GERÇEĞİN UYANIŞI
Osman ARSLAN
26 Aralık 2016 Pazartesi,
Dolmabahçe saldırısı, Rus Büyükelçi’nin katledilmesi, El Bab’dan şehit haberleri gelmesi, doların ateşlenmesi Türkiye’ye 15 Temmuz sonrası giderek yoğunlaşan gerilimler yaşatıyor, tedirginlikleri çoğaltıyor.
Haliyle bizim gibi geleceğe umutlu ve inançlı bakanlara karşı mütereddit yaklaşımlar çoğalırken olayları açıklama modelimize ilişkin de sorular geliyor. Yaşananlar tam olarak neyin savaşıdır? Madem tek kutupludur ve Yahudi baronların elindedir Dünya, bu kavgayı kim, niye yapıyor?
Bütün bu sorulara ışık tutmadan geleceğimizi planlamak mayınlı tarlada rast gele gezmek gibi riskli olacaktır.
ÜÇ OLAY NE ANLATIYOR?
Dolmabahçe katliamı, FETÖ’cü polisin Büyükelçi Karlov’a düzenlediği suikast ve El Bab şehitleri bu mücadelenin neresine düşüyor? Bu olayların ve doların yükselişinin izahı nedir ve şimdi ne olacak? Türkiye bu işten nasıl kârlı çıkacak?
Olaylar hiçbir zaman göründüğü gibi değildir. Bir olay olduğunda biz sonuçlarla yüzleşiriz. Halbuki bu sonuçlar bizi yönlendiren olaylardır. Bir olayın etkisi ile yönlendirildiğimizde kime ve neye hizmet ettiğimizi de düşünmek zorundayız. Bu eylemleri yapanların gerçek niyetlerini okumak, tuzağa düşmemek ve başka emellere hizmet etmemek için önemlidir.
DOLMABAHÇE’DE ABD İZİ VAR
Dolmabahçe saldırısını düşünelim, 44 şehidin intikamı duygusu PKK’ya karşı bizi daha da hırçınlaştırdı. Halkı HDP karşıtı eylemlere, devleti seri tutuklamalara yönlendirdi. Bu arada Suriye’de daha güçlü bulunmaya sevk etti ve birliklerimizi takviye ettik. Sonuç: Bizi soğukkanlı bir mücadele sürdürdüğümüz Suriye’de hızlandırdı, daha yoğun bir savaşın içine çekti. Kontrollü ilerleme politikamızı riskli ilerlemeye dönüştürecek şekilde zorladı bizi.
Sinirlerimizi bozarak Suriye’de ‘kontrolsüz ilerlememizi’ kim ister? Öngördüğümüz gelişmelerin bir bir gerçekleştiği ‘Halep Oradaysa’ makalemizde belirttiğimiz gibi, Türkiye-İran savaşı kurgusunu yapan ‘büyük şeytan’ ister. Bunu sağlamak için Türkiye’nin savaş gücünü Suriye’ye daha çok yığması gerekliydi. Patlayan bombaya verdiğimiz -kaçınılmaz- reaksiyonla, bu amaç için bir adım daha yaklaştılar.
Fakat inanıyoruz ki Türkiye yönetiminin basireti, bu yanlışa mahal vermeyecek ve bu aşamaya getirmeyecektir olayları. Bu farkındalıkla yönetildiğimizi biliyoruz.
ANKARA’DA İNGİLTERE ELİ GÖRÜNÜYOR
Ardından Rus Büyükelçisi Karlov’un öldürülmesi, ABD’yi bize açık hedef yaptı. Hangi suikastta katilin bağlantıları, arkaplanı bu kadar net olur? Suikastlar cenneti ülkemizde ilk defa bu kadar ‘eller havaya’ diyecek kadar katilin bağlantıları net çıktı! Failin FETÖ ve CIA ilişkileri bu denli bariz olunca Rusya ile karşı karşıya gelmedik, daha da yakınlaştık. Suikastla yapılan provokasyonun Türkiye’yi Rusya’nın iyice yanına itmesinden kuşku duymalıyız. Belli ki bir ‘safları netleştirme’ operasyonudur bu! Bu nedenle suikastı, oyunu kuranlar yaptırmış olabilir.
Oyunu kuranlar derken ‘Dünya baronlarını’, 20. Yüzyıl dengelerini tasfiye ederek 21. Yüzyılın yeni dengelerini dizayn ederken yeni cepheleşmeleri oluşturan beyni kastediyoruz. O beynin adresi İngiltere’dedir ve MI5’te, KGB’de, MOSSAD’da ve CIA’da elleri güçlüdür. Yani, CIA bağlantılı da gözükse katil, ABD’den ziyade İngiltere işi olabilir. İngilizlerin infaz tekniği ve korku salma taktiğine de çok uygun olması yönüyle daha bir kuvvetli ihtimal olduğunu düşünmek gerekir. İngiltere’nin kurulan yeni dünya dengelerinde Türkiye’yi Rusya safında görmek istediğini daha önceki analizlerimizde aktarmıştık.
Zira, bu güç Rusya’ya ve ABD’ye nüfuz ettiği kanallardan zaten yön verebilir. Fakat Türkiye’ye artık yön veremez. Türkiye’yi ‘çarpma etkisiyle yön değiştirmek zorunda’ bırakmak dışında yolu yok. Türkiye’ye, istedikleri yörüngeyi bulduruncaya kadar çarpmaya devam edecekler! Hiç kuşkumuz olmasın, 15 Temmuz’da ‘bağımsızlığı seçerek’ felaketi kovup belayı aldık! Yiğidin başı da belasız olmaz!
EL BAB’DA ALMANYA FARKEDİLİYOR
DEAŞ’ın El Bab’ta 14 askerimizi şehit etmesi olayına gelelim: Olayın faili DEAŞ, bir Almanya enstrümanı terör örgütüdür. PYD ise ABD kontrolündedir. Ortaya attığımız AB-ABD ittifakı, arkaplanı okuyamayanların “asla bir araya gelemezler” dediği işi gerçekleştirmiştir: ABD’nin yönlendirdiği PYD ve Almanya’nın yön verdiği DEAŞ ittifak içine girmiş, Musul’da çatışmalar dinmiş ve bütün gücüyle El Bab’a yüklenme imkanı bulan DEAŞ bize bu kaybı verdirtmiştir.
Yani bir kez daha Suriye’ye daha büyük güçle gitmeye zorlanmışızdır. Ve elbette bunu yaptmak zorunda bırakılmıştık, yaptık da. Kazanmadan dönmek olamazdı artık, savaş büyüse de savaşmak zorundaydık. Bu nedenle Suriye’ye tanklar ve birlikler ardı ardına takviye edildi.
DOLAR SALDIRISI BARONLARIN KARARI
Bu aşamada Türk ekonomisine karşı, basınımızda yeterince yer bulan tehdit nereden geldi? Rotschild ailesinden! Kendi açıklamaları yanında tüm yayın organları ile birlikte Türk ekonomisinin çökeceğini, bunu kendilerinin yapacağını söylediler! Anlaşılan o ki, savaşa iyice çektikleri Türkiye’nin ekonomisinin baharla birlikte vuracaklar!
Doları kıpırdatmaları ondan! Dolar denilen para nedir ki? Bizim bastığımız kağıtlara göre daha değerli olması nedendir?
İkinci Dünya Savaşı’nın galip ülkesi İngiltere ve ABD, ABD’nin Bretton Woods kasabasında yaptıkları toplantıda Dünya maliyesine hükmedecek kararlar aldılar. Örneğin Dünya Bankası ve Uluslararası para Fonu (IMF)’nu kurma kararlarını burada aldılar.
ALTIN KAĞIT: DOLAR(!)
Bretton Woods’ta bir başka kararın teklifi İngiliz Ekonomist Keynes’ten gelmişti: Altın karşısında değeri olacak tek para ABD doları olacak, diğer tüm paraların değeri de ABD dolarına göre belirlenecekti. Yani, dolar kaymesi artık altın külçesi olmuştu. Aslında bizim paramız da, dolar da kağıttı, ama dolar kağıt gibi görünse de altındı!
Niçin? ‘Öyle kabul edildiğinden! Efendiler böyle istediğinden!’ 1946 yılında anlaşmayı yeterli sayıda ülke imzalayınca da bu kararlar hayata geçirildi.
Bu, açık bir zulümdü. Tıpkı, Kızılderili Kabile Reisi’ni ‘dumanlı çubuk’ ve demir çubuk’ karşılığında topraklarını takas etmeye razı ettiği gibi, bir cam parçasına altınlarını vermeye ikna ettikleri gibi bu kovboylar şimdi de Dünya’ya kendi para kağıdını altın diye kabul ettiriyor, diğer ülke paralarını kağıt mertebesinde bırakıyordu. Sömürmenin tadını almıştı bir kere.
İşte ‘doları kullanmayalım’ kampanyası, bu emperyalist düzene başkaldırıdır. Ve buna tepki de, elbette bu düzeni kuran barondan gelecekti; Rotschild’den! Şaşıracak bir şey yoktu yani. Savaşı ona açmıştık zaten.
Özetle ortaya koyduk: 15 gün içinde Dolmabahçe’de ABD(PKK aracılığı ile), Ankara’da İngiltere (FETÖ görünümlü CIA-MI5 operasyonuyla), El Bab’da Almanya (DEAŞ eliyle), Dolar krizinde Baronlar (Rotschild aracılığı ile) Türkiye’yi ‘daha çok ve daha derin bir savaşa’ çağırdılar. Bu savaşa, ileride yalnız bırakılmak üzere Rusya ile birlikte girmemizi istediler. Biz de, bunun için gerekeni yapma durumunda kaldık fakat Suriye barışı hamlesi ile de tuzağı bozmaya çalıştık.
TUZAK: İRAN-TÜRKİYE SAVAŞI
Oyunu bozmaya matuf akıllıca bir Türkiye hamlesi, ABD’yi dışlayarak İran’ı da alıp Moskova’da bir anlaşma imzalamak oldu. Eğer hayat bulma kabiliyetine ererse bu anlaşma, Suriye’de Türkiye’nin bozduğu Kürt bandının altına gerilmek istenen Şii bandını da bertaraf edecektir. Lakin, Halep için kerhen masaya oturan İran, işte tam bu noktada ABD safına geçiverecek ve karşımıza geri dönülmez bir aşamada dikiliverecektir. Oyunun bu aşamasına hazırlanan tuzağı da şimdiden görmek zorundayız.
Eğer bugün oynanan oyunu çözeceksek ‘gerçekte ne olduğunu’ doğru okumak zorundayız. Olayları sadece ‘siyasal gündem’ içinde değil, tarihsel kökeni ve ‘kamplaşmanın gerçek yüzü’ iyönünden de anlamak zorundayız.
KAMPLAŞMANIN GERÇEK YÜZÜ
“Gerçekte” dediğimiz anda, görünenden başka bir boyuttan söz edeceğiz demektir. Tarihi okumak, yolumuzu daha iyi görmek için geçmişin aynasını tutmak pek çok gerçeği görmeye yarar. Zira tarih bize kuşbakışı bakma, olayları şema halinde görme, soyutlayarak netleştirme şansı verir. Güncel olayların hengamesinde oluşan kafa karışıklığını giderir; duru, net bir görüş sağlar. Yeter ki tarih okurken de olayların arasında kaybolup gitmeyelim. Olayların anlamları üzerinden tarihi saflaştıralım.
Dünya’nın son üç yüz yıldır tek kutuplu olduğunu savunuruz, malum. Bu kutbu tutan efendilerin aynı kimlikte, yani Yahudi olduğunu da söyleriz hep. Bu ‘küresel baron’ların neden Dünya ellerindeyken çatışmalar çıkardıklarını da, bu savaşların sebeplerini de soranlar olur sürekli. Son olayları da neden yaşadığımızı netleştirecek olan bu analizi, Türkiye’nin alması gereken pozisyonu da belirleyebilmek adına gerekli görüyoruz.
İMPARATORLUK-DEVLET-TERÖR ÖRGÜTÜ DİZGESİ
Aslında, aynı dünyanın mensupları olan bu efendiler birbiriyle savaşan iki grup halindedirler. Bu iki grup, 19. Yüzyılda kendilerine ait imparatorlukları aracılığı ile savaşırlardı. Çünkü karşılarında duran ‘Osmanlı’, kontrollerinde olmayan bir İmparatorluktu. 20. Yüzyılda ise bu savaşlarını, önce dağıtılmış (gösterdikleri-gerçekte yerinde duran) imparatorluklarına ait devletler üzerinden, sonra da bu (görünür) devletlere ait ‘asimetrik güçler’ (terör örgütleri) eliyle yapmaya başlarlar.
Zira asimetrik savaş, kendi askerlerini kaybettirmiyor, ‘o bölgenin halklarını’ birbirini öldürmeye sevk ediyordu. Silah satıyor para kazanıyor, insanları birbirine öldürtüyor etnik temizlik yapıyor, sonra da gelip tepelerine ‘barış sağlamak’ amacıyla oturup ‘mutemet’lerine devredip –güya- ayrılıyorlardı.
ÜÇÜNCÜ SINIFTAN BİRİNCİ SINIFA
Onun için imparatorluklar-devletler-terör örgütleri dizgesinde; terör örgütleriyle savaşanlar, aslında üçüncü ve en alt seviyede mücadele etmektedir. Bir devletle savaşan devlet ikinci seviyeye terfi etmiştir. Eğer bir imparatorluğu(devletler topluluğunu), yanınıza aldığınız devletlerle savaşa sokmuşsanız, bu artık birinci seviyede bir savaştır. Yani bir dünya savaşıdır. Dünya Savaşı, Dünya’nın efendiliğine talip olmaktır. Bunu da başarıyla aşmış iseniz efendilerden birisi olmuşsunuz demektir.
Türkiye bugüne kadar hep terör örgütleriyle savaştırıldı. Yani 3. Sınıfta mücadele veriyordu. Asıl beynin(Yahudi baronlar) avatarının(imparatorluklar) parçalarının(devletler) kuklalarıyla(terör örgütleri) savaşıyordu. Öncesinde terör örgütleriyle boğuşurken 17-25 Aralık sonrasında Türkiye terör örgütlerini ezmeye, 15 Temmuz’un hemen öncesi örgütlerin arkasındaki devletlere meydan okumaya da başladı. Böylece ikinci sınıf devletliğe terfi etmiş oldu.
BİRİNCİ SINIFLIKTAN EFENDİLİĞE
15 Temmuz’da, arkasında NATO(ABD İmparatorluğu) olan bir organizasyona, FETÖ terör örgütünün saldırısına teslim olmayan Türkiye bir sınıf daha atladı. İmparatorluk düzeyinde, 1. Sınıfta mücadele etmeye başladı.
Zaten projeleri de; termik santrallerden Avrasya Tüneli’ne, Çanakkale köprüsünden 3. Havaalanına, Osman Gazi Köprüsünden Kanalistanbul’a, Göktürk-2’den Koral’a kadar birinci sınıf iddialar taşımaktaydı.
Artık savaş, Dünya’nın geleceğini değiştirecek niteliğe bürünmüştü. Bu, zımni ve zaruri bir Dünya savaşına doğru gidiş anlamına gelmekteydi. Bu savaşın patlama noktası ise Suriye idi. Arapsaçına dönen ilişkiler, günden güne değişen cepheler ve stratejiler arasında, bir gün bir hamle bu Dünya Savaşını çıkartacak fitili ateşleyecek beklentisi artık son safhada.
BUGÜNÜN SAVAŞLARI YAHUDİ TARİHİNDE GİZLİ
Bu sefer Dünya savaşının içindeyiz. Fakat nerede, ne tarafta olmalıyız, ne yapmalıyız?
Bu sorunun cevabı için bugünün Dünyasını anlamak, bugünü anlamak için de Dünya tarihini iyi okumak durumundayız. Dünya tarihini bilmek için de Yahudi tarihini mutlaka bilmek gereklidir. Kur’an’ın üçte birlik kısmının Yahudilere ve tarihlerine ayrılmasının belki de bir hikmetini bu yazının sonunda anlamış olacağız.
Dünyaya hükmedenlerin tarihini kavramak, bugünkü savaşlara ışık tutacağı gibi yarın nerede duracağımız da bilmemize yarayacaktır.
YENİ SENTEZ NE OLACAK?
Kendi tarihlerini 4 bin yıla uzatırken, kendi itiraflarıyla 6 bin yıla uzayan ve Sümer uygarlığını; bu Türk uygarlığını bilinçli olarak gizleyerek kendilerine rakip bırakmamak adına ikibin yıla çektiklerini itiraf eden Rockefeller’in açıklamalarına işaret etmek istiyoruz.
Bir şeyi daha vurgulamak gereklidir: Diyalektik felsefenin mucidi (Yahudi) Hegel’in, istediği sonucu(sentez) ancak tez ve antitezle sağlayacağı fikrinin dünya baronlarının şiarı olduğunu vurgulayalım. 20. Yüzyılda bunu tez(kapitalizm) ve antitez(komünizm) olarak dindaşları Smith ve Marx eliyle ortaya koymuşlardı. Ortaya çıkan sentezi(sonuçları) ise insanlık tarihinin en acı trajedileri olarak birlikte yaşadık.
GERÇEĞİN UYANIŞI İÇİN
Şimdi 21. Yüzyıla yeni bir tez-antitez tezgahı kurulurken, kurguları yok edecek bir gerçeğin uyanışına da şahit oluyoruz.
Fakat burada duralım. En başta dile getirdiğimiz soruyu; “Yaşananlar tam olarak neyin savaşıdır? Madem tek kutupludur ve Yahudi baronların elindedir Dünya, bu kavgayı kim, niye yapıyor?” sorusunu cevaplamayı, yazılarımızın çok uzun olmasından yakınan dostlarımızı dikkate alarak gelecek makalemize bırakalım. 26.12.2016