Dr. Rifat Serdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Rifat Serdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2020 Cumartesi

Taşı Gediğine Koymak…

Taşı Gediğine Koymak…


Rifat Serdaroğlu.,

Başbakan Erdoğan’ın ve ekibinin Türkiye’yi adım-adım “Federe İslam Devletine” götürmeyi hedeflediğini yıllardır, ısrarla bıkmadan usanmadan yazıyor, söylüyoruz. Çünkü bunların “Fikir Babalarını” biliyoruz.

AKP’yi kuran ekipten Abdullah Gül- R T Erdoğan- Bülent Arınç- Abdüllatif Şener’i ve Doğru Yol Partisinden AKP’ye geçen Hüseyin Çelik-Köksal Toptan-Necati Çetinkaya- Mehmet Sağlam gibilerin ciğer röntgenlerini bilecek kadar iyi tanıyoruz.

Bunlar kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmezler. Hayatları, hayal ve aldatma üzerine kurulmuştur. Halkı, özellikle cahil halkı kandırmakta ustadırlar. Davaları için papaz elbisesi de giyerler, Papa’nın önünde de diz çökerler.
PKK ile de el sıkışırlar, El-Kaide önderinin de dizinin dibine otururlar.
Yeri gelir Obama’nın Eşbaşkanı olur, yeri gelir Esad’ın kardeşi. Yahudi kuruluşundan dünyada sadece 11 kişiye verilen ödülü alırlar ama İsrail’i “terörist devlet” diye tanımlarlar.

Kaddafi’den “İnsan Hakları Ödülü ve para” alırlar, sonra Kaddafi’nin parçalanarak öldürülmesini keyifle seyrederler.
Bunlar hem yapacaklarını yaparlar, hem de mağdur rolü oynayarak kendilerine acındırmayı iyi bilirler.
Erdoğan ağzını her açtığında “Biz ne işkenceler gördük. Çocuklarımı Türkiye’de okutamayınca Amerika’da okuttum. Bir şiir söyledim, aylarca hapiste yattım” der durur.

Çocukları Türkiye’de hiçbir üniversiteyi kazanamadılar ki!

120 puan bile alamayan bir çocuk, hangi üniversiteye girecek!

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi olsa, abisi bu üniversitenin mütevelli heyet üyesi olduğu için kardeşini üniversiteye torpille alırdı ama o zaman RTE Üniversitesi henüz kurulmamıştı!

“Yattım” dediği hapis ise tam bir komedi! İlk hapse girişi, Mahkeme Hâkimine hakaretten idi. Bayrampaşa Ceza evinde yattı. Yalvar-yakar, Yargıçtan şikâyetini geri aldırdılar da günlerce sonra hapisten çıkabildi.
İkinci defa hapse girişi halkı kin- ve nefret duygularıyla ayrıştırmaktandı.

120 gün hapis yattı. Cezaevine girmeden önce, onun için özel mutfak yapıldı, özel aşçı tutuldu. Kalacağı koğuş, duvarlar dâhil her yer halı ile kaplandı. Televizyonlar çifter çifterdi. Kendi ifadesiyle 120 gün boyunca 30 bin ziyaretçi kabul etmiş, 10 binden fazla mektup yazmış!
Basit bir hesapla Erdoğan hapiste çile çekerken, her gün 83 mektup yazmış, yaklaşık 250 kişi ağırlamış. BU arada 5 vakit namazını ve nafile namazlarını da kılmış! Tıpkı, “10 yılda 3 Milyar ağaç diktik” dediği gibi, bunda da hesap tutmuyor. Hapisteki TSK Genel Kurmay Başkanı kendi ailesinden başka kimse ile görüşemiyor, eski bir Belediye Başkanı hapishaneyi özel oteli yapmış.
Ne çektin be Tayyip, ne çektin hapislerde! Eee ne yapacan “Yeşil Dolar” bol…
Bu badem ekibi siyasette de, normal hayatta da geleneksel ve ahlaki kurallara uymazlar. Rakipleri ile, onlara saygı duyarak eşit şartlarda mücadele edeceklerine, her türlü illegal yola başvururlar. Devlet gücünü, siyasi ve ticari rakiplerini ezmek, diz çöktürmek için kullanmaktan çekinmezler.
Yakın zamanda insanlar korku duvarlarını yıkıp, konuşmaya başlayınca gerçekler birer-birer ortaya çıkacaktır.

Balyoz kararlarının açıklanmasının ardından Erdoğan şunları söyledi;
“Biz, öyle bir davanın mensuplarıyız ki, bu dava adeta iğne ile kuyu kazarak bu günlere ulaşmıştır. Başımızı asla öne eğmeyecek, dava taşını gediğine koyuncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz.”

Erdoğan ve ekibi, 11 yılda Türkiye’ye-Türkiye Cumhuriyetinin değerlerine verebileceği en ağır zararı verdi. Bundan sonra ancak kendisine, sağlığına ve partisine zarar verebilir. Çünkü bu ekip eğitimsiz ve yeteneksizdir.
Biat kültüründen geldikleri için kendilerini geliştirme yetenekleri de sınırlıdır.
Her gün Türkiye’nin dört bir yanındaki arkadaşları ile konuşan ve halkın nabzını tutmaya çalışan biri olarak söylüyorum ki, Türk Milletinin büyük bir kısmı AKP ve Erdoğan’dan ümidini kesmiştir. Parayla yaptırılan taraflı kamuoyu araştırmaları ve tek yanlı propagandalar artık ters tepmeye başladı. Kendi adamlarını çıkardıkları TV Programlarının izlenme oranları yerlerde sürünüyor, ne izleyen var, ne de dinleyen. Erdoğan TV’ye çıktığında, millet TV’yi kapatıyor.
Hele Erdoğan’ın Türk Milletine-Türklüğe ve Türk Ordusunun Kahramanlarına karşı yaptıkları, Türk Milletinin yüreğini kanattı.

Erdoğan kendi deyişiyle “Dava taşını gediğine koyma” işini yapamayacaktır, buna ne kendisinin ne de destekçilerinin güçleri yetmeyecektir.
Taşı gediğine koyma işini bundan böyle Türk Milleti yapacak ve Türk adından utanan milliyetsizlere gerekli yanıtı sandıkta verecektir.
Halep oradaysa, Yerel Seçimler önümüzde…


***

2 Ağustos 2018 Perşembe

İyi Tanıyın..

İyi Tanıyın..


Rifat Serdaroğlu


Vatanı satanları, Türkiye’nin belli bir bölgesini kendi siyasi hesapları uğruna
PKK Narko-Terör örgütüne peşkeş çekenleri, kendilerine verilen kanunsuz emirlere uyup Türk Ordusunu kışlasına kapatanları, PKK’nın yayın organı gibi çalışıp Türk Milletinin moral gücünü tahrip eden medya kuruluşlarının yönetici ve sahiplerini, olanları komşu ülkeden bakar gibi seyreden Yüksek Yargıyı,
Oğluna usulsüz olarak verilen bir memuriyet karşılığında “Cumhuriyeti” satan hainleri iyi tanıyın.
Vatan savunması için hiçbir şey yapmayıp sadece seyretmenin düşmanla işbirliği yapmakla eşdeğer tutulacağını, özellikle görevini yapmayan muhalefet partilerinin birinci derecede sorumlu olacaklarını lütfen hiç unutmayın,
iyi hatırlayın.
AKP, basiretsiz ve dirayetsiz tutumuyla maalesef ülkeyi bir iç savaşın kapısına getirdi. Hür dünya ülkeleri arasında itibarı kalmayan Erdoğan, siyasi tarihe “terörü bitiren adam” olarak geçebilme hayalinin bittiğini görmüş, Eşbaşkanı tarafından atıldığı “Kürtçülük Kuyusundan” çıkamayacağını anlamış ve son çare olarak “Benden sonra tufan” anlayışıyla yıkıp-yakıp, öyle gitme yolunu seçmiştir.
Erdoğan ve Türkiye’nin PKK Narko-Terör örgütüne peşkeş çekilmesi için çalışanlar, şu gerçeği er-geç anlayacaklardır;
Burası, M.Ö 13 Bin yılından bu yana Türklerin vatanıdır ve öyle kalacaktır. Kürtçü-Bölücüler, Barzani tohumları hesaplaşmak istiyorlarsa, bu hesaplaşma yapılacaktır.
Bizler, yani bu toprakları vatan kabul edenler, etnik kökeni-inancı-dili-dini-
rengi-cinsi ne olursa olsun, “Ne Mutlu Türküm Diyene” ilkesini kabul edenler,
Türk Bayrağından başka bir bayrak istemeyenler, bu oyunu bozacağız.
Hem de demokratik yolla ve kimsenin burnunu kanatmadan bozacağız.
Eline silah almayan, bu cennet vatanın çocuklarını öldürmeyen herkese söyleyecek sözümüz, verecek gönlümüz ve birlikte geçireceğimiz zamanımız vardır.
Değerli Okurlar;
Hangi görüşten olursanız olun, bizler çözümü Türk Milletinin önüne koyuncaya kadar geçecek zaman, izleme ve tanıma zamanıdır.
-Kimler üç kuruşluk menfaat uğruna, Türk Vatanının kutsallarına saldırıyor!
-Kimler bir makam uğruna, içinden çıktığı mübarek ocağı hançerliyor!
-Kimler TSK’nın kahramanlarına kahpece tuzaklar kurup, vatan evlatlarının zindanlarda çürütülmesine geçit vermiş!
-Kimler rütbeleri arttıkça, kendileri küçülmüş, ufacık kalmışlar!
-Kimler Türk Vatanının, uluslararası tefeciler tarafından soyulmasına çanak tutuyor!
-Kimler yaranmak ve para uğruna, kutsal dinimizin ve milyarlarca dolarlık servetin üzerine oturup, yabancı istihbarat örgütlerine uşaklık ediyor!
-Kimler Türkiye’nin “Milli” bir kuruluşu olan istihbarat örgütünü, uyuşturucu baronu bir caninin kucağına atıyor!
-Kimler Türk Milletinden aldığı gücü, biber gazı-sopa ve polis copu olarak milletin kafasında kullanıyor, bunların hepsini iyi tanıyın ve hem gönlünüze hem de beyninize bu isimleri kazıyın.
Yarın, Türk Milleti yine düze çıktığında, yanınıza ilk gelecekler bunlar olacak.
Bunları iyi tanıyın, hiç unutmayın. Yüzlerine tükürmek için!


***

3 Temmuz 2016 Pazar

TOHUMLA ÖLDÜRMEK



TOHUMLA ÖLDÜRMEK,


Tahir Tamer Kumkale,
gdo1









Devlet temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bunları kuvvetlendirmek de öyle lafla olmaz. İlmin, fennin ve asrın emrettiği vasıta ve araçlara fiilen sahip olmak lazımdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)
——————————————-


Yöneticisi olduğum Güven Hareketi Grubunun 2008 yılı Mayıs ayında yaptığımız periyodik Perşembe toplantılarından birinin konusu genetiği değiştirilmiş organizmalar idi. Konuşmacı olarak konunun dünya çapında uzmanı olan Özbekistan’ın sürgündeki muhalif lideri Muhammed Salih Bey’in biyolog eşi Sayın Dr. Aydın Salih Hanımefendi davet edilmişti.
GDO’su değiştirilmiş besinler konusunda dünya çapında bir uzaman olarak değerlendirilen Aydın hanımın anlattıkları karşısında dehşete düşmemek elde değildi. Genleri değiştirilen bir domatesin artık domates değil, ismi olmayan diğer bir kimyasal madde olduğunu ve bilmeden yediğimiz bu domatesin (veya başka meyve veya sebzelerin) vücudumuzda ne gibi yan etkileri olacağını bilmemizin asla mümkün olmadığını söylüyordu.
Kendisine sorduğum, “Peki, bir insan bir diğer insana bu derece insanlık dışı bir kötülüğü neden ve nasıl yapar?” sorusunun cevabı ise net ve kesindi. Aydın Hanım; “Ben onların insan olduklarını dahi düşünemiyorum. Çünkü bir insan kendi ailesinin de dahil olduğu nesline bu kadar büyük kötülük yapamaz.”şeklinde idi. O, bu değişiklikleri yapanların dünyayı işgal etmeye hazırlanan uzaylılar olabileceğini düşünüyordu. Çünkü insanlara bu insanlık ayıbını yakıştırmak istemiyordu.
Günümüzde ise terörle sarsılan ülkemizdeki en büyük tehlikeyi, yani GDO’lu besinlerle beslenmeyi eski Sağlık Bakanı Rıfat Serdaroğlu aşağıdaki yazısında çok güzel açıklamış.Hepimizi ilgilendiren bu uyarıyı lütfen üşenmeden zaman ayırın ve okuyun. Sonra da şimdi ne yapacağız diye kara kara düşünün..

——————————–
Yer; ABD Texas Şehri. Şirket adı; Monsanto (Herbisit, yani Çalı-yabancı ot-istenmeyen bitkilerin büyümesini kontrol altına almak veya öldürmek için kullanılan kimyasal üretir) Fabrika üretime geçtikten kısa bir süre sonra çalışanlarda, sivilceler çıkmaya- açıklanamayan ateşlenmeler- zayıflık-sinirlilik-libido kaybı başlar.
Olay duyulunca ABD Ordusu, bu kimyasalı “silah” olarak kullanmak ister. Monsanto adlı şirket, Herbisit ’teki dioxin oranını arttırarak, feci sonuçlar doğuracak bir “Kimyasal Silah” elde eder.
ABD, 1961-1971 yılları arasında Vietnam’da ormanlarda gizlenen askerlerin ve sivil halkın üzerine bu kimyasal silahı kullanır!
400 Bin insan ölür. Sonraki yıllarda 500 Bin çocuk sakat doğar ve ölür! Ayrıca ilacın kullanıldığı yörelerde bugün dahi ağaç yetişmez ve tarım yapılmaz! Bu kimyasal silaha “Turuncu Ajan” adı verilir!
Bu şirket ikinci dünya savaşından sonra biyoteknoloji alanına yöneldi, GDO’lu ve hibrit tohum üretmeye başladı. Amerikan Ordusu “Demokrasi getirmek” bahanesiyle nereye girerse, Monsanto da oraya gitti. Girdikleri ülkede doğal olarak elde edilmiş tohum ekimini yasaklayıp, GDO’lu ve hibrit tohum kullanımını şart koştular. Bu tohumlar, her sene yeniden satın alınması gereken tohumlardır. Ekildiği toprağın yapısını bozar ve bir süre sonra toprak ekilemez hale gelir. Ayrıca rüzgârla gelen bir GDO’lu polen, doğal tohumların genetiğini bozabiliyor.
GDO ile ilgili kısa bilgiler verelim;
GDO’lar öldürücü alerjilere neden olabilir. GDO’lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini arttırır antibiyotiklerin etkisini azaltır. GDO’lu tarım ürünlerinin ekildiği tarlalarda kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etkisi yapar ve insanlarda hormonal dengeyi bozar.
GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratır.
Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.
Bir örnek verelim; ABD, Irak’a demokrasi götürmek (!) için işgale başladığında, Monsanto da hükümetteki adamlarıyla oraya gitti. İlk iş olarak, içinde 5 Bin yıllık doğal tohumların saklandığı, Irak Tohum Bankası önce soyuldu ve yerle bir edildi. Çalınan tohumlar, Norveç Kutup Bölgesinde, Grönland adasının doğusundaki Svalbard adasında buzulların altında inşa edilen depolara götürüldü.
Burada 3 Milyon çeşit doğal tohum saklanmakta ve olası bir nükleer savaştan sonra, kimlerin yaşayacağına karar verebilmek için depolanmaktadır!
İkinci adım ise, Irak’a yönetici olarak atanan Paul Bremmer, 26 Nisan 2006 da bir kararname çıkardı. Buna göre Iraklılar, kendileri tohum üretemeyecekler ve ekecekleri tohumları Monsanto’dan alacaklardı! Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.
Monsanto, Türkiye’ye 1997 yılında geldi. Bursa’daki STK’ların direnişi, kamuoyu oluşturmaları sebebiyle gerekli izinleri alamadılar.
2004 yılında Bush-Erdoğan-İsrail görüşmesinden sonra, şirketin önü açıldı! 

Erdoğan, 4738 sayılı Özel Endüstri Bölgeleri kanununda 22/06/2004 tarihinde 5195 sayılı kanunla şirket lehine değişiklik yaptırdı. Yetmedi Büyükşehir yasasını değiştirip, Gemiç ve Gürle köylerini Gemlik ilçesine bağladı. Sonunda gerekli izinler verildi…
Erdoğan ve AKP Türk Tarımını bakın ne hale getirdi;
-Yunanistan’ın tüm yüzölçümünün 2 katı büyüklüğünde tarım arazisi olan Türkiye, Yunanistan’dan pamuk ithal ediyor!
-Türkiye 126 ülkeden 133 çeşit meyve sebze ithal eden bir ülke haline geldi!
-Türkiye, Taze soğan-kuru soğan ithal ediyor.
-Türkiye Sap-Saman ithal ediyor.
-Her 5 köylüden 3’ü icralık hale geldi.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her yıl 10 Milyon insan açlıktan ölüyor. Bunun 6 Milyonu maalesef 5 yaşın altındaki çocuklar!
840 Milyon insan, yetersiz beslenme sebebiyle hastalık ve ölümün hazır müşterisi gibiler. Dünyada 1 Milyar insan 1 bardak temiz suya hasret!
Üzerinde yaşadığımız yerküre artık daha fazla insanı besleyemeyecek halde iken, tüm ülkeler tarıma destek vermeyi arttırırken, Türk Tarımını saman ithal edecek duruma getiren Erdoğan ve AKP’nin, doğrudan Yüce Divana gönderilmeleri gerekir.
Çokuluslu şirketlerin çıkarlarını koruyup, kendi insanını açlığa mahkûm etmenin cezası sizce ne olmalıdır? 
30 Haziran 2016, Dr. Rifat Serdaroğlu
https://kumkale.wordpress.com/2016/07/02/tohumla-oldurmek/

..