HATIRALARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HATIRALARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2020 Pazartesi

ERİVAN'DAN VAN'A HATIRALARIM.,

 ERİVAN'DAN VAN'A HATIRALARIM.,




Kinyas Kartal 


“Allah bu milletin evlatlarını
birbirine düşürüp, yabancı güçlere fırsat
vermesin, zafer tattırmasın.
Şunun bunun sözlerine kanan gençlerimizin
doğru yolu bulmasını nasip eylesin."
Kinyas Kartal 

SUNUM

Bu ülkede asırlardır aynı tarihin, kültürün ve inancın beşiğinde mayalanarak, bağımsız ve hür olarak yaşayıp bugünlere geldik. Bundan dolayı, aşireti-kökeni-ırkı-mezhebi ne olursa olsun, herkes Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı olmuştur. Aynı milletin ve milliyetin mensuplarıyız, kimliğimiz de birdir.
Ülkemizi parçalamak ve ele geçirmek isteyen Haçlılar kimliğimizi hedef seçmiştir. Bu, kimlik parçalanırsa; millet de, vatan da, egemenlik de parçalanacak demektir. Bu gerçek bölgemizde yaşanan kanlı olaylarda,  'Büyük Ortadoğu Projesi' ve haritalarında açıkça görülmektedir. 
Bu yolda, öz kardeşini katletmeyi kurtuluş zannederek, emperyalistlerle işbirliği  yapanlara, gaflet ve dalalet içinde yüzenlere rahmetli Kinyas Kartal yüreğinden gelen bir çığlıkla sesleniyor.  Dini bütün, vatansever, Türk Milleti’nin şerefli evladı Kinyas Kartal,  1987 yılında hatıralarını ve vasiyetini yazmayı bir görev bilmiş. Biz de, bu asırlık çınarın gizlenen vasiyetini aynen yayımlamayı görev sayıyoruz. Bu hatıratı ve vasiyeti, özellikle kimlik tartışmalarını inatla gündemde tutarak, millet bütünlüğüne karşı inanç, ırk ve etnik  bilinçlenme ve ayrışmayı keskinleştirip, ülkenin bir kaosa sürüklenmesine ortam hazırlayanlara ithaf ediyoruz.
Sadi Somuncuoğlu, Yeniçağ Gazetesi, 06.11.2008   

KİNYAS KARTAL'IN YAZISI

ÖNSÖZ
Bu kısa risaleyi neden yazdım. Yayın hayatı ile ilgili olmayan Kinyas KARTAL’ın bu tür bir şey yazmış olması beni tanıyan herkesin muhakkak dikkatini çekmiştir. Böyle bir açıklama yapmak benim sadece hakkım değil, aynı zamanda vazifemdi. Emsallerime de aynı uygulamayı tavsiye ederim.
Ben ki, Elhamdülillah 90’ıma merdiven dayadım. Rusya’da Çar’ı, geçiş dönemi yönetimini ve Lenin’i iktidarda gördüm. İran’da Şahlık döneminde bulundum. Türkiye’mizde Büyük Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk ve nihayet Evren’in Cumhurbaşkanlığı dönemlerini yaşadım ve yaşıyorum. Bu zaman zarfında içeride ve dışarıda birçok olaya şahit oldum. Herhalde gençlerimize söyleyecek bir çift sözüm olacaktır. Milletler evlâtlarını yetiştirirken onlara gelecek için yatırım yapmış olurlar. Benim de acı ve tatlı olaylarla dolu ömrüm ve 15 yıl TBMM’de parlamenterlikten sonra Meclis Başkanlığı görevi ile şereflendirilmem millî iradenin bana yaptığı yatırımdır. Bizim milletimiz asker doğar asker ölür. Asker olarak ölmek demek, son nefeste dahi görev başında olmak demektir. Asker olmak için muhakkak üniformalı olmak da gerekmez. Benim de ömrüm bu büyük milletin uğrunda çeşitli cephelerde savaşarak geçti. Demokrasi mücadelemiz bu safhalardan bir bölümü idi. Şu anda yazmakta olduğum satırlarla da milletimin birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşamasına yardımcı olmak istiyorum. Görüldüğü gibi mücadele bitmiyor. Hayat devam ettikçe ve bu mukaddes milletin düşmanları faaliyetlerini sürdürdükçe, bizim de cepheden cepheye koşmamız zaruridir.
Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin, zaferi tattırmasın. Şunun bunun sözüne kanan gençlerimizin doğru yolu bulmalarını nasip etsin.

Dinim ve Milliyetimle Her Zaman İftihar Ettim

Beşinci göbekten dedem Şemdin, Diyarbakır'ın Karacadağ bölgesinde yaşamakta iken bir olay üzerine Iğdır-Aralık'ın Dil bölgesine yerleşmişler. Ondan sonra gelen kuşaklar sırasıyla Şemdin'in oğlu Mehmet, onun oğlu Nadir, onun oğlu Fethi, onun oğlu Bedir ve onun oğlu da ben Van'a gelinceye kadar hudut değişiklikleri ve olaylara göre Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği, Iran, Osmanlı İmparator­luğu daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadık.
Biz Dil bölgesine geldiğimiz zaman bu bölge Iran sınırları içerisinde idi. Bu bölge bilahare Rusların eline geçti. Dil bölgesi Rusların eline geçince halen de Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan Erivan’a Tarımkent'de dünyaya geldim. Tahsilime Tarımkent'de başladım. O dönemde Rusların ilk ve ortaokulları bir arada idi. Gimnaziye deniyordu. Burayı bitirince babam beni Askerî Lise'ye vermek istedi, imtihanlara Tiflis’te girdim ve kazandım. Ukrayna'nın Kiev şehrinde Askerî Lise'de okumaya başladım. 1918 yılında Askerî Lise'den mezun oldum.
Türkiye’ye Gelişim
Biz Diyarbakır bölgesinden göçtükten sonra 250–300 yıl geçmiş. Benimle o nesil arasında 5 kuşak geçmiş. Türkiye'ye 1922 yılında gel­diğimiz zaman ben 22 yaşındaydım. Bugün 86 yaşındayım, birisi öldü 9 çocuğum ve 21 torunum var. Bildiğim yabancı diller arasında Rusça, Fransızca, biraz Almanca biraz Arapça vardır ve ayrıca Türkçenin aşiretlerde konuşulan şekli olan Kürtçeyi de bilmekteyim.
Askerlik mesleğini seçişime Rahmetli babam sebep olmuştur. Rahmetti gözü açıktı ve beni çok severdi. "Seni subay yapacağım. Ama süvari olacaksın. Atının nalları gümüş olacak, çivilerini altından vurduracağım" derdi. Çok zengindi.

Rus ihtilâli benim Askerî Lise'yi bitirdiğim yıl başladı. O yıllarda Azerbaycan'da bağımsız bir Türk Devleti vardı. Ben Bakü'de Harp Okulu'nu bitirip bir yıl da teğmenlik yaptıktan sonra Ruslar Azerbaycan'ı istilâ ettiler. Bana da "Kızıl Generaller Kursu"na katılmam teklif edildi. Komünist ideolojiyi benimsemediğim için katılmadım. Esasen Ruslarla ve Komünistlerle elbirliğinde hiç bulunmadım. Onları hiç tutmadım ve hiç sevmedim.
Komünizm kavgası başlayıp kan gövdeyi götürdüğü dönemde kimin kimden yana olduğu belli değildi. Sürekli cinayetler işleniyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Yaranmak için ihbarda bulunanları da ihbar edenler çıkıyordu. Devlet adına kamulaştırmalarda şahısların malları sürekli el değiştiriyordu. Her tarafta yangın, sabotaj, kıtlık ve anarşi vardı. Sefalet had safhaya çıkmıştı.
Bu yıllarda Kiev'den Erivan'a dönmek istedim. Ailem Erivan'da idi. Şüphesiz böyle bir dönemde ailem de beni yanında isterdi. Şartlar bana bu imkânı vermedi. Azerbaycan'ın Bakû şehrinde Harp Okulu'na girdim. Buradaki tahsil hayatım 2 yıl sürdü. 2 yıl sonra Harp Okulu mezunu olmuştum. Mezuniyetten sonra bir süre Bakü'de kaldım. Sovyet Ordusu İran'a giderken ben de birliğimle birlikte İran'a geçtim. Kazbin bölgesinde bir süre kaldım. Bilahare Sovyet Genelkurmay Başkanlığı'na müracaat ederek Erivan şehrinin Nahçıvan Bölgesi Askerî Komiserliğine atanma talebinde bulundum ve orada gö­reve başladım. 
Milliyetim  iftiharımdır
Gerek Çar'ın gerekse Sovyetler Birliği'nin mensubu olarak askerlik yapmış olmam dinî ve millî duygularıma kesinlikle gölge düşürmemiştir. Daima dinim ve milliyetimle iftihar etmiş ve onları en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışımdır. O yıllarda şimdi de olduğu gibi Kafkasya'da Müslüman Türk az değildi. Şüphesiz bu in­sanların gençleri, eğitimlerini tamamlayınca veya meslekleri gereği hayata atılınca, Sovyet sistemi içinde görev alıyorlardı. Ben de bunlardan biri idim.
Nahçıvan'da görevli iken 9. Kafkas Tümeni'nin Erivan'da olduğunu öğrendim. Babam Rüştü Paşa'nın kuvvetlerinin safında Osmanlı İmparatorluğunun askerî kuvvetleri ile omuz omuza mücadele veriyordu. Rüştü Paşa o yıllarda Tümen Kumandanı idi. Aşiretlerle özellikle bizim aşiretimizle çok sağlam bir dayanışması vardı. Babamın emrinde 600 süvariden meydana gelmiş bir kuvvet vardı. Bunlar bölgeyi çok iyi bilen, bölge şartlarına uyumlu iyi binici ve iyi atıcı kimselerdi. Bu isimsiz kahramanlar dinleri ve milliyetleri uğruna ulu kanlarını akıtmışlardır. Babam Bedir Bey'in yararlılıkları için Rüştü Paşa'dan aldığı taltif vardır. Bütün bu acı ve zor günleri maalesef çocuklarımıza yeteri kadar anlatamıyoruz. Anlatmanın yollarını bulamıyoruz. Onlara gerçek düşmanlarının kim olduğunu gösteremiyoruz. Bu toprakların nasıl kazanıldığını anlatamadığımız için birbirlerini boğazlıyorlar. Kardeş kardeşin kanını döküyor.
Türk'ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur
Burada gençlerimize milletine ve dinine bağlılığı aşılamanın, bizlerin temel görevimiz olduğunu Delirtmek isterim. Yine gençlerimize evvel emirde vermek zorunda olduğumuz bir diğer özellik ise biri birlerini sevme hissi ve bunun bir zaruret olduğu fikridir. Ayrıca Türk'e Türk'ten başka kimsenin dost olmadığını da öğretmemiz gereklidir. Yıllarca Osmanlı bütçesi ile Avrupa ve Arap ülkelerini besledik. İstanbul'un ve Anadolu'nun imarını ihmal edip onların şehirlerine harcama yaptık. Ayrılık tohumu girmiş tarladan nifak ve nefret çıkar, netice alamadık. Evvelâ bu milletin evlâtları kaderlerinin ortak olduğunu öğrenmeli. Biz birbirimizi yeteri kadar seversek başka sevgice muhtaç olmayız. Aksi halde bizi biri birimize düşüren en büyük düşmanlığı kendi kendimize yapmış oluruz.
Eskiden yaşadığım yerlerde Ermeniler de şüphe yok ki vardı. Bunların arasında iyi komşuluk kurduğumuz, iyilik yapıp iyilik gördüğümüz Ermeniler de vardı. Birçok Ermeni dostum olmuştur. Ancak, sonradan anladık ki, Ermenilerin bir kısmı içinden pazarlıklı imiş. Bazı Ermeniler sinsi bir faaliyetin içinde imişler. Ortalığın karışmasını, ellerine fırsat geçmesini bekleyen Ermeniler de vardır. Yakın dostumuz olduğunu sandığımız Ermenilerden çok çabuk bize cephe alıp. Bizi yok etmek isteyenler çıktı. Rahmetli Babam Bedir, bir Ermeni haininin kurşunu ile şehit oldu. Bu Ermenilerin ailemize ve aşiretimize verdiği ilk acı değildi. Son acı da olmadı. Bundan sonra Ermenilerle olan kanlı mücadelemiz devam edip gitti. Onlar bizi o bölgeden söküp atmak istiyorlardı. Kendi bölgelerinde Müslüman istemiyorlardı. Müslümanların olmadığı bir Ermeni yurdu düşünü gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Tek tek işledikleri cinayetlerle bizi yerimizden söküp atamadılar. Sonradan köyleri basmaya evleri ve ekinleri yakmaya başladılar. Böylece bizimle onların arasında bir ölüm kalım savaşı başladı ve sürdü.
Babamı Ermeniler Şehit Etti
9. Kafkas Turnem Erivan'dan geri çekilince denge, Ruslardan destek görmekte olan Ermeni çetelerinin lehime döndü. Babam Bedir Bey'in şehit olmasından sonra aşiretimiz İran'da bir yıl daha kaldı. Bu yılı takip eden dönemde yurdumuza Türkiye'ye döndük. 1920–1923 yılları arasında Van bölgesine olan ilticamız devam etti. Bizi yerimizden, yurdumuzdan edem; malımızı, mülkümüzü yakıp yıkan canımıza kıyan Ermeni zulmü, maalesef Ermeniler yeni cinayetleri ile bize hatırlatılıncaya kadar unutulmuştu.
Van ve ilçelerine bağlı köylere yerleştiğimiz zaman 3-5.000 aile kadar vardık. Şüphesiz soydaş Müslüman Türk toplumundan hüsnü kabul, hükümetten sıcak ilgi gördük. Buna rağmen yerleşmedeki geçiş döneminde bir hayli sıkıntılar geçirdik. 5.000 civarındaki ev, yaşlısı, hastası, çoluğu çocuğu ile yeniden yerleşmeye çalışıyorduk. Ermenilerden çektiklerimiz adeta unutulmuştu. Biz 'millet olarak zaten kindar değiliz, Dinimiz İslâmiyet de kin ve nefret duygusunu yasaklamıştır. Ama hiç olmazsa yakın geçmişin olaylarını çocuklarımıza anlatmalı ve onlarda millî tarih şuuru yaratmalıydık.
Bu milletin kaderini yine bu milletin evlâtları tayin etmiştir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni milletimizin dünkü evlâtlarına yani babalarımıza, dedelerimize borçluyuz. Bu eser onlarındır. Onlar bu devleti canlarıyla kanlarıyla kurup bize emanet ettiler. Onların eserine sahip çıkmamak emanete hıyanet olurdu. Biz sahip çıktık. Eseri yarattık. Şimdi de çocuklarımıza devrediyoruz, onlar da mallarına sahiplik yapmazlarsa bize olan borçlarını ödememiş olurlar.
Bu Devlet Milli Mücadele İle Kurulmuştur  
Biz derken, bu milletin fertleri derken, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranları kastediyorum, Bu devletin temelinde Millî Mücadele döneminde yapılan fedakârlıklar ve gösterilen gayretler yatar. İlk adım Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları: ile atılmıştır. Bu teşkilâtlar; Edirne, Ankara, Adana, Kastamonu, Konya, Mâmüretilaziz (Elazığ), Ordu, Aksaray, Ertuğrul, Eskişehir, Amasya, İçel, Aydın, İzmit, Burdur, Bolu, Antalya, Tokat, Conik, Haruniye, Çorum, Isparta, Denizli, Sinop, Kozan, Kırşehir, Kayseri, Gümüşhane, Kengiri, Kütahya, Trabzon, Niğde, Yozgat, Zonguldak, Giresun, Ergani'de kurulduğu gibi, Siverek, Oltu, Muş, Malatya, Maraş, Mardin, Genç, Kars, Gaziantep, Siirt, Dersim (Tunceli), Hakkâri, Ağrı, Urfa, Ardahan, Erzincan, Van, Diyarbakır, Sivas, Bitlis, Erzurum'da da kurulmuştur. Bu iftihar edilecek eserde memleket evlâdının hepsinin payı vardır. Hatta Alparslan ile Romen Diyojen'in Malazgirt Savaşı tarafların eşitliği ile sürenken, bölgeye Horasan, Türkistan ve Altay illerinden daha eski tarihlerde Anadolu'ya gelmiş ve Doğu Anadolu'ya yerleşmiş aşiretlerdeki Türklerin desteği ile Alparslan'ın Bizans'ı yendiğini dinlemiştim.
Bu ülkede Herkes Hür ve Eşittir
Bir ülkenin fertlerine Milletvekili, Bakan, Başbakan, Meclis Başkanı, Senato Başkanı, Cumhurbaşkanı olma yolları açıksa, o ülkede fertlerin hür iradesi var demektir. Bir ülkenin insanları istedikleri eğitimi yapabiliyor, istedikleri meslekleri yurdun herhangi bir yerinde icra edebiliyor iseler o ülkede eşikliğin olduğundan şüphe edilemez. Bunun aksini söylemek düşmanca sözlere yani yabancılara kulak asmak olur.
Büyük ve ilerleme yolunda olan ülkelerde düzeltilmesi zor olmayan aksaklıklar olabilir. Hiç binimizin gönlü; tarafgir davranılmasına, ihmal edilmişliğe ve benzeri gibi dengesizliğe razı olmaz. Ancak, bu tür nahoş durumların da üstesinden hoşgörü, tolerans ve sevgi ile gelinir. Bu milletin evlâtları bunu da yapabilecek güçtedirler.
Doğu'nun kalkınmamışlığını ideolojik ve siyasî amaçlar için kullananlar da vardır. Ben bunlara kesinlikle karşıyım. Kimseye de tavsiye etmem. Bu tür problemlerin demokrasi içerisinde çözüm yolları vardır. Bölücülük düşmanın işine yarar. Ben Kürtçü değilim. Doğulu olmak ayrı bir milliyetten olmayı gerektirmez. Bu milletin birçok boyu ve kolu vardır. Kürtler de Türk milletinin Doğu Anadolu'daki adıdır. Nice bin yıllık tarihi paylaşmış bir milletin ipinde kavmiyetçilik hem ayıptır hem de günahtır. Kukla hükümetler kurarak günümüz dünyasında yaşamanın mümkün olmayacağını, bunun yararının olmadığım, buna lüzum da olmadığını anlayamayanlar var.
Kürtler de Türk’tür
Bugün doğuda ayrı bir devlet kurma hevesine katılanlar var. Bu 'düşmanın içimize soktuğu bir fikirdir. Türk milletinin dostu yoktur. Türk milleti tekrar ediyorum kendi kendisini severse hiç kimseye ihtiyacı kalmaz. Rahmetli Atatürk "Kürt kavmi diye bir kavim yoktur, bunlar Türk’tür" demiştir. Benim inancım da bu merkezdedir. Bu çok önemli gerçeğe riayet eden yok. Atatürk'ün izi bu konuda takip edilmemiştir Bu hataya düşen sadece bazı doğulu gençler olmamış batılı gençlerden de öz kardeşlerine "sen Kürtsün" demek hatasına düşenler çok olmuştur. Sevilmek isteyen, sevmesini ve sevgisini göstermesini bilmeli.
Bu memleketin hizmetine koşarken, askerlik yapıp vergi verirken, gerekince uğrunda ölürken kardeş olan insanlar birbirlerini horlayamazlar. Bakın Anayasa'ya kanun önünde bölge farkı gözetiliyor mu isteyen herkes istediği gibi seyahat etme istediği yerde ikâmet etme hakkına sahip. Meslek seçmek veya fakülte seçmek için çalışmak yetiyor. Van'da da zengin olan var İzmir'de de, her iki ilde fakir fukara da var. Türkiye'de işçi hakları ile mevzuat geneldir. Bizim televizyonumuzda, bizim mevlidimiz okunur, ben isterim ki, daha fazla okunsun, Türküler bizim, türkücüler bizim. Demokrasi ve getirdiği icraatı ile döneminde yaşamış bir kimse olarak Atatürk'ün büyük adam olduğunu kabul ediyorum. Gençlere de onu yakından tanımalarını tavsiye ederim.
Sevgisizlikte Aydınların Rolü var
Bu sevgisiz ortamın yaratılmasında aydınlarımızın büyük payı var. Ciddi inceleme yapmadan, işin aslını astarını anlamadan hüküm veriyorlar, teşhis koyuyorlar. Bunlardan birisi de Aşiretler ile Padişahlık ilişkileridir. Padişahlar zamanında aşiretlerin durumunun iyi bilinmesi gerekir. Padişahlık devrini kötüleyenler Sultan Abdülhamit’e de envali türlü ithamlarda bulunuyorlar. Aşiretlerde ciddi bir padişahlık sevgisi vardı. Bu tarihi bir sonuçtu. Araplar İsrail gerçeği Karşısında Abdülhamit'i daha yemi anlayabildiler. Padişahlık dönemi yönetimi Aşiretlere o zamanın coğrafi. Siyasi, ekonomik şartlarının bir sonucu olarak bazı rahatlıklar getirmişti. Bunu açıklarken o dönemin özlemini duyuyorum anlamına gelmesin. Hamidiye Alayları Türk Askerî Tarihinde bir gerçektir. Alaylar bu millete hizmet vermiştir. Ruslar da Türkleri örnek alıp iki alay da onlar kurdular. Birisine benim dedem Fethi Bey komutanlık yaptı. Diğerini Zilan aşiretinden Güneş ailesine kurdurmuşlardı.
Dedem Fethi Beyin komutanlık yaptığı bizim Bruki aşiretinin meydana getirdiği süvari alayı 93 Harbinde Ruslarla beraber iştirak etmek zorunda kalıyor. Aşiret büyükleri aralarında karar alıyorlar, dedem Fethi Bey askerlerine emir vermiş savaş alanına girince hepsi Osmanlı tarafına geçip Ruslara ateş açmışlar. Durumu anlayan Rus yönetimi Dedem Fethi Bey'i ortadan kaldırmak için Doğubayazıt’taki komutana verilmek üzere onunla bir zarf göndermiş. Yaptıkları plâna göre Dedem zarfı verdikten sonra aşiretinin dışında bir bölgede öldürülmüş olacaktı. Durumu anlayan Dedem canını kurtarmasını be­ceriyor. Daha sonra aşiret alayımız Türk kuvvetleri ile birleşiyor. Bunları bana daha sonra amcam rahmetli anlatmıştı. Aradan zaman geçip biz Türkiye'ye gelince benim Rus Ordusu'nda subay olduğumu ihbar ediyorlar. Kâzım Karabekir Paşa'ya benim Bedir beyin oğlu olduğum anlatılınca mesele halloluyor.

Babam Şehit Oldu
9. Kafkas Tümeni bizim orada iken, Kumandanının Erzurumlu Rüştü Paşa olduğunu ve bizim 600 süvari ile kendisine iltihak ettiğimizi söylemiştim. Babam beni Rüştü Paşa ile tanıştırdıktan 3 gün sonra şehit oldu. Bizim Türkiye'ye dönme fikrimiz fırkanın çekilmesinden sonra kesinleşti. Biz Rusya'da 1917'deki ihtilâle taraftar değildik. Ben o mücadelede Çarlık taraflısıydım. Öğle'ye doğru ellerinde sopalarla ihtilâlciler okulu bastı. Orada yaşamak mümkün değildi. Bizim Türkiye'ye gelişimizden sonra da çok olaylar yaşadık. Maalesef 1925 yılında Şeyh Sait olayı oldu, çok kardeşkanı döküldü. Bunlar hep tahrik ve nifak sonucudur, iki taraftan ölen de öldüren de bu milletin evlâdıdır. 1926'da İzmir'e, 1937'de Trakya'ya, 1960'da Sivas'a sürdüler. Bunları bana başka milletten birisi yapsaydı kırılırdım. Ama kırılmadım çünkü bu milletin bir ferdiyim. Ben yabancı ellerde ve çok sıkıntılar ve mücadeleler görerek yaşadığım için bu tür olayları sineme çekmesini bildim. Hoşuma da gitti. Dedim ki "dolu yağdı, benim tarlama isabet etti". Şimdi gençlerde bu sevgi, bağlılık, tolerans yeteri kadar yok.
Benim aşiretim 300–400.000 kişilik nüfusa sahiptir. Bunların her biri bir başka aileye gelin verdi veya gelin aldı. Hısım akrabalarım Türkiye'de çeşitli illere dağıldı. Yerleşme hürriyetlerini istedikleri gibi kullandılar. Türkiye'ye olan bağlılıklarını da asla kaybetmediler. Vatanımızı, milletimizi sevip, bağlılık ve inancımızı her gün yeniden ispatlamaya çalıştık bunca yıldır. Türkiye'mizde Türklüğümüzü gururla, sevgiyle, inançla sürdürmeye devam edeceğiz.

Onun için aşiretleri iyi incelemek lâzım. Hem aşiretlerin yakın geçmişini_ivi bilmek ve hem de aşiret içi yapıyı iyi bilmek gerekir. Aşiret reisliği dededen babadan kalma bir müessesedir. Sevgi ve saygıya dayanır. Ne yazılı kanunu ne de yazılı nizamı vardır. Kuralları ile yönetilir. Seversen, sevilirsin. Geçimsizlikleri, anlaşmazlıkları gidermek aşiret reisinin görev alanına girer.

Rusların Türk Topraklarında Gözü var

Rusların Türk toprakları üzerinde daima gözü olmuştur. Ben Rusya'da doğup büyüdüm. Rusya'da Askeri öğrenim yaptım. Rusların Türkiye üzerindeki emellerini iyi bilirim. Türk Tarihine Deli Petro olarak geçmiş Rus Çarı'na onlar Büyük Petro derler. Onun vasiyeti vardır "Sıcak benizlere ininiz" diye. Eski Çarlık Rusya’sı ile bugünkü Komünist Rusya arasında büyük fark olmasına rağmen onlar hâlâ Büyük Petro'nun vasiyetini tutuyorlar. Onun yolundalar. Bu yüzden biz Türklere düşmandırlar. Bugünkü Ermeni Teröristlerini Ruslar tahrik ediyor. Bunda kimsenin en küçük şüphesi olmasın, bütün arzuları Türkiye'de kargaşa yaratmak, Türkiye'nin başına bir gaile çıkarmaktır.
Türkiye'ye komünist tehlike de bugün büyük ölçüde Rusya'dan gelmektedir, Komünizm iki şekilde önlenebilir. Bunlardan birisi dindir. Diğeri ise zenginliktir. Dindar ülkeye de, zengin ülkeye de Komünizm giremez. Bu iki müesseseye kıymet vermeliyiz. Bugün memleketin her ferdine dinine serbestçe hizmet imkânı verilmiştir. Zengin olmak için çalışan herkese yollar açıktır. Zengin derken herkesin rahatlıkla geçimini sağlamasını kastediyorum.
Bununla beraber Türkiye'nin doğusunun bazı şanssızlıkları vardır. Tabiat da Doğu'ya iyi davranmamıştır. Ege'de fındık, fıstık, üzüm, pirinç bizde ise; kar, taş, buğday başka bir şey yok. Bunun yanı sıra geçmiş yönetimlerde de doğuya adil davranılmadığı olmuştur. Bunların hesabını dökerek yeni husumetler yaratmak yakışmaz. Önemli olan tarihten ders almasını bilmek ve çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmak için elbirliği yapmaktır. Şartları zor da olsa Doğu'ya da Batıya götürdüğümüz hizmeti götürmek zorundayız ve bunun milletçe gayreti içindeyiz. Gidişat bu istikamettedir. Allanın izniyle Batı'nın Doğu'yu kıskanacağı günler çok uzak da değildir.
Bir milleti veya dini cemaati eleştirirken bütün fertlerine kara çalmak doğru olmaz. Gerçek ile gerçek olmayanı ayırt etmek gerekir. Hiçbir toplum her bakımdan çok berbat değildir. Bu vesileyle size bazı hatıralarımı aktarmak isterim.
Müslüman Olduğumuz İçin Cephe Alındı
Ben Askeri Lisede okuduğum yıllarda Erzurum Rus birlikleri tarafından işgal edilmişti. Dışarıda Rus askerleri zafer şenlikleri yaparken Erzurum ve Kafkasya halkından Ermeniler de onlara katılırdı. Ben her gece yatağıma girer yorganımı başıma çeker sabaha kadar ağlardım. O dönemde bizim kuşağımızda din, terbiye ve eğitimin temeli idi. Dinî duygularımız adeta millî duygularımızın yerini almıştı. Dinî duygularımız millî duygularımızdan çok evvel gelişti. Biz hepimiz Kafkasyalı, Erzurumlu Müslümanlardık. Bize Müslüman olduğumuz için cephe alınmıştı. Müslüman olmayanlar birbirlerine arka çıkıyorlardı. Benim Kafkasya'dan Erzurum'un acısını duymam çok tabii idi. Ben çocukluğumdan beri dinime ve aileme bağlıyım. Ailemden bu terbiyeyi aldım. Rusya'da da olsak biz Müslümanlar İslâm dininin hamisi olarak Osmanlı'yı düşünürdük. Osmanlı'nın zaafa uğraması İslâm dininin zaafa uğraması demekti. Rus Askeri mektebinde de okumuş olsak, bir Türk imparatorluğunun ve İslâm dininin zaafa uğrayabileceğini düşünmek bizi çok üzerdi. Bu üzüntüyü çok duymuşumdur.
Buna benzer bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. Babam Rahmetli Bedir Bey beni askeri liseye yazdırdığı zaman 1917 ihtilâlinden bir hayli evvel Çarlık döneminde idi, okulun direktörü ile bir görüşme yapmıştı. Bizim Müslüman olduğumuzu bana domuz eti yedirmemelerini söylemişti. Direktörümüzün emri ile domuz eti pişirildiği gün yemekhanede bana ayrı masa açılırdı. Ben yemekhaneye girince gözlerimle özel masamı araştırırdım, görmeyince, o gün domuz eti olma­dığını anlayıp arkadaşlarımla birlikte oturur yemeğimi yerdim. Bir gün yemekte domuz eti vardı. Benim de ayrı masam hazırlanmamıştı. Direktör yemek salonuna girip benim bir kenarda oturduğumu yemek yemediğimi görünce durumu anladı. Bunun üzerine personelden 80 -90 kişinin işine son verip yenilerini aldılar. Ruslardan gördüğümüz zararlar yüzyıllarca devam etmiştir. Ne var ki Çarlık Rusya koyu Ortodoks bir yönetim idi. Yani dinin ne olduğunu bilirdi. Ancak müesseseleri sağlamdı. Bu gerçekleri gençlerimiz iyi bilmeli.
Ruslar, Türkler Karşısında Aşağılık Duygusu Taşır
Bir başka hatıramı daha anlatayım. Ruslar Türkler karşısında aşağılık duygusu taşırlardı. Bu duyguyu her seviyede Rus da az çok görebilirsiniz. Bu duygu Rusların uzun süre Türk yönetiminde kalmalarından geliyordu. Bu duygularını özellikle Tatarlara karşı gösterirlerdi. Arkadaşlar zaman zaman bana hakaret anlamında "Tatarin" derlerdi. Ben de onlara emsali kelimelerle mukabele ederdim. Bu arada Direktör babama "Oğlun istikbalde Çar'ın subayı olacak, arkadaşlarını kesinlikle ihbar etmesin, ihbar yapan bir subay adayına iyi gözle bakılmaz, arkadaşları ile geçinmeye çalışsın" demişti. Bu yüzden ben de gerek babama ve gerekse sınıf subayıma uğradığım hakarete dair bir açıklama yapmıyordum. Bir gün bardağı taşıran bir olay oldu. Bir Ermeni arkadaş bana "Muhammedi öldürür, derisini tuzlayıp satarım" dedi. Çok tahrik olmuştum. Bu talebe arkadaşımı iyice dövdüm ve iki dişini kırdım. Dövülen sınıf arkadaşım beni şikâyet etti. Benim savunmamı aldılar. Disiplin subayı "Burası dağ başımı neden dövüştün ve bunun dişini kırdın" diyordu. Ben de "Ben Müslüman’ım, okulunuzda Müslümanlara yer yoksa ayrılır giderim. Burada Müslüman öğrencilere okuma hakkı var ise bana kimsenin hakaret etmeye hakkı yok. Hakarete uğradım mukabele ettim" dedim. Bunun üzerine tahkikatı yapan subay gençlerimizin bilmesini istediğim bir cevap verdi. Subay; "Kendi dinine saygısı olmayanın, bizim devletimize ve Çarımıza da saygısı olmaz. Bir daha dinine hakaret edenin iki değil dört dişini kır" demişti. Gençlerimiz onları tahrik edip olaylara sokanların ilkin inanç yapılarına baksınlar, Allah’ını inkâr eden dini uyuşturucu afyon kabul eden zihniyetin sonu kendi başını yemektir.
Ruslar ve Ermeniler bizim ebedi ve ezeli düşmanlarımızdır. Bu zihniyetimize onların bize karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen kinleri ve mezalimleri yol açmıştır. Benim Rusya'da Ruslar ve Ermeniler ile birlikte yaşadığım yıllarda şahit okluğum olaylar bana bu hükmü verdirmişti. Şimdi şahit olduğum ve takip edebildiğim gerçekler de bu teşhisimi doğruluyor. Rusya'da her seviyede öğrencisi olduğum okullarda, görev aldığım birliklerde Hıristiyanların birbirlerini tuttuklarını görmüşümdür. Günlük hayatta Rus Ermeni’ye arka çıkar, okullarda okul idaresinin öğrenciler arasında açıktan taraf tutması mümkün değildi. Anılarımda da belirttiğim gibi çok dürüst okul idarecileri de gördüm. Ancak iş devlet politikasına, top yekûn millî menfaatlere gelince Rus yönetimi Ermeni toplumuna arka çıkmıştır. Bana göre Ermeni ayaklanmalarının ve taşkınlıklarının arkasında büyük çapta Rus desteği olmuştur.
Hıristiyanlar Birbirine Tutkundur.
Hıristiyanların biri birlerine olan tutkunlukları ve milletimizin Müslüman evlâtlarından başka kimseden bize fayda gelmeyeceğine dair bir hatıramı daha nakledeyim. İngiliz milletvekillerinden birisi Marshall yardımı konusunda Maliye Bakanı'nı sıkıştırır. Yardımın dengesiz da­ğıtıldığını anlatmaktadır. Bakana; "Marshall Yardımı müttefiklerimizin nüfuslarına göre taksimata uğramakta iken Yunanlılar daha az nüfusa sahip iken neden en fazla yardımı alıyorlar" şeklinde bir soru sorar. Bakanın verdiği geçiştirici cevaplardan tatmin olmaz ve Bakanı sıkıştırır. Baklayı ağzından çıkaran Bakan; "Unutmayalım Yunanlılar Hıristiyan’dır" der.
Hıristiyan aleminin milletimize olan hasımca davranışları yeni değildir. Osmanlı devleti döneminde imparatorluğun ilkin gayri Müslim unsurlarını tahrik ederek onları imparatorluktan koparmış, sonra imparatorluğun bünyesinde Müslüman tebaaya el atmıştırlar. Ortadoğu'daki her gün birbiri ile didişen Arap devletleri bu uygulamanın mahsulüdürler. Hıristiyan ve Komünist alem şimdi Anadolu'daki Müslüman Türk halka kancayı takmıştır. Memleketin doğulu evlâtlarını tahrik ve istismar etmek suretiyle alet etmek istemektedir. Allah korusun, bu oyunda başarılı olursa bu defa doğuluyu kendi içinde bölmeye çalışacak "Alevi" diyecek "Sünni" diyeceklerdir. Artık uyanmamızın zamanı gelmiştir.
Hıristiyan aleminin bir zamanlar imparatorluğu bünyesindeki Hıristiyan unsurlara arka çıkıp, devletimize baskı yaparak, onları ayrı birer devlet haline getirmesi yeterli görülmemiştir. Şimdi ise Türkiye'yi bölüp-parçalamak için Avrupa'ya kaçmış komünist ideolojiyi be­nimsemiş veya cahil Müslüman Türklerden veya gayrı Müslim toplumları kullanarak devletimizi zayıf düşürmek, anarşinin içine itmek için çalışıyorlar. Yeni baskı unsurları budur.
Durum bu iken maalesef Arap devletleri, biz de Müslüman olmamıza rağmen senelerce sürdürülen Osmanlı aleyhtarı propagandaların neticesi olarak bizi pek desteklemezler. Nitekim Kıbrıs meselesinde tamamen haklı olmamıza rağmen pek çok Arap ülkesinden gerçek bir destek göremedik. Bana göre bunun iki sebebi vardır. Asırlar boyunca idaremiz altında kaldıklarından Türklere karşı antipatik davranırlar. İkinci husus Arapların birleşmelerine karakterleri müsait değildir. Birleşemedikleri içindir ki 150 milyon Arap 1,5 milyon İsrail ile başa çıkamamaktadırlar. Millet olarak birleşmenin doğurduğu kuvvete bundan daha iyi örnek olamaz. Birlik olursak milletçe sırtımız yere gelmez. Kabile şuuru ile hareket eder bölük pörçük olursanız her parçamız ayrı ayrı düşmanın elinde maskara olur.
İslâmiyet içerisindeki birlik ve dayanışmayı sekteye uğratan bir başka faktör de kısa vadeli çıkarlar için İslâm ülkeleri içerisine nifak sokmaktır. Bugün doğu bölgesinde bir takım çocuklarımızı anarşiye iten dış güçlerin arkasında maalesef Müslüman ülkelerden birisi de vardır. Bu tür silahlar daima geri tepmiştir. Bu tür tahriklere kapılanların da sonu hicran olmuştur. Özet olarak dostumuz yok denecek kadar azdır. Düşmanımız ise çoktur. Esasen biz başkasına muhtaç olmayacak kadar manevi güce sahibiz Birbirimize düşmezsek başkasına muhtaç olmayız. İhtiyacımız olan en büyük güç sevgidir. Sevgi ve hoşgörü ile Yenemeyeceğimiz güçlük yoktur. En büyük kuvvet birlikten doğar.
İhtiyacımız olan birliği sağlayabilmek ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilmek için yakın geçmişimizi, tarihimizi iyi bilmek ve çocuklarımıza iyi anlatmak mecburiyetindeyiz. Genç arkadaşlarıma daha doğrusu torunlarıma bu münasebetle de bir hatıramı anlatayım.
Enver Paşa İle Tanışmam
Okul öğrencisi olduğum yıllarda Paskalya münasebetiyle köydeki evimize gelmiştim. O yıllarda Sarıkamış’ta ordularımız "General Kış”a yenilmişti. Büyük milletlerin tarihinde bu tür acı hatıralar olabiliyor. Enver Paşa hareketinden sonra askerlerimiz donmuş silah­ları yerde kalmıştı. Bölge halkı bu silahlan topluyor aşiretlere satıyordu. Bu silahlardan 6 at yükü tüfek de bizim aşirete getirilmişti. Rahmetli babam köylüler adına pazarlık yaparak satın alıyordu. Babamın amcasının oğlu Mehmet Bey de babamın yanında idi. Mehmet Bey bir silah seçti ve babama "bu silahı size alalım" dedi. Silahın dipçiğinin üzerinde Kan izi vardı. "Mehmet" dedi babam, "Bu silahta Türk kanı var. Benim içim ecdadın kanını taşıyan bu silahı kullanmaya elvermez. Allah'tan dileğimdir. Türk askerleri buralara kadar tekrar gelsin. Onların safında çarpışmak bana nasip olsun, gâvurları kırıp şehit olayım". Bu sözleri söylediği zaman bu dileğinin maddeten vuku bulması mümkün değildi. Allah babamın duasını kabul etti. 9. Kafkas Fırkasında dövüşürken babam Ermeni kurşunu ile şehit oldu.
Söz Enver Paşa'dan açılmışken, Onunla karşılaştığım zaman ben Harp Okulu öğrencisiydim. Bakü'deki Büyük Tiyatro'da Kur'an-ı Ke-rim'in aleyhinde bir konuşma oldu. Enver Paşa bu toplantıda söz aldı Kur'an-ı Kerim'i güzel bir üslûpla müdafaa etti. Daha sonra ben bir­kaç arkadaşımla Enver Paşa'nın yanına gittik. "Paşam biz de Türk’üz bize bir hatıra olarak, kartvizitinizi verir misiniz" diye sorduk. Bir kü­çük kâğıt parçasına adını ve adresini yazdı, bize verdi. Onu uzun zaman saklamıştım. Sonra kaybettim.
Biz Kafkasya'daki Türkler Enver Paşa'ya Kafkas cephesinde çok yardım ettik. Birçok Kafkas Türkü hayatını onun yolunda gözünü kırp­madan verdi. Fakat harbin sonucu maalesef müspet olmadı. Açlık, yokluk ve bir de kış eklendi. Ecdat millî çıkarlar için atların tersindeki arpaları çok yemiştir. Ruslarla çarpışan askerimizin buğday kavurması kavurgayla karnını doyuruyordu. Sadece İman kuvvetiyle bu kadar oldu.
Babam ecdat kanı ile onurlanmış silahı Kafkas cephesinde kullanıp, henüz şehit olmadan bu silahla ilgili bir hatıramızı daha hatırlıyorum. O yıl İlkbahar'da çadırlarımızda 5 erkek 1 kız kardeş oturuyorduk. Kahvaltıdan henüz kalkmıştık. Babam da aramızdaydı. Çadırlarımızdan 1-2 km. ötede sığırlarımız yayılmıştı. Sonra birilerinin bunları kovaladığını gördük. Babam benden silahını istedi. Bir iki el ateş etti ve dereye doğru indi. Ancak dereye inince bunun bir Ermeni pususu olduğunu anladık. Ermeniler tuzak kurmuş, Azerileri de bu dereye çekmişti. Aşiretimizden bir anda dereye 1000–1500 süvari ineli. Çetin bir çatışma oldu. Azerilerin ve bizim sürülerimizi kurtarmıştık. Dostluklar yenilendi. Babam bu silaha bu çatışmada veda etti. Martini ateş edince çok duman çıkarıyordu. Bundan sonra Çaplı aldı ve onu kullandı.
Rusya'da iki tür Ermeni vardı. Başlangıçtan beri bizim komşu­muz olan Ermenilerden başka bir de Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını terk edip, gelenler vardı. Bunlara Kahdogam deniyordu. Bütün huzursuzluğu bunlar yarattı. Gaddar, hain, hatır tanımaz tiplerdi. İşleri güçleri çetecilikti. Bu çetelerden birisi bir gün (1917–1918) bizim aşiretin köylerinden Zeve'ye geldi. Kadın erkek, çoluk çocuk ne varsa hepsini katlettiler. Canlı varlık bırakmadılar. Bütün evleri ve tarlaları yaktılar. Bizim aşiretin yaşlılarından Kafkasya'daki Zeve köyünde Ermenilerin yaptığı katliamı bilmeyen yoktur. Bu acı hatıranın ağıtları bile vardır.
Ermenilerin bize yaptığı asıl büyük mezalim İran'dan geçerken yol boyunca oldu. Hiç beklenmedik bir anda çeteler saldırıya geçerlerdi. Geceleri çadırları basar sırf öldürmüş olmak için ateş ederlerdi. Hayvan sürülerimizi toplu halde imha eden Ermeni çeteleri hatırlıyorum. Adeta soyumuzu sopumuzu kazıyıp yok etmek istiyorlardı.
86 yaşındayım. Bir tek inanç taşırım. Bizim dostumuz yok, düşmanımız çoktur. Gençlerimiz tahrik ediliyorlar. Onlara nasihatimi tekrarlıyorum kesinlikle tahrike kapılmasınlar. Bu memleket ve onun bütün nimetleri onlarındır. Gençlik kendi milletine kendi devletine kendi kültür ve değerlerine ters düşmemelidir. Unutmasınlar ki Babasının kurduğu düzeni yıkan oğlun düzenini de onun oğlu yıkar. Onları yetiştiren ve geleceğini emanet eden Türk milletine ve Türk devletine karşı harekete geçmesinler, kötülemesinler, iyi düşünüp, milletini severek, tenkit ettikleri, beğenmedikleri şeyleri millet ve devletleri için kendileri daha iyisini yaparak, bağlılıklarını ispatlasınlar.
Doğu Anadolu'ya hizmet götürecek her hükümet hangi partiden olursa olsun ilgili görevlinin memleketi Türkiye'nin her neresinde olursa olsun bölgeye hizmeti sevgiyle götürmelidir. Bölgenin insanını bu milletin öz evlâtları olduğunu hiç unutmamalıdır. Bu konuda yapılacak herhangi bir ihmal milletin aleyhine olur Türk milletinin ve Türklüğün kopmaz bir parçası olan Doğu Anadolu'ya hizmet götürürken sevgiyi ve şuuru ihmal eden hükümetler vebal altına girerler. Bunların bu tür ihmalleri "bölücülük" için kandırılmış fanatikleri piyon gibi kullananların işine yarar.
Bu yurdun her evlâdı bilmelidir ki; boy, zümre, bölge ve mezhep ayrımcılığına katılmak veya önlenmesinde ilgisiz kalmak ilkin kendi zararına olur. Türkiye’nin milleti ve vatanı ile bütünlüğüne inanıp destek olmak, kendi menfaatimizedir. 
------------------------------------------------------------------------------
1- Anadolu Basın Birliği Genel Merkezi Nu:23 Ankara-1987

4 Ağustos 2018 Cumartesi

KİNYAS KARTAL - ERİVAN'DAN VAN'A HATIRALARIM



KİNYAS KARTAL - ERİVAN'DAN VAN'A HATIRALARIM



“Allah bu milletin evlatlarını
birbirine düşürüp, yabancı güçlere fırsat
vermesin, zafer tattırmasın.
Şunun bunun sözlerine kanan gençlerimizin
doğru yolu bulmasını nasip eylesin."
Kinyas Kartal 

SUNUM

Bu ülkede asırlardır aynı tarihin, kültürün ve inancın beşiğinde mayalanarak, bağımsız ve hür olarak yaşayıp bugünlere geldik. Bundan dolayı, aşireti-kökeni-ırkı-mezhebi ne olursa olsun, herkes Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı olmuştur. Aynı milletin ve milliyetin mensuplarıyız, kimliğimiz de birdir.

Ülkemizi parçalamak ve ele geçirmek isteyen Haçlılar kimliğimizi hedef seçmiştir. Bu, kimlik parçalanırsa; millet de, vatan da, egemenlik de parçalanacak demektir. Bu gerçek bölgemizde yaşanan kanlı olaylarda,  'Büyük Ortadoğu Projesi' ve haritalarında açıkça görülmektedir. 

Bu yolda, öz kardeşini katletmeyi kurtuluş zannederek, emperyalistlerle işbirliği  yapanlara, gaflet ve dalalet içinde yüzenlere rahmetli Kinyas Kartal yüreğinden gelen bir çığlıkla sesleniyor.  Dini bütün, vatansever, Türk Milleti’nin şerefli evladı Kinyas Kartal,  1987 yılında hatıralarını ve vasiyetini yazmayı bir görev bilmiş. Biz de, bu asırlık çınarın gizlenen vasiyetini aynen yayımlamayı görev sayıyoruz. Bu hatıratı ve vasiyeti, özellikle kimlik tartışmalarını inatla gündemde tutarak, millet bütünlüğüne karşı inanç, ırk ve etnik  bilinçlenme ve ayrışmayı keskinleştirip, ülkenin bir kaosa sürüklenmesine ortam hazırlayanlara ithaf ediyoruz.

Sadi Somuncuoğlu, Yeniçağ Gazetesi, 06.11.2008   


KİNYAS KARTAL'IN YAZISI

ÖNSÖZ

Bu kısa risaleyi neden yazdım. Yayın hayatı ile ilgili olmayan Kinyas KARTAL’ın bu tür bir şey yazmış olması beni tanıyan herkesin muhakkak dikkatini çekmiştir. Böyle bir açıklama yapmak benim sadece hakkım değil, aynı zamanda vazifemdi. Emsallerime de aynı uygulamayı tavsiye ederim.

Ben ki, Elhamdülillah 90’ıma merdiven dayadım. Rusya’da Çar’ı, geçiş dönemi yönetimini ve Lenin’i iktidarda gördüm. İran’da Şahlık döneminde bulundum. Türkiye’mizde Büyük Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk ve nihayet Evren’in Cumhurbaşkanlığı dönemlerini yaşadım ve yaşıyorum. Bu zaman zarfında içeride ve dışarıda birçok olaya şahit oldum. Herhalde gençlerimize söyleyecek bir çift sözüm olacaktır. Milletler evlâtlarını yetiştirirken onlara gelecek için yatırım yapmış olurlar. Benim de acı ve tatlı olaylarla dolu ömrüm ve 15 yıl TBMM’de parlamenterlikten sonra Meclis Başkanlığı görevi ile şereflendirilmem millî iradenin bana yaptığı yatırımdır. Bizim milletimiz asker doğar asker ölür. Asker olarak ölmek demek, son nefeste dahi görev başında olmak demektir. Asker olmak için muhakkak üniformalı olmak da gerekmez. Benim de ömrüm bu büyük milletin uğrunda çeşitli cephelerde savaşarak geçti. Demokrasi mücadelemiz bu safhalardan bir bölümü idi. Şu anda yazmakta olduğum satırlarla da milletimin birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşamasına yardımcı olmak istiyorum. Görüldüğü gibi mücadele bitmiyor. Hayat devam ettikçe ve bu mukaddes milletin düşmanları faaliyetlerini sürdürdükçe, bizim de cepheden cepheye koşmamız zaruridir.

Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin, zaferi tattırmasın. Şunun bunun sözüne kanan gençlerimizin doğru yolu bulmalarını nasip etsin.


Dinim ve Milliyetimle Her Zaman İftihar Ettim

Beşinci göbekten dedem Şemdin, Diyarbakır'ın Karacadağ bölgesinde yaşamakta iken bir olay üzerine Iğdır-Aralık'ın Dil bölgesine yerleşmişler. Ondan sonra gelen kuşaklar sırasıyla Şemdin'in oğlu Mehmet, onun oğlu Nadir, onun oğlu Fethi, onun oğlu Bedir ve onun oğlu da ben Van'a gelinceye kadar hudut değişiklikleri ve olaylara göre Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği, Iran, Osmanlı İmparator­luğu daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadık.

Biz Dil bölgesine geldiğimiz zaman bu bölge Iran sınırları içerisinde idi. Bu bölge bilahare Rusların eline geçti. Dil bölgesi Rusların eline geçince halen de Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan Erivan’a Tarımkent'de dünyaya geldim. Tahsilime Tarımkent'de başladım. O dönemde Rusların ilk ve ortaokulları bir arada idi. Gimnaziye deniyordu. Burayı bitirince babam beni Askerî Lise'ye vermek istedi, imtihanlara Tiflis’te girdim ve kazandım. Ukrayna'nın Kiev şehrinde Askerî Lise'de okumaya başladım. 1918 yılında Askerî Lise'den mezun oldum.


Türkiye’ye Gelişim

Biz Diyarbakır bölgesinden göçtükten sonra 250–300 yıl geçmiş. Benimle o nesil arasında 5 kuşak geçmiş. Türkiye'ye 1922 yılında gel­diğimiz zaman ben 22 yaşındaydım. Bugün 86 yaşındayım, birisi öldü 9 çocuğum ve 21 torunum var. Bildiğim yabancı diller arasında Rusça, Fransızca, biraz Almanca biraz Arapça vardır ve ayrıca Türkçenin aşiretlerde konuşulan şekli olan Kürtçeyi de bilmekteyim.

Askerlik mesleğini seçişime Rahmetli babam sebep olmuştur. Rahmetti gözü açıktı ve beni çok severdi. "Seni subay yapacağım. Ama süvari olacaksın. Atının nalları gümüş olacak, çivilerini altından vurduracağım" derdi. Çok zengindi.

Rus ihtilâli benim Askerî Lise'yi bitirdiğim yıl başladı. O yıllarda Azerbaycan'da bağımsız bir Türk Devleti vardı. Ben Bakü'de Harp Okulu'nu bitirip bir yıl da teğmenlik yaptıktan sonra Ruslar Azerbaycan'ı istilâ ettiler. Bana da "Kızıl Generaller Kursu"na katılmam teklif edildi. Komünist ideolojiyi benimsemediğim için katılmadım. Esasen Ruslarla ve Komünistlerle elbirliğinde hiç bulunmadım. Onları hiç tutmadım ve hiç sevmedim.

Komünizm kavgası başlayıp kan gövdeyi götürdüğü dönemde kimin kimden yana olduğu belli değildi. Sürekli cinayetler işleniyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Yaranmak için ihbarda bulunanları da ihbar edenler çıkıyordu. Devlet adına kamulaştırmalarda şahısların malları sürekli el değiştiriyordu. Her tarafta yangın, sabotaj, kıtlık ve anarşi vardı. Sefalet had safhaya çıkmıştı.

Bu yıllarda Kiev'den Erivan'a dönmek istedim. Ailem Erivan'da idi. Şüphesiz böyle bir dönemde ailem de beni yanında isterdi. Şartlar bana bu imkânı vermedi. Azerbaycan'ın Bakû şehrinde Harp Okulu'na girdim. Buradaki tahsil hayatım 2 yıl sürdü. 2 yıl sonra Harp Okulu mezunu olmuştum. Mezuniyetten sonra bir süre Bakü'de kaldım. Sovyet Ordusu İran'a giderken ben de birliğimle birlikte İran'a geçtim. Kazbin bölgesinde bir süre kaldım. Bilahare Sovyet Genelkurmay Başkanlığı'na müracaat ederek Erivan şehrinin Nahçıvan Bölgesi Askerî Komiserliğine atanma talebinde bulundum ve orada gö­reve başladım. 


Milliyetim  iftiharımdır

Gerek Çar'ın gerekse Sovyetler Birliği'nin mensubu olarak askerlik yapmış olmam dinî ve millî duygularıma kesinlikle gölge düşürmemiştir. Daima dinim ve milliyetimle iftihar etmiş ve onları en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışımdır. O yıllarda şimdi de olduğu gibi Kafkasya'da Müslüman Türk az değildi. Şüphesiz bu in­sanların gençleri, eğitimlerini tamamlayınca veya meslekleri gereği hayata atılınca, Sovyet sistemi içinde görev alıyorlardı. Ben de bunlardan biri idim.

Nahçıvan'da görevli iken 9. Kafkas Tümeni'nin Erivan'da olduğunu öğrendim. Babam Rüştü Paşa'nın kuvvetlerinin safında Osmanlı İmparatorluğunun askerî kuvvetleri ile omuz omuza mücadele veriyordu. Rüştü Paşa o yıllarda Tümen Kumandanı idi. Aşiretlerle özellikle bizim aşiretimizle çok sağlam bir dayanışması vardı. Babamın emrinde 600 süvariden meydana gelmiş bir kuvvet vardı. Bunlar bölgeyi çok iyi bilen, bölge şartlarına uyumlu iyi binici ve iyi atıcı kimselerdi. Bu isimsiz kahramanlar dinleri ve milliyetleri uğruna ulu kanlarını akıtmışlardır. Babam Bedir Bey'in yararlılıkları için Rüştü Paşa'dan aldığı taltif vardır. Bütün bu acı ve zor günleri maalesef çocuklarımıza yeteri kadar anlatamıyoruz. Anlatmanın yollarını bulamıyoruz. Onlara gerçek düşmanlarının kim olduğunu gösteremiyoruz. Bu toprakların nasıl kazanıldığını anlatamadığımız için birbirlerini boğazlıyorlar. Kardeş kardeşin kanını döküyor.


Türk'ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur

Burada gençlerimize milletine ve dinine bağlılığı aşılamanın, bizlerin temel görevimiz olduğunu Delirtmek isterim. Yine gençlerimize evvel emirde vermek zorunda olduğumuz bir diğer özellik ise biri birlerini sevme hissi ve bunun bir zaruret olduğu fikridir. Ayrıca Türk'e Türk'ten başka kimsenin dost olmadığını da öğretmemiz gereklidir. Yıllarca Osmanlı bütçesi ile Avrupa ve Arap ülkelerini besledik. İstanbul'un ve Anadolu'nun imarını ihmal edip onların şehirlerine harcama yaptık. Ayrılık tohumu girmiş tarladan nifak ve nefret çıkar, netice alamadık. Evvelâ bu milletin evlâtları kaderlerinin ortak olduğunu öğrenmeli. Biz birbirimizi yeteri kadar seversek başka sevgice muhtaç olmayız. Aksi halde bizi biri birimize düşüren en büyük düşmanlığı kendi kendimize yapmış oluruz.

Eskiden yaşadığım yerlerde Ermeniler de şüphe yok ki vardı. Bunların arasında iyi komşuluk kurduğumuz, iyilik yapıp iyilik gördüğümüz Ermeniler de vardı. Birçok Ermeni dostum olmuştur. Ancak, sonradan anladık ki, Ermenilerin bir kısmı içinden pazarlıklı imiş. Bazı Ermeniler sinsi bir faaliyetin içinde imişler. Ortalığın karışmasını, ellerine fırsat geçmesini bekleyen Ermeniler de vardır. Yakın dostumuz olduğunu sandığımız Ermenilerden çok çabuk bize cephe alıp. Bizi yok etmek isteyenler çıktı. Rahmetli Babam Bedir, bir Ermeni haininin kurşunu ile şehit oldu. Bu Ermenilerin ailemize ve aşiretimize verdiği ilk acı değildi. Son acı da olmadı. Bundan sonra Ermenilerle olan kanlı mücadelemiz devam edip gitti. Onlar bizi o bölgeden söküp atmak istiyorlardı. Kendi bölgelerinde Müslüman istemiyorlardı. Müslümanların olmadığı bir Ermeni yurdu düşünü gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Tek tek işledikleri cinayetlerle bizi yerimizden söküp atamadılar. Sonradan köyleri basmaya evleri ve ekinleri yakmaya başladılar. Böylece bizimle onların arasında bir ölüm kalım savaşı başladı ve sürdü.


Babamı Ermeniler Şehit Etti

9. Kafkas Turnem Erivan'dan geri çekilince denge, Ruslardan destek görmekte olan Ermeni çetelerinin lehime döndü. Babam Bedir Bey'in şehit olmasından sonra aşiretimiz İran'da bir yıl daha kaldı. Bu yılı takip eden dönemde yurdumuza Türkiye'ye döndük. 1920–1923 yılları arasında Van bölgesine olan ilticamız devam etti. Bizi yerimizden, yurdumuzdan edem; malımızı, mülkümüzü yakıp yıkan canımıza kıyan Ermeni zulmü, maalesef Ermeniler yeni cinayetleri ile bize hatırlatılıncaya kadar unutulmuştu.

Van ve ilçelerine bağlı köylere yerleştiğimiz zaman 3-5.000 aile kadar vardık. Şüphesiz soydaş Müslüman Türk toplumundan hüsnü kabul, hükümetten sıcak ilgi gördük. Buna rağmen yerleşmedeki geçiş döneminde bir hayli sıkıntılar geçirdik. 5.000 civarındaki ev, yaşlısı, hastası, çoluğu çocuğu ile yeniden yerleşmeye çalışıyorduk. Ermenilerden çektiklerimiz adeta unutulmuştu. Biz 'millet olarak zaten kindar değiliz, Dinimiz İslâmiyet de kin ve nefret duygusunu yasaklamıştır. Ama hiç olmazsa yakın geçmişin olaylarını çocuklarımıza anlatmalı ve onlarda millî tarih şuuru yaratmalıydık.

Bu milletin kaderini yine bu milletin evlâtları tayin etmiştir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni milletimizin dünkü evlâtlarına yani babalarımıza, dedelerimize borçluyuz. Bu eser onlarındır. Onlar bu devleti canlarıyla kanlarıyla kurup bize emanet ettiler. Onların eserine sahip çıkmamak emanete hıyanet olurdu. Biz sahip çıktık. Eseri yarattık. Şimdi de çocuklarımıza devrediyoruz, onlar da mallarına sahiplik yapmazlarsa bize olan borçlarını ödememiş olurlar.
Bu Devlet Milli Mücadele İle Kurulmuştur.  
Biz derken, bu milletin fertleri derken, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranları kastediyorum, Bu devletin temelinde Millî Mücadele döneminde yapılan fedakârlıklar ve gösterilen gayretler yatar. İlk adım Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları: ile atılmıştır. Bu teşkilâtlar; Edirne, Ankara, Adana, Kastamonu, Konya, Mâmüretilaziz (Elazığ), Ordu, Aksaray, Ertuğrul, Eskişehir, Amasya, İçel, Aydın, İzmit, Burdur, Bolu, Antalya, Tokat, Conik, Haruniye, Çorum, Isparta, Denizli, Sinop, Kozan, Kırşehir, Kayseri, Gümüşhane, Kengiri, Kütahya, Trabzon, Niğde, Yozgat, Zonguldak, Giresun, Ergani'de kurulduğu gibi, Siverek, Oltu, Muş, Malatya, Maraş, Mardin, Genç, Kars, Gaziantep, Siirt, Dersim (Tunceli), Hakkâri, Ağrı, Urfa, Ardahan, Erzincan, Van, Diyarbakır, Sivas, Bitlis, Erzurum'da da kurulmuştur. Bu iftihar edilecek eserde memleket evlâdının hepsinin payı vardır. Hatta Alparslan ile Romen Diyojen'in Malazgirt Savaşı tarafların eşitliği ile sürenken, bölgeye Horasan, Türkistan ve Altay illerinden daha eski tarihlerde Anadolu'ya gelmiş ve Doğu Anadolu'ya yerleşmiş aşiretlerdeki Türklerin desteği ile Alparslan'ın Bizans'ı yendiğini dinlemiştim.


Bu ülkede Herkes Hür ve Eşittir

Bir ülkenin fertlerine Milletvekili, Bakan, Başbakan, Meclis Başkanı, Senato Başkanı, Cumhurbaşkanı olma yolları açıksa, o ülkede fertlerin hür iradesi var demektir. Bir ülkenin insanları istedikleri eğitimi yapabiliyor, istedikleri meslekleri yurdun herhangi bir yerinde icra edebiliyor iseler o ülkede eşikliğin olduğundan şüphe edilemez. Bunun aksini söylemek düşmanca sözlere yani yabancılara kulak asmak olur.

Büyük ve ilerleme yolunda olan ülkelerde düzeltilmesi zor olmayan aksaklıklar olabilir. Hiç binimizin gönlü; tarafgir davranılmasına, ihmal edilmişliğe ve benzeri gibi dengesizliğe razı olmaz. Ancak, bu tür nahoş durumların da üstesinden hoşgörü, tolerans ve sevgi ile gelinir. Bu milletin evlâtları bunu da yapabilecek güçtedirler.

Doğu'nun kalkınmamışlığını ideolojik ve siyasî amaçlar için kullananlar da vardır. Ben bunlara kesinlikle karşıyım. Kimseye de tavsiye etmem. Bu tür problemlerin demokrasi içerisinde çözüm yolları vardır. Bölücülük düşmanın işine yarar. Ben Kürtçü değilim. Doğulu olmak ayrı bir milliyetten olmayı gerektirmez. Bu milletin birçok boyu ve kolu vardır. Kürtler de Türk milletinin Doğu Anadolu'daki adıdır. Nice bin yıllık tarihi paylaşmış bir milletin ipinde kavmiyetçilik hem ayıptır hem de günahtır. Kukla hükümetler kurarak günümüz dünyasında yaşamanın mümkün olmayacağını, bunun yararının olmadığım, buna lüzum da olmadığını anlayamayanlar var.


Kürtler de Türk’tür

Bugün doğuda ayrı bir devlet kurma hevesine katılanlar var. Bu 'düşmanın içimize soktuğu bir fikirdir. Türk milletinin dostu yoktur. Türk milleti tekrar ediyorum kendi kendisini severse hiç kimseye ihtiyacı kalmaz. Rahmetli Atatürk "Kürt kavmi diye bir kavim yoktur, bunlar Türk’tür" demiştir. Benim inancım da bu merkezdedir. Bu çok önemli gerçeğe riayet eden yok. Atatürk'ün izi bu konuda takip edilmemiştir Bu hataya düşen sadece bazı doğulu gençler olmamış batılı gençlerden de öz kardeşlerine "sen Kürtsün" demek hatasına düşenler çok olmuştur. Sevilmek isteyen, sevmesini ve sevgisini göstermesini bilmeli.

Bu memleketin hizmetine koşarken, askerlik yapıp vergi verirken, gerekince uğrunda ölürken kardeş olan insanlar birbirlerini horlayamazlar. Bakın Anayasa'ya kanun önünde bölge farkı gözetiliyor mu isteyen herkes istediği gibi seyahat etme istediği yerde ikâmet etme hakkına sahip. Meslek seçmek veya fakülte seçmek için çalışmak yetiyor. Van'da da zengin olan var İzmir'de de, her iki ilde fakir fukara da var. Türkiye'de işçi hakları ile mevzuat geneldir. Bizim televizyonumuzda, bizim mevlidimiz okunur, ben isterim ki, daha fazla okunsun, Türküler bizim, türkücüler bizim. Demokrasi ve getirdiği icraatı ile döneminde yaşamış bir kimse olarak Atatürk'ün büyük adam olduğunu kabul ediyorum. Gençlere de onu yakından tanımalarını tavsiye ederim.


Sevgisizlikte Aydınların Rolü var

Bu sevgisiz ortamın yaratılmasında aydınlarımızın büyük payı var. Ciddi inceleme yapmadan, işin aslını astarını anlamadan hüküm veriyorlar, teşhis koyuyorlar. Bunlardan birisi de Aşiretler ile Padişahlık ilişkileridir. Padişahlar zamanında aşiretlerin durumunun iyi bilinmesi gerekir. Padişahlık devrini kötüleyenler Sultan Abdülhamit’e de envali türlü ithamlarda bulunuyorlar. Aşiretlerde ciddi bir padişahlık sevgisi vardı. Bu tarihi bir sonuçtu. Araplar İsrail gerçeği Karşısında Abdülhamit'i daha yemi anlayabildiler. Padişahlık dönemi yönetimi Aşiretlere o zamanın coğrafi. Siyasi, ekonomik şartlarının bir sonucu olarak bazı rahatlıklar getirmişti. Bunu açıklarken o dönemin özlemini duyuyorum anlamına gelmesin. Hamidiye Alayları Türk Askerî Tarihinde bir gerçektir. Alaylar bu millete hizmet vermiştir. Ruslar da Türkleri örnek alıp iki alay da onlar kurdular. Birisine benim dedem Fethi Bey komutanlık yaptı. Diğerini Zilan aşiretinden Güneş ailesine kurdurmuşlardı.

Dedem Fethi Beyin komutanlık yaptığı bizim Bruki aşiretinin meydana getirdiği süvari alayı 93 Harbinde Ruslarla beraber iştirak etmek zorunda kalıyor. Aşiret büyükleri aralarında karar alıyorlar, dedem Fethi Bey askerlerine emir vermiş savaş alanına girince hepsi Osmanlı tarafına geçip Ruslara ateş açmışlar. Durumu anlayan Rus yönetimi Dedem Fethi Bey'i ortadan kaldırmak için Doğubayazıt’taki komutana verilmek üzere onunla bir zarf göndermiş. Yaptıkları plâna göre Dedem zarfı verdikten sonra aşiretinin dışında bir bölgede öldürülmüş olacaktı. Durumu anlayan Dedem canını kurtarmasını be­ceriyor. Daha sonra aşiret alayımız Türk kuvvetleri ile birleşiyor. Bunları bana daha sonra amcam rahmetli anlatmıştı. Aradan zaman geçip biz Türkiye'ye gelince benim Rus Ordusu'nda subay olduğumu ihbar ediyorlar. Kâzım Karabekir Paşa'ya benim Bedir beyin oğlu olduğum anlatılınca mesele halloluyor.


Babam Şehit Oldu

9. Kafkas Tümeni bizim orada iken, Kumandanının Erzurumlu Rüştü Paşa olduğunu ve bizim 600 süvari ile kendisine iltihak ettiğimizi söylemiştim. Babam beni Rüştü Paşa ile tanıştırdıktan 3 gün sonra şehit oldu. Bizim Türkiye'ye dönme fikrimiz fırkanın çekilmesinden sonra kesinleşti. Biz Rusya'da 1917'deki ihtilâle taraftar değildik. Ben o mücadelede Çarlık taraflısıydım. Öğle'ye doğru ellerinde sopalarla ihtilâlciler okulu bastı. Orada yaşamak mümkün değildi. Bizim Türkiye'ye gelişimizden sonra da çok olaylar yaşadık. Maalesef 1925 yılında Şeyh Sait olayı oldu, çok kardeşkanı döküldü. Bunlar hep tahrik ve nifak sonucudur, iki taraftan ölen de öldüren de bu milletin evlâdıdır. 1926'da İzmir'e, 1937'de Trakya'ya, 1960'da Sivas'a sürdüler. Bunları bana başka milletten birisi yapsaydı kırılırdım. Ama kırılmadım çünkü bu milletin bir ferdiyim. Ben yabancı ellerde ve çok sıkıntılar ve mücadeleler görerek yaşadığım için bu tür olayları sineme çekmesini bildim. Hoşuma da gitti. Dedim ki "dolu yağdı, benim tarlama isabet etti". Şimdi gençlerde bu sevgi, bağlılık, tolerans yeteri kadar yok.

Benim aşiretim 300–400.000 kişilik nüfusa sahiptir. Bunların her biri bir başka aileye gelin verdi veya gelin aldı. Hısım akrabalarım Türkiye'de çeşitli illere dağıldı. Yerleşme hürriyetlerini istedikleri gibi kullandılar. Türkiye'ye olan bağlılıklarını da asla kaybetmediler. Vatanımızı, milletimizi sevip, bağlılık ve inancımızı her gün yeniden ispatlamaya çalıştık bunca yıldır. Türkiye'mizde Türklüğümüzü gururla, sevgiyle, inançla sürdürmeye devam edeceğiz.

Onun için aşiretleri iyi incelemek lâzım. Hem aşiretlerin yakın geçmişini_ivi bilmek ve hem de aşiret içi yapıyı iyi bilmek gerekir. Aşiret reisliği dededen babadan kalma bir müessesedir. Sevgi ve saygıya dayanır. Ne yazılı kanunu ne de yazılı nizamı vardır. Kuralları ile yönetilir. Seversen, sevilirsin. Geçimsizlikleri, anlaşmazlıkları gidermek aşiret reisinin görev alanına girer.


Rusların Türk Topraklarında Gözü var

Rusların Türk toprakları üzerinde daima gözü olmuştur. Ben Rusya'da doğup büyüdüm. Rusya'da Askeri öğrenim yaptım. Rusların Türkiye üzerindeki emellerini iyi bilirim. Türk Tarihine Deli Petro olarak geçmiş Rus Çarı'na onlar Büyük Petro derler. Onun vasiyeti vardır "Sıcak benizlere ininiz" diye. Eski Çarlık Rusya’sı ile bugünkü Komünist Rusya arasında büyük fark olmasına rağmen onlar hâlâ Büyük Petro'nun vasiyetini tutuyorlar. Onun yolundalar. Bu yüzden biz Türklere düşmandırlar. Bugünkü Ermeni Teröristlerini Ruslar tahrik ediyor. Bunda kimsenin en küçük şüphesi olmasın, bütün arzuları Türkiye'de kargaşa yaratmak, Türkiye'nin başına bir gaile çıkarmaktır.

Türkiye'ye komünist tehlike de bugün büyük ölçüde Rusya'dan gelmektedir, Komünizm iki şekilde önlenebilir. Bunlardan birisi dindir. Diğeri ise zenginliktir. Dindar ülkeye de, zengin ülkeye de Komünizm giremez. Bu iki müesseseye kıymet vermeliyiz. Bugün memleketin her ferdine dinine serbestçe hizmet imkânı verilmiştir. Zengin olmak için çalışan herkese yollar açıktır. Zengin derken herkesin rahatlıkla geçimini sağlamasını kastediyorum.

Bununla beraber Türkiye'nin doğusunun bazı şanssızlıkları vardır. Tabiat da Doğu'ya iyi davranmamıştır. Ege'de fındık, fıstık, üzüm, pirinç bizde ise; kar, taş, buğday başka bir şey yok. Bunun yanı sıra geçmiş yönetimlerde de doğuya adil davranılmadığı olmuştur. Bunların hesabını dökerek yeni husumetler yaratmak yakışmaz. Önemli olan tarihten ders almasını bilmek ve çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmak için elbirliği yapmaktır. Şartları zor da olsa Doğu'ya da Batıya götürdüğümüz hizmeti götürmek zorundayız ve bunun milletçe gayreti içindeyiz. Gidişat bu istikamettedir. Allanın izniyle Batı'nın Doğu'yu kıskanacağı günler çok uzak da değildir.

Bir milleti veya dini cemaati eleştirirken bütün fertlerine kara çalmak doğru olmaz. Gerçek ile gerçek olmayanı ayırt etmek gerekir. Hiçbir toplum her bakımdan çok berbat değildir. Bu vesileyle size bazı hatıralarımı aktarmak isterim.


Müslüman Olduğumuz İçin Cephe Alındı

Ben Askeri Lisede okuduğum yıllarda Erzurum Rus birlikleri tarafından işgal edilmişti. Dışarıda Rus askerleri zafer şenlikleri yaparken Erzurum ve Kafkasya halkından Ermeniler de onlara katılırdı. Ben her gece yatağıma girer yorganımı başıma çeker sabaha kadar ağlardım. O dönemde bizim kuşağımızda din, terbiye ve eğitimin temeli idi. Dinî duygularımız adeta millî duygularımızın yerini almıştı. Dinî duygularımız millî duygularımızdan çok evvel gelişti. Biz hepimiz Kafkasyalı, Erzurumlu Müslümanlardık. Bize Müslüman olduğumuz için cephe alınmıştı. Müslüman olmayanlar birbirlerine arka çıkıyorlardı. Benim Kafkasya'dan Erzurum'un acısını duymam çok tabii idi. Ben çocukluğumdan beri dinime ve aileme bağlıyım. Ailemden bu terbiyeyi aldım. Rusya'da da olsak biz Müslümanlar İslâm dininin hamisi olarak Osmanlı'yı düşünürdük. Osmanlı'nın zaafa uğraması İslâm dininin zaafa uğraması demekti. Rus Askeri mektebinde de okumuş olsak, bir Türk imparatorluğunun ve İslâm dininin zaafa uğrayabileceğini düşünmek bizi çok üzerdi. Bu üzüntüyü çok duymuşumdur.

Buna benzer bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. Babam Rahmetli Bedir Bey beni askeri liseye yazdırdığı zaman 1917 ihtilâlinden bir hayli evvel Çarlık döneminde idi, okulun direktörü ile bir görüşme yapmıştı. Bizim Müslüman olduğumuzu bana domuz eti yedirmemelerini söylemişti. Direktörümüzün emri ile domuz eti pişirildiği gün yemekhanede bana ayrı masa açılırdı. Ben yemekhaneye girince gözlerimle özel masamı araştırırdım, görmeyince, o gün domuz eti olma­dığını anlayıp arkadaşlarımla birlikte oturur yemeğimi yerdim. Bir gün yemekte domuz eti vardı. Benim de ayrı masam hazırlanmamıştı. Direktör yemek salonuna girip benim bir kenarda oturduğumu yemek yemediğimi görünce durumu anladı. Bunun üzerine personelden 80 -90 kişinin işine son verip yenilerini aldılar. Ruslardan gördüğümüz zararlar yüzyıllarca devam etmiştir. Ne var ki Çarlık Rusya koyu Ortodoks bir yönetim idi. Yani dinin ne olduğunu bilirdi. Ancak müesseseleri sağlamdı. Bu gerçekleri gençlerimiz iyi bilmeli.


Ruslar, Türkler Karşısında Aşağılık Duygusu Taşır

Bir başka hatıramı daha anlatayım. Ruslar Türkler karşısında aşağılık duygusu taşırlardı. Bu duyguyu her seviyede Rus da az çok görebilirsiniz. Bu duygu Rusların uzun süre Türk yönetiminde kalmalarından geliyordu. Bu duygularını özellikle Tatarlara karşı gösterirlerdi. Arkadaşlar zaman zaman bana hakaret anlamında "Tatarin" derlerdi. Ben de onlara emsali kelimelerle mukabele ederdim. Bu arada Direktör babama "Oğlun istikbalde Çar'ın subayı olacak, arkadaşlarını kesinlikle ihbar etmesin, ihbar yapan bir subay adayına iyi gözle bakılmaz, arkadaşları ile geçinmeye çalışsın" demişti. Bu yüzden ben de gerek babama ve gerekse sınıf subayıma uğradığım hakarete dair bir açıklama yapmıyordum. Bir gün bardağı taşıran bir olay oldu. Bir Ermeni arkadaş bana "Muhammedi öldürür, derisini tuzlayıp satarım" dedi. Çok tahrik olmuştum. Bu talebe arkadaşımı iyice dövdüm ve iki dişini kırdım. Dövülen sınıf arkadaşım beni şikâyet etti. Benim savunmamı aldılar. Disiplin subayı "Burası dağ başımı neden dövüştün ve bunun dişini kırdın" diyordu. Ben de "Ben Müslüman’ım, okulunuzda Müslümanlara yer yoksa ayrılır giderim. Burada Müslüman öğrencilere okuma hakkı var ise bana kimsenin hakaret etmeye hakkı yok. Hakarete uğradım mukabele ettim" dedim. Bunun üzerine tahkikatı yapan subay gençlerimizin bilmesini istediğim bir cevap verdi. Subay; "Kendi dinine saygısı olmayanın, bizim devletimize ve Çarımıza da saygısı olmaz. Bir daha dinine hakaret edenin iki değil dört dişini kır" demişti. Gençlerimiz onları tahrik edip olaylara sokanların ilkin inanç yapılarına baksınlar, Allah’ını inkâr eden dini uyuşturucu afyon kabul eden zihniyetin sonu kendi başını yemektir.

Ruslar ve Ermeniler bizim ebedi ve ezeli düşmanlarımızdır. Bu zihniyetimize onların bize karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen kinleri ve mezalimleri yol açmıştır. Benim Rusya'da Ruslar ve Ermeniler ile birlikte yaşadığım yıllarda şahit okluğum olaylar bana bu hükmü verdirmişti. Şimdi şahit olduğum ve takip edebildiğim gerçekler de bu teşhisimi doğruluyor. Rusya'da her seviyede öğrencisi olduğum okullarda, görev aldığım birliklerde Hıristiyanların birbirlerini tuttuklarını görmüşümdür. Günlük hayatta Rus Ermeni’ye arka çıkar, okullarda okul idaresinin öğrenciler arasında açıktan taraf tutması mümkün değildi. Anılarımda da belirttiğim gibi çok dürüst okul idarecileri de gördüm. Ancak iş devlet politikasına, top yekûn millî menfaatlere gelince Rus yönetimi Ermeni toplumuna arka çıkmıştır. Bana göre Ermeni ayaklanmalarının ve taşkınlıklarının arkasında büyük çapta Rus desteği olmuştur.


Hıristiyanlar Birbirine Tutkundur

Hıristiyanların biri birlerine olan tutkunlukları ve milletimizin Müslüman evlâtlarından başka kimseden bize fayda gelmeyeceğine dair bir hatıramı daha nakledeyim. İngiliz milletvekillerinden birisi Marshall yardımı konusunda Maliye Bakanı'nı sıkıştırır. Yardımın dengesiz da­ğıtıldığını anlatmaktadır. Bakana; "Marshall Yardımı müttefiklerimizin nüfuslarına göre taksimata uğramakta iken Yunanlılar daha az nüfusa sahip iken neden en fazla yardımı alıyorlar" şeklinde bir soru sorar. Bakanın verdiği geçiştirici cevaplardan tatmin olmaz ve Bakanı sıkıştırır. Baklayı ağzından çıkaran Bakan; "Unutmayalım Yunanlılar Hıristiyan’dır" der.

Hıristiyan aleminin milletimize olan hasımca davranışları yeni değildir. Osmanlı devleti döneminde imparatorluğun ilkin gayri Müslim unsurlarını tahrik ederek onları imparatorluktan koparmış, sonra imparatorluğun bünyesinde Müslüman tebaaya el atmıştırlar. Ortadoğu'daki her gün birbiri ile didişen Arap devletleri bu uygulamanın mahsulüdürler. Hıristiyan ve Komünist alem şimdi Anadolu'daki Müslüman Türk halka kancayı takmıştır. Memleketin doğulu evlâtlarını tahrik ve istismar etmek suretiyle alet etmek istemektedir. Allah korusun, bu oyunda başarılı olursa bu defa doğuluyu kendi içinde bölmeye çalışacak "Alevi" diyecek "Sünni" diyeceklerdir. Artık uyanmamızın zamanı gelmiştir.

Hıristiyan aleminin bir zamanlar imparatorluğu bünyesindeki Hıristiyan unsurlara arka çıkıp, devletimize baskı yaparak, onları ayrı birer devlet haline getirmesi yeterli görülmemiştir. Şimdi ise Türkiye'yi bölüp-parçalamak için Avrupa'ya kaçmış komünist ideolojiyi be­nimsemiş veya cahil Müslüman Türklerden veya gayrı Müslim toplumları kullanarak devletimizi zayıf düşürmek, anarşinin içine itmek için çalışıyorlar. Yeni baskı unsurları budur.

Durum bu iken maalesef Arap devletleri, biz de Müslüman olmamıza rağmen senelerce sürdürülen Osmanlı aleyhtarı propagandaların neticesi olarak bizi pek desteklemezler. Nitekim Kıbrıs meselesinde tamamen haklı olmamıza rağmen pek çok Arap ülkesinden gerçek bir destek göremedik. Bana göre bunun iki sebebi vardır. Asırlar boyunca idaremiz altında kaldıklarından Türklere karşı antipatik davranırlar. İkinci husus Arapların birleşmelerine karakterleri müsait değildir. Birleşemedikleri içindir ki 150 milyon Arap 1,5 milyon İsrail ile başa çıkamamaktadırlar. Millet olarak birleşmenin doğurduğu kuvvete bundan daha iyi örnek olamaz. Birlik olursak milletçe sırtımız yere gelmez. Kabile şuuru ile hareket eder bölük pörçük olursanız her parçamız ayrı ayrı düşmanın elinde maskara olur.

İslâmiyet içerisindeki birlik ve dayanışmayı sekteye uğratan bir başka faktör de kısa vadeli çıkarlar için İslâm ülkeleri içerisine nifak sokmaktır. Bugün doğu bölgesinde bir takım çocuklarımızı anarşiye iten dış güçlerin arkasında maalesef Müslüman ülkelerden birisi de vardır. Bu tür silahlar daima geri tepmiştir. Bu tür tahriklere kapılanların da sonu hicran olmuştur. Özet olarak dostumuz yok denecek kadar azdır. Düşmanımız ise çoktur. Esasen biz başkasına muhtaç olmayacak kadar manevi güce sahibiz Birbirimize düşmezsek başkasına muhtaç olmayız. İhtiyacımız olan en büyük güç sevgidir. Sevgi ve hoşgörü ile Yenemeyeceğimiz güçlük yoktur. En büyük kuvvet birlikten doğar.

İhtiyacımız olan birliği sağlayabilmek ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilmek için yakın geçmişimizi, tarihimizi iyi bilmek ve çocuklarımıza iyi anlatmak mecburiyetindeyiz. Genç arkadaşlarıma daha doğrusu torunlarıma bu münasebetle de bir hatıramı anlatayım.


Enver Paşa İle Tanışmam

Okul öğrencisi olduğum yıllarda Paskalya münasebetiyle köydeki evimize gelmiştim. O yıllarda Sarıkamış’ta ordularımız "General Kış”a yenilmişti. Büyük milletlerin tarihinde bu tür acı hatıralar olabiliyor. Enver Paşa hareketinden sonra askerlerimiz donmuş silah­ları yerde kalmıştı. Bölge halkı bu silahlan topluyor aşiretlere satıyordu. Bu silahlardan 6 at yükü tüfek de bizim aşirete getirilmişti. Rahmetli babam köylüler adına pazarlık yaparak satın alıyordu. Babamın amcasının oğlu Mehmet Bey de babamın yanında idi. Mehmet Bey bir silah seçti ve babama "bu silahı size alalım" dedi. Silahın dipçiğinin üzerinde Kan izi vardı. "Mehmet" dedi babam, "Bu silahta Türk kanı var. Benim içim ecdadın kanını taşıyan bu silahı kullanmaya elvermez. Allah'tan dileğimdir. Türk askerleri buralara kadar tekrar gelsin. Onların safında çarpışmak bana nasip olsun, gâvurları kırıp şehit olayım". Bu sözleri söylediği zaman bu dileğinin maddeten vuku bulması mümkün değildi. Allah babamın duasını kabul etti. 9. Kafkas Fırkasında dövüşürken babam Ermeni kurşunu ile şehit oldu.

Söz Enver Paşa'dan açılmışken, Onunla karşılaştığım zaman ben Harp Okulu öğrencisiydim. Bakü'deki Büyük Tiyatro'da Kur'an-ı Ke-rim'in aleyhinde bir konuşma oldu. Enver Paşa bu toplantıda söz aldı Kur'an-ı Kerim'i güzel bir üslûpla müdafaa etti. Daha sonra ben bir­kaç arkadaşımla Enver Paşa'nın yanına gittik. "Paşam biz de Türk’üz bize bir hatıra olarak, kartvizitinizi verir misiniz" diye sorduk. Bir kü­çük kâğıt parçasına adını ve adresini yazdı, bize verdi. Onu uzun zaman saklamıştım. Sonra kaybettim.

Biz Kafkasya'daki Türkler Enver Paşa'ya Kafkas cephesinde çok yardım ettik. Birçok Kafkas Türkü hayatını onun yolunda gözünü kırp­madan verdi. Fakat harbin sonucu maalesef müspet olmadı. Açlık, yokluk ve bir de kış eklendi. Ecdat millî çıkarlar için atların tersindeki arpaları çok yemiştir. Ruslarla çarpışan askerimizin buğday kavurması kavurgayla karnını doyuruyordu. Sadece İman kuvvetiyle bu kadar oldu.

Babam ecdat kanı ile onurlanmış silahı Kafkas cephesinde kullanıp, henüz şehit olmadan bu silahla ilgili bir hatıramızı daha hatırlıyorum. O yıl İlkbahar'da çadırlarımızda 5 erkek 1 kız kardeş oturuyorduk. Kahvaltıdan henüz kalkmıştık. Babam da aramızdaydı. Çadırlarımızdan 1-2 km. ötede sığırlarımız yayılmıştı. Sonra birilerinin bunları kovaladığını gördük. Babam benden silahını istedi. Bir iki el ateş etti ve dereye doğru indi. Ancak dereye inince bunun bir Ermeni pususu olduğunu anladık. Ermeniler tuzak kurmuş, Azerileri de bu dereye çekmişti. Aşiretimizden bir anda dereye 1000–1500 süvari ineli. Çetin bir çatışma oldu. Azerilerin ve bizim sürülerimizi kurtarmıştık. Dostluklar yenilendi. Babam bu silaha bu çatışmada veda etti. Martini ateş edince çok duman çıkarıyordu. Bundan sonra Çaplı aldı ve onu kullandı.

Rusya'da iki tür Ermeni vardı. Başlangıçtan beri bizim komşu­muz olan Ermenilerden başka bir de Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını terk edip, gelenler vardı. Bunlara Kahdogam deniyordu. Bütün huzursuzluğu bunlar yarattı. Gaddar, hain, hatır tanımaz tiplerdi. İşleri güçleri çetecilikti. Bu çetelerden birisi bir gün (1917–1918) bizim aşiretin köylerinden Zeve'ye geldi. Kadın erkek, çoluk çocuk ne varsa hepsini katlettiler. Canlı varlık bırakmadılar. Bütün evleri ve tarlaları yaktılar. Bizim aşiretin yaşlılarından Kafkasya'daki Zeve köyünde Ermenilerin yaptığı katliamı bilmeyen yoktur. Bu acı hatıranın ağıtları bile vardır.

Ermenilerin bize yaptığı asıl büyük mezalim İran'dan geçerken yol boyunca oldu. Hiç beklenmedik bir anda çeteler saldırıya geçerlerdi. Geceleri çadırları basar sırf öldürmüş olmak için ateş ederlerdi. Hayvan sürülerimizi toplu halde imha eden Ermeni çeteleri hatırlıyorum. Adeta soyumuzu sopumuzu kazıyıp yok etmek istiyorlardı.

86 yaşındayım. Bir tek inanç taşırım. Bizim dostumuz yok, düşmanımız çoktur. Gençlerimiz tahrik ediliyorlar. Onlara nasihatimi tekrarlıyorum kesinlikle tahrike kapılmasınlar. Bu memleket ve onun bütün nimetleri onlarındır. Gençlik kendi milletine kendi devletine kendi kültür ve değerlerine ters düşmemelidir. Unutmasınlar ki Babasının kurduğu düzeni yıkan oğlun düzenini de onun oğlu yıkar. Onları yetiştiren ve geleceğini emanet eden Türk milletine ve Türk devletine karşı harekete geçmesinler, kötülemesinler, iyi düşünüp, milletini severek, tenkit ettikleri, beğenmedikleri şeyleri millet ve devletleri için kendileri daha iyisini yaparak, bağlılıklarını ispatlasınlar.

Doğu Anadolu'ya hizmet götürecek her hükümet hangi partiden olursa olsun ilgili görevlinin memleketi Türkiye'nin her neresinde olursa olsun bölgeye hizmeti sevgiyle götürmelidir. Bölgenin insanını bu milletin öz evlâtları olduğunu hiç unutmamalıdır. Bu konuda yapılacak herhangi bir ihmal milletin aleyhine olur Türk milletinin ve Türklüğün kopmaz bir parçası olan Doğu Anadolu'ya hizmet götürürken sevgiyi ve şuuru ihmal eden hükümetler vebal altına girerler. Bunların bu tür ihmalleri "bölücülük" için kandırılmış fanatikleri piyon gibi kullananların işine yarar.

Bu yurdun her evlâdı bilmelidir ki; boy, zümre, bölge ve mezhep ayrımcılığına katılmak veya önlenmesinde ilgisiz kalmak ilkin kendi zararına olur. Türkiye’nin milleti ve vatanı ile bütünlüğüne inanıp destek olmak, kendi menfaatimizedir. 
------------------------------------------------------------------------------
1- Anadolu Basın Birliği Genel Merkezi Nu:23 Ankara-1987
***