya vermektedirler. Örneğin 2 Şubat 2006’da Lord Carlile 2005 Terörü Önleme Yasası’nın bir yılını değerlendirirken zanlıların bir kısmının uygun olmayan uygulamalar ile karşılaştığını kabul ederken daha sert önlemleri yeni intihar saldırısı olasılığının yüksek olmasına bağlamaktadır. Başarıyı gösteren ölçülerden biri de gözaltına alınan kişilerin ne kadarının serbest kaldığı, ne kadarının ise mahkemece suçlu bulunduğudur. Belki İngiltere örneğinde başarı ölçütü olarak alınabilecek en sağlıklı veri budur. Ancak burada da İngiltere’nin karnesinin pek parlak olduğu söylenemez. Kontrol talimatları çerçevesinde uygulamaya dâhil edilen zanlı sayısı bir yılda 18 kişi olmuştur. Bunların biri İngiltere vatandaşıdır. 2005 yılındaki uygulamalarda ev hapsi ise hiç uygulanmamıştır. 

11 Eylül 2001-30 Eylül 2005 tarihleri arasında 895 kişi 2000 Terör Yasası çerçevesinde tutuklanmıştır. Tutuklamalar sonucunda verilen cezaların 138’i bu yasadan, 62 tanesi ise diğer yasal düzenlemelerde yer alan maddelerden resmi olarak suçlanmıştır. 895 tutuklamadan mahkûmiyet ile sonuçlananlar ise sadece 23 olmuştur.  

XII. İNGİLTERE, TÜRKİYE’YE ÖRNEK OLABİLİR Mİ? 

Türkiye’de batı’daki yasal düzenlemeleri örnek almak tarihsel bir gelenektir denebilir. Türk ceza kanunundan medeni kanununa kadar birçok alanda mevzuatımız İsviçre, Fransa, Almanya, İtalya vb. ülkelerden alınan örneklerle doludur. Birçok örnekte kanunu Türkiye şartlarına uyumlu hale getirmekten çok doğrudan çeviri yoluna dahi gidilmiştir. Buna rağmen Anglo-Sakson hukukundan alıntıların oldukça sınırlı olduğu gözlenir. Son dönemde terörle mücadele konusunda İngiltere örneğinin çokça zikredilmesi bu anlamda şaşırtıcıdır. ABD ile birlikte terörle mücadelede oldukça uç çıkışları olan İngiltere’nin örnek alınmasını talep edenlerin daha çok güvenlik güçleri ve özellikle de askeri birimler olması bir diğer not edilmesi gereken noktadır. Ancak 1. İngiltere ile Türkiye’nin karşılaştığı terör olayları birbirinden oldukça farklıdır. Türkiye İngiltere’nin olağanüstü yetkiler ile başetmeye çalıştığı dinci terör ile mevcut yasalar çerçevesinde çok başarılı bir şekilde mücadele etmiştir ve etmektedir. Örneğin Hizbullah mevcut yasalar ile çökertilmiştir ve Türk polisinin Hizbullah konusunda gösterdiği başarının bir benzeri İngiliz polis tarihinde görebilmek neredeyse olanaksızdır. Aynı şekilde İstanbul Bombalamaları’nda saldırganlar çok kısa bir sürede yakalanmış veya tespit edilmiştir. El kaide’nin Türkiye’deki ve çevre ülkelerdeki örgütlenmesi de Türk Emniyet Teşkilatı tarafından açığa çıkarılmıştır. El kaide konusunda dünyada en fazla bilgiye sahip güvenlik teşkilatının Türk polisi olduğunu söylemek abartılı olmasa gerektir. Türkiye’nin El Kaide’nin teşkilatı ve eylemleri konusundaki erken bilgi alma kabiliyeti ABD ve İngiltere polis teşkilatlarında dahi yoktur. Başa dönecek olur isek Türkiye’nin karşılaştığı ve sona erdirmede zorlandığı terör olayları dinci terörden çok PKK ve DHKPC terörüdür ve bu konuda da örnek alınacak yasala düzenlemeler İngiltere veya ABD’nin son dönemdeki düzenlemeleri olmamalıdır.

2. İngiltere ve ABD’nin terörle mücadele düzenlemelerini Türkiye’ye uygulayabilmek için bu düzenlemelerin ne kadar başarılı olduğuna bakmak gerekir. Oysa ki son dönemde uygulamalarıyla en başarısız ülkeler olarak bu iki ülke gösterilmektedir. Terörü ortadan kaldırmak sloganıyla ortaya çıkan bu ülkeler kendilerine karşı olan terör cephesini daha da genişletmişlerdir. İngiltere aldığı tüm sert önlemlere karşın 2005 yılında Londra’da terör saldırılarına maruz kalmıştır. İstanbul Bombalamaları’nda dahi İngiltere Başkonsolosluğu ve İngiltere kökenli bir banka olan HSBC hedef alınmıştır. Kısacası yasal önlemlerin terör olaylarını engellediğini söyleyebilmek olanaksızdır. 

Londra Bombalamaları’ndan sonra İngiliz İstihbarat Teşkilatı MI5’ın ve Londra polisinin olaylar hakkında en ufak bir tahminin dahi olmaması, olayları aydınlatmadaki yetersizlikleri o ana kadar çıkarılan yasaların yetersiz kaldığını göstermiştir. Her ne kadar İngiliz güvenlikçiler yasaları daha da sertleştirmenin başarıyı getirdiğini düşünse de sertleşen yasalar ile başarı arasında hiçbir bağlantı kurulamamaktadır.

3. Terör saldırılarındaki artışın nedeni sadece yasal boşluklar değildir. Aksine terörün en önemli nedenleri arasında diğer politikalar yer alır. İngiltere örneğinde Irak işgali ve ABD’ye verilen destek dikkat çekicidir. Bir diğer örnekte Madrid Bombalamaları’nın en önemli nedeninin İspanya’nın Irak’taki varlığı olduğu açıktır. İkinci olarak terörü önlemedeki eksikliklerin en önemlileri terörle mücadele birimlerinin ve genel stratejisinin eksiklikleridir. Örnek verecek olur isek Londra Bombalamaları veya 11 Eylül Saldırıları çok sayıda kişinin planladığı ve günlerce provasını yaptığı saldırılardır. Böylesine kapsamlı saldırıları eğer bir istihbarat örgütü önceden öğrenemiyor ise orada öncelikle o örgütü değiştirmek, gerekiyorsa yeniden yapılandırmak gerekir. Buna karşın İngiltere ve ABD örneklerinde tam tersi yapılmıştır. Başarısız olanların yetkileri arttırılmış, talep ettikleri yasal düzenlemeler temel hak ve özgürlüklerden kısıtlamalar yapılarak çıkarılmıştır. Aynı şekilde genel terörle mücadele stratejisinin belirlenmesinde de ciddi sorunlar vardır. İngiltere terör saldırılarından sonra bir tür duygusal ve tepkisel politikalar benimsemiştir. Terörün nedenleri üzerinde durulmadan sonucun nasıl ortadan kaldırılacağı düşünülmüş ve yasal düzenlemeler ile sonucun, yani terörün ortadan kaldırılabileceği düşünülmüştür.

4. İngiltere örneğinin en önemli sakıncası belli sosyal kesimleri, belli bir dinden veya ırktan gelen kişileri ‘öteki’ haline sokmasıdır. Diğer bir deyişle toplumun belli bir kesimini devlete ve topluma karşı yabancılaştırmasıdır. Her ne kadar açıkça ifade edilmese de Müslüman-terörist kavramları arasında zihinlerde açık bir bağlantı kurulmuştur. Müslüman İngiltereliler potansiyel terörist olarak algılanmaktadır ve güvenlik güçleri İngiltere’nin güvenliği ve ‘yüce’ çıkarları için ‘kurunun yanında yaşın da yanmasını’ kabul etmiş görünmektedir. Bu yaklaşımın yanlış olduğunu düşünsek de böyle bir modelin Türkiye’de uygulanması İngiltere’deki uygulamadan çok daha vahim sonuçlar doğurur. Çünkü İngiltere’de ‘öteki’ beyaz olmayan, Hristiyan (hatta Anglikan) olmayan, daha çok göç yoluyla o ülkeye gelmiş kişilerdir. Türkiye’de ise böyle bir ayrıma gitmek olanaksızdır. PKK nedeniyle Kürtleri, El Kaide nedeniyle Müslümanları, DHKP-C nedeniyle belli bir mezhep ve bölgeden gelen insanları potansiyel terörist sayamazsınız. İngiltere’de adı geçen kitle sınırlı sayıda ve bir ölçüde ‘yabancı’ olarak değerlendirilen insanlarsa da Türkiye’de böyle bir ayrım tüm toplumun devletten soğuması anlamına gelir.

5. İngiltere’deki yasal önlemler daha çok dışarıdan gelecek bir terör saldırısına göre düşünülmüştür. Oysa Türkiye’deki tehdit daha çok içeriden gelmektedir. Bu da terörle mücadelede dikkate alınması gereken önemli bir farktır.

6. İngiltere örneğini Türkiye’ye uygulamanın bir diğer zorluğu da güvenlik güçleri ile halk arasındaki güven farklılığından kaynaklanmaktadır. Çok sayıda askeri darbe, insan hakları sicilindeki sorunlar ve diğer farklı nedenlerden dolayı Türkiye’de devlet ile vatandaş ilişkilerinde ciddi bir sorun bulunmaktadır. Vatandaş devlet kurumlarına fazlaca güvenmemektedir. Oysa Brezilyalı elektrikçi Menezes’în öldürülmesi olayında görüldüğü üzere, İngiltere güvenlik güçleri bir kişiyi yanlışlıkla vurduğu zaman bunun yanlışlıkla olduğuna rahatlıkla inanabiliyor. Polis veya istihbarat birimlerinin arkasında s,siyaset, bürokrasi, medya ve halk rahatlıkla durabiliyor. Oysa Türkiye’de güvenlik güçlerinin haklı uygulamaları dahi şüphe uyandırıyor. Adalet bakanlığı önündeki canlı bomba olayını hatırlayacak olur isek, DHPK-C militanı canlı bomba pimi çektikten sonra polisler tarafından etkisiz hale getirildiğinde bazı medya kuruluşları ve bazı sendikalar söz konusu olayı ‘yargısız infaz’ olarak değerlendirebilmişti. Oysa ki benzeri bir olay İngiltere’de olsaydı polis, canlı bombaya neden ateş ettiğinden çok, neden geç ateş ettiği noktasından sorgulanırdı. Özetle güvenlik güçleri ile vatandaşlar arasındaki bu güvenlik bunalımı Türkiye’nin terörle mücadelede en önemli sorunudur. İngiltere’deki yasal düzenlemeleri Türkiye’ye taşımanın en önemli riski mevcut güvenlik bunalımını derinleştirmektir.

7. İngiltere demokrasisi ile Türkiye demokrasisi ve kurumları arasındaki fark da bir diğer sorundur. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere hakları ve özgürlüklerin korunması söz konusu olduğunda İngiliz partileri diğerinin dediğinin tersini söylemeyi siyaset saymamaktadır. İşçi Partisi’nden seçilen milletvekilleri ve bu parti tarafından desteklenen Lordlar dahi özgürlüklerin korunmasında Tony Blair’e açıkça meydan okumuşlardır. Mahkemeler özgürlüklerin ve hakların korunmasında oldukça kıskançtır. Oysa Türkiye’de bazı mahkemeler de dâhil olmak üzere öncelik bireysel hakların ve özgürlüklerin korunmasına değil, devletin bireylerden korunmasına verilmiştir. İngiltere örneğinde özgürlüklerin savunucuları ile güvenlik üzerinde duranlar arasında ciddi bir denge vardır. Türkiye örneğinde bir dengeden bahsedebilmek güçtür. Bu da hata yapabilme olasılığını arttırmaktadır. Türkiye’de özgürlük savunucuları kısa sürede ‘vatan hainliği’ ile suçlanabilirken, daha sert güvenlik önlemleri konusunda yasal düzenlemeler çıktığı zaman bu önlemler farklı amaçlar için kullanılabilmektedir. Türk siyasi hayatındaki oturmamışlık ve alt grupların gizli gündemleri Türkiye’de çok daha kompleks sorunlara yol açabilmektedir.
8. İngiltere ile Türkiye arasındaki en önemli fark ise sivil-asker ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. İngiltere’de terörle mücadelede güçlü bir sivil inisiyatif söz konusudur. Terörle mücadele her şeyden önce polise ve istihbarata verilmiş bir görevdir. İrlanda’daki sınırlı örnekler bir yana bırakılacak olur ise askerin teröre karşı kullanılması son sıralarda gelmektedir. Aslına bakılacak olur ise hiçbir gelişmiş demokraside o ülkenin ordusu iç güvenlikte kullanılmaz. Oysa Türkiye’deki PKK terörü ile mücadele neredeyse sadece askeri güçlere bırakılmıştır. 

Orduda bazı birimler PKK konusundaki yetkilerini diğer terör ve güvenlik alanlarına da yaymak istemektedirler. Daha sert tedbir arayışının daha çok askeri birimlerden gelmesi de bu noktada çok anlamlıdır. Demek ki askeri güvenlik güçleri içerideki terör olaylarında kendilerini yeterince başarılı görmemekte ve sorumluluğu yasal boşluklarda aramaktadırlar. Oysaki istihbarat ve polis birimlerinin yasalardan şikâyetleri oldukça sınırlıdır. Polis ve istihbarat yasalardaki boşluklardan çok mahkemelerin işleyişinden ve kullanılmayan yetkilerden şikâyetçidir. Bu çerçevede eğer İngiltere örneği alınmak isteniyorsa öncelikle PKK terörü ile mücadelede yeni bir kurumsal yapılanmaya gitmek gerekir. Orduyu teröre karşı kullanmak son derece riskli ve etkisiz bir yöntemdir. Ordunuzu iç çekişmelerinize ne kadar çok karıştırırsanız onu o kadar çok yıpratırsınız. Dahası terör örgütleri ile orduları karşı karşıya getirirseniz ordunuzun başarı şansını azaltırsınız. Çünkü ordular terör örgütlerine göre dizayn edilmemişlerdir.

9. Her ne kadar Türkiye’de İngiltere’dekine benzer bir Terörle Mücadele Kanunu gerektiği söylense de İngiltere örneğinden bahsedenler aslında İngiltere örneğinden ya haberdar değillerdir, ya da bilinçli olarak İngiltere örneğini kendi tasarladıkları düzenlemeler için meşrulaştırıcı olarak kullanmak istemektedirler. Türk basınına yansıyan düzenlemeler incelendiğinde İngiltere’deki düzenlemeler ile hiçbir ilgisinin olmadığı, herhangi bir diktatörlükte dahi yasalaşması güç taleplerin olduğu görülecektir. Üstelik tüm yasa çalışması gizli kapaklı gerçekleştirilmektedir. Bu da İngiliz geleneği ile uzaktan yakından ilgili bulunamaz. İngiliz özgürlükçü geleneğinin, sivil inisiyatifin gücücünün Türkiye’de olmayışı en önemli farklar olarak dikkat çekmektedir. Yukarıdaki bilgiler ışığında Türkiye’de çıkarılmak istenen terörle mücadele düzenlemelerinin İngiltere’ye benzemediği rahatlıkla söylenebilir. 

10. İngiltere’de olağanüstü olarak tabir edilen yeni yetkiler İçişleri Bakanı’na veya onun yetkili kıldığı dar bir çevreye verilmektedir. Türkiye’deki tasarılarda ise yetki her kolluk amiri tarafından kullanılabilecektir.  Türkiye’de yasa hazırlayıcıların bu yetkilerin olağanüstülüğü konusunda da İngiltere’deki kadar hassas davranmadıkları söylenebilir.

11. Türkiye’de İngiltere örneğini ısrarla savunanlar Türkiye’de güvenlik güçlerinin yetkilerinin sınırlı olduğundan, yeni yasalarla güçlendirilmesi gerektiğinden bahsetmektedirler. Oysa ki Türkiye’de sorun yasalardan çok uygulamadadır. Aynı konuda mahkemeler çok farklı karar verebilmektedir, hâkimler ve savcılar terörle mücadele konusunda yeterince inisiyatif almamaktadırlar/alamamaktadırlar. Örneğin bir terör örgütünün bayrağını taşıyan kişinin terör yasaları çerçevesinde değerlendirilmesi için Türkiye’de yeni bir yasaya ihtiyaç yoktur. Ne yazık ki Türkiye’de birçok kurum gibi yargı da yeterli donanıma sahip değildir. En önemlisi yargı, yürütme vd. kurumlar arasında terörle mücadelede ortak bir bakış geliştirilememiştir. Oysa İngiltere’de her biri Türkiye’dekine göre çok daha bağımsız olmasına karşın tüm birimler arasında kaydadeğer bir uyum söz konusudur. Kurumlar birbirlerini tamamlamaktadırlar. Hâkimin inisiyatifi sadece yasanın lafzına bakarak değil, ruhuyla olmaktadır. İngiltere’de hâkim kendisini yasanın amacını yerine getirme görevinde görmekteyken, Türkiye’deki hâkimler bazı ideolojik vd. istisnalar hariç yorum yapmaktan kaçınmaktadırlar, hatta birçok olayda yetki kullanmaktan kaçınma vardır.

Son olarak İngiltere’de talep edilen sert önlemlerin önemli bir kısmı parlamento tarafından reddedilmiştir. 

XIII. SONUÇ Denilebilir ki 2001 olaylarından sonra terör dendiğinde İngiliz güvenlik güçleri, bürokrasisi ve Hükümet sadece Müslümanlardan kaynaklanan terör olaylarını anlamaktadır. Hatırlanacağı üzere daha önce de terör ile İrlanda özdeşleştirilmişti ve terör önlemleri tamamen ‘İrlanda terörü’ne karşı alınmaktaydı. İngiltere tek boyutlu ve bazen de saplantısal böyle bir yaklaşımın bedelini geçmişte ağır bir şekilde ödemiştir. Ne yazık ki Kuzey İrlanda’daki terör olaylarında gözlenen hataların günümüzde de tekrarlandığı görülmektedir. Sadece İslam ve Müslümanlara odaklanmış bir terör yaklaşımı terörün gerçek doğasını gözden kaçırmaktadır ve güvenlik güçlerini sorunlar karşısında bir anlamda miyoplaştırmaktadır. Diğer önemli bir nokta da terörle mücadele gibi son derece hayati bir konuda Hükümet’in sergilediği aceleci ve tepkisel denebilecek tutumlarıdır. Temel hak ve özgürlükler ile ilgili konularda dahi Hükümet yeterli toplumsal mutabakatı aramadan hızla yasal düzenlemeler yapmak istemektedir. Bunun en önemli nedeni ise güvenlik güçlerinin Hükümet’i her an terör saldırısı olacakmış gibi bir beklenti içine sokmasıdır. Hemen her gün bir güvenlik görevlisi İngiltere’ye karşı yeni terör saldırılarının an meselesi olduğunu söylemekte, karanlık maskeli terörist fotoğrafları İngiliz basınında sık sık yer almaktadır. İngiltere bu anlamda gerçek bir tehlikeden çok kendi yarattığı efsaneler ile savaşmaktadır da denebilir. Diğer taraftan ise gerçek terör tehlikesi içten içe büyümekte ve sözde terörle mücadele önlemleri bu tehlikeyi güçlendirmekte, onun ihtiyaç duyduğu zemini oluşturmaktadır. Bir diğer sonuç da terör örgütleri kadar terörle mücadele birimlerinin de kendilerince gerilimli ortamdan yararlanmak istemeleridir. Terör saldırıları oldukça en çok eleştirilmesi gereken birimler adeta ödüllendirilmekte, bütçeleri ve etkileri arttırılmaktadır. Bu da ister istemez söz konusu kurumların terör ortamının devamında yarar görmelerine, en azından reflekssel olarak yol açabilmektedir. İngiliz güvenlik bürümlerinin siyasette ve sokakta terör korkusunu canlı tutma çabalarının bunun açık bir göstergesidir. Güvenlik birimleri bu gerilim kendi kontrolleri altında sürdükçe bunda herhangi bir zarar dahi görmemektedirler. Güvenlik güçleri sorunun sadece bir bölümüne, üstelik küçük bir bölümüne odaklanmışlardır. Terörün çeşitli nedenleri ve sonuçları onların görev alanına girmemektedir. Hatta güvenlik birimlerinin bazı uygulamaların terörü bilmeden teşvik de edebilmektedir. Terör eylemlerinin arttığı dönemlerde güvenlik birimleri özellikle basın yoluyla tehdidi olduğundan daha büyük göstermekte, toplumun belli bir kesimini ise tehdit olarak gösterebilmektedir. Bu nedenle güvenlik sadece polislere, istihbaratçılara ve askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. İcra makamı olarak Hükümet seçim ve diğer hesapların da etkisiyle kolayca yönlendirilebilmektedir. Yakın bir patlama riskini almaktansa yüzlerce yıllık temel hak ve özgürlükler de hükümetlerce feda edilebilmektedir. Bu tablo içinde en önemli görev meclislere ve sivil toplum örgütlerine düşmektedir. İngiltere örneği açıkça göstermiştir ki İngiltere’de güvenlik-özgürlük dengesinde Meclis çok daha akılcı ve sakin davranabilmiştir. Böylece toplumun, hükümetin ve bürokrasinin hata yapmasını da engellemiştir. İngiltere’nin Türkiye’ye terörle mücadele mevzuatı konusunda örnek olmasına gelince, öncelikle Türkiye ile İngiltere arasında ciddi yapısal farklar bulunmaktadır. Türkiye’de terörle (özellikle PKK ile) mücadele ordu eli ile yapılmaktadır. İngiltere’de ise, diğer gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi özel birimler, polis ve istihbarat birimleri terörle mücadele ederler, ordu en son aşamada kullanılır. Ayrıca Türkiye’de ordu-sivil dengesi ve Hükümet-Meclis dengesi sağlıklı bir şekilde oturmuş değildir. Türk sivil toplum kurumları resmi kurumlar karşısında hala çok zayıftır. Diğer bir husus da Türkiye’de İngiltere’yi örnek gösteren kişiler ciddi bir çarpıtma içindedirler. İngiltere’de olduğunu söyledikleri uygulamaların büyük bir kısmı yasalaşmamış uç görüşlerdir. İngiltere örneği kullanılarak çok geniş bir alanda olağanüstü yetkiler elde edilmeye çalışmaktadır denebilir.

Özet 

1973 tarihli Terörizmi Önleme Yasası, 2001’in ilkbaharında, uluslararası militan grupları hedef alan çok daha katı bir yasa ile değiştirildi. Uluslararası düzeni 
şiddet yoluyla yıkmak isteyen grupların İngiltere’yi güvenli bir üs olarak kullandıklarına inanan İngiliz hükümeti, ayrıca 21 grubu, kendisine yabancı devletleri hedef 
alan söz konusu grupları cezalandırma yetkisi tanıyan yasayla terörist olarak ilan etti. Terörist sayılan bu grupların büyük çoğunluğunun İslami olarak bilinen gruplar 
olmasına karşın, bunlar içinde Kürt terör örgütü PKK ile devrimci Türk terör örgütü DHKP-C de bulunuyor. Bir çok grup İngiltere’de bu yeni yasayı (2000 Terör Yasası) 
protesto etti. Örneğin İslami ve Arab gruplar hükümetin kararını büyük kızgınlık içinde karşıladılar. Bu çerçevede bu makale, yeni terör yasası ve onun Türkiye’nin 
PKK ve DHKP-C terörüne karşı verdiği mücadeleye etkileri üzerinde odaklanıyor.


NOTLAR

  İngiltere’de terörle mücadele kanunları konusunda ayrıca bkz.: Clive Walker, Blackstone’s Guide to the Anti-Terrorism Legislation, (Londra: Blackstone, 2002); Michael Cunningham, British Government Policy in Northern Ireland, 1969-2000, (Machester: Manchester University Pres, 2001); David Feldman, Civil Liberties and Human Rights in England and Wales, (Oxford University Pres, 2000).
  İngiltere’de terörle mücadele yasalarının evrimi konusunda yeni ve detaylı bir çalışma için bkz.: Laura K. Donohue, Counter-Terrorism Law and Emergency Powers In The United Kingdom, 19122-2000, Londra, Irish Academic Press, 2000. Ayrıca bkz.: J. Paul De B. Taillon, The Evolution of Special Forces in Counter – Terrorism: The British and American Experiences, Londra, Praeger Pub., 2000.
  Tony Geraghty, The Irish War, The Military History of a Domestic Conflict, Londra, HarperCollinsPublishers, 2000, s.96.
  1990lara kadar olan dönemin geniş bir değerlendirmesi için ayrıca bkz.: Walker, Clive, The Prevention of Terrorism in British Law, Manchester, Manchester University Press, 1992; Hillyard, Paddy, Suspect Communit: People’s Experience of the Prevention of Terrorism Acts in Britain, Londra, Pluto Press, 1993.
  PTA 1986.

  Paddy Hillyard, Suspect Community: People’s Experience of the Prevention of Terörism Acts in Britain, Londra, Pluto, 1993, s. 5.
  Daha fazla bilgi için bkz.: E. Cape, Defending Susspects at Police Stations, Londra: Legal Action Group, 1995; Ken Lidstone ve Clare Palmer, The Investigation of Crime: A Guide to Police Powers, Londra: Butterworths, 1996.
  Yasanın Kuzey İrlanda’da kullanımı ile ilgili olarak bkz.: Laura K. Donohue, Counter Terrorist Law & the Emerging Powers in the UK 1922 - 2000: Emergency Law in the Northern Irish Context, Irish Academic Press, 2001. İrlanda sorunu ile ilgili olarak ayrıca bkz.: M. L. R. Smith, Fighting for Ireland?, Londra ve New York, Routledge, 1995; Paul Arthur, Special Relationships: Britain, Ireland and the Northern Ireland Problem, Londra, Blackstaff, 2001; No Comment, Cencorship, Secrecy and the Irish Troubles, Londra, Article 19, 1989.
  Bundan şüphesiz en büyük zararı Türkiye gördü. Türkiye PKK ve aşırı sol grupların yuvalandığı İngiltere’den yeterli anlayışı göremediğini düşünerek, bu grupların en kısa zamanda cezalandırılmalarını ya da sınırdışı edilmelerini istedi.
  Bu etkileşim için bkz.: Sedat Laçiner, ABD – İngiltere: ‘Özel’ Bir İlişki, Ankara, ASAM, 2001, ss. 43-49.
  İngiltere’de azınlıklar konusunda geniş bir değerlendirme için bkz. Sedat Laçiner, Açık Kapı Politikasından Yabancı Düşmanlığına: İngiltere’de Irkçılık, Dış Göç ve Irk İlişkileri, Ankara, ASAM, 2001.
  Daily Mail, 24 Ağustos 1998.
  John Bulloch, ‘Is the Holly War Coming to Britain?’, Daily Mail, 24 Ağustos 1998.
  11 Eylül ve sonrası için bu çalışmanın V. Bölümü’ne bakınız.
  İsmet İmset, ‘Kani Yılmaz Case’, Kurdistan Report, 20, Ocak-Şubat 1995.
  ‘Terrorism Bill Receives Royal Assent’, Home Office News Releas, Londra, 1 Temmuz 2001. Yasanın tam metnine hmso’nun net sitesinden ulaşılabilir.
  Terrorism Act 2000, Part I, Introductory; Richard Norton-Taylor, ‘New Terror Bill Casts Wider Net’, The Guardian, 15 Kasım 1999.
  George Manbiot, ‘Wearing A T-shirt Makes You a Terrorist, Anything With a Slogan Could Put You Outside the Law Now’, The Guardian, 22 Şubat 2001.
  Clare Dyer, ‘UK Finally Complies With Rights Convention’, The Guardian, 20 Şubat 2001.
  Şu ana kadar İngiliz güvenlik ve istihbarat birimlerinin sanal âlemi yakın takipte tuttuğu biliniyor. Hatta internet aracılığıyla gönderilen e-maillerin ‘izinsiz’ olarak takip edildiği de ileri sürülüyordu. Bundan sonra bu konuda, özellikle terör faaliyetlerine dönük olarak, yasal bir dayanak da oluşmuş oluyor.
  Alan Travis, ‘Security Services and Police to Get UK Air Passenger Details in Advance’, The Guardian, 24 January 2006.
  Laçiner, Açık..., ss. 42-46. İngiltere’deki Türkiye kökenli nüfus için ayrıca bkz.: İhsan Yılmaz, ‘Londra’daki Türkiye ve Türk Diasporası’, içinde Sedat Laçiner (ed.), Bir Başka Açıdan İngiltere, Ankara, ASAM, 2001.
  İngiltere’nin MED-Tv konusundaki tutumu için bkz.: Nilgün Gülcan, ‘Türkiye – İngiltere İlişkileri ve İşbirliği İmkanları’, içinde Sedat Laçiner (der.), Bir Başka Açıdan İngiltere, (Ankara: Asam, 2001), özellikle ss.42-56.
  Örneğin NTV’den Zafer Arapkirli PKK ve DHKP-C’nin terörist örgütler listesine alınmasının Türkiye’nin çabaları sonucunda gerçekleştiğini ve büyük bir başarı olduğunu belirtmiştir. Zafer Arapkirli, ‘İngiltere’nin Terör Sınavı’, NTVMSNBC, 1 Mart 2001. Milliyet Gazetesi’nde de gelişmeler ‘PKK’ya Yasak’ yaklaşımıyla verilmiştir. ‘PKK’ya Yasak Geliyor’, Milliyet, 20 Şubat 2001.
  Bilindiği üzere PKK Başkanlık Konseyi Eylül 1999’da aldığı bir kararla PKK ismini değiştirme kararı almış, bu karar örgütün bazı kollarının isim değiştirmesine de yansımıştı.
  ITC’nin konuya yaklaşımı için bkz.: ITC Annual Report, 1996, 1997, 1998, (ITC Yıllık Raporu, 1996, 1997 ve 1998 yılları), Londra, ITC; ITC Press Release, 23 Kasım 1998; ‘ITC Issues uspension Order’, 18 / 99, 22 Mart 1999; ITC, ‘ITC Revokes MED TV’s Licence’, Londra: ITC, 23 Nisan 1999, 28 / 99. Lordlar Kamarası’nın konuya yaklaşımı için ‘Broadcasting Act 1996: MED TV’, Lords Hansard Written Answers, Column WA98, 5 Mayıs 1999, Londra, House of Lords; ‘Satellite TV Transmissions’, Lords Hansard Written Answers, 28 Temmuz 1997, Column WA14, Londra, House of Lords; ‘Satellite TV Transmissions: Disruption’, Lords Hansard Written Answers, 3 Kasım 1998, Column WA41, Londra, House of Lords.
  Mr. Corbyn’nin konuşması, House of Commons Hansard Debates, 14 Aralık 1999, Column 193.
  Yasa’nın Meclis’teki görüşmeleri esnasında karşılaştığı tepki konusunda ayrıca bkz.: Sedat Laçiner, İngiltere, Terör, Kuzey İrlanda Sorunu ve İnsan Hakları, Ankara, ASAM, 2001, ss. 43-46.
  Sarah Schaefer, ‘Terrorism Bill Raises Fears for Protest Rights’, The Independent, 15 Aralık 1999.
  John Wadham, ‘No, You’re Turning Us All Into Criminals’, The Guardian, 14 Aralık 1999.
  George Manbiot, ‘Wearing a T-Shirt Makes You a Terrorist, Anything With a Slogan Could Put You Outside the Law Now’, The Guardian, 22 Şubat 2001.
  Clare Dyer, ‘UK Finally Complies With Rights Convention’, The Guardian, 20 Şubat 2001.
  Richard Norton-Taylor, ‘Islamic Anger at “Terrorist” List’, The Guardian, 2 Mart 2001.
  Richard Norton – Taylor, ’21 Groups Banned Under New Terror Law’, The Guardian, 1 Mart 2001.
  11 Eylül sonrası Anglo-Sakson yakınlaşması için bkz.: Sedat Laçiner, Irak Küresel Meydan Savaşı ve Türkiye, (Ankara: Roma Yayınları, 2004).
  Chahal vs. United Kingdom (15 November 1996, Reports 1996-V)
  Denise Winterman, ‘Belmarsh – Britain’s Guantanamo Bay?’, BBC News, 6 October 2004.
  Yasanın tam metni için bkz.: http://www.uk-legislation.hmso.gov.uk/acts/acts2005/20050002.htm
  Patrick Wintour ve Alan Travis, ‘The Longest Day’, The Guardian, 12 March 2005.
  ‘Terror Suspect Restriction Measures Extension Sought’, AP, 2 February 2006.
  ‘UK Police Chief Says the Threat of Terrorism is Intensifying’, Bloomberg, 12 December 2005.
  ‘Police Chief Sorry Over Death’, BBC News, 24 July 2005.
  Antony Barnett ve Martin Bright, ‘Ministers Shocked at MI5’s Lack of Information’, The Observer, 2 October 2005.
  Richard Norton-Taylor, ‘There’s No Such Thing as Total Security’, The Guardian, 19 August 2005.
  Frank Field, ‘Without Security, Liberty Dies’, The Guardian, 31 August 2005.
  Richard Norton-Taylor, ‘There’s No Such Thing as Total Security’, The Guardian, 19 August 2005.
  ‘Blair: No need for July 7 Inquiry’, The Guardian, 14 December 2005.
  Jon Sulverman, ‘No Restrictions on Anti-UK Radio’, BBC News, 19 August 2005.
  ‘Airport Terror Suspects Released’, BBC News, 18 August 2005.
  ‘Judges Face Human Rights Shake-up’, BBC News, 12 August 2005.
  İngiliz polisinin söz konusu gerekçelerini en iyi özetleyen belge Metropolitan Polisi Yardımcı Komiseri (Başkan Yardımcısı) Andy Hayman’ın İçişleri Bakanlığı’na 6 Ekim 2005’te yazdığı mektuptur.
  http://www.answers.com/topic/terrorism-bill-2005?method=22
  ‘Point-by-point: Terror Debate’, BBC News, 9 November 2005.
  Robert Verkaik, Colin Brown, Ben Russell ve Cahal Milmo, ‘Ministers Use Cartoons Anger to Renew Calls for “Glarification of Terrorism” Law’, The Independent, 7 February 2006.
  ‘Terror Plans Suffer Lords Defeats’, BBC News, 17 January 2006.
  William Rees-Mogg, ‘Someone to Watch Over You’, The Times (Londra), 16 January 2006.
  ‘Lords Reject Torture Evidence Use’, BBC News, 8 December 2005; Gethin Chamberlain, ‘Torture Ruling is Shrugged Off’, The Scotsman, 9 December 2005. 
  Alan Travis ve Duncan Cambell, ‘Crucial Decisions for Detention Judges’, The Guardian, 9 December 2005.
  Hannah K. Strange, ‘New Setback for U.K. Terrorism Bill’, UPI, 26 January 2006.
  ‘Fresh Defeat for Government on terrorism Bill’, The Guardian, 1 February 2006.
  Simon Freeman, ‘Government Loses Internet Terror Bill By One Vote’, The Times, 2 February 2006.
  Reed V. Landberg, ‘U.K. Lords Seek More Limits on Blair’s Anti-Terrorism Laws’, Bloomberg, 1 February 2006.
  ‘Terror Laws Harm Race Relations’, BBC News, 6 January 2006.
  ‘Free Foreign Suspects on Control Orders, Says Terror Watchdog’, The Guardian, 3 February 2006; Ben Russell, ‘Britain “Faces Danger of More Suicide Attacks”, The Independent, 7 February 2006; ‘UK Warned of More Suicide Bombs’, BBC News, 2 February 2006.
  Bakan Charles Clarke’ın David Davis ve Mark Oaten’e resmi mektubu, İçişleri Bakanlığı, Home Office, 6 October 2005.
  Türkiye’de terörle mücadelenin nasıl bir zeminde olması gerektiği konusunda yazarın diğer çalışmaları için bkz.: Sedat Laçiner, ‘Terörle Mücadele ve Meclis’, USAK Stratejik Gündem, 17 Ağustos 2005; Sedat Laçiner, ‘Toplumsal Sorunların Bir Belirtisi Olarak Terörizm’, Journal of Turkish Weekly Türkçe, 20 Kasım 2004, http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=27.
  Türkiye’de mevcut kanunları daha sert hale getirme çalışmaları konusunda bkz.: ‘Türkiye’de Terörist Olmayan Kalmaz’, AktifHaber, http://www.aktifhaber.com/images/news1/usak8.html, 2005; ‘Terörle Mücadele Kanunu Satranca Dönüşmemeli’, Hukuk Gündemi, 25 Ağustos 2005,http://www.hukukgundemi.com/modules.php?name=News&file=print&sid=144; Murat Aydın, Melik Duvaklı ve Deniz Aydın, ‘Yeni terörle Mücadele Yasa Taslağına Aydınlar Tepki Gösterdi’, Zaman, 8 Eylül 2005; Murat Aydın, ‘TMK Taslağında Yer Alan Tedbirler Sıkıyönetim Dönemini Hatırlatıyor’, Zaman, 8 Eylül 2005; Deniz Güçer, ‘Terörle Mücadelede Amerikan Yöntemi’, Akşam, 8 Eylül 2005.
Polis Akademisi öğretim üyesi Doç. Dr. Mesut Bedri Eryılmaz ile mülakat, Ankara, 12 Temmuz 2005.



Not: İlk olarak Nisan 2006 tarihinde yayınlanmıştır
Doç. Dr. Sedat Laçiner
6 Ocak 2010, Çarşamba



http://www.usakgundem.com/makale/62/uluslararas%C4%B1-ter%C3%B6rizm-%C4%B0le-m%C3%BCcadelede-hukuki-%C3%B6nlemler-%C4%B0ngiltere%E2%80%99de-yeni-ter%C3%B6rizm-yasas%C4%B1-%C3%B6rne%C4%9Fi.html

****

Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler BÖLÜM 3

Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler  BÖLÜM 3



2005 Terörle Mücadele Yasası’nın üzerinden bir yıl geçmek üzeredir ve hatırlanacağı üzere yasa Hükümet’in muhaliflere yasayı bir yıl sonra gözden geçirme sözü üzerine geçmişti. Bu da yasanın 2006 yılında da İngiltere’de hararetli tartışmaların odağında yer alacağını göstermektedir. Nitekim Blair Hükümeti 2 Şubat 2006 itibariyle parlamentodan yasadaki bazı yetkilerin ve sınırlandırmaların (yargısız, cezasız ev hapsi gibi) uzatılmasını talep etmiştir.  Yasanın çıktığı an ile uzatmaların tartışılacağı dönem arasındaki en önemli fark ise 7 Temmuz Londra Bombalamaları’nın yaşanmış olması olacaktır. 

VIII. 7 TEMMUZ LONDRA SALDIRILARI 

7 Temmuz Londra saldırıları ‘İngiltere’nin 11 Eylül’ü olarak adlandırılmıştır ve İngiltere’nin terör konusundaki panik halini daha da arttırmıştır. Saldırılar ülkenin kalbinde gerçekleştirilmiş ve 52 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Çok sayıda yaralının dışında İngiliz vatandaşları her an terör saldırısının olabileceğini, üstelik saldırganlarının ülkelerinde yaşayan kişiler olduğunu düşünmeye başlamışlardır. 7 Temmuz saldırıları koordineli bir dizi intihar saldırısıdır. 
Temelde Londra’nın ulaşım sistemini hedef almıştır. Ulaşım sisteminin seçilmesinin de özel bir nedeni vardır. Toplu taşıma sistemleri modern yaşamın atar damarları gibidir ve bunlarda yaşanacak bir tıkanma modern yaşamı sekteye uğratır. Bu da terör örgütlerinin oluşturmak isteği güvenlik bunalımını arttırır. Bu nedenle saldırganlar kendiler açısından oldukça iyi hedefler seçmişlerdir. Nitekim saldırılardan sonra Batı dünyasında metro ve diğer toplu taşım araçlarının kullanımında belli bir süre azalma yaşanmıştır. En yoğun saatlerden birinde (08:50) gerçekleşen saldırılarda ilk üç bomba metro istasyonlarında patlamıştır. Dördüncü bomba ise 09:47’de Tavistock Meydanı’nda bir otobüste patlamıştır. Olaylarda 56 kişi hayatını kaybederken 700’den fazla kişi de yaralanmıştır. Olay 1988’de Pan Am yolcu uçağının İskoçya semalarında havaya uçmasının ardından gerçekleşen en büyük terör saldırısı sayılmıştır. Hatta bazı kaynaklar bu saldırıları İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen en kanlı saldırı olarak değerlendirmişlerdir. Saldırının yapılış şekli dikkate alındığında bu saldırının Pan Am Saldırısı'ndan daha dehşet verici olduğu ve İngilizlerin kendilerini daha fazla savunması hissetmelerine yol açtığı muhakkaktır. Saldırıları etkili kılan bir diğer neden de, bu esnada İngiltere’nin 31. G8 Zirvesi’ne ev sahipliği yapıyor olması ve dünyanın en güçlü liderlerinin İngiltere’de bulunuyor olmasıdır. Ayrıca bombalama Londra’nın 2012 Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği yapacağının açıklanmasından bir gün sonra olmuştur. Olayın bir diğer dikkat çekici özelliği Batı Avrupa’da İslamcı terör gruplarınca gerçekleştirilen ilk intihar saldırısı olmasıdır. Üstelik saldırganlar İngiltere’de yaşamaktadırlar ve hatta İngiliz vatandaşıdırlar. 

7 Temmuz saldırılarından sonra 2005’de 130 terör zanlısı tutuklanmıştır.  Bunlardan sadece 4 kişi olayın asıl failleri olarak belirlenmiştir. Saldırılar çok sert önlemleri meşrulaştırırken, olaydan iki hafta sonra Brezilyalı bir elektrikçi olan Jean Charles de Menezes bir tren istasyonunda, sadece şüpheden hareketle vurularak öldürülmüştür. Görgü tanıklarına göre Menezes sadece trene yetişmeye çalışmıştır ve güvenlik güçleri ateş etmeden önce yeterli uyarılarda dahi bulunmamışlardır. Güvenlik güçleri ise Menezes’in şüpheli davranışlar içinde olduğunu ve başka bir bomba taşıyıcısından şüphelenen görevlilerin risk almak istemediklerini ve ateş ettiklerini belirtmişlerdir. Daha sonra sızan bilgilere göre kamera görüntülerinden Menezes’in Etiyopya veya Somali’den olduğu sanılmış, ardından 5 dakika kadar takip edilmiş, bir otobüse onunla birlikte binilmiş ve istihbarat görevlileri onu Stockwell Metro İstasyonu’na kadar takip etmişlerdir. Bu takip sırasında Menezes’in bakışları ve hareketlerinden yeni bombacının o olduğu sonucu çıkarılmış ve trene binmeden hemen önce ateş açılmıştır. Ancak olay sonrasındaki incelemeler göstermiştir ki Menezes vurulmayı gerektirecek herhangi bir eylemde bulunmamış, kendisine yeterli uyarılarda bulunulmamış, polisin kendisine saldırısı da durum ile son derece orantısız gerçekleşmiştir. Çok sayıda polis, çok sayıda kurşun kullanmış, Menezes öldükten sonra dahi ateş edilmiştir. Menezes’in terör ile hiçbir ilgisinin olmaması, polisin vurduğu kişi konusundaki tüm tahminlerinin yanlış çıkması, üstelik sadece tahminlerden hareketle ateş açması İngiliz toplumunda iki kutuplu bir tartışmayı da başlatmıştır. İngiltere Başbakanı, Hükümet, İçişleri Bakanı ve Londra Belediye Başkanı açıkça polislerin yanında yer almış, terörle mücadelede en ufak bir riskin dahi alınamayacağını savunmuşlardır. Bu yaklaşıma göre ‘kurunun yanında yaş’ da yanacaktır ve bugün olsa Menezes benzeri durumdaki başka bir kişinin vurulması da mümkündür. 

İstihbarat ve Güvenlik Birimlerinin Tutumu Tıpkı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi 7 Temmuz saldırılarında da en başarısız birimler aslında İngiliz istihbarat ve güvenlik birimleri olmuştur. Olay daha evvelden tahmin edilememiş ve engellenememiştir. Hatta saldırılardan birkaç hafta evvel İngiltere’nin terör alarm durumu düşürülmüştür. Saldırılardan hemen sonra İngiliz vekillerin karşısına çıkan MI5 yetkililerinin saldırılar konusunda zerre fikirlerinin olmaması da diğer bir şok edici gelişmedir. Böyle bir tablo karşısında sorumluların cezalandırılmaları beklenir. Oysa tıpkı Amerika örneğinde olduğu gibi en başarısız birimlerin önemi artmış, yetkileri de facto ve de jure olarak genişletilmiştir. Bu ortamda istihbarat ve güvenlik birimlerinin tutumu da tehlikeyi olabildiğince büyük göstermek ve mevcut yasalar ile terör ile mücadelenin mümkün olmadığının altını çizmek olmuştur. Örneğin İçişleri Bakanı Charles Clarke, MI5’ın Başkanı Eliza Manningham-Buller ve Londra Polis Komiseri James Hart Londra’da terörist saldırıların kaçınılmaz olduğunu söylemiş, bazı güvenlikçiler de 3. bombanın da kaçınılmazlığından bahsetmişlerdir.  Bu ortamda denebilir ki teröristlerden çok terörle mücadele edenler ülkedeki gerginliği canlı tutmuş ve güçlendirmişlerdir. Tek farkla, teröristler kontrolsüz bir terör isterken, terörle mücadele edenler kontrollü bir gerilimi beslemişlerdir.Hükümet’in 7 Temmuz’a Yanıtı Ulaşım hatlarına karşı şehrin kalbinde gerçekleştirilen bombalı saldırılar ve yeni saldırıların kaçınılmazlığı üzerinde oluşan efsane Hükümet üzerinde büyük bir baskıya neden olmuştur. 

11 Eylül, Afganistan ve Irak operasyonlarıyla zaten gerilmiş olan İngiliz toplumu iki kez olağan yaşamın kalbinde vurulunca güvenliği en önemli gündem maddesi olarak görmüştür. Bu noktada ünlü bir güvenlik uzmanının tespitini hatırlatmak gerekiyor: “Güvenlik oksijen gibidir. Varken varlığını anlayamazsınız, olmadığı zaman ise her şey o olur, onsuz yapamazsınız”. Bu sözlere bir noktayı daha eklemek gerekir, güvenlik bir histir ve o his kaybolmaya başlayınca panik süreci de başlar. Tıpkı oksijensiz kaldığını sanan bir kişinin içinin daralması ve boğulma tehlikesi yaşaması gibi toplumlarda da benzeri krizler yaşanır. Gerçekler ne olursa olsun, güvenliğin kaybolmaya başladığını düşünen toplumlar paniğe kapılırlar ve güvenliği tekrar elde edebilmek için neredeyse her şeylerini feda edebilirler. Olağanüstü şartlarda alınan önlemler ise bu önlemlerden yararlananlarca kısa sürede kurumsallaştırılır ve uzun döneme yayılmaya çalışılır. Özetle toplumun kendisini sadece teröristlerden veya diğer tehlikelerden değil, bu tehlikelerden yararlanmaya çalışan kurum ve kişilerinden de koruması gerekir. İngiltere’de de bazıları bu zaaf üzerinde durmuş, toplumu güvenliksiz hissine yöneltmişlerdir. Saldırılardan hemen sonra The Guardian gazetesi tarafından yapılan anket yanıt verenlerin üçte ikisinin güvenlik ve düzen için sivil haklardan taviz verilebileceğine inandığını göstermiştir. Saik ne olursa olsun toplumun Hükümet’ten beklentileri artmış ve Hükümet de kendisini yeni önlemler almak zorunda hissetmiştir. Elbette toplumun beklentilerinin yönlendirilmesinde Hükümet’in de bilinçli ve/veya bilinçsiz payı olmuştur. 5 Ağustos 2005’de Başbakan Tony Blair’in “oyunun kuralları artık” değişiyor  açıklaması anlamlıdır. Kanunlarda ne yazarsa yazsın, eğer karar alıcılar ve icracılar oyunun kurallarının değiştiğini düşünüyor ise kanunların uygulanışı tamamen değişir. Nitekim İngiltere’de de bu olmuştur. Kanunlar aynı kalsa dahi uygulama değişmiştir. Kaldı ki kanunların aynı kalmaması içinde gerekli çalışmalar süratle başlatılmıştır. İlginç olan kanun değişiklikleri için süratli davranan, hatta acelecilikle suçlanan İngiliz Hükümeti olayları parlamentoda ve kamuoyunda tartışma konusunda aynı istekliliği göstermemiştir. 7 Temmuz Saldırıları için meclis görüşme ve soruşturması açılması istendiğinde Hükümet buna karşı çıkmıştır. 

Başbakan Blair, polis ve güvenlik güçleri imkânlarının bu tür soruşturmalarda bölünmemesinin o dönem için önemli olduğunu söylemiştir. Blair’e göre çok daha acil konular varken polisin ve diğer güvenlik birimlerinin gücünün ve zamanının bölünmesi israftır. Hükümet bir yandan yasal düzenlemeler üzerinde dururken ilk hedef olarak istediği yabancıyı sınır dışı edebilme hakkını elde etmeyi gerekli görmüştür. Ancak sınır dışı edilecek kişilerin insan hakları karneleri zayıf ülkelere gönderilecek olması ve İngiltere’nin imzaladığı anlaşmalar ve hukuku ile uyumsuzluğu nedeniyle Hükümet bu ülkeler ile ikili anlaşmalar yaparak, gönderilecek kişilerin idam edilmemesi ve kötü muamele görmemesini de teminat altına alacak düzenlemelere yönelmiştir. İlk olarak Ağustos 2005’de Ürdün ile bir anlaşmaya varıldığı belirtilmiştir. Bu çerçevede 10 terör zanlısı hiçbir kanıt olmaksızın sınır dışı edilmek istenmiştir. Öyle ki Londra’da İngiltere karşıtı bir radyo işlettiği öne sürülen Suudi Arabistan kökenli Dr. Muhammed El Massari’nin dahi sınır dışı edilmesi bazı milletvekillerince talep edilmiştir. Irak ve Suudi Arabistan’a yayın yapan radyonun suçu İngiltere politikalarını eleştirmesidir. Saldırıların ardından güvenlik korkuları öylesine artmıştır ki metroda veya havaalanında ilgili ilgisiz birçok kişi gözaltına alınmış ve sonrasında hiçbir suçlama olmaksızın serbest bırakılmışlardır. Örneğin 18 Ağustos’ta iki kadın Manchester Havaalanı’nda yakalandıktan sonra hiçbir suçlama olmaksızın serbest bırakılmıştır.  

Kadınlar 2000 Terör Yasası’nın Section 15’de düzenlenen terör amaçlı para ve mal sağlamayı düzenleyen maddesi çerçevesinde yakalanmışlardır. Yine bazı evler de bu çerçevede aranmıştır. Biz ve Öteki Bölünmesi 7 Temmuz Saldırıları’nın İngiliz toplumu üzerindeki en büyük etkisi belki de kimin Britanyalı olduğu sorusu üzerinde düğümlenmiştir. İngiltere vatandaşı olmalarına ve doğduklarından beri o ülkede yaşamış olmalarına rağmen Müslümanların İngiliz (Britanyalı) olup olmadıkları tartışılmaya başlamıştır. Güvenlik ve düzen önde gelir diyen birçok grubun aslında ön kabulü Müslüman Britanyalıların gerçekte Britanyalı olmadıklarıdır. Hal böyle olunca güvenlik ve düzen için feda edilecek sivil haklar aslında o ülkenin ‘gerçek’ vatandaşlarının değil, ‘gerçekte vatandaş olmayan / olamayacak vatandaşları’nın haklarıdır. Zaten yasa değişikliği taleplerine bakıldığında bu taleplerin dış tehditlere benzer talepler olduğu da görülecektir. Güvenlik-Özgürlük İkilemi Baskı sadece Hükümet üzerinde oluşmamış, buradan yargıya da kaymıştır. Özellikle ülkedeki yabancılar ‘günah keçisi’ ilan edilirken sınırdışı etme davaları da daha çok kamuoyunun gözü önünde cereyan etmiştir. Öyle ki Lord Falconer yeni yasaların yargıçlar ve mahkemeler üzerinde baskı oluşturduğunu ve yargıçları karar alırken ‘İnsan Hakları Yasaları’ndan çok ‘ulusal güvenliği’ dikkate almaya zorladığını söylemiştir. Saldırılardan bir ay sonra konuşan Lord’a göre İngiltere istediği yabancıyı sınır dışı edebilecektir, ancak bu arada birçok insan hakları ile ilgili anlaşma ve yasayı da ihlal etmiş olacaktır.  Ancak Lord’un buna çözümü İçişleri Bakanı’nın mahkemelerin danışmanlığında iç güvenlik ile bireysel özgürlükleri dengelemesidir. 

IX. TERÖR YASASI TASARISI – 

EKİM 2005 Hükümet yukarıda belirtilen baskıların da etkisiyle Sonbahar 2005’de kapsamlı bir terör yasası üzerinde durmuştur ve 12 Ekim 2005’de Terör Yasası (The Terrorism Bill) adı altında 2005 Terörü Önleme Yasası esnasında da atıfta bulunulan çalışmaların ürünü olan taslağı sunmuştur. Böylece bir yıl içinde iki ayrı temel yasa değişikliği girişimi yaşanmıştır. Terör Yasası üzerindeki tartışmalar 2006 itibariyle henüz sona ermiş değildir. Hükümet 2005 Terörü Önleme Yasası’ndaki bazı yetkileri bu yasayla genişletmek, yeni sınırlandırmalar getirmek ve bazı alanları terörle mücadele yasal düzenlemelerine dâhil etmek istemektedir. Tasarının 7 Temmuz Londra Saldırıları’nın etkisinde hazırlandığı açıktır. Parlamentonun her iki kanadında bugüne kadar süregelen tartışmalarda Hükümet ve destekçileri ile liberal duruş sergileyen muhalefet arasında ciddi bir çekişme yaşanmaktadır. Bir taraf güvenlik ve tehdit vurgusunu yaparken, muhalifler özgürlükler ve gereksiz önlemler üzerinde durmaktadırlar. Tasarıda en çok dikkat çeken öneriler dört ana başlıkta toplanabilir: - Terör eylemlerinin övülmesinin yayın veya konuşma yoluyla övülmesinin suç haline getirilmesi,

- Terörizmin hazırlanmasında kullanılan veya yararlı olabilecek materyallerin yayılmasını suç haline getirmek,
- Terörist eğitim vermeyi veya almayı, bu amaçla hazırlanmış sitelere devam etmeyi suç haline getirmek,
- Terör zanlılarını mahkemeye çıkarmadan gözaltında tutma süresinin 14 günden 90 güne çıkarılması. 

90 Güne Hayır 

9 Kasım 2005’de tasarıya verilen Hükümet değişikliği önerisinde polise 90 gün süreyle zanlıyı hiçbir suçlamada bulunmadan gözaltında tutma yetkisi verilmek istenmiştir. 2000 Terör Yasası’na göre bu süre 14 gündür ve daha önceki süre olan yedi gün yeterli bulunmayarak arttırılmıştır. Dolayısıyla 90 gün ile yedi gün karşılaştırıldığında İngiliz polisinin kayda değer bir artış istediği ortadadır. Ayrıca Hükümet polisin henüz kanıtlar olgunlaşmadan da zanlıları tutuklayabilmesi gerektiğini savunmuştur. Hükümete göre El Kaide benzeri örgütler polisten hızlı davranabilmekte ve bu da polisin haberi olmaksızın bir saldırı planının devam etmesini sağlayabilmektedir. Polisin 90 günlük süre talep etmesine getirdiği gerekçelerin başında ise ‘yeni teröristler’in, IRA’den ve diğer Kuzey İrlanda teröristlerinden farklı olarak olaylarda kayıp sayısını olabildiğince arttırma çabası gelmektedir. İrlanda teröristleri siyasi nedenlerden dolayı ölü sayısını minimumda tutarken El kaide benzeri gruplar ölü sayısını olabildiğince arttırmaktadırlar. Bu da ‘yeni teröristler’le mücadelede alınacak herhangi bir riski çok pahalı bir hale getirebilmektedir. Bu nedenlerle kanıtlar az da olsa hızlı davranılmalı ve kanıt toplama süresi boyunca zanlılar gözaltında tutulmalıdır. Polisin getirdiği ikinci gerekçe ise terör ağının uluslar arası bir hal almış olması ve aralarındaki iletişimin çok hızlı ve yoğun olmasıdır. Bu nedenle verilen sürelerde polisin kanıtları toplaması ve teröristleri engelleyebilmesi mümkün olamamaktadır. Yine polisin getirdiği bir diğer gerekçe de zanlıların gerçek kimliğini ortaya çıkarmanın zaman almasıdır. Çalıntı kimlik kartları daha fazla zaman verilmesini gerekli kılmaktadır. Yeni terör tehdidinde teröristlerle sorguda genelde bir çevirmen bulundurmak gerekmektedir, bu da sorgu süresini uzatmaktadır. Bazen sorguda çevirmenin lehçeleri vb. dahi anlaması gerekmektedir ki, böyle çevirmenleri istenilen sayıda bulabilmek zordur. Polisin bir diğer gerekçesi ise teröristlerin teknolojiye son derece uyumlu olmasıdır. Teröristler ile birlikte çok sayıda bilgisayar vb. bulunduğuna dikkat çeken Londra Polisi, terörle mücadelenin sadece şahıs yakalamak değil, aynı zamanda bilgi yakalamak olduğu ve bunun da zaman alan bir süreç anlamına geldiğini iddia etmiştir. Polis bir diğer tezinde ise biyolojik, nükleer, kimyasal, nükleer vb. tehditleri barındıran yeni terörizmin geçmişle kıyaslanamayacak kadar karmaşık olduğunu ve daha çok zamana ihtiyaç duyulduğunu söylemiştir. Yine İngiliz polisine göre teröristlerin eylemlerinden evvel yoğun bir şekilde cep telefonu kullanmaları önemli bir fenomendir. 

Bunun önüne geçmek de gözaltı süresinin uzamasından geçmektedir.

 Ayrıca yeni olaylarda bir avukat çok sayıda zanlıyı temsil etmektedir ve çoklu danışmanlıklarda süre daha fazla israf olmaktadır. Bu nedenle sorgulamanın yeterli olabilmesi için daha uzun gözaltı süresi şarttır. İngiliz polisinin gerekçeleri incelendiğinde sadece sorgunun selameti değil, terör zanlısının gözaltında tutularak eylemde bulunmasının engellenmesi kaygısı da bulunmaktadır. Ancak zanlı olmak dışında herhangi bir özelliği olmayan kişileri ihtimallerden hareketle fiziksel olarak bir yerde kapalı tutmak kişi hakları ve demokrasi açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek bir yaklaşımdır. Zaten 90 günlük talebe en önemli eleştiriler de bu noktadan gelmiştir. Avam Kamarası 8 Kasım 2005’de 90 günlük gözaltı süresi talebini reddetmiştir. 

Oylamada 322 aleyhte oya karşın 291 lehte oy çıkmıştır. Parlamentoda muhalefet teklif edilen süre yerine hâlihazırda geçerli olan 14 günlük sürenin 28 güne çıkarılabileceği söylenmiştir, ki bu da gözaltı süresinin iki misline çıkmasına parlamentonun rıza gösterebileceğine işaret etmektedir. Yenilginin ardından hem Başbakan Blair, hem de İçişleri Bakanı Clarke yenilginin terörle mücadele konusunda yeni yasal düzenleme arayışlarını sona erdirmeyeceğini açıkladılar. Oylamadan sonra ikili Parlamento’yu halkın görüşlerini kararlara yansıtmamakla da suçladılar. Blair ve Clarke’ın bu iddialarına konu olan kamuoyu yoklamasını ise Sky News’in gözetiminde YouGov yaptı. Daha çok internet yoklaması şeklinde gerçekleşen ankete göre İngiliz halkının % 72’si 90 günlük gözetim süresini destekliyordu. Sadece % 22’lik bir kesim 90 güne karşı çıkıyordu. Ancak bu anket birçok kişi tarafından çelişkili bulundu.  BBC’nin yaptığı anket ise daha farklı bir sonuca ulaştı. Bu ankete göre 90 günü destekleyenlerin oranı % 41’di. 28 gün olsun diyenler % 24’de kalırken, 42 gün diyenler % 7 idi. 14’de, yani eskisi gibi devam etsin diyenlerin oranı ise % 28 olmuştur. Oylamaya 150.912 kişi katılmıştır. Oylamada 49 İşçi Partili milletvekilinin de tasarı aleyhine oy vermesi ve bunlardan 12’sinin eski bakanlardan oluşması 90 günlük gözaltı süresinin ne kadar büyük bir tepki çektiğinin de göstergesidir. Öyle ki Tony Blair Hükümeti bu yenilgi ile ciddi bir güven sorunu da yaşamıştır. Hükümet’in bir tasarısının bu kadar çok kendi partisinden muhalefet görmesi İngiltere için de sıkça rastlanan bir durum değildir. Aslında tasarıda belirtilen birçok nokta 90 günlük süre hariç Avam Kamarası’nın çoğunluğu tarafından paylaşılmıştır. Yani tasarının yasalaşması hala ümit edilebilirdi. Ancak Avam kamarası’na göre daha liberal bir duruş sergileyeceği düşünülen Lordlar Kamarası’ndaki görüşmeler tasarı için bir diğer riskli safha olurdu. Parlamentodaki muhalefetin en çok üzerinde durduğu konu 90 günlük bir sürenin terörü nasıl engelleyeceği hususu olmuştur. Milletvekilleri 14 günden sonra polisin ciddi bir kanıt göstermesi gerektiğini ve en azından bu kanıtın terörün önlenmesinde katkısı olacağını belli bir makama ispat etmesi gerektiğini belirttiler. İşçi Partisi’nden Mark Fisher 90 gün insanları hapiste tutup, ardından salıvermenin topluma birçok mağdur kişi göndermek olacağını ve bunun da aslında terörü önlemeye değil, teröre toplumsal zemin hazırlamaya yarayacağını söylemiştir. ABD ve İngiltere gözaltına alınıp zor günler yaşayan birçok kişinin herhangi bir suçlama olmadan salıverildiği hatırlanacak olur ise bu kişilerin güvenlik güçleri hakkında toplumda oluşturacağı efsaneler gelecekte güvenlik güçleri ile toplum arasındaki güveni zedeleyebilir. Muhafazakâr Parti Gölge Bakanı David Davis de 90 günlük gözaltı süresinin aslında ‘yargısız hapsetmek’ anlamına geldiğini söylemiştir. Gerçekten de bazı suçların cezasının 3 ay olduğu düşünülecek olur ise hiçbir suçu olmadığı sonunda kesinleşen bir kişinin 3 ay boyunca hapsedilmesi yargılamadan cezalandırmak anlamına gelebilir. ‘Terörü Övme’ Suçu Avam Kamarası’ndaki yenilgiye rağmen İçişleri Bakanlığı terör düzenlemeleri konusundaki ısrarını sürdürdü. Ancak bir diğer kısmi yenilgi de Lordlar Kamarası’ndan geldi. Daha önce ‘terörü övme’ (glorifying terror) eylemini ayrı bir yasa ile suç haline getirmek isteyen Hükümet bunun yerine söz konusu eylemi Terör Yasası’nda suç haline getirmek istemiştir. Hükümete göre terör olaylarını övmek dolaylı yoldan terörü desteklemektir. Yine Hükümet ülkede bulunan bazı imamların (Ebu Qutada, Ömer Bekri Muhammed ve Ebu Hamza El Masri gibi) 11 Eylül öncesinde konuşmalarında ve hutbelerinde terörü öven ve teşvik eden unsurlar olduğunu belirtmiştir. 

Gerekçelerde 11 Eylül öncesinde teröre giden yolda bu tür konuşma ve övgülerin terörü nasıl beslediği çok sayıda örnek ve rakam ile desteklenmiştir. 
Ancak verilen rakam ve örneklerin önemli bir kısmı çelişkili bulunmuştur. Ancak bu istek de Lordlar Kamarası’nın yoğun bir direnişi ile karşılaşmış ve 
16 Ocak 2006’da 270’e 144 ile tasarı kabul edilmemiştir. Karşı çıkan lordların en önemli kaygısı ifade özgürlüğünün tehlikeye düşecek olmasıdır. ‘Terörü övme’nin tanımı ikna edici değildir ve oldukça muğlâktır. Parlamento’nun Ortak İnsan hakları Komitesi de ‘terörü övme’ ‘suçu’nun hukuki kesinliğin yeterli olmadığını belirtmiştir. 

Suçun ne olduğu tartışmalı olduğu gibi nasıl işlendiğinin tespiti de mümkün görülmemiştir. Reddedilmesine karşın Hükümet’in ‘terörü övme’ konusunu suç haline getirmede ısrarcı olacağı görülmektedir. Çünkü Hükümet her fırsatı bunun için kullanmak istemektedir. Nitekim Danimarka’da yayınlanan ve Hz. Muhammed’i terörist gibi gösteren karikatürlerden sonra tüm dünyada başlayan protesto gösterileri de İngiliz güvenlik güçleri ve Hükümeti’nce fırsat olarak görülmüştür. Londra’daki Danimarka elçiliği önünde karikatürleri ve Danimarka’nın tutumunu sert bir dille eleştiren bazı göstericilerin terörü övdükleri iddia edilmiş, bunun suç haline gelmemesi halinde terörün engellenemeyeceği söylenmiştir. Bu oylamadan bir gün önce de Hükümet Lordlar Kamarası’nda kimlik kartı (nüfus cüzdanı) direnişiyle 
karşılaşmıştır. Bilindiği üzere İngiltere tarihsel geleneklerinin bir sonucu olarak kimlik kartı olmayan bir ülkedir. Ancak terör olaylarının ardından İngiliz İçişleri 
Bakanlığı herkese kimlik kartı çıkarılması yönünde bir öncelik belirlemiştir. Buna rağmen Lordlar kimlik kartının terörle mücadelede yararları konusunda da ikna 
olmamışlardır ve maliyet-fayda dengesinin tekrar gözden geçirilmesini istemişlerdir.  Kimlik kartı yenilgisinde en önemli unsur olarak maliyeti gösterilmektedir. 

Ancak kimlik kartı uygulamasının daha geniş bir sosyal kontrol eğiliminin bir alt parçası olduğu da önemli bir argüman olmuştur. 

Bu yaklaşıma göre İngiltere sokakları gizli kameralar ile doludur ve sayıları her geçen gün artmaktadır. İngiltere’de daha fazla teflon dinlenmekte, e-mailler izinsiz izlenmektedir. Kimlik kartı uygulamasına da geçilmesiyle birlikte sıradan vatandaşlar üzerindeki devlet kontrol en üst noktaya çıkacak, İngiltere bir tür gözetim toplumu haline gelecektir. Özgürlükçü yorumlarda bunun sonunun bir tür polis devleti olacağı ve polisin ileride çok basit nedenlerle insanları durdurmaya ve hatta yasal süreçlere ihtiyaç duymadan cezalandırmaya başlayacağı iddia edilmiştir. Parlamentoda üst üste gelen bu ‘yenilgiler’ İçişleri Bakanlığı’nda tepkiye yol açmıştır. 

Bakanlıktan Hazel Blears, Hükümet’in seçmenlere ‘terörist saldırıları övmeyi/yüceltmeyi’ suç haline getirme sözünü verdiğini hatırlatarak “bunu eninde sonunda gerçekleştireceğiz” dedi. Bayan Blears’a göre bu tür övgüler yeni saldırılara yol açıyordu. Özellikle genç ve aklı karışık kişiler bu tür mesajlardan etkileniyordu. 

Ancak Blears’ın burada gözden kaçırdığı nokta tanımın iyi yapılamamasıydı. Parlamento üyelerinin tamamına yakını terör ve güvenlik kaygılarını paylaşıyor ve önlemlere destek veriyordu. Ancak karşılaşılan tüm direnişlerde yasaların iyi hazırlanmadığı, aceleye getirildiği, olağanüstü haller öne sürülerek kalıcı sınırlamaların getirildiği görülüyordu. İşkence İle Alınan Kanıta Hayır 11 Eylül’den sonra Amerikan ve İngiliz güvenlik birimleri yasal yöntemler ile terör suçlularının konuşmayacağını ve saldırıların önlenemeyeceğini bir ön kabul olarak almışlardır. Bu durumda işkence önemli bir fiili kanıt toplama yöntemine dönmüştür. 

Güvenlik güçleri ve Hükümet terör zanlılarını sorgulamada işkence veya kötü muamele olarak yorumlanabilecek önlemleri de yasallaştırmaya çalışmışlardır. 
Ancak yine Parlamento ve hukuk adamlarının dikkatli davranmaları sonucunda bu tür girişimler de yarım kalmıştır.  Hukuk lordları işkence ile alınan/alınma 
ihtimali olan kanıtların mahkeme sürecinde kullanılmayacağını Aralık 2005’de karara bağlamıştır. Lordların kararına konu olan ve yargı kararı olmaksızın tutulan 8 yabancı zanlının düzeltme talepleri Temyiz Mahkemesi (Court of Appeal) tarafından reddedilmişti. Kararı alan hukuk lordları arasında olan Lord Bingham İngiltere yasalarının işkenceyi ve işkence ile alınan sonuçları 500 yıldır yasakladığını öne sürerek, Temyiz Mahkemesi’nin çoğunluk kararıyla aldığı önceki kararının alındığı zaman bunun ulusal ve uluslararası yükümlülükleri zedelemesinden endişe ettiğini açıklamıştır. Kurulun bir diğer üyesi olan Lord Carswell de böyle bir uygulamanın devletin ahlaki açıdan yozlaşmasına neden olacağını söylemiştir. Lordların bu kararıyla terörü önlemek maksadıyla da olsa işkence ile alınacak kanıtların mahkemelerce kabul edilmeyeceği kabul edilmiştir. Bu kararla 30 civarındaki sınır dışı davasında hâkimler eldeki verilerin nasıl alındığını da dikkate almak zorunda kalacaklardır. 60 Güne de Hayır Daha önce Kasım 2005’de terör zanlılarını mahkeme karşısına çıkarmadan ve suçlama olmaksızın 90 gün gözaltında tutmak isteyen Hükümet parlamentoda bu isteğini kabul ettirememesine rağmen Ocak 2006’da yeni bir denemede daha bulunmuş ve bu kez de 60 günlük bir süre talep etmiştir. 

Ancak sonuç yine aynı olmuş ve Lordlar Kamarası 210’a 108 gibi net bir sonuçla talebi reddetmiştir.  Tasarıda sürenin yargıçlar tarafından haftalık olarak uzatılması da öngörülmüştür. Oturumlarda daha öncekine benzer tartışmalar yaşanmıştır. 60 günü savunan Lord Sewel, Lord Imbert gibi Lordlar bu sayede güvenlik güçlerinin daha çok kanıt toplayabileceklerini iddia etmişlerdir. Bu görüşe göre 14 günlük süre yetmemektedir ve gerçekte terörle ilişkisi olan birçok kişi bu süre içinde gerçek bir sorgulamadan dahi geçmeden salıverilmektedir. Lord Sevel sürenin 60 güne çıkarılmasının İngiltere Müslümanlarını yabancılaştıracağı iddialarına da katılmamış ve İngiltere Müslümanlarının da diğer vatandaşlar gibi terörün hedefinde olduklarını söylemiştir. Tıpkı geçmişte faşizm ve komünizmin olduğu gibi şimdide undamentalizmin liberal devletin karşısında yer aldığını savunan Lord Sevel sürenin 28 gün ile 90 gün arasında bir yerlerde olması gerektiğini savunmuştur. Sevel’in liberal devleti savunurken yargısız gözaltı süresinin uzatılmasını talep etmesi çarpıcı bir ironi oluşturmuştur. 
Aynı oturumda konuşan eski MI6 üyesi Leydi Park ve Leydi Ramsay ise terör tekniklerinin ve karmaşık teknolojinin polisin teröristler karşısında işini daha da 
zorlaştırdığını hatırlatarak, polisin daha uzun gözaltı sürelerine ihtiyaç duyduğunu savundular. Bu savunmalara karşı Muhafazakâr Partili muhalifler 14 günlük süreye yedi günden gelindiğini hatırlatarak, şimdi de 28 gün istenmesine ilke olarak karşı çıktıklarını söylediler. Lord Henley 28 günlük yargısız gözaltı süresinin altı aylık ceza gerektiren bazı suçların infaz süresi olduğunu belirterek bir kimsenin yargılanmadan, suçlu gibi ceza çekmesinin doğru olmadığını ifade etmiştir. Londra Metropolitan Polisi’nin eski Başkanı Lord Condon da 28 günün ötesine geçen gözaltı süresinin gereksiz risklere yol açacağını belirtti. Lordlar Kamarası Hükümet’in ek süre talebini reddederken İngiltere’de güçlü olduğu bilinen Hizbul Tahrir’i terör listesine alma planlarını onayladı. Basına yansıyan bilgilere göre Hizbul Tahrir’i listeye alma konusunda İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları arasında ciddi bir görüş ayrılığı yaşandı. Hizbul Tahrir ise kendisinin şiddeti savunmadığını, barışçıl faaliyetleri olduğunu belirterek, Hükümet’in önlemlerini özgürlüklerin kısıtlanması olarak değerlendirdi. Bir Yenilgi de İnternet’te Hükümet’in terörle mücadele konusundaki aceleciliği peşi peşine parlamentoda ‘yenilgiler’ almasına yol açmıştır. Bunlardan bir tanesi de Şubat 
2006’da polise terörizmi teşvik eden internet sitelerini kapatma yetkisini veren tasarının Lordlar Kamarası’nda 148’e 147 oyla reddedilmesinde yaşanmıştır.  Tasarıya göre bir internet sitesinin terörü desteklediğine karar verecek olan da polis olacaktı. Parlamentoda Muhafazakâr ve Liberaller düzenlemenin internette özgürlükleri sınırlandıracağını savunmuşlardır. 

Bazı milletvekilleri de söz konusu düzenlemenin Moskova veya Pekin için uygun olabileceğini, ancak Londra’da böyle bir uygulamanın yapılamayacağını savunmuşlardır.  

Bir diğer itiraz noktası da internet sitelerinin yayınladıkları her türlü materyalin takibini yapamayacakları, basit bir materyal nedeniyle polisin siteyi kapamasının doğru olmayacağı belirtilmiştir. Yine kapatma, ortadan kaldırma gibi yetkilerin polise değil, mahkemeye ait olması gerektiği de tartışmalar esnasında ifade edilmiştir. 

Sonuçta muhalefet polis için istenen yetkilerin hepsini uygun bulmamış, ayrıca bu tür yetkiler için mahkeme denetimini talep etmiştir. Böylece Lordlar Kamarası’nın düzeltme istekleri ile birlikte tasarı yeniden Avam Kamarası’na gönderilmiştir.  Bilindiği üzere bir taslağın yasalaşabilmesi için her iki kamaranın da onayını alması gerekmektedir. 

X. TERÖR YASALARININ TOPLUMSAL UYUMA ETKİSİ 

Terörü önleme yasalarının terörü ne kadar engelleyebildiği konusunda somut ölçüler bulunmamaktadır. Buna karşın korkular her terör saldırısı ile birlikte artmakta ve daha fazla güvenlik harcaması ve daha sert yasalara yol açmaktadır. 

Ancak bu önlemlere rağmen İngiltere’nin bugün çok daha güvenli bir ülke olduğunu söyleyebilmek güçtür. Aksine şahsi kanaatimiz odur ki İngiltere son yıllarda çok daha büyük tehditler ile karşı karşıyadır. Terörü önleme yasaları ve sıkı güvenlik önlemleri toplumda belli kesimleri tedirgin etmiştir. Suçsuz oldukları halde tedbir gereği içeri alınan kişiler topluma birer mağdur olarak geri gönderilmiştir. Bu da toplumda terörün ihtiyaç duyacağı zemini güçlendirmiştir. Son dönemdeki yasal düzenlemelerin belli bir ırk veya dini hedef almadığı ne kadar söylenirse söylensin, İngiltere Müslümanlarının kendilerini hedefte gördükleri açıktır. 

Nitekim Oldham Irk Eşitliği Ortaklığı’nın (The Oldham Race Equality Partnership, OREP) Başbakan Tony Blair’e Ocak 2006’da gönderdiği mektup terör yasalarının 
ırksal ilişkileri nasıl zedelediğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Mektupta OREP Başkanı John Tummon yeni yasalar ile İngiltere Müslümanlarının toplumdan daha fazla dışlandığını ve yeni düzenlemelerin ırk ilişkilerine zarar verdiğini söylemiştir.  Tummon’a göre hükümet ırk ilişkilerinde ayrı, terörle mücadelede ayrı hedefler ortaya koymaktadır ve teröre karşı düzenlemeler ırk ilişkilerindeki hedeflere ulaşmayı imkânsız bir hale getirmektedir. Hükümete en önemli ilişki ise Müslüman cemaatin önderleri ve kurumları ile yeterli istişarenin sağlanmamasıdır. Hükümet özellikle terör yasalarını hazırlarken Müslümanların önde gelenlerine danışmamakta, onların görüşlerini almamaktadır. Gerçi güvenlik çok büyük öncelik gören Hükümet diğer toplumsal kurumlar ile istişarede de ciddi eksiklikler içindedir. 

Bunun yerine terör yasalarının daha çok polis, istihbarat ve askeri birimler ile hazırlandığı görülmektedir. İngiltere’deki terörün kaynağında İngiltere Müslümanlarının olduğunu söylemek büyük bir haksızlık olur. 11 Eylül öncesinde belki de İngiltere Müslümanları dünyanın en barışçıl toplumlarından birini oluşturuyordu. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;

***

Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler BÖLÜM 2



Uluslararası Terörizm İle Mücadelede Hukuki Önlemler  BÖLÜM 2



II. 2000 Terör Yasası (Terrorism Act 2000)

Yasa önerisi 1999 ve 2000 yılında yapılan yoğun tartışmalara karşın 2 Temmuz 2000’de Kraliyet Onayı’nı (Royal Assent) almış, 19 Şubat 2001 tarihinde ise yürürlüğe
girmiştir.  Kabul edilen haliyle yeni Terör Yasası o güne kadar bu konudaki tüm yasaların (Sürekli olarak Parlamento’nun onayına ihtiyaç duyan kısa aralıklarla düzenli
olarak revize edilen Terörü Önleme Yasası – Prevention of Terrorism Act, Temporary Provisions ve 1998’de değişikliğe uğrayan 1996 Kuzey İrlanda Olağanüstü
Hal Düzenlemesi – Northern Ireland Emergency Provisions Act 1996) yerini almıştır (Part I, 2). Ayrıca bu yasa sadece İngiltere açısından değil, uluslararası
alanda terörizm ile mücadele konusunda tüm dünya için önemli bir adım sayılmalıdır. Çünkü bu yasa ile İngiltere gibi uluslararası sistemin önemli bir aktörü
doğrudan kendisine dönük olmadığı halde, uluslararası alanda faaliyet gösteren birçok terör örgütünü ve bu örgütlerin İngiltere’deki faaliyetlerini yasaklamıştır.
Yeni Yasa’ya Göre ‘Terör’ün Tanımı Daha önce bu alanda yapılmış bulunan düzenlemeleri birleştiren yeni yasanın ilk özelliği terör kavramını eski düzenlemelere
oranla çok daha geniş tutmuş olmasıdır. Buna göre terör, ‘Siyasi, dini ya da ideolojik sonuçlara ulaşmak için hükümeti, toplumu ya da toplumun herhangi bir
bölümünü belli bir yöne zorlamak maksadıyla, kişilere ve mala karşı yapılan ciddi şiddet kullanımı, bir kişinin hayatını tehlikeye sokmak ya da şiddet kullanımı
tehdidinde bulunulması, kamunun veya kamunun bir bölümünün sağlığını ya da güvenliğini tehlikeye sokması’dır. Bu tanıma göre terör kavramına giren tehdit
ve şiddet eylemlerin ilk özelliği hükümeti etkileme amacı gütmesidir. Fakat bu etkinin tanımı detaylandırılmamıştır. Yasanın belirttiği bir diğer özellik de halkı
ya da kamunun bir kesimini (a section of the public) korkutmak amacı gütmektir. Burada kamunun bir kesimi bir mezhep, din vb. olabileceği gibi çok daha geniş
bir yorum da yapılabilir. Yasanın bu alanda da geniş ve muğlâk bir tanımda bulunduğunu söylemek mümkündür. Son olarak şiddet kullanımı ya da şiddet kullanma
tehdidinin altı çizilmiştir. Yasanın Birinci Bölümü’nün 2e fıkrasında elektronik bir sistemi ciddi bir şekilde engellemek ya da zarara uğratmak da terör eylemleri
arasında sayılmıştır. Yasanın 4. maddesi ise terör eylemlerinde coğrafi sınırı kaldırmaktadır. 4a, b, c ve d fıkralarına göre eylemin İngiltere içinde ya da dışında
yapılması, İngiliz ya da başka ulustan bir kişi ya da kişilere karşı yapılmasının bir önemi yoktur ve terör kapsamında değerlendirilmektedir.

Aynı şekilde ‘hükümet’ ya da ‘kamu’ kavramları açısından da bir ayırıma gidilmemekte, aksine kavramın İngiltere dışına taşacak genişlikte bir tanımı yapılmaktadır.

Yasanın ilerleyen kısımları terör eylemlerini daha da detaylandırmakta ve çok sayıda eylemi bu kapsama almaktadır. Buna göre ve yasaklanmış olan örgütlerin
propagandasını yapmak, üye olmak, açık ya da kapalı alanlarda örgütün sembol ya da amblemini kullanmak / taşımak, örgüt adına kapalı ya da açık yerlerde üç
kişiden fazla bir grupla toplantı, miting ya da gösteri yapmak, bu örgütler için yardım toplamak, yardım etmek, ya da yardım toplanmasına destek olmak da dâhil
terör örgütlerine yardım sayılabilecek birçok eylem terör eylemi sayılmaktadır. Daha da ötesi bu konuda karar verici olarak İçişleri Bakanlığı gösteriliyor.
İngiliz hukuku uzmanlarına göre bundan sonra yasaklanmış bir örgütün (örneğin PKK’nın) sembolünü, renklerini taşıyan, ya da bir kişinin bu örgüte üye olduğunu
ima edebilecek bir işaret taşıması dahi, bu kişiler hiçbir terör olayına karışmamış olsalar bile yeni PTA çerçevesinde sorgulanabileceklerdir.  PKK ve DHKP-C’nin
İngiltere’de birçok üye ve taraftarının bulunduğu ve bugüne kadar açıktan propaganda yapma imkânlarına sahip oldukları hatırlanacak olursa, eski alışkanlıkların
devamı halinde birçok kişinin İngiliz yasaları önünde suçlu duruma düşebileceği açıktır. Özetleyecek olursak yeni yasa ile terörün tanımı daha önce olmadığı
kadar genişletiliyor ve terör örgütlerinin neredeyse tüm faaliyetleri yasaklanmış oluyor. Terörizm Yasası’nın bir diğer özelliği de terör gruplarının mali kaynaklarını
hedeflemiş olmasıdır. Part III’e göre eğer bir kişi terörist sayılan örgütlere mali yardımda bulunur, mali yardım çağrısında bulunur, terör gruplarından mal ya da
para alır ya da verir, verdiği para ya da malın bir terör eyleminde kullanılacağından şüphe eder ise; böyle bir örgüte ait, ya da ait olma ihtimali yüksek bir eşyayı
ya da parayı kendisinde tutar ise; terörist örgütlerin gelir elde etmesi ile sonuçlanabilecek bir girişim, organizasyon vd. İçinde yer alır ise; terör için kullanılan,
kullanılma ihtimali bulunan bir parayı, eşyayı kontrol eder ya da yönetir ise yasaya göre suç işlemiş sayılır (Part
III, 15, 1, 2, 3 ayrıca 16, 17, 18, 19). Terörle Mücadelede Yeni Alanlar Terör Yasası’nın bir diğer özelliği de daha önce terör olaylarıyla mücadelede yasaya konu
edilmemiş alanların da yeni yasayla düzenlenmiş olmasıdır.  ‘Sanal terörist’ kavramıyla terörün internet ve diğer bilgi kanalları üzerinde de gerçekleşebileceğine
dikkat çeken yeni düzenleme bu alandaki faaliyetleri de yasaklıyor ve ilgili birimlere önlem alma görevini yüklüyor. Buna göre hükümetlere ve kişilere yapılan
saldırılar da yakın takibe alınabilecektir. 2000 Terör yasası’nın polise verdiği bir diğer yetki de seyahat özgürlüğü ile ilgilidir. İngiliz polisi bu yasa sayesinde
sadece terörizmi engellemek maksatlı olarak seyahatlerde yolcunun kişisel bilgilerine ulaşabilecek, havayolu vb. şirketlerden yolcu hakkında detayları talep
edebilecektir. Nitekim Ocak 2006’da The Guardian’a yansıyan bilgilere göre İngiliz polisi terör gerekçesiyle 40 milyondan fazla yolcunun kişisel bilgilerine
ulaşmasını sağlayacak bir sistem oluşturmuştur. Yasanın Uygulanma Yöntemi Terör Yasası’nın, geçmiş deneyimlerin ışığı altında, temelde yukarıda özetlenmiş olan
benzerleri gibi uygulanacağı tahmin ediliyor. Çünkü getirdiği yeniliklere karşın eski düzenlemelerin yerini alıyor ve yaklaşımı genişlemesine karşın özünde önceki
yasaların bir devamı. Terör ile ilgili suçlarda polis ve ilgili güvenlik güçleri bu yasayla diğer vakalarda olduğundan daha fazla güçle donatılıyor. Bu yetkiler durdurma,
üst arama, çanta, valiz, eşya, araba, ev aramalarında karşımıza çıkıyor. En önemli genişleme ise gözaltında bulundurma ile ilgili. Yetkililerin bir şüpheliyi yasayı
gerekçe göstererek 48 saat gözaltında tutma yetkileri var. Yeni yasanın eski düzenlemelere oranla getirdiği en büyük yenilik ise gözaltına alma kararının bir
yargıcın gözetiminde alınıyor olmasıdır. Bunun dışında yukarıda sayılan şekilde yürütülecek olan yasa ve yasanın çıkması esnasında hükümetin geniş bir kesimi
karşısına almayı kabul etmesi hükümetin bu konudaki kararlılığını gösterdiğinden yasada belirtilen maddelerin en geniş anlamlarıyla yorumlanacağını tahmin
etmek zor değildir.

Yasanın uygulamada getirdiği bir diğer önlem de terörün mali kaynaklarını kurutmaktır. Yasaya göre güvenlik güçleri ve yargı terör örgütleri ile bağlantılı mal
varlıklarına ve banka hesaplarına karşı geniş yetkiler ile donatılmışlardır. Yasa ile ‘terörist malı’ (terrorist property) kavramı da getirilmiştir (Part III).

Buna göre terörizm amacıyla kullanılan veya kullanılacak olan her türlü mal ya da eşya terörist malıdır ve ilgili yetkililer belirtilen kurallar çerçevesinde bu
konuda tasarrufta bulunabilirler.

II.a. Terör Yasası’nca Yasaklanan Örgütler Yeni Terör Yasası’nın en can alıcı noktası yasaklayacağı örgütlerde gizli bulunmaktadır.

Buna göre bakanlığın önerisi ve Parlamento’nun onayı ile belirlenmiş olan örgütler yukarıda sayılan önlemlerin konusu haline geliyorlar. Bu listeye itiraz mümkün
olduğu gibi belli aralıklarla, değişen şartlara uygun olarak yeni örgütler eklenip, eskileri de listeden çıkartılabiliyor. Yasa çerçevesinde ilk olarak o güne kadar
önceki yasalar ile yasaklanmış olan Kuzey İrlanda’da faaliyet gösteren 14 örgüt terör örgütü ilan edilmiştir. Bu örgütler başta IRA ve INLA olmak üzere İrlanda
adasında karşılıklı savaş içinde olan Protestan ve Katolik paramiliter grupları kapsamaktadır. Ayrıca yasa daha önceki düzenlemelere yapılan eleştirileri de göz
önünde bulundurarak iyileştirici bazı düzenlemeler de getirmiştir. Şubat 2001’in sonunda Hükümet 21 uluslararası örgütü daha terör örgütü ilan etmiştir.
Parlamento’nun onayından sonra geçerli olacak bu karara göre yasaklanan örgütlerin listesi şöyledir: - PKK: Londra’da çok sayıda üye ve taraftarı bulunuyor.
İngiltere’de aktif olduğu biliniyor.

- DHKP-C: Londra’da üye ve taraftarları var.
- HAMAS: İsrail dışında eylem yapmadığı gibi İngiltere’ye karşı hiçbir eylemi de olmadı.
- Filistin İslami Cihat örgütü (Shaqaqi)
- Abu Nidal Örgütü: İngiltere’de bilinen bir üyesi yok.
- Aden İslami Ordusu: İngiltere’de az da olsa bazı destekçileri bulunuyor.
- Mücahidin: İranlı örgüt, şu ana kadar hiçbir Batılı hedefe saldırmadı.
- ETA: İrlandalı cumhuriyetçi gruplarla ilişkisi olduğuna inanılıyor, fakat İngiltere’ye doğrudan bir saldırı da bulunmadı.
- Mısır İslami Cihad Örgütü: Doğrudan İngiltere’yi hedef almıyor.
- El Cemaat El İslamiye: Mısırlı örgüt. İngiltere’de bilinen bir üyesi bulunmuyor.
- El Kaide: Üsame Bin Ladin tarafından yönetildiği düşünülüyor. İngiltere’ye dönük herhangi bir saldırısı olmadı.
- Silahlı İslami Grup: Cezayir’e dönük olarak eylem yapıyor. İngiltere’den bazı kişilerce lojistik destek sağladığına inanılıyor.
- Selefist Grup: Cezayir. İngiltere’de eylemi bulunmuyor.
- Uluslararası Sih Gençlik Federasyonu: İngiltere’de yardım topluyor ve destek buluyor.
- Babbar Khalsa: Sih grup. İngiltere’de para topluyor. Şu ana kadar Batı çıkarlarına dönük bir saldırı içinde olmadı.
- Mücahidin Hareketi: Keşmir’in bağımsızlığı için çalışıyor. İngiltere’deki Müslümanlar arasında çok sayıda destekçisi var.
- Jaish e Mohammed: Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele ediyor.
- Lasker a Tayyaba: Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele ediyor.
- Tamil Kaplanları: Batı hedeflerine şu ana kadar hiçbir saldırıda bulunmadı.
- Hizbullah Dış Güvenlik Örgütü: İngiltere’de ciddi bir faaliyeti bulunmuyor.

İçişleri Bakanlığı’ndan sızan bilgilere göre bakanlık bu listeyi hazırlarken ABD’ce düzenlenmiş olan ve PKK da dâhil 40 örgütlük terörist örgütler listesinden yararlanmış, ayrıca MI5 ve İngiliz polis birimlerinin raporları ve yargı çevrelerinin görüşleri de dikkate alınmıştır. Listenin açıklanmasından sonra İçişleri Bakanı Jack Straw söz konusu örgütlerin İngiltere’yi üs olarak kullanıp başka ülkelere yönelik terör faaliyetlerinde bulunduklarını belirterek buna ülke olarak izin vermeyeceklerini açıklamıştır. Listede Türkiye için dikkat çekici iki örgüt şüphesiz PKK ve DHKP-C’dır. Yıllardır İngiltere’de faaliyet gösteren ve finansman kaynakları oluşturan bu örgütler listenin onaylanmasıyla birlikte bu tür faaliyetlerde bulunamayacakları gibi İngiltere’de bulunmaları da yasak olacaktır. Ancak listenin asıl dikkat çekici yönü ağırlıklı olarak ‘İslami’ grupların bulunmasıdır. Bu nedenle liste birazdan görüleceği gibi özellikle ‘İslami’ çevrelerden ve İngiltere Müslümanları’ndan yoğun tepkiler almıştır. Buna karşın İçişleri Bakanlığı yaptığı açıklamalarda sıkça listenin hiçbir dini ya da etnik grubu hedef almadığını, sadece terörist eylemlere karışan grupların listeye dâhil edildiğinin altını çizmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise bu listenin parlamentonun onayından sonra geçerli olacağı ve listeye itirazın mümkün olduğudur. III. Yasanın Türkiye Açısından Önemi İngiltere’de bugün 200.000 ila 300.000 arasında Türk ve Kürt kökenli Türkiye göçmeni ve sığınmacının yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunlara sayıları 50.000 ile 100.000 arasında değişen Kıbrıslı Türk de dâhildir ve her yıl 10.000 civarında, ağırlıklı olarak Kürt kökenli Türkiye vatandaşı adaya yerleşmektedir.  Gelenlerin büyük bir kısmı, diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında, siyasi sorunları öne süren kişilerdir ve bu ortamda aşırı ve ayrılıkçı gruplar geniş bir faaliyet alanı bulmuşlardır. Bugüne kadar İngiliz liberal yasalarından sonuna kadar yararlanan ve devlet fonlarını mümkün olduğunca kullanabilen bu örgütlerin en önemlileri sayılan PKK ve DHKP-C’ye yasaklama getirilmesi önemli bir adım sayılmalıdır. Ayrıca bu örgütlerin açıkça terör örgütü sayılmaları diğer Avrupa ülkelerine de örnek oluşturmuştur ve PKK’ya karşı alınan bazı önlemlerde İngiltere örneği etkili olmuştur. Bu tür konularda İngiltere’nin Batı Avrupa’da önemli bir etkileme gücü olduğu unutulmamalıdır. Örneğin MED-TV konusunda Belçika, İngiltere’nin attığı adımları yakından takip etmiştir. Aynı çerçevede bir Avrupa Birliği üyesi ülkenin sözü geçen örgütleri kendi yasalarına göre terör örgütü sayması bu örgütlerin sınırlararası faaliyetlerini de sınırlandıracaktır.  Örneğin bir PKK militanı İngiltere’den bir başka AB ülkesine kaçacak olsa İngiliz yasalarına göre terörist sayıldığından bu kişinin İngiltere’ye iadesinin talebi mümkün olabilecektir. Ya da İsveç yasalarına göre hiçbir suç işlememiş olmasına rağmen bir PKK üyesi ya da taraftarı İngiltere’ye turist olarak geldiğinde bu bağlantısının kanıtlanması halinde tutuklanabilecekti. Hatta birçok Avam ve Lordlar Kamarası üyesinin bu dönemde PKK ile temas kurduğu, faaliyetlerine destek olduğu hatırlanacak olursa, bu siyasi destek de kendiliğinden ortadan kalkabilecekti. En önemlisi de Türkiye’nin mücadelesi ‘terörle mücadele’ olarak güçlü bir şekilde tescil edilmiş olacaktı. Son olarak terör İngiltere ile Türkiye arasında sorun olmaktan çıkarken, iki ülke ilişkileri gelişecek, Avrupa platformlarında Türkiye en çok zorlandığı bir konuda güçlü bir ‘destekçi’ bulabilecekti. Yine iyimser bir bakış açısıyla bu örgütlerin İngiltere’deki faaliyet alanlarının ve gelirlerinin büyük oranda düşeceğini düşünmek de mümkündü. Geçen dönemdeki tecrübe incelendiğinde ise madalyonun diğer tarafında yasanın ardından Türk basınında atılan sevinç çığlıklarının abartılı olduğu rahatlıkla söylenebilir.  Çünkü bu yasa ile yasaklanan PKK’nın ve DHKP-C’nin görüşleri, taraftarları, kısacası örgütün kendisi değil, ismidir. Ve bir yasanın değeri o yasanın ardındaki niyet ve kararlılıkla ölçülür, sadece kelimeler ile değil. PKK ve DHKP-C İngiltere’de ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde sosyal ve siyasal bir olgudur. Diğer bir deyişle hem Türkiye’nin hem de bu ülkelerin ihmal ve gecikmeleri sonucunda meselenin terör dışında başka boyutları ortaya çıkmış, terör ilk başlarda bu gelişmenin kaynağı gibi dururken, bugün gelinen noktada sonucu halini almıştır. Bu ülkelerde özellikle PKK’nın binlerce destekçisi ve üyesi vardır. DHKP-C’nin sempatizan ve üye sayısı sınırlı ise de oldukça etkili üyeleri çeşitli adlar altında bu ülkelerde yaşamaktadır. Dolayısıyla terör alanındaki yeni düzenleme olumlu bulunmakla birlikte, konunun sosyal boyutunda da bazı adımlar atılsaydı bu Türkiye için muhtemelen çok daha olumlu bir gelişme olurdu. Terör Yasası ve Türkiye açısından getirdiklerine bakacak olursak, belirtildiği üzere PKK İngiltere’deki faaliyetlerini, tıpkı diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, PKK adından çok paravan isimler altında gerçekleştirmektedir. Örgütçe kurulan vakıflar, dernekler, şirketler, hayır kurumları ve kampanya örgütleri onlarca meslek ve alanda faaliyet göstermekte, bunların bazılarının başında İngiliz vatandaşı kişiler bulunmaktadır. Hatta bazı şirketler ABD ya da başka bir Batılı ülkede kurulup bu ülkede şube açmakta, PKK ismini de ağzına dahi almadan örgütün görüşlerini tekrarlamaktadır. Durum böyle olunca yasanın arkasında kararlılık da olmaz ise böyle bir yasa ile PKK’nın durdurulabileceğini söylemek güçtür. Türkiye açısından sevindirici olan gelişme ise İngiliz makamlarının PKK’nın bu yapısından haberdar olmasıdır. Diğer bir deyişle İngiltere, PKK’nın farklı isimler altında faaliyet gösterdiğini bilmektedir. Ayrıca yasaya göre PKK ismini değiştirecek olursa yeni örgütü listeye almak da mümkündür.  Fakat MED-TV konusundaki tecrübelerimiz bu konuda ümitli olmayı engelliyor. Hatırlanacağı üzere MED-TV basın özgürlüğü ve konunun bağımsız bir yayın düzenleme kurumunun yetkisinde olduğu gerekçesiyle yaklaşık 5 yıl boyunca yayınlarına devam etmiş, her gece televizyonda örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın boy göstermesine karşın ilgili kuruluş olan ITC (Bağımsız Televizyon Komisyonu – Independent Television Commission) ‘Biz bir bağ kuramadık. Bize siz delil getirin’ türü açıklamalarla konuyu geçiştirmiştir.  Nitekim daha yasa çıkmadan Avam Kamarası’nda tasarı üzerinde yapılan görüşmelerde bazı milletvekillerinin PKK’ya açıkça destek vermesi yasanın geleceği açısından düşündürücüdür. Milletvekili Corbyn’nin şu sözleri bu açıdan dikkat çekicidir: ‘... Benim endişem Türkiye’den buraya gelmiş birçok Kürt ve Türk’ü de kapsıyor. PKK dikkate değer bir güç. Türkiye’de ateşkes ilan etti, fakat terörist bir örgüt olduğu iddia edilebilir, ki kesinlikle Türk hükümeti bunu iddia edecektir. Diyecekler ki, - PKK’nın terörist bir örgüt olduğu konusunda elimizde kanıtlar var, Türkiye’de büyük silahlı saldırılara girişti, bu nedenle yasalarınız gereği PKK’nın ülkenizde de yasadışı ilan edilmesi gerekir. O zaman biz ne yapacağız? PKK’yı yasaklayacak mıyız, bu insanları hapsedip, sınır dışı mı edeceğiz? Böyle bir şeyin Türkiye’deki korkunç çatışmaların çözümüne katkısı ne olacak?’

Sonuç olarak PKK ve DHKP-C’nin terörist örgütler listesinde yer alması Türkiye ve terörle mücadele açısından olumlu bir gelişme olmuştur. Fakat uygulama alanında İngiliz güvenlik güçleri ellerindeki yetkiyi tam anlamıyla kullanmamışlardır. Yetki sadece İngiltere’ye tehdit oluşturan hallerde kullanılmış ve PKK’ya ve DHKP-C’ye İngiltere’deki faaliyetlerini düşük düzeyde tutmaları için mesaj verilmiştir. Bu anlamda faaliyetlerde gözle görülür bir düşme olmuşsa da asıl faaliyetler farklı isimler altında devam etmiştir. İngiltere’deki PKK üyeleri ve sempatizanları PKK’nın faaliyetlerini yasal bir Kürtçü hareket haline getirmeye çaba sarfetmişlerdir. İngiliz güvenlik güçleri ise IRA’e veya El kaide’ye karşı gösterdikleri hassasiyeti PKK ve DHKP-C sempatizanlarına karşı göstermemişlerdir. Eğer benzeri bir hassasiyet gösterilebilmiş olsaydı sayıları binleri bulacak kadar çok kişi sınır dışı edilir veya gözaltına alınıp mahkemelere sevk edilirdi. Bu da Batı Avrupa güvenlik güçlerinin tipik bir özelliğini yansıtmaktadır. Bu bölgede bir grubun gerçek anlamda terörist olabilmesi için o ülkelerin çıkarlarına zarar vermesi veya tehdit etmesi gerekmektedir. Ya da Türkiye’nin gerçek anlamda ‘aileden’ sayılması gerekmektedir. Yine de İngiltere’deki yasal düzenlemeler Türkiye açısından olumlu sayılmalıdır. Bu anlamda İngiltere’nin birçok AB ülkesinden daha ‘ileri’ düzenlemeler yaptığı söylenebilir. IV. YASA’YA DİĞER TEPKİLER Yasa daha önce de belirtildiği gibi sadece Türkiye açısından değil, genel olarak uluslararası alanda terörle mücadele açısından da son derece radikal bir adım olarak değerlendirilmiştir. Buna ek olarak Türkiye dışında Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir ve Filistin gibi birçok ülkeyi de yakından ilgilendirmektedir. İngiltere’nin tavrı genel olarak bu örgütlerin faaliyet gösterdiği ülkelerce olumlu karşılanmışsa da, başta İslamcı gruplar olmak üzere insan hakları dernekleri ve daha liberal odaklar yasaya şiddetle karşı çıkmışlardır.  Yasanın geleceği açısından önemli olduğundan bir iki cümleyle bu tepkilere değinmekte de yarar vardır. İlk tepkiler daha çok insan hakları dernekleri, çevreci gruplar ve onları destekleyen sol ve liberal gruplardan geldi. Bu eleştirilere göre yasa Greenpeace gibi barışçı örgütlere karşı dahi kullanılabilirdi ki bu kısmen doğrudur. Yasanın geniş ve muğlâk terör tanımı hükümete genişletilmiş bir hareket sahası tanımıştır. Fakat terör örgütleri listesinin Meclis’in onayına ihtiyaç duyması ve kamuoyunun yakın takibi bu konudaki endişeleri azaltmaktadır. Diğer bir eleştiri de diğer ülkelerdeki haksız uygulamalara destek verilirken, azınlıkların hak arama mücadelelerinin engellendiği şeklindedir. Bazı milletvekilleri ‘eğer bu yasa daha önce çıkarılmış olsaydı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde apartheid yönetimine karşı mücadele mümkün olamazdı, Mandela da dışarı çıkamazdı’ yorumunda bulunmuşlardır.  Doğal olarak en çok tepki gösterenler arasında sivil toplum örgütleri başı çekmektedir. Yayınlanan son liste ile asıl hedefin kendileri olmadığını anlamalarına karşın, bir kez yol açıldıktan sonra listenin kolayca kendilerini kapsayabileceğini düşünen bu örgüt ve dernekler yasaklanan örgütler ile geçmişte sıkı bir işbirliği yapmış olmanın da etkisiyle halen yasaya muhalefet etmektedirler. Örneğin bu sivil toplum örgütlerinden önemli bir tanesi olan Liberty’nin direktörü John Wadham yasa görüşülürken şunları söylemiştir: ‘Sizler bu tasarı ile hepimizi terörist ilan ediyor, dünyada devam eden bağımsızlık ve hak arama mücadelelerini de terörist olarak damgalayıp, insan haklarını ihlal ediyorsunuz. Bu tasarı yasalaşırsa Greenpeace gibi örgütler bile terörist sayılacak...’ Yasa çıktıktan sonra bu tepkiler daha da artmıştır. Basında yer alan yorumlara göre yeni Terör Yasası, bir örgütün sembollünü taşıyan ‘masum’ bir tişörtü giyen bir kişinin seri bir katilden daha kötü bir muamele görmesine neden olacaktır. Bu tür örgütlerin dışında yasaya en büyük tepki Pakistanlılar, Araplar ve Müslüman gruplardan gelmiştir. Hatta bazı gruplar bu yasanın tamamıyla belli bir dine ve ırka karşı hazırlandığını, PKK gibi örgütlerin ise sadece ‘dekoratif’ amaçlarla listeye eklendiğini öne sürmektedirler. Örneğin Müslüman Parlamentosu lideri Ghayasauddin Siddiqui yasa ile Asyalı İngiltere vatandaşlarının (Pakistan, Hindistan ve Bangladeş kökenliler) sindirildiğini öne sürmüştür.  Birçok Müslüman sivil toplum örgütü de, yasaca terörist sayılan örgütlerin büyük çoğunluğunun ‘radikal’ İslami gruplar olmasından ve bunlardan bir kısmının İngiltere’de neredeyse hiçbir faaliyette bulunmuyor olmasından hareketle, yeni yasanın ABD’nin ve bazı Ortadoğu ülkelerinin baskısıyla hazırlandığını öne sürmüşlerdir. Örneğin Londra merkezli İslami İnsan Hakları Komisyonu (Islamic Human Rights Commission), bu yasa ile İngiltere’nin etkin bir şekilde işgalci güçlere (İsrail kastediliyor) ve Müslümanlar’ı baskı altında tutan hükümetlere destek verdiğini öne sürmüştür. Özellikle İsrail işgali altındaki Filistin ve Hindistan tarafından kısmen işgal edilmiş olan Keşmir üzerinde yoğunlaşan hareketin başkanı Massoud Shadjareh, İngiltere’nin tavrını ağır bir dille eleştirerek ‘Filistin ve Keşmir’de yerel halk tarafından yasadışı hareket eden işgalcilere karşı bir mücadele verilmektedir. Uluslararası hukuk da bu mücadeleyi hukuka uygun ve adil saymaktadır’ demiştir. İngiliz hükümeti ise yasanın hiçbir etnik gruba ya da dine karşı olmadığının altını çizerken, yasanın hazırlanmasında dış politika unsurlarının da etkili olmadığını öne sürmüştür. Yasa İngiltere’de terörle mücadele alanında çıkabilecek en sert yasa olarak değerlendirilirken 11 Eylül saldırıları gerçekleşmiştir ve bundan sonra denebilir ki İngiltere terörle mücadele konusunda sağduyu ve sakinliğini ciddi anlamda yitirmiştir.2001 sonrası yasal düzenlemelerde bir tür telaş ve paranoyanın izleri rahatça görülebilir. V. 11 EYLÜL SONRASI İNGİLTERE’DE TERÖRİZMLE MÜCADELE ÖNLEMLERİ Bilindiği üzere 11 Eylül’de ABD’ye yapılan geniş çaplı saldırıya karşı Washington’a en önemli destek İngiltere’den gelmiştir. Bu saldırı sonucunda kendisinin de teröre konu olabileceğini anlayan ABD’nin korkuları en fazla, ‘İngilizce konuşan ülkeler’ olarak adlandırabileceğimiz eski İngiliz sömürgelerince (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda) paylaşılmıştır.  Hatta İngiltere saldırıyı adeta kendisine yapılmış saymış ve sonraki saldırıların İngiltere’ye yapılabileceğini hesaplamıştır. Konumuz açısından ise saldırılar ve saldırıların Üsame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide örgütünce yürütüldüğü yönündeki şüphelerin ağırlık kazanması Yeni Terörizm Yasası’nın çok isabetli olduğu görüşünü savunanları adeta haklı çıkarmıştır. Yasanın görüşmeleri sırasında daha sert önlemlerin alınması gerektiğini savunan bu kişiler, 11 Eylül sonrasında daha az bir direnişle karşılaştıkları gibi, daha az liberal düzenlemeler için de süreç çalışmaya başlamıştır. Bu çerçevede Terörizm Yasası’nın kapsamına giren örgütlerin mal varlıklarına el konurken, banka hesapları da dondurulmuştur. Bu anlamda Avrupa’da adı geçen örgütlere karşı en sert önlemlerin İngiltere tarafından alındığı söylenmelidir. Bu sonuçta 11 Eylül ile birlikte oluşan hava ve Tony Blair hükümetinin izlediği dış politika kadar yeni yasanın da rolü olduğu söylenmelidir.

11 Eylül sonrasında İngiltere’nin terörle mücadelede ABD örneğini takip ettiği söylenebilir. Bu da hızlı ve seri bir şekilde çok sayıda anti-terör düzenlemesinin yasalaştırılmasıdır. Ancak İngiltere’de kurumlar ABD’dekinden çok daha eskidir ve direnç noktaları çok daha fazladır. 11 Eylül sonrasında İngiltere’nin ‘yeni tehlike’ karşısındaki konumunu İşçi Partili Dışişleri Bakanı Jack Straw 22 Ekim 2001’de Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’ndeki (Institute of Strategic Studies, Londra) konuşmasında Niccolo Machiavelli (1469-1527) ve Max Weber’in (1864-1920) görüşlerine dayandırmıştır. Machivelli “tüm devletlerin temelinde iyi kanunlar ve iyi ordular” vardır demektedir. Weber ise devlet konusunda “belirli bir toprakta meşru fiziksel güç kullanımında tekel olması” özelliği üzerinde ısrarla durmaktadır. Straw’a göre devletin temelinde ne olursa olsun, kanunlarında ve ordularında zayıflık olması halinde ölümcül bir şekilde zayıflayacağını ve sonuçta kaosa sürükleneceğini söylemiştir. Tarihsel olarak özgürlüklerden yana olan bir partinin güvenlik vurgusuna bu kadar çok dikkat çekmesi ilginçtir. Güç kullanımının yanında ‘kanunlar’ da zikredilmektedir. Ancak Straw’un konuşmasındaki ‘kanunlar’ vurgusu açıkça göstermektedir ki kanunlardan çok öncelik güvenlik güçlerine verilecektir, kanunlar ise geçmişe oranla daha çok güvenlik güçlerinin emrine verilecektir. VI. ANTİ-TERÖRİZM SUÇ VE GÜVENLİK YASASI 2001 (ANTI-TERRORISM CRIME AND SECURITY ACT 2001, ATCSA) 11 Eylül saldırılarının hemen ardından çıkarılan bu yasa bir tür olağanüstü hal yasası gibidir. 2001 Terörle Mücadele Yasası’na konulamayan birçok yetki bu yasaya yerleştirilmiştir. Bu nedenle de içeriği güvenlik güçleri lehine ‘fırsatçılık’ olarak değerlendirilmiştir. Yasanın en çok tartışmaya neden olan kısmı Bölüm IV’dür (Part IV). Bu bölümde İçişleri Bakanı terör zanlısı yabancıların gözaltına alınmasına izin verme yetkisine sahiptir. Bunun için bakanlığın söz konusu kişinin İngiltere’de bulunmasının ulusal güvenliği tehdit ettiğine ve o kişinin terörist olduğuna inanması hatta bundan şüphe duyması dahi yeterli olacaktır. ATCSA’nın 4. Bölümü’ne göre ‘terörist’, bir kişinin uluslararası terörizm eylemleri ile ilgili olması veya uluslararası bir terörist gruba dâhil olması veya onunla bağları olmasıdır. Normalde 1971 Göç Yasası (Immigration Act 1971) ulusal güvenliği tehdit eden yabancıların sınır dışı edilmesine olanak vermektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Chahal vs Birleşik Krallık Davası’nda (1996) sınır dışı edilen kişilerin hayatlarının gönderildikleri ülkede tehlikeye girmesi veya işkenceye uğraması ihtimalinin bulunduğu hallerde sınırdışı etmeyi yasaklamaktadır.  11 Eylül sonrasında uluslar arası terörist olduğuna inanılan kişilerin mühim bir kısmının Ortadoğu ülkelerinin vatandaşları olduğu ve bunların da iade edilmeleri halinde işkence ve kötü muameleye uğramaları ihtimali bulunduğundan İngiltere’nin bu kişileri başka ülkelere gönderme imkânı yoktu. Zaten böyle bir yetki olsa da bu tür zanlıları hiçbir ülkenin istemeyeceği de bir diğer düşünceydi. Bu durumda hapishanelerde olabildiğince kalmalarına olanak tanıyan bu yasa geliştirilmiştir. Diğer bir deyişle şüpheli yabancıları sınır dışı edemediğini düşünen İngiliz Hükümeti onları hapsetmek istemiştir. İkinci bir neden ise İngiltere’de birçok yabancının ulusal güvenliği tehdit ettiği varsayımıdır. Buna göre güvenlik güçlerinin elinde yeterli delil yoktur ve olay olana kadar böyle delillerin bulunması da mümkün olmayacaktır. Bu durumda şüphe duyulan kişilerin kanıt olmaksızın etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Bu varsayımdan hareket eden İngiliz Hükümeti bu yasayla hiçbir kanıta ihtiyaç duymaksızın şüpheden hareketle kişileri hapishanelere almıştır. İngiltere bu yasayla başta Avrupa insan hakları kuralları ve anlaşmaları olmak üzere birçok uluslararası yükümlülüğünü ihlal ettiğinin ve düzenlemelerin iptal edilebileceğinin farkındaydı. Ancak ulusal güvenliğin tehlike altında olduğu düşüncesi Hükümet’i acil önlemlere itiyordu. Yasada İçişleri Bakanlığı’nın şüphesiyle gözaltına alınanların temyize başvurması da öngörülüyordu. Ancak Bakanlık bunun farklı bir temyiz olması gerektiğini, çünkü bakanlık bilgilerinin son derece hassas ve gizli bilgiler olabileceğini savundu. Bakanlığın isteğiyle normal yargılama süreci olamadı. Zanlıların temsilcileri yerine çok özel kurallara bağlanmış avukatlar belirlendi ve zanlılar normal bir itiraz sürecinden çok daha farklı bir sürece zorlandılar. Üstelik kendilerini savunacak kişilere de çok sayıda zorluk çıkarıldı. VII. 2005 TERÖRLE MÜCADELE YASASI (PREVENTION OF TERRORRISM ACT 2005) 16 Aralık 2004’de Lordlar Kamerası (Law Lords) Belmarsh Hapishanesi’nde 9 yabancının Anti-terrorism Crime and Security Act 2001’in 4. Bölüm’ü çerçevesinde yargılanmadan tutulmasını Avrupa insan hakları kurallarına aykırı bulundu. Mahkeme kararını 8-1 çoğunluk ile aldı ve kararını AİHS Madde 15’e dayandırdı. Yasa, İngiltere İçişleri Bakanı’na terörizm zanlısı yabancıları yargılamaya gerek olmadan gözaltında tutma hakkını veriyordu. Londra’nın doğusunda yüksek güvenlikli bir hapishane olan Belmarsh medya organlarınca ‘İngiltere’nin Guantanamosu’ olarak da nitelendirildi.  Söz konusu dokuz yabancı Aralık 2001’de ailelerinden alınmışlardı. Hemen hemen üç yıl boyunca bu olağanüstü güvenlik önlemleri altındaki hapishanede tutuluyorlardı ve bir kez olsun mahkemeye çıkarılmamışlardı. ATCSA’nın devre dışı kalmasıyla birlikte İngiltere Parlamentosu bunun yerine 2005 Terörle Mücadele Yasası’nı (Prevention of Terrorism Act 2005) çıkarmıştır.  Diğer bir deyişle bu yasa Hukuk Lordları’nın 16 Aralık 2004 tarihli kararının oluşturduğu ‘boşluğu’ gidermek için çıkarılmıştır. Ancak yasa bu 'boşluğun' çok ötesinde yetkileri de getirmiştir. Yasa kraliyet onayını 11 Mart 2005’de almıştır. Yasa ile İçişleri Bakanı’na ‘kontrol talimatları’ (control orders) adı altında terörizme ‘bulaşmış’ kişileri belli yerlerde kalmaya ve belli davranışları yapmaya zorlayacak yetkiler vermektedir. Bu yetkilerin bir kısmının daha önce imzalanmış anlaşmalara da aykırı olduğu bilinmektedir. Bu yasaya göre zanlıların hareketleri sınırlanabilecek, örneğin ev hapsinde tutulabilecektir. Bu kişilerin cep telefonu ve internet kullanmaları dahi aynı gerekçe ile ‘kontrol talimatları altında engellenebilecektir. Ziyaretçileri daha evvelden yetkililere bildirilecektir. Söz konusu kişilerin MI5 tarafından özel görüşmelerinin de bu düzenlemeler sayesinde takip edilebilmesine olanak sağlanmaktadır. ATCSA 4. Bölüm’den farklı olarak yeni yasa sadece yabancılara değil, İngiltere vatandaşlarına da benzeri uygulamaları getirmiştir. Böylece bir yandan daraltılan yasa, diğer taraftan yetkileri genişletmiştir. Denebilir ki Hükümet mevcut yasaların insan hakları nedeniyle sınırlandırıldığı veya iptal edildiği her durumu yeni bir yasa ile daha sıkı yasalar çıkarmak için bir tür fırsat olarak görmüştür. İngiliz Hükümeti’ne göre yasalar güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmesini zorlaştırıcı bir yapıdadır ve olağanüstü şartların olağanüstü yetkilere ihtiyacı vardır. Söz konusu yasa Şubat 2005’de bazı İşçi Partili milletvekillerinin ‘isyanları’na rağmen geçti ve Lordlar Kamarası’na gönderildi. Burada yasa üzerinde çok sayıda değişikliğe gidildi. Bu değişikliklerin en önemlisi ‘sunset clause’du. Yani düzenlemeler belirlenen tarihte yenilenmemesi halinde geçersiz hale gelecekti. Bu da yasa üzerinde parlamenter kontrolü arttırıcı bir düzenlemeydi. Hatırlanacağı üzere 1974-89 arasındaki Terörü Önleme Yasaları da bu türden düzenlemelerdi. Lorlar kamarası’ndaki oylamada Başbakan Tony Blair’e yakınlığıyla bilinen Lord Chancellor Lord Derry Irvine de ilk defa olarak İşçi Partisi aleyhine oy verdi. Lordlar kamarası’ndaki tablo ve evvelindeki tartışmalar terörü önleme yasasının toplumda ve siyasette nasıl bir bölünmeye yol açtığını da gözler önüne seriyordu. Lordlar Kamarası’nın değişikliklerini gözden geçiren Avam Kamarası değişikliklerin büyük bir çoğunluğunu reddetti. İki kamara arasında gidip gelen yasa önerisi Lordlar Kamarası’nın tarihinin en uzun oturumunu yapmasına (30 saatten fazla) da neden oldu. Yasanın bu gidiş gelişleri ‘pin pon’ örneğine benzetilirken ortada bir tür anayasal kriz olduğu açıkça ortadaydı. Hükümet yasada ısrar ediyordu, çünkü Belmarsh Hapishanesi’ndekilerin durumu 14 Mart 2005’de hiçbir yasa veya düzenleme ile açıklanamayacaktı. Yani ciddi bir boşluk doğacaktı. Üst kamaranın onayını almamış bir taslağın kraliyet onayını alarak yasalaşması tartışmalı olacaktı. Lordlar Kamarası’ndaki muhalifler ise aceleye getirilen bir yasadan ve burada yer alan ve temel düzenlemeler ile çelişen durumlardan bahsediyorlardı. Bu durumda uzlaşma kaçınılmaz oldu. Muhalifler tüm değişiklik önerilerini bir yıl sonra yeniden değerlendirme yapılacağı sözü üzerine geri çektiler.  Böylece yasa bir gün sonra Kraliyet Onayı’nı aldı. Bunun üzerine ilk kontrol talimatları Belmarsh’daki 10 kişi için İçişleri Bakanı Charles Clarke tarafından çıkarıldı. 11 Mart Uzlaşması yasanın çıkmasını sağlamışsa da eleştiriler tüm sertliği ile devam etmiştir. Eleştirilerin başında yasa ile Manga Cart’dan beri (790 yıldır) İngiliz hukukunda var olan habeas corpus ilkesini yıktığı geliyordu. Söz konusu ilkeye göre mahkûm hapishanedeyken dahi ceza ve infaz yöntemlerini sorgulayabilir. İlgili mahkeme bu ilkeye göre bağımsız ve adil olmalıdır. Tutukluya kendisini savunacak haklar verilmiş olmalı ve bunun için gerekli şartlar oluşturulmuş olmalıdır. Bu görüşte olanlara göre Parlamento vahim bir hata yaparak hukukun en temel ve eski ilkelerinden birini ihlal etmiştir. Oysa ki yasanın süresi sınırlandırılmış olsa idi Hükümet süre bitiminde bu tür olağanüstü yetkilere neden hala ihtiyaç duyduğunu ispat etmek zorunda kalacaktı. Yasaya bir diğer eleştiri de terörizm suçunun gerçek bir suç olmaktan çok varsayım olduğu,  henüz gerçekleşmediği ve bir varsayım üzerinden bu kadar geniş yetki verilmesinin doğru olmadığı yönündedir. Bu eleştirilere karşı Hükümet’in getirdiği savunma ise Britanya vatandaşlarının yaşama hakkının terör zanlılarının sivil haklarından daha önemli olduğudur. Bu noktadaki ayrıma dikkat çekmek gerekir. ‘Terör zanlısı’ ile ‘Britanya vatandaşı’ arasındaki farklar öylesine abartılı bir şekilde sunulmuştur ki sanki ‘terör zanlısı’, ‘Britanya vatandaşı’ değildir. ‘Terör zanlısı’ kavramı karanlık ve şeytani bir kavram olarak çizilirken onunla mücadele için talep edilen yetkiler aslında çok sayıda Britanya vatandaşını tehdit edecek boyuttadır. Ancak burada bilinçaltındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Her ne kadar İngiltere’de Britanya vatandaşı olmak için beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan olmak gerekmezse de, gerçek bir Britanyalı sayılabilmek için bu özelliklerin gerektiği varsayımı önemli bir ön kabuldür. Özellikle üst düzey bürokrasi için ‘gerçek Britanyalı’ ve ‘göçmenler’ vardır. İsterse İngiltere vatandaşlığını almış olsun bir ‘yabancı’nın Britanyalı olması imkânsıza yakın bir durumdur. Bu tablo içinde yasanın gerçek Britanyalılar için değil, ‘yabancılar’ için çıkarıldığı da iddia edilebilir.
Yasanın getirdiği sınırlamaları özetleyecek olur isek, Kontrol Talimatları İçişleri Bakanı’nın ilgili kişinin terör olaylarına karışmasını engelleyeceğini düşündüğü şu hallerde şu tür sınırlandırmalar getirir:
- belli eşyalara, araçlara vb. sahip olunmasının sınırlandırılması (cep telefonu vb.)

- Belli hizmetlerden yararlanmasının engellenmesi (internet vb.)
- Çalışma ve iş düzenlemelerine sınırlandırmalar,
- Diğer belli kişiler ile iletişimine ve bir araya gelmesine sınırlandırmalar (genel olarak veya belli sınırlar içinde)
- Belli bir yerde kalmaya zorlama, veya belli yerlere girmesine sınırlandırma
- Belli yerlerde kalma ile sınırlandırma ve o yerleri arama ve bulunacak belli madde, malları vs. ortadan kaldırma yetkisi
- Belli bir gün ve zamanda belli bir yerde olmaya sınırlandırma
- Kişinin hareket özgürlüğünün belli bir yere gitmeden önce bildirim şeklinde kısıtlanması
- Pasaporta el koyma
- Fotoğrafının çekilmesine izin verilmesi talebi
- Bireyin hareketlerinin ve iletişiminin takibi için ondan işbirliği talep edilmesi
- Belli bir kişiye, belli bir zaman ve yerde rapor verilmesinin talep edilmesi.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..